Yeni Üyelik
48.
Bölüm

Bölüm 46 - Her Biri On Kaplan Gücünde

@biceruvar

 

Hellooooooğğğ.... Buraları çok boş bırakmışım gibi gelse de yeniden sizlerleyim canlarım... Bir miktar güldüren, bir ufak düşündüren ve hüzünlendiren bir bölüm olduğu gerçeğiyle yüz yüze olduğum bir gündeyiz. Sosyal medya üzerinden takip edenler az çok koşturmamı biliyordur o yüzden geç kalmış olmanın mahcubiyetiyle özür diliyorum sizlerden. Umarım dilediğiniz gibi bir bölüm olmuştur...

Söylemediğim zaman tamamen unutulduğunu görerek, ki etkileşimi de hesaba katarsak zaman harcıyorum, bir beğeni, iyi veya kötü(yapıcı eleştirisel) şekilde yorumunuzu eksik bırakmayın...
Unutmadan daha hızlı haberdar olabilmek, hikayeler hakkında story, reels ve iletişime geçebilmek adına,

Instagram: BiCeruVar

------------------------------------------------

'Nasıl yardımcı olabilirim?' karşısındaki genç adamdan gözlerini çekip herhangi bir opsiyon için etrafa bakındığında mağaza aslında gerçekten de sadece gözünün takıldığını anlamış bulundu. İnsan neden bir şey alacaktım diye motosiklet eşyaları satan bir yere dalardı ki?

'Olabileceğinizi hiç sanmıyorum...' gülerek kaskların ve kalın montların üzerinden karşısındaki bedene gözlerini çevirdiğinde onun anlamayan gözleri de dudaklarını ıslatmasına neden oldu.

'Bir problem mi var?'

'Var aslında, kına gecesi, balayı gibi etkenlerden kaçıyordum.'

'Zorla mı evlendiriliyorsunuz? Polis çağırmamı ister misiniz?' adamın şok içindeki bakışlarıyla çığlık atası geliyordu. Olayı özetlemeye kalksa tam bir komedi filmi çıkardı buradan. Önce kendi annesinin de olduğu masadan türlü yalanlarla kaçmak istercesine kalkmıştı, daha sonra vitrine dahi bakmadan bir motosiklet giyim mağazasına dalmıştı ve şimdi de karşısındaki görevli arkadaş zorla evlendiriliyor olduğunu düşünmüştü. Bunun bir tık ötesi nezarette biter miydi acaba?

'Yok, yanlış anladınız. Zorla evlendirilmiyorum, geleneklerden kaçmaya çabalıyorum. Ya ben size niye bunları anlatıyorum ki. Bana şey verin siz...' kendine lanet edercesine yüzünü buruşturup etrafa bakındığında gözüne çarpan siyah tişörtle beraber onu işaret etti.

'Onu, ondan verin.'

'Beden?'

'Large olsun.' Adam şaşkınlıkla yüzüne baksa da yanından uzaklaşırken az önceden beri elinde tuttuğu telefonla sonunda Dağhan'ı aradı. Henüz ikinci çalışta yanıtlanan aramayla derin bir nefes aldığında adamın aslında tedirgin sesini de hissediyordu. Olmalıydı zaten, bolca tedirgin olmalıydı hatta.

'Güzelim...'

'Bedenin ne senin?'

'Ne?' aldığı karşılıkla gözlerini devirdi Pera. Gerçi sorduğu için kendisine de kızıyordu. İnsan hamile kaldığı adamın bedenini bile bile sorar mıydı canım...

'Bedenin, tişörtü hangi beden giyiyorsun?'

'Large... İyi misin sen?' kasaya yönelen personelle kendisi de ilerlediğinde çantadan güçlükle bulup çıkardığı kartı uzatıp dudaklarını ıslattı.

'Değilim. Dağhan... Kına gecesi diyorlar, balayı diyorlar... Bak ben bir yetmiş boyundaki kadınım. Benim tepeme sinirim çabuk ulaşıyor. Çalışmamız gerek, zaten uyumadığım zamanlarda kısıtlı enerjim var tüm bu olayları bünyem kaldırmaz. Biz acaba ben doğurduktan sonra mı evlensek?' şuan durduramayacağı kadınları hesaba kattığında yetişebilmek için en mantıklısının bu olduğuna kanaat getirmişti. Öyle veya böyle onların hızlarına yetişmek adına enerji gerekiyordu ve Pera şimdi kabinlerden birine girerse net dört beş saat uyur gibiydi.

'Huhuuuvv... Senin kayışlar kopmuş güzelim.'

'Koptu, kayış koptu, balata yandı. Üzerine doğru rampa aşağı freni patlamış kamyon gibi gelmemem için tek bir nedenim dahi yok.' En son dalga geçilmesi gereken kişiyle, kendisiyle dalga geçmeye cesaret mi ediyordu Dağhan? Üstelik kendisi için gün sonlanmış bile olsa Pera için tüm saatlerin devamı da olacakken mi yapıyordu?

'Pera... Pera nefes al güzelim. Gelip seni kaçırmamı ister misin?'

