@biceruvar
|
Merhabalar biriciklerim... Bu defa alışık olunan saatlerde geldim sizlerin başucuna. Geçen bölüm biliyorsunuz ki bir nebze merak edeceğiniz bölüm sonu olmuştu. Şimdi o merak ettiğimiz bölümün devamına ve bir nebze bana, "Şaka mısın sen ya!" isyanlarınızın olacağı olaylarla geldim. Satır aralarında birbirimizin omuzuna yaslanıp ağlamayı, göz göze gelip kaş çatmayı, iç çekerken birbirimize sırt yaslamayı ve kemerlerimizi bağlayıp küfürlerimizi çocukların olmayacağı ortamlarda savurmayı unutmayalım lütfen... Ve ne olursak olalım tüm kadınların birbirinden güç bulabileceğine inanalım... Söylemediğim zaman tamamen unutulduğunu görerek, ki etkileşimi de hesaba katarsak zaman harcıyorum, bir beğeni, iyi veya kötü(yapıcı eleştirisel) şekilde yorumunuzu eksik bırakmayın... Instagram: BiCeruVar ------------------------------------------------ 'Bu Dağhan'ındı.' Kaşlarını havalandırıp bu kez dizlerindeki siyah kutuyu açtığında içindeki battaniyeyle ısırdı dudağını. Üzerindeki ayıcık işlemelerinde parmaklarını gezdirirken gülümsemesi de tüm yüzünde yer ediniyordu. 'Ben bu zamana kadar sakladım, ister kullanırsınız, isterseniz siz saklarsınız.' Hala sapa sağlam duran parçayı katladığında kutunun en altında duran fotoğrafla başını usulca salladı Pera. Bir koltukta bu battaniyeye sarılmış Dağhan, yanında kucağındaki ufaklıkla oturmuş Elif hanım. Gözlerini tekrar fotoğraf karesinde dolaştırıp Dağhan'ı incelediğinde kaşları da istemsizce çatılmaya başladı. Kendisinin bazı şeyleri yanlış bilme ihtimali yoktu, her şey belgeleriyle elinde vardı sonuçta. 'Dağhan ile Deha arasında on yaş yok muydu?' usulca Elif hanıma döndüğünde kadının yutkunuşuyla derince çattığı kaşlarıyla elindeki bir kare fotoğrafa yeniden baktı. İlk başta her evrakı ezberlerken elbette bunu da ezberlemişti. Çok net şekilde hatırlıyordu. Dağhan ve Pamir 35, Nida 34, Deha 25 yaşındaydı, şirkete ilk girdiğinde defalarca hem özgeçmişlerinde, hem de gazete küpürlerinde okumuştu. O kadar çok yaşları mevzu bahis edilmişti ki daha önce, Pera'nın böyle bir detayı aklından çıkarması mümkün olmazdı. Fakat şimdi baktığı karede Dağhan maksimum beş yaşında hatta daha küçük gözüküyordu. 'Bana neden demiştin hatırlıyor musun?' anlamadığı soruyla sertçe yutkunarak tekrar Elif hanıma döndüğünde kadın derin bir nefes aldı. 'Neden ayrılmadığımı sormuştun, neden tüm bunlara katlandığımı sormuştun.' Başını usulca sallayarak kadına onay verdiğinde aklından geçenlerin olmamasını dilercesine bakıyordu. Elif hanım ise sanki hayatına kast edilmişçesine ağlamamak adına direnen çenesinin titreyişini dinginleştirircesine dudağını ısırarak hırpalıyordu. 'Kızım için Pera.' Bir türlü anlam veremiyordu ki, şimdilik aklına gelen tek seçenek vefat etmiş olmasıydı ancak öyle bir duruma en küçük ihtimalle Dağhan Deha'yı anlatırken, albümlere bakarken rastlardı. Hiç yoktan tek kare fotoğrafa rast gelirdi. Duymak istemedikleri bazen tam da duyduğu olurdu insanın. Böylesi vakitlerde ise asla yaşamak istemem diyeceği her durumun ortasına, etrafı ateş çemberiyle sarılı kalırdı. Kadın korktuğu ateşin içerisinde havaya yükselen is ve ufak kıvılcım çıtırdamalarına göz yaşlarıyla da bakabilirdi en nihayetinde, korkudan ölürken hiç korkmuyor gibi yaparak. 'Vefat etmedi...' mırıldanıp başını sağa sola sallayarak Elif hanımı süzerken onun başını onaylarcasına sallamasıyla bir kez daha sertçe yutkundu. Boğazındaki o ince düğüm usul usul sıkılaşırken boğulduğunu hissediyordu. Elif hanımı anlayarak değil, onunla empati kurarak yaşıyordu tüm bu çıkmaz sokakları. Bir anne olmaktan öte kadın olarak göğsünün tam ortasında yanan kamp ateşini hissediyordu. Kamp ateşleri genelde sıcak, eğlenceli ve birleştirici olurken Pera bu seferkini delicesine ayrı düşürücü ve veda edici hissetmişti. Yıllar süren bir ayrılık kadar gerçekti üstelik ruhunda durmadan çaba gösteren o acı hissiyat. 'Kızıma ulaşabilmemin tek yolu Fuat'tı. Ona tekrar kavuşabilmek için yıllarca bekledim.' Gözlerindeki umutsuzluk, bitmişlik fakat bir o kadar da tutunma çabası öylesine netti ki alt dudağını dişleri arasında ezerken iç çekip derin bir nefes aldı. Kelimelere sığmayacak hatta dünyadaki tüm dilleri birleştirseler izah edebilecek hece bile bulamayacak kadar kötüydü durum Pera'ya göre. Kendisi öldü diye bildiği kızının hala hayatta oluşuyla ve birkaç yılla sarsılmış, dağılmış, bitap düşmüştü. Peki ya Elif hanım? Kollarına alıp kokusunu ciğerlerine doldurduğu ufacık kızından kaç senedir ayrıydı? Bu hasretlik kaç ülke yıkmıştı kadının içinde? 