Yeni Üyelik
43.
Bölüm

Bölüm 41 - Hayatta Yapabildiğim Tek Doğru Pera'yı Sevmek

@biceruvar

Geçmiş kalmış bir Cuma bölümüyle sizlerleyim canlarım... Hepinize merhabalar! Biraz duygusal ve mutlu olmayalım mı diyerek böyle bir bölümle kollarımı açtım yorumlarınızı bekliyorum. Umarım dilediğiniz gibi bir bölüm olmuştur...

Söylemediğim zaman tamamen unutulduğunu görerek, ki etkileşimi de hesaba katarsak zaman harcıyorum, bir beğeni, iyi veya kötü(yapıcı eleştirisel) şekilde yorumunuzu eksik bırakmayın...
Unutmadan daha hızlı haberdar olabilmek, hikayeler hakkında story, reels ve iletişime geçebilmek adına,

Instagram: BiCeruVar

------------------------------------------------

 

'Biz Deva ile gidip oda beğeneceğiz, daha sonra da evi karıştıracağız biraz.' Afitab sultan az önce kucağına çektiği kızı yere indirip ellerini yakaladığı gibi yanlarından uzaklaştığında Dağhan derin bir nefes alarak yüzündeki sert bariyeri de kırmaya çalıştı. Kızmak, moralini bozmak istemiyordu şimdi.

'Bakma bana öyle.' Kadının tepkisinden sonra bir kez daha sertçe soluklandığında dudaklarını ıslatıp okşadı kadının saçlarını.

'Niye ağladın bakalım sen?'

'Hamileyim ben ağlarım.' Az önce gözyaşı kurumuş kadının tekrar buğulanmaya başlayan bakışlarıyla kaşlarını havalandırdı anında. Ne olmuştu Allah aşkına. Niye ağladın diye sormak kötü bir şey olabilir miydi? Pera'nın gözleri doldukça içinin ezildiğini, hatta mümkünmüş gibi sol tarafının bir matkapla delindiğini hissediyordu. En başından beri sarıp sarmalasa da onun harelerinde kara bulutlar dolaşmaya başladığında boğazını sıkan ellerle yaşamak daha da zor geliyordu Dağhan'a.

'E güzelim yine ağlıyorsun?' sesini sakin tutmaya çalışarak mırıldanıp dikkatle bakmaya devam etti.

'E hamile o...' Nida tek kaşını kaldırarak şoktan şok giren Dağhan'a bakıp elindeki suyu sehpaya bıraktığında yıllardır tanıdığı arkadaşının kilitlenmiş tavrına kahkaha atası vardı. Daha yeni başlamışlardı halbuki, neler çekeceğinin bilincinde miydi acaba Dağhan. Koskoca cüssesi şekilden şekile girecek, olmayacak şeylere gülüp ağlayan kadını yedi ay boyunca izlemek zorunda kalacaktı. Dağhan buna taviz asla vermez denilen ne varsa ona taviz vermesi gerekecek, diken üzerinde olduğu kadar gönlü de rahata erecekti. Bir paradoks içerisinde sıkışıp kalırken insan ne derece rahat hissederdi bilinmez ama adam büyük bir huzura bulacaktı.

'Ya ikinizde aynı şeyi söylüyorsunuz ne alaka! Ağlamasana canımın içi.' Bir yandan Pera'nın yanağına süzülen damlayı temizleyip bir taraftan da iyice laçkalaşmış sinirlerini zapt etmeye çalışıyordu.

'Ne alakası mı var ya, hormonlarım olmuş üç yüz beş yüz. Sana mı soracağım ne zaman ağlayıp ne zaman güleceğimi! Kendime bile soramıyorum zaten şu an!' Pera'da celallendiği gibi ayağa kalkıp merdivenlere yöneldiğinde Dağhan kaşlarını havalandırarak Nida'ya döndü.

'Oradan küfür ediyormuşum gibi mi duyuluyor.'

'Ah be Dağhan... Hayırlı olsun baba oluyorsun...' kadın resmen yukarı çıkan basamakları başıyla işaret ederek dalga geçiyordu. Yıllardır tanıdığı Nida ayan beyan sanki arabayı gidip duvara çarpmışta, bunda da ufacık bir sıkıntı yok gibi sırıtıyordu.

'Nida, bak benim asfalyalarım atacak şimdi. Bu kadın niye ağladı, niye ağlamaya devam ediyor. Ya hepsini bırak bana niye atar koydu?'

'İşte burada yeniden aynı cevabı vereceğim, hamile çünkü. Bir bakacaksın bitmiş çikolata kavanozuna ağlayacak, bir bakacaksın reklamlara kahkaha atacak. Saçı kabardığı için sinir krizine girebilecekken, sarıldın diye aşkından gözleri dolacak. Hormonlar Dağhan. Şu dakika bırak seni, bırak Pera'yı, bütün bilim adamlarını toplasak o hormonların gazabına çözüm bulamazlar.' Nida tane tane arkadaşına işin gerçek yüzünü döktüğünde işaret parmağını havalandırarak tavanı gösterdi adam.

'Peki, yanına gitmeli miyim?'