'Buranın sınırlarına adım attığın dakika beş kadın tarafından çiğ çiğ yenilebileceğin gerçeğinden haberdar mısın?' kasadakilere gülümseyip kartını ve paketi aldığında derin bir nefes alarak çıkış kapısına yaklaşıp hala yemek yiyen kadınlara göz attı. Yan mağazaya geçmek kendini bir süre daha kurtarabilirdi en azından.

'Bu muhabbetler seni neden sarmadı ben anlamadım ki? Lansman hazırlığında gayet hevesliydin...'

'Bak ben sana kendimi şöyle açıklayayım. Beni bir telefon olarak düşün, batarya kalitem yüzde elli ve inanır mısın kalan şarjım sadece yüzde üç. Bu beş kadınla aynı ortamda kalmam da yüzde üç kalan şarjıma rağmen hem video izlemek hem de arka planda sürekli birilerinin araması gibi bir durum.' Dağhan'ın anladığına dair mırıltılarını duyduğunda bir yan mağazaya geçip bu kez doğru olan seçimiyle askılara göz atmaya başladı.

'İyi de yârim, diğer yarım, beni seninle işimiz kalmadı, gerisi Pera'lık diye kovdular ne yapayım?' adamın umutsuz tınısına rağmen gözlerini devirdi kadın.

'Ulan sevgilim...' gözlerini sıkıca yumup sinirden dişlerini birbirine geçirmek üzere olduğu çenesinin de hakimiyetini yeniden kazanarak devam etti konuşmaya, 'ben değil, biz evleniyoruz. Senin her daim işin var bu konuda. Sadece benlik diye bir olay yok.'

'Ben ulan sevgilimde anladım konuyu. Biraz sabret, halledeceğim güzelim.' Telefondan gelen sinyalle gözlerini devirerek cebine bıraktığında sadece oyalanmak için girdiği ortamdan da dışarı attı bedenini. Bu durumla tek başına mücadele edemezdi. Eğer ki aylar olsa rahat rahat uğraşırdı ancak sadece birkaç haftada kurulacak organizasyonda kimsenin hızına yetişemezdi. Adımları tekrar masayı bulduğunda az önce kalktığı sandalyeye yerleşti yeniden. Ki hala değişmemiş gündemle beraber ciğerlerine olabildiğince oksijeni çekti. Bu durum için zihninde tek bir şey yankılanıyordu; DİREN PERA!

Konu ne ara kına gecesinden bebeğe dönmüştü en ufacık bir fikri yokken kendini bulduğu yeni bir mağazayla derin bir nefes aldı. En azından halletmesi gereken birkaç eşyanın olduğunun bilincine vararak askıdaki bir karış kadar olan kıyafetlere baktığında bükülen alt dudağıyla iç çekti. Bu kadar ufak şeyleri o minik insanların giyiyor olması, üstelik içinde de çok şirin gözükmeleri akıl işi değildi doğrusu. Sertçe yutkunup yandaki zıbına uzandığında karnını sarıp parmaklarının üzerine yerleşen elle beraber hızlıca dirseğini hemen arkasındaki bedenin karnına geçirip gerileyerek kaçtı.

'Elin ne ağır be hatun...' gözleri şaşkınlıkla karnını tutan Dağhan'la çarpışırken panikten elinde kalan zıbını da rafa bırakıp yaklaştı adama.

'Öyle sessiz sedasız yaklaşılır mı ya! Bir tarafın elimde kalacak!' kaşlarını çatıp elinden bir şey gelmeyeceğini bilerek kıvranışını izlediğinde Dağhan'da kendini toparlayıp baygın baygın süzdü kadını.

'Bir seksen siniri tepesine hızlı gelen kadın hangi ara Bruce Lee filmlerine transfer oldu?'

'Tartışma benimle, laf yetiştirme bana. İyi misin? Ağrıyor mu?' yüzünü buruşturup bakmaya başladığında Dağhan derin bir nefes aldı anında. Yok canım ne ağrısı altı üstü kolunun altında küçücük kalan kadın az önce karnına çekiç darbesi indirmişti. O darbeden çok yanında ufak tefek kalan beden nasıl oluyor da bunu becerebiliyordu orası canını yakmıştı. Kaldı ki Pera'nın elinin ağırlığını göre göre korumalara ihtiyaç olup olmadığını da sorgular hale gelmişti. Çünkü bu sıralar genelde hızlı atan tepesinin tası sayesinde susmadan konuşması ve elinin hayli ağır olması çevresine zaten birilerinin yaklaşmasını engellerdi.

'Azıcık daha sert vursaydın seni kaçırmak için aşırı gerekli ve gerçek bir sebebim olacaktı. Hastanelik olmam gibi mesela.'

'Hadi yine iyisin. Yıkılmadın ama bir ufak sarsıldın.' Pera da artık durumun ciddiyetten çıktığını fark edip gülerek başını salladığında Dağhan kahkaha attığı gibi kendine çekti bedenini.

'Yıkılsam da ayaklarının dibine olsun.'

'Kıroluk ile romantiklik arasındaki çok ince çizgiyi dirençle koruyorsun.' Göz devirip gülümsediğinde az önce rafa bıraktığı zıbını alan Dağhan'ı göz ucuyla süzdü Pera. Ancak adam bir arkasını çevirmiş, bir önüne döndürmüş daha sonra da sonuca varamamış olacak ki kaşlarını havalandırarak geriletip bakmıştı el kadar şeye.

