Yeni Üyelik
40.
Bölüm

Bölüm 38 - Dedi Kurtlar Vadisi Çakması

@biceruvar

Yeni bir Cuma bölümüyle sizlerleyim canlarım... Hepinize merhabalar! Yer yer Pera'ya kızıp, bazen de hak verdiğimiz bir bölüm olmuştu geçen sefer ki, bu kez bakalım neler olacaktan çok, ne tepki vereceğinizi merak ediyorum aslına bakarsanız. O yüzden lafı uzatmaktansa sizlere güzel bir bölüm bırakıyorum ve yorumlarınızı okumak için de kahvemi alıp tekrar aranıza dönüyorum.

Geçen her dakikada buraları özlüyor olmam da sevdaya dahil midir, bir de bu sorunun cevabını istiyorum sizlerden...

Söylemediğim zaman tamamen unutulduğunu görerek, ki etkileşimi de hesaba katarsak zaman harcıyorum, bir beğeni, iyi veya kötü(yapıcı eleştirisel) şekilde yorumunuzu eksik bırakmayın...
Unutmadan daha hızlı haberdar olabilmek, hikayeler hakkında story, reels ve iletişime geçebilmek adına,

Instagram: BiCeruVar

------------------------------------------------

Hayatındaki her şeye kilit vurabilmiş bir adam olarak Pera'ya olan hislerine karşı koyamıyordu. Ne yaparsa yapsın, kafasını işlerle doldurma çabasına da girse, kendini spora adamaya da çalışsa bir türlü aklındaki hengamede kendine gülümseyen kadından kopamıyordu. Bir çırpıda oturduğu koltuktan kalktığında büyük adımlarından da destek alarak göreceğe karşılığa rağmen hızlıca yakaladı kadını. Kolları zayıf bedeni sardığında çenesini de kadının başının üzerine yerleştirmeyi eksik etmedi. Herhangi bir şekilde suratına, karnına, bacağına darbe gelebilir, Pera bir anda kollarından sıyrılıp bulduğu şeyi üzerine fırlatabilirdi. Evet, hırçın anlarına pek rastlamışlığı yoktu ancak görüntüsünde naif ve uysal duran kadının aslında içinde nasıl bir kaplan barındırdığını tahmin edebilecek kadar birikimi vardı.

'Yapamıyorum Pera. Senin de sevdiğini bile bile sensizliğe katlanamıyorum.'

'Dağhan, yapma...' kadının fısıldarcasına eziyet çeker gibi çıkan sesine rağmen göğsünü patlatacak derinlikte bir nefes çekti. Tüm ciğerlerini tarumar eden zambak kokusunda kaybolup gitmeyi diliyordu şu an adam. Eğer ki bir daha dönüşü olmayacaksa bu yolun kendisi de yok olmalıydı. Eğer ki bir kez daha alamayacaksa kollarıyla sıkı sıkıya sardığı kadının kokusunu hiç var olmamalıydı. Şuan alt üst olmalıydı her şey eğer ki bir kez daha Pera'nın gözlerine yakından bakamayacaksa, çünkü zaten kendisi tepe taklak olmuşken geriye kalanlar yitiriyordu değerini.

Olmuyordu, eve gittiğinde, kendiyle kaldığında eskisi gibi işe, başka meselelere odaklanıp dağıtamıyordu kafasını. Gözünün önüne sadece kadının parlayan bakışları geliyordu. Gülümsemesi, kahkahası, sarılması, boynuna atlayışı, hatta gözyaşları dahi geliyordu fakat başka bir detaya kafasını çevirip de durgunlaştıramıyordu zihnini. Kaç kez sayfalarca yazı olan kağıda bomboş bakışlar atarken bulmuştu kendisini, kaç defa derin bir nefes çekecekken göğsünün tam orta yerinde o yalnız kalmışlığı hissetmişti haddi hesabı tutulamazdı. Kendi yüreğinde kaybolmakla ilk kez yüzleşen bir adamken üzerine gelen her dosyaya, yetişmesi gereken her protokole rağmen bir anda kendini Pera'yı düşünürken buluyordu.

Oysa Dağhan'ın hayatı Pera'dan önce oldukça berraktı. Dümdüz, sabahları gözle görünen işinde gücünde olan sade bir cemiyet adamı olurken, akşamları neredeyse en yakınlarının dahi henüz şahit olamadığı arsız, yüzsüz, kötü bir surete bürünen Dağhan oluyordu ancak bunların hepsi çok önceleriydi. Dört duvar arasındayken nasıl ki tek düşündüğü kendi isminden önce Pera'ysa, yine aynı şekildeydi hali tavrı. O güçlü adamdan çok özleminden koca bir keder havuzuna atlar hale gelmişti.

Dağhan, Pera'ya düşmüştü.

Dağhan, Pera'ya bir daha ayakları üzerine kalkamayacak kadar düşkündü.

Dağhan, Pera'da sadece onunla var olmuşçasına kaybolmuştu.

Dağhan, bu kayboluştan sadece Pera onu bulduğu zaman kurtulmak istiyordu.

'Eğer sevmediğini düşünsem, o zaman tamamen kestirip atacağım ama seve seve uzak kalmak içimin ezilmesine neden oluyor.' Dudaklarını saçlarının arasına gömüp mırıldanırken bir kez daha zambağın kendine has naif kokusunu ciğerlerine doldurmayı ihmal etmedi.

'Senden uzak kalmak, kendi cinayetimi işlemem gibi.' Hala itilmemiş kollarından da güç alarak Pera'nın yüzünün dönmesini sağladığında uzun parmakları da kadının yanağına yerini buldu.

'Bize değecek Pera, bırak yanalım. Razıyım, sen o ateşte kendini ısıtırken cayır cayır yanmaya razıyım. Yeter ki uzak tutma kendinden.'

'Nasıl güveneceğim sana?' aralarındaki fısıltıda sonunda Pera'nın da sesi duyulduğunda dudaklarını ıslatıp baktı kapkara gözlere. Dağhan'ın zindanıydı bu bakışlar. Tüm hayatının kısa bir özeti, geleceğinin ön gösterimiydi.

'Söyle bana! Sana artık nasıl güveneceğim!' bir adım gerilese de Dağhan'da onunla beraber ileri gittiğinde sertçe yutkunup başını sağa sola salladı.

'Ben sana ruhumu emanet ettim, senin ellerin kanlıyken nasıl sarıldın ona Dağhan!' avazı çıktığı kadar bağırmak istese de yapamıyordu, yapabildiği tek şey sesini yükseltmekti. Kollarını savuşturup adamın bedeninden uzaklaştığında sıktığı dişleriyle zorlukla nefes aldı. Kendini birazcık bile normal hissetmiyordu, belki de arşa çıkacak kadar büyüktü tepkisi ama Pera'ya asla abartı bir tavır takınıyormuş gibi gelmiyordu. İçi alenen adama sarılıp boyun girintisinde hıçkırarak ağlamak istese de sanki tüm ruhu buzdan bir kalıbın içine bırakılmış gibi hissettiriyordu. Kendine söz geçiremezken, kendisi olmaktan da vazgeçemiyordu kadın.

