Yeni Üyelik
49.
Bölüm

Bölüm 47 - Elli Kez Falan Vurdular Seni

@biceruvar

Holaaaa... Ben geldim ey canlar... Kalp krizi eşiği bir yerde bitirdiğim bölümün devamıyla koştum sizlere. Fazlaca da özledim... Koca koca koşturmalar arasında kaybolurken nasıl oluyorsa bir anda Tezer Özlü'nün dediği geliyor aklıma; Tenhalığı seviyorum, sık görüşülmeyen ama bağı da koparılmayan dostlukları, sakin mekanları, kendimle kalmayı, kendimi saklamayı ve de sınırlarımı... İşte tıpkı sizleri de böyle güzellikler ve benlikler içerisinde özlüyorum. Şu satır aralarına kendimi atmak, defalarca sizler için okuyup okyup düzeltmeler yapmak beni nasıl mutlu ediyor kırk gün anlatsam bitmez... O yüzden diyorum ki... Umarım dilediğiniz gibi bir bölüm olmuştur...

Söylemediğim zaman tamamen unutulduğunu görerek, ki etkileşimi de hesaba katarsak zaman harcıyorum, bir beğeni, iyi veya kötü(yapıcı eleştirisel) şekilde yorumunuzu eksik bırakmayın...
Unutmadan daha hızlı haberdar olabilmek, hikayeler hakkında story, reels ve iletişime geçebilmek adına,

Instagram: BiCeruVar

------------------------------------------------

'Birkaç kez daha sınırlarımızı zorlarız bence. Hem ne bu asabiyet canım, bir kahve ikram edelim. Böyle sinirle, stresle çok uzun yaşamazsınız siz.' Adımlarını sakince masanın arkasına yönlendirmeye başladığında bir eli telefona uzanırken diğer elinin parmakları çoktan masanın altındaki tuşu bulmuştu. Eğer ki Ceyhun şimdiye kadar fark etmediyse bir şekilde gözünü açmalıydı yoksa herifi biraz daha gıcık ettikten sonra kafasına sıkılması çok zaman almazdı.

'Çay, kahve?' karşısındaki bedenin dumur olduğu yüzünden anlaşılmasa kendisi de bu kadar sakin olamazdı muhtemelen ancak bunca zaman bela paratoneri olduysa bu tiplere de bünyesi alışmıştı. Muhtemelen karşısındaki herif kendini küçük, cılız, korkak, karşısında tir tir titreyecek bir kadın olarak görüyordu. Ancak tepkisinden de anladığı kadarıyla umduğunu bulamayan hali bir miktar şoka girmesine neden olmuştu. En azından afallayan suratı bunu söylüyordu.

'Lan!' içeri hücum edercesine dalan Dağhan'la içi rahatlasa da kendini bırakmadan gülümseye devam etti Pera. Zayıf halka olmak en açık hedef olmaktı. Bu sadece iş yaşantısında geçerli değildi belli ki. En azından hala ölmemiş olması bunu destekliyordu.

'Çıkın dışarı.' Dağhan parmakları arasına sıkıştırdığı soğuk metali adama doğrulturken Ezgi ve Pera'da gözlerini gezdirip çenesiyle kapıyı işaret ettiğinde Ezgi anında Pera'ya döndü.

'Sen çık Ezgi'cim.' Elbette kendisi terk etmeyecekti ortamı. Çok değil birkaç hafta sonra şirket basan herifin karşısındaki adam eşi olacaktı, sadece basın değil bu tipler de durumdan haberdar olacaktı. Şimdi giderse, kaçarsa kendi de çocukları da açık hedef haline gelirdi. Ki bunu asla ama asla yapıp da evlatlarının bir koz olmasına göz yumamazdı.

'Pera. Sende.' Dağhan'ın bariton tınısıyla ilk kez karşılaşıyor olsa da yandan bir gülüş atarak süzdü adamı. Dalga mı geçiyordu kendisiyle. Bu odadan bu ses tonu ve soğuklukta konuştuğunda çıkacağını mı düşünüyordu sahi? Evet Dağhan şu an kendisini, sağlığını düşünüyor olabilirdi ama kadın olaylara çok daha geniş açıdan bakıyordu.

'Neden?' Dağhan ne kadar şaşırmasını gizlemeye çabalasa da göz ucuyla kendine baktığında Pera omuz silkerek tebessüm etmekten kaçınmadı. Tabi bu rahatlık biraz da namlunun ucu kendinden çevrildiği için olabilirdi.

'Sana çık dedim!'

'Emir kipinden ve yüksek sesten nefret ederim. Geldiğinden beri bu herifte öyle bağırıyor. Ne yaptığınızı zannediyorsunuz hiç anlam veremiyorum. Sesiniz yükselince korkutacağınızı mı zannediyorsunuz?' Pera bakışlarını az önce kendine silah doğrultan adama iğne gibi batırırcasına diktiğinde Dağhan'ın kükrememek için kendini zor tutan tavrının da, Ezgi'nin şok halinde kapının ağzında bekleyen halinin de farkındaydı.

'Kadın dırdırı çekmeyeceğim! Seni son kez uyarıyorum! İşimden elini ayağını çek! Tozunu bile bırakmam yoksa!' hala kükreme çabasında olan adama göz devirip kapıdaki Ezgi'ye başıyla çıkması için işaret verdi Pera. Genç kadının istemeyerek de olsa çıktığını gördüğünde derin bir nefes alıp hala bakışlarıyla birbirlerini oyan iki adama döndü.