'Bu ne?'

'Olduğumuz mağazayı hesaba katarsak sence?'

'Toz bezi?' Dağhan hala havalanmış halde duran kaşlarıyla gözlerini kendine çevirdiğinde Pera'da dilini damağına vurarak cık sesi çıkararak süzdü.

'Bebek kıyafeti olamaz değil mi?'

'Bence mümkün gibi.' tepkisini süzmeye devam ederken adamın kaşları usulca çatılmaya başladığında başını sağa sola sallamayı da ihmal etmeyişine gülümsedi.

'Saçmalama Pera...' hala şaşkınca inanmayarak bir o kadar da garipser halde elindeki zıbını süzüyordu ki kadın başka bir askıyı alarak önlerinde tuttu.

'Çok mu enteresan?'

'Güzelim, bu çocuk bu kadarsa biz tutamayız ki. Koluna bacağına bir şey olur. Oyuncak bebek mi bu?'

'Tutarız... Gerçi bize sıra gelir mi biliyorum ama...' kendi elindekini de Dağhan'ın elinin üzerine bastırarak aşağı indirdiğinde ileride nedense yürüteç bakan kadınları işaret ettiğinde adamın derin bir nefes aldığını hissederek gülümsedi.

'Sence bir çocuğu kaç kişi büyütürüz?'

'Bakalım... Annen, annem, Afitab hanım, Elfe, Nida... Burada olmayan gerçekleri de hesaba katalım... Babam, Deha, Pamir... Az kalsın atlıyordum... Deniz... Saymadığım kaldı mı?' Dağhan başını sağa sola sallarken dudaklarında dilini gezdirerek bakışlarını adama çevirdi, 'Dokuz, bizimle on bir. Doğduktan sonra Deva'nın ablalık iç güdüleri ayağa kalkarsa on iki.'

'Sen doğururken dokuz doğuracak beni hesaba katarsak daha fazlayız.' Pera anlayışla başını sallayıp onay verdiğinde az önce yürüteç başında olan kadınların mama sandalyelerine ilerlediğini görerek göğsünü hareketlendirecek şiddette nefes almayı engelleyemedi.

'Mama sandalyesinden sonra ilkokula başlarken kullanması için sırt çantası bakacaklar, beni kaçır sevgilim. Ne olur beni kaçır ve dinlenebileceğim bir yere götür...'

'Memnuniyetle...' olayların mühim konuma ulaştığını görerek gülümseyen adam elindeki zıbını da alarak beş kadına yaklaşmaya başlamıştı belini sardığı kadınla. İlk kovulduğunda gitmesinin hata olduğunu zaten biliyordu fakat Pera'yı bu kadar kısa sürede perte çıkarabileceklerini tahmin edememişti.

'Niye geldin oğlum sen?' annesinin bir anda kendisini görmesiyle verdiği tepki kaşlarını havalandırdı Dağhan'ın. Bu kadar sene boyunca illa ki gel diyen kadının şimdi dönüp niye geldin demesi elbette garip gelecekti. Tamam bir gün çocuğu olursa, torunun baldan tatlı olacağını düşünmüştü ancak pabucunun bu kadar hızlı dama atılacağını asla aklına getirmemişti.

'Beni istemediğini düşünmeye başlıyorum anne.' İmalı ses tonuna rağmen asıl konudan uzaklaşmamak için kendini süzen her bakışı iyice süzerek gülümsedi, 'Neyse. Ben Pera'yı almaya geldim, hastanede randevumuz vardı da, aklımızdan çıkmış tamamen.'

'Daha geçen hafta gitmediniz mi siz?' Derya hanım tek kaşını kaldırıp baktığında Pera hatırladığı detayla gözlerini devirerek baktı annesine. Bugün Derya hanıma herhangi bir günün şu saatinde neredeydim diye sorarsa emindi ki bir not defteri çıkarıp tuttuğu çeteleden bulurdu kadın. Çünkü işte olduğu zaman diliminde bile on beş dakikada bir arayarak konum bilgisi istiyor ve buna da bahane olarak tansiyonun falan düşerse bileyim diyordu. Bir ara hızını alamayarak canlı konum istemesini ise Elfe'yle şaşkınlıkla izlemişlikleri mevcuttu.

'Bu kan değerleri için. Eminim çok yapmanız gereken şey vardır ancak bence siz de çok sağlam halledersiniz. Sonuçta Pera'nın ne sevip ne sevmediğini biliyorsunuz. Biz gidelim.' Destek istercesine kadının belindeki elini hafifçe sıkılaştırdığında gülümseyerek başını sallamasıyla ortamdaki herkesle vedalaşıp ilerlemeye başladılar.

'Bunlar sürekli gerekecek değil mi?' Dağhan hala elinde tuttuğu iki zıbını havaya kaldırdığında Pera usulca başını sallayıp onay vermişti ki kadını da kendisiyle beraber kasaya sürükleyip iki parçayı aldığı gibi çıkardı dışarı.