'Ben bir adama aşık oldum! Karıncayı incitmeyecek birine! Söylesene! Ya susma söyle! Aptal gibi göremedim! O silah çekmeceden alıp beline taktığında o kadar ustalıkla yalan söyledin ki göremedim! Lanet olsun ki her haltı anlayan ben bunu anlayamadım!' bir adım daha geriye kaçıp başını sağa sola salladığında sıkıntıyla iç çekip ne zaman aktığından bir haber olduğu gözyaşlarını elinin tersiyle temizledi.

'Ben seni kızımla aynı ortamda nasıl tutacağım anlat bana!'

'Pera...' Dağhan sakinleşmesini ister gibi ellerini havaya kaldırıp yalvarırcasına bakmaya başladığında ağlaması yüzünden sıklaşan nefesleriyle başını yeniden sağa sola salladı.

'Geri zekalı gibi hala seviyorum ya seni! Kendime bu yüzden çok kızıyorum! Kahretsin! Allah kahretsin!' elini sertçe duvara vururken Dağhan'ın sımsıkı kapanan gözleri de bir oldu.

'Zarar verme kendine.' Sesinden intihar eden kelimeler fısıltıyla ortalığa dağıldığında Pera kuruyan dudaklarını ıslatıp bir kez daha soluklanmaya çabaladı.

'Uzak dur Dağhan. Uzak dur, izin ver düşüneyim.' Arkasındaki kapıdan hızla çıktığında şaşkınlıkla ayağa kalkan Ezgi'den bakışlarını kaçırarak ilerledi asansöre. Mesai bitimi olduğu için üç kişinin beklediğini görerek yangın merdivenlerine yönlendirdi bedenini. Ayağındaki topuklulara kızacak, sinirlenecek, hatta onlarla yüzlerce basamak ineceğini düşünecek halde bile değildi ruhu. Dağhan'dan daha fazla kızıyordu kendine. İçindeki o sevgi bitmediği, adamın elalarına baktığında hala ilk tanıştığı Dağhan'ı gördüğü için kendine olabilecek ne kadar küfür varsa ediyordu. Son kata geldiğinde kapıyı açıp arabasına ilerleyerek yerleşti. Kendinden izin alma zahmetine girmeyen göz yaşları hala akarken başını geriye atıp derince soluklandı. Burada yapmayacaktı kendisine bunu. Acısını çekerdi fakat burası yeri değildi. Kontağı çevirip arabasını park alanından çıkardığında nereye gideceğinden bir haber zihniyle devam etti yoluna.

Çıkış kapısı her zaman bir yerlerin giriş kapısı oluyordu. Hayat insanı öyle bir hale getiriyordu ki buna en büyük tepkileri bazen kadınlar veriyordu. En üst seviyede duygularını açıkça yaşarken kapının ne olduğunu önemsemeden kırıp dökmek istiyorlardı. Kırılan güvenleriyle, akıllarının almadığı olaylara kızgınlıklarıyla, kırılan kalpleriyle tüm dünyayı yerle bir etmek istiyorlardı. Öyle zamanlarda ise aslında kadınların en güçlü yönü çıkıyordu ortalığa. Avuçları kadar olan kalpleri ve onun durmaksızın devam ettirdiği sevgiler. Bir kadın her şeyden kaçarken, kendine yenilebiliyordu.

Bir hafta, geçen yedi gün, toplamda yüz altmış sekiz saat, üzerine bir ceket gibi giymeye çalıştığı ruhsuzlukla geçen tüm vakitler o günden sonra bedenine ilmek ilmek işlenmişti. Bakışları odanın içindeki muhasebe müdürü Funda hanımda gezdiğinde derin bir nefes alsa da kadın elinde kalan son belgeyi de imzalatarak çıktı dışarı. Dağhan'ın gözleri sonunda kendini bulurken sertçe dudağını ısırıp elindeki tek sayfalık kağıdı uzattı. Adamın çatılan kaşlarının bilincinde olabilecek kadar toparlanmıştı en azından. Normalde üst üste dosya yığını getirirken şimdi bir sayfayla karşısına çıkmasını beklemiyordu haliyle.

'Bu ne?'

'İstifam.' Gözlerini satırlar üzerinde gezdirirken sertçe yutkunduğunu fark etse de bekledi, bekledi ve tekrar bekledi. Sonunda tüm metni okuması bitmiş olacak ki ela bakışları yeniden kendisine döndüğünde Dağhan dudaklarını ıslatıp derin bir nefes alarak kağıdı çevirmiş tam ortadan ikiye yırtmıştı.

'Sana bir söz verdim. Benim yüzümden kariyerini kaybetmeyeceksin dedim. Ben sözümün arkasındayım Pera. Bu şirketten ceketimi alır çıkarım, hissemi bizimkilere devir ederim ama kariyerini silip atmana göz yummam.'

'Kariyerimi silmiyorum, sadece...' bakışlarını etrafta gezdirmeye başlayıp doğru cümleyi bulmaya çabaladı, yenildiğini nasıl doğru anlatabileceğini düşündü, 'Yapamıyorum Dağhan.' Bu odaya neden geldiğini bile açıklayamıyordu kendisine. Çok kolay bir şekilde bir sayfalık kağıtla Pamir'e, Nida'ya, hatta Deha'ya bile gidebilirdi ancak o tutmuş aşığı olduğu denizin karşısına bırakmıştı bedenini. Belki de kalbi kalması için çaba sarf etsin diye çırpınırken, aklı bitmeli dediği için burada oluşunu da içtenlikle sorgulayabiliyordu.

'Neyi yapamıyorsun?'

'Sana bakarken, hissederken...' dizinin üzerindeki parmaklar yakalandığında sıkıntıyla bıraktı nefesini. Bu odaya girmesinin tek nedeni istifasını verip ayrılmaktı ancak şimdi yüreğinin durmaksızın koştuğu adam ellerini tutarken kalakalmıştı işte. Adamın oturduğu koltuktan kalkmasını izlediğinde parmaklarını da sıkıca kavrayarak kalkmasını sağladı. Birbirini sıkıca tutan elleri dışında herhangi bir fiziksel temasları olmasa da yüreği yüreğine değiyordu ve bu her dakika daha da zorluyordu kadını. Deli gibi sarılmak, kokusunu duymak, hatta sevişmek istiyordu adamla ancak kendine ihanet eder gibi hissetmesi de işin cabasıydı.