'Sen kimsin de benim şirketimi basabiliyorsun it! Daha dün kapımda köpeklik yaparken tasman koptu diye adam mı saydın kendini de uluyorsun!'

'Fuat Kalaycı artık yok Dağhan! Sen de yoksun! Zaten bu alemde hiç olmamalıydın!' Pera usulca arkasındaki koltuğa yerleştiğinde bacak bacak üzerine atıp hala fiziken bir tepki göstermemiş adamları da incelemeye başladı. Dağhan'ın ne kadar sakin görünse de tedirgin olduğunun farkındaydı. Başlı başına kendisinin burada olması tedirgin ediyordu zaten. Ancak karşısındakine bakıyordu da ne tedirginlik, ne de ufacık bir şüphe yoktu. Sadece küçümseyici bakışlarıyla nefret eden hali dışarıdan okunabiliyordu.

'Bu alem var oldu olalı ben içindeydim Zemheri. Bilmediğin zamandan beri üstelik. Fuat Kalaycı'nın sırtına basıp tırmanma çabasındayken seni gördüm diye mi bu nefret?' zerre bir şey anlamamıştı Pera. Ölmüş bir adamın adını neden geçirdiklerini, Dağhan'ın şu an nefret ettiği babasını zamanında nasıl koruduğunu anlatmasını, ufacık bile anlamamıştı. Gerçekten de erkekler birbirleriyle böyle mi çatışıyordu yani? İki namlu birbirlerine dönükken, sadece konuşuyorlar mıydı? Baygın gözleriyle daha önce hatırladığı çekmecenin kilidini çevirdi ses çıkarmamaya çalışarak. Kaldı ki birbirlerine kilitli adamların şüpheleneceğini dahi zannetmiyordu. Ses çıkarmaması için bin bir dua ederken bir yandan da kendini sorgulamakla meşguldü.

Gerçekten bunu yapacak mıydı? Gerçekten de şu çekmeceden silahı alırken Dağhan'a diktiği şok olmuş bakışlarına rağmen o silahı alıp karşısındaki herife doğrultacak mıydı? Bildiği tek gerçek korunmasız göründüğü yerde bir ekosistem edasıyla çatır çutur yenilerek yok edilecek olmasıydı. Bir de hayatı boyunca asla ama asla aklına gelmeyecek şey, Marco'ya içten içe henüz kim, ne, neci olduğunu bilmediği dönemlerde gittikleri poligon adına teşekkür etmesi. En azından eli titremeyecek ve hayatı boyunca ilk kez birine silah doğrultmuş gibi gözükmeyecekti. Göz boyamak en önemli şey olabilirdi değil mi? İçinden defalarca kendi kendine telkin vermeye başladı Pera.

Sakin ol kızım.

Dirayet senin göbek adın.

Pera bu tipler ilk defa karşına çıkmıyor.

Pera bu tiplerden birisi de senin sevgilin.

Korktuğunu belli etme.

Vuracakmışsın gibi hissettir.

Hayır... Hayır... Soğuk değil! Korkunçta değil Pera!

Rahat davran kızım!

Titreyen parmakları sonunda tamamen kabzayı kavradığında dudaklarını ıslatıp hala gözlerini üzerlerine diktiği adamlara bakmaya devam ederek emniyetini de açtı. Çekmeceden çıkardığı gibi bacaklarına yerleştirdiğinde derin bir nefes alarak meselenin pes ettirmek ve silah ateşlenmeden o herifi buradan çıkarmak olduğunu tekrar geçirdi zihninde. Şu an kendisi dahi akıl hastası olduğunu düşünüyordu. Kesinlikle sıyırmıştı, kesinlikle.

'Sıkıldım.' Kaşlarını havalandırıp hala birbirlerine odaklı adamları süzdüğünde az önce dizine bıraktığı silahtaki parmaklarını sıkılaştırarak havalandırdı elini. Önce emniyetini açıp ardından silahın horozunu çektiğinde çıkan sesle az önceden beri kendinde olmayan bakışlar döndüğünde yalancı gülümsemesi de yüzüne dağıldı.

'Siz bir şey yapacak mısınız? Ben mi bu işe son vereyim?' dışarıdan görüntüsü oldukça rahat, umursamaz hatta her dakika böyle bir olayın içine düşer gibi görünse de birisi Pera'ya gerçekten tepe taklak olan organlarını da sormalıydı. Dağhan'ın sıkıntılı bakışları kadının rahat tavrıyla dumur olsa da Zemheri denilen adam çoktan kaşlarını çatmıştı bile.

'Sana kimse aptal olduğunu söyledi mi? Kaşların çatık bana bakma gafletinde bulunuyorsun ancak adama çevirdiğin silahın emniyeti hala kapalı. Gerçekten bu meselelerde parmağının olması imkansız gibi görünüyor.' Göz devirerek koltuktan kalkıp hala havada Dağhan'a doğru çevrili silaha doğru ilerlemeye başladığında birkaç adım sonra derin bir nefes alıp boştaki elini havaya kaldırıp parmaklarını oynattı.

