Yeni Üyelik
56.
Bölüm

Bölüm 54 - Beş Ocakta Ne Oldu?

@biceruvar

Merhabalar Butimarlarım... Upuzun bir bölümle geldim sizlere bu kez. Ufak bir kız kardeş meselemiz var biliyorsunuz ki, işte tam da bu noktadan alıp yürümeye devam etme yanlısıyım. Bakalım bu bölüm istediğiniz gibi olmuş mu... Yorumlarınızı, özelden attığınız mesajlarınızı, önerilerinizi ve en çokta bölümü tamamen bitirdikten sonra karakterlerin içsel duygularına kadar dahil ettiğiniz fikirlerinizi çok seviyorum. O kadar ki bir yandan Elif hanıma olan kızgınlığınızı, bir yandan da ona karşı duyduğunuz şefkati gözlerimden kalpler çıkarken okuyorum. Bu yolda hepimiz koşarken bir kadın olarak, sizin gibi güçlü kadınlar ve onları destekleyen adamlarla tanıştığım için çok mutluyum... Hadi şimdi yeni bölüme geçelim...

Söylemediğim zaman tamamen unutulduğunu görerek, ki etkileşimi de hesaba katarsak zaman harcıyorum, bir beğeni, iyi veya kötü(yapıcı eleştirisel) şekilde yorumunuzu eksik bırakmayın...
Unutmadan daha hızlı haberdar olabilmek, hikayeler hakkında story, reels ve iletişime geçebilmek adına,

Instagram: BiCeruVar

------------------------------------------------

'İki ay olacak ve iki aydır tek bir adım ilerleyemedik. Ne çalışanlar, ne evraklar, altı haftadır tek bir ibare, iz yok. Başka çaremiz var mı?' Başını sağa sola sallarken derin bir nefes alsa da Dağhan daha çok çıkmaza girdiklerinin bilincindeydi. Zaman geçiyordu ama sonuca ulaşamıyorlardı. Sanki üzerlerine dağın başında çığ düşmüştü ve iki kardeş çıkabilecekleri yerin tam aksine sürekli kazıp duruyor gibi daha da derine indiklerini hissediyorlardı. Bulamadıkları bir yanlarında olmayan Didem, bir de avuçları içindeki anahtarın nereye ait olduğuydu.

'Kalmadı başka çaremiz abi, beş on yıllık mesele değil ki emniyet kameralarından sonuç bulalım, teknolojinin olmadığı bir dönem, takip makip olmaz. Sadece kağıt üzerinde tutulan işlere bakınca nasıl bulacağız nüfus kayıt dışında?' Deha'nın tekrar isyan eden sesiyle oturuşunu dikleştirdi. Ne demişti az önce? Dahası neden hiç aklına gelmemişti Dağhan'ın.

'Takip...' kaşlarını çatıp mırıldanırken Deha başını sallayıp onay vermişti ki hızlıca koltuktan kalkarak odada gözlerini gezdirdi.

'Takip lan takip.' Sesindeki heyecan odanın duvarlarına çarparken sanki bir şeyler çözümlemeye çalışır gibi olan haliyle işaret parmağını havada sallayıp devam etti konuşmasına, 'Bende aynı işin içindeyim kullandığım telefon zerre önem taşımıyor, ortalıkta duruyor. O herif hiçbir zaman yeni nesil kullanmadı. Son kullandığı takip edilemeyen telefonlardandı. Zaten ondan başka telefonu da olmadı. Gerçi sana niye anlatıyorum ki... Hatırlamazsın bile, cebinden bile çıkarmazdı.' Çatık kaşları düzelirken dudağının sağ tarafı usulca kıvrıldığında Deha derin bir nefes alarak abisinin umudunu kırmak istemeyen halde olsa da yüzünü buruşturdu.

'İyi de bu dediğine göre hem takip edemeyeceğiz, hem milattan önce üretilmiş bir şey o. Yani-' fikir yürütmesinin önünü kesmek istercesine ellerini iki yanına açarak gülümsemesini büyüttü. Bu onlar için bir imkansızlıktan çok kolay bir ulaşım yoluydu. İçindeki durgunlaştıramadığı heyecan daha da artarken asıl mesele telefonun değil, o telefonun sahibine ulaşanların veya ulaşmaya çalışanların kim olduğundan ibaretti.

'Her haltı biliyordum Deha, hepsinin içindeydim. O siktiğimin işlerinin her detayı ellerimdeydi, avuçlarımın arasında onlarca pis iş vardı. Fakat o telefona bir kez bile dokunmadım ben, elime hiç alamadım çünkü izin vermezdi. Numara vereceği zaman, hatta şarja takacağı zaman dahi teslim etmezdi. Nerede o telefon? Morgdan çıkarılırken kim eşyalarını aldı?' hızlıca masanın önündeki koltuklara yaklaşıp cebinden kendi telefonunu çıkardığında Deha'nın şüpheyle bakan gözleri üzerinde gezindi.

'Ondan mı ulaştı birine? Öyle mi düşünüyorsun yani?' şu dakika sorulardan daha öncelikli olan şey cevaplardı. Kimse sormasa bile aklında dönüp dolaşan onlarca soru sadece bir telefonla çözülebilecek gibi hissediyordu adam. Sanki günlerdir aradığı, yandığı, yıkıldığı, derdine kaldığı her detay milattan önce kalma bir telefon sayesinde açığa çıkıp huzurla bir nefes aldıracak gibiydi.

'Ondan ulaştı.' Başını onaylarcasına sallarken dudaklarını ıslatıp tek kaşını kaldırarak derince soluklanmayı da ihmal etmedi, 'Ya o ya da başka gizli telefonu vardı.'

'Bilmiyorum, ben gömmeye dahi gitmedim. Ama... Ceyhun.' Deha'nın da hareleri tıpkı kendisi gibi parlamaya başladığında evet der gibi onaylamıştı, 'Ceyhun gitti abi. Sen basını engellesin istemişsin.' Bir çırpıda çıkardığı telefonun rehberine girip numarayı bulduğunda kısacık mesajıyla bedenini koltuğa bıraktı.

'O telefonda yoksa başka bir cihaz vardır. O da şirkettedir muhtemelen. Onda yoksa eğer şirketteki odasını ararız.' Başını usulca sallayıp telefonu koltuğun kolunda hafifçe sektirirken gürültüyle açılan kapıda nefes nefese beliren Ceyhun'a ikisi de şaşkınlıkla dönmüşlerdi. Eğer ışınlanma icat edildiyse bunu ilk kullanan Ceyhun olabilirdi veya adam gerçekten de Dağhan telefonu istese de götürsem diye hazır kıta bekliyordu.

'Abi telefon demişsin.' Uzattığı şeffaf poşete bakarken kaşları çatılsa da hızlıca alıp açmaya çalıştı. Sanki kendine inat eder gibi poşet zorlukla açıldığında içerisindeki parçaları umursamadan telefonu çıkararak güç tuşuna uzunca bastığında sıkıntıyla buruşturdu yüzünü. Üzerinden aylar geçmişti, elbette şarjı bitmiş olacaktı, hatta telefon çalışmamak konusunda inat ederse haksız olduğunu da düşünmezdi.

