Yeni Üyelik
46.
Bölüm

Bölüm 44 - Sana Rastlamak Güneşe Dokunmak Kadar Yakıcıydı

@biceruvar

 

Yeni bir hafta, yeni bir bölüm, yeni heyecanlarla sizlerleyim canlarım... Hepinize merhabalar! Belki de en çok beklediğiniz an bu bölümde olmuştur kim bilebilir... Aslına bakılırsa uzun uzun konuşulması gereken zaman dilimindeyim fakat mental ve fiziksel sağlığımı sizlere anlatarak 'Ne problemlisin sen arkadaş!' dememeniz adına kaçıyorum hemen. Umarım dilediğiniz gibi bir bölüm olmuştur...

Söylemediğim zaman tamamen unutulduğunu görerek, ki etkileşimi de hesaba katarsak zaman harcıyorum, bir beğeni, iyi veya kötü(yapıcı eleştirisel) şekilde yorumunuzu eksik bırakmayın...
Unutmadan daha hızlı haberdar olabilmek, hikayeler hakkında story, reels ve iletişime geçebilmek adına,

Instagram: BiCeruVar

------------------------------------------------

Tüm tantananın üzerinden üç gün geçmesine, Pera'nın tekrar çalışmaya başlamasına rağmen Nida Nuh deyip Peygamber demeyerek tarihe geçmişti resmen. Ne zaman Pera konusunu açıp ağzından laf alma çabasına girse, hangi vakit Devrim'in ismini geçirse bulunduğu ortam fark etmeksizin kadın kaçarak uzaklaşıyordu. Yine o saatlerin içinde beş dakika önce toplantıdan kaçan Nida'yı düşündükçe gülmek istemesi normal miydi acaba? Derin bir nefes alarak elindeki dosyayı masaya bıraktığında bedenini de koltuğa yerleştirdi. Kendisine göre uzun bir süre dinlenmişti ancak iş ortamında bulunmak hayattaki en mutlu kadın olarak tarihe geçmesini sağlayabilirdi. Kapının sesiyle bakışlarını dışarı çevirdiğinde ise Elif hanımın gülümseyen yüzüyle göz göze gelerek anında kalktı koltuktan.

'Gelebilir miyim Pera'cım?' kendi oğlunun şirketinde odaya girerken müsaade istemesine mi şaşırsın, yoksa neden Dağhan'ın değil de kendisinin odasında olduğuna mı karar veremiyordu.

'Ben, tabi. Kusura bakmayın bir anda görünce şaşırdım.'

'Ne kusuru, başın kalabalıktır senin.' Kadının gülerek içeri girmesiyle anında koltuğu gösterip kendisi de tam karşısındakinde yerini aldı. Aklında bin bir türlü soru dönüyordu şimdilik. En basit olanı ise neden Elif hanımın bu kadar zaman sonra geldiğiydi. Sonuçta iki üç aydır şirkette çalışmıyordu ancak kadını ilk kez bu sınırlar içerisinde görüyordu.

'Ne içersiniz?'

'Kahveni içerim, mümkünse sade.' Başını sallayarak ayaklandığında ne yaptığı yeni dank etmiş gibi başını sağa sola sallayıp yeniden oturup telefona uzandı. Resmen panik atak geçirir gibi ne yapacağını bilememiş evdeymişçesine kadına kahve yapmaya yeltenmişti. Söylediği iki kahveden sonra derin bir nefes aldığında gelen fincanların sonrasında hoş beş muhabbetlerin de bittiğini anladı.

'Bir problem yok değil mi? Yanlış anlamayın sizi burada görünce şaşırdım biraz.'

'Yok kızım ne problem olacak. Sadece seninle birkaç konuda fikir alışverişi yapmak istedim.' Fikir alışverişi? Bir değil birkaç konuda üstelik? İyice kafası karışıyordu kadının. Ne tür olayda Elif hanımın kendi fikrine ihtiyacı olabilirdi ki?

'Böyle söyleyince garip geldi tabi. Pera'cım, Dağhan benim ilk göz ağrım, biliyorsun...' başını usulca salladığında Elif hanım bu kez çantasını karıştırıp telefonunu çıkararak ekranda gözlerini gezdirdi.

'E haliyle sen de ilk gelinim olacaksın. Tamam yaptığınıza biraz sinirlendik, o da sizi düşündüğümüzdendi fakat, her şeyin istediğiniz gibi olması taraftarıyım ben. Yarın akşam malum sizinkilerle görüşeceğiz, bizimde seninle çok uzun zaman geçirme fırsatımız olmadı.' tekrar başını salladığında neyin içine düştüğünü hala anlayamadan bakıyordu kadına.