'Daha emniyeti açmadan ölürsün, ikiye teksin, ver şunu hadi.' Parmaklarını tekrar ver dercesine oynattığında avucuna bırakılan soğuk metali aldığı gibi arkasına fırlattı. Zeminde çıkan gürültü umurunda değildi, şu herifin bir an önce buradan çıkması ve Pera'nın da küfür ederek elindeki silahı Dağhan'a fırlatması gerekiyordu.

'Kadın dırdırı Zemheri, kadın dırdırı öldürücü bir silahtır. Unutma.' Dakikalardır ortada olmayan Arjin dahil olmak üzere korumalar sonunda odaya girdiğinde yaka paça tuttukları herifle Dağhan'ın koyulaşmaya başlamış gözleri kendisini bulmuştu. Şirin bir kadın olamayacaktı, hele ki içinin dolu olup olmadığını bile bilmediği bir silahı tutan kadın olarak asla olamazdı. Dağhan'ın kendisine nasıl kükreyeceğinin bilincindeydi ancak öncesinde yaşadığı korku yüzünden olacak sarılmasında yumuşatırsa gazabından da kurtulabilirim diye tahmin ediyordu. Tek tek odadan çıkan ordu gibi adamlarla elindeki silahı anında Dağhan'ın göğsüne vurup rahat bir nefes aldı Pera.

'Sen...' tüm duruşuna rağmen eli ayağı içten içe titremiş şekilde kendini koltuğa bıraktığında elini de göğsünün sağ tarafına yerleştirip kapattı gözlerini. Dağhan'ın şoktan çıkmasını beklemek en makulüydü şimdilik.

'Pera sen ne yaptığını sanıyorsun!' sonunda gelmekte olan da geldiğinde göre sakinleştirmeye çalıştığı kalbi de durulduğunda bakışlarını adama çevirdi. Üste çıkacaktı, sonuna kadar üste çıkacaktı. Öyle veya böyle, ağlayarak veya bağırarak nasıl olursa olsun haklı çıkmalıydı yoksa Dağhan çiğ çiğ kendini yerdi.

'Akıllı mısın deli misin sen! Ne cesaretle yaptın bunu! Kendine bir şey olmasını önemsemiyorsun bari karnındakini düşün!'

'Bağırma bana!' delirmiş gibi tepesinde bağıran adama sinirli bakışlarını çevirip kükreyerek ayaklandı.

'Ne demek bağırma bana! Sana çık dedim! Şu siktiğimin odasından çık işte!'

'Bağırmayacaksın Dağhan! Ba-ğır-ma-ya-cak-sın!' resmen göğüs göğüse savaşıyordu adamla ancak üste çıkmasının da önüne geçen bir konu vardı gerçekler.

'Bu konuda bağıracağım! Ya sana bir şey olsaydı!'

'Bunu yapmasam o herif iki gün sonra karın olduğumda zayıf halkanın ben olduğumu öğrenecekti!'

'Şimdi açık hedefsin! Çok mu farklı!'

'Sadece şimdi ile yaşayamazsın! Şimdi açık hedefim ama korkmadığımı gördü! Madem başından beri bu işin içindesin benimle, çocuklarımla seni tehdit edememeliler!

'Bunu ben düşüneyim bırak da! Kullanmayı bilmediğin o kadar belli oluyordu ki! Kahretsin!' Dağhan az önce göğsüne çarpanla beraber kendi silahını da koltuğa fırlattığında tekmesini de gelişi güzel savurdu. Pera'nın buna kalkışmayacağını düşünmüştü. O aptal fark etmemişti ama yıllardır kullandığı o buz gibi şeyi kimin ne kadar tanıdığını on metre geriden anlayabilirdi. Kabul etmeliydi, başkasının yiyebileceği kadar iyi rol kesmişti ancak bu yeterli değildi, asla da olmazdı. Su tabancası değildi ki bu. Gerçekti, yaşamak ve ölmek kadar gerçekti üstelik.

'O herif anlamadı ama!' hala kendinden emin duruşuyla sabır çekti Dağhan. Hala inat edip bir de çemkiriyordu. Kafayı yemesi an meselesi olabilirdi.

'Yeni yetme bir herif elbette anlamaz! Ama hepsi öyle değil. Hepsi aynı numarayı yemez. Bunu-' fırlattığı silahları alıp karşısına oturduğunda elindekileri sertçe sehpaya vurarak sinirden koyulaşmış elalarını da Pera'nın dipsiz kuyu gözlerine çevirdi.

'Ya bilirsin! Ya bilirsin! Az bilmek diye bir kavram yok. Sen tehdit oluşturmamak için yaptın ama yaptığın daha büyük bir tehditti. Aklının ermeyeceği kadar büyük.'

'O ne demek öyle?' Pera az önceki çıkışlarına rağmen aldığı açıklamayla kaşlarını çattı anında.

'Bu şu demek. Birine silah doğrultup racon kestin diye işi bildiğin netleşmez. O götürdükleri herifi indirmediğim durumda peşine kaç kişi takarlar hesapta takipte edemezsin. Çünkü o yeni yetme senin sağlam silah tuttuğunu yayacaktı, tabi yaşayacak olsaydı.'

'Onu öldü-'

'Alacağın cevap hoşuna gitmeyecekse soru sorma. Bu yüzden sakladım, senden bu yüzden sakladım. Bir daha asla Pera, bir kez daha böyle bir ortama düşersek git dediğimde kafama silah dayamışlar bile olsa gideceksin. Sen benim kendimi kontrol edemediğim tek çizgisin. Anladın mı beni?' Pera sertçe yutkunduğunda karşısındaki işaret parmağı hala havada olan Dağhan'ı dikkatle süzdü.