'Ben yanıyorum Pera, sen evindeyken, gecenin bir vakti bahçede bomboş otururken sol tarafım cayır cayır sensizlikten yanıyor. Senden tek bir şans istiyorum Pera. Bundan sonra bir şey saklamayacağım. Ne görmek, ne bilmek, neye şahit olmak istiyorsan... Hepsini göstermeye hazırım. Tanıdığın adam olduğumu görmen için tek bir şans.' Bir adam dışarıdan koca bir buz dağı gibi durabilirdi. Dağhan'da öylesine soğuk ve ruhsuz durabiliyordu. Herkese, canlı cansız her detaya karşı sapa sağlam yıkılmaz bir buz kütlesi gibi oracıktaydı ancak söz konusu bu zamana kadar olduğu hal gibi buzken kolaydı bu durum. Şimdi ise o soğuk, keskin, insanın ellerini donduran kalbi çözülmeye başlamıştı. Hatta çoktan çözülmüştü.

Pera, Titanik gibi, bir gece, gözleri kadar kör bir karanlıkta Dağhan'ın o buzdan kalbine ve benliğine çarparak tuz buz etmişti adamı. Onunla beraber kendisi de yok olmuştu zaten. İki ismi yan yana koysalar ikisine de garip gelirdi bu durum çünkü çoktan birbirlerine karışmışlık ve birbirlerinde tükenmişlik halinde harmanlardı.

Sol tarafından midesine kadar inen bir yolda ılık ılık hissettiği o şey eriyen gönlüydü. Her adam bir gün, bir kadına karşı erirdi ve Dağhan, Pera için eriyordu. O buz yığınının ardından ne çıkacak, ne kadar mutlu edecekti kadını bilmiyordu ama başkasına fırtına olacak varlığı, Pera'nın karşısındayken ufak bir çocuktu. Kendi kendine ayağa kalkmaya başladığı, dizlerindeki kanlarla beraber harap olmuş yumruğundan destek alarak doğrulduğu günden bugüne ilk defa savunmasızdı adam. İlk kez korunmak istiyor, o koruyanın da sevdiği kadın olmasını diliyordu. Ki çoğu insan aklına getirmese de bir kadın tarafından korunmak bazen dünyanın en güçlü adamı gibi hissettirebilirdi birini.

'Öğrenmek istemezsen eğer tek bir şey bil. Bu benim seçimim değildi, inan ki bunu ben istemedim.' Kadının yanağına yaslanan parmakları usulca saçlarına kaymaya başladığında yüzünü de o dipsiz kuyu gibi olan harelere yaklaştırdı. Öyle veya böyle kaybedecekti, belki o güçlü duran bakışların sağlamlığının desteğiyle suratına elinin tersiyle çarpacaktı ve bu net bir şekilde koca bir son olacaktı, belki de tüm yüreğini de alıp sırtını dönüp gidecekti. Öyle veya böyle yüreğini zaten kaybetmişken üç ihtimal arasındaydı Dağhan. Dudaklarını yaklaştırdığı kadın ikisinde tamamen kaçarken sadece bir ihtimalle yüreğini dinleyebilirdi. İçten içe iyi olan o ihtimali deli gibi istese de ne olacağını kestiremez haliyle teni kadının sıcak nefesini bulduğunda tüm korkularının da içinden uçup gidişine şahitlik ediyordu.

Dip dibe olmasına rağmen dudaklarında teni olan kadının sonunda parmaklarını göğsünde hissedebildiğinde aldığı karşılığa şükür etmekten geri kalmadı. O parmaklar kendini itecek diye delicesine korkan zihni bile derin bir nefes almıştı. Birbirine karışan solukları harman olurken dahi korkularıyla yaşamışken şimdi tüm kartları açık seçik ortadaydı ve bir daha toparlamaz diye düşündüğü durum umduğunu bulmasına nedendi.

Olamıyordu Pera. Kendine de, yüreğine de, zihnine de engel olamıyordu. Deli gibi sarılmak istediği adama sırtını dönüp giderken kendini saran kolları hissettiğinde dahi kesilmişti nefesi. Sanki evrenin bir yerlerinde birileri Dağhan ve kendi için hikaye yazmıştı da, yazan ayrı kalmamaları için bütün duygularını tarumar ediyordu. Dudaklarının üzerini kapatan dudaklar bir yana adamın elleri parmaklarını tuttuğundan beri neler olup bittiğini bir anlığına unutmuştu bile. Parmak uçlarında yükselip adamın yakasını titreyen parmaklarına rağmen yakaladığında da çoktan mantıklı yanı koşarak uzaklaşmıştı kendinden. Tek istediği adamı öpmek, nefesinde kaybolup yaşadığını tekrar anımsamak olmuştu.

Genzine dolan parfümünün kokusuna kadar aç olabilir miydi insan? İşte Pera öylesine açtı Dağhan'a. Şu saatten sonra onsuz olamayacağını bildiği gibi babasının da haklı olduğunu biliyordu. Daha şimdiden bir yara almış yüreği onlarcasına da şahit olacakken kilitleyemediği kalbine kendi kendine kızsa da faydası yoktu artık.

Kapılmıştı, denizin ortasındaki o ufacık kayıktayken fırtınaya yakalanmıştı. Kilometrelerce sürüklenecek, nefes nefese savaşlar verecek, korkudan deli gibi ağlayacaktı. Sonunda kıyıyı bulacaktı ama bir ihtimal ölecekti de. Belki de kimsenin ummadığı zaman diliminde artık hareket edemeyecek cansız bedeni o koca denizin dalgalarıyla sürüklenip sahile vuracaktı.

Adamın beline sardığı bacaklarındaki parmakları ve boynundaki dudakları hissettiğinde kesilen nefesine de içten içe kızmaya devam etti. İnsani dürtülerinden çok daha farklı bir evredelerdi şu an. İkisi de mantıklı düşüncelerini kenara atmış, şirkette, sözde çalışma odası diye adlandırılan yerde Pera'nın sırtı duvara çarparken kaybediyorlardı düşünme reflekslerini. Boynundan kopan nefes tekrar dudaklarını bulduğunda istemsizce tırnakları da adamın ensesinde yer edindi. Dağhan'ın belindeki bacaklarının yardımıyla hissettiği sertlikle iç çektiğinde dudakları da birbirinden koptu.

'Şirketteyiz.' Aslına bakılırsa şu an için Pera'nın bu durum zerre umurunda değildi, hayvani dürtüleri ağır basarken de olamazdı zaten ama kendine de hatırlatmak istercesine konuşmuştu. Temasları sayesinde ikisinin de açılmış düğmeleriyle pek umurlarında olamazdı zaten. Şayet umurunda olması gerekiyorsa ilk başta önü tamamen açık gömleğini fırsat bilerek çıplak sırtına dokunan parmakların temasını acilen kesmesi gerekiyordu.