'Sence hangisi güzel?' kendine dönen telefon ekranındaki fotoğrafa baktığında çiçek aranjmanıyla kaşları havalandı. Yarın akşam gelecekleri, bunun bir bakıma isteme gibi bir tören olacağını biliyordu fakat az önce kaynanası kendisine hangi çiçeği beğendiğini mi sormuştu sahi? İşlerin böyle ilerleyip ilerlemediği konusunda bile fikri yoktu ki Pera'nın. Bu yaşına kadar evlenmeyi aklından geçirmemiş bir kadın olarak ilerleyişin normal olup olmadığını bile bilmiyordu üstelik. Ve şimdi sanki kendisi hamile, bir çocuk annesi değilmişçesine Elif hanımın ince eleyip sık dokuyan tavrıyla yüz yüze gelmişti. Dudakları hafifçe aralanıp tekrar kapandığında yeniden ekrana baktı. Sonu tuzlu kahveye de dayanacak mıydı Allah aşkına? Sadece prosedür olarak gelseler çay kahve içip nikah mevzusu hakkında konuşsalar olmaz mıydı mesela?

'Pera hanım.' Ne söyleyeceğini bilemeyen hali bile kafasını kapı aralığından uzatmış şaşkın şaşkın bir kendisine bir de Elif hanıma bakan Pamir'e şükür ediyordu.

'Elif teyze?' belli ki sadece kendisi değil hiç kimse kadını burada görmeyi ummazdı. En azından fark ettikten sonra Pamir'in yüzünde oluşan ifade de odaya ilk girerken kim olduğunu anlayamadığından hanım diyen hitabı da bunu kanıtlıyordu.

'Aa... Nasılsın Pamir'cim?'

'İyiyim Elif teyzecim, sen nasılsın asıl...Seni burada görmeyi hiç ummazdım, Dağhan'ın haberi var mı?'

'Yok oğlum, zaten onu değil Pera'yı görmeye geldim ben.' kaşlarını havalandırıp sarıldığı kadından ayrılırken Pera'ya odaklandığında yüzündeki şaşkın ifadeyle gülümsemeden edemedi ancak çok geçmeden o ifade usul usul yüz buruşturmayla devam etmişti.

'İyi misin Pera?'

'Sana o parfümü seçtiğimiz güne lanet edecek haldeyim.' Zorlukla konuşan renkten renge giren yüzünü incelese de Elif hanımın elleri kendisini odanın dışına kadar iteklediğinde çatıldı kaşları. Durup dururken neden kovulduğuna dair bir fikri olmasa da yüzüne kapı da örtülmüştü.

'Miden bulandı tabi. Ne yapsak ki...' gördüğü ilgiye ve durumu anlayabilecek biriyle aynı ortamda bulunmak içini rahatlatırken gün içerisinde aynı durumu muhtemelen sekizinci kez yaşarken Dağhan dışında denk gelen herkesin şaşkın şaşkın suratına bakmalarına da alışmıştı artık. Hele ki az önce çıktığı toplantıdan Dağhan kovmasa o kadar karışmış parfüm kokusunu sadece bulantıyla atlatamazdı.

'Pe-Anne?' aranan kan bulundu olarak Dağhan adını altın harflerle tarihe yazabilirdi. Adam şaşkınca kapı ağzından bir Pera'ya bir de annesine göz attığında ne için geldiğini hatırlayarak elindeki paketi açıp orta sehpaya bıraktı.

'Bu ne?' bakışlarıyla Pera'ya işaret ettiğinde kadının da hali hazırda sorması gecikmemişti tabi.

'Leblebi ve nane.' Verdiği cevapla iki kadının da kaşları havalanırken Dağhan ısrarla paketi tekrar işaret etti.

'Miden bulandı ya toplantıda, onun için. İnternette bunun iyi geldiği yazıyordu, daha dahiyane bir fikir de bulamadım açığını istersen.' Açıklaması Pera'nın gözlerinin dolmasına neden olurken derin bir nefes aldı. Yok, Dağhan artık emindi ki eğer sonsuza kadar bu devam edecekse kendisinin fazla ömrü kalmış olamazdı. Çünkü ne zaman Pera'ya karşı bir koruma kalkanı açması gerektiğini, ne zaman sarıp sarmalamasının şart olduğunu hesap edemiyordu. Leblebiye de ağlanmazdı ki canım.

'Geçen balığın çocukları vardır diye ağladın. Leblebi için de o nohuttu diyerek ağlamayacaksın değil mi?' kararsızca kadını süzse de annesinin bacağına attığı cimcikle şaşkınca baktı kadına. Bunca zaman üzerine titreyen kadından bile fiziksel olarak uyarı almıştı ya, daha da yaşayacağı bir eksiklik yoktu herhalde.

'Teşekkür ederim ama çık bence odadan.'

'Ne?'

'Kaç diyorum, laf soktuğun için kavga edeceğim.'

'Laf sokar mıyım ben hiç sana. Ağlamana gönlüm razı gelmiyor sadece. Hadi sen kendine gel biraz. Bu arada, bir sıkıntı mı var anne?' bakışları sevdiği kadından annesine dönerken yıllardır faaliyet gösteren şirketinde ilk kez kadını görmenin gazabına uğradığını da belli ediyordu. Kendisi elli kez annesine uğra kahvemi iç dese de kadın bu zamana kadar çalışıyorsunuz olmaz diyerek itiraz etmişti. Ve şimdi ilk kez geldiğinde, Pera'nın odasında bulmuştu onu.