'Ama yapamadınız.' Sıktığı dişleriyle mırıldandığında Elif hanımın da gözyaşları yanağından süzülmeye başladı. Öyle ki ne Pera, ne de kadın engellemiyorlardı ağlamalarını. Aksine sanki tam da şimdi dökülmesi şartmış, mecburlarmış gibi şakır şakır bir sağanak yağış altında bırakıyorlardı yanaklarını. Bir teselli verebilmek istese de imkansız olduğunun bilincinde olarak tek yaptıkları içlerindeki tüm acıyı gözlerinden tuzlu sularla dökmekti. 'Neden ama, niye yapar ki böyle bir şeyi?' önce battaniyeyi ardından üzerine fotoğrafı bırakıp tamamen Elif hanıma baktığında kadının iç çekmesiyle ıslattı dudaklarını. Aklının almadığı ve asla alamayacağı sorulardı bunlar. Emindi ki Elif hanımda asla cevap bulamamıştı. Zaten kadın olmak bazen sorulara cevap bulamadan yaşamaya mecbur bırakılmak değil miydi? 'Kızıma hamileyken Dağhan'a bağırdı, son sınırımdı. Çocuklarımız hep kırmızı çizgilerimizdir... Eşyaları toparladım, Dağhan'ı aldım, evi terk edecekken kavga ettik. Orada başladı doğum, hastaneye dahi götürmedi, doktoru eve getirdi. Anlam veremedim, o acı esnasında kimse aklıma gelmedi, haber veremedim. Sonra çekip aldı, kıpırdayamadım yerimden, götürdü. Bir kez daha evden gitmeye kalkarsam hiç göremeyeceğimi söyledi. Bekledim, yıllarca... Israrlar, kavgalar. Hatta inanır mısın aradım ama hastane kaydı dahi olmayan bir çocuğu bulmak imkansız.' Umutsuzca başını salladığında Pera derin bir nefes aldı. 'Yani... Dağhan ve Deha'nın kız kardeşleri var, yaşıyor.' İnanamaz ama bir o kadar da doğruluğunu kontrol etmek istercesine konuştuğunda Elif hanım sakince başını salladı. 'Neden Dağhan'a söylemediniz? Belki, belki değil. O öğrenir, bulurdu.' 'Bir evladımı elimden aldı, birini de öldürmesine göz yumamazdım. Normal bir insan değildi o. Hem Dağhan sakin kalamazdı ki bu konuda, kavga ederdi, olanı zaten biliyoruz, sonunda Deha değil o öldürürdü. Yine bulamazdım.' 'Şimdi, şimdi söyleyelim.' Büyüttüğü gözleriyle anında ayağa kalktığında Elif hanımın avuçları arasında kalan parmaklarını sıkılaştırmayı da ihmal etmedi. Öyle veya böyle bir şekilde bulurdu Dağhan. Onu tanıdığı müddetçe inatlaştığı hiçbir şeyi yapmadan bırakmamıştı. Bu durumda Dağhan'ın kolay kolay pes edeceği bir şey değildi. 'Aslında bende seninle bunu konuşmak istedim Pera'cım. Emin değilim, hala arıyorum fakat onun bütün iletişim kurduğu kişileri Dağhan bilir, ancak ya o da bulamazsa. Aklını kaybeder.' Umutsuzluk içine çöreklenmişken bir kadının, kurtarabileceğini düşündüğü ilk şeyler çocukları olurdu belki de. Elif hanımın durumu da tam olarak böyleydi. Kalbinde, zihninde, tüm benliğinde kara bir sis perdesi gibi umutsuzluk vardı ancak avuçlarındaki son ışık Dağhan ve Deha olduğu için onları da yok etmek istemiyordu. 'Belki aile meselesi, karışmam-' omuz silkip konuşmaya başladığında kadının uyarırcasına sıkılaştırdığı parmaklarıyla cümlesi yarım kaldı. 'Sen bu ailedensin, karışacaksın tabi, duymayayım bir daha.' Pera başını sakince salladığında dudaklarını ıslatıp iç çekerek dikkatle süzdüğü yüzden sonra az önce kalktığı koltuğa yerleşti. 'Bunu bilmeleri gerek, ikisinin de. Kızınız iyi bir yerde mi, ne durumda, ne yaşadı... Bunların hepsini bilmemiz gerek. Bilmemiz için de Dağhan'ın ve Deha'nın haberinin olması lazım.' İkisinin de çıldıracağının hatta o asla uğramadıkları mezarı kazıp, dünya üzerinde kalan son parçası kemiklerini parçalayacağının farkındaydı Pera. Fakat bu düşüncesini sonuna kadar savunurdu. Kız veya erkek, bir çocuğun ailesiyle olmaması, başka biri tarafından büyütülmesi, akıl alır iş değildi. Hele ki şartların iyi olup olmadığı konusu tamamen muallakken... Sonuçta ruh hastası bir insandan bahsediliyordu. Karısına, çocuklarına hem psikolojik, hem de fiziksel şiddet uygulamış birinden. Pera önce yanında oturan Dağhan'a, ardından ortalıkta kucağındaki Deva'yla cirit atan Deha'ya baktığında derince nefeslendi. Kaçamak bakışları Elif hanımda dolaşsa da ikisi de ufak kızın uyumasını bekliyorlardı şimdilik. Zaten konu daha kapanmadan Pera Elif hanımı kaptığı gibi eve getirmişti. Zaman yeterince kaybedilmiş, üzerinden uzun ve zorlu bir yol geçmişti. Şimdiden sonra en doğru seçenek o uzanan yolu geri dönerek yıllar öncesinde ufak bir kız çocuğuna rastlamaktı. 'Deva'cım...' Deniz'in sesiyle beraber Deha duraksadığında uçarcasına duran bedeni düzeltip boynuna sarılan ince kollara gülümsedi. 'Deniz abla... Ne olur amcamla biraz daha oynayayım...' ufaklık boynunu büküp Deha'nın kucağından kadına bakmaya başladığında Deniz başını anında sağa sola salladı. 'Amcasının şekerparesi, doktoru yarım saattir bekletiyoruz. Hem ben kaçmıyorum ki, yine oynarız.' 'Söz mü?' gözleri anında harelerini bulurken parıltılara büyük bir tebessümle baktı Deha. 'Söz...' tebessümüne devam ederken başını salladığında kızı da yere bırakmıştı ki sırası üzerine herkesi öpüp merdivenleri tırmanan ufaklığın ardından bakmaya başladılar. Açıklama vakti gittikçe yaklaşırken iki kadının üzerindeki gerginlik artsa da Dağhan önce kolunun altına çektiği kadına daha sonra da annesine bakıp aralarındaki kaçamak git gel haline tek kaşını kaldırdı. 'Neyiniz var sizin?' Dağhan'ın sorusu Deha'nın da dikkat kesilmesini sağlamıştı ancak Pera bunun hemen söylenmesi taraftarı olmadığı için dudaklarını ıslatıp kalktı yerinden. 'Ne içersiniz? Önce getireyim sonra konuşalım. Viski?' sevk ettiği durum iç açıcı olmasa da Dağhan tek kaşını kaldırıp süzdü karısını. Öylece salonda oturmuş normal bir akşam yaşıyorken Pera ona sahiden viski getirmeyi mi teklif ediyordu? 'İçmiyorum artık ama senin alkole teşvik etmeni sağlayan konuyu deli gibi merak ettim.' salondaki üç bedenin kaşları Dağhan'ın cevabıyla havalandığında adam derin bir nefes aldı. Alenen göstermese bile harcadığı bir çaba vardı ve bunu hiç etmeyecekti. 'Bakmayın öyle, içmiyorum işte.' Meselenin üzerinde durulmaması adına gayet rahat şekilde yanıt verirken gözleri hala Pera'nın tedirgin tavrında dolaşıyordu. Bir yanda sıkıntılı duruşu kalsa da diğer taraftan alkol almayışına olan şaşkınlığı sürerken hepsini silmeye çabalayarak tekrar gülümsedi Pera. 'Kahve?' tekrar şansını denemek için baktığında Dağhan başını yeniden sağa sola salladı. 'Çay...' sesindeki neşeli tınıyı biraz düşürse de Dağhan yeniden başını sağa sola salladığında derin bir nefes alıp kalktığı koltuğa tekrar yerleşmişti. 'Ayran yapayım?' son bir kez daha direndiğinde bu kez Dağhan'ın irdeleyen bakışlarından Deha'nın cevabıyla kopmak zorunda kaldı Pera. 'Menü getirmene ramak kaldı yenge, içmiyoruz bir şey. Ne oldu ya sana?' doktor evden çıkana kadar mevzuyu açma niyetleri yoktu ikisinin de. Hal böyle olunca oyalanacak bir nokta aramaları da en normaliydi muhtemelen. Kopacak kıyamete bu dört kişi şahit olsa yeterdi, daha fazlasını ürkütmeye gerek yoktu en başta. 'Doktorun gitmesini bekleyebilir miyiz?' yavru kedi gibi bakmaya başladığında Dağhan tek kaşını havalandırarak kendisine odaklansa da anlayışla başını salladığında şükür çekmişti. Pera'nın gözleri merdivenlerden kapıya ilerleyen adamdan sonra çaktırmadan gittiğini anlatma çabasına giren Deniz'i bulduğunda içeri girip mutfağa yönelen Arjin'le tam anlamıyla kadro yer almış hazır kıta beklemeye başlamışlardı. Deniz'e sadece kısa özet geçmiş, kadının şok olmuş halinden sonra 'Çocuklardan birkaçı burada olsun, ne olur ne olmaz...' tepkisiyle onay vermek zorunda kalmıştı. Hakkını yiyemezdi, kaldı ki 'Evi talan eder, bir anda çıldırırsa gözü bir şey görmez Dağhan abinin.' yorumundan sonra kesinlikle Arjin'in burada olmasına karar verilmişti zaten. Kendine böyle sakin olan bir adamın neden deli olduğunu iddia ediyorlardı anlam veremese de kısa süre sonra öğreneceğinden emin gibiydi. 'Hadi artık... Ne oldu? Üstelik ikinize birden?' Dağhan annesiyle karısını işaret ederek kaşlarını çattığında Pera şekilden şekle giren Elif hanımdan bakışlarını çekip derince soluklandığında adamın gözleri tamamen kendisine döndü. Kadıncağıza böyle bir açıklamanın başını getir diyemezdi, detayları ondan öğrenirlerdi. En azından çorap söküğü gibi devam edebilmeleri adına ipin ucunu bulması şarttı. 'İkinizin de bilmesi gereken bir durum var.' Ellerini birbirine çarpıp koltuğun ucuna doğru kaydığında alt dudağını ısırarak doğru kelimeleri bulma çabasındaydı. 'Güzel tespitinin durum kısmı ne yengelerin balı?' Deha gülümseyerek konuştuğunda Pera dudaklarını ıslatıp baktı adama. Biraz sonra duyacaklarının ardından da aynı pozitif enerjiyi verebilmesini umut ediyordu. 'Öncelikle, sakin kalmanızı, kırıp dökmemenizi ve mantıklı düşüncelerinizi zihninize zincirleyerek oradan kopmamalarını istiyorum. Ki Deva'yı düşünerek uyarımı ciddiye alacağınızı umduğum gerçeğini es geçmeyelim.' Başıyla merdivenleri işaret ettiğinde tek kaşı çoktan havalanmış kocası için bol bol sabır diliyordu. 'Karın ağrınızı anlatmazsan açıklamaya ulaşamadan gerileceğim.' Dağhan'a başını sakince sallayarak karşılık verdiğinde kısaca düşündü Pera. Direkt olarak kız kardeşiniz var acaba çok mu hızlı olurdu, kalplerine falan iner miydi emin olamıyordu. Tabi uzatırsa da panik olup kalp krizi geçirebilme ihtimalleri vardı. 'Birbirini çok seven iki kardeş olduğunuzu bilmemek elde değil. Fakat sayıyı değiştirmemiz gerecek, tabi öncesinde bir şeyler yaparak.' Kendisine göre en hafifletilmiş şekilde konuya giriş yaptığında titrek nefesi aslında tüm vücudunun ürpermesine neden oluyordu. 