'Zerre umurumda değil.' Sonunda Dağhan'da nefes nefese kalmış haliyle mırıldanıp başını sağa sola salladığında tekrar kapandı kadının dudaklarının üzerine. Hani pilavdan dönenin kaşığı kırılsın derlerdi ya, işte adam için de durum tam anlamıyla öyleydi. Kollarındaki kadının belini sıkıca yakaladığında bağlantısını kestiği duvardan sonra kapıya yaklaşıp sakince kilidi çevirerek gülümsemesini büyüttü.

Pera iliklediği düğmeleriyle bakışlarını Dağhan'ın koltuğa attığı bedenine çevirdiğinde derince soluklanmayı da ihmal etmedi. Masadan usulca inip topuklusunu giydiğinde yere düşmüş dosyayı da alarak masaya bıraktı ki çok geçmeden az önce yangın yeri olan ela hareler kendine döndü. Dakikalar önce gözlerine bakan, teninde tenini gezdiren adam kesinlikle ilk başta tanıdığı Dağhan değildi. Dediği gibi tamamen, tüm gerçekliğiyle, olabildiğince şeffaf halde aslında Dağhan kim, nasıl biri, sevişirken birebir kollarında yaşamıştı adamı.

'Erken kaçıp Deva'nın odasını dekore edecek, sürpriz yapacaktım. O yüzden kaçıyorum ben.' Koltuğun yanında duran çantasına uzandığında bileğini yakalayan parmaklar hızlıca kendisini çektiğinde koruyamadığı dengesiyle beraber adamın dizlerinde buldu bedenini.

'Beraber halledelim.' Yüzünü gölgeleyen saçını uzun parmaklar kulağının arkasına çektiğinde yorgun bakan Dağhan'a gülümsemeden edemedi.

'Montajını yaptılar zaten, sadece düzenleyeceğim.'

'Deva'nın bana alışması çok uzun zaman alacak. Bu süreci biraz daha kısaltmama yardım etmeyecek misin yani?' gözlerindeki ışıltılarla mırıldandığında Pera tek kaşını kaldırıp süzdü adamın yüzünü. Parmakları hasret kalışıyla sakallarının arasında gezindiğinde Dağhan daha çok yayıldığı koltukta başını geriye atarak izlemeye devam etti.

'Kızımın gönlünü böyle mi kazanacaksın yani?'

'Annesinin gönlünü kazandıysam onunkini de kazanmam gerekiyor.' Kendini tasdiklercesine başını sallayarak konuştuğunda Pera tebessüm ederek usulca kurtuldu adamın kollarından. Haklılık payını es geçemezdi fakat Dağhan ve diğer işleri mevzu bahis olunca ne denli mantıklıydı orası tam anlamıyla muammaydı işte.

'Bu konuda birazcık saf dışı bırakabiliriz Deva'yı bence.' Bakışları arkasında kalan adama döndüğünde onun kırık bir gülümsemeyle gömleğini iliklemesini izledi önce. Adamın gözleri usulca kendini bulduğunda ise o kırık gülümsemenin yerini güven verici bir tebessüm aldığında derince tüm oksijeni ciğerlerine doldurdu.

'Gel hadi.' Kendine uzatılan parmaklara baktığında kararsız kalsa da Dağhan'ın hadi dercesine başını sallamasıyla tutmuştu ki adam usulca ortadaki sehpanın üzerine oturmasını sağlayıp parmaklarını avucunun içine aldı. İki yanındaki bacaklar kendi bacaklarını esir aldığında da artık kaçabilmesine yardımcı olacak bir alan kalmamıştı. Sakince elinin üzerine destek verir gibi vurduğunda ise söylemek istediklerini toparlama çabasının da farkındaydı aslında Pera.

'Deva'yı korumak istemen, sakınman çok doğal bir durum ama madem açık olacağım dedim tamamen açık olmalıyım öyle değil mi?' sorusuyla beraber kaşları da havalandığında Pera'nın durgun yüz hatları gerildi. Usulca başını sallayarak adamı onaylasa dahi gelecek bombayı merakla bekliyordu.

'Az önce gördüğün Dağhan, gerçek Dağhan Kalaycı'nın yüzde kırkından fazlası değildir öncelikle bunu bilmeni istiyorum. Kalan noktayı da bir anda söyleyeceğim, bağırıp çağırma olanağın sonuna kadar var. İstediğini bana doğru fırlatabilirsin.' Etraftaki eşyaları başıyla işaret ettiğinde Pera'da tek kaşını kaldırdı.

'Ne halt yedin?' artık iyiden iyiye merak eden ve gerilen bedeni sonunda konuşmayı hatırlamıştı ki Dağhan dudaklarını ıslatıp masumca tebessüm etti. Adamın bakışları resmen kendi infazımı yazdım ama onu da halledeceğiz gibiydi. Gerçi öğrendikleri neticesinde Dağhan'ın bir şeyleri halledememe ihtimalini düşünemiyordu bile.

'Deva'nın okulunun üç, sınıfının önünde de bir tane koruma var.' Yüzünü buruşturup gelecek darbeyi beklese de elinin arasından kopan parmaklar bir anda omuzuna sertçe vurduğunda kaşları çatıldı adamın. Tamam tepki bekliyordu da Pera'nın elinin bu denli ağır olmasını beklemiyordu. Senelerdir spor salonlarından tutulsun ki ağırlıklara kadar, hatta saçma salak şekillerde yediği dayaklarda dahil olmak üzere kendini geliştirmiş biriydi en nihayetinde ama Pera'nın da maşallahı vardı doğrusu. Çürütmüştü herhalde sol tarafını.

'Devam etmeden kısa bir özet geçeyim. Mecburdum. Deva'nın hayatta olduğundan haberimiz dahi yokken aynı şeyi sana da yapıyordum. Şimdi hali hazırda hem sana hem Deva'ya yapıyorum ve o korumalar olmak zorunda güzelim. Şirketi başıma yıksan bile olacaklar. Ve her ne kadar sen de, ben de Deva'yı geri planda tutmaya çalışalım, yine de sen benim sevdiğim kadınsın ve buna sen şimdi istemesen bile eninde sonunda mecbur kalacağız. O yüzden bırak aramı iyi tutayım.'

'Onun kılına zarar gelirse bırak yüzüne bakmayı sana neler yaparım farkındasın değil mi?' Pera kaşlarını havalandırarak ciddiyetle bakmaya başladığında Dağhan başını usul usul salladı.

'Kendimi sana bırakmam öyle bir durumda. Ama saçının tek teline zarar gelmeyecek.'

'Kızım senin yüzünden bir çizik dahi alırsa tırnaklarımla parçalarım seni ve elimden kimse alamaz.' Başını sakin sakin sallayarak konuştuğunda Dağhan kabul edercesine bakmıştı. Biliyordu, hepsinin ötesinde annesinden biliyordu. Söylediği gibi öyle bir durumda kendi kendini rezil rüsva ederdi ama emindi ki Pera'nın yapacakları yanında ufacık kalırdı kendi çektirecekleri.