'Niye şaşırıyorsunuz anlamadım ki. Altı üstü Pera'ya bir şeyler danışacaktım.'

'Ne gibi şeyler?'

'Ganyan bayiine gideceğim de hangi ata oynayayım onu danışacaktım. Ay deli misiniz akıllı mı? Gündemimiz ne oğlum? Sevdiği çiçek var mı, işte gelinlik için görüştüğü bir yer var mı, ne bileyim ufaklık için hazırlığa başladı mı onları soracağım.' Elif hanım sonunda kendine garip garip bakan oğlunu fırçaladığında Pera'da fark ettirmemeye çalışarak şok içinde süzüyordu kadını. Çiçekten karnındaki çocuğa hazırlık evresine nasıl atlanmıştı biri kendisine de açıklasındı.

'Çiçek ile çocuk arası çok hızlı olmadı mı?'

'Siz de yapmayı biliyorsunuz, ben söyleyince hızdan bahsediyorsunuz.'

'Off... Anne... O nasıl goldü öyle...' Deha'nın da sesi odada yankılandığında anında kadının yanına yaklaşıp sıkıca öptü.

'Yürü be Elif'im. En kral golcü olsa senin gibi doksana takamaz. Bende sabah ikisine beraber ne işiniz var şirkette gidip damatlık gelinlik hiç yoktan oyuncak bakın dedim yedim fırçamı oturdum aşağı.'

'Farkında mısın Dağhan, Deha ilk kez senden daha fazla haklı?' annesinin kendisine kızan hali bile aslında yaşanacakları belgeler haldeydi. Açık ara gelmiş geçmiş en komplike şekilde yaşayacakları bir karışıklık vardı ortada, şimdilik karşı cephenin görünen yüzü Elif hanımdı ancak Dağhan adı kadar iyi biliyordu ki çok kısa zaman içerisinde Afitab hanım ve Derya hanım da orada yer alırlardı.

'Tamam... Şimdi şöyle yapıyoruz annem. Sen, Deha ile beraber gidip çiçek çikolata faslını hallediyorsun, ama sakın Afitab sultanımı almayı unutmayın, onu da şu potansiyelle doldurun ki biz nikahı kıyana kadar senin gelin ateşin durulursa o destek çıksın. Bende Pera'yı alıyorum, önce yemeğe götürüyorum, daha sonra kıyafetleri teslim alıp eve bırakıyorum.' Dağhan annesini ikna edebilmek adına kardeşinde gözlerini gezdirirken onun destek veren gülümsemesine de şükür çekti. Yoksa şuracıkta Elif hanım iki oğluyla dakikalarca tartışabilirdi. İkisi de o kadar iyi biliyordu ki, en azından bir fedai olmalıydı ve o şanslı kişi Deha'ydı.

'Günlerdir şu sağlıklı, bu sağlıksız diyerek hayatımı kaydırdın. Dışarıda yemek yiyelim dedim, hijyenik mi bilmiyorum dedin. Annenden kaçmak için bunu kabul etmene inanamıyorum...' Pera karşısındaki adama kaşlarını havalandırarak baktığında onun tebessüm etmesiyle derin bir nefes çekti. Bulunduğu ortamın neresi olduğu hakkında ufacık bir fikri dahi yoktu. Sadece Dağhan'ın Elif hanım çıktıktan sonra sürüklemesiyle arabaya binmiş ve yaklaşık iki saat sonra da o arabadan inmişti. Bu kadar vakit aldığına göre şehir dahi değiştirmiş olma ihtimalleri geçiyordu ancak ağaçların arasından bir görünüp bir kaybolan boğaz manzarası o fikrini de çürüttü.

'Burası sağlam bir yer, sen o gün bir anda söyleyince aklıma gelmedi sadece.' Başını anlayışla sallayıp oturduğu yerden etrafa göz attı. Geniş alanda özenle dekore edilmiş bir mekandı. Duvarlarındaki koyu gri olan yansıma zeminin açık renk olmasına tamamen zıt dursa da klasından ödün vermemişti. Duvarları bir nebze canlandırmak için kullanılan tablolar, ahşap masalara bütünlük sağlayan özenlice duran ördek yeşili sandalyeler, her masada milimetrik bir kombinasyon halinde yer almış şamdanlar... Öylesine delice görünüyordu ki birisi uzaktan baksa gerçekten var olan değil çizim olduğunu düşünürdü. Ancak Pera'nın daha çok dikkatini çeken nokta böylesine güzel bir mekanın boş olmasıydı. Ağaçların arasında, soğuk olmasa da hafif esintisi olan, tüm ciddiyetine rağmen sıcacık olan bu mekanın müşterisinin olmaması ihtimal dahilinde bile olamazdı. Arada sırada servisi getiren elemanlar dahi işleri bittikten sonra ortadan kayboluyorlardı. Resmen hayalet şehir edasıyla koca orman içerisinde şaheser niteliği taşıyordu.