'Anladın mı Pera? Bak sana böyle davranmak istemiyorum ama bu durumu gerçekten kavraman gerek.' Dudaklarını açamamanın hükmüne rağmen başını sakince salladığında Dağhan gözlerini sımsıkı kapatıp derin bir nefes aldı. Bildiği bir gerçek varsa böyle bir durum tekrar ettiği zaman Pera'nın yine durmayacağıydı. Şu an olan konuşma ne kadar kadını etkilemiş olsa da zamanında Pera'nın kanatlarının olduğunu, kendi kanatlarının altına sığınmayacağı kadar güçlü duruşunun gerçekliğini görmüştü. Ne kadar ürkütmemek, canını sıkmak istemese de durumun ehemmiyeti ortalık yere kırılmış bir cam vazo misali dağılmıştı.

'Kime ne anlatıyorum ki ben... Kime ne açıklıyorum acaba.'

'Ne?' çatık kaşları altından sonunda konuşan kadınla bakışlarını yeniden kaybolduğu gözlere çevirdi.

'Boşa konuşuyorum diyorum. Hamile olduğun halde böyle bir şeye atıldın, ikna etmek için şuradan atlasam yine de durmazsın, ben senin deli damarını bilmiyor muyum.' Şuracıkta oturup kırk saat anlatsa Pera şimdilik onay verecekti. O kadar uzun süredir tanıyordu ki kadını, aklına eseceğini yapıp gözü karalığıyla koşuşturacağını o kadar net bir şekilde biliyordu ki.

'O zaman neden anlatıyorsun?'

'Cahilliğime ver be sevgilim.' Tam da tahmin ettiği gibi omuz silkip gülümseyen Pera karşısındaydı işte. Az önce söyledikleri kadını sindirmemiş sadece rol yapmasına neden olmuştu. Ancak umursamazca neden anlattığını sorması dahi kanıtlıyordu gerçekleri.

'Peki ne yapacağız?'

'Ne yapacağız mı?' tek kaşını kaldırıp tebessüm ederek süzmeye başladığında vurulan kapıyla içeri giren Ezgi elindeki suları gösterdiğinde Dağhan onay verip bırakmasını bekledi.

'Ezgi, bugün olan tüm programı iptal et, Gökhan'a da haber ver, Pera hanımın programını da iptal etsin.'

'Nasıl isterseniz Dağhan bey.' Kadın odadan çıktığında Dağhan gözlerini merakla bakan Pera'ya yeniden çevirdi.

'Öncelikle ben yapacağım bunu aklından çıkarmayacaksın. Daha sonra da sana gerçekten şu şeyleri kullanmayı öğreteceğiz.' Sehpanın üzerindekileri işaret ettiğinde Pera'nın anlamayan bakışlarına maruz kalsa da önemli değildi. Madem durdurulması güçtü, madem bu kadar kararlı ve güçlü bir duruş sergilemek istiyordu o halde doğru şekilde yapmalıydı. An itibariyle halleri göz önüne alınırsa yakın koruma anlamında etkende bulunup yardımcı olamazdı fakat en azından gerçekten içinde silahların olduğu bu dünyada bu saçma sapan aletlerin nasıl kullanıldığını, daha doğrusu gerçekten kullanabiliyormuş gibi gösteriş yapmayı öğretmesi gerekiyordu.

Dünya üzerinde gerçek olan bir detay vardı. Duruş... Bir kişi zaman, yer, mekan gözetmeksizin duruşu, yürüyüşü, hatta gülümsemesiyle bile konuşmadan insanları tedirgin edebilirdi. Ufacık bir ters harekette bulunmadan omuzları dimdik yürüyen bir kadın özgüveniyle hem ürkütür hem de çekerdi. Çünkü o dik omuzlar ne yaptığını bilen ve asla yenilmeyen bir kadını işaret ederdi. Bir bakıma istediğiniz kadar çaba harcayabilirsiniz, yıkılmayacağım, korkutamayacaksınız ve her zaman size yüksekten bakacağım demekle eş değer sayılabilirdi. Çünkü kişi kendinde başlar ve yine kendisinde son bulurdu.

'Kural bir, ki her durumda kullanman şart. Kendini sakınmayı bileceksin. Silahı ateşle veya ateşleme, zerre önemi yok saklandığın yerden çıkamazsın.' Dağhan önünde durdukları ince duvarı işaret ettiğinde Pera bir adama bir de alelade duran engele bakmıştı.

'Duvar, ağaç, araba, kaya, neresi olursa, önce kendini korumak zorundasın. Bunu bildiğini de göstermek zorundasın.'

'Bunu bana neden anlatıyorsun?' Pera hala anlamamış haliyle derin bir nefes aldığında Dağhan dudaklarını ıslatıp göz devirdi.

'Çünkü nerede ve ne zaman efeleneceğini kestiremiyorum.' Kadının şirin şirin tebessüm eden haline rağmen kaşlarını çattı. Bu şakaya gelecek, hele ki böyle tebessüm ederek atlatılacak bir konu değildi.

'Ciddiyim. Deha senden korkuyorum diyor ya hani, ben de korkuyorum Pera. Bir gün arabamın bagajından ummadığım anda çıkma potansiyelin var çünkü.'