Yıkılmış, orta yerine bomba düşmüş gibi olan bir ailede büyümüştü. Ne zaman babasının sesi kendine yükselse annesi kendisi için çıkarmadığı tırnaklarını çıkarmıştı o adama karşı. Bundan da ufacık bile pişmanlık duymamıştı. Şimdi baktığı zaman Pera'dan değil, anneliğinden korkması gerekirdi. Hatta iğne deliğine saklansa bulacağını bilerek tedirgin olacak kadar korkmalıydı.

'Olmadı, bu tarafa yerleştirelim.' Son yarım saattir Dağhan odanın dört bir tarafına sürüklediği yatakla kaşlarını çatarak bakışlarını Elfe'ye çevirdiğinde onun kollarını göğsüne bağlayıp duvara yaslanarak kısık gözlerle kendisini izlediğini fark etti. Her an kükreyebilirdi ancak Pera'nın söylediği Elfe biliyor lafı yüzünden sessiz kalmayı seçiyordu. Aslına bakılırsa kadına da hak veriyordu. Marco gibi bir belayla yüzleşmişken elbette ki kendi gibilerine makul tavırlar sergileyemezdi.

'İlk yerine yerleştirelim.' Kadın gözlerini devirip umursamazca mırıldandıktan sonra kenardaki koliyi açtığında Dağhan'da önüne yerleştirdiği bütün mobilyaların kapladığı duvara ilerledi bu kez. Sabır mı, kesinlikle insan sabır denilen mereti Elfe ile denemeliydi. O kadar emindi ki, bu saatten sonra tüm sinirleri çeliklenmişti adamın. Çileden çıkmasına sebep olan her dakikayı anımsamaya çalışıyordu da, bu kadının yanında solda sıfır kalırlardı. Özellikle de en kısa zamanda Pamir'le konuşarak kendisine sabır taşı almasını söylemeliydi. Gerçi bu tavır muhtemelen kendi kimliğiyle alakalı bir durumdu ancak Elfe istediği zaman insanı küplere bindirecek kadar kızdırabilecek potansiyele sahipti, arkadaşının kesinlikle o sabır taşına hatta kayasına ihtiyacı olacaktı.

'Hayatı bok etmek konusunda siz erkeklerden daha iyisi yok biliyorsun değil mi?' sonunda Elfe'nin de sabretme çabası tükendiğinde yerleştirdiği yatağın yanına komodinleri de çekerek kenardaki aydınlatmayı alıp bakışlarını kadına çevirdi.

'Çok haklısın.'

'Niye kavgayı, gürültüyü, ilkel yöntemleri bu kadar seviyorsunuz ki. Avukatsın, bildiğin avukatsın. Onu da bir yana atalım hadi koca şirketin var ve gidip adam öldürmece mi oynuyorsun?' kitaplığa yerleştirdiği oyuncak ufak ayıdan sonra ufak balerin biblosunu sildiği gibi bırakıp buruşturduğu yüzüyle baktı Dağhan'a. Adamın olabildiğince durgun şekilde baş ucu lambasını bağlıyor olmasıyla aldığı derin nefesleri de bir solukla bırakmıştı.

'Ben adam öldürmece oynamam Elfe.'

'Dedi kurtlar vadisi çakması.' Göz devirip kitapları da silerek yerleştirmeye başladığında adam sonunda bağladığı lambayı kontrol edip kalktı çöktüğü zeminden. Eğer ki biraz olsun Elfe'yi tanıdıysa net bir şekilde aydınlatmayı bağlarken elektrik akımına kapılmasını içten içe çok isterdi kadın. Kaldı ki kadınların sinir katsayıları ve sevdikleri için olan bağlılıkları göz önüne alındığında bu pek yabana atılacak bir durum değildi.

'Bu işte birinin kötü olması gerekiyordu. O da işin ilk zamanından beri başında olan bana kaldı. Bir baksana, canım sıkıldığında kurşun yağdıran bir tipim mi var?' sorusuyla kadının gözleri kendine döndüğünde iki yanına açtığı ellerine rağmen Elfe baştan ayağa süzüp tekrar gözlerine odaklandı.

'Var.'

'Öyle mi görünüyorum sahiden.' Kafasının karışıklığıyla bakmaya başladığında kadın elindekileri bitirene kadar sessizliğini koruyup ardından bezi hızlıca kitaplığın rafına attı.

'Öğrenmeden önce baktığımda da son adalet bükücü gibi görünüyordun Dağhan. Mafyatik bir tip olarak benden, hayır tatlım kesinlikle sen tam anlamıyla minnoş bir panda yavrusuna benziyorsun dememi mi bekliyorsun?' dalga geçercesine olan haline rağmen oldukça ciddiydi kadın. Dağhan'ın kim olduğu önemli değildi, Dağhan'ın neler yapabileceği önemliydi. Dönüp bakıldığı zaman adamın kalbi, ruhu, Pera'ya olan sevgisi de umurunda değildi. Tek ama tek umurunda olan verebileceği zarardı. İki gün önce gözü kapalı Pera'ya dönerek git dağıt, toparlarız diyebilecekken artık bildikleri bu durumu zorlaştırıyordu.

Dostunun, sırdaşının bu saatten sonra üzülmesi bir yana, iç çekmesi dahi mantıklı gelmiyordu çünkü. Pera gözlerinin önünde günlerce, haftalarca, aylarca erimişti, yanmıştı, gözyaşları yüzünden yastığının kurumaya imkanı olmadığı zamanlar geçirmişti. Şimdi eğer ki yanındaysa, çok sevse bile Dağhan'ın aynı şeyleri yaşatmasına müsaade etmeyecekti. Direkt olarak, alenen bir şey yapamazdı belki ama olurda Dağhan yüzünden bir damla göz yaşı dökerse sürükleye sürükleye götürürdü kadını buradan.

'Beni sadece Dağhan olarak görsen. Yakın arkadaşının, dostunun sevgilisi olarak? Dümdüz yani.'

'Sırtıma kanat takayım da ister misin?' Elfe tek kaşını kaldırarak bakmaya başladığında Dağhan anlamayan haliyle kadını süzdü. Tabi yaşanılanları detaylıca bilmediği için garip ve anlaşılması zor geliyor olabilirdi ancak Elfe'ye göre bu durum tam anlamıyla sırtına kanat başına da bir hare gerektirmekten ibaretti.