'Yeni mi açıldı burası? Çok güzel ama sakin.' Önündeki yemekten bir parça ağzına atarak mırıldandığında Dağhan tebessüm ederek salladı başını sağa sola.

'Uzun zamandır faaliyet gösteriyor.' Aldığı cevapla kaşları havalanırken kulağına değen müzik sesiyle tebessümü de daha çok yayıldı yüzüne. İnsanın kendini içinde hissettiği, hayatını anımsatan, tüm kötü zamanlara karşı huzuru içine çekmesine destek sağlayan parçaları olurdu. Zaman zaman o parçalar bilinmedik, umulmadık yerlere sürükleyerek hüzünlenmesini sağlarken, bazen de Pera'da olduğu gibi gülümsetirdi. Kadın için o parça her zaman fly me to the moon olmuştu. Gözleri istemsizce esen rüzgarın etkisiyle beraber yaprakların arasından bir görünüp bir kaybolan ışıklara döndüğünde yüzüne çarpan rüzgarla kapattı gözlerini. Açılan tavan havalandırması tüm ruhunun ürpermesine neden olurken yüzündeki tebessüm iyice gülümsemeye dönüştü.

Tüm avuçlarından kayıp giden zamana rağmen kalabalıklar arasında dahi kendiyle baş başa kalabilirdi insan. Parmakları arasında tutmaya çalıştığı akrep ve yelkovan usulca olmaları gerektiği yöne doğru hareket ederdi ve kimse engelleyemezdi. Pera ise tüm zamanlarını olduğu gibi durdurup süresiz yaşamayı seviyordu. Parçada olduğu gibi, yıldızların arasında, Mars'ta ve Jüpiter'de baharın gelişini hissetmek istiyordu. Varlığını ebediyen hissederek, gerçekten bakarak, görerek, yaşayarak tatmaktı en sevdiği. Bir akşam vakti yüzünü yalayıp geçen meltemin soğukluğunda, parmaklarına değen çatalın metalindeki pürüzsüzlükte, sevdiği adamın omuzunda hissettirdiği tüy dokunuşundaki dudaklarında sonuna kadar kalabilmekti umduğu.

Kollarını kavrayan parmaklarla dudaklarını birbirine bastırıp ayaklandığında sırtını yasladı adamın göğsüne. Başını arkaya atıp bir kez daha oksijeni hücrelerine doldurduğunda kapalı olan gözlerini de aralayarak açılmış tavandan gökyüzüne baktı. Parıl parıl parlayan yıldızlara uzansa dokunabilecekmiş gibi berraktı gökyüzü ve hayatı boyunca tattığı en huzurlu anlardan birkaçıydı şimdiki dakikalar. Kendini saran kolların yönlendirmesiyle sağa sola sallanırken yeniden omuzundaki nefesi hissetti.

'Kısacık hayatımın yıllarını alan bir dizi evrak içinde kaybolduğum günler oldu. Tüm anayasayı ezberlemem, tüm benliğimi vermem gerekti. Tüm koşuşturmalar arasında kendimi unuturken sana rastlamak güneşe dokunmak kadar yakıcıydı.' Dağhan'ın dudakları bu kez boynundayken derince kokusunu çekmesiyle yeniden titreyerek kapandı göz kapakları. Haberi olmasa bile adam içinde biriktirdiklerini gizli kapalı itiraf ederken koca bir okyanusun ortasında sadece ikisi varmış gibi hissediyordu Pera.

'Böyle yanarken okyanusu kollarımın arasına sıkıştırabileceğim hiç aklıma gelmemişti.' Kolunu okşayan parmaklarla gülümseyerek tekrar yıldızlara baktığında omuzundan ayrılmamış dudakları fırsat bilerek usulca adamın şakağına dudaklarını bastırdı.

'Şimdi de okyanusu kollarımın arasına sığdırmamı sağlayan kadınla, medeni kanun hükümlerince alabileceğim her nefesi paylaşmak istiyorum. Hayatımdaki her detayın ortağı ve sol yanım olmak için benimle evlenir misin? Sadece anılarım değil, hayatım ve aldığım son nefes olur musun?' başını usulca adamın omuzundan kaldırıp şaşkınca bakmaya başladığında burnunun dibine kadar gelmiş yüzük kutusuyla karşılaştı. Başta sadece sarılmak için kaldırdığını düşünüp parlayan her yıldız zerresiyle sarhoş olurken aldığı teklif aslında beklediği bir çıkış değildi. Dağhan sakince kutunun içindeki yüzüğü çıkardığında kolunu okşayarak parmaklarına kadar ulaştırdı elini.

'O okyanusta sonsuza kadar seninle olurum...' dolan gözleriyle başını da salladığında parmağında kayıp giden yüzükle Dağhan kollarını tekrar bedenine sardı. Sırtı göğsüne yaslıyken sadece sağ tarafındaki boşluğu doldurabileceğini bilerek kopmadı adam olduğu yerden. Hayatında ne varsa ummadığı zaman diliminde, kaybolmuş kimliğiyle, yitip gitmiş aklıyla her şey Pera olmuştu. Yalanlarıyla, kadının gerçekliği kadar yüz yüzeydi aslında. Her hücresiyle severken bilinmez bir akşamın, duyulmamış saatinde kaybolmak istiyordu. Ortada sadece kadın için atan yüreği kalsın ve geçmişi toz bulutu gibi bir rüzgarla uçup gitsindi.