'Yanında mı taşıyorsun oğlum.' Birkaç kez daha denese de sonuçsuz kaldığında koca bir of çekerek Ceyhun'a döndü.

'Yok abi, o gün teslim edilince sessize alıp arabanın torpidosuna attım tüm eşyalarıyla, şimdi sorunca eşyalarını sen mi teslim aldın diye hepsini getirdim.' Diğer elindeki bir başka şeffaf paketi de uzattığında Deha'da onu alıp eşyaları çıkardı. Kıyafetleri olduğu gibi yere atıp ceketin iç cebindeki cüzdanı alarak içini boşaltmaya başladığında Dağhan'da görünen kabloyu çekip masanın üzerindeki prize taktıktan sonra tekrar açma çabasına girdi. Sonunda aydınlanan ekranla yüzü gülmeye başlasa da Deha'nın kaşları eline geçen yüklü parayla çatılmıştı bile.

'Nakit taşımazdı yanında.' bakışları kardeşinin elindeki desteye yöneldiğinde rehberde, notlarda olmayan kayıtla bu kez son arama listesine dönüp kaşlarını çattı.

'Beş kuruş taşımazdı hatta. Benim ipimi çekip sonra ona mı gidecekti yani?' aklında kurduğu programı dile getirip dudaklarını ıslattığında tekrar hareleri telefonu buldu. Lanet etmek, nefret etmek, hatta tiksinmek çok ağır itamlar sayılabilirdi ancak Dağhan iliklerine kadar her geçen saniyede daha çok bu duyguları hissetmeye başlamıştı. Ölesiye bir nefret ruhunu kapana sıkıştırırken eşyalarına bir o kadar da umut diyerek sarılmak dahi midesinin bulanmasına neden oluyordu. Elinden gelse o adamla alakalı ne varsa hafızasından silerdi ancak şimdi tam da şu dakikalarda o hatırlamak istemediği, kini artık boyunu aşar şekilde hissettiren kişiye karşı detayları hatırlaması şarttı.

'Hatırlasana, o gün yanında bir tane koruma yoktu. Bırak korumayı şoför yoktu. Şoförsüz de bir yere gitmez o.' Deha'nın iğrendiğini belli eden mimiklerini süzse de tek seçenek birine gitmesi olmayabilirdi. Çünkü hali hazırda yıllardır onun yanında çalışan insanların çevresinde büyümüşlerdi. Çocukluklarını bilen adamlar bildikleri kadar korumaya da kalkarlardı. O evde kopan kıyamete herkes üç maymun tepkisi vermişti fakat eğer ki Fuat Kalaycı'nın canına kast ettiğini görürlerse gözlerini kırpmadan ekmek yedikleri kaba tükürürlerdi. Yeni yetme olanları bilmezdi Dağhan fakat Necdet abisi, özellikle o asla göz yummazdı böyle bir duruma.

'Necdet abiyi alamazdı, bana silah çektiği dakika indireceğini tahmin eder. Tesadüf belki de.' Gözlerini tekrar ekrana çevirdiğinde içinde ne kadar umut olursa olsun bir şekilde kendini köreltme çabasıyla onlarca çağrıyı inceleyerek iç çekti.

'Kırka yakın arama var, hepsi farklı numaralardan.'

'Hepsi mi?' başını sakince salladığında Deha kaşlarını çatarak baktı abisine.

'Hepsi, ayda bir, taş çatlasın ayda iki çağrı.' En üstte giderek ilk düşmüş numarayı aramaya başladığında derince soluklanarak süzdü kardeşini. Telefon eksi olmasına rağmen şarj alabiliyor olmasına defalarca şükür çekebilirdi. Yanıt alamayınca bir alttaki numarayı aradığında yeniden bir şey bulma umudunun heyecanıyla dudaklarını ıslattı. Belki de tamamen şarjı dayanıyor diye kullandığı bir cihazdı ancak her yolu, her çıkışı değerlendirmek dışında ellerinde bir şey kalmamıştı ki. Yeniden cevap alamadığında sinirle üçüncü numarayı aradığında odaya giren Pera'yla daha çok çatıldı kaşları.

'Yavrum senin ne işin var burada?' anında ayaklandığında Pera omuz silkip oturdu koltuğa ki Dağhan yine cevap alamamış bir sonraki seçeneği denemişti.

'Neredeyse doğuracaksın hala geziyorsun ya sana da helal olsun be yenge. Biz sana dinlen diye gelme şirkete dedik. Hadi dinlenmiyorsun bari git alışveriş yap, çayını kahveni iç bir mekanda. İnsan bu kadar düşer mi işine?' Deha'nın dalga geçmeye çalan tınısıyla Pera gözlerini devirdi anında. Zaten yedinci ayın ortalarına geldiklerinden beri durum aynı şekilde ilerliyordu. Ne zaman bir şey olsa o durgun düşünen Deha gidiyor, yerine kendisiyle dalga geçip laf sokmaya çalışan adam geliyordu. Son iki aydır bu tavırlarını o kadar çok görmüş, öyle fazla şahit olmuştu ki hangisi olayların üzerini kapatmak için, hangisi gerçekten verdiği tepkiler ayırt edebiliyordu.

'Sıkıldım, ne saklıyorsunuz siz?' Çantasını sehpaya bırakıp iç çekerek kaşlarını havalandırdığında karşısındaki koltukta oturan adamın hala oynamaya çalıştığı rolle gülümseyişine karşılık dalga geçen bir tebessüm gönderdi.

'Ne saklayacağız ki...' Deha yeniden omuz silktiğinde Pera'nın bakışları gerçekten mi dercesine Dağhan'a dönse de onun yeni numarayı aramasıyla Deha'ya bakması bir oldu.

'Yemiyor artık kardeşim. İki aydır aynı ayakları çekersek yemez tabi, zeki kadın.' Sinirle kulağındaki telefonu çekip uğraşmaya devam ederken Deha'nın hala durumu kaynatma çabasını da taktir ediyordu. Kardeşi kesinlikle uslanmaz şekilde plana sadık kalabilen bir adamdı ve şu dakika Pera onu ayaklarından tavana asmak için girişimde bulunsa, bir şey yok ki, imajı çizerek masum rolüne devam ederdi. Fakat gerçeklerin bazen acı bir tarafı da olabiliyordu, mesela Pera'nın boş vermek konusunda kötü olduğu ve Deha'nın ona yakalandığı her dakika kadından daha çok çekinmesi gibi...

'Biraz amaaaannn bana ne diyenini bulsan ölür müydün abi?' yüzündeki o sahte gülümsemeyi Dağhan'ın gerçekçiliğiyle silerken dudaklarını ıslattı anında.