Sahilden evin içine kadar ulaşan dalga sesleri, tamamen açılmış veranda kapısından yüzüne değen rüzgâr, üzerlerine çektikleri battaniyeyle kadın başını yasladığı göğse daha çok sokuldu. Dağhan'a dinlenebileceğim bir yer derken kesinlikle böyle bir sonuçla karşılaşacağı aklına gelmemişti ancak şu an asla da mutsuzum diyemezdi. Neredeyse bir saatlik yolda uyuyup kalmış olsa da adamın kollarındayken gözünü araladığında gördüğü eşsiz manzara dilinin tutulmasına neden olmuştu zaten.

'Burası muhteşem...' mırıldanıp parmaklarını adamın göğsünde gezdirdiğinde kapattığı gözleriyle daha çok hissettiği yüzüne vuran rüzgâra tebessüm etti. Çok geçmeden saçlarını okşamaya başlamış parmaklarla derin bir nefes aldığında başının üzerindeki dudaklar da olduğu gibi kalmıştı oracıkta.

'Merkezi alanlara çok uzak, yoksa tamamen yaşamak için en favori mekânım olabilir herhalde.' Geldiklerinden beri oturdukları koltuktan kıpırdamamış olmaları sayesinde etrafa göz atamamıştı Pera. Ancak gözünü araladığı ilk sıralarda da sıcacık evin aslında ne kadar huzurlu olduğunu da fark etmişti. Sahil kenarında, denize bu kadar yakın, kulübe denilemeyecek kadar büyük ahşap bir yapıydı. Uzandığı yerden görebildiği kadarıyla asma katındaki yatak odası dışında herhangi bir oda yoktu. Bir de açık mutfağa girmeden önceki kapı vardı fakat orasını da banyo diye tahmin ediyordu.

'Seni bu kadar yıpratabilme ihtimalleri aklınım ucundan geçmezdi.' Saçlarının arasındaki dudakların hafifçe kıvrıldığını hissettiğinde araladığı gözleriyle bakışlarını Dağhan'a çevirdi.

'Her biri on kaplan gücünde, sen hesap et.'

'Gidip hiç kimsenin haberi olmadan nikahı basma ihtimalimizi değerlendirelim mi? Benim için sorun yok ama sen yoruluyorsun.'

'Nikahı bassak bile o organizasyonu her hâlükârda yaparlar.' Umutsuzca dudağını büküp tekrar gözlerini sahilin simsiyah olmaya başlamış haline çevirdiğinde sırtını okşamaya başlayan parmaklarla dudaklarını ıslattı.

'Ben bu mevzulardan anlamıyorum ama bebek konusu. Yani... Ona almamız gerekenler, hazırlamamız gereken ortam, Deva'yı gerçekten duruma adapte edebilmek için yapmamız şart olan şeyler...' adamın sesindeki tedirginlik, bilinmezlik, çekingenlik o kadar belli oluyordu ki göğsünü şişirecek kadar derin nefes almasa bile anlayabilirdi Pera. Işıldayan hareleriyle başını tekrar kaldırdığında tek kaşını kaldırıp süzdü Dağhan'ın yüzünü.

'Korkuyorsun...'

'Korkmuyorum.'

'Dağhan...' uzandığı yerden sakince doğrulup bacaklarını da adamın bacaklarının üzerinden atarak gülümsemeye başladığında devam etti konuşmasına, 'Korkman kötü bir şey değil. Ne yapacağın bilmemen çok doğal.' Yaklaşık iki saat önce telefonda kendine kükreyen kadının bir anda anaç hale bürünmesiyle dirseğini koltuğun sırtına yaslayarak omuz silkti usulca.

'Gerçekten normal mi yoksa beni rahatlatmak için mi öyle söylüyorsun?' koltuğa yasladığı koluna elini yumruk yapıp şakağını da dayadığında kendine hala saf gerçeklikle bakan Pera'nın koyu kahve harelerini inceledi.

'Gerçekten normal. Hem tek korkan sen değilsin ki.' Usulca omuz silktiğinde Dağhan dikkat ve şaşkınlıkla süzdü.

'Başka kim korkuyor?'

'Ben mesela...' kaşları imkansızmış gibi çatılmaya başladığında Pera'nın dudaklarını ıslatması bir olmuştu.

'Evet bende korkuyorum. Garip gelebilir ama korkuyorum. Çünkü Deva'yı ben büyütmedim. Onun için alışveriş yapmış olabilirim ancak aklım o kadar havadaydı ki hiçbir şey hatırlamıyorum inanır mısın? Elfe ile ilk yaptığımız alışverişte çok anlamsız şeyler almıştık tek bildiğim bu.' Sıkıntıyla nefesini bırakıp kırgın bir gülümseme yüzüne yerleşmeye başladığında şakaklarına dökülen saçını çeken parmakların zarif hareketiyle gözleri Dağhan'ın elalarına tekrar yöneldi.

'Nasıl böyle sakin kalabiliyorsun o zaman?' omuzuna dökülen saçlarını bu kez kendisi geriye ittiğinde merakla bakan adama yaklaşıp dudaklarından da bir öpücük almayı ihmal etmedi.