Yalan insan hayatında yer edinen ve kolaylığıyla bilinen basit şeylerdendi. Doğrular ise bir mezar bekçisi edasıyla kovalayıp dururdu. Korkulan olmak, korkak olmaktan daha ürkütücü hisken içine kara delik gibi çekerdi. Yeni zamanla, geçmiş zaman arasında ise kıskaçta kalan hep insan olurdu. Dağhan uzun zamandır geçmiş veya gelecekte değil, Pera'ya rastladığı zamanda kalıvermişti. Tüm hikayesi ise orada başladığı gibi son bulmuştu. Sadece farkına varamamıştı.

Bakışları açılan kapıdan salona ilerleyen tüm ailesinden sonra kadının zindan karası gözlerinde kaldığında gülümseyerek içeri bir adım attı. İlk kez tedirginlikle merhabalaşırken boğazında atan kalbi selam veriyordu adama. Artık oldum dediği noktaları bile hatırlamıyordu. Ufak, ürkek, çekingen bir çocuk gibi tüm benliği ortaya dökülmüştü. Elindeki çiçeği kadının kollarına bıraktığında göz ucuyla Deva'nın muzur haline bakarak koşarmış gibi hareket eden yüreğini sakinleştirmeye çalıştı.

'Çok komiksin.' Kızın yorumuyla tek kaşını havalandırıp anında kucağına çekti zayıf bedeni. Şimdilik kendini ipe götürecekte, ipten alacakta Deva'ydı anlaşılan. Eli kolu boş kalmışken en rahat bu ufaklıkla tedirginliğini saklayabilirdi. Gerçi kendisi de biliyordu ki tedirgin olacak herhangi bir mesele yoktu ortada fakat engel olamadığı bu dürtüye de kapılmadan edemiyordu işte.

'Seni benden isteyen olursa bende o hadsize aynısını söyleyeceğim.' Mırıldanıp kaşlarını havalandırırken Pera'nın göz devirerek gülen haline kayan bakışları yeniden hızlandırdı kalbini. Yok, bu gece kalbi kendine rahat vermeyecekti anlaşılan.

'Kitlendi kaldı ya. Hadi!' Nida'nın sessiz bile olsa isyan eden haliyle sonunda bacaklarını hareket ettirme gücü bulup adımlarını salona yönlendirerek kendisi için ayrılmış yere oturdu. O kadar belliydi ki sırf Dağhan otursun diye ayrıldığı başka bir yer aramıştı gözleri ancak elbette bulamamıştı. Tam anlamıyla herkesin net şekilde kendine odaklanacağı yerdeydi. Ne kadar gözlerin üzerinde olmasına alışkın olsa, bu durumdan hoşnut olsa da bu gece o gece değildi adama göre.

Hemen sağ tarafındaki Pamir'in tedirgin olan tavrıyla çok eğlendiği, sol tarafına yerleşmiş kardeşinin ise buradan çıkar çıkmaz dalga geçeceği belliydi zaten. Hele ki Nida'nın ve Elfe'nin kollarını yasladıkları Amerikan mutfağın tezgahından kendine attığı bakışlar tüm mesele atlatıldıktan sonra hesap soracağı ilk şey olacaktı. Resmen onlara sırtı dönük aile bireylerinden destek alarak dalga geçercesine gülüyorlardı. Üstelik saklama girişimleri bile yoktu. Bakışları o tezgahın hemen arkasında kendini izleyen kadınla yeniden çakıştığında iç çekerek gözlerini kaçırıp Alain'e çevirdi ela harelerini. Gözlerini kaçırmak Dağhan Kalaycı'ya göre bir hareket olamazdı kesinlikle ancak söz konusu yürek olunca tüm sıfatlar ve tavırlar değerini yitiyordu.

Konunun odak noktası artık iyice rayına oturmaya başladığında bakışları salondakilerde gezinse de dizinden bir anda kayıp aşağı inen Deva koşa koşa Alain ile Derya hanımın arasına yerleşmiş, Dağhan ise uzatılan kahveyle Pera'ya dönmüştü. Kadının kendine gülümsese de kaşıyla gözüyle Deha'ya dert anlatmaya çalışan haline baktığında 26 yaşındaki eşek kadar kardeşinin 5 yaşında çocuk edasıyla inatlaşmasına göz devirdi. Uzandığı tepsiden kahveyi almadan kendine perde görevi gören kadını da fırsat bilerek dirseğini Deha'nın koluna geçirdiğinde ahlamasıyla derin bir nefes alarak tepsideki fincanı yakaladı.

'Ben yengeni alamayıp veto yiyeyim seni ahlatacağım.'

'Kim der ki Dağhan Kalaycı aslan diye. Sende mi kedi oldun be abi...' kardeşinin de kendi gibi fısıldayan tonuyla bir yandaki sandalyeyi işaret ettiğinde onun usulca kayıp Pera'ya sonunda yer vermesiyle derince soluklandı. Annesinin daha zile basmadan kırk kez hareketlerine dikkat et, Pera hamile olabilir ama kendini garantide sanma aslan gibi ailesi var arkasında, kahve tuzlu olur bir anda içme, boğulma gibi onlarca uyarısını hatırladığında dudaklarını ıslattı. Her uyarıyı anlayışla karşılardı da boğulma diye neden uyarma ihtiyacı hissetmişti bir fikri yoktu. Kahveden bir yudum aldığında çatılmaya başlayan kaşlarıyla Pera'ya doğru hafifçe eğildi.

'Tuzsuz bu?'

'Ne?'

'Kahve tuzsuz.'

'Çaktırma o zaman Dağhan...' kadının büyüttüğü ama bir yandan da saklamaya çalıştığı gözleriyle tek kaşını havalandırdı bu kez.

'Başkasına gittiyse ya?'

'Gitmedi başkasına. Sus, iç.' Gerginliğini anlayamasa da tekrar fincanı dudaklarına götürdü. Pera zaten iki arada bir derede kızların ayrı koydukları tuz kabını lavaboya boşaltmıştı bir de çaktırıp kendini zehirletecekti herhalde. Bu saatten sonra şu istemenin kaosa dönüşmesi en son tercihi olurdu fakat Dağhan'da inatla tuz diye tutturmuştu.

Hepsi yeniden büyüklere odaklandıklarında Nida'nın babası, Süreyya beyin artık asıl meseleye gelmesiyle derince soluklandı Dağhan. Kendisi o kadar şey yaşamıştı ki tam olarak Alain verdim derken bin bir felaket gelebilirdi başlarına. İçinde taşıdığı bu tedirginliğe hitaben zaten ne yapacağını bilemiyordu.

'Bence vermeyelim. Annem yumurta değil ki.' Herkesin Alain ve Derya hanımdan yanıt beklerken Deva'dan gelen tepkiyle bakışları ufak kıza odaklandı.

'Yumurta ne alaka Deva?' Afitab sultan gülerek kıza baktığında o sakince yanındaki iki bedenin bacaklarından destek alarak indi koltuktan.

'Nida hala bugün kek yaparken yumurta kalmayınca ben Allah'ın emriyle komşudan yumurta isteyeyim dedi. Siz annemle kek mi yapacaksınız?' kızının açıklamasıyla Pera'nın göz kapakları titreyerek kapandı. Tüm gün Nida gelip gidip kendisiyle uğraşmış, azıcık heyecanlan diyerek de tüm gün cümlelerinin arasına tıpkı Allah'ın emri gibi başlıklar sığdırmıştı. Deva eğer ki tüm gün olan cümleleri açığa çıkarırsa ortalık talan olurdu.

'Öyle ölmezler Deva, füze at.' Deha'da kızla birlik olduğunda bu kez Dağhan'ın gözleri sıkıntıyla kapandı. Belki dünya üzerindeki herhangi bir nükleer silah etki etmezdi ancak kızları ve kardeşleri açık ara farkla o silahlardan daha kötü yaparlardı kendilerini.

'Hatırlat Deha ile Deva'yı aynı ortamda maksimum beş dakika tutalım.' Pera mırıldanıp az önce kapattığı gözlerini açarak kızına yalvarırcasına baktığında ufaklık bilmiş bilmiş sırıtarak yeniden Derya hanımla Alain'in arasına yerleşti.

'Siz verecekseniz bir şey diyemem ama benim şartlarım olacak.' Alain şirin şirin sırıtan ufaklığa güldüğünde saçlarını da geriye çekip okşadı.

'Neymiş bakalım şartların prenses.'

'Lunaparka gitmeyi, koşarken koşma denmemesini, saat on birde uyumayı, ödevlerin azaltılmasını, kardeşim doğunca benimle ilgilenmeyi kesmemenizi, ımmmm birde... Sınırsız dondurma hakkını istiyorum.'

'Üzerine çikolata sosu da alır mısın?' Pera tek kaşını kaldırarak kızına baktığında Deva başını sağa sola salladı anında.

'Teşekkürler annecim, çikolata yiyemiyorum. Alerjim var.' Salondaki herkes anne kızın çatışmasına gülse de Pera derin bir nefes aldı. Deva durdurulması imkansız bir biyolojik silahtı ve şuan hali hazırda karnında olan çocuğu da kızına benzerse Dağhan ile hayatlarını beraber geçirmek bir kenarda dursun, hayatlarının sonuna kadar laf yetiştirebilmek uğruna yüz yüze dahi gelemeyebilirlerdi.

'O saydığın şartlardan sadece bir tanesi gerçekleşecek, o da kardeşin doğunca seninle ilgilenmeyi kesmememiz.' Kızının masmavi gözlerine baksa da o çoktan elini beline yerleştirip Alain'e gözlerini çevirmişti.

