Yeni Üyelik
54.
Bölüm

Bölüm 52 - Hangi Kot Pantolon?

@biceruvar

Merhabalar güzel BUTİMAR kadınları ve onları destekleyen adamlar... Koşa koşa geldim sizlere... Hazır kış yaklaşırken hastalanmadan sezonu pas geçmeyeyim dedim ve ıhlamurumla birlik olup satırların arasına gömüldük. Ah çok özledim yine buraları... Uzun bir bölüm, biraz Dağhan, biraz Pera ve biraz Deva ile devam ediyoruz... Sizi bir nebze meraktan delirtecek bölüm sonu olduğunu da eklemeden geçmek istemiyorum. Benim için hem karakterlerine hem de yorumları yapan okuyucularına sımsıkı sarılmam gereken bir bölüm olduğunun bilincindeyim en azından. Zamanı gelince kilometrelerce uzakta da olsak birbirimizin omuzlarında ağlayacağımız veya sırt sırta verip kahkahalar atacağımız sahneler olacağı gerçeğini de es geçmeyelim. Ve ne olursak olalım tüm kadınlar olarak birbirimizden güç bulabileceğimize inanalım...

Söylemediğim zaman tamamen unutulduğunu görerek, ki etkileşimi de hesaba katarsak zaman harcıyorum, bir beğeni, iyi veya kötü(yapıcı eleştirisel) şekilde yorumunuzu eksik bırakmayın...
Unutmadan daha hızlı haberdar olabilmek, hikayeler hakkında story, reels ve iletişime geçebilmek adına,

Instagram: BiCeruVar

------------------------------------------------

Deha'nın gergin ortamları yumuşatmasına, önemsiz kılmasına bayılıyordu herhalde. Gerçi başta neden bu kadar serbest bıraktılar diye sorguladığı üç bedene de hak veriyordu. Adam son dakika kurtarıcısıydı, an eğer ki kötü gidiyorsa, gerginse kendi tabiriyle şımarık bir zengin veledi olarak anında neşelendiriyordu.

'Gidelim.' Dağhan'ın mırıldanmasıyla bakışları tekrar onun ela harelerini bulduğunda artık buz dağı değil de daha çok koruma güdüsüyle hareket ettiğini de fark ederek yeniden odaklandığı noktayı takip etti. Başka bir adam göreceğini düşünürken oldukça naif duran mavi gözlü kadını bulduğunda dudaklarındaki belli belirsiz tebessümü de fark etmişti.

'Bu da başka biri mi? Tüm cemiyetle sevgili oldun mu sahi?' tebessümünü bozmadan mırıldandığında Dağhan başını anında sağa sola salladı.

'Alakası yok öyle bir durumla, gidelim güzelim.'

'Onlardan mı?' yüzündeki o koruma ifadesi tüm bedenini esir almaya başladığında istemsizce dudaklarından dökülen soruyla Dağhan hızlıca başını salladı.

'Gitmiyoruz o halde.'

'Pera...'

'Gitmiyoruz, gidersek açık veririz. Sen değil misin size dokunmalarını istemiyorum diyen?'

'Evet, hala arkasındayım ama bu öyle bir manyak değil, bakma duruşuna, gülüşüne.'

'Bende bildiğin manyaklardan değilim sevgilim.' Nida'dan öğrendiği bir şey varsa uzaktan uzağa meydan okumaktı herhalde. Az önce masaya bıraktığı bardağını parmakları arasında usulca çevirip kararsız kalışıyla olsa da tuttuğu gibi kadının gözlerine bakarak hafifçe havalandırdığında o gözleri deniz mavisi gibi parlayan, tüm asaletiyle dimdik duran kadın belirsiz tebessümünü büyüterek kadehiyle karşılık verdiğinde Pera'da gülümsedi. Kendisini de en çok ürkütecek şey korkularıydı, korkuları göstermezse insana taviz vermezdi. Bir kere Dağhan'ı olduğu gibi kabullenmişken böylesine açık bir ortamda çekilip sinmesine göz yummak işlerin daha da kötü olmasını sağlardı.

'Meydan okumak, mükemmel bir fikir gerçekten.'

'Meydan okumadım, kendimi tanıttım.' Pera göz ucuyla Dağhan'a baktığında onun sen iflah olmazsın dercesine başını sağa sola sallayışına daha çok gülümsedi. Bakışları tekrar mavi harelerle çarpıştığında kulağına eğilen adamdan aldığı bilgilerle epey memnun gözüküyordu.

'Kim o?'

'Irmak Hale Tütüncü.'

'Ne olayı peki?'

'Deli olması, en net tespitim bu.'

'Güzel kadın ama.'

'Bana çoğunlukla deli gözüktüğü için güzelliği hakkında pek fikrim yok açığını istersen.' Dağhan derin bir nefes alarak mırıldandığında Pera tekrar göz attı zarif bedene. Hiçte öyle durmuyordu, gerçi kocası yanındayken insanları öldürecek bir tipe de benzemiyordu kendince ancak farklı bir albenisi vardı az önce ismini öğrendiği kadının. Sadece bir miktar ürkütücü güzelliği olabilirdi, o da elbette dışarıdan gözüken kısmıydı. Ancak o ürkütücü güzelliğin önünde kalan gayet naif görünmesiydi ki Pera kendini de eleştirdiği zaman kadının bu hali garip gelmiyordu. En nihayetinde o silahı izbandut gibi olan herife doğrulturken kendisi de kaplan kesilivermişti. Kaldı ki kendi cinsini, kadınları iyi biliyordu. Ne zaman ne yapacağı belli olmayan, hatta bazen yaptıktan sonra neden bunu yaptım ki diye tüm ruhunu sorgulayacak şekilde yaratılmıştı onlar.

'Ne kadar deli senin gördüğün kadarıyla?' tebessümüyle gözlerini tamamen o asil bedenden çekip Dağhan'a odakladığında adam dudaklarını ıslatarak baktı.

'Cemiyet hayatını hiç merak etmedin ama işimin o tarafını deli gibi merak ediyorsun.' İma ettiği noktanın bilincindeydi ancak evet, haklıydı adam. Akıl almaz belki de aptalca şekilde merak ediyor, öğrenmek istiyordu.

'Hadi ama...' mırıldanıp belindeki elin üzerine parmaklarını yerleştirdiğinde Dağhan'ın ela bakışlarındaki o pes eden halin de bilincindeydi.

'Öldürmez mesela, öldürmek en kolay kurtuluş yoludur ona göre, ayrıca bu konuyla kendi elini de kirletmez. Şimdiye kadar adamlarının dahi sıktığına rastlamadım. Genelde öldürmek zorunda bırakır insanları.'

'Öldürmek zorunda? Ölmek zorunda olmasın...'

'Aynen güzelim, iki insanı karşı karşıya bırakıp birbirlerini öldürmelerini bekler, tabi şantajları eşliğinde. Zaten onu deli yapan nokta bu, elini kana bulamak en nefret ettiği şey ama şimdiye kadar mağlup olmuşluğu yoktur. Ben hariç...'

'O yüzden rahatsız oldun yani... Daha önce seni tehdit edeceği hiçbir şey yoktu.'

'Şimdi de yok, ayrıca rahatsız olduğumu nereden çıkardın?' tek kaşını kaldırıp dikkatle Pera'yı süzerken kadının memnuniyetle kıvrılan dudaklarına odaklandı. Yıllarca sakladığı, içinde yaşadığı o aşkı şimdi her halükarda gizlerdi. Evet ortada Pera vardı, görünüyordu, fark ediliyordu fakat daha önce Deha'da ortadaydı. Neler neler yaşamışlardı iki kardeşte kimse birbirlerine karşı olan o hissiyatı anlayamamıştı. Şimdi de Pera dışında kimse yüreğindeki o sevgiyi göremezdi, Dağhan istemediği sürece.