'Orasını bilemem. Gitsen de, gitmesen de canavara dönüşebilir. Ruh hali sabit değil çünkü.' Başını usulca sallasa da yalnız bırakmanın daha kötü olacağını düşündüğü gibi ayaklandı adam. Kükreyecekse durmasın yapsındı, en nihayetinde bebeği dokuz ay karnında taşıyacak kendisi değil Pera'ydı. Madem kendisi taşıyamıyordu, o zaman o da Pera'nın atarını giderini taşıma mecburiyetindeydi.

Vurduğu kapıyla derin bir nefes alırken içeriden gelen anahtar sesiyle kilit çevrilmiş Pera büktüğü dudağıyla kendisine bakmaya başlamıştı. Ki çok geçmeden kollarını havalandırdığında gülerek yaklaştırdı bedenini. Kadını sıkıca sarıp ardından kapıyı da örttüğünde derince kokusunu doldurdu ciğerlerine.

'Özür dilerim. Ben, bilmediğim için anlayamadım başta.' Kadının boynundan ayrılmadan mırıldandığında Pera sertçe yutkunup geriye çekildi usulca.

'Ben Afitab sultan sana çok kızmasın diye biraz duygu sömürüsü yapayım dedim, çok kaçmış sanırım kendimi kaptırdım.' Pera'nın açıklamasına kahkaha atmak istese de dudaklarını sıkı sıkıya bastırdı birbirine. Tam da şimdi gülmesi kadının cinnet geçirmesine sebebiyet verebilirdi sonuçta öyle değil mi? Gerçi şu an kendisi de ne kafadaydı bir fikri yoktu Dağhan'ın ama bu günler de geçecekti. En azından öyle umut ediyordu.

'Sen niye kendini yoruyorsun şehrimin ışığı. Bırak kızsın bana. Senin üzülmenden önemli mi sanki?' ufak çocuklar gibi kadın omuz silkerek tepki verdiğinde saçlarının arasına da dudaklarını bastı.

'Birden geldi, salonun ortasında yatıyor olunca, bir de Nida'nın ve Deniz'in manyak gibi bana bir şekilde destek vermeye çalıştığını görünce anladı tabi gariplik olduğunu. Bende madem patlıyoruz yardır kızım dedim kendime. İşte o ara Deva'yı anlattım, sonra da ağzımdan hamile olduğumu kaçırdım. Kadın şok olmuş şekilde bakınca ağlamaya başladım. Ama Dağhan, bir şey söyleyeceğim sana.' Tekrar iç çekmeye başlayan haliyle adam usulca arkasındaki yatağa oturmasını sağladı önce. Ardından dizlerinin üstüne çöküp parmaklarını avcuna aldığında başını onaylarcasına sallamayı da eksik etmedi.

'Söyle sevgilim...'

'Ona bir şey olmaz değil mi?' avucundaki elin biri kayıp karnına ulaştığında Dağhan kendinin de korkuyla kavrulmasına sebep olan soruyla sıkıca kapattı gözlerini. Derin bir nefes alıp kendini telkin etmekten vazgeçerek hafifçe bedenini dikleştirdiğinde önce karnına ardından da elinin üzerine dudaklarını bastırdı. Muhtemelen hayatı boyunca gözünün önünden silinmeyecekti Pera'nın acı çeken hali, pantolonundaki kanın bıraktığı leke, bir de tam odadan çıkarken gitmemesini isteyen hali. Yüreği öylesine büyümüş ama bir o kadar da küçülmüştü ki kendisi bile akıl sır erdiremiyordu. Tüm dünya üç bedenden ibaretmiş gibi küçücük kalırken, tüm acılara ev sahipliği yapmak istercesine de dev kadardı işte. Belki birisi baba olmanın anlamını gösterememişti ama annesi de, Pera'da sevmek nedir, ne değildir çok iyi ezberletmişti adama.

'Neden olsun güzel gözlüm? Dikkat ederiz, Zerrin hanım ne söylüyorsa harfiyen yaparız. Hem duydun kadını hastaneden çıkmadan önce. Her şey yolunda sadece dinlen, kendini üzme dedi.'

'Çok affedersin ama büyük ortalığı karıştırdık farkındasın değil mi?' değişen konuyla kaşları havalandığında ne demek istediğini anlamaya çalıştı. Ortalık olabildiğince sakindi sonuçta, gerçi şimdilik böyleydi sadece. Kıyamet kopacaksa da varsın kopsundu, Titanik gibi batmaları gerekiyorsa en dibe batarlardı da, belki bir ihtimal kurtulmamış bir geminin kurtulan yolcuları olurlardı ancak Dağhan her halükarda kendisine rol biçmişti. İçi paslanmaz bir çelikten, dışı aşılmaz bir betondan duvar olacaktı, tüm çevresini kocaman dikenli tellerle saracak, o duvarların ardına da Pera'yı, Deva'yı ve daha bugün nefesinden haberdar olduğu evladını koyacaktı. Top, tüfek, ne ile gelirlerse gelsinler, üçüne de dokunamazlardı artık.

'Karıştırdık mı?'

'Deva, annen, annem ve babam,... Dağhan... Öldürecekler bizi...' kadının açıklamasıyla tebessümünü gösterdi adam. Şu saatten sonra Pera'ya kim olursa olsun tek kelime edemez canını sıkamazdı. Gerçi kadın farkında değildi durumu ancak gayet kendinden emindi Dağhan. Dünya yansa da kendi üzerine çekecekti, bir gram da Pera'nın ruhu duymayacaktı.