'O herifin telefonu aklına geldi abimin. Cüzdanında da nakit para vardı, ki asla taşımaz. Bir de o gün, yanında kimse yoktu. Genelde yapabilse tuvalete dahi şoförle gidebilecek bir mahlukattı da. Acaba o gün biriyle mi buluşacaktı diye düşündük.'

'Var mı bir şey peki?'

'Kırka yakın arama dışında yok.' Umutsuzca başını sağa sola sallayıp devam etti cümlesine, 'Yanıma geldiği günden öncesi yok, geçmişi temizlenmiş tamamen. O gün kiminle görüşecekse her detayı hesaba katmış.' Dağhan başka bir numarayı çevirdiğinde Pera kaşlarını havalandırarak izledi adamı.

'Neden tüm numaraları arıyorsun ki, o gün veya bir sonraki gün arayan çağrıyı arasana direkt. Veya madem o kadar garantici davranmış, engellediklerine baksana.' Omuz silkerek konuştuğunda Dağhan yaptığı aramayı anında sonlandırırken kısık gözleriyle bir telefonu, bir Pera'yı süzdü.

'Zeki karım benim.' Gülümsemesi yüzüne dağılırken Pera'nın başına dudaklarını bastırıp en alta inmeye başladığında kadın da gülümsedi bu haline. Günlerdir çaba harcıyordu Dağhan. Bu haftalar alan mücadelede aklındaki tüm kaosa rağmen gözünü, kulağını kendinden çekmemişti. Hatta bazen seni uyutalım önce diyerek yanına tüm evrakları alıp yatarak Pera uyuyana kadar sarılmışlığı bile vardı.

'Engellenen yok ama aynı gün tek arama var. Akşam, saat 11'de. Daha haberlere düşmemişti değil mi?' bakışları odadaki üç bedende gezinmeye başladığında hepsinin başlarını sağa sola sallaması üzerine o numarayı aramaya koyuldu. Diğer numaraların hepsini dönüp dolaşıp aradı, hiç sorun teşkil etmiyordu yeter ki sonunda bir cevap alabilsindi.

'Alo iyi günler.' Karşıdan gelen kadın sesiyle kaşları havalandığında dudaklarını ıslattı.

'İyi günler. Kusura bakmayın, benim telefonum bu hat üzerinden aranmış, rahatsız olduğum için yanıtlayamadım, çok uzun zaman geçti ama...'

'Anladım... Fakat burası bakkal beyefendi, dükkanın içinden kimse aramamıştır ancak müşteri aradıysa bilemeyiz.' Aldığı açıklama sıkıntılıca yüzünün buruşmasını sağladığında derin bir nefes alarak elinde kalan son seçeneğe yönlendi.

'Neredeydi bakkal tam olarak? Belki o çevreyi biliyorumdur, fikir yürütürüm en azından.'

'Eser büfe burası, Fatih, İstanbul.'

'Çok teşekkür ederim yardımınız için.' Kenardan çektiği ufak bloknot kağıdına not alırken Pera ve Deha'nın gözleri de direkt olarak yazdığına odaklıydı.

'Ne demek, iyi günler.'

'İyi günler.' Telefonu kapatıp kenara bıraktığında dudaklarını ıslatarak derin bir nefes aldı. Buradan bir şey çıkma ihtimalini şuan yüzdelere vurmak içinden dahi gelmiyordu. Olasılıklar o kadar kendini kaybetmiş haldeydi ki Dağhan an itibariyle deyim yerindeyse köpek gibi çaba harcayıp iyi veya kötü herhangi bir sonuç alma yanlısıydı. Çünkü umudu gittikçe tükeniyor, sabrı da artık sabitliğini koruyamıyordu. Şu saatten sonra bir avuç toprak bile kabul edilebilirdi Dağhan'a göre, koca bir boşluktansa, bir mezar, sık sık uğrayıp özürler dileyeceği bu gibi toprak daha makul gelirdi bu koca belirsizlikten.

'Eser büfe, Fatih'te. Yıllar önceki kamera görüntüsü durmuyordur ama, küçük bir işletme belli ki. Sabit hattan sipariş alıyorlar sanırım.'

'Ben hallederim. Tam adrese bakalım bir.' Pera mırıldanıp anında telefonu çıkardığında Dağhan'ın tek kaşı havalansa da kadının önce haritalardan adres kopyaladığını görmüş ardından da bir numarayı tuşlamasıyla derince soluklanışını izlemişti. Elfe'nin kızıp sinirlenmeyeceğini düşünüyordu kadın, tüm olanları öğrenince elimden ne gelirse yaparım demişti sonuçta. En azından bir kereliğe mahsus yardım isteyebilirdi.

'Pera kuşum...' cıvıl cıvıl gelen sesiyle Pera gülümsedi anında. Elfe'ye bu konuyu açacağı için vicdanı bir miktar kendini rahatsız etse de arkasından iş çevirmekte yapacağı iş değildi.

'Biricik arkadaşım...'

'Sesin iç açıcı gelmiyor, nefes nefesesin, doğruyorum diye çığlık atmazsın değil mi?' az önce neşeli olan ses panik havasına bürünürken Pera göz devirerek sırtındaki ağrıyı yok etmek istercesine oturuşunu düzeltti. Omuzunda hissettiği parmakların nazik masajıyla başını geriye atarken derince soluklandı.

'Asla... En azından şimdi değil.' Görmeyeceğini bile bile tebessüm ederken o içindeki kötü Pera sürekli arkadaşına bunu yapacak mısın sahiden diyor, bir yandan da doğurmak bir kenarda dursun nefes alacak halinin olmadığını hatırlatıyordu. Karnı çok büyük olmasa bile ufaklık gayet sağlam şekilde kendini yoracak haldeydi sonuçta, tabi bir de cinsiyetini göstermeyecek kadar inatçıydı.

'Neyin var o halde kuşum benim.'

'Senden bir ricam olacak, daha doğrusu izin almadan yapmak istemedim.' Kadınlar arasındaki gerçek yakın arkadaş kurallarından birisini gerçekleştirecekken duyduğu huzurla, Elfe'yi hüzünlendirme ihtimalinin azabı ruhunda bir bütün olurken iç çektiğinde kadının neşeli sesini tekrar duydu.

'Pera, sen benden izin almazsın tatlım. Sen bir şey yaparsın ve beni arayıp Elfe ben bir halt yedim başlığı altında anlatırsın.' Bire bir doğru tespitiyle tekrar derince soluklandı yeniden. İnsan aşırı oksijenden boğulabilirse o kesinlikle Pera olurdu bu gidişle. O kadar sık nefesler alıyordu ki bunun için hareket etmesi değil, sadece konuşması bile geçerli sebep sayılabilirdi.

'O zaman ben bir halt yiyeceğim Elfe kuşum.' Kaşlarını havalandırarak mırıldandığında gözleri Dağhan'ın elalarıyla birleştiğinde adamın sağ omuzundaki eli aşağı inerek karnını okşamaya başladı. Bu iki aylık süreçte fark ettiği bir gerçek varsa o da karnındaki ufaklığın bir şekilde Dağhan'ın dokunuşunu fark ederek idmanlarına ara vermesiydi. Ki Pera için şuan bu bulunmaz bir nimet sayılabiliyordu.