'Buradakiler seni ne kadar tanır bilemem ama ben rahatsız olduğunu fark edecek kadar tanıyorum.'

'İşte o yüzden kimse Dağhan'ın ay ışığı olamıyor.' Bakışlarını kaçırıp tekrar etrafa gezdirdiğinde artık sonuna yaklaştıkları gece için onlarca teşekkürü de içinden geçiriyordu Dağhan. Problem yoktu, saatlerce bekleyebilirdi fakat şu kaskatı ortamda bir araya gelen tüm insanlar, rahatsız edici resmiyettense evinde Deva'nın ısrarlarıyla çizgi film izleyerek vakit geçirmek oldukça alımlıydı ona göre. Gerçi sadece çizgi film değil, Deva ile evde takla atacak ve Pera'nın isyanlarına maruz kalacak olsa da daha iyi bir seçim gibi gözüküyordu bu ortamdan. Ceketinin cebinden telefonunu çıkararak kısa bir mesaj attığında anında aldığı geri dönüşe de şükür çekti. Arjin bazı detayları abartan, bazen ansızın ortalığa bomba gibi düşen bir adam olabilirdi ancak yıllardır aklını okur gibi kendi bahsetmeden bazı noktalara el atıyor olması içini rahatlatıyor, dahası aklının garip bulmacalara girmesini engelliyordu.

'Nereye gidiyoruz?' elini kavradığı bedenle ilerlemeye devam ettiğinde arkadaki ailesine de usulca göz attı.

'Böyle bir yerden kendi arabamızla çıkamayız.' Sokağın köşesindeki aracın dörtlüleri anında çalıştığında yanına geldiği arabanın kapısını açarken mırıldandı. Pera'nın anlamayan halinin bilincinde olsa da emindi ki zaten sorularıyla kendi yanıtını da bulurdu kadın.

'Neden?' yanına yerleştiğinde Arjin'in omuzuna dokunup hareket etmesine müsaade ettiğinde Pera'nın dizindeki elini alıp dudaklarını üzerine bastırdı.

'Arabanın frenlerini boşa alabilirler, herhangi bir cihaz yerleştirebilirler, hatta inanır mısın güzelim suikast bile düzenlerler.'

'Güvenliği olan bir otoparkta?' kadının havalanan kaşlarıyla başını salladığında Arjin'in sessizliğini sonunda bozmuştu.

'Herkes satın alınabilir yenge.'

'Sana niye güveniyor o halde?' adamın rahat tavrına kaşlarını çatarak karşılık verdiğinde Dağhan ve Arjin'in kahkahası da aracın içini doldurmuştu.

'Beni satın alacak kadar paraları ve yürekleri yokta o yüzden.'

'Nasıl yani?'

'Arjin serbest çalışan.' Dağhan mırıldandığında gözleri dikiz aynasından ışıklarda aracı durduran adama döndü.

'Anlamadım.'

'Şöyle ki bayağı serbestim, maaşım yok mesela, ben belirlerim, olası bir durumda abime gelirim farazi konuşuyorum tek iş için yüz bin veriyorlar derim, iki yüz verir. Yürek kısmına gelince de daha önce deneyen pişman oldu. Kalkışmazlar.'

'Nasıl bir pişmanlık?'

'Parayı kabul edip düşündükleri suikasti kendilerine uygulayacakları kadar büyük bir pişmanlık, derecesini ölçemem, diğer tarafla iletişim kuramıyorum.' Pera'nın aklı daha çok karışsa da gözleri rahatça yayılan eşini bulduğunda derince soluklandı.

'Bütün çalışanlar için böyle mi durum?'

'Üç kişi için böyle. Arjin, Turan ve Ceyhun.'

'Peki diğerleri bir şey yaparsa?'

'Bu yüzden sizin aracınızı ben, Deha'ların aracını Ceyhun, Deva'nın tepesinde de Turan bekliyor.' Arjin'in kısa açıklaması yetmişte artmıştı bile. Marco'nun geldiği gün eve sürüsüne bereket diyeceği kadar insan girmişti, hatta kıpırdayacak yer sayısı çok kısıtlıydı fakat aralarında değişim göstermeyen iki kişi Turan ve Arjin olmuştu. Ceyhun'un o sırada nerede olduğuna dair zerre bilgisi de yoktu zaten Pera'nın.

'Bu arada, yenge sen Aden hanıma ne kadar hızlı gol attın ya. Yemin ederim bir ara bozulacaksın diye bekledim.' Trafik akışı tekrar olağan haline geldiğinde adamın konuşmasıyla ateş saçan gözleri de Dağhan'a dönmüştü ki onun sertçe başını arkaya doğru bırakışına baktı.

'Bence sen aracı beni öldürmek için kullanıyorsun güzel kardeşim.'

'Abi söylemesem çatlardım.' Arjin'in ne kadar durumu yeni anlamış halinin farkında olsa da kendisi Aden'e gelişi güzel laf yapıştırdığı sırada salonda olmadığını biliyordu. Hatta Arjin salonda olmak bir yana geldiği yeni arabaya bakılırsa yakın çevrelerinde dahi değildi.

'Söyleyince benim çatlama olasılığımı hiç hesaba katma.'

'Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlardı değil mi?'

'Aranızda laf yarıştırıp meseleyi kapatamazsınız. Ya dumur olup kalsaydım öyle? Ayrıca hiç eski müstakbel gelin adayından bahsetmemiştin Dağhan!' dert daha önce yaşanan değildi de kendine anlatılmayışıydı. Sonuç itibariyle hamile bir kadın oracıkta hormonlarının gazabıyla sinirden ağlayabilirdi dahi.

'Çünkü öyle bir durum yoktu.'

'Davetlilere kadar gitmiş konu ama.'

'Düğüne kadar da gitti.' Aklı almıyordu, Dağhan'ın rahatça önce öyle bir durum yok demesini, sonra da düğüne kadar gitti demesini bir türlü denkleştiremiyordu.

'O ne demek öyle? Hem düğüne kadar gidiyor, hem o durum yok ortada, saçmalığın daniskası.'

'İkisi de oldu çünkü, Aden'le evlenmeyeceğim ayan beyan ortada bir durumdu. Bensiz nişan yapıp kız istediler güzelim. Ama işte atladıkları nokta nikah esnasında benim bulunmamım şart olduğuydu.'

'Seni paramparça yaparım, lime lime ederim.' İçeride atamadığı siniriyle konuştuğunda araba duraksamıştı ki hızlıca indikleri gibi girdiler eve. Arjin'in sessiz sakin kaçması an itibariyle en makul seçenekti ki Pera eve dalar dalmaz üzerindeki pançoyu kenara attığında kıstığı gözleriyle döndü Dağhan'a.

'Bana niye anlatmıyorsun!'

'Çünkü... Bende olayı bilmiyorum.'

'Dalga geçmenin sırası değil.'

'Dalga geçmiyorum güzelim. Gerçekten bilmiyorum.' Merdivenleri çıkmaya başladığında onu takip eden adamda ısrarına devam ettiğinde önce odalarına daha sonra da giyinme odasına girdi Pera. Olmayan kıskançlık damarı çatlamış gibi hissediyordu resmen. Doğru düzgün kıskanmayan kadın şuan çıldıracak seviyeye gelmişti ve içindeki ateşe engel olamıyordu. Gereksiz şekilde yükseldiğini düşünse bile tavırlarına, cümlelerine engel olamayarak kendini bir ergen gibi hissediyordu. Hormon denilen olgu kesinlikle Pera'yı alaşağı etmiş, yenik düşürmüş ve enteresan özellikleri de yanında bir paket gibi getirip ruhuna iliştirmişti.