'Hallederiz, sen düşünme bunları.' Ellerini sıkılaştırıp avucunda kalan parmakları okşadığında derin bir nefes alarak devam etti konuşmasına, 'Güzelim... Şu kafanı çorba eden şeyleri bir kenara bırak artık. Hamilesin, bebeğimize hamilesin... Güzelim bir toparla kendini. Şu olaya sevinmemiz gerekirken niye meyhaneye düşürüyorsun ruhumuzu sen?' kadına büyüttüğü gözleriyle baktığında tek kaşını kaldırıp dudaklarını ıslattı.

'Oldu olacak açalım şuradan bir Müslüm baba yanına da yetmişlik, acıdan kederden kendimizden geçelim?' yorumu kadının sonunda yüzünün gülmesini sağladığında dizleri üzerinden kalkarak kadının yanağına sertçe bastırdı dudaklarını.

'Ha şöyle... Sen gül, Deva iyi olsun, o ufaklık sağlıklı olsun dünya üzerimize gelecek olsa canımı yakamaz. Tamam uslu uslu duruyoruz, sana boynumuz kıldan ince ama karşında da Dağhan Kalaycı var.' Pera'nın kısık kahkahası kulaklarında yankılandığında yatağın kenarına oturarak kendine çekti kadını.

'Senin korkunla yüzleştim ya, tek başıma da olsam her cefaya koca ordu olurum.' Ölüp ölüp dirilmişti Dağhan. İçi çekilirken, ruhu kendini dağa taşa vurmuştu resmen. Hiç ama hiçbir şey önem teşkil etmiyordu. Pera'yı öyle görmüştü ya, o dakikadan sonra dünyada yüreğiyle tutunduğu kadın nefes almasına tek nedendi bir kez daha hissetmişti.

Henüz kendini göstermeyen, bu olayla karşılarına çıkmış o ufaklık için dünyayı yakardı, yine de Pera'nın gözünden bir damla düşmesine müsaade etmezdi. Alain kızacaksa, Derya hanım bağıracaksa, annesi ortalığı karıştıracaksa da sadece kendisine yapacaktı artık. Normalde kendi kızları diyerek araya girmeyebilirdi fakat kollarında sancıdan kıvranan halinden sonra o fasıl da toz bulutu gibi bir rüzgarla geçip gitmişti. Bilmediği babalık belki de Dağhan'a çok ağır gelebilirdi. Hatta o kadar ağır gelebilirdi ki kendisini dahi unutmasına neden olurdu ama çoktan göze almıştı her detayı. Kıyamet mi? Bu saatten sonra kopsundu. Dağhan'a göre o kıyamet kopsa da bu evde yaprak kıpırdamayacaktı.

Karşısında oturan üç bedende gözlerini gezdirdiğinde acaba destek alabilir miyim dercesine Afitab hanımda da dolaştırdı bakışlarını. Kadının zevkle kendi kıvranışını izleyen haline sinirlenemiyordu bile. Belli ki madem yedin bir halt arkasında dur der gibiydi. Elfe rahatsızlandı diyerek Alain ve Derya hanımı aldığı gibi gelmiş, Turan ise annesini kaptığı gibi getirmişti. Üçü de ne olduğunu anlamıyor olsalar da yemeği kavga gürültü olmadan ters bakışlar arasında bitirdiklerinde çok şükür ki oturma gruplarına geçmişlerdi ancak Dağhan şu an kendini tek kale bir maçta gibi hissediyordu. Nedense attığı her gol kendi kalesini bulacak gibiydi.

'Eeee...' Derya hanım kızının gözlerine bakıp merakla mırıldandığında Dağhan yanındaki kadının gerginliğini hissedip derince soluklandı. Bu yaştan sonra dayak yeme ihtimali olduğu aklının ucundan geçmezdi fakat biraz sonra Alain annesiyle bir olup kendini döverse şaşırmayacaktı adam.

'Sizinle konuşmak istiyoruz dediniz oturttunuz. Derya hanım haklı Dağhan, eeee...' annesi de gözlerini büyüttüğünde bir kez daha umutla Atifab sultana baktı ancak onun başıyla hadi dercesine verdiği işaret yetmişti.

'Bunun böyle olmaması gerektiğini biliyorum, yani daha standart şartlarda olmasını isterdim ama elimizden ancak bu kadarı gelebiliyor siz de takdir edersiniz ki...'

'Neyin böyle olmaması gerektiğini biliyorsun oğlum?' Elif hanım çattığı kaşlarıyla kendini süzerken hiçte rahat hissetmiyordu doğrusu. Bir anda söylese acaba kalplerine iner miydi? Gözleri hepsinin arkasında kendinden öç alırcasına sırıtarak bakan Elfe'yle çarpıştı bu kez ancak o da yardımcı olmuyordu.

'Ben gerçekten bayılacağım. Elif hanım, anne, baba... Hamileyim.' Kendisi doğru cümleyi bulmaya çabalarken yanındaki kadının sesiyle bir anda karşılarında oturan üç beden de 'Ne!' nidasıyla ayağa kalktı. Gözleri sıkkınca kapandığında şaşırma efekti ardından da bir tepki bekliyordu.

'Senin kızın hasta! Nasıl böyle bir şey olabilir Pera!' Derya hanımın sert tonuyla az önce kapattığı gözlerini açtığında parmaklarıyla oynamaya başlayan kadının ellerini de hızlıca avucuna aldı.

'Derya hanım, sakin olalım, lütfen.'

'Ne sakin olması! Ne yaptığınızın farkında mısınız? Henüz birbirinizi tanıdığınız bile söylenemez!'

'Dağhan, oğlum siz yaşı küçük cahil insanlar değilsiniz. İnsanlardan gittik kızlarını istedik de vermemişler gibi iş mi yapılır!' Derya hanımın ardından Elif hanımın da isyanı duyulduğunda dudaklarını ıslattı Dağhan.

'Yaşı küçük insanlar değiliz dediğin gibi anne. Ayrıca biz birbirimizi tanıyoruz Derya hanım.' Önce annesine, ardından Derya hanıma cevap verdiğinde kadının yüzündeki hem sinirli hem de alaycı ifade iyice kendini belli etmeye başladığında gelecek cümleyi bilmese de can sıkıcı olacağını tahmin edebiliyordu.

'Öyle mi? Birbirinizi tanıma fırsatınız sen hapisteyken mi oldu!' sanki damarlarına basmak istercesine kadının cümlesi beyninde yankılandığında, sertçe yutkundu Dağhan. Peşini bir veba gibi bırakmayan babası geldi aklına, öldürücü bir hastalık gibi sürekli arkasında geziyor, adımını saptırmıyordu. Tüm hayatı zehir etmişken dur durak bilmeden öldükten sonra bile izlerini yeniden anımsatıyordu. Öğretemediği babalığına ve ölmüş olmasına rağmen, çürüyen bedeni bile yüzsüzlükle canını acıtabiliyordu adamın.

'Anne!' Pera'nın sinirle oturduğu yerden fırlaması bir olduğunda Dağhan'da onunla beraber ayaklanarak elini yakaladığı gibi uyarırcasına sıkılaştırdı parmaklarını. Suçlu Derya hanım değildi, bu konuda evinin içerisinde su zerreciği kadar suçlu biri bile yoktu. Gözleri bir anlığına Deha'yla çakıştığında gözlerindeki af dileyen ifadeyle dudaklarını ıslatıp derin bir nefes aldı. Kardeşi dahi suçlu değildi, asla da olmayacaktı söz konusu olan bu meselede. Tüm nefes alıp verdiği süreç boyunca bir tek günahkar tanımıştı Dağhan o da kanı kendine kan olmuş Fuat Kalaycı'ydı. Tüm günahların bedelini, bütün acıların biletini, hepsini ona kesebilirdi sadece.

'Ne anne! Aylarca hapisteydi! Sonra Deva çıktı ortaya! Şimdi hamilesin! Ne zaman tanıyacak zamanınız oldu? Senin ne sevip ne sevmediğini biliyor mu! Hayır! Hamile kalmış olman birbirinizi tanıdığınız anlamına gelmiyor!' Derya hanımın kükreyen haliyle Dağhan gözlerini Pera'ya çevirdiğinde onun dolu dolu olan bakışlarıyla sertçe yutkundu. Şu dakika bu meseleye nokta koyması gerektiğinin bilincindeydi adam. Bir şekilde sadece Derya hanım değil herkesi aslında Pera'yı ne kadar sevdiğine, onunla olmasının bir problem oluşturmayacağına inandırması gerekiyordu. Gözlerini usulca kapatıp açarak kadının oturmasını sağladığında yeniden ıslattı dudaklarını.

'Pera'nın en sevdiği renk pembe ama genelde siyah giyer. En sevdiği yemek ravioli, en çok yapmayı sevdiği de o, babasından öğrendiği için. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu en sevdiği kitap, ristrettoyu çok sever ama genelde sade filtre kahve içer, tek shot espressolu. Akşamları ışıkları kapatıp, müziğini açıp dışarıyı izlemeye bayılır kış aylarında. Yazın genelde sahil kenarında yürüyüş yapar, Elfe'yle beraber. Burnu birazcık yamuk, ne kadar bana öyleymiş gibi görünmese de kendisi inatla öyle olduğunu iddia ediyor. Lise dönemlerinde yazları paten kayarken önce birine sonra da aynı yaz ağaca kafa attığı için öyle. Üniversitede kendinden ummadığı bir anda aniden birine yumruk atıp kendini garipsemişliği var. Kendi kendisini çok yargılar, hatta kendi kendine konuşur dahi. New York'u çok seviyor ama Şili'yi daha çok. Bir gün olmayacak ama eğer ki kızı ile benim aramda kalırsa kızını gözünü kırpmadan seçecek kadar güçlü bir kadın, mükemmel bir anne.' Kaşlarını havalandırdığında göz ucuyla kendine şaşkınca bakan Pera'ya bakıp tekrar karşısındaki üç bedene döndü.

'Biliyorum Derya hanım, bunlar yeterli gelmeyecek, asla gelmez. Özellikle senin için doğru bir insan hiç olmayacağım Alain, bunu en çok Deva'yla tanıştıktan sonra anladım. Bundan seneler sonra o otuzlarına geldiğinde hala hayatta olursam getirdiği adam mükemmel bile olsa doğru insan değil gibi hissedeceğim. Ama bahsettiğiniz o hapishanede Alain'e bir şey söylemiştim. Size de söyleyeyim Derya hanım.' Gözleri usulca Alain'de dolaştığında yüzündeki kırık tebessümle derin bir nefes alarak Derya hanıma dönerek gülümsedi.

'Üzerinden yüz yıllar da geçse, yer gök birbirine de karışsa, bedenim toprakla buluşsa, güneş batıdan da doğsa, tüm yollarım Pera'ya çıkacak.' Omuzlarını hafifçe kaldırıp indirdiğinde gözleri Alain'le yeniden çakışmıştı ki adamın aslında çoktan kabullenmiş haliyle derin bir nefes aldı.

'Hayatta yapabildiğim tek doğru Pera'yı sevmek.' tek tek oturan bedenlerle kendisi de Pera'nın yanına oturup kadının elini avucuna aldı.

'Dünyayı üzerime yıkmaya karar verseniz bile bundan vazgeçemem.' Baş parmağı usulca kadının elini okşadığında kendi parmaklarının üzerine yerleşen elin sıcaklığıyla gülümsemesi büyüdü. Bir kadını güçlü kılan arkasında veya önünde değil, hemen yanında durup elini sıkıca kavrayan adam olurdu. Bir adım önüne geçip kendini ezmemeli, bir adım arkasında kalıp yok olmaya yüz tutmamalıydı, tam da Dağhan gibi olması gerektiği yerde, tam olarak yanında kırılmaz bir iradeyle elini sıkıca tutarak kendini hissettirmeliydi.

'Şu saatten sonra istediğim şeyler de çok az zaten. Bütün bunların bir savaş içinde değil, birlikle atlatılması. Deva'nın tedavisi biterken, çocuğumuz dünyaya gelirken, biz birbirimizi severken sizin de destek vermeniz. Yapmak istemezseniz saygı duyma mecburiyetinde olurum ancak bu saatten sonra kızınız da olsa, annem de olsanız Pera'nın gözünden bir damla düşmesine müsaade etmem.' Başını kararlılıkla sağa sola salladığında derin bir nefes aldı. Allah şahitti ki Dağhan daha kötüsünü düşünmüştü. Alain'in bir anda yükseleceğini, çekip götürmeye çalışacağını, Derya hanımın kendinin değil Pera'nın üzerine gideceğini, annesinin evden çekip gideceğini dahi düşünmüştü. Ancak gördüğü kadarıyla kimsenin gitmek veya Pera'yı kendinden almak gibi yanılgısı yoktu.

Çoğu insana göre rest sayılabilirdi fakat Dağhan'a göre rest çekmek bir yana büyütecek detay yoktu ortada. Zaman zaman çektiği restleri göz önüne alınca evinin salonunda kıyamet kopsa garipsemeyecek bir adamdı o. Hatta parmağını oynatmazdı, o derece de kaosa alışkındı. Fakat söz konusu Pera olunca sabretmeyi, şükür etmeyi, kükremesini yutmayı, adam akıllı biri olmayı öğreniyordu. Her insanın dönüm noktası olurdu. Her insan bir nedenden dolayı yontulur, eğilir, bükülür, değişirdi. İnsan göz açıp kapayıncaya kadar olan vakitte çok yanıp fazlaca yıkılarak başka biri olurdu. Kimsenin de ruhu duymazdı neler olduğu hakkında. İşte tam da bu noktada Dağhan'ın dönüm noktası Pera'ydı.

Gözlerini araladığında bakışları önce etrafta dolaştı adamın. Usulca göğsüne alnını yaslamış, cenin pozisyonunda kıvrılmış kadını bulduğunda başının altına yasladığı uyuşmuş kolunu açarak saçlarına uzandı. Geçen bir haftaya rağmen hala sabahları uyandığında Pera'nın kendine sokulmuş bedeni yüzünü güldürüyor, güne başka başlamasına neden oluyordu. O akşamdan sonra Alain Derya hanıma kesin bir dille Türkiye'ye dönmeleri gerektiğini söylemiş, bir sonraki gün ikisi de İtalya'ya dönmüşlerdi. Oradaki eşyaları toparlamak, tekrar burada bir hayat kurmak için çoktan harekete geçmişlerdi. Hal böyle olunca Dağhan'da ne Pera'yı, ne de Elfe'yi eve göndermişti. Zaten gönderse sabaha kadar uyku uyuyamazdı iyi olup olmadıklarını düşünürken.

Kadının üzerinden kaymış örtüyü düzeltip derince nefeslendiğinde artık odanın da tamamen Pera'nın kokusuna esir olduğunu anlayarak tebessümü yüzünde dağıldı. Henüz adam akıllı hava bile aydınlanmamıştı ancak zaten bir haftadır diken üzerinde olan hali yüzünden ara sıra uyanmaya alışmıştı. Gördüğü saçma sapan kabuslarla irkilerek kalktığı uykusundan direkt olarak Pera'ya çevirir olmuştu bakışlarını. Kan göletleri, acı çığlıklar, tüm yüzsüzlüğüne rağmen kendini çok büyük görenleri bu zamana kadar bir kez görmemişken, Pera'nın o hali rüyalarında bile peşine gölge misali takılmıştı.

Kadının uyanmaması adına dikkatle yataktan sıyrıldığında odadan da dışarı attı bedenini. Adımları merdivenlere yöneldiğinde aklına gelen Deva'yla istemsizce ufak kızın odasına yöneldi. Aralık kapıdan üzerinin kapalı olup olmadığını kontrol etmek istese de aydınlatmanın vurduğu alnındaki ter damlalarıyla kaşlarını çatarak girdi içeri. Sakince yaklaşıp kızın önce terlemiş alnına elini yerleştirmişti ki ateşi olduğunu anlayarak kenardaki ev telefonuna uzandı. Yatak başlığına yapıştırılmış numarayı hızlıca çevirdiğinde Deva'nın mırıldandığını da yeni fark ediyordu.

'Deva... İyi misin güzelim?' iyi olmadığını bilse de korkutmadan kendine getirme çabasına çoktan girmişti zaten. Sonunda yanıtlanan telefonla doktora kısaca durumu aktardığında ise adamın hemen geleceğini, o süreçte de sakin tutup üzerini fazla örtmemesi ve yapabiliyorsa sıvı takviyesi gerektiğini açıklaması yeterli gelmişti.

'Deva... Kızım hadi aç gözünü, bak bana. Su içelim biraz.' Yataktan kıpırdatmadan uyanmayacağını anlayarak zayıf bedeni kendine çekip derin bir nefes alarak kenardaki su şişesini de kavradı.

'Hadi Deva, gayret et.' Kucağına aldığında ürperen bedeniyle kolunu okşadığında aralanan mavi boncuk gözleri de baygınca bakmaya başladı kendisine.

'Korkma, korkacak bir şey yok. Su içer misin biraz?' elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyordu Dağhan. Daha önce bu yaşlarda bir çocuğa bakmak kenarda dursun aynı ortamda bir saat kalmışlığı yoktu sonuçta. Zorlukla içirdiği birkaç yudum sonrasında kızın kendine sokulmasıyla şişeyi kenara bırakıp tenine yapışan saç tellerini okşayarak geriye çekti.

'Üşüyor musun?' kız sakince başını salladığında Dağhan elinin tersiyle tekrar dokundu alnına.

'Deva, aşağı inelim mi? Doktoru aradım, gelecek birazdan. Hava alalım olur mu?' kız tekrar başını sallarken gözleri etrafta gezinse de hiçbir şey bulamamış sakince omuzuna başını yasladığı bedeni güvene alarak ayaklanmıştı. Adımları merdivenlere ulaştığında dikkatle basamakları indiğinde sandalyede asılı kapüşonluyu alarak kızın sırtını sardı. Salona inen basamakları da atlatıp bahçe kapısını açtığında boynundaki kollar sıkılaşmış aynı ürpertiyle sayıklamasını duydu.

'Baba...'

'Yok bir şey kızım, yok bir şey... Buradayım ben.' Sırtını okşayarak salonda gezinmeye başladığında duyduğu araba sesi de kapıya ilerlemesini sağladı.

'Üşütmüş, serum bitsin kendisine gelir.' Gözlerini bir an üzerinden ayırmadığı katran karası saçların sahibinden doktorun sesiyle koptuğunda dudaklarını ıslatıp sertçe yutkundu.

'Kalbiyle ilgili zannedince telaşlandım biraz. Yok değil mi onunla alakası?' karşısındaki serumun ayarını düzenleyen doktora baktığında adam gülümseyerek döndü kendisine.

'Kesinlikle kalbiyle alakalı değil. Bu aralar okullarda salgın varmış. Çocuk doktoru bir arkadaşım söyledi, Deva'nın bünyesi de zayıf olunca haliyle biraz korkutmuş sizi.' Sıkıntıyla iç çekerek başını salladığında üzerindeki ceketle salondaki koltukta ufacık kalan bedenin dibine oturup tekrar okşadı saçlarını. Yüreğini verdiği, geçmiş veya gelecek demeden sevdiği kadının bire bir kopyasıydı bu ufaklık. Öyle ki uyurken daha çok andırıyordu Pera'yı. Uyurken bile annesine benzeyebilmesi ya Dağhan'ın çok sevmesinden olabilirdi ya da gerçekten de bire bir fotokopi olmasından. Ki iki olasılıkta çok ama çok yüksek ve gerçekçiydi.

'Deva'nın tüm tedavisi ile siz ilgileniyorsunuz, bu süreç... Nasıl ilerleyecek?' doktor her akşam gelse de oturup soramamıştı Dağhan. Detaylarıyla duymamış, ne olacağı hakkında fikir sahibi dahi olmamıştı. Zaten doktor ne zaman tedavi için başlayacak olsa o ortamdan da hızlıca kaçmıştı. Deva'nın mimiklerinde en ufak acı çeken ifade olmasa da kalbinde bir yerler ufacık boyuyla cebelleşmeye çalıştığı bu hastalığa kafa tutan kız için çırpınıyordu. Olur da yüzünü ekşitirse, yüzü asılırsa canını yakanın kim olduğunu gözetmeden ortalığı birbirine karıştırmaktan korkmuştu. O deli, uslanması mümkün olmayan, durdurulamayacak, gözünün önüne perde inmiş Dağhan'ı göstermek istememişti. Tedavi bitip doktor ayrıldığında ise bünyesine giren ilaçlar yüzünden bayılır gibi uyuyan ufaklığın başında almıştı soluğu. Deva'yı ne zaman uzun soluklu izlese yaşadıkları aklına geldiği için gerçek Dağhan'la yüzleşme fırsatı olmuştu.

İnsan, buz gibi olan sol yanıyla hareket ederken kimseyi umursamazdı. Hissetmez, acımaz, hüzünlenmez, hatta gülemezdi dahi. Tek bildiği programlanmış bir robot misali yıkıp dökmek olurdu. Çevresindekiler o buzdan heykele dokunmak bir yana yeltenemezlerdi bile. Dağhan'da o buzdan heykellerdendi. Sadece üzerine geçirdiği deri parçası ve iyi oyunculuk herkesten kendini gizlemesini sağlamıştı. Zor değildi adama göre. Bunca sene o tiyatro sahnesinde sürekli role girdiği için basit roller de çocuk oyuncağı geliyordu adama.

Dağhan'ın hayatı kan kırmızı bir perde ardındaki ışıkların süslediği sahnede oynanmıştı. Kimse çığlıklarını, imdat çağrılarını, gözyaşlarını, bir kişi kurtarsın diye uzattığı eli fark etmemişti ama o orada öylece tek başına hissederek defalarca sergilemişti kendisini. Onlarca insan o sahneden geçmiş, yüzlerce felaketi kenara çekilip rahat rahat oturarak izler gibi görünmüştü. Fakat o koca sahnedeki hayatı ilk kez felaketini izlemesini değil, içinde yaşamasını emretmişti.

'Dağhan?' Kollarındaki bedeni yatağına yatırıp üzerini örttüğü sırada gelen sesle tebessüm eden yüzünü çevirdi Pera'ya. Ne olduğunu anlamaya çalışır halde hem kendini hem kızını süzdüğünde dudaklarını ıslatıp ilerledi kadının yanında.

'Ateşi çıktı biraz.'

'Ne?!' panikle hamlede bulunduğunda kendini yakalayan kollarla çatılmış kaşlarını çevirdi.

'Sakin ol. İyi, çok erkendi, benim de aklıma doktoru geldi sadece.'

'Emin misin iyi olduğuna?' Pera sonunda kendini zapt eden kollardan sıyrılınca uyuyan kızının yüzünü okşamayı da eksik etmedi.

'Eminim... Salgın varmış okullarda bu sıralar. Serum bağladı doktoru, ne olur ne olmaz diyerek akşam alması gereken ilacı da verdi. Toparlanana kadar okula gitmesin dedi bir de.' Adamın tekmil verircesine tek tek açıklama yapmasıyla hala kızında olan gözleri derin bir nefes almasına neden oldu. Annesinin haklı çıkma payı, o haklılıkla baş edemeyecek olma ihtimali canını sıkmıştı Pera'nın.

'Beni neden uyandırmadın?'

'Telaşlanma istedim, hem iyi Deva. Ben de bir şey yapmadım ki, Can bey sağ olsun geldi, desteği sağladı işte.' Gözleri arkasında kalan adama döndüğünde onun çekinen haliyle kaşlarını havalandırdı anında. Niye kendisine garip baktığı hakkında en ufak bir fikri yoktu Pera'nın.

'Senin neyin var?' yatağın kenarından kalkıp iki adımda yanına ulaşınca derin bir nefes alarak uyuyan kızı süzdüğü gibi başıyla dışarıyı işaret eden Dağhan'ı takip etti. Adamın kafasına takılan her ne ise hem rahatsız oluşu, hem de bir miktar üzgün oluşu net bir şekilde ortada duruyordu sonuçta. Sırtındaki elin yönlendirmesiyle basamakları indiklerinde hala ilerlemesi için destekleyen elle bu kez de mutfağa girdi.

'Otur hadi.' Pencerenin önündeki masayı işaret edişiyle sandalyeye yerleştiğinde ne yapacağını bulamayan adam için de iyice endişelenmeye başladı. Dağhan'ın eğilip bükülen halini görmeye pek alışkın değildi en nihayetinde. Üstelik oturduğu yerden adama bakınca uzun uzun konuşmaları gerekecekmiş gibi geliyordu. Dağhan'ın olabildiğince sakinlikle önce kahveyi hazırlaması ardından da ocağın üzerine yerleştirdiği cezveye süt eklemesiyle havalandırdı kaşlarını. Meraktan ikiye ayrılmasını falan mı bekliyordu?

Adam sonunda iki fincanla yanındaki sandalyeye yerleştiğinde artık kalmayan sabrıyla baktı Pera. Ağzındaki baklayı bir an önce çıkarmazsa şuracıkta kıyameti koparabilirdi.

'E hadi ama...' gözlerini büyütüp adama bakmayı sürdürdüğünde onun dudaklarını ıslatıp bahçeye göz atışını izledi.

'Şey... Hatırlıyor musun o zamanları bilmiyorum ama sen ilaçları alırken canın yanıyor muydu?' Şey mi demişti az önce? Dağhan, takır takır konuşup, tüm ciddiyeti ile duran, daha bir hafta önce ailesinin karşısında anlatmadığı şeylerde dahil olmak üzere kendini tanıdığını kanıtlayan adam az önce gerçekten şey diyerek mi başlamıştı cümleye?

'Ne ilacı, anlamadım?' Pera havalandırdığı kaşlarıyla hala adamı süzerken Dağhan bu kez derince soluklandı.

'Deva'nın aldığı ilaçların ağır olduğunu söylemiştin. Sen aynı dönemlerdeyken canın yanıyor muydu? Veya yapmak istediğin bir şey oluyor muydu?' az önce anlamaya çalışırcasına olan halleri hızlıca değişti kadının. Tüm o zamanlar geçmişte kalmıştı ve elbette kötüydü ancak kızı ilacı alırken dahi ortalarda olmayan adamdan da bu soruyu beklemiyordu.

'Kötü zamanlardı, geçti gitti ama. Deva için de geçmişte kalacak hepsi. Neden sordun?'

'Deva... Onun ateşi çıkınca temiz hava alsın istedim, odasının penceresini de özellikle açmadım içerisi soğumasın diye. Salona indik, o sırada bana baba dedi.' Duyduğu açıklamayla adama uzandığında ince parmakları büyük elini kavradı. Hissetmek, yaşamak, tüm bunları kan bağı olmayan kızıyla yapması, buna hüzünlenmesi...

'Kötü mü hissettirdi?' sorusuyla hızlıca başını sağa sola salladı. Kötü hissetmek değildi bu, yetememek, eksik bırakmaktan korkmaktı.

'Hayır... Kesinlikle kötü hissetmedim. Sadece, benimle arasının kötü olması sır değil. Öyle baba diye sayıklayınca... Bak bu benim için kötü bir fikir ama, o adamı özlemiş olabilir mi?' daha da dumur oluyordu Pera. Dağhan'ın her cümlesi daha da şok olmasına neden oluyordu.

'Olabilir ama buna bir şey yapamayız sende biliyorsun...'

'Aslında... Sana sormadan yapmak istemedim, belki de o herifi aramalıyım. Ben şirkete giderim, çocuklar her ihtimale karşı evde olurlar, gelip Deva ile zaman geçirirse belki de daha iyi hisseder?'

'Marco'yu buraya mı davet etmeyi düşünüyorsun?' Pera tek kaşını kaldırarak bütün yüz hatlarını süzdüğünde Dağhan derin bir nefes alıp usulca salladı başını.

'Baba istemek ne anlama geliyor biliyorum Pera. Evet senin hayatında ben varım, karnında bebeğimiz var ama bu zamana kadar beraber büyüdüğü, ki ilk geldiği gün de ne kadar sevdiğini anladım o herifi. Ben Deva'nın gözünde baba vasfında olamayacağım. Öyle bakamayacak bana, sevecek, sayacak ama... Doğru gelmiyor, bu yaşında ufacık kalbinin kırılması, özlemesi, babasız hissetmesi doğru gelmiyor.' Adamın elinin üzerini usulca okşadığında ela gözler de kendisine döndü. Aslında ne kadar istemediği, Marco'nun eve girmesi bir yana isminin dahi anılmasını istemediği açık şekilde ortadaydı fakat yarası olan yerden başka bir çocuğun kanaması da işine gelmiyordu.

'Deva'ya sorarız, eğer ki isterse o zaman haber veririz, dışarıda görüşürler.' En mantıklı olan fikirle destek olmaya çabalasa da Dağhan anında başını sağa sola salladı.

'Öyle bir durum söz konusu olamaz. Görüşecekse burada, bu evde olsun. Kontrol edebileceğim, Deva'yı alıp götüremeyeceği bir yerde. Evet, Deva özlüyorsa, istiyorsa görmeli, kalbi kırılmamalı ama açık hedefte öyle herifin kollarına bırakmam.'

'Seni hiç anlamıyorum...' Pera gülse de başını sağa sola salladı. Aldığı yanıtlar sürekli dumur olmasını sağlıyordu. Görüşebilir ancak kontrol altında tutulmalı, yani tehlikeli ama elimin uzanacağı yerde dursunlar, ensesinde olayım, hissetsin o tedirginliği diyordu.

'Benim hiç kırılgan noktam olmadı. Çocuk olmak, yaşıtlarım gibi tek derdimin bilgisayar oyunu olması, işten gelen babanın boynuna atlamak nedir hiç öğrenemedim. Zamanla fark ettim ki babamın sadece dikkatini çekebildiğim nokta parasıyla susturduğu okul heyetiydi. O yüzden de devamlı şiddete başvurdum. Çevremdeki çoğu insan beni tanıdığı için değil, benden çekindiği için arkadaşımdı. Devrim, Nida ve Pamir dışında. Babamın beni ciddiye alıp kızmasını istedim. O ise okula bağış yapıp yanında süs köpeği gibi beni taşımayı seçti. Sana yalan söyledim.' Son cümlesi gözlerinin şaşkınca Dağhan'a odaklanmasını sağladığında tek elini sakalları üzerinde sıkıntıyla gezdirişini seyretti. Sana yalan söyledim diyerek açık itirafta bulunan bir cümle içerisinde ne kadar kaybolabilirdi bilmiyordu Pera, buna ne kadar sinirlenmeli, hatta kavga çıkarmalı mıydı? Fakat hepsi bir kenarda dursun, söylediği yalanın ne olduğunu deli gibi merak ediyordu.

 

Loading...
0%