'O kadar yüksekten uçmam için kanatlara, pembe bulutlu masallara, tek boynuzlu atlara, gökkuşağının üzerinde yürümeye, hatta kül kedisinin balkabağından olan arabasına ihtiyacım var. Yani sihre... Kısacası ütopyaya Dağhan.' Kaşlarını havalandırıp kararlıca konuşurken başını omuzuna düşürüp derin bir nefesle devam etti konuşmasına, 'Seninle peşin peşin konuşayım ister misin Dağhan?' Kenardaki çalışma masasının koltuğunu çektiğinde oturup bacak bacak üzerine attığında eliyle yatağı işaret ederek yerleşmesini bekledi.

'Pera sana aşık. Aşık olduğu için geçmişte zarar gördüğü her şey önemini yitiriyor. Sana sürekli böyle itici bir tip gibi elbette davranmayacağım ama o zamanlar ne yaşadığını ben çok iyi hatırlıyorum. Aptal değilim. Çocuk olmayan bir kadına seni kötülemeyeceğim, yapamam, buna hakkım da yok. Onun dostu olarak sadece yanında olup, seçimlerine saygı duyarım. Sana ne zaman güvenirim orasını bilemem ama ilişkini karalamak çocukça bir girişim olur. Fakat. Bir gün bana dönüp gerçekten bitti derse seni değil, dostumu korurum.'

'Bana defalarca mafya yakıştırmaları yapıyorsun, iyi bir insan olduğumu düşünmek için ütopik şeylere ihtiyaç duyuyorsun ama sevdiğim kadınla tehdit etme cesaretin var öyle mi?'

'Ah bak nasıl korktum, elim ayağım titriyor görüyor musun?' dalga geçercesine havaya kaldırdığı elini titrer gibi sarstığında tınlamaz gülüşüyle bakmaya devam etti. Göreceğini görmüş, korkacağı kadar korkmuştu, bundan sonrası da Elfe için kayda değer bir bilgi taşımazdı.

'Senin o su tabancan benim sadece canımı alır Dağhan. Ama kardeşim üzülürse ben senin kalbini alırım.' Kendini desteklercesine başını sallayarak konuşup oturduğu sandalyeden kalktığında odadan da çıktı Elfe. Dağhan ise öylece ardından baktı. Bir şey yapma, zarar verme niyeti zaten yoktu ama kadın çok sağlam şekilde ayar vermişti kendisine. Söylediklerinde de haksızlık diyebileceği hiçbir detay yoktu zaten.

Evet, beline taktığı silahla, yanında çalışan korumalarla Elfe'nin sadece canına neden olabilirdi. Ancak oturup düşününce onun kendinden alabileceği kalbi, ayan beyan yüreksiz yaşa demekti. Bedenin ayakta kalsın, gör, duy, hisset ama yaşama demenin en net anlamıydı. Muhtemelen kimse de az önce ayarı verip giden kadın gibi ayar çekemezdi kendisine. Oysa konuşmanın ilk başında Elfe'nin Pera'yı alıp götüreceğine dair saçma sapan tehditlerde bulunacağını düşünmüştü fakat insan hep umduğunu bulmuyordu ya. Kendisi de bulamamıştı işte. Kadınlar kendileri için bile tahmin edilmesi güç varlıklar olurdu her zaman.

'Üzerinde ışın kılıcın varsa aşağı inip arabana bırak! Evde çocuk varken belinde gezdireyim deme!' öylece oturup kaldığı yerden gitmesine rağmen hala bağırarak kendine getiren ses kalkmasına neden oldu.

'Salak değilim merak etme baldız!'

'Emin miyiz!'

'Işın kılıcından mı, salaklığımdan mı!'

'Salaklığından!' zil sesiyle uzaktan uzağa sataşmaları sona erdiğinde Dağhan kenardaki toz bezini alarak odadan çıktığı gibi kapısını da kapattı. İlerlediği sırada mutfak tezgahına elindeki bezi de bıraktığında kapıyı açan Elfe'yle içeri giren iki bedene baktı. Hayatının en şanslı dönemindeymiş gibi hissediyordu Dağhan. Sevdiği bir kadın vardı ve sanki bu çok az mükemmelmiş gibi tıpkısının aynısı olan bir de kızı vardı. İkisinin de güldükleri zaman Dağhan'ın içinde bahar bahçe bir yer oluşuyor, yetmezcesine bayram havasını hissediyordu. Uzakta kalıp izlemesine imkan olsa saatlerce sürerdi bu sefası.

'Nerede sürpriz!' üzerindeki montu çıkarıp yere bırakan kız zıplamaya başladığında Pera hızlıca omuzlarından yakaladı ufak bedeni.

'Sence nerede olabilir?'

'Odandaaa!' elinden kurtulup koşmak üzereyken Pera son anda sırtından yakaladı zayıf bedeni.

'Hayır...'

'Teyzoşun odasındaaa!' bu kez koridora yönlendiğinde yeniden tutup derince nefes alarak gülümsedi. Heyecandan büyümüş gözleriyle şaşkınca başını kaldırıp Pera'ya bakmaya başladığında Deva'nın gözlerindeki ışıltı da hayatını aydınlatmaya yetiyordu.

'Dağhan abide?' tüm heyecanlanmalarına rağmen sonuca ulaşamadığından olsa gerek bir kez daha şansını denediğinde Pera başını sağa sola salladı.

'O zaman evin dışında.' Sakinleşmeye başlayarak düşündüğünde gözleri tekrar büyümüştü ki gülümseyen yüzü de kendini göstermeye başladı.

'Lunaparka mı gidiyoruz!'

'Bu kadar hayalperest olmayalım teyzoşum... Bu soğukta annen seni oraya götürmez.' Elfe gülerek kızın yanağını sıktığında Pera anında kucakladı zayıf bedeni.

'Okuldan yeni geldim, ders çalışayım diye kütüphaneye falan götürmeyeceksin değil mi anne?'

'Kötü fikir değilmiş aslında.' Pera kollarındaki kızıyla koridora ilerlediğinde Deva anında yüzünü buruşturmuştu bile.

'Benim için kötü bir sürpriz olur.' Üçü de kızın tepkisine gülmeden yapamamışlardı. Ufacık boyuyla, koca bir aklının olmasının getirisiydi bu herhalde. Her lafa bir cevap, her durumda daha iyisi için çaba gösteriyordu.

'Hazır mısın?' önünde durduğu kapıyla beraber kızına tekrar baktığında onun boncuk mavisi bakışlarının heyecanla parladığını görerek araladı kapıyı. Kucağındaki bedeni usulca zemine bıraktığında büyümüş gözleri de önce odada gezmiş ardından Pera'ya dönmüştü.

'Odam mı var artık...' beklemediği, düşünmediği ama karşılaştığı için olabildiğince mutlu olduğunu belli eden haliyle bakmaya başladığında Pera'da birbirine bastırdığı dudaklarıyla başını salladı anında. Deva'nın hala içeri adım atmadığını görünce sırtındaki elini hafifçe hareket ettirmişti ki attığı tek adımla etrafta bakışlarını daha dikkatli gezdirmeye başladı ufaklık.