'Nasıl bilmezsin ya!' orantısını kuramadığı sesi kükrer gibi çıkarken bir anda Dağhan'a dönüp kaş çatsa da adamın dumur olmuş yüz hatlarını görerek siniriyle aynanın önüne geçti.

'Bir akşam Fuat bey geldi nişanlısın dedi, başka bir gün Aden geldi gelinlik hakkında fikir almaya çalıştı. Ne nişanda vardım ne düğünde. Dolayısıyla bilmiyorum. Ki zaten düğün günü sabah babam arayıp düğünün var dedi, bende Deha ile konuştum durumun ciddiliği hakkında. Evin çok karışık olduğunu, ayrıca gerçekten de nikahım olduğunu öğrenince yakalanmamak adına Devrim'den destek aldım. Öğlen gibi New York'a kaçtım.' Bir yandan açıklarken bir yandan da Pera'nın elbisesinin fermuarına yardımcı olarak omuz silktiği gibi aynadan kendini süzen kadına baktı.

'Allah bilir test meseleleri için sen uyurken kan almışlardır.' Dalga geçercesine aynadaki yansımasına baktığında Dağhan derin bir nefes alıp dikkatle süzdü kendilerini.

'Fuat Kalaycı klasiği, istemesi yeter, test falan yapılmadı.'

'Ben olamaz demiyorum ki Dağhan. Benim yedi yaşında kızım var, evlenip ayrılmışta olabilirsin, öylece kurtlar sofrasına girerken neden anlatmadın diyorum sadece.' Gerçekten de ruhani durumu yüzünden Dağhan alıp hastaneye kapatsa alınmazdı Pera. Az önce olan kükrer hali yağmurda kalmış kedinin mırıldanmasına anında dönüş yaparken düşen omuzlarını Dağhan iki yanından yakalayıp dudaklarını bastırdı.

'Kayda değer değildi, Aden gelip söylemese aklıma dahi gelmezdi, ki gelmedi de.' Gelen korna sesiyle Turan'ın da Deva'yı getirdiğini anlayarak bu kez boynuna dudaklarını bastırdı adam.

'Yok değil mi başka? Yani karşıma çıkacak mı böyle bir durum tekrar?'

'Haberim yokken yaptılarsa bilemem ama bunun dışında yok.' Başını sağa sola sallayıp umutsuzca güldüğünde gevşettiği kravatı kenara bırakarak odadan çıktı. İndiği basamakların sonrasında Turan'ın sessiz olmaya çalışan haliyle koca cüssesini karşıladığında omuzunda uyuyan zayıf bedeni de kendine çekmişti.

'İlacını aldı, yemekte yedi, bir durum kalmadı yani abi. İyi geceler.'

'Sağ ol, iyi geceler kardeşim.' Anında boynuna dolanan kollarla kapıyı örtüp kilitlediğinde Deva'yı uykusundan etmemeye çalışarak tekrar çıktı basamakları. Tarifi yoktu olduğu durum ve konumun. Zaten Pera'dan beri başka bir durum da söz konusu olmamıştı. Tüm iradesiyle kadından kaçarken ona koşmuş olması aslında alenen açıklıyordu olan biteni fakat Pera'nın böyle gözlerinden ateş atabileceği haline de ilk kez şahit olmuştu. Deva'yı kadının açtığı yatağa bırakıp yerleşmesini izlediğinde Pera'nın parmakları arasındaki örtüyü de yakalayıp üstünü kapatmıştı.

Daha fazla aynı konuda mücadele etmek istemeyerek Pera'yı kendine çektiğinde saçlarının arasına dudaklarını bastırdığı gibi sarıldı kadına. İnsan ömrünü ciğerlerine hapsederdi, zihnine, varlığına, hatta yokluğuna dahi söz geçiremeden ciğerlerindeki tüm zerreciği oraya depolamak, tüm vakitler boyunca da bir an olsun o soğuk hava depolarının kapılarını açmamak. Dağhan ise Pera'yı ömrü bilmişti. Tüm hayatını yakıp yıkabilecek tek nokta, bir nota olacak şekilde. Kendi kendine hayali şekilde parmakları bir piyanonun tüm tuşlarının üzerinde gezinirken bir bakışla afallayıp tek notayı kaydetmişti var oluşuna. Tüm var oluşu boyunca da zihninde durmadan yankılanacaktı Pera. Onunla veya onsuz, fark etmeksizin ve ayırt etmeksizin sadece onun olarak yankılanacaktı. Gözleri görmese, kulakları işitmese, kalbinin gözüne siyah bir kumaş parçası bağlasalar dahi Pera'ya tüm yakın oluşları yangınıydı Dağhan'ın.

Pera, Dağhan'ın bir avuç toprağa esir olsa bile sonsuz yangınıydı.

Bedenini sımsıkı saran kollarla gözlerini araladığında yüzüne vuran aydınlıkla esnetti bedenini. Usulca dönüp hala kendini saran kolların sahibine baktığında uyuyan haline tebessüm etmekte kaçınmadı. Parmakları kendinden bağımsızmış gibi usulca Dağhan'ın yüzüne ulaştığında okşadı. Bin bir türlüydü Dağhan. Hani çeşit çeşit, renk renk, desen desen derlerdi ya, Pera'ya göre adam tam olarak öyleydi. Mesela aylar önce ilk karşılaştığı samimi ama uzak bir patrondu, gözlerinin içine bakarken ucu görünmez ve bir o kadar da derin okyanustu. Kalbine koyduğu bütün yasakları yıkmasına nedenken, hayatını en nefret ettiği o tabular arasına bile isteye girdirmesine sebep olandı. Kadındı Pera, korkularıyla, tedirginlikleriyle, hüzünleriyle, çekinceleriyle kadındı. Bütün bunlara rağmen yüreğini yerinden oynatan adama karşı gelemeyecek kadındı.

Oysa birkaç yıl önce kendisine dönüp böyle bir durumdan bahsetseler dalga geçerdi. Tüm ardında bıraktığı acılarını anımsayarak sitemkarca güler, "O mümkün değil işte" derdi. Çünkü yıllar önce Pera için kalbinin böyle çarpması ve bir adam yüzünden kalıplarını yıkması ütopik bir eylem olurdu. Şimdi ise tam da bunların içinde, ortasında yaşayan bir kadın olarak parmak uçlarını yüzünde gezdirdiği adamın uyuyan halinde dahi kayboluyordu. Sevmeyi bilmiyorum diyen adamın sevgisini hissediyordu. Kendine koca bir okyanus olan adamın tam da orta yerinde koca bir ateş topu gibi duruyordu. Belki Pera yangındı ancak daha da önemli bir husus vardı. Belki de iki hayatı tüm zamanlar boyunca tek bir düzen gibi yaşatacak husus. Kıvılcımlarını, telaşlarını, korkularını, heyecanlarını, çocuksu yanlarını kısıtlamıyordu. Olduğu gibi Pera'nın varlığını kabul ediyor, kendine göre değiştirmiyordu. Pera'dan başka birisi değil, tamamen kendisi olmasını isteyerek seviyordu kadını.

Dağhan okyanus oluşuna rağmen, yangın olan Pera'yı söndürmüyordu.

Başını hafifçe kaldırıp adamın dudaklarından ufak bir buse çaldığında Dağhan mırıldanarak daha da sıkılaştırdı kollarını. Yüzündeki tebessüm zerre değişmemişti ancak önce vurulup sonra da bir anda açılan kapıyla beraber Deva'nın çığlığı da ortalığa düşmüştü.