'Ne yapacaksın yine? Kocan nerede de senin sağdan sola dönmen kolaylaştı ayrıca? Dün bardağı aldırmadı sana sehpadan şimdi halt yemeye kalkıyorsun.' Son dönemlerde eve gelip selam veren katı kurallar ve disipline edecek şekilde tavırları gördüğü için hak verebilirdi kadına. Bardak şöyle beş dakika kenarda kalsın, nefes alırken dahi bir şekilde müdahalede bulunuyordu.

'Kocam yanımda ama laf sokmayı bırakıp beni dinle. Meşhur kız kardeş operasyonumuz için senden izin almam şart.' Kararlı sesi sadece beş dakika için geçerli olabilirdi. Çünkü hali hazırda Elfe'den rica edeceği veya müsaade isteyeceği şey düşündükçe kararlı duruşunun sarsılmasına neden oluyordu.

'Operasyon bölge müdürü oldum da haberim mi yok?'

'Emre'yi aramam gerek, kameralar için.' Az önce neşeli olan ses anında kesildiğinde arkadaşının kalbinin ufacık bile yıpranmasını istemiyordu Pera. Fakat eğer ki gizli saklı arayıp sonradan haber verirse daha da gücenebilirdi. Hepsini bir kenara çekip atması gerekse dahi Elfe'nin arkasından geçmişinde kalan birine dair iş çeviremezdi.

'Ara kuşum. Ama ben neden karar merciiyim onu hala anlamakta güçlük çekiyorum.' Dağhan'ın kaşları çatılmaya başladığında karnındaki parmakları da çekilirken anında yakalayıp tekrar üzerine yerleştirdi. Gerçekçi olması gerekirse cinsiyeti ne olursa olsun karnındaki mercimek futbolla ilgilenecekti. Bundan hareketleri yüzünden o kadar emindi ki. Fakat sadece bu ayrıntı da yeterli değilmiş gibi ne zaman Dağhan elini karnına yerleştirse o taklalar atan ufaklık anında duruyor, sakinleşiyordu. Şimdi elini çekip kenara oturmasının vakti değildi, en azından telefonu kapatana kadar sabretmesi gerekiyordu.

'Sonradan öğrenmeni istemedim.' Açıklamasının ardından başını hafifçe geriye attığında yine babasına kıyak geçme çabasında olan mercimeğin ufacık durgunluğundan yararlanma derdinde derin ama huzurlu nefesler aldı. Dağhan'ı hissedip ona ayrıcalık tanıyorsa da tanısındı canım, yeter ki içinde bir hipodromdaymış gibi davranmasındı.

'Boş versene biricik. Ara gitsin, bir faydası olsun lüzumsuzun. Hem söylemene bile gerek yok, Emre deyince durup kimdi diye düşünecek kadar yok saymışım zaten onu.' Başını kaldırıp hala içini rahatlatma çabasında olan haline gülümserken, çatık kaşları yerini korusa da gözlerini karnına dikmiş Dağhan ve merakla bekleyen Deha'yı süzdü.

'Çok teşekkür ederim. Anımsattıysam, özür dilerim.'

'Bu kadın, gidene yolun yakışacağı, kalana da kalbinin takır takır çalışacağı konusunda hemfikir Pera'cım. Yani just say, güzelin derdi çok olur, and keep going tatlım.' aldığı karşılıkla kıkırdadığında Dağhan eğilip karnına dudaklarını bastırdıktan sonra yeniden ellerini omuzlarına yerleştirerek hafifçe sıktı. Gerçekten de bir adamın bir kadını anlayabilmesi mucize sayılabilirdi ve Pera Dağhan gibi bir mucize için onlarca kez şükür çekiyordu.

'Dedim ve geçtim biricik.' Gözlerini omuzlarına masaj yapan Dağhan'la yumduğunda gülümsemeyi de ihmal etmedi.

'Seni ve yeğenlerimi seviyorum, ordu üssü enişteye de selam çak. Bulursanız haber ver.'

'Görüşürüz Elfe kuşum, haber veririm.'

'Görüşürüz tatlım.' Telefon konuşmasını sonlandırdığında Deha'nın tebessümüne rağmen Dağhan tek kaşını kaldırarak tepesinden süzüyordu Pera'yı.

'Emre?'

'Elfe'nin eski nişanlısı.' Tekrar rehberde dolaşmaya başladığında telefonun elinden çekilmesiyle bakışlarını Dağhan'a çevirdi.

'Aldatan karaktersiz mi? Boş ver, aramaya zahmet bile etme. Çaresini buluruz, o karaktersizi aradığında Elfe'nin gururuna ufacık laf etmesini geçiyorum, düşünse bile lime lime ederim kalsın o yüzden.' Kararlı ve olabildiğince ciddi haliyle Pera omuzlarını düşürüp bakmaya başladı. Yokuştan önce son çıkıştalardı ve ellerinde sağlam kaynak varken bunu kullanmaktan böylece vazgeçemezlerdi.

'Saçmalama Dağhan, Emre bilişimci, trafik kameralarına çok rahat ulaşır. O ulaşamasa bile çevresindekiler yardımcı olur.'

'Saçmalamıyorum. Onun gibi tiplere ricada bulunmaktansa bir ay daha sabreder kendi çevremi kendim yaparım. Ceyhun, soruştur bakalım, var mı sağlam birisi.' Aklına Yuri gelse bile onun bu meseleyi halledemeyeceğini biliyordu Dağhan. O daha çok takip mesafesini korumak, bilumum kamera güvenliği ve güncelliğini sağlamak, bir miktar da eski telefonların kayıt sistemine çaba harcamakta iyiydi. Genç olsa da yeni nesil teknolojiye olabildiğince gıcık olup uzak kalmayı tercih ediyordu. Eğer ki birisi Yuri'ye dumanla haberleşebiliriz dese bütün bilgi birikimi kenara bırakarak hadi yapalım diyecek adama Mobese görüntülerini bul diyemezdi.

'Hemen abi.' Adam dışarı çıkarken Pera dikkatle Dağhan'ı süzdü. Bu süreçte elinden geleni yapmıştı adam, hatta çok daha fazlasını yapma çabasına girmişti, fakat ne zaman mantıklı gelmeyen şeyler olursa o dakika da kendi kurallarını çiğnemek yerine yolunu uzatmayı tercih etmişti. Elfe'nin deyimiyle çakma kurtlar vadisi olan kocasının gerçekten öyle olup olmadığı dahi net değildi şu an kadına göre. Bu kadar ince çizgilerle insan öldürebilmiş olması, zehirli bir ticarette bulunması mantıklı gelmiyordu.

Dağhan kucağındaki ufaklıkla salona girdiğinde arkasından takip eden Pera'da sonunda koltuğa bıraktı bedenini. Evde çatlamak üzereyken şirkete gitmekte hiç akıllıca bir girişim olmamıştı. Şu saniye Dağhan'a o kadar hak verebilirdi ki. Şişen ayakları, nefes nefese kalan hali, sırtının ağrısı derken beyaz bayrak çekip pes edebilirdi.

'Yorulmuşum.' Kendi kendine tespitte bulunsa da muhalefet olarak Dağhan sahalardan uzak kalmadan cevap vermekte gecikmedi.

'Nefes alamıyorsun çıkıp şirkete geliyorsun, vallahi normal değilsin sen güzelim.' Bir yandan kucağındaki Deva'nın yere basmasını sağlayıp diğer taraftan da koltuğa yaklaşarak karnını okşadı Pera'nın. Yorulmasına kıyamıyor ama hareketsiz kalmasını da istemiyordu. İyi gelecek şeyler yesin fakat Pera'ya ağırlık yapmasın taraftarıydı. Bunlar gibi onlarca isteği arasında ikilemlerde kalarak kaybolurken kadının yorgun ama masum bakışları her kötü detayı unutturuyordu.

'Yol boyunca söylendin zaten, kalkıp çarpacağım ağzının üzerine artık.' Elinin tersini işaret ettiğinde Dağhan gülerek koltuğa yerleşen Deva'ya göz kırpıp kadının da havadaki elinin içine dudaklarını bastırdı. Bir anda açılıp tangur tungur içeri girilmesiyle elini beline götürdüğünde Ceyhun'un kedi yavrusu tutar gibi yakaladığı genç kadına bakarak kaşlarını çattı. Kadını olabildiğince kendinden uzak tutmaya çalışsa da çelimsiz bedeni yüzünden sadece ayaklarının parmak uçlarında kalmasına müsaade ediyordu.

'Dana... Yavaş yavaş, çoluk çocuk var evde. Bırak lan kadının ensesini. Kim bu?' kadını işaret edip yaklaşmaya başladığında adamın yüzündeki gizli tebessümün sinsiliğinin de bilincindeydi Dağhan.

'Bilişimci, en sağlamından.' Hala tuttuğu badiyi zorlanmadan salladığında zayıf genç kadının savrulmasıyla sinirle bıraktı nefesini. Ayarı yoktu ki bu heriflerin. Birinden süt ister dükkânı getirirlerdi, diğerinden bilişimci ister ters ters bakan genç bir kadını yavru kedi gibi önünde sallarlardı.

'Bırak oğlum.' Sinirle dişlerinin arasından konuştuktan sonra genç kadına bakışlarını çevirdi bu kez de, 'Sen niye vurmadın iki tane?' sorusunun cevabını dönüp yumruk savurmasıyla ve adamı teğet geçmesiyle alırken gülmemek için dudaklarını ısırdı.

'Acaba neden?' Ceyhun'un bedenini teğet geçen yumruğa mı gülse, kadının sakin kalışına mı şaşırsa karar veremiyordu doğrusu ki sonunda bırakılmasıyla onun da üzerini düzeltmesi bir oldu.

'Depoya falan kaldırırsınız dedim ama aile evini hiç beklemiyordum. Hangi şirket sizinki? Gerçi yakın zamanda avladığım kimse yok ama.' Normal birisi olsa karşısındaki bu genç kadının gerçekten bilgi sahibi olmadığını, hatta alel usul bir ergen olduğunu düşünürdü fakat Dağhan o gözlerinin altında yatan sinsi gülümsemeyi o kadar net görüyordu ki evin kime ait olduğundan, şirketin çalışanlarına kadar bilgi sahibi olduğunun farkındaydı.

'Avladığın?' bakışları neredeyse bir metre altmış santim, belki biraz daha kısa olan kadını baştan ayağa süzerken sonunda yeşil gözleriyle buluştuğunda ellerini cebine atarak gülümseyip başını sallaması bir oldu onun.

'Sitenizi çökertmek, şirket hesabınıza girmek, banka hesaplarını allak bullak etmek benim için avlamak.' Her olasılıkta başını onaylarcasına sallarken hafifçe arka tarafında kalan Pera ve Deva'ya başını eğerek parmaklarını usulca kıpırdatıp selam vermeyi de eksik etmemişti.

'Av değil avcı olurum ben. Dağhan Kalaycı.' Elini cebinden çıkarıp uzattığında kadın usulca süzerek sıktı.

'Ben de Minerva.'

'Ve tabi ki gerçek ismin değil.'

'Elbette değil. Size güvenmem için hiçbir neden yok sonuçta.' Kadın omuz silktiğinde açık kapıdan görünen Deha'da yaklaşıp önce abisini ardından karşısındaki genç kadını son olarak da kaşları şaşkınca havada olan yengesini süzdü. Dağhan'ın elinden çantayı alması bir olduğunda ne yapacağını izlemeye koyulmuştu ki kilidi açıp genç kadına çevirdiğinde istemsizce süzdü çelimsiz bedeni.

'İş var, istersen yap, istersen git.' Dağhan'ın bu sakin ama bir o kadar da despot olan tavrıyla umursamazlığının bir araya gelişine Pera ilk kez şahit oluyordu. Daha önce defalarca toplantıdaki rahatlığına, hamileliğine karşı despot tavrına, olaylara karşı bazen sakin bazen cinnet haline şahitliği vardı fakat hepsi ayrı ayrı zamanlarda olmuştu. Şimdi ise eğer ki iki aydır olan uğraşını görmemiş olsa bu mesele çok önemsiz gibi düşünürdü.

'Bilgisayarım bu iri yarı adamda, getirirse memnuniyetle.' Minerva arkasında kalan Ceyhun'u dönmeden elini yumruk yapıp baş parmağıyla işaret ettiğinde Dağhan çenesiyle adamın getirmesini isteyip hala açık olan çantayı işaret etti.

'Yeter mi bu?'

'Baştan söyleyeyim Dağhan bey, para asla ama asla yeterli düzeyde değildir. Kazanılır ve harcanır bu yüzden daima olmalıdır ancak şu çanta bir ufakta olsa tanışmaktan onur duymama neden oldu.' gösterdiği çantadan sonra Dağhan gülerek kapağı kapatıp kadına uzattığında onun kaşlarını çatması bir oldu.

'Böylece verecek misin yani?' yüzünü ekşitirken dikkatle çanta ve kendi arasında bakışlarını gezdirirken Dağhan tek kaşını havalandırıp süzdü kadının halini.

'Ne yapsaydım?'

'Genelde işi halledebilirsem öderler, güvenmezler pek.'

'Niye güvenmezler?' çantayı tekrar uzattığında genç kadın omuz silkip aldı elinden.

'Kadınım diye sanırım, cinsiyet eşitliği siber alem olunca pek revaçta değil diye tahmin ediyorum. Gerçi nerede cinsiyet eşitliği destekleniyor ki... Öyle değil mi?' başını yeniden arkasında kalan Pera'ya doğru uzatıp gülümsediğinde onun başını sallamasıyla iç çekip Dağhan'a baktı, 'Bir de, yapamadığım işe para ödemeniz mantıklı olmaz.'

'Her iddiasına varım karım, sen veya başka bir kadın yönetirken gecemi gündüzüme kattığım şirketi parmağınızda oynatır, üzerine ailelerinizle de ilgilenebilirsiniz, komplike bir zekanız var çünkü. Ayrıca, bir işi halledemesen bile harcadığın emek karşılıksız kalmamalı. Vakit nakittir diye boşuna dememişler.'

'Bakış açınızı sevdim, aradan çıkarmamı istediğiniz kişiler falan varsa çekinmeyin, zekama edilen iltifat asla karşılıksız kalmamalı. Ücretsiz, tamamen şirketten.' Ceyhun'un getirdiği çantayı aldığında kadın gözlerini usulca etrafta gezdirip yemek masasını işaret etti bu defa.

'Masa uygun mu sizin için?'

'Nasıl rahat edeceksen, bahçeyi de kullanabilirsin, çalışma odası da var. Ceyhun, şifreyi söyler.'

'Şifreye ihtiyacım yok.' Başını sağa sola sallayıp yüzünü buruşturarak masaya ilerlediği gibi bilgisayarı çıkardı Minerva. Bir çırpıda sandalyeye yerleştiğinde bileğindeki tokayla kürek kemiklerinde biten sarı saçlarını tepesine topuz yaparak ellerini birbirine sürtüp gülümseyerek Deva'ya baktı.

'Babandan yana çok şanslısın ufaklık, kıymetini bil.'

'Kıymet ne? Kıyamet gibi bir şey mi?' Deva kaşlarını havalandırıp konuştuğunda Dağhan gülerek kucakladı kızı anında. Kotaya kot pantolon dediyse, kıymete de kıyamet diyebilirdi. Gerçi bunu önümüzdeki bir yıl söylerdi muhtemelen çünkü bir sene sonra bilmediği bir detayın kalacağını sanmıyordu.

'Değer demek, değerini bil anlamında söyledi.'

'En süper kahraman o! Tabi bileceğim.' Boynuna sarılan kollarla beraber bakışları tekrar bilgisayara odaklı kadına yöneldiğinde odaya çıktığını kaş göz yaparak gösteren Pera'ya elini uzatıp koltuktan kalkması için destek vererek başını sallamayı da ihmal etmedi.

'Ne yapıyoruz?' Minerva'nın sorusuyla ufak adımlarla yaklaşmaya başladı yanına.

'İki yıl önce saat akşam on birde Eser büfeden telefon araması yapan kişiye dair bilgi buluyoruz. Kim olduğunu, nerede olduğunu...' aklına gelebilecek ihtimalleri sıralarken genç kadın hafifçe gülümseyerek kaşlarını havalandırdı.

'Ama aradığınız o değil.' Takma adının Minerva olduğunu öğrendiği kadına dikkatle bakmaya başlarken kaşları da istemsizce çatılıyordu. Nasıl bütün bu saçmalıkları tahmin edebiliyordu ki, üstelik dışarıdan bakıldığı zaman kendi halinde, etliye sütlüye karışmayan bir tip gibi duruyordu. Gözleri usulca Ceyhun'a döndüğünde onun başını sağa sola sallamasıyla bir şey anlatmadığını fark ederek tekrar yöneldi genç kadına.

'O bir şey söylemedi. Açığını istersen tek kelime etmedi, selamlaşma dahil. Sadece... Sizin basamak benim gibi insanlara ya aradığı birisi için ulaşır ya da sevmediklerini gömmek için. Ki sizi bir büfeden arıyorlarsa, onu bulmak istediğinizi düşünecek kadar aptal birisi de değilim. Büfe aramasıyla size ulaşacak kişi o kadar da değerli değildir.' Omuz silkip bilgisayara bakarken olan konuşmasını kendine döndüğünde bitirirken derin bir nefes alarak önüne gelen saçlarını parmaklarıyla arkaya savurup gülümsemeye başladı Minerva.

'Kameraya bağlandım, tarih ne tam olarak?'

'3 Ocak 2021, akşam saat 11.' Başını sallayıp kadın tekrar bilgisayara döndüğünde Dağhan kucağındaki ufaklığı yeni mutfaktan gelen Deniz'e devrederek oturdu çaprazındaki sandalyeye.

'Bir şeyler yemek ister misin? Veya içmek?' sorusunun inceliğine rağmen kadın anında tek kaşını kaldırarak baktı, yüzüne gülümseme yerleşmeye başlarken kısaca düşünür gibi odadaki her insanda gözlerini gezdirmiş ardından tekrar Dağhan'a bakarak başını sağa sola sallamıştı.

'Öğreneceğim bilgilerin sonrasında kendimi bir çöp konteynırında bulma olasılığımı hesaba katarsak almamam daha doğru olur.'

'İşime yarayacak birini neden öldüreyim?'

'Başkalarının da işine yararsam diye.' Bu toy görünen kadının çok daha fazlası olduğunu iyice aklına not ediyordu Dağhan. Zeki, kendini ve potansiyel tehlikeleri bilen, taviz vermeyen ancak kazanmayı seven, dik duruşlu birisi olması kesinlikle bir tebriği hatta daha fazlasını hak ediyordu ama Dağhan'da basite indirgenecek bir adam değildi sonuçta.

'İstesem zehirle değil ateşli veya kesici silahla da yapabilirim bunu.'

'Yapabilirsin ama...' gözlerini Deha'ya çevirip baktığında tekrar adama dönerek derin bir nefes alıp devam etti konuşmasına, 'Yapmazsın.' Dağhan'ın kaşları bu kadının her cümlesiyle daha çok çatılıyordu. Gözlerini Deha'ya çevirmesi, sanki her şeyi biliyor gibi bir tavır takınması, geçmiş gelecek demeksizin kendinden eminliği ve çevresinde kendine destek olacak bir kişi dahi yokken bu kadar açık sözlü olması garipti adama göre. Sadece ona değil herkese garip gelirdi zaten.

'Karını ve kızını ürkütme yanlısı değilim, o yüzden sessizce söylemek istiyorum, sen öldürmezsin Dağhan Kalaycı, sen hayatı zindan edersin. Kardeşin ise öldürür, çünkü o sabırsız.' Hafifçe eğilip fısıldayarak arkadaki Deha'yı da işaret ettiğinde Dağhan dudaklarını ıslatıp baktı kadına.

'Ne kadar tanıyorsun ki bizi?'

'Beş Ocağa kadar tanımıyordum, doğrusunu istiyorsan ilgimi dahi çekmemiştiniz, çok temiz ilerletiyorsun işlerini, fark edilmesi neredeyse imkânsız. Bu yüzden de ciddi anlamda hayranlığım mevcut sana karşı, yanlış anlaşılmasın, sapık değilim. İş ve idealist tavrına karşı...'

'Beş Ocak'ta ne oldu?'

'Gündeme düştünüz. Fuat Kalaycı'nın ölüm haberiyle.' Başını usulca sallayıp yani der gibi bakmaya başladığında kadın tekrar salondakileri kontrol etmişti ki Pera, Deniz ve Deva'nın bahçeye çıktığını görünce sandalyeye yaslanıp derin bir nefes aldı.

'Magazinin hakkında saçma sapan haberler çıkardığı, iyi eğitimli, temiz yüzlü, yardımsever, müthiş bir aileye sahip biricik şövalye birini öldürdü. Babasını. O kadar güzel şekilde tasarlanmış bülten hayatınız vardı ki kimse bunun bir kaza olma olasılığına itiraz etmedi, mahkemeler dahi. Çünkü pırlanta gibi oracıkta duruyordunuz.' Dalga geçer gibi olan haline baksa da anlamsız geliyordu, tüm bu düşüncelere sahip oluşu garipti, bilgisayar çantasından çıkardığı kağıt ve kalemle kısaca not almasını izleyip dudaklarını ıslattı.

'Ama sen kaza olmadığını düşündün?'

'Tabi ki. Tek kurşun, kalbe ve başa isabet etmemişse bile insanı öldürür Dağhan bey fakat bunun için uzun zaman gerekir, kan kaybı, müdahale eksikliği ya da ölmesini beklemek.' Son iki kelimesiyle dalga geçercesine gülümseyip başını sallayarak iç çektiği gibi sandalyede bedenini dikleştirdi, 'Bu yüzden dikkatimi çektiniz. Üstelik önce ambulansı değil, polisi aramışsınız. Bir de bu kadar güce rağmen kaçmadınız, sizin gibiler için çok kolaydır sıyrılmak ama siz kardeşinize ucu değmesin diye kabullenip içeri girdiniz. İnsanlar için o kadar legalsiniz ki önünden geçtiğim kahvedeki tavla oynayan adamlar bile sizin için üzüldüler. Mükemmel senaryo, güzel kostümler ve enfes bir sahne yeteneği.' Duyduklarını sindirmeye çalışırken kendisi ve ailesi hakkında bu kadar bilgiye sahip genç kadını hiç tanımadığının farkındaydı Dağhan. İç yüzünü biliyordu, bunca zaman insanlar onun tek bir sıfatı olduğunu düşünürken karşısındaki genç ve yeniyetme diyebileceği kadın ikinci, karanlık ve ustalıkla sakındığı yüzüne zekası sayesinde şahit olmuştu.

'Gerçek ismin ne?' sorusuyla Minerva gülümsediği gibi dudak büküp ekranı kendine çevirdi.

'Aradığın kişi bu. Pardon, sizi arayan bu.' Ekrandaki tanıdık gelen ama bir o kadar da hatırlayamadığı adamı süzmeye başladığında koltuktan hızlıca kalkıp gelen kardeşi de kaşlarını çatmaya başladı.

'Çok tanıdık geliyor.' Deha mırıldandığında kadın birkaç tuşa daha basarak görüntüyü bir nebze yakınlaştırdı.

'Bana da tanıdık geliyor ama çıkaramadım. Peki gittiği adresi bulabilir misin? Takip edebilir misin yani?'

'Bakalım.' Başını belki dercesine sallarken bilgisayarı tekrar kendine çektiğinde gözleri ekrandan ayrılmasa da Dağhan dudaklarını ıslatıp Minerva'ya bakmaya devam etti.

'Hiç aklına psikolojimin bozulduğu bu yüzden önce polisi arama ihtimalim gelmedi mi?'

'Sizin psikolojiniz zaten bozuk, dağılmanıza tek kişi sebebiyet verir ve kim olduğunu ikimiz de çok iyi biliyoruz bence.' Başıyla arka tarafı bahçeyi işaret ederken gözlerini diktiği bilgisayardan bakışlarını bir an bile çekmemişti.

'Peki bunu bilerek seni rahat bırakacağımı nasıl düşünüyorsun?'

'Çünkü rahat bırakmamanız için bir neden yok. Tehlike miyim? Evet. Fakat ben dışında kimse bilmiyor, bu da benim farkım.'

'Sen cevhersin ve buna rağmen hala birileri iş teklifinde bulunmamış... Enteresan.' Kaşlarını havalandırıp kollarını göğsüne bağlayarak dudak büktüğünde genç kadın usulca omuz silkti.

'Değil, on yedi yaşında genç bir kadına iş teslim edecek kadar güvenmezler. Tabi, bir de Türkan Şoray gibi kanunlarım vardır, onu hiç sevmezler.' Az önce bir şeyler karaladığı kağıda tekrar not düştüğünde parmakları arasına alıp Dağhan'a uzattı.

'İlk adresten çıkmış, ikinci adrese gitmiş.'

'Kanunların ne?'

'Tek çalışırım, sosyal ortamda olamam, gerçek kimliği ölseler öğrenemezler, bana karşı emir kipi kullandıkları dakika ifşa olurlar ve fiyatımı ben belirlerim.' Parmakları arasında hala uzattığı kağıdı sonunda aldığında başını usulca sallamıştı ki kadın bilgisayarı kapatıp çantasına yerleştirerek derin bir nefes aldı.

'Eve sinyal bozucu yerleştirmenizi öneririm, içeri cihaz dahi yerleştirilmeden çok kolay şekilde dinlenebilirsiniz. Teknoloji çok ilerledi, televizyondan bile yapabiliyorlar artık. Benden başka bir isteğiniz yoksa kaçayım?'

'Bir daha Ceyhun'un seni fare gibi tutmasına izin vermeyelim. Daha insancıl iletişim kurma imkanımız olsun.' İç cebinden çıkardığı kartı verdiğinde Minerva göz ucuyla bakıp bilgisayar çantasındaki telefonunu çıkarak birkaç basamakla uğraştı. Ardından salonda yankılanan titreşim tınısıyla hepsinin gözleri orta sehpadaki cihaza döndüğünde Dağhan başını usulca sallayıp gülümsemişti bile.

'Ekran görüntüsünü kablosuz bağlantısı olan yazıcıya gönderdim. Tanıştığımıza da memnun oldum. İyi günler.' Kadın yukarıyı işaret parmağıyla gösterip bir çırpıda kalktığında çıkış kapısına doğru ilerlemişti ki Dağhan derin bir nefes aldı.

'Bulalım şu yeni Kalaycı'yı bakalım.' Kağıdı Deha'ya gösterdiğinde onun usulca başını sallamasıyla bakışları Ceyhun'a dönüp başıyla işaret verdi.

'Önce bankaya uğrayalım, güzellikle söylemezse nakit opsiyonunu değerlendiririz. O da olmazsa kişisel tercihi daha uyarıcı davranırız.'

Bahçedeki Pera'ya haber verdiği gibi Deha, Dağhan, Arjin yola koyulmuşlardı. Öncelikle ilk adrese gittiklerinde Deha araçtan inecek olsa da kolunu yakaladı adam.