'Beni burada mı bırakacaksın?' sırtı kendine dönük ufaklık bir anda çatık kaşları ardından bakışlarını çevirdiğinde Pera durumu algılayamamıştı dahi. Ne bırakmasından bahsettiğinden bir haberdi sonuçta.

'Ne bırakması kızım?' sorusuyla Deva bedenini tam olarak çevirdiğinde deniz berraklığındaki gözleri önce odada gezinmiş, ardından Dağhan'da birkaç saniye takılı kalıp yeniden kendini bulmuştu.

'Onunla giderken beni burada mı bırakacaksın?' Pera ufaklığın çenesiyle işaret ettiği belini saran adama göz gezdirdiğinde allak bullak olsa da kendine destek veren büyük el bedeninden çekilmiş Dağhan bir çırpıda odaya girerek Deva'yı kucakladığı gibi yatağa oturmuştu kızla.

'Öncelikle... Annenin bir yere gittiği yok. Hele ki seni bırakıp bir yere gitmesi mümkün değil. Bu konuda anlaşmaya varalım.'

'Senin evin farklı ve seni seviyor.' Ne kadar ikna etme çabasında olsa da Dağhan asıl olayın ne olduğunu anlıyordu. Mesele oda değildi, Pera'nın kendisini bırakıp gitmesi de değildi. Asıl konu Deva ufacık kalbiyle tartıp biçmiş ve belli ki annesinin Dağhan'la bir hayat kurup kendisini arkada bırakacağını düşünmüştü.

'Burası annenin ve teyzenin evi değil mi? Bu oda da senin?' onay almaya çalışırcasına dizinde oturan kıza bakmaya başladığında ufaklık usulca başını salladı.

'Şöyle yapacağız. Eğer ki bir gün annen benimle yaşamaya karar verirse, taşınması gerekirse diye biz şimdiden önlem alacağız Deva.'

'Nasıl?'

'En kısa zamanda annenle benim evime de geleceksin. Tüm evi beraber gezeceğiz ve bana en sevdiğin oda hangisi onu söyleyeceksin.' Monologdan çok diyalog kurmaya çalışarak cümlelerini yarıda kesiyordu Dağhan. Deva'nın kaybetme tedirginliği yaşayıp üzülmesi en son isteyeceği şeydi. Evet her insan kırılıp incinirdi ancak çocuk yaştaki kimse o ağır acıyı tatmamalıydı. Kendinin derinden hissettiği, tanıdığı, bildiği o acı sancıyı Deva'nın yumruğu kadar olan kalbi çekmeyecekti.

'Sonra?'

'Sonra gidip o oda için eşyalar seçeceğiz.'

'Ya o odada eşya varsa?'

'İhtiyacı olanlara veririz. Beğendiğin o oda nasıl istersen öyle olur. Hem fark etmedin belki ama kocaman bir bahçede var. Bahçede de kocaman ceviz ağacı var.'

'Benim cevize alerjim var.' Aldığı karşılıkla gülmeye başladığında usulca başını sallamayı da ihmal etmedi.

'Ben yemek için söylememiştim ağacı.'

'Peki ne için söyledin?'

'Salıncak kurmak için.' Fısıltıyla konuştuğunda az önce hüzünlerin dolaştığı hareler tekrar parlamaya başlamıştı. Deva'ya baktığı zaman o kadar çok kendisini görüyordu ki Dağhan, istemsizce kızın nelerden mutlu olabileceğini hissediyordu. Bir yanının kırgın ve yok olmasını çok iyi anımsardı adam. Kendisi babasından yana yokluk içerisindeydi, Deva ise senelerce gelecek annesini beklemişti. Şimdi bu eksiklikleri tam etmenin fırsatı varken gizli saklı kalbinde hissettiği acıyla da yalnız bırakamazdı. Hiç bir çocuk kendi salıncağını kendisi kurmak zorunda bırakılmamalıydı...

Dağhan aslında kendi eksiklerini, sevinçlerini yaşamaya çalışıyordu. Var gözüken ama olmayan aileye karşı ne yapması gerekiyorsa öyle tavır takınıyordu. İstiyordu ki açık yaralarına bu ufak kız deva olsundu. Yedi yaşındayken yapamadıklarını şimdi Deva'ya yaşatmak istiyordu. Kendinde eksik olan çocukluğunu Deva'nın çocukluğuna ekleyerek mutlu etmek, elinden gelenin fazlasını yaparak dünya üzerindeki en huzurlu kız çocuğuna çevirmek istiyordu. Çünkü biliyordu adam, bir çocuk için en önemli şey huzurdu.

'Nasıl yapabildin?' Pera gözlerini çoktan kapatmış kızının parmaklarını okşadığında gözleri de usulca yatağın diğer tarafındaki Dağhan'ı buldu.

'Neyi?'

'Nasıl anlayabildin onu? Ne hissettiğini?' cihazların sesine rağmen Deva'yı uyandırmaktan çekinircesine mırıldanmalarına devam ediyorlardı ki Dağhan uyuyan ufaklığın dinginliğine bakarak gülümsemesini gösterdi.

'Benim de eksik yanlarım vardı çocukken. Hem beni kolay kabullenmeyeceğini, aklında çok soru işareti olacağını biliyordum.'

'Sevdi ama seni.'

'Sevmedi.' Başını usulca sağa sola salladığında Pera'nın kaşları çatılmıştı ki Dağhan hala izlediği kızdan gözlerini sevdiği kadına çevirdi.

'Beni sevmedi. Onu dahil etmemi sevdi. Alışana kadar korkacak güzelim. Senin gitmenden, benim seni çalmamdan, yokluğundan endişelenecek. Bu da beni sevmesine engel olacak. Şimdilik bana daha ılıman iklime sahip sadece o kadar.' Omuz silktiğinde Pera oturduğu yatağın kenarından kalkarak ufaklığın saçlarını okşadığı gibi diğer tarafa ilerledi. Kendisini takip eden bedenin koluyla belini sarması bir olduğunda da derin bir nefes aldı.

'Karışmak istemiyorum ama babanın ve annenin haberi olması gerekmiyor mu artık?'

'Unuttum, onları tamamen unuttum... Ortalık talan olacak...' yüzünü buruşturup elinin ayasını alnına yerleştirdiğinde Dağhan tebessüm ederek şakağına dudaklarını bastırdı.

'Nasıl anlatacağım, nasıl hareket etmeliyim hiç bilmiyorum. Elbette kabul edecekler ama anneme babama da telefonda selam torununuz var ve yedi yaşında diyemem. Ne halt yiyeceğim Dağhan?' geldikleri salondaki koltuğa yerleştiklerinde adam hızlıca kadının bedenini sararak göğsüne yaslanmasını sağladı.

