Yeni Üyelik
57.
Bölüm

Bölüm 55 - Yasın Beş Evresi

@biceruvar

Merhabalar canlarım güçlü kadınlar ve her zaman onlara destek olan adamlar... Bir bölümle geldim ki size umuyorum çok dumur olup kızmazsınız bana... Git gellerle dolu bir şekilde Didem'in kim olduğunu netleştirdim, iç çeke çeke de bölüm yazdım... Umduğunuzu bulduğunuz, bulduğunuza hayran olduğunuz, hayran olduğunuza da keşke istemeseydim demediğiniz zamanlardan ve bölümlerden geçersiniz umarım. Benim için ne denli değerli olduğunuzu anlatmaya gerek bile görmüyorum, çünkü görüyorsunuzdur. Görmeyen de istemiyordur eminim ki. O yüzden sıkı sıkı kucaklaşmalar sağlayıp, bir arada ne kadar güçlü olduğumuzu anımsayıp bölüme doğru yol alalım.

(Ah be! Dağhan kuşum, ne çektin sen!)

Söylemediğim zaman tamamen unutulduğunu görerek, ki etkileşimi de hesaba katarsak zaman harcıyorum, bir beğeni, iyi veya kötü(yapıcı eleştirisel) şekilde yorumunuzu eksik bırakmayın...
Unutmadan daha hızlı haberdar olabilmek, hikayeler hakkında story, reels ve iletişime geçebilmek adına,

Instagram: BiCeruVar

------------------------------------------------

'Buyurun.'

'Ben-'

'Siz, Dağhan bey değil misiniz?' kadının sorusuyla kaşları tekrar çatıldığında başını usulca salladı. Kendi zerre tanımıyordu karşısındaki saçları beyazlamış ama dinç olan kadını.

'Evet, siz?' şüpheli bakışları daha da dikkat kesilse bile yine koca bir boşluk haliyle doluydu içi. Karşısındaki kadınla daha önce karşılaşmadığına emindi. Siması bile tanıdık gelmezdi ki Dağhan net bir şekilde gördüğü yüzleri hatırlamak konusunda statü sahibi bir adam sayılabilirdi. Fakat bu kadar karmaşanın içinde bir de bunu tahlil etmek istemiyordu. Hem belki de bir ihtimal bile olsa haberler veya magazin yüzünden tanıdık gelebileceğini düşünerek umursamamaya çalıştı.

'Ben Melek'in annesiyim, bir şey mi oldu ona?' kadının panikleyen haliyle kaşları derinlemesine çatıldı önce, istemsizce başını hızla sağa sola salladı. Melek kimdi? Ne alakası vardı o kadar anımsamıyordu ki... Bakışlarını dumur olmuşçasına yeniden bahçeye çevirdiğinde zihninde çakmaya başlayan şimşeklerle kendine gelmeye çabaladı. Şimdi anlıyordu o adamın neden tanıdık geldiğini ama bir o kadar da hatırlayamayışının nedenini. Fakat işler iyice sarpa sarmaya başlamıştı. Melek birkaç yıldır ailesinin evinde çalışıyordu, daha öncesinde annesi falan da çalışmamıştı evlerinde ancak babası ne alakaydı bu durumda veya Fuat beyi neden aramıştı bir anlam bulamadı. Bütün olayların ardından bir ihtimal Melek kız kardeşi çıkarsa eğer kafayı yerdi Dağhan. Burnunun dibindekini göremediği için...

'Gayet iyi kendisi, ben sadece Melek'in babasıyla görüşmek istemiştim.' Biraz daha kopya almak adına sohbeti uzatmaya karar verdiğinde karşısındaki kadın baş örtüsünü düzeltse de garipser bakışlarını üzerinden koparamadı.

'Babası mı?' derken sesindeki şaşkınlık Dağhan'ı daha çok köşeye sıkıştırmış hissediyordu. Pekala babası değilse kimdi bu adam?

'Evet.' Kadının allak bullak olan suratına bakılırsa çok doğru bir seçenekte değildi bu isteği.

'Melek'in babası vefat edeli on yıl oldu Dağhan bey. Bir problem mi var?' kadının verdiği karşılıkla kaşları havalandığında yürüttüğü basit fikirde toz bulutu misali dağılmıştı. Adamın fotoğrafını da gösteremezdi ki şimdi.