'Vermeyelim o zaman.'

'Deva...' sesi ufaklığı uyarırcasına olsa da babasının keyfi yerine gelmiş haliyle derin bir nefes aldı. An itibariyle kafalarına göktaşı rahatlıkla düşebilirdi çünkü gayet sakin ilerleyen tören Deva yüzünden bir miktar kaosa dönüşüyordu.

'Bence Deva'yla ortak bir karar verebiliriz.' Dağhan'da artık duruma el atma ihtiyacı hissettiğinde ufacık boyuna rağmen kendine meydan okurcasına bakışlar atan kızla göz göze geldi.

'Ayda bir kez sevdiğin pizzacıda pizza yeriz, dondurmayı haftada sadece bir kez tüketebilirsin, sağlığına kavuştuğunda lunaparka gideriz, kardeşin doğduğunda annenin onunla ilgilenmesi gereken zaman diliminde başvuracağın adres ben olurum.' Tek kaşını kaldırıp kıza odaklandığında onun henüz ikna olmamış haliyle gözlerini kapatıp derin bir nefes alarak tekrar baktı mavilerine.

'Tamam... Başka bir talebin olmaması şartıyla Kemal bize gelebilir ve siz hem oyun oynayıp hem ders çalışabilirsiniz. Ama son, başka bir şey istemek yok.' O çocukla tanıştığında ne kadar içindeki duygusal yan kabarmış olursa olsun böyle bir tehlike arz edeceğini hissetmeliydi Dağhan. Çünkü nedense Deva'nın olduğu her yerde Kemal'in ismi geçebiliyordu ve henüz yedi yaşındaki bir buçuk metre bile olmamış, kendi kızı olarak gördüğü bu ufaklık çoktan eline flamayı almış yürüyüşe geçmişti.

'Kabul.'

'Söz konusu Kemal olunca elbet kabul eder.' Göz devirerek Pera'ya fısıldadığında kadın kahkahasını tutmak adına dudaklarını birbirine bastırdı. Dağhan'ın en çok problem yaşadığı noktanın Kemal olduğunu biliyordu. Başta umursamıyor olsa da akşamları Deva'yı okuldan almaya her gidişinde beraber çıkar olmuşlar, haliyle bu da adamın gözüne batmıştı. Tabi Turan'dan aldığı istihbaratta işin tuzu biberi olmuştu. Henüz yedi yaşındaki kızını ufacık bir çocuktan kıskanıyordu sevgilisi. Bundan daha absürt bir durum olabilir miydi Pera dahi karar veremiyordu.

'Dağhan ve Deva bir anlaşmaya vardığına göre...' Alain'in bakışları kısacık bir anlığına iki bedende gezinse de kızına döndüğünde derince soluklanarak Süreyya beye harelerini çevirdi. Söyleyeceği hiçbir kelime adamı alakadar etmese de aslında lafın kime gittiği alenen ortada olacaktı.

'Pera benim kıymetlim Süreyya bey. Bu yaşına kadar da her kararına saygı duydum. Onu birisine vermek haddim olmadığı gibi, kızımın verilecek bir eşya olduğunu da düşünmüyorum açığını isterseniz. Siz de muhakkak tahmin edersiniz hislerimi, tek evladım, gözümün bir tek bebeği o.' Bakışları zorlukla Pera'nın kara bakışlarını bulduğunda dolu dolu gözleriyle anında kaçtı kızından.

'Bu saatten sonra ben ancak Pera'yı Dağhan'a, Dağhan'ı da Pera'ya emanet edebilirim. Kızımı birine vermiyorum, biz Dağhan'ı Pera'nın yanında duracak oğlum olarak kabul ediyorum sadece. Derya'yla da konuştuk tüm gönül rızamızla ikisinin de hem destekçileriyiz, hem de oğlumuzun başımızın üzerinde yeri var artık. Hayırlısı olsun.' Alain dudaklarını ıslatıp bitirdiği cümlesiyle iç çektiğinde tebessümleri yüzlerine yerleşmiş aile bireyleriyle Dağhan başıyla işaret veren Afitab sultanı fark ederek ayağa kalktı. Adımları Alain'in karşısını bulurken onun da koltuktan kalkmasıyla adamın eline uzanıp öpüp alnına yerleştirdiğinde yüzündeki tebessümle yeniden bakışları çakıştı iki adamın. Aynı acının içinden çıkmış iki farklı adam olarak aslında sadece bakarak bile hissettikleri ortalığa dökülürdü fakat Alain Dağhan'ı kendine çekip baba sıcaklığıyla sarıldığında kemikli parmakları arasında sıkışmıştı Alain'in gömleği.

'Kızıma babalarımızdan daha iyi bir eş, torunlarıma da aile ol Dağhan. Sizi birbirinize emanet ettiğime pişman edip saçının tek telini incitme oğlum.' Omuzunun üzerinden konuşan adamla başını sallayarak ayrıldığında Dağhan'a dolan gözlerini saklamaya çabalayarak gülümsedi.

'İsteğin emir, kızın ve torunların da başımın tacı baba.'