'Günaydın!' ne kadar atlamaya çalışsa da çabası sonuçsuz kaldığından olsa gerek yorganı tutup kendini yukarı çektiğinde Dağhan sonunda gözlerini aralayıp gülümsedi. Ufaklığın tüm çelimsizliğine, hatta hasta olmasına rağmen böyle deli gibi bir enerjiyle uyanması taktir edilesiydi adama göre.

'Fındık güne aşırı pozitif başlamış.' Yeni uyanmış halinin mahmurluğuyla mırıldanıp Pera'nın gülen haline baktığında çok geçmeden Deva sırtını yatak başlığına yaslayıp tepinerek aralarına girdi.

'Fındık hep enerjik! Fındık kahvaltı istiyor! Fındık oyun oynamak istiyor!' kız çocuklarının kendine has sevecenliği olduğunu annesi defalarca söylemişti de Dağhan hiç anlam verememişti. Fakat şu an olan Deva'nın hali aslında net bir şekilde açıklıyordu. Normal şartlarda sabah olacak gürültüyü kaldıramayacak olsa da Deva'nın bu sürekli konuşan tavrı mest ediyordu adamı resmen. Hatta rahatsız olmak bir kenara kendinin de güne gerçekten samimice gülümsemesiyle başlamasına sebebiyet veriyordu.

'Fındık gülmek istiyor bence.' Tek kaşını kaldırıp hala yattığı yastıktan gülümsediğinde Deva'nın muzurca başını sallamasıyla parmakları çoktan gıdıklama girişiminde bulunmuştu ki ufaklığın kahkahaları da esir aldı odayı. Aradan kaçma çabasına girmiş Pera'yı fark eder etmez yakaladı onu da.

'Fındığın annesi kaçma çabasında merkez.'

'Anlaşıldı!' Deva buz kez kahkahalarına ara verdiğinde ikisinin de gözleri Pera'ya dönmüştü ki kadının büyüyen gözleriyle beraber gülmeye başladılar.

'Ben hamileyim, yapamazsınız bana bir şey. Dokunulmazlık talep ediyorum.' Ellerini havalandırsa da Deva kaçmaya çalıştığı tarafa üzerinden atlayarak geçip baktı ışıl ışıl gözleriyle.

'Senin için daha farklı sorgumuz var...' kızgın bir surete büründürmeye çalıştığı yüzüyle gözlerini bu kez Dağhan'a çevirdiğinde onun başını onaylarcasına sallamasıyla öpmeye başladı kadını. Tabi diğer taraftan da Deva'ya destek atan Dağhan gecikmemişti. Karnının üzerindeki büyük eliyle Deva'ya çaktırmamaya çalışarak bir yandan da kendini koruyan adamın da, dizleri üzerine çıkıp canını yakmaktan korkarcasına omuzlarına tutunan kızının da boğduğu öpücüklere kahkahalarıyla karşılık veriyordu. Bir kadının kendi için hayal ettiği en güzel sahne olabilirdi bu durum. Hali hazırda Pera'da hayal etmemiş olmasına rağmen gayet durumdan haz duyuyordu. Zaten bir kadını mutlu etmek, birkaç öpücükten ibaret sayılabilirdi bazı anlarda.

Kahvaltı masasına yerleştikleri dakika itibariyle açılan alışveriş meselesi hız kesmeden devam ediyordu. Ki aslında bu hıza dahil olmayan tek kişi iki bedenin atışma ve ikna çabasını izleyen Dağhan olabilirdi. Deva hala inatla oyuncak almak istediğine dair ayağını diretse de, Pera bir şekilde bu tutumundan vazgeçirme derdindeydi. Gerçi uzaktan izlediği görüntüde haklı olan tarafın Pera olduğundan adı kadar emindi. Görüştükleri pedagog gerçekten de durumun rüşvete dönüşeceğini, buna alışmak yerine kardeşine gerçekten ve samimi şekilde tüm sevgisiyle yaklaşmasının daha iyi olacağını hem Dağhan'a, hem de Pera'ya açıklamıştı. Bu yüzden de her ısrarında oyuncak veya istediği ne ise onu elde etmemesi gerektiği konusunda da öğütleri dinlemişti. Biliyordu Dağhan, en azından yeterli gelecek ve ölçüsü olacak şekilde alınması gereken şeyler olduğunu, çokta iyi anlamıştı fakat aynı pedagogun alışveriş yaparken Deva'yla karşılaşmasını çok isterdi. Masumane haliyle isteğini dile getirmesi, lütfen diyerek boyun bükmesi resmen Dağhan için bir handikap haline dönüşmüştü. Deva öyle davrandığı dakika adam tüm dinlediklerini, mantıklı gelen profesyonel düşünceleri anında unutuveriyordu.

'Deva'cım, her seferinde istediğin olamaz.' Pera bıkın denilebilecek halde konuşup dikkatle kızına baktığında ağzına attığı ekmek parçasıyla omuz silkti ufaklık.

'Ama mercimeğe alacaksınız her şeyi.'

'Her şey değil, ihtiyacı olanları alacağız. Ayrıca yeni bir oyuncağa ihtiyacın yok ki senin.'

'İsteğim var.' Kız tekrar omuz silktiğinde Dağhan bu kez çayını parmakları arasına almıştı ki masanın altından yediği tekme ile dudaklarını birbirine bastırıp derince soluklandı. Deva'ya karşı girdiği savaşta kendisi galip çıkamazdı, bunu cümle alem bilmeliydi.

'Fındık, anneyi üzmesek mi acaba? Bu kez onun istediği olsun, ne dersin?' yediği tekmeden sonra haklı çıkamayacak olsa da bir şeyler söylemesi gerektiğinin bilincindeydi en azından.

'Üzmüyorum baba. Ben isteklerimi dile getiriyorum.'

'Peki o zaman isteklerin kabul edilmediği durumda farklı seçeneklere bakmayı denesen? Birazcık daha büyükler gibi karşılasan?'

'Yedi yaşındayım.' İki elini havalandırıp Dağhan'ın gözüne sokmak istercesine parmaklarıyla yaşını işaret ettiğinde konuşmasına devam etmekten de kaçınmadı, 'Çocuğum ben.'

'Çocuk olman her istediğini kabul etmemiz anlamına gelmiyor kızım.' Pera'da tekrar kaldığı yerden konuya giriş yaptığında Deva kısacık bir an düşünür gibi gözlerini kısıp derince soluklandı.

'O zaman mercimeğe oyuncak alalım.' Sanki durum çok değişmiş gibi tekrar gülmeye başladığında Dağhan sırtını sandalyeye yaslayıp kaşlarını havalandırarak Pera'ya baktı. Deva ile olan savaşta galip çıkamazlardı, keşke bunu Pera'da benimseseydi, çünkü her dakika sinirleri daha da geriliyordu kadının.

'Kafa mı buluyorsun benimle?'

'Ben kafayı nereden bulacağım annecim...' içinden dolup taşan muzurluğuyla ellerini iki yana açıp omuz silktiğinde Dağhan içtiği çay bardağını dudaklarına bastırarak sakladı gülümsemesini. Birisinin bu ufaklığın Pera'nın kızı olduğuna dair net bir kanıta ihtiyacı olursa şu sahneyi görmelerini isterdi. Ustaca lafı istedikleri gibi dağıtma halleri ve bunu gayet iradeli konumda tamamlayışlarını.

'Laf cambazısın, resmen laf cambazısın.' Kadın daha fazla dayanamadan sandalyesinden kalktığında bakışları da kendini izleyen iki bedeni süzdü.