'Neden öyle bir şey yapayım?'

'Neden yapmayasın?' tek kaşını kaldırıp kadını süzdüğünde onun derin bir nefes alıp tekrar gülümsediğini gördü.

'Sanırım haklısın. Peki kendini koru, daha sonra?'

'Bunu öğrenmedin bile, ne sonrası?'

'Duvarın arkasında saklanacağım işte ne var öğrenemeyecek?' belli ki konu hakkında sabrı çok iyi olmayacaktı. Dağhan'ın bahsettiği duvar arkasına sinmek değildi ki zaten.

'Peki, saklan ve ateş et o zaman, herhangi bir yere.' Kollarını göğsünde birleştirip açık alanı çenesiyle işaret ettiğinde kadının ciddi olup olmadığını ölçen bakışlarına da başını sallayarak karşılık vermişti ki onun bir çırpıda tetiği çekip arkasından duvara çekilmesiyle devirdi gözlerini.

'Elli kez falan vurdular seni.'

'Nasıl?'

'Bahsettiğim bu işte. Çatışma sırasında etrafta elbette olmayacaksın ama es kaza bulunduysan ce-eee ben buradayım diyerek sıkamazsın.' Kadının iki kolunu yakalayarak duvara sırtının yapışmasını sağladığında silah tutan bileğini kavrayıp gözlerine baktı.

'Tüm bedenini korudun, yüzün dönük olamaz, unutma. Sırtını hep sağlama almak zorundasın, o yüzden de sabit yere arkanı dönersin ki gelen olursa görebilesin diye.' Pera usulca başını salladığında kadının yere çökmesini sağladı.

'Bu meselelerde keskin nişancılar, uzun namlular hep vardır. Kafamızın patlamasını istemeyiz, o yüzden de sırtımızı koruduğumuz kadar nişan alanından da çıkmak isteriz. Ve sonra-' hala tuttuğu bileğin duvarın kenarından çıkmasını sağladığında parmağı da Pera'nın tetikteki parmağına yerleşti.

'Senin ulaşabileceğin her silah benimkiler, yani otomatiktir, tek çekim yeter. Şarjör bitene kadar sıkarsın, sayman önemlidir. On iki artı bir, on iki tane şarjör içinde bir tane de namlu yatağında olur. On dört sıkarsan boş olanı fark ederler ve bittiğini anlayıp yaklaşırlar.' Art ardına on iki el sıktığında kadının parmakları arasından silahı alıp şarjörü çıkararak cebindeki mermileri de bir bir dizmeye başladı.

'Böyle sıkmamız dikkat çekmiyor mu?' Pera etrafta gözlerini gezdirdiğinde kocaman alanla derin bir nefes aldı. Kenarda duran dağ evine benzer yer dışında herhangi bir yapı yoktu ancak dümdüz orman içindelerdi. Üstelik yolda falan da kimsecikler yoktu.

'Tüm arazi benim olduğu için dikkat çekmez. Çekse de maksimum jandarma gelir, avcılık yapılmadığı sürece atış için iznim var zaten.'

'Avcılık yapmıyorsun değil mi?' Pera yüzünü buruşturarak adamı süzmeye başladığında Dağhan gülerek baktı kadına.

'İnsan öldürdüğümü öğrenirken bu kadar kötü bakmadın ama yapmıyorum, yapmam da. Sonuçta dünyaya hayvanlar değil insanlar zarar veriyor.'

'Bunu öğrenmek zorunda mıyım?' şarjörü doldurup tekrar taktığında gözleri Pera'nın kararsız bakışlarıyla çarpıştı.

'Öğrenmek zorundasın ama kullanmak zorunda değilsin. Dediğim gibi güzelim, senin sağın solun belli olmuyor. O herif yanındakilere emir vermek dışında bir halttan anlamaz ama sen bugün yaptığını tekrar edersen diğeri Zemheri kadar salak olmazlar. Bir iki kez poligonda ateş etmekle sağlam bir duruş sergileyemezsin.'

'Poligonu nereden biliyorsun?' Pera'nın çatılmış kaşlarıyla yalandan da olsa gülümsemesini daha çok gün yüzüne çıkardı. Güzel soruydu, yakalanmasını sağlayacak haldeydi ancak tüm o zamanlarda Pera'yı takip etmemiş olsa bile tutuşundan maksimum dört kez eline silah aldığını anlardı.

'Tutuşundan, poligon tahmin sadece açık bir alanda da çalışmış olabilirsin. Silahı sağlam tutuyorsun ama sürekliliğin yok. Elinden kayarsa ve anlaşılırsa diye kabzasını çok sıktığın için minimal titremelerin var, namlu doğru tarafı hedef alıyor fakat doğru noktayı değil. Silah başlı başına ağırdır, tasarımı zaten avucuna oturacak şekildedir.' Kadının dikkatle dinleyen haliyle gülümseyip tekrar parmaklarına bırakıp bu kez kendi belindekini avucunun içine almıştı.

'Doğru bir noktaya değinmeni es geçmeyeceğim. Ateşleyeceğin silahtan eminsen emniyetini açarsın ancak parmağın sıkacağın ana kadar tam anlamıyla tetikte olmaz. Teke tek ve tehdit durumundaysan özellikle. Tetiği sarmazsın, sadece hissedersin. Silah tutarken vücudun dengede olmalı, lakayt durmak için bu işe yıllarını vermiş onlarca eğitim almış olman gerekir ancak sıkarken yine dengede kalman şarttır.'

'Neden orduya girecekmişim muamelesi yapıyorsun?' Pera tekrar merakla mırıldandığında kenardaki tabureye oturup elini uzattı. Kadının sakince kendisine yaklaşmasını fırsat bilerek dizine çektiğinde omuzuna dudaklarını bastırarak gülümsedi. Mecburiyet, en temel bildiği konuydu Dağhan'ın. Bazı şeyler seçimlerden ibaretti ancak mecburiyetler her daim dikkat edilmesi gereken hususlardı.

'Çünkü dışarıdan gören birisinin ordudan çıkmışsın gibi görmesini istiyorum. Mecburum Pera. Seni, çocuklarımızı korumaya mecburum. Bunun için hiç istemesem de sana silah kullanmayı, tutmayı, hep tetikte olmayı öğretmem gerekse de mecburum. Madem seni durduramıyorum o zaman sana bakınca onların durmasını sağlamam gerekiyor.'

'Basit tehditler olamaz mı hepsi?' Pera'nın bir umut dercesine bakışlarıyla umutsuzca başını sağa sola salladı.

'Basit tehdit bu evrende yok sevgilim. Benimde hoşuma gitmiyor, sana işin iç yüzünü göstermek hiç ama hiç hoşuma gitmiyor ancak bugün bana gösterdin ki eğer bunu yapmazsam canımız sıkılır.'

'Çok saçma ama.' Kadının yüzünü buruşturan haline başını onaylarcasına salladı.

'Çok saçma hem de çok. Ama eninde sonunda senin de dediğin gibi tehdit edilecek nokta olma ihtimaliniz var. Belki de bugün olanlar şimdi göstermem için bir fırsat.'

'Peki bugün söylediğin, başına silah dayasalar... Olmayacak değil mi?'

'Ona cesaret edebilecekte, beni diz çöktürecekte tek kişi var.'

'Kim?'

'Sen.'

'Şaka yapmıyorum Dağhan...' mızırdanarak dizinden kalktığında hala tuttuğu elin üzerini işaret parmağıyla okşadı.

'Bende şaka yapmıyorum. Yorulmadıysan hadi devam edelim, ama önce...' kadının onaylayan haliyle arabaya ilerlediğinde bagajdan çıkardığı parçayla yaklaşıp önce kendi silahına daha sonra da Pera'nın parmakları arasındaki silaha sabitlemişti susturucuları, 'Çocuk silah sesine alışıp psikopat olmasın.'

'Çok normal ebeveynleri var gibi...'

'Çok normaliz.' Dağhan'ın kendinden emin haliyle Pera tek kaşını kaldırarak ellerindeki silahlara göz attı.

'Sadece ailemizi korumaya çalışıyoruz, ne Deva, ne de o ufaklık bu yönü bilmeyecek. Babaları, gerektiği yerde anneleri koruyacak. Normal bir aile olacağız.'

'Normal aileler henüz üç aylık hamile iken silah kullanmayı öğrenmezler.' Pera hali hazırda havadaki tek kaşıyla Dağhan'a baktığında adam anında işaret parmağını dudaklarına götürüp gülümsedi.

'Silah deme, göremiyor sonuçta ama duyabilir.'

'Sen delisin...'

'Yeni mi anladın?' elini tuttuğu bedenle ilerlemeye başladığında sırtını kulübenin verandasındaki ahşap kolona yaslayarak avucuna yerleştirdiği silahı havalandırdı.

'Bir noktaya ateş edeceksen alelade olamaz. Hedefin kesin ve net olmalıdır.'

'Anlamadım.' Kadının çatık kaşlarına rağmen tek el ateş ettiğinde yıkılan şişeyle beraber tebessüm ederek döndü.

'Şöyle ki sadece kişiyi, cismi hedef almazsın, kurşunun gitmesini istediğin noktayı hedef alırsın, eğer ki bu işin cahili değilsen. Öldürmek için kalp veya kafa, yaralayıp etkisiz kılmak için silah tuttuğu eli veya diz kapağının biraz altı. Sağ eli ile kavrıyorsa ona sıkarsın ki sen yanına gittiğinde hem acıyla hem de sağ eli kadar işlevsel olmayan diğer eliyle sana sıkamasın, diz kapağının altından olmasının en basit örneği de dizinin orasını çarptığında oluşan acıyı hatırlaman yeterli gelir. Birini hedef almak sadece kişiyi hedeflemekten ibaret değildir anlayacağın.' Pera aldığı açıklamayla başını usulca sallamaya başladığında Dağhan dudaklarını ıslatıp elindeki silahı sağlam tutmaya çalışan kadının yüzünü süzdü. Bir gün bunu öğretecek olma düşüncesi o kadar uzak gelmişti ki şimdi kafasında dolaşan kırk tane tilkinin kuyruğu birbirine değmeyecek konumdaydı. Bugün içerisinde yaşanan olay ilk değildi, henüz şirketi açmamışken, koca binada kimsecikler yokken de basılmıştı odası. O zaman da hali hazırda olduğu yere indirmişti buna cüret edeni. Fakat bu kez durum çok başkaydı, zannedildiğinden de daha fazla ürkmesine neden olmuştu zaten.