'Sayıyı mı?' Deha'nın sorusuyla başını sakince tekrar salladığında kaşları çatılıp öne doğru çekilen iki adamla gerçekten dinleme pozisyonlarına geçtiklerinin de bilincine vardı Pera. Bu pozisyonu alarak durumun ciddiyetini kavramaları iyi olmuştu. İşaret ve orta parmağını kaldırıp iki sayısını gösterdikten sonra bir kez daha nefeslenip onların yanına baş parmağını da ekledi. 'Üç yapalım o sayıyı. Aranıza bir de kadın eklememiz gerek. Yani senden üç yıl sonra-' önce Dağhan'ı işaret edip ardından Deha'ya döndürdü gözlerini, 'Senden de altı yıl önce olan o araya eklememiz gerekiyor.' Açıklamasıyla beraber anlamalarını ümit ederek tekrar adamları kontrol ettiğinden Dağhan'ın bakışlarının usulca Elif hanıma döndüğünü fark etti. 'Anne?' sesindeki hissiyat kızgınlıktan çok uzaktı, hatta şaşkınlıkta yoktu, o kadar hissiz bir tondu ki kafasının allak bullak olduğu tonundan dahi anlaşılabilirdi. Elif hanımın gözleri kaçak göçek Pera'yı bulduğunda onun başını onaylarcasına sallamasıyla aldığı destek oğluna dönmesini sağladı. 'Pera doğru söylüyor. Senin kız kardeşin, Deha'nın da ablası var.' Başka birinin utancını bu kadar kendi içinde yaşar mıydı insan? Elif hanım yok olmak istercesine o utançla sesinin tonunu düşürdüğünde kaçırdığı gözleriyle titrek bir nefes almayı ihmal etmedi. Aslında utanması değil, isyan çıkarması gereken kendiyken böyle yutkunması Pera'nın resmen bam teline basıyordu. 'O karaktersizin gayri meşru kızı mı varmış?' Deha kaşlarını çatarak abisi gibi annesine dönerken Pera derin bir nefesle gözlerini devirdi. Gerçi Deha'nın tepkisine şaşırmamalıydı, her şey beklenirdi o heriften sonuç olarak. Fakat kız kardeş kısmında en son sorgulaması gereken nokta bu olmalıydı. 'Gayri meşru değil Deha, annenizin de babanızın da aynı olduğu bir kız kardeşiniz var.' Elif hanımın zorlandığını fark ederek kendisi müdahale ettiğinde Deha'nın gözleri kendine dönse de Dağhan'ın hala odağı az önceki yerde takılıydı. Elif hanımda. Gözlerini göremediği için ne hissettiğini anlayamasa da Dağhan'ın elini nazikçe kavradığında adam güç almak istercesine sıkılaştırdı parmaklarını. 'Nerede?' Dağhan sinirlerini zapt etmeye çalışırcasına sıktığı dizinin üzerindeki yumruğu ve birbirine bastığı dişleri yüzünden fısıldarcasına konuştuğunda transa geçmiş hali bir an açılmıyordu adamın. 'Bilmiyorum, bulamadım.' Kadının sesi yine fısıltı gibi olsa da Pera parmakları arasından kayıp giden tenle beraber Dağhan'ın başını iki elinin arasına alışını seyretmek zorunda kaldı. Dirsekleri dizlerine yaslanırken ela bakışları bir kara deliği izler gibi boşluğa döndüğünde dudaklarını da sıkıca birbirine bastırmıştı. 'O şerefsiz bunu da mı yaptı sana.' Belli ki nefesi bile kesilmişti adamın, öylesine kendini zorlayarak konuşuyordu ki her an ortalığı allak bullak edebilecek potansiyeli vardı. Acı çektiğini anlamak için alim olmaya gerek yoktu. Şu an delicesine sarılıp geçecek, bitecek, atlatacaksın demek isterdi fakat Dağhan'ın içindeki muharebe meydanı koca bir toz bulutuyla kaplıyken onu bile yapmaya çekiniyordu. 'Kaçırıp seni onunla mı tehdit etti!' tekrar konuştuğunda az önce durgun olan sesi yükselmiş, hızlıca ayağa kalkıp başını gizlediği elleri arasından çıkararak birkaç adım attı salonda. 'Niye söylemedin bunca zaman!' belerttiği gözleriyle tekrar bağırdığında Pera'da anında ayağa kalkıp kaşlarını çattı. Dağhan'ın bağırması, ortalığı ayağa kaldırması zaten beklenen bir durumdu fakat bu acıyı senelerdir yaşayan, çocukları için susmuş ve yanmış bir kadına, annesine karşı olamazdı. 'Anne! Bir şey söyle! Susma!' Elif hanıma doğru adım attığını fark edince önüne geçip ellerini durması gerektiğini gösterircesine adamın göğsüne yerleştirdi. 'Dağhan! Bağırma annene!' zaten kadının ne hissettiğini tahmin ediyordu Pera, üstelik evladına ulaşabileceği tek yol diye düşündüğü insan da yokken, böyle çıkmazdayken bir de oğlunun bağırmasına üstüne gitmesine göz yumamazdı. Dağhan'ın bakışları kendine dönerken hep ışıl ışıl olan elaların artık kara bir çukur gibi baktığının farkındaydı. İki adım gerilettiği bedeniyle Pera'nın parmakları göğsünden koptuğunda dudaklarını birkaç defa aralayıp tekrar kapattıktan sonra kaşlarını çattı. 'Kardeşimi kaçırmış! O karaktersiz kardeşimi kaçırmış ve ben bunu 34 yıl sonra öğreniyorum. Nasıl bağırmayayım Pera.' Çakmak çakmak bakan gözleriyle yeniden dişlerini sıkmaya başladığında kadın derin bir nefes aldı. Şu ortamda herkese hak verebilirken olaysız şekilde için içinden çıkmak istiyordu. 'Her şeyin açıklaması var. Annene bağırarak bir şey çözemezsin.' Gözleri Pera'dan tekrar annesine döndüğünde geriye doğru iki adım daha attı. Ayakları sarsak şekilde olsa da bedeni demirden bir zırh gibi dimdik dururken Pera aslında sevdiği adamın enkazını izliyordu. Dağhan ise bu durumu bir türlü almayan aklıyla, kabullenemeyişiyle acı çekiyordu. İçindeki duvarların çatırdamalarla dökülmeye başlayan sıvası ve boyası, ardından onları takip ederek yere düşüp paramparça olan tuğlalar... O kadar izlemesi zor ve acı geliyordu ki şakaklarına avuçlarını sertçe bastırsa da kifayet etmeyeceğinin farkına vararak başını sağa sola salladığında bakışları da annesinin dolu gözlerini inceledi usulca. 