'Üzerimi değiştirmeye gidiyorum.' Dağhan'a bari sen ikna et dercesine Deva'yı işaret etmekten kaçınmadığında adamın usul baş sallamasıyla yöneldi merdivenlere. Kurda kuzu emanet ediyor sayılırdı fakat nedense buradaki kuzunun 37 yaşında koskoca haline rağmen kocası olduğunu düşünüyordu.

'Baba...' Dağhan çoktan kanına girme hamlesinde bulunan boynu bükük ufaklığa baktığında elinden gelen tek seçeneği değerlendirmeyi düşündü. Bu da gol olmazsa bundan sonraki her maçta Deva sağlam doksandan çakardı topları. Sandalyesini geriletip kıza gelmesi için eliyle işaret verdiğinde ikna edeceğinden emin haliyle Deva'da bir çırpıda olduğu yerden inip kucağına çıkmıştı.

'Boynunu bükme öyle.'

'Ama lütfen... Çok istiyorum oyuncak...' kaşlarını düşürüp dudak bükerken Dağhan onlarca kez aklından kendini tembihledi; O Pera'nın kızı Dağhan, bu numaraları yeme Dağhan, karını da tanıyorsun Dağhan, karının istediği zaman istediğini elde edebileceğini biliyorsun Dağhan, Pera ve Deva ikna olmaz ikna eder Dağhan. Ve son olarak da, lanet olsun ki yine ikna olacaksın Dağhan...

'Hangi oyuncağı istiyorsun?'

'Kumandalı araba.' Işıldayan gözlerine bakarak gülümsediğinde tokasından kaçmış saçlarını kulağının arkasına sıkıştırıp derince nefeslendi.

'Seninle anlaşma yapalım, ne dersin?' iş hayatı boyunca alnı ak çıktığı tüm anlaşmaları dumur edecek Deva'ya bir umut diyerek bakmaya devam ederken ufaklığın tek kaşı havalanmıştı bile.

'Arabayı alacak mıyım?'

'Muhtemelen alacaksın.' Aynı sonuca ulaşacakları için aslında tüm yüreğiyle kabullendiği cümleyi diline de döktüğünde boncuk tanesi gibi duran gözlerin merakına tebessüm etmeden duramadı.

'Nasıl anlaşma peki, annemden mi saklayacağız?' sinsi sinsi parlamaya başlayan hareleriyle kahkaha atmak istese de kendini tuttu. Yok kesinlikle Deva ele avuca sığmaz, durdurulamaz ve durdurulması da talep edilemezdi. Kız resmen anayasanın ilk üç maddesi gibiydi değişmez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemezdi.

'Annenden bir şey saklayamayız, bu iyi bir şey değil Deva. Bugün arabayı almayalım.' Bir umut diyerek konuya giriş yaptığında Deva'nın dudakları da şaşkınlıkla aralandı.

'Ama-' işaret parmağı hafifçe havalanıp ufak burnunun üzerine yavaşça dokunduğunda asla yapamasa da Deva'ya karşı kararlı bir tavır sergileme çabasındaydı.

'Anlaşmayı dinle önce.' Kız usulca başını salladığında dudaklarını ıslattı.

'Dediğim gibi bugün arabayı almayalım, hastaneden sonra alışverişe gidelim, kardeşine almamız gerekenleri alalım.'

'Anlaşma nerede?'

'Aslında sana küçük bir sır vereceğim, arabayı sanırım kardeşin sana hediye edecek.'

'Küçük değil mi o? Nasıl taşıyacak?' hali hazırda zaten bir nebze kardeşine gıcık olan tavrı burun kıvırmasıyla taçlanırken Dağhan göz kırptı.

'Orasını boş ver. Öyle duyduğum için arabayı almamıza gerek yok.'

'O zaman... Bebek alalım? Çok istediğim var bir tane, sen de biliyorsun... Beraber bakmıştık ama annem kızar diye alamamıştık. Hatırladın mı? Saçları simsiyahtı, benimki gibi, gözleri de-' çocuk haline, masumluğuna kim düşmezdi ki ufaklığın. Pera'nın iradesi konusunda büyük tebrik hak ettiğini düşünüyordu Dağhan. Çünkü kendisi o iradeye asla sahip değildi.

'Yeni anlaşma?'

'Bugün bebeği alacaksak olur.' Başını hızlıca salladığında Dağhan dudaklarını bir kez daha ıslatıp derince soluklandı.

'Kota getirelim.'

'Hangi kot pantolon?' bir an yüzü allak bullak olsa da yanlış kelime seçimini fark ederek gülümsedi. Deva'nın o afacan hali yüzünden, tabi bir de her istediğini yaptırabilme potansiyelinden dolayı kelimeleri de yaşını başını almış insanlara göre seçmeye başlamıştı.

'Öyle değil, sınır. Ayda bir tane istediğin bir oyuncak. Bugün bebeği alırız ama tüm ay başka bir oyunca istemek yok.' Gözlerini kısan ufaklık olayı tartmaya başladığında merdivenden gelen ayak sesiyle başını hızlıca salladı.

'Ama sadece sizden istemek yok.'

'Deva...'

'Anlaşma anlaşmadır. Kabul. Hadi gidelim.' İnce parmaklarıyla anında elini sıkıp tokalaştığı gibi atlamıştı dizinden. Arkasından dumur olmuş haliyle baksa da faydasızdı. Sonuçta kendisi için yeterli alanı kurtarmıştı. Pera'nın yanından fişek gibi geçip odasına çıktığında kadının tek kaşını havalandırmış haliyle karşı karşıya kaldı.

'Kabul ettin değil mi?'

'Evet ama anlaşma sağladım.'

'İstediği oyuncağı her zaman almak anlaşma sayılmaz.'

'Ayda bir kez sadece bir tane oyuncak hakkı olacak. Ben bu kadar dirayet gösterebiliyorum.' Ellerini iki yana açıp yapabileceklerim bununla sınırlı dercesine omuzlarını kaldırdığında Pera'da gülerek yaklaştı Dağhan'a. Adam oturduğu yerden ayaklanırken yanına kadar ulaşmış bedeni sararak anında boynuna bastırdığı dudaklarıyla derince nefeslendi.

Çocuklar orantısız bir güçtü, kimse ne kadar sert veya zor olduklarını yaşamadan bilemezlerdi ve devamlı galip çıkma konusunda istikrarlı tavırlar sergiliyorlardı. Adam bu kadar kısa sürede tespit edebilmişti durumu. Sevdikleri kadınlar ise o orantısız gücün çok ama çok üzerindelerdi. Konuşmadan, jest ve mimiklerini kullanmadan sadece kokularıyla seven adama dünyayı alt üst ettirebilirlerdi.

'Mercimek fotoğraf çektirecek mi?' Dağhan kucağındaki kızın parlayan gözlerine baktığında gülümsemesi yüzünde yer edindi. Daha önceki ulturason görüntüsüne karşı tepkisini hatırlıyordu da bir saat şok içinde dinlemişlerdi ufaklığı resmen. Deva'nın, 'Bu belli olmuyor.', 'Kafası yok mu bunun?', 'Poz veremiyor.' ve konuyu tamamen zirveye taşıyarak, 'Ben daha güzel poz veriyorum yeni çocuk neden istediniz ki?' sorusuna kadar yükselmişlerdi. Tabi tüm tepkilerine kendisi cevap vermekten de kaçınmamıştı ufaklık. Dağhan sedyedeki Pera'ya, ardından da Zerrin hanıma göz attığında kadının sevecen haline şükür etti. Aksi taktirde yarım saat önce başkası olsa susmak nedir haberdar olmayan Deva sayesinde kovulmuş olurlardı.