'Oluyor mu?' daldığı dipsiz kuyudan sesiyle koptuğunda ilerideki hedeflere daha sonra da kadının elindeki silaha bakarak başını sağa sola salladı.

'Bana göre gayet iyi ama, kendinle kıyaslama beni.' Yapamamış, becerememiş olmak kadar Pera'yı sinirlendiren bir husus olamazdı herhalde. Dağhan baktıkça, olmadı dedikçe daha çok tırnaklarını çıkarıp kaşlarını çatıyordu kadın. Adam elindeki silahından susturucuyu çıkarıp beline sabitlediğinde Pera'nın arkasına geçip sırtını göğsüne yaslamasını sağladıktan sonra hala havada olan ellerinin üzerine yerleştirdi parmaklarını.

'Daha önce herhangi bir savunma veya dövüş sanatıyla ilgilendin mi?' istediği noktaya silahı hedef aldığında Pera başını kaskatı olmuş haline rağmen salladı.

'Bir süre boks, muaythai, bir süre de brazilian jiu jitsu...'

'Pekala... Jitsu'da ana düşünce nedir?'

'Zarif sanattır, zayıf olanın güçlüyü yenmesidir.' Kadın omuz silktiğinde Dağhan'da usulca başını sallayıp dudaklarını omuzuna bastırdı.

'Peki o dönemde anatomini ezberlemişsindir, vücut dengesini korumak ne kadar önemli, en sağlam nasıl durulur, öyle değil mi?'

'Elbette...' Pera tekrar başını salladığında Dağhan derin bir nefes aldı.

'Bunu da öyle düşün, vücudunu sağlam tut, kasmadan ama dengede.' Kadının elinin üzerindeki parmağı çekerek usulca bacağına indirdiğinde Pera ne demek istediğini anlayarak bacağını hafifçe geriye çekip zemine sağlamca yerleştirdi.

'Şimdi kaslarının gergin olmamasına, kollarının dümdüz olmasına dikkat et ve nereyi vurmak istiyorsun söyle bakalım.'

'Üçüncüyü.'

'Güzel... Nefesini kontrol et. Nefes almak her şeydir. Yıllarca kullansan bile silah adrenalin salgılanmasını sağlar, oksijen düzeyini düşürür, kalp atışını hızlandırır. O yüzden stabil ve vücuduna yeterli gelecek şekilde diyaframa nefes alman önemli. Gerçi bu normalde de önemli, sadece silah kullanırken değil hep yap.' Tek kaşını kaldırarak kendi içindeki muhasebeyi de ortaya döktüğünde Pera'nın usul nefes alışverişleriyle gülümsedi.

'Şimdi de baktığın noktayı kafanda sabitle, namluyu da ona göre odakla ve sık.' Tek el ateş alan silahla beraber Dağhan dudaklarını ıslatıp üçüncü şişenin kıpırdamayışına bakarak dudaklarını birbirine bastırdı. Pera'nın gittikçe gerildiğini fark edebiliyordu ancak bir kez yapmak tam çözüme ulaşmak asla olmazdı. Kaldı ki bu konuda tam çözüm hiç yoktu.

'Niye olmuyor?' çattığı kaşlarıyla kendinde döndüğünde gülerek belini sarıp yeniden göğsüne yaslanmasını sağlayarak boştaki elini Pera'nın parmaklarının üzerine yerleştirdi.

'Bir anda vahiy olarak inmez, süreklilik ve antrenman gerektirir.' kadının tetikteki parmağının üzerine parmağını yerleştirdiğinde sırası üzerine olan hedefleri de beş el ateş sesiyle beraber dağıtıverdi.

'Sen sürekli antrenman yapıyorsan ben neden şahit olmuyorum?' bir yandan kadının avucundan silahı alıp susturucuyu çıkarmış bir yandan da ciddi misin dercesine tek kaşını kaldırıp süzmüştü.

'Ne? Madem alıştırma yapıyorsun neden fark etmiyorum?'

'Evi hiç gezmedin değil mi?'

'Ne alaka şimdi?' Pera'nın daha çok kaşları çatıldığında adam susturucusunu çıkardığı silahı da beline takarak kadını anında kolunun altına çekti.

'Bodrum tamamen yalıtımlı. Tabi yerleşeli fazla olmadığı için herhangi bir sistem kurmadım ama genelde orada çalışırım.'

'Peki burası?' geldikleri arabanın yanıyla Pera arkalarında kalan büyük araziyi işaret ettiğinde bir yandan da koltuğa yerleşti.

'Burada öğrendim atış yapmayı, onca hıra güre rağmen babamdan sevgi haricinde istediğim tek yer burası oldu, seve seve verdi araziyi, işine gelecekti burayı sahiplenip benimsemem. Senelerdir de gelmedim.' Dağhan'da koltuğuna yerleştiğinde Pera derin bir nefes alarak baktı adama. Dağhan kendine dair detayları sorulmadığı sürece anlatan birisi olmamıştı, hatta bazen kadın bile aslında hakkında çok az şey bildiğini düşünüyordu. Öyle ki çok basit konularda bile ikilemde kalıyordu.

'En çok hangi yemeği seviyorsun?' harekete geçen araçla kemerini bağlayıp tek kaşını kaldırarak mırıldandığında Dağhan anlamamış haliyle süzdü kendisini. Ancak sanki çok doğal bir ortamdan çıkmışta bir o kadar seyrinde bir sohbetmiş gibi Pera başını sallayarak söyle dercesine bakmaya başladığında güldü adam.