'Karaktersiz it!' kükremesiyle kenardaki biblo bir anda duvara çarpıp paramparça olurken hızını alamadı Dağhan. Duvara ilerleyip bir anda yumruğunu geçirdiğinde Pera ikinci kez sıçrayarak Deha'nın durağan yüz hatlarına baktı. Ufacık bir mimiği dahi kıpırdamıyordu adamın. İki kardeş vardı, birisi yeri göğü birbirine katacak, diğeri ise unutacak gibiydi. Aynı kandan iki kişi vardı koca salonda ve siyah ile beyaz kadar birbirlerinden farklı gözükürken bir o kadar da aynılardı. Aralarındaki uçurumdan ikisinin de içindeki taşlar dökülüyordu ancak biri zihninden, diğeri dudaklarından çığlıklar atıyordu. 'Bir kurşun değil tüm şarjörü hak ediyordu o! Derisini yüzmem lazımdı o köpeğin! Yaşarken öldürmem lazımdı! Sakat bırakıp tepki veremeyecek hale getirmeliydim!' Dağhan'ın art ardına duvara indirdiği yumrukları görerek Pera bir adım attığında bileğini yakalayan elle Deha'nın harelerine çevirdi gözlerini. 'Sen yaklaşma yenge.' 'Ama-' Deha oturduğu yerden ayaklanıp başını usulca sallarken yanından sıyrıldığı gibi abisine ulaştı. 'Abi.' 'Yetmedi şerefsize! Bize yaptıkları yetmedi! Hayatımızı siktiği yetmedi!' dur durak vermeden yumruğu duvara inmeye devam ederken Deha Pera'nın tekrar adım attığını görerek anında kollarından yakaladı abisini. Tüm siniri, kızgınlığı, geçmişi, şimdisi, aklından geçenleriyle deli gücü gelmişti resmen adama. Dirseklerinin içinden kollarını geçirip adamın sırtına parmaklarını kenetlediğinde alnını da hırıltılı nefesler alıp veren adamın başına yasladı. 'Yengeyi telaşlandırıyorsun... Derin nefes al abi. Kendine gel. Çözeceğiz... Bulacağız... Senden korkacak. Yapma, derin nefesler al.' Hala hırıldayan nefesiyle Deha parmaklarını çözerek adamın omuzunu yakaladı. 'Aç dişlerini, kilitleme.' Abisinin bu tepkisiz anlarını o kadar iyi tanıyordu ki bir an önce kendisine gelmesi şarttı. Yoksa bu sinirle sokağa çıkıp ortalığı alt üst eder, hatta oraya kalmadan evi cehenneme çevirirdi. 'Sana. Dişlerini. Aç. Dedim.' Üzerine basarak söylediği kelimelerle adamın omuzundaki parmaklarını daha çok sıkılaştırdı, 'Kendine vurmak zorunda bırakma beni.' Arkasındaki iki kadının ne konuştuğunu duymayacağı kadar sessiz olmaya özen gösterip tuttuğu omuzu biraz daha sıktığında abisinin derince çektiği solukla gevşetti parmaklarını. 'Sen bu kadar zaman o yüzden mi o herifle kaldın?' Deha'nın gevşeyen eliyle bakışlarını arkasında kalan annesine yönlendirdiğinde alt dudağını ısırıp bir kez daha soluklandı adam. 'Bunca sene, o kadar acı... Onunla tehdit ettiği için mecbur mu kaldın?' adımları sakince kadına yöneldiğinde önüne gelir gelmez diz çöküp ellerini yakaladı kadının. 'Niye bana anlatmadın anne? Bir çaresini bulurdum ben, hep bulurum.' Olağan siniri gözyaşlarına dönüşmeye başladığında Pera Deha'nın donuk halini süzdü usulca. 'Sizi de kaybedemezdim Dağhan.' Elif hanım başını sağa sola sallarken Deha bu kez yaklaştı ikisine de. 'Nerede bilmiyorsun... Ne biliyorsun hakkına anlat? Bari ufakta olsa bir şeyler bildiğini söyle. Bulalım, kiminle, ne durumda, iyi mi, sağ mı?' Deha'nın da abisinin yanına oturmasıyla Elif hanım derin bir nefes aldı. 'Bilmiyorum, hiçbir şey bulamadım. Hastane kaydı bile yok ki, bir tek doğduğu akşam çekilmiş fotoğraf var.' 'Fotoğraf nerede?' Deha tekrar mırıldandığında Elif hanımın yanaklarındaki yaşları silip derin bir nefes aldı. Dağhan dağınıktı ancak Deha onun tam tersine sanki anında durumu toparlayacağının bilincinde gibi davranıyordu. Pera usulca orta sehpanın çekmecesinden fotoğrafı çıkardığında yaklaşıp uzattı iki adama. 'Abimden üç yıl sonra, 34 yaşında, kadın, başka ne var? Ten rengi, göz rengi?' Dağhan elinden fotoğrafı almış olsa da Deha derin bir nefesle başını usulca sallayarak daha çok bilgi istediğinde gözleri fotoğraf karesi ve Elif hanım arasında dolaşıyordu. 'Kumraldı, gözleri mavi gibiydi ama emin değilim. Bebeklerin gözleri ilk doğduklarında hep öyle gözükür, başka renkte olabilir.' Elif hanım kuruyan yanaklarını tekrar gözyaşlarıyla ıslatırken Deha derin bir nefes alarak diz çöktüğü yerden ayaklandı. 'Milyonlarca insan olabilir. Tek o herif mi biliyordu yerini?' 'O sıralar yakın koruması kimdi?' Dağhan ortada dönüp duran Deha'ya rağmen mırıldandığında Elif hanım derin bir nefes aldı. 'Necdet, o hep yanındaydı ama bir şey bilmiyor. Sadece çıkarken görmüş, doğru söylüyor zaten. Arkasından gitmeye çalışırken Necdet arabanın kapısını açtı ön koltuğa bindi, kendi gözlerimle gördüm.' 