'Sen de sakin görünüyorsun ama değilsin. E bende öyleyim. Hatta çocuk büyütmüş annelerimiz, Aftitab sultan, Elfe ve Nida... Hatta Pamir ile Deha bile korkuyor. Farkında değil misin?'

'Onlar neden korkuyor ki?' sorusuyla kaşları daha çok çatıldı adamın. Anlamlı gelmiyordu. Kendi içerisinde acaba bir şeyi yanlış yapar mıyım, ya yeterli gelmezsem, doğru mu yapıyorum soruları dolaşırken bütün bu insanların neden korktuğunu hiç ama hiç anlamamıştı. İçindeki garip hissiyat Dağhan'ı esir alırken doğru bir baba olmanın doğru insan olmaktan geçeceğini biliyordu fakat ne olursa olsun eksik kalacağı düşüncesi içini kemiriyordu, peki ya diğerleri için bu tedirginliğin sebebi neydi ki?

'Bebek bu, dördüncü kez olsa bile korkacağız, hepimiz. Sence bu kadar tedirgin ve heyecanlı olmasalar daha karnımda olan çocuğa yürüteç bakarlar mı?'

'Bakmazlar mı?'

'Bakmazlar tabi ki. Hissettiklerimiz, heyecan, mutluluk ne kadar normalse korku da o kadar normal.'

'Peki ne yapmamız gerekiyor? Çok boş gibi hissediyorum kendimi. Zerre bir şey yapamayacakmış gibi, matematikteki etkisiz eleman gibi.' Adam tekrar omuz silktiğinde Pera'nın ince parmakları da yüzüne uzandı. Usulca baş parmağıyla yüzünü okşadığında çekebileceği bütün oksijeni ciğerlerine doldurarak süzdü Dağhan'ın elalarını. Çoğu şey bu kadar düşünen bir adamla beraberken önemini yitiriyordu. Asıl etkisiz eleman düşünen bir adamdan sonra detaylar oluveriyordu.

'Şöyle yapacağız... Deva için okuldaki danışmanla görüşüp pedagog gerekiyor mu öğrenip ona göre hareket edeceğiz. Gerekirse kendimiz için de terapist ayarlayacağız. Daha sonra da önümüzde nereden baksak altı ay gibi bir süreç var, yavaş yavaş her detayı hazırlayacağız.'

'Detaylardan haberdar değilsem?' Dağhan'ın üzerindeki o gergin halde kalktığında Pera kıkırdayarak baktı adama.

'Son yıllarda müthiş bir teknoloji revaçta. İsmi de internet, Google amca diye bir şey var, her şey hakkında fikri var inanabiliyor musun?' gözlerini belerterek konuştuğunda Dağhan bir çırpıda kendine çekti kadını. Her şey olacağa varır, su akar yolunu bulur, hayat yazıldığı şekilde kendi izinden ilerlerdi ancak söz konusu böyle bir zamanken yaşanılacak her detayda insanın içini rahatlatacak kişilerle adım atmak bambaşka bir yere sürüklerdi durumu.

İnsan omuzlarındaki yüklerle ilerlemeye alışkındı. İnsan korktuğunu bulmaya, o korkusuyla yüzleşmeye hazırdı. İnsan kötü olan her detaya karşı dimdik veya dizleri üzerine çökmüş halde karşı karşıya kalırdı. Ancak insan yanında olup gönlünü emanet ettiğiyle beraber yüzleşirse gerçeklerle durum kolaylaşabilirdi. Yükler, korkular, kötü olan detaylar, düşüp kalkmalar geçer giderdi fakat insan doğası gereği omuzundaki eli unutmazdı.

Dağhan yaşamadığı babalığı ve kendisine öğretilmeyen karşılıksız sevgiyi öğrenme çabası içerinde kavrulurken omuzundaki elin sahibini çok net bir şekilde görüyordu. Pera, dünü de, bugünü de, sonrası da olacak kadın. Gözyaşıyla, diş sıkmasıyla, direnciyle hatta dirençsizliğiyle bir adım sonrası Pera olacaktı. Kendi hayatına adım attığı gün kadın farkında olmasa da Pera vardı, hayatının son bulacağı noktada da o olacaktı.

Biraz kafa dinlemişlik, bir nebze de Pera'nın dinlenmişliği ile tekrar eve döndüklerinde zorla dayatılan yemeğin ardından etrafı iyice süzdü Dağhan. Yemekten sonra Alain nedenini anlayamadığı bir şekilde hadi balkona çıkalım demiş ve son on dakikadır oturdukları yerde tek kelime etmemişlerdi. Derin bir nefes alıp sıkıntıyla bıraktığında göz ucuyla Alain'i süzmeyi ihmal etmemişti ki adam anında ayaklanıp içeri girdi.

'Allah'ım inşallah vazgeçtim vermiyorum kızımı demez. Şurada kalpten giderim vallahi.' Gözlerini tavana çevirip mırıldandıktan sonra ayak sesiyle omuzlarını oynatıp kendine gelmeye çabalamıştı ki Alain elindeki iki bardakla balkona tekrar gelip sehpaya bırakmış ardından köşedeki ahşap dolaba ilerleyerek bir de şişe alarak az önce kalktığı yere oturmuştu. Dağhan'ın bakışları bir adamda bir de elindeki şişeyi kendine uzatmasında gezindiğinde ne olduğunu algılayamasa da alarak açtı.

'Jack Daniel's...' Alain'in mırıldanmasıyla kaşlarını havalandırıp başını sallayarak onay verdiğinde adam iki kadehi de kendine doğru itmişti.

'Biliyor musun hikayesini?'

'Senden de dinlemek isterim.' İki kadehi de doldurup sessizliğin bozulmuş olmasına minnettar halde kadehin birini Alain'e verdiğinde adam dudaklarını ıslatıp gözlerini dışarıdaki ışıl ışıl şehre çevirdi.

'Rock'n Roll'un tarihi Jack Daniel's'ın damlaları ile başlar derler. Çoğu filmde ikon olarak kullanılmıştır. Tıpkı üreticisi gibi, asi, yenilikçi, özgür ruhlu ve güçlü karakterlidir. Tennessee'de doğup annesi hayatını kaybettikten sonra kendisiyle beraber 10 çocuğa sahip babası başka biriyle evlendiğinde tahammül edemeyip altı yaşında evden kaçan Jasper Newton Jack Daniel tarafından üretilmiştir. On üç yaşında Lynchburg şehrine çalışmak için gidip babaları Dan Call olan vaiz ve viski üreticisi ailenin yanına yerleşmiş. Dan Call ruhani çalışmalarına ağırlık vermek adına henüz on üç yaşındaki Jack'e imalathanesini satmış.' Bakışları tekrar Dağhan'a döndüğünde parmakları arasındaki kadehten bir yudum alıp şehrin ışıklarına çevirdi gözlerini.

'Jack maliyeti yüksek olduğu halde akça ağaç kömürü ile damıtılıp viskinin yumuşatılması gerektiğini düşünen biriymiş. Tehlikeli olmasına rağmen Amerikan iç savaş döneminde her iki tarafa da cesurca kömürde yumuşatılmış viski satarak kusursuz hale getirmiş bu işi. Fakat zamanla Lynchburg'daki bir mağaradan akan kaynak suyunu kullanmaya başlamış. Bu su demir içermediği ve tüm sene boyunca sabit 26 derecede akıyormuş. Güçlü ve dik başlı olduğu için devletin vergi getireceğini tahmin ederek 1866 yılında damıtım evini yasal şekilde tescilleyen ilk alkol üreticisi olmuş. Önce mantar tıplı sürahiler, sonra cam şişeler... Fakat Jack ürettiği viskinin diğerlerinden çok farklı olduğunu bilerek şişesinin de farklı olmasını istemiş ve 1985 yılında aradığını bulmuş. Boyu sadece 158 santim olan yirmi bir yaşındaki adam dizlerine kadar inen frank giymeye başlayarak kendi üniformasını da seçmiş bulundu. Fakat bu ilginçliği sadece yaşamı değil, ölümüyle devam etmiş. 1905 yılında işe gittiği bir sabah kasanın şifresini unutup tekmelemeye başladığında kırılan ayak parmakları ve eşlik eden kangrene dönüşmesiyle 10 Ekim 1911 tarihinde hayatını kaybetmiş.' Dağhan başını onaylarcasına salladığında Alain kalan birkaç yudumu da tepesine dikip gülümseyerek ona baktı.

'Şimdi Alain bana bunu neden anlattın diyebilirsin. Ben olsam derdim.'

'Bende diyorum açıkçası.' Kenardaki sigarasından yakıp kendi biten kadehiyle beraber diğerini de tazelediğinde adam derin nefesini bırakıp yeniden dudaklarını ıslattı.

'Öldüğü halde 70 yıldır tüm dünyaya ismini duyuran bir miras bırakmış. Kötü bir zehrin içinde en kalitelisini yapmaya çalışmış. Şimdi baba oluyorsun Dağhan. Hatta Deva ile ilişkine baktığımda çoktan olmuşsun da diyebilirim. Dünyaya duyulsun duyulmasın iki tane miras bırakacaksın. O iki mirasa kaliteli davranman gerek. Ne hissettiğini biliyorum.' Son cümlesiyle Alain'e daha da dikkat kesildi Dağhan. Baştan beri ne hissettiğini, ne yaşadığını biliyordu Alain. Karşı çıkması kadar karşısına alıp konuşmalarıyla beraber bire bir yansımasını görür gibi oluyordu bu adamda. Sadece Pera'yı sevdiği için değil, Alain ona gerçekten bir değerle yaklaştığı içindi bu gördükleri.

'Koruyorsun, çekiniyorsun, hatta kendinden emin olamıyorsun. Dünyaya bırakacağın iki mirasın sana kazandırdıklarını tekmeleme Dağhan. Kork, küs, ağla, bağır fakat birikimlerine ulaşamadığın gün geldiği zaman olduğu yeri tekmeleme. Baba olmak bizim gibi adamlar için zordur, hem de çok zor... Çünkü nereye soracağımızı bilemez, bilmediğimiz gibi kadere de böyle ilerlediği için kızarız.'

'Baba olmaktan korkmuyorum. Yetememekten korkuyorum ben. Alain, bu çok garip geliyor.'