'Bu sefer poz verebilsin bari.' Cevap alamamış olmanın gazıyla yüzünü buruşturup tekrar mırıldandığında Zerrin hanım cihazı Pera'nın karnında dolaştırmaya başlarken hafifçe sesini yükseltmeyi de ihmal etmedi.

'Sen güzel poz verdiğinde söyle ben fotoğrafını o zaman çekeyim Deva'cım, olur mu?'

'Poz verebileceğinden umutlu değilim doktor abla.' Büyümüşte küçülmüş tabiri Deva'nın önünde resmen saygıyla eğiliyordu an itibariyle. Zerrin hanımın dahi şaşkın bakışları üzerindeyse gerçekten de vahimdi durum ki odada yankılanan kalp ritmiyle Dağhan ve Pera'nın yüzlerindeki gülümseme büyümeye başlasa da Deva yine susamamıştı.

'Ötüyor mu?!' büyümüş gözlerini anında annesine çevirirken Dağhan daha fazla tutamadığı gülüşünü de serbest bıraktı. Kardeşini görmek için doktora gelmekten zaten şikâyetçi ve bir an önce alışveriş yapma niyetlisi Deva'nın tepkisi için gülmeden yapamazdı zaten.

'Kalp atışı o kızım.' Pera mırıldanarak gözlerini yumduğunda Deva hala Dağhan'da olan bakışlarını yüzünü buruşturarak ekrana çevirdi.

'Kalbi acımaz değil mi?' sorusu aslında en başından beri Pera'yı da, Dağhan'ı da tedirgin eden noktaydı. Vaktinde kendi rahatsızlığını dile getirmediği için böyle şeylerin kontrolü oluyor mu olmuyor mu bilemese de şimdi genetik resmi net bir şekilde Deva'da yaşıyorlardı sonuçta. Ki bu konumda Zerrin hanımla uzun uzun konuşmuşluğu, her detayı anlatmışlığı dahi vardı fakat bir türlü içindeki o hissiyatı ve gerginliği atamamıştı Pera.

'Acımaz, senin kalbin de iyileşince acımayacak fındık.' Dağhan az önce gülen yüzüne rağmen gözlerinden geçen bulutlara söz dinletip kızın şakağına dudaklarını bastırıp mırıldandığında Pera'nın elini tutmayı da geciktirmedi. Dolduğu için kaçırdığı bakışları zaten destek gerektiğini net bir şekilde anlatıyordu.

'Onun iyileşmesi gerekmesin ama hiç acımasın. Acırsa şey yapalım...' dudaklarını sıkıca birbirine bastırıp mavi boncuk tanesi gibi duran gözlerini etrafta dolaştırdığında tekrar Dağhan'a bakarak gömleğinin yakasıyla uğraşmaya başlamıştı.

'Eğer acırsa, belki benim kalbim o zamana iyileşmiş olur, ona veririz. Hem ben doktor abimi seviyorum, o gelir ilaçlarıma devam eder.' Büktüğü dudağıyla umut istercesine Dağhan'a bakmaya başladığında adam derince soluklanıp ısırdı alt dudağını. Kıskanıyor diye gördükleri, öyle tepkilerle alıp yürüyen ufacık beden ve o bedenin içindeki kalbi düşünmeden kardeşine vermeye kararlı hali...

'Buna gerek kalmayacak. Senin de, kardeşinin de kalbi acımayacak. Söz veriyorum sana fındık. Baba sözü.' Az önce hüzünlenen bakışları Dağhan'ın cümleleriyle tekrar ışıldadığında başını hızlıca salladığı gibi tekrar Zerrin hanıma döndü Deva.

'Biliyor musun doktor abla, babalar sözlerini hep tutarlar.'

'Biliyorum Deva'cım.' Zerrin hanımın da hüzünlü gülümsemesi kendisini gösterirken Dağhan göz ucuyla Pera'yı süzdü. İçindeki hüküm geçmeyen fırtınaları, endişeleri görebiliyordu. Tüm korkusu ve kahroluşuyla beraber güçlü kalma çabasını, hatta bunu kendine dahi belli etmemeye çalışan halini. Parmaklarını hafifçe sıkılaştırıp kadının kendine bakmasını sağladığında gözlerini de usulca kapatıp açtı. Çoğu insan uzaktan bakınca anlamını göremezdi ama yaşardı. Pera ve Dağhan arasındaki durum da böyleydi. Bir göz kapama, bir el sıkma tüm dünyayı karşımıza almamız gerekse de yanındayım anlamı taşıyabiliyordu en nihayetinde.

Girdikleri mağazayı baştan sonra gezmeye başladıklarında Dağhan aslında ne aradıklarını dahi bilmeyen haliyle baktı etrafa. Ne gerektiği konusunda zerre fikri yoktu ancak Pera'nın çantasını karıştırdığı gibi çıkardığı kağıtla derince nefeslendi.

'Burada olanlar en gereklileriymiş.' Pera ilk sayfayı uzattığında Dağhan başını sallayıp kontrol ederken diğer sayfayı uzattığı gibi konuşmaya devam etti, 'Bunlar da olmalıymış ama ölüm kalım meselesi değilmiş.' O kağıdı da aldığında ilk listeye hala bakmaya devam ediyordu.

'Bez, bebek bezi toplasak üç kilo belki olacak bir çocuk için fazla değil mi?'

'Elif hanım ve anneme bende aynı şeyi söyledim, kahkaha attılar.' Pera dudak büküp kendini dondurmayla boğma girişiminde olan alışveriş sepetine kurulmuş kızına peçete uzattığında onun almasıyla tekrar adamın elindeki listeye göz attı.

'Ben Arjin ve Turan'ı arayayım, arabayla gelsinler. Ceyhun'a da haber vereyim depoya evdeki eşyaları taşısın.'

'Eşyaları neden taşıyor?' kaşlarını havalandırarak mırıldandığında adamın hala iki listede dolaşan bakışları kendini buldu.

'Bütün bunlar için ya evdeki eşyaları çıkarmamız gerek ya da konağa falan taşınmamız.' Pera gülümsediğinde Dağhan derin bir nefes aldı.

'Hastane çıkışı ne ve neden onlu yazıyor, çıkışını şimdiden mi ayarlamamız gerek?'

'Kıyafet o, set halinde oluyor.' Pera aklında olanlarla beraber raftan birkaç parça alıp sepete bıraktığında çantadan kalem de çıkarıp adamın parmakları arasına tutuşturarak aldıklarını gösterip işaretlemesini sağladı.

'Kuşatmaya gider gibi her detay eklenmiş ama ıslak mendil yazılmamış, eksik bir şeyler olmadığına emin miyiz bu listede?' tek kaşını kaldırıp baktığında Pera bu kez bezlerde dolaşan gözlerini ıslak mendilleri işaret eden adama çevirdi.

'O konuda da Afitab sultan teni hassas çocuğa bitkisel denilse de o şeyleri mi süreceksiniz saçmalamayın diyerek fırça attı. Onun yerine pamuk alacakmışız, bayağı çok.' Başını onaylarcasına sallayıp kenardaki pamuklardan da Dağhan sepete atmaya başladığında kendini durdurmayı unutan haliyle Pera anında yakaladı kolunu.

'O kadar çok değil, bırakalım başka insanlar da alsın.'

'Afitab sultan çok demiş ama.'

'Pamuğa kıtlık getirecek kadar çok değil o.' Kaşlarını havalandırarak ciddiyim dercesine bakan kadına gülümseyip başını salladığında ilerlemeye devam etmişlerdi ki Pera'nın parmakları arasındaki çoraplara bakarak çattı kaşlarını. Sepete atmasıyla Dağhan eğilip aldığında dikkatle incelediği gibi Deva'nın mavileriyle çarpıştı gözleri.

'O sadece benim bebeklerime olur, mercimek giyebilecek mi?'

'Annen aldıysa bir bildiği vardır herhalde.' Dudak bükerek ufaklığa karşılık verdiğinde çevredeki neredeyse ilk kez karşılaştığı detaylara bakmaya devam etmişti. Hayatı boyunca doğru dürüst ismini duymadığı, kelime anlamından haberdar olmadığı şeyler dahi vardı ve adam bunu yeni fark ediyordu. Konuya öyle Fransız hissediyordu ki kendisini, listeye bakarken sadece tahmin yürütebildiği şeyler için konuşmuştu en nihayetinde. Gerçi Pera meseleyi ustalıkla hallediyordu ancak kadının aldığı her şeyi merak edip istemsizce okuyordu. Üzerindeki özellikle tamamen pamuklu veya organik yazan şeyler durumu daha da ilginç hale getiriyordu adama göre. Ki Deva'nın arkasındaki alışveriş yığını da gittikçe yükselirken birazdan kıza yer kalmayacağının da farkındaydı.

'Ben arabayı kasanın oraya bırakayım Deva'yla, yeni araba alıp geleyim.' Pera gözlerini raflardan çevirmeden başını salladığında ilerledi adam. Pera ise hala elindeki iki biberon arasındaki farkı değerlendirme çabasındaydı. Kendisine kalsa birbirinden farkı olmazdı fakat ailelere göre durum öyle değildi. Gerçi annelere göre sadece biberon değil hiçbir konuda durum öyle değildi. Son günlerde kurdukları mesajlaşma gurubu sağ olsun bir dakika yalnız bırakmamışlardı kendilerini. Ki durumun içinde sadece Afitab sultan, Elif hanım ve Derya hanım değil, aynı zamanda Nida ve Elfe'de vardı. Bir ara neden konuya dahil olduğunu çözemediği Deha bile gruba girmiş geri çıkmıştı. İki biberonun hala aralarındaki farkı anlayamadığı için fotoğraflarını çekip attığında derin bir nefes alarak bakmaya devam etti. Komando edasıyla üç büyük elbette bekliyorlardı, o kadar emindi ki Pera.

'Bence bu daha akıllıca bir seçim.' Yanından gelen tanımadığı sese bakışlarını çevirdiğinde kadının işaret ettiği hafif eğri duran içinden nedenini anlamadığı bir uç uzanan biberonu tutup diğerini rafa bırakarak tek kaşını havalandırdı. Kadının siması tanıdık geliyordu fakat sesi bir o kadar tanımadığını düşündürtüyordu.

'Sancı çekmesinler diye bunlar daha çok tercih ediliyor, çevremden biliyorum.' Hala konuşmamış haliyle kadın tekrar mırıldandığında tebessümünü de göstermişti ki Pera'nın zihninde yankılanan isimle şaşkınlığını gizlemeye çalıştı.

'Irmak hanım... Yanılmıyorum değil mi?' tüm çabasıyla şaşkınlığını gizlemesi ve tebessüm etmesi taktir edilesiydi doğrusu. Gerçi o akşam tüm asilliği ve zarafetiyle duran, çevresindeki onlarca adam önünde zırh olması gerekirken kendisi adeta duvarı andıran o kadının şimdi kendinden emin, sıfır makyajla, üzerindeki rahat bir tişört ve kot pantolonla karşısına çıkmasına şaşırmasa saçma olurdu. Üstelik o kadının gündelik hayatta bile tam takım gezdiğini düşünmüştü Pera.

'Yanılmıyorsunuz, siz de Pera hanımsınız. Tanışma fırsatı yakalayamamıştık, memnun oldum.' Kendine uzatılan uzun tırnaklı parmaklar nedense bir pençe gibi hissetmesine neden oluyordu fakat bu da durdurmayacaktı Pera'yı. Sakince kadının elini sıktığında derin bir nefes almasıyla ayrıldı parmakları.

'Bende memnun oldum. Sık sık bebek mağazalarında bulunur musunuz, yoksa bilinçli bir ziyaret mi bu?' aslında ne demek istediğini ikisi de çok iyi biliyordu fakat nedense kadının yüzünde bir gram şaşırma olmayışı Pera'yı fişekliyordu.

'Açık sözlü olduğunu duymuştum... O halde bende net olayım, bilinçli Pera.' Kadının hala tebessüm eden haline dudaklarını ıslatıp gülümseyerek karşılık verdi. Şu an Dağhan'ın nerede kaldığını çok merak ediyordu doğrusu.

'Ziyaret için garip bir yer, tanışmak istediğini haber verseydin zevkle ağırlardım Irmak.' Omuz silkerek konuştuğunda kadın usulca başını sallayıp saçlarının arasına yerleştirdiği gözlüğü indirdi başından.

'Bir dahaki sefere inşallah, görüşmek üzere.' Gözlüğünü takıp arkasını döndüğünde Pera'da derin bir nefes aldı. Bir an kalp krizinden gideceğini düşünmüştü, tamam tırsmıyorum imajı verirdi ancak bu doğru olduğu anlamına gelmiyordu ki. Deli gibi tırsmıştı, kendine bir şey olmasından çok hamile oluşu yüzünden üstelik. Bire bir karşı karşıya kalsa, karnında çocuğu olmasa ufacık tedirginliği dahi olmaz kadının saçını yolup ellerine verirdi, fakat durum öyle işlemiyordu şimdilik. Gerçi, kadın laf dahi sokmamıştı, ne diye saçlarını yolacaktı onu bilmiyordu ama iç sesi gerçekten de parçalaması gerektiği kanaatine varıyordu.

Yaklaşan araba sesiyle mağazadan çıkan kadının sırtından da sonunda çekebildi gözlerini. Hala elindeki telefona göz atıp az önceki kadının işaret ettiği biberonda karar kılındığını anlayarak derin bir nefes aldığı gibi dibine gelen sepete bıraktı.

'Ne oldu sana?' Dağhan'ın çatık kaşlarını sonunda bulabildiğinde kararsız kalmıştı. Söylese bir türlü söylemese bir türlüydü. Eğer ki kadından bahsederse Dağhan'ın sessiz sakin kalacağını düşünmüyordu, bahsetmezse de aynı kadının bir daha karşılarına çıkmama ihtimali de çok düşüktü. Ki bilinçli olarak takip ettiğini de söylemişti.

'Hiç...' öncesinde kadının tam olarak kim olduğunu, neler yapabileceğini, Dağhan'ın söylediği kadar deli olup olmadığını öğrenmesi şarttı. Belki de adamın defalarca söylediği gibi zaafı olup olmadığını çözmek için yapmıştı bunu kadın. Şu an Dağhan'a söylerse çok net şekilde merak ettiği şeyi de öğrenirdi.

Parmağını direksiyonda ritim tuttururken yanan ışıkla derin bir nefes alıp tekrar harekete geçirdi aracı. Alışveriş yaptıkları günden itibaren iki hafta daha geçmişti ancak Irmak denilen kadın hakkında herhangi bir bilgi edinememişti. Arjin, Ceyhun, Turan'dan bilgi almaya çabalarken sorgulayan bakışlarıyla karşılaştığı için omuz silkip uzaklaşmış, Elfe ile bir olup tüm sosyal alemi talan etmiş ve elleri bomboş şekilde kalmıştı. Sanki kadın dünyada değildi de kendi hayal alemlerinde yaşar gibiydi. Ufacık bir yerde dahi isimleri geçmiyordu. Deha'ya sorsa anında abisine aktaracağını biliyordu, Nida'ya sorsa net cazgırlık yapar kadını paralardı, ondan da emindi, Devrim'in duyması zaten Dağhan'ın duymasıyla eş değer sayılırdı. Gerçi iki haftada kadından ses çıkmamıştı fakat yine de bir şey öğrenememiş olmak damarına basıyordu Pera'nın. Sinyal verip yavaşladığında açılan demir kapıyla beklemeden girdi bahçeye.