'Necdet abi bilse bu zamana kadar söylerdi.' Deha'da annesini desteklediğinde Dağhan dudaklarını ısırıp ayaklandı oturduğu zeminden. 'Deniz!' 'Efendim abi.' Seslenir seslenmez koşarak gelen kadınla bakışlarını kısaca etrafta gezdirdi Dağhan. 'Çalışma odasındaki diğer şirket raporlarını getirir misin? Arjin burada mı?' aklı öylesine başında değildi ki dakikalar önce salonun ortasından mutfağa geçen adamı bile anımsayamıyordu şimdilik, kadın başını sallayıp onay verdiğinde arkasında beliren adamla derince nefeslendi. 'Arjin, sen de şirkete git. O herifin odasına dokunmadı kimse, kasayı getir.' 'Kasayı mı?' adamın çatılan kaşlarıyla Dağhan anında başını salladı. 'Kasayı, açabiliyorsan aç içindeki her şeyi, açamıyorsan direkt kasayı getir. Etrafa da göz at, hesap dokümanı falan olursa onları da al.' 'Tamam abi.' Hızlıca o da çıkışa yönelirken Deniz getirdiği koliyi sehpaya bıraktı. 'Bu var sadece.' 'Bize kahve yapar mısın?' 'Hemen.' Kadın uzaklaşırken Dağhan bir çırpıda koliyi açıp içindeki dosyaları döktü. 'Abi, ne yapmaya çalışıyorsun?' hepsinin anlamayan bakışlarına Deha ses olurken Dağhan önüne çektiği sehpayla yerleşti koltuğa. 'O karaktersiz mutlaka yüklü para göndermiştir. Her evrakı kontrol edeceğim, şirketin de, özel hesaplarının da her birini.' 'Ya nakit verdiyse?' 'O da kayıt altına alınmıştır, en kötü çekmiştir onun dokümanı vardır, bildiğim akışları geçerim, haberim olmayanları tüm illegal yollarla takip ederim.' 'Aylar sürmez mi bu?' Pera tek kaşını kaldırdığında Dağhan usulca başını salladı. 'Sürebilir ama hiçbiri 34 yıl sürmez. Anne, doğduğu gün ay neydi, o gün kimler vardı evde?' '18 Ocak 1988, pek kimse yoktu, Fatma hanım ve Dilan hanım vardı.' 'Deha, Ceyhun'u al, ikisiyle de görüş. O gün biriyle konuşmuş mu, doğduktan sonra telefon eden olmuş mu? Hepsini sor, gerekirse gözlerini korkut. Zerre umurumda değil, isteyen gidip polise şikayet etsin.' Deha'da başını sallayıp dışarı yöneldiğinde Pera usulca adamın yanına geçip dosyalardan çekmişti ki bileğini yakalayan elle bakışları Dağhan'ın hala deprem etkisinde olan gözlerini buldu. 'Sen yorma kendini.' 'Yorulmam. Ben yüksek meblağları işaretlerim, sen kontrol edersin.' 'Pera, bu meselenin içinde yıpranmanı istemiyorum, gece gündüz oturur incelerim bulurum. Yeter ki siz iyi olun. Öyle veya böyle kardeşimi bulurum ben. Yapmadığım şey değil uykusuz günlerce çalışmak.' 'Deha nasıl ki kardeşim olduysa o da öyle Dağhan, yıpranmam da yorulmam da.' Kararlılıkla başını sallarken adamın çaresiz bakışları da içine işliyordu. Önlerine bırakılan kahveyle gözleri birbirlerinden kopup Deniz'i bulduğunda onun tepsiyi köşeye bırakıp yere oturması gecikmedi. 'Deniz, sen bırak kardeşim. Evine git dinlen.' 'Seni bırakmam abi, sen benim en kötü zamanımda yanımda oldun, sıra bende.' Deniz'in kararlı haliyle itiraz edecek gibi olsa da kadının direkt olarak önüne dosya çekmesinin üzerine bakışları bir süre üzerinde gezindi. Yıllardır bir arada olduğu, kötü zamanlarına şahitlik edemese de daha kötülerini yaşamaması adına kol kanat gerdiği Deniz gibi bir kız kardeşi vardı, şimdi nerede olduğunu bilmiyor, yaşayıp yaşamadığından emin dahi olamıyordu. Ancak zaman ve şart neyi gösterirse göstersin bugüne kadar bütün tersliklerine katlanmış Deniz her daim onun kardeşi olmaya devam edecekti. 'Eyvallah.' Başını usulca sallayıp dosyaya tekrar döndüğünde bakışları satırlara odaklanabildi nihayet. Duyduğu yaşadıkları kadar saçma geliyordu, birini kaçırmak kenarda dursun, evladını birine vermek, onu evli olduğun kadından, annesinden saklamak... Akıl alacak iş değildi Dağhan'a göre. Evet ölmüştü, artık yoktu ancak her gün, her dakika kendini anımsatacak şeyler bırakmıştı arkasında. Sanki hayaleti etrafta dolaşır gibi sürekli karşısına yeni problemler çıkarıyordu. Gerçi yaşarken de böyleydi, her akşam, her sabaha karşı durmaksızın hayatının bin bir parçaya ayrılmasına neden olmuştu o herif. Yeri gelmiş Deha'yla, yeri gelmiş annesiyle kendisini de tehdit etmişti. Sadece tehdit edecek bir tane daha sebep olmasın diye sevdiği kadından yıllarca ayrı kalmak zorunda hissetmesine neden olmuştu. Ölse dahi unutamayacağı kadar nefret dolu sırlar bırakmıştı kendisine. Sırtında hala hissettiği kemerin acısı, karnının sol tarafındaki bıçak yarası, patlayan dudağı ve kaşı, daha bunlara benzeyen onlarca tiksindiren hatıra kalmıştı Dağhan'a. O kadar büyük günahları vardı ki, bir an olsun ağzını açıp Pera'ya bahsettiği kadar rahat şekilde baba diyememişti yüzüne karşı. Varmamıştı dili, bir türlü yüreği kabul edememişti. Ne zaman ağzını açsa o dakika dudaklarının arasında cam parçaları var gibi hissetmişti. Oysa o cam parçaları dudaklarının arasında değil kaldırılıp fırlatıldığı ofis camının kırılmasıyla sırtında ve kollarında yer edinmişti. Tüm o camlar, sırtından, kollarından daha çok zihnine ve diline izler bırakmıştı, özellikle kavga etmiş diye annesine yaraları açıklanırken. Yok olmak tamamen var olmaktan başlayan bir ayrıntıyken Dağhan dünyaya gelmeye sebep olan insanlardan birisi yüzünden tüm etiyle kemiğiyle nefret etmişti bu kendini gösterişten. Dünyaya bir iz bırakmak yıllarca midesini bulandırdığından olsa gerek tam anlamıyla rahat ediyorum dediği evrede bile bitmemişti çile. Dönüp baktığı zaman suç tam olarak kimde onu bile tahlil edemez haldeydi. Baba demeye dili varmadığı kişiyi yetiştirende miydi sıkıntı? Yoksa tüm olan bitene susan annesinde mi? Hepsi bir yana kendinde olabileceğini dahi düşünüyordu. Sadece bir nebze düzeni olsun diye susarak elini buladığı o kanın sahibi en başta tüm hayatını karartan babası olmalıydı belki de. En azından tüm ömrü boyunca ilk kez ve son kez cinayet işlemiş olurdu o durumda. Parmakları arasına sıkıştırdığı fincandan derince soluk çektiğinde son yudumunu da içip kenara bıraktı. Kaç saattir gözleri evraklardan ayrılmamıştı sahi? Tüm sayılar arasında kaçıncı fincanıydı bu saymamıştı dahi. Tek bildiği büyük bir direnç gösteren Deniz'in uyanık kalabilmesi ve daha iyi çabalayabilmesi için hazırladıklarının geliş gidişi, Pera'nın bitkinliğine rağmen inat edişinden sonra kısa çaplı bir yükseliş ardından kadını odaya uyumaya gönderişi ve onunla beraber annesine de aynı direnci gösterişiydi. Bir süre sonra Deniz'e laf anlatamadığını fark edince bakışları Arjin'e dönmüştü ki o da mesajı alıp kadını eve sürüklemişti resmen. Tabi Deha'nın hala dönmemiş olması, önünde yığılı dosyalar bir kez daha gerçekleri yüzüne vuruyordu. Samanlıkta iğne arıyorlardı fakat bir mıknatıs bulurlarsa tüm problem halledilecekti. Yenilenen fincanıyla kaşlarını havalandırıp acaba gitmedi mi dinlenmeye düşüncesiyle fırça atmak için başını kaldırdığında göz göze geldiği Arjin'le etrafı inceledi. Turan orta sehpanın önüne oturmuş ve yeni getirdikleri kasayı açma çabasındaydı, Yuri teknolojinin olmadığı zamanlardaki elektronik cihazlardan fayda sağlamak için baş kaldırıyordu. 'Gidip yatsanıza oğlum siz.' Cümlesiyle koltuğa oturup dosyalardan birini alan Arjin'de dahil üçü birden kendine anlamadıklarını belli edercesine baktığında Dağhan başını hadi dercesine hareket ettirdi. 'Bakmayın aval aval. Gidip dinlenin. Kasa nasılsa açılır, dosyalar da bir şekilde biter. Yuri, özellikle sen saçmalamakta seviye atlıyorsun.' Üç adamın da yüzlerindeki anlam veremeyen bakışlar devam ettiğinde Dağhan gözlüğünü çıkarıp kenara bırakarak derince soluklandı. 'Gitsenize lan niye bakıyorsunuz suratıma?' 'Sen git dediğinde biz seni genelde ciddiye almıyoruz abi. Olaysız dağılmak makul ama şu durumda itilaf ve ittifak gibi ayrılmışken olaysız dağılmamız da mümkün değil.' Arjin'in cevabıyla Dağhan tek kaşını kaldırıp ciddi olup olmadığını anlamaya çabaladı. Fakat ciddi olduğu diğer iki adam da dahil olmak üzere işlerine geri dönmelerinden belli oluyordu. Ellerini birbirine çarpıp tekrar dikkatlerini çektiğinde derin bir nefes alarak kendisi de oturduğu yerden ayaklandı. 'Hadi evli evine köylü köyüne, hepiniz uyumaya.' 'Sen burada dişini tırnağına takarken ben bir yere gitmem.' Turan kendine dönmeden konuşup kasayla uğraşına devam ettiğinde önündeki sehpanın çevresini dolaşıp adama yaklaşıp elindeki tornavidayı aldı. 'Bende dinleneceğim. Ayrıca kasayı kim tornavida ile açar Turan?' yüzü buruşsa da elindeki tornavida çekildiğinde adam ters bakışlarını kendisinden kasaya yönlendirdi. 'Açtığım kapıları çabuk unutuyorsun abi.' İşine devam ederken Dağhan derince soluklanıp bir kez daha laf söylemek için dudaklarını araladığında duydukları tıkırtıyla şaşkınca kasaya döndü. Tabi Turan'ın yüzündeki kendiyle dalga geçen gülümsemeden de nasibini almıştı. 'Turan'a açılmayan kilit var de sonra da otur izle.' Usulca kapağı aralayarak mırıldandığında içine bakmayı da ihmal etmemişti ki bu kez kaş çatma sırası Turan'daydı anlaşılan. 'Bu kadar çaba bunun için miydi?' çıkardığı ufak altın künyeyi ve anahtarı Dağhan'a uzattığında adam da aldığı gibi bilekliğin üzerindeki plakaya baktı. Bir ihtimal kız kardeşinin olabilirdi, bir isim, iz, ufacık ipucu dahi yeterli gelirdi Dağhan'a. Tam ortada duran isimde baş parmağını okşarcasına gezdirdiğinde sertçe yutkundu. Kendileriyle olan belki de bir saatlik zaman dilimine ait varlığıydı muhtemelen kardeşinin. Eğer ki bugün yanında olsaydı, yıllar önce beraber büyümüş olsalardı ona sesleneceği isim Didem olacaktı. Abi olarak çokta sevecekti ismini söylemeyi, çünkü Deha'ya deli divane olurken, kız kardeşi, Didem, tıpkı ismi gibi gözü, en çok sevdiği olacaktı. Turan'ın kenara bıraktığı anahtarı alarak bir kez de onda gezdirdi gözlerini. Bir anahtar ve künyeden ibaret olamazdı silinen koca hayat ve Dağhan buna fazlasıyla isyan etmek istiyordu. 