'İçli köfte. Favorimdir, tek geçerim.'

'Renk?'

'Vişne çürüğü.'

'Uğurlu sayın?' anında aldığı cevaplarla düşünme payı olabileceğini düşünerek mırıldandığında Dağhan başını geriye atıp tebessüm ederek yoldaki gözlerini kısa bir anlığına kadına çevirdi.

'4 ve 8, ikisini de ayıramam.'

'Neden?'

'Hayatımın dönüm noktası genelde bu iki sayının olduğu zamanlarda gerçekleşiyor. Şirketi nisanın sekizinde kurduğumuzu açıkladık en basit örneği.' Seni kaynar bir Ağustos ayının dördüncü gününde tanıdım demek geçse de içinden derin bir nefesle konuyu kapattı Dağhan. O sekizinci ay içimi yakarken günlerden perşembeydi, günü bile gününe denk geldi diyemeyişi içine otursa da yanında oturuyor olması yeterli gelmişti.

'Pekala... Bir eşya olsan ne olmak isterdin?'

'Her şey olabilir mi?' Pera başını onaylarcasına salladığında Dağhan dudaklarını ıslattı.

'Defibrilatör. Durmuş bir kalbi çalıştırdığı kadar çalışan bir kalbi durdurabilir de. Sen peki?'

'Saat, zaman mühim şey sonuçta.' Kaşlarını havalandırıp güldüğünde Dağhan'da başını sallayarak onay vermişti ki Pera derin bir nefes aldı bu kez.

'Güzel bir soruyla geliyorum o zaman, otobiyografini yazsan başlık ne olurdu?'

'Bak bunu gerçekten düşünmem gerek.' Omuz silkip Dağhan'ın yola odaklanmış halini izlemeye başladığında dizindeki elinin üzerine yerleşen parmaklara parmaklarını kenetledi anında.

'Geçmişi silmek, silmekte emin değilim ama o ufaklık bizi dinliyor olabilir, o yüzden argo kullanmayacağım.' Elini kavrayan işaret parmağı karnını gösterdiğinde ufak bir kahkaha atmıştı anında.

'Aynı sorunun cevabını sen ver bakalım. Ne olurdu senin otobiyografinin başlığı?'

'Butimar olmak.'

'Sen butimar kadar korkarak mı yaşıyorsun ki?' Dağhan tek kaşını kaldırdığında Pera anında başını sağa sola salladı.

'Butimar korkarak yaşamıyor ki. Öleceğini bilerek sevdiği denizden bir damla su içmiyor, bence bu korkaklık değil.'

'Ama denizin bitip tükenmesinden korktuğu için yapıyor bunu.' Anında omuz silkerek karşılık verdi Pera. Butimar olmak isterdi, korkakça da olsa, cesurca da olsa sevdiği denizden vazgeçmemek, onu tüketmemek ve yanı başında tükenmek... Kadına göre oldukça asil bir davranıştı.

Bakışları usulca etrafta gezinmeye başladığında kaşlarının havalanmasına da engel olamadı kadın. Günlerdir Elfe'ye sürekli sen nasıl biliyorsan, doğrusu ne ise o olsun, abartma, yorma beni gibi bir tepki verirken kendisini sultan gibi hissetmesine neden olacak bu organizasyonun içinde bulacağı gram aklına gelmemişti. En yakın arkadaşı artık ciddi anlamda kendisinin değil annesinin, kaynanasının hatta Afitab hanımın en yakın arkadaşı bile olabilirdi. Etrafta gördüğü şatafattan kafası mı dönsün yoksa allem edip kallem edip kendisini bu keten pereye getirmiş olmalarına mı yansın aşırı kararsızdı şu an. Üstelik arkadaşı kuaföre iteklercesine onu tıkıştırdığında Savaş'a da basit bir dalga yapalım, abartı yok zaten demişti. Sahiden abartının olmadığını mı düşünüyordu Elfe? Öyle düşünüyorsa henüz organizasyonun ortasına dalmamışken arkadaşını sürükleyerek göz doktoruna götürmesi şarttı.

'Şaka mı bu?' büyüttüğü gözlerini aynada rujunu düzelten Elfe'ye çevirdiğinde yanındaki saçıyla uğraşan Nida tek kaşını kaldırarak gülümsedi anında.

'Ben demiştim hatunların gazına gelme diye.'

'Nida, limon sıkma işe şimdi.' Elfe anında göz devirip aynadan çekildiğinde kollarını da iki yanına açarak yaklaşmaya başladı Pera'ya.

'Pera kuşum, minik tavşanım, canım arkadaşım. Hayatında bir kez olacak organizasyonu evde yüksek yüksek tepelere şeklinde Nida ve ben çevrende dönerken gerçekleştirmemeliyiz, ki zaten gerçekleştirmeyeceğiz. O yüzden, ortamın büyüsüne kapılmaya ne dersin, senin kınan sonuçta, koy verelim gitsin ha?' şirin olmaya çalışan tavrına rağmen Pera hala anlamamış haliyle süzüyordu arkadaşını. Kına? Yüksek yüksek tepelere? Çevrede dönme?

'Kına mı dedin sen az önce?'

 

Loading...
0%