'Bekleyelim, gözlem iyidir. Belki de kameradan anlayamadık tanıdığımız birisi, belki de karşımızda duruyor.'

'Sabrın bir gün beni çatlatacak abi. Çevirdiği işe baksana, girip kafasına silah dayasak yeridir.' Deha'nın çocuk gibi mırıldanan haliyle Dağhan gülerek izlemeye başladı geldikleri evi. Tek katlı, müstakil, eski yapım taş bir evdi. Mavi demir kapısıyla, bahçedeki ağaçlarıyla, normal bir aile evi gibi duruyordu.

'Hay ben bu arabanın!' adamın sinirle konuşmasını duyduğunda bakışlarını kardeşine çevirerek kavga ettiği kemere göz attı.

'Ne diye kendi arabamızla gelmedik, kemer kilidi takılıyor, takip edecek olsak marşı da takılır bunun. Külüstür!' hala savaşı devam ederken kilit yerine vurduğunda Dağhan kaşlarını havalandırarak kardeşinin elini hafifçe itti. Asla ama asla sabredemiyor, hep aceleyle davranıyordu adam. Mantığını sonuna kadar konuştururdu fakat böylesi zamanlarda standartlarının altında olmak tümüyle dengesini bozuyordu Deha'nın. Kilidin kırmızı düğmesine sertçe bastığında açılmasıyla bakışlarını tekrar Deha'ya çevirdi.

'Külüstür değil, birazcık eski sadece. Normal bir mahalleye senin müthiş kırmızı spor arabanla gelsek sence kaç saniyede fark edilirdik?'

'Normal bir binek araçla gelsek ölüyor muyduk peki de bu milattan önce kalmış arabayla geldik?'

'Normal bir binek araç?' kaşlarını havalandırıp gözlerini tekrar eve çevirerek kollarını göğsünde birleştirdiğinde Deha'nın sıkkın şekilde nefesini bıraktığını fark etti.

'Seninki mesela.' Kaşlarını havalandırıp omuz silkerek konuşsa da, Dağhan ciddiyetini ölçmek istercesine bakıyordu fakat Deha o kadar mükemmel bir fikir sunmuş gibiydi ki bazen gerçekten kardeş olduklarına kendisi de hayret edecek konuma ulaşıyordu.

'Benim arabam normal bir binek araç değil Deha, en azından bu mahalle için değil.' Öndeki park halinde olan şahini işaret ettiğinde Deha tek kaşını kaldırdı bu kez.

'Senin araban hayatım boyunca gördüğüm en mütevazi araba.'

'Senin için 900 bin öyle olabilir ama burası için değil.'

'Araban gerçekten sadece 900 bin mi? Ben yedek parçama o parayı veriyorum!' şaşkınlıktan her an kendini kaybedebilirdi herhalde. Gerçi Deha'ya göre ucuz diye bir kavram yoktu, Deha'ya göre bir şeyin fiyatı da var sayılmazdı. Başta şirket için kardeşine hissedarlık teklif ederken hisse ücretini kendisinin ödeyeceğini söylediğinde adamın dalga geçmesini bile anımsıyordu. Bundan sekiz yıl önce dahi hem bu kadar savurgan hem de birikim yapabiliyor olması garibine gitmişti. Gerçi kendisi yoğunlukta geleneksel ekonomiyle ilgilense de Deha'nın tamamen yenilikçi takılması, nerede güncel fikirler varsa oradan çıkması sayesinde o birikimi yaptığını biliyordu. Fakat birbirlerinin harcamalarına veya kazançlarına karışmayan iki kardeş olarak yedek parçaya araba fiyatında ücret ödemesi canını sıkmamış değildi. Hatta aptallık olduğunu dahi düşünebilirdi bunun.

'Arabamla mutluyum, bu arabadan da şikâyetçi değilim. Bence sende biraz olsun makul şeyler kullanmayı dene.'

'Ben saçma sapan harcamalar yapmıyorum ki, gayet makul her şey.'

'Evine milyonlar harcadın Deha.'

'Evet. Ne var bunda?'

'Senin verdiğin paraya üç tane ev alınır mesela?' kaşlarını havalandırıp ciddi misin dercesine bakarken Deha anında omuz silkmişti.

'Haklısın fakat şöyle düşün, akıllı ev, geleceğin en makul yatırımı. Evi alalı iki sene oldu ve ödediğimi %80 oranda artıyla geri alabiliyorum.' Açıklaması durumu makul kılmaya çalışsa da daha fazla laf yarıştırmak istemediği için bakışlarını demir bahçe kapısına yeniden çevirdi.

'Gidip kapıyı çalalım, kimin açacağını görürüz ve bu herifse konuşmak isteriz. Olmaz mı?'

'Değilse?'

'O zaman... Bilmiyorum. Yanlış geldik adresi karıştırdık falan deriz.' Omuz silktiğinde yeniden mahalle meselesinden uzak olan kardeşine göz devirerek baktı.

'Mahalle burası, insanlar yardım eder birbirine. Senin rezidansına benzemez anlayacağın, yanlış dersek uydurma bir adres lazım ve ne sen ne ben burayı yeni bir adres kadar iyi bilmiyoruz.'

'Google amca biliyor ama.' Göz ucuyla Deha'ya baktığında onun telefonuyla uğraş içine girmesi ardından torpidodan kağıt kalem bularak anında yeni bir adres yazmasıyla derince soluklandı. Adam yeniden kapıya uzandığında ise kardeşini kolundan yakalayarak kağıdı kaptığı gibi indi arabadan.

'Sen burada kalıyorsun, ayağındaki o spor ayakkabıyla açık açık ben milyarderim dememek için.'

'Üzerindeki takım elbise hakkında ne demek istersin abicim?'

'Avukat olduğumu mesela?' Deha'nın göz devirmesine gülerek karşılık verip kapıyı kapattığında adımlarını da sakince eve yönlendirip bahçeden içeri girdi. Üst tarafı tamamen kaplamış asma, rengarenk çiçeklerle dolu bahçe yolu, hiçbiri o adamın yapabileceği cinsten şeyler gibi durmuyordu doğrusu. Önüne geldiği kapıya vurup beklemeye başladığında tekrar inceledi etrafı. Küçük ama gerçekten de bir ailenin yaşaması için mükemmel gibi geliyordu Dağhan'a. Şatafattan uzak, kendine münhasır, sevecen, bakımlı... Daha fazlasına da gerek olmazdı herhalde. Açılan kapının sesiyle bakışlarını orta yaşlardaki kadına çevirdiğinde derin bir nefes alıp ceketini düzeltti.

'Buyurun.'

'Ben-'

'Siz, Dağhan bey değil misiniz?' kadının sorusuyla kaşları tekrar çatıldığında başını usulca salladı. Kendi zerre tanımıyordu karşısındaki saçları beyazlamış ama dinç olan kadını.

'Evet, siz?'

 

Loading...
0%