'Dağılın.' Sesi fısıltıyla çıktığında az önce inatlaşan üç adam da usulca toparlanarak ortamı terk ettiler. Biraz önce kalktığı koltuğa ilerleyip yerleşerek künyeyi kağıt yığınının üzerine anahtarla beraber bıraktığında dolan gözlerine engel koymak istercesine sıkıca yumup burnunun kemerini sıktı. 'Didem...' bir kez daha fısıldadığında künyeyi tekrar parmakları arasına alıp geriye doğru yaslandı. Kalbinin tam ortasında bir çalışma var gibi hissediyordu. Bir hilti durmadan delip açmaya çalışıyor, canını yakıyor, asla ama asla durmuyordu sanki. 'Keşke Didem olarak kalmış olabilsen...' merdivenlerden gelen sesle iç çekip elinin tersiyle gözlerini temizlediğinde Pera'nın görünen yüzüne gülümsedi. Sabahın ilk ışıkları vuruyordu odaya ancak içinin katran karasını sadece sevdiği kadın aydınlatabiliyordu. Yanına ulaşan kadın elini uzattığında yakalayıp zorlukla gülümsemeye çabaladığı gibi ayaklandı. Sakin adımlarla Pera'nın geldiği yönde geri dönerek basamakları tırmanmış, ardından odaya girerek yatağa yerleşmişlerdi. Pera'yı kolları arasına çektiğinde aklındaki hengame de daha fazla çoğaldı. Kardeşini bulana kadar aklından sürekli geçecek, durmadan yapacağı kıyaslamayı yeniden yaptı. Eğer ki burada olsaydı, Pera ile nasıl anlaşırdı mesela... Veya Deva'yla ilişkisi iyi mi olurdu, kötü mü? Doğacak bebeklerine hala olacağını öğrendiğinde nasıl bir tepki verirdi? Sevdiği kadının yaşadığı gibi kötü şeyler yaşamış mıydı? Onun Pera'yı sevdiği gibi bir adam da kardeşini sevebiliyor muydu mesela? Aklındaki en büyük soru bu olabilirdi, çünkü sevgisinden emindi Dağhan. Eğer ki kız kardeşi kendisinin Pera'ya duyguları kadar derin seven bir adamla beraberse yedi cihanı önünde diz çöktürürdü. Çünkü kadınlar sevildikleri yerden bir deve dönüşürlerdi. Haftalardır süren mücadeleleri ellerinde bomboş bir toz bulutu gibiyken zerre ağırlığı yok, parmaklarını kapatsalar anında dağılacak gibiydi. Çünkü ufacık bir ipucu dahi bulamamışlardı. Koskoca otuz dört yılda sanki o gün yaşanmamış, hiç var olmamış, takvimlerden tarih silinmiş, 18 Ocak 1988 dünya tarihinde bir gün olarak sayılmamış, o bebek asla doğmamış gibiydi. Bakışları ortada voltalar atan Deha'da gezindiğinde dudaklarını ıslatarak derince nefeslendi. Sabah şirket, akşam dosyalar derken kendilerini kaybetmiş gibi bir konumda ancak yerlerinde saymak bu olsa gerekti. Künyeyi ilk fırsatta annesine sorduğunda onun yaptırdığını öğrenince ufacık bir ipucu da parmakları arasından kayıp gitmişti. Annesinin koyduğu isimle yaşaması, bileğine taktığı bilekliğin olduğu yerde kalmaması gibiydi işte. Oradan bile eli boş çıkarken şimdi Deha'nın deli gibi ortada voltalar atması batmıyordu bünyesine. 'Son çare abi, nüfus kayıtlarına bakacağım. Sen de şu elini kontrole git.' Adamın çaresizce kendini koltuğa bırakarak konuşmasıyla Dağhan başını sağa sola salladı. Elinin zerre önemi yoktu, zaten artık yapboz gibi olmuştu. Altı haftada kaç kez gelişi güzel yumruk attığının bilincinde değildi dahi, hatta durum o kadar vahimdi ki doktor bir ara tekrar kırıkla gelirse gerçekten alçıyla kaplamak zorunda kalacağını, hatta komple kendini kaplayarak hareket etmesini de engelleyeceğini söyleyerek fırça bile çekmişti. 'İyi benim elim kolum. Ayrıca küçük bir yerde değiliz, İstanbul'dayız. O gün kayıt ettirilip ettirilmediğini dahi bilmiyoruz, hem ettirilse de nereden anlayacağız ki?' sıkıntıyla parmaklarının arasındaki künyeyi avucunun içine alıp ceketinin iç cebine bıraktı. 'İki ay olacak ve iki aydır tek bir adım ilerleyemedik. Ne çalışanlar, ne evraklar, altı haftadır tek bir ibare, iz yok. Başka çaremiz var mı?' Başını sağa sola sallarken derin bir nefes alsa da Dağhan daha çok çıkmaza girdiklerinin bilincindeydi. Zaman geçiyordu ama sonuca ulaşamıyorlardı. Sanki üzerlerine dağın başında çığ düşmüştü ve iki kardeş çıkabilecekleri yerin tam aksine sürekli kazıp duruyor gibi daha da derine indiklerini hissediyorlardı. Bulamadıkları bir yanlarında olmayan Didem, bir de avuçları içindeki anahtarın nereye ait olduğuydu. 'Kalmadı başka çaremiz abi, beş on yıllık mesele değil ki emniyet kameralarından sonuç bulalım, teknolojinin olmadığı bir dönem, takip makip olmaz. Sadece kağıt üzerinde tutulan işlere bakınca nasıl bulacağız nüfus kayıt dışında?' Deha'nın tekrar isyan eden sesiyle oturuşunu dikleştirdi. Ne demişti az önce? Dahası neden hiç aklına gelmemişti Dağhan'ın. 'Takip...'
|
0% |