'Nasıl garip?' yüzündeki gülümseme meraktan değil de aslında bildiklerini anlatacağı içindi sanki. Dağhan elindeki kadehi sehpaya bırakıp sıkıntılı nefesini bıraktığında gözlerini yeniden etrafta dolaştırdı.

'Arafta gibi... Bir ipin üzerinde yürürken o kadar odaklıyım ki iki yanımda olan bitene dönüp bakamıyorum. Eksik kalan, görmediğim bir şey olacak ve ben destek veremeyeceğim diye ölesiyle korkuyorum.'

'Sana çocuklar ve kadınların ortak bir yönünü söylememi ister misin?' sorusuyla başını anında onaylarcasına salladı.

'Kalbinden gelerek başını okşaman bir çocuğun ve kadının her zaman tam hissetmesini sağlar.'

'Bu kadar basit olamaz tüm bu şeyler.'

'Bu kadar basit.' Başını kendini tastiklercesine salladıktan sonra gülümseyerek Dağhan'a döndü, 'Yürüdüğün o ipten gözlerini çek, başını kaldır ve ileriye bak Dağhan. Ne sağ, ne de sol tarafında değil tam karşında duruyor olacaklar.'

'Ya beceremezsem?'

'Hata yap, düş, tutun, tekrar tırman, ellerin, dizlerin yaralansın fakat tek derdin karşıya ulaşmak olsun. Ulaştığında sarıl ve saçlarını okşa. İnan başka bir şeye gerek kalmayacak.'

'Böyle bir şey mi baba olmak?' sorusuyla Alain dikkatle kendini süzdüğünde açıklama yapmak adına araladı tekrar dudaklarını, 'Yani hep ileriye bakmak mı?'

'Baba olmak omuzunda olan elini hissettirmek. Elin orada değilken bile...' sertçe yutkunup başını salladığında Alain tekrar kadehi tepesine dikip derince soluklanarak arkasına yaslandı. Tümüyle gecenin karanlığında kalmış balkona dışarıdan yansıyan aydınlatmalara rağmen iki adam içlerindeki simsiyah gökyüzüyle çatışıyorlardı. Birisi gökyüzünü eğitmiş, diğeri eğitmeye başlamıştı. Aynı yolun zifirisinden geçmiş iki bedenken hayatlarında eksik olan yanları tamamlıyorlardı. Dağhan baba eksikliğini Alain'le, Alain ise bir oğlunun olmayışının eksikliğini Dağhan'la. Öyle veya böyle bir şekilde hatalarıyla doğruyu bulma çabasına girmek çok kanatsa da usul usul yaranın tedavi olmasını sağlardı. İki adam için de olduğu gibi kavlamasını sağlayıp kanattıkları yaraların defalarca üzerinden geçmişlerdi, bundan sonra iz kalsa da görmezden geleceklerini bilerek.

'Sakla, sakla, sakla...' Dağhan şaşkınlıkla odasına dalan Pera'yla göz göze geldiğinde kaşları çatılsa da anlamamış haliyle ayaklandı koltuktan. Kadının sırtını yasladığı kapıda gözlerini gezdirdiğinde gözlüğünü de çıkarıp masadaki dosya yığınının üzerine bıraktı.

'İyi misin güzelim?' sanki arkasında durduğu kapı zorlanıyor gibi hala oradan ayrılmadığında başını sağa sola sallamaya başladı.

'Geldiler.'

'Kimler?'

'Dış güçler.' Aldığı ilk cevaba kaşlarını kaldırarak karşılık verdiğinde Pera'nın kapının kilidini çevirmesiyle koltuğa ilerleyişini izledi, 'Kim olacak annemler.' Kadın iyice kendini kaybetmişti. Kaldı ki büyükler de bu konuda baş rol olmaktan hiç çekinmiyorlardı.

'Biraz aşırı tepki vermiyor musun sence?' Dağhan bir umut diyerek mırıldandığında Pera devirdiği gözleriyle süzdü adamı. Şaka mı yapıyordu Allah aşkına. Tüm gün kendini esir alsalar ne hissedeceğini veya ne tepki vereceğini biliyor muydu bu adam.

'Sen ilgilenmek ister misin bu konuyla, eminim tepki vermezsin?' tek kaşını kaldırıp daha da dikkat kesildiğinde Dağhan omuz silerek karşısındaki koltuğa yerleşip masadaki bir yığın halinde duran dosyaları işaret etti.

'Bunlar kadar kafa bulandırmaz eminim ki...'

'Denemesi bedava, benim odamdadırlar muhtemelen. Yanlarına gidip denesene?' kıstığı gözleriyle beraber meydan okurcasına izlemeye başladığında Dağhan'ın bu rahat hali benliğini kendinden alıyordu. Sadece yarım saat veriyordu, sadece yarım saat sonra adamın dönülmez akşamların ufkunda olduğunu fark ederek geri döneceğinden o kadar emindi ki bir an önce yanlarına giderse çokta sevinirdi.

'Denerim... Altı üstü davetiye, ikram, ne bileyim şeker falan seçilecektir.'