'Bence davet et. Bırak gelsinler, geldikleri zaman görsünler. Hem, Deva'nın onları tanıması da iyi olur.'

'Annem muhtemelen ayılıp bayılırken mi tanıyacak?' durumun vahimliği ortada olsa da gülerek karşılık verdiğinde Dağhan sakince başını salladı. Başka bir çareleri yoktu, zaten yedi yıldır kimsenin haberi yoktu Deva'dan, bir yedi yıl daha saklayıp gizleyemezdi en nihayetinde.

'İnfilak edelim. Bir anda ortalık savaş alanı olsun daha sonra da toparlayalım. En iyi çözüm bu olabilir.' Pera ayaklarını da koltuğa çektiğinde başı usulca Dağhan'ın dizlerine kaymıştı ki adamın saçlarını okşamasıyla tebessümü büyüdü.

'Ciddi anlamda şoka girebilirler.'

'Ne yapalım, Deva'yı dondurup zamanı geriye saramayız sonuçta.'

'Sence bizimkilerden ne kadar kaçabilirim?' ciddiymiş gibi olsa da artık durumu gerçekten umursamaz hale gelmişti. Kıyamet zaten kopacaktı, kıyamet kopması bir yana kendisi de durumu açıklamasının imkansız yanlarını biliyordu. Deva'yı anlatması için tüm hikayeyi baştan sonra açıklaması gerekirdi ki babasını tanıyorsa yaşadığı bunca gerilimi duyunca İtalya'ya hep beraber dönmeleri gerektiğine dair net bir karara varırken, annesi ortalığı birbirine katardı.

'Ara hadi, söyle gelsinler. Düşünme, bir anda yap.' Sehpadaki telefona uzanarak Pera'nın karnına bıraktığında kararsızca gözlerine baksa bile başını sallayarak destek olmaya çabaladı.

'Tüm olanlardan sonra babam İtalya'ya götürmek isteyecek.'

'Öyle bir şey için zorlarsa gözlerinin önünde kızına evlenme teklifi etmem gerekir.'

'Dalga geçecek bir durum değil, ciddiyim...' adamın dizlerindeki başını hızlıca kaldırıp koltukta bağdaş kurarak boynunu büktüğünde Dağhan kaşlarını havalandırdı anında.

'Bende ciddiyim Pera. Karar elbette sana ait olur ancak götürmek isterse babanın önünde diz çöküp sana evlenme teklifi ederim. Kabul ettiğin takdirde de karım olacağın için seni de, Deva'yı da götüremez.' Az önce bükülmüş boynu düzelmeye başladığında çoktan Dağhan'ın da ciddiyetini izlemeye geçmişti durumu.

'Bakma bana öyle. Tamam çoğu ben hapisteyken geçmiş olabilir ama iki yıl olacak neredeyse. 36 yaşında adamım, sen de lise öğrencisi değilsin. Hayatımızı birleştirmemiz kadar doğal ne olabilir ki?' resmen dili mühürlenmişti Pera'nın. Dağhan'ın söylediklerini kulağının duymadığını falan düşünüyordu. Henüz kendisi ailesine anlatmamış, kabullendirmemişken bir de Dağhan'ın ailesi girerse olayların içine tümden çıkmaz sokakta bulurlardı kendilerini.

'Saçmalama...' sonunda aralanan dudaklarıyla beraber Dağhan hızlıca omuz silkti.

'Saçmalamıyorum. Ne yapacaksın? Bundan sonraki planın ne? Kariyer mi? Zaten sapa sağlam var. İçeride uyuyan dünyalara bedel bir kızın var. Hayatımda tanıdığım en güçlü, kendini bilen kadınlardan birisin. Çoğu insanın görmediği ülkeleri gezmişsin. Daha fazla ne yapacaksın mesela? Farz edelim saçmalıyorum, evlenmek dışında hayata geçirmediğin bir planın kaldı mı?' önüne sırasıyla dökülen inciler bir bir parlamaya başladığında Dağhan'ın olağan sakinliğiyle konuşması da tuz biber oluyordu duruma. Adam o kadar nokta atışı yapıyordu ki kaçmak kurtulmak şöyle dursun gerçekten de dediğine onay verecek hale gelmişti.

Sahi, ne kalmıştı Pera'nın yapamadığı planları içerisinde? Eğitimini tamamlamış, işini gücünü eline almıştı. Sapa sağlam, ayakta, kendinden emin bir şekilde herhangi bir erkekten bağımsız şekilde durabiliyordu. Gezmişti, aklından geçen bütün ülkeleri gezip bir bir varoluşlarını içine çekmişti. Evliliği hiç ama hiç mecburiyet olarak görmüyordu fakat bir gün evleneceksem ondan önce şunu yapmalıyım dediği nokta da kalmamıştı avuçlarında. Kendine dahi evlenmemek adına bahane bulamıyordu.

'Bak gördün mü, sen de bulamıyorsun bir şey.' Adamın yeniden duyduğu sesiyle dişlemeye başladığı alt dudağını da serbest bırakmıştı ki hala parmakları arasındaki telefondan babasını araması da bir oldu. Şimdilik en iyisinin Dağhan'dan kaçmak olduğunu düşünüyordu. Sonu belliydi ancak kolayı varken zoru da seçmeyecekti doğrusu. Hele ki bu konuda kondisyonu hiç sağlam değilken olmazdı.

'Dağhan kalpten gideceğim. Bırakıp kaçalım mı?' panikle elini tuttuğu adama baktığında Dağhan sakince etrafta gözlerini gezdirip kendisine döndü. Acil çıkış kapısı Pera için en çok şimdi gerekliydi fakat dünyadan kaçabileceği bir kapı olmalıydı o. Yoksa mümkün değildi kaçıp kurtulması.

'Havaalanını mı bırakıp kaçacağız? Şayet bahsettiğin annen ve babansa sadece eve kadar uzaklaşabiliriz.' Adam usulca omuz silktiğinde Pera sıkkınca omuzlarını düşürerek savurdu nefesini.

'Afrika'ya kaçayım. Deva'yı da alıp toz olayım.' Büyümüş gözleri ve paniğin esir aldığı sesiyle konuştuğunda Dağhan yüzünü buruştursa da bir anda o anlamaz ifadesinin yerini tebessüm aldı.

'Güzelim, üzgünüm ama öyle bir seçeneğimiz olamaz çünkü şu an tebessüm ederek bize yaklaşıyorlar.'

Merak standartlarım gereği sizlerin de fikirlerinizi öğrenmek istemem bence suç değildir. Sizce Alain ve Derya çifti ne tepki verir dersiniz? Acaba küçük çaplı bir kıyamet söz konusu olur mu? Veya... Büyük tepkiyi anneden mi alırız babadan mı?

Hadi bakalım... Artık sadece giriş değil, bölüm sonunda da bela olmaya karar verdim sizlere.

 

Loading...
0%