Elif hanımın bir anda arayıp gel kahve içelim demesiyle önce eve ardından da yalıya atmıştı zaten kendisini. Arabayı park edip daha parmakları kapıya ulaşmadan açıldığında bakışları Arjin'le çarpıştığında göz devirerek indi.

'Takip mi ettin? Gerçekten mi?' adam omuzunu hafifçe kaldırıp indirdiğinde dudaklarını ıslatıp kaşlarını çattı.

'Ortalarda dahi yoktun, evde kamera mı var?'

'Dört tane mükemmel erişimlere sahip istihbarat vardır, gurur kaynağımız MIT, FBI, CIA ve bendeniz Arjin. Kaçabilirsin ama saklanamazsın yenge.' Gülmesiyle Pera tek kaşını kaldırdığı gibi mırıldandı.

'Pera ALARİE KALAYCI'yım Arjin, hem kaçarım hem saklanırım ama bence teşvik etme, sonra senin başın ağrır.'

'Ezer geçersin.' Teslim olurcasına adam ellerini havalandırdığında yalının basamaklarını çıkarak açılan kapıdan içeri girdi. Tamam Arjin normal şartlarda yakalamış olabilirdi fakat o kadar kaçış planı uygulamıştı ki Pera işi de üst düzeye getirmiş sayılırdı. İstese herhalde varlığını unutturabilirdi, öyle görüyordu kendisini.

'Elif hanım bahçedeler Pera hanım, siz ne alırsınız?' Melek hanımın gülümseyen haliyle derin bir nefes aldı. Hala bu kadın tedirgin ediyordu onu, hala bir gariplik olduğunu düşünüyordu ancak onun istisnasız gülümseyen ve hep hazır hali suçlamasını engelliyordu.

'Kahvenizi içerim Melek hanım, sade.'

'Tabi efendim.' Bahçeye çıkan kapıyı işaret ettiğinde ilerlemeye başlarken göz ucuyla mutfağa giren kadını süzdü. Belki normal birisi olsa boş kuruntu derdi fakat Pera o kadar çok insan tanımıştı ki Irmak denilen kadında hissetmediği gerginliği Melek hanımı görünce hissediyordu. Hızlıca bedenini dışarı atıp bahçe takımında oturan Elif hanıma yöneldiğinde kendisini fark etmesiyle o da anında ayağa kalktı.

'Hoş geldin Pera'cım.'

'Hoş bulduk.' Gülümseyip kadını öptüğü gibi koltuğa oturduğunda Melek hanımın da getirdiği kahve orta sehpada yerini aldı. Nasılsın fasılları geçip gittiğinde Elif hanımın ciddi bir konuşma yapacağının sinyalleri de tüm mimiklerinden, tavırlarından, hatta bakışlarından bile anlaşılıyordu. Ki kahve geldiğinde kadının istediği iki kutu da oracıkta Pera'ya bakıyordu zaten.

'İyi olduğunuza emin misiniz?'

'İyiyim, çok iyiyim Pera'cım, ancak öncelikle...' büyük kutuyu çekip önüne kadar getirdiğinde gülümseyerek devam etti cümlesine, 'Bunları kabul etmeni isteyeceğim, elbette kullanıp kullanmamak sana kalmış.' Bir kutuya, bir de kadına bakmaya başladı Pera. Elif hanım aç hadi dercesine işaret ettiğinde kapağı kaldırmıştı ki içindeki parçalarla kendisi de gülümsedi.

'Ne kadar seversin bilmiyorum ama çok önceden hazırlanmış şeyler, istersen kullanmaya bilirsin de. Kesinlikle kendini mecbur hissetme.' en üstte duran patiği parmaklarının arasına aldığında uzun uzun baktı bembeyaz örgüye. Ne kadar önce yapıldığı, modeli falan değildi mühim olan, asıl önem teşkil eden düşünülmesiydi. Deva'ya hamileyken açıklayamamak, korkmak tüm bu aile büyüklerinden gelebilecek destekten de uzak kalmasına neden olmuştu. Şimdi Elif hanımın bu yaptığı gerek o günleri anımsamasıyla, gerekse hormonlarının etkisiyle gözlerinin dolmasına nedendi.

'Çok güzel...' dolan gözlerini hızlıca elinin tersiyle temizleyip ufacık patiklerden Elif hanıma döndüğünde bir çırpıda kadının yanına geçip sarıldı. 'Çok teşekkür ederim.'

'Beğendin mi?' kadının omuzunun üzerinden mırıldanması bile sesinin titrediğini hissettiriyordu.

'Beğenmez olur muyum? Benim için çok anlamlı. Bu kadar uğraş...' ayrılıp kutuyu işaret ederek tekrar baktı kadının da dolmuş harelerine. Yalnız hissetmemek, tek başına savaş içinde olmadığını görmek, bir şekilde destek olmaları, çok ama çok şey ifade ediyordu. Bunu da bir tek yaşayan bilirdi muhtemelen, ki Pera tüm yaşadıklarından sonra şu an minnet duyuyordu kadına.

'Daha önce de söyledim Pera, sen benim kızımsın. Daha fazlasını da yapmak isterim, iki torunum içinde.'

'Biliyor musunuz bir fikrim yok ama-' dolmaya devam eden gözlerinden firar eden yaşı tekrar sildiğinde derince iç çekip ellerini tuttu kadının, 'Ben Deva'ya hamileyken yalnızdım, bir tek Elfe vardı, korkularım yüzünden aileme söyleyemedim. Şimdi bu desteği görmek, bunları yaşamak, tarif dahi edemiyorum hislerimi.'

'Hepimiz yanınızdayız Pera...' Elinin üzerine destek verircesine vuran parmaklarla usulca başını sallamıştı. Anlatamazdı, seneler geçse, zihninden milyonlarca kelime geçse de tarif edemezdi bu durumu. Tekrar kutuya döndüğünden içinden çıkanları hem gözleri yaşlı, hem de gülerek inceledi. Her bir parçada emek vardı, hepsi ince elenmiş sık dokunmuş şeylerdi. Tekrar yerlerine yerleştirdiğinde Elif hanım bu kez daha küçük kutuyu alıp dizlerinin üzerine bıraktı.

'Bu Dağhan'ındı.' Kaşlarını havalandırıp bu kez dizlerindeki siyah kutuyu açtığında içindeki battaniyeyle ısırdı dudağını. Üzerindeki ayıcık işlemelerinde parmaklarını gezdirirken gülümsemesi de tüm yüzünde yer ediniyordu.

'Ben bu zamana kadar sakladım, ister kullanırsınız, isterseniz siz saklarsınız.' Hala sapa sağlam duran parçayı katladığında kutunun en altında duran fotoğrafla başını usulca salladı Pera. Bir koltukta bu battaniyeye sarılmış Dağhan, yanında kucağındaki ufaklıkla oturmuş Elif hanım. Gözlerini tekrar fotoğraf karesinde dolaştırıp Dağhan'ı incelediğinde kaşları da istemsizce çatılmaya başladı. Kendisinin bazı şeyleri yanlış bilme ihtimali yoktu, her şey belgeleriyle elinde vardı sonuçta.

 

Loading...
0%