Bakışları restoranda oturdukları masada gezindiğinde derin bir nefes alarak üzerini değişmiş olmaya şükür etti. Sürekli havalandırılan bir ortam olsa da sigara içildiği için Dağhan inatla terasta oturmaları konusunda ayak direttiğinden olsa gerek yeni yeni değişim gösteren mevsimin soğukluğu en çokta akşam hissediliyordu.

'Sıradaki kim?' Deha sırıtarak elindeki kadehle konuştuğunda bakışlarını Nida'ya çevirip sırıtmayı da ihmal etmedi. Onun ve Devrim'in arasındaki olayı yedi düvel bilirdi en nihayetinde.

'Bana bakma, onların oturacağı masada gözüm yok bana rakı masası yeter.' Nida işaret parmağıyla ortadaki kadehi ve mezeleri işaret ettiğinde kahkaha kopsa da omuz silkti kadın anında.

'Erken karar veriyorsun, büyük konuşma.' Elfe'de kadının yaşadıklarını anımsayarak konuştuğunda Nida yeniden omuz silkti. İma ettikleri olayı anlıyordu ancak onun Devrim'le olması yeni bir dünyanın ilanı kadar uç bir noktaydı. Elbette kanıtlanıp, yaşama geçilebilirdi fakat imkansızlık ve milyonlarca ışık yılı uzakta kalması gerekiyordu.

'Bensiz mi başladınız? Ayıp ama ya...' restoranın terasa çıkan kapısından görünen Devrim'de büyük adımlarla yanlarına yaklaştığında önce Pera'nın, ardından Dağhan'ın elini sıktı.

'Hayırlı uğurlu olsun. Allah tamamına erdirsin, gönlü olanı da peşinizden getirsin.' Diğerlerinin de elini sıkarken konuştuğunda bakışlarının çakıştığı Nida'nın boncuk tanesi hareleriyle iç çekerek saçlarını karıştırdı kadının. Hızlıca yanındaki boş sandalyeye oturduğunda ters duran kadehi de çevirip rakının su ile buluşarak bulanıklaşmasına müsaade etti. Hala kendine ters ters bakan kadınla gülümseyerek bardağı tuttuğu elindeki işaret parmağıyla Nida'yı göstermekten de kaçınmadı.

'Bu kadını görünce bir kadeh rakıya mı, yoksa kafama sıkmak için bir şarjör mermiye mi ihtiyacım var inanın karar veremiyorum.' Masada oturan beş beden kahkaha atsa da Nida göz devirerek kendi kadehini alıp adamınkine tokuşturdu.

'İkisine de değil direkt mezar taşına ihtiyacın var senin.' İkisi de ellerindeki sıvıdan bir yudum aldığında Devrim bedenini usulca kadına çevirip derin bir nefes alarak gülümsedi.

'Allah önce beni yaratmış, sonra birisi sürekli buna muhalefet olsun diye düşünmüş olacak ki seni yaratmış, biliyorsun değil mi?'

'Angutsun Ege.' Kadın iflah olmaz birine karşı atabileceği tüm bakışları atarken başını sağa sola sallayarak kaşlarını havalandırdı. Masadakiler ise her bir hareketlerine karşın gülmeye devam etmişlerdi. Bakışlarından anlaşabildikleri kadar bu gece olay çıkarmamaya karar verdiklerinde masaya tekrar dönerek havalanan kadehlerin çarpışmasına izin verdiler.

Bazı insanlar elinde olmadan, sessiz sakin bir yol boyunca dinlenerek, sakin nefesler alarak ilerlemeye çalışırlardı. Tutukları el daima huzurla sarılırdı. Bazıları ise kaosu, yükselmeleri kendilerine zevk bilir ona göre ilerlerdi. Birbirlerine girseler de eninde sonunda yine birbirlerini bulacaklarını bilerek zikzaklar çizerek koşmayı severlerdi. Anlaşmak sadece kabullenmekten değil, bazen de asla kabul etmemekten dolaylı gerçekleşirdi.

'Sana bir şey diyeyim mi Pera. Bu adam evleniyor ya, dünyadaki herkes evlenir. Helal olsun sana.' Pamir elindeki kadehle konuşup Dağhan'ı işaret ettiğinde adam arkadaşını haklı çıkarırcasına başını salladı usulca.

'Biz Dağhan'ı halı sahaya götüremeyelim, Pera gelsin nikah masasına götürsün. Pamir, sözünün altına imzamı atarım.'

--------------------------------------------------------

Belki de umduğunuz gibi olup olmadığını en çok merak ettiğim bölümlerden biri olabilir... Evlenme teklifi hoşunuza gitti mi? Dağhan'dan çok daha başka aksiyonlar bekler miydiniz? Düştük mü yoksa kalkıp bir kendimize mi geldik deli dehşet merak ediyorum. Lütfen fikirlerinizi söylemekten çekinmeyin, şuan dilediğim gibi yazıyor, kendimi geliştiriyorsam siz uyardığınız, anlattığınız, fikir verdiğiniz için...

 

Loading...
0%