'Büyük bir zevkle dönüşünü bekliyor olacağım.' Az önce olan tedirgin halinden iyiden iyiye sıyrıldı kadın. Madem yapabileceğine dair inancı vardı, o zaman gitsin ve nasıl dünya tersten görülür öğrensindi. Bakışları masadan gözlüğünü ve telefonunu alan adamı incelemeye devam ederken bacaklarını da ortadaki sehpaya çıkarıp gülümseyerek odadan çıkışını izledi. Altı üstü diye tabir ettiği şeylerin sadece altının ve üstünün değil aynı zamanda sağı ile solunun olduğunu da öğrenmesi bu bahaneyle olurdu. Kapı vurulup tekrar açıldığında Ezgi'nin tebessüm eden yüzüyle derin bir nefes aldı.

'Size bir şeyler ikram etmemi ister misiniz Pera hanım?'

'Bana değil ama sen birazdan Dağhan beye buz gibi bir bardak su hazırla olur mu? Bir de odamdan çaktırmadan bilgisayarımı getirmelerini istersen çok sevinirim.' genç kadın anlamasa da dışarı çıktığında başını geriye atıp derin bir nefes aldı. Her şeyi anlardı, davetli listesini, ikramları, davetiyeyi, çiçeği çikolatayı ancak neden protokol ağırlanmayacak bir davette sandalyedeki tül ve kurdelenin rengini kendileri seçmeliydi, onların da bir ahenk içerisinde olmaları niye şarttı zerre fikri yoktu. Dahası Elfe düğün organizasyonu bende diye atlarken neden her fırsatta kendini buluyordu bu konu? Sonuçta Elfe yıllardır dostuydu, sevdiklerini, sevmediklerini, gerek görüp görmeyeceği her detayı biliyordu kadın. Ancak inatla ve dirençle hala kendini durumun ortasına atması tansiyonunu düşürecek hale geliyordu.

Birden açılan kapıyla başını yasladığı koltuktan kaldırdığında içeri giren adamla bacaklarını sehpadan indirdiği gibi kaşlarını çattı. Gözleri arka taraftaki tedirgin Ezgi'yi bulduğunda onun da içeri dalmasıyla beraber ne olduğunu şaşırmış halde süzdü yüzü maske takılmış gibi ruhsuz duran adamı.

'Kalaycı nerede?' kaşları duyduğu soruyla istemsizce çatılırken durumun pek iç açıcı olmadığı gerçeğiyle yüzleşerek hızlı bir beyin fırtınası yapma mecburiyetindeydi yoksa birazdan gözleri dolu dolu olan Ezgi ağlarken kendisi de ağlardı.

'Bakır kalaycısı mı? Bu caddede yok ama bir alt sokakta olabilir.' Karşısındaki hödük bir herifken dumura uğratması şarttı öyle değil mi? En nihayetinde ufak bir kafa karışıklığı birkaç saniye bile olsa zaman kazandırırdı yoksa işler hiç ama hiç iyiye gidecek gibi durmuyordu.

'Dalga mı geçiyorsun benimle! Dağhan Kalaycı nerede!' adamın uzandığı belinden çıkardığı silahla Pera çoktan içinden güçlü ol kızım, sen yaparsın, sağlam kalırsın çığlıklarını da dinlemeye başlamıştı. Yüksek güvenliği olan bir şirkete bu herifin nasıl girdiğini çözemese de şimdilik burada oluşu ve çok zaman geçmeden birilerinin olaya müdahale edeceğini iyi biliyordu. Hiç yoktan en kötü umudu o güvenlik kamerasından gözünü ayırmayan Ceyhun'dan yanaydı.

'Yooo. Siz bana Kalaycı dediniz bende size anladığım kadarıyla cevap verdim. Silah güzelmiş bu arada, modeli ne?' gülümseyerek adamın parmakları arasında kendine namlusu yönelmiş namluyu işaret ettiğinde Ezgi'nin şokla bakan gözleri de yerli yerinde girmişti devreye.

'Son kez soruyorum! Dağhan Kalaycı nerede!'

'Birkaç kez daha sınırlarımızı zorlarız bence. Hem ne bu asabiyet canım, bir kahve ikram edelim. Böyle sinirle, stresle çok uzun yaşamazsınız siz.' Adımlarını sakince masanın arkasına yönlendirmeye başladığında bir eli telefona uzanırken diğer elinin parmakları çoktan masanın altındaki tuşu bulmuştu. Eğer ki Ceyhun şimdiye kadar fark etmediyse bir şekilde gözünü açmalıydı yoksa herifi biraz daha gıcık ettikten sonra kafasına sıkılması çok zaman almazdı.

'Çay, kahve?' karşısındaki bedenin dumur olduğu yüzünden anlaşılmasa kendisi de bu kadar sakin olamazdı muhtemelen ancak bunca zaman bela paratoneri olduysa bu tiplere de bünyesi alışmıştı. Muhtemelen karşısındaki herif kendini küçük, cılız, korkak, karşısında tir tir titreyecek bir kadın olarak görüyordu. Ancak tepkisinden de anladığı kadarıyla umduğunu bulamayan hali bir miktar şoka girmesine neden olmuştu. En azından afallayan suratı bunu söylüyordu.

'Lan!'

 

Loading...
0%