'Ben affedersiniz, başınız sağ olsun. Birisi almıştı kendisini, bende babası zannettim.' Birkaç ay önce arabasına binerken gözüne çarpan detaya belki de tam da şu dakika minnet duymalıydı. Gittikçe yaklaştığı düşüncesi içini rahatlatsa bile belki de daha çok dibe gömülmekti bunun anlamı.

'Dayısıdır. Ekrem. Geç çıkınca o alır genelde. Çağırayım mı, içeride?' Başını usulca salladığında artık cidden kafasını karıştıran detaylarla ıslattı dudaklarını. Kadının içeri yöneleceği sırada ardından gelen sesle derince bir kez daha nefeslendi.

'Kim gelmiş Fisun?' sonunda kapının arkasından görünen yüz bir olduğunda gözleri kendiyle çakışan adam anında duraksayarak serçe yutkunduğunda Dağhan başını usulca sallayıp gülümsedi. Belli ki kadının hiçbir detaydan haberi yoktu ama bu herif kimse o kadar iyi biliyordu ki olanı biteni, rengi çoktan atmış, tedirginliği başına üşüşmüştü. Önünde birleştirdiği ellerini sürekli ovalıyor, adeta titreyen gözlerle bakıyordu kendisine.

'Dağhan bey, Melek'in patronu.' Kadının taktim ederek kendisine dönmesiyle gülümseme çabasına girdi Dağhan. Olay istemiyordu, ortalık dağılsın, bu yaşlı kadın üzülsün asla ama asla istemiyordu. Fakat karşısındaki adamın ipin ucundan çok bir ip olması da zaten gergin olan sinirlerini bir davul misali yapıyordu.

'Hoş geldiniz.' Titreyen sesiyle konuşsa da daha çok anlatacağı şeyin bilincinde olarak saf dışı bırakmak istedi az önce adının Fisun olduğunu öğrendiği kadını. Bir şekilde uzaklaştırması veya bu adamı da alıp kendisinin uzaklaşması gerekiyordu. Sinirlerine ne kadar hakim olabilir, otokontrolü ne kadar sağlamdır bunu ölçmenin hiç ama hiç zamanı değildi çünkü.

'Hoş buldum Ekrem bey. Sizinle iş için görüşmek istemiştim, müsaitseniz konuşalım mı biraz?' sorusuyla adamın bakışları kadına döndüğünde onaylaması da zamanını almadı. Belli ki çekinse bile bu meselenin kaosa sürüklenmesinden yana değildi o da.

'Tabi, dışarıda konuşalım, buyurun.' Adam bahçeyi işaret ettiğinde Fisun hanım kapıyı daha fazla aralayıp içeriyi işaret etti.

'İçeri-' henüz cümle kuramamışken elini göğsüne yerleştirip geriye bir adım atan Dağhan'la kelimesi de havada kalmıştı.

'Zahmet vermeyelim size Fisun hanım, bahçede konuşuruz biz.'

'Kahve yapayım mı size, içer misiniz?' kadının bu anaç tavrı yüzünden Ekrem'i sürükleyerek götürebilirdi şu an. Hatta kadın çok iyi niyetli olduğu için bile zaten tepesinde olan heyheyleriyle adamı bir kaşık suda boğabilirdi.

'Gerek yok, zaten zamanım kısa, zahmet etmeyin.' Ekrem evden çıkarken içeri giren kadına baş selamı verdiğinde adamın gittiği kamelyaya doğru ilerleyerek hala kendilerini izleyen kardeşi ve Arjin'e de işaret verdi.

'Ne soracağımı çok iyi biliyorsun değil mi Ekrem?' henüz arkası kendine dönük olsa da kamelyanın kapısında duraksayan bedeniyle ellerini cebine yerleştirdiğinde adam usulca kendine dönmüştü ki sertçe yutkunmasıyla dudaklarını ıslattı.

'Anlamadım Dağhan bey?' hala topu çevirme derdinde olabilir miydi Allah aşkına? Şuan bir sahanın, bir oyunun, bir topun veya oyuncuların kaldığını aklı alabiliyor muydu? Farkında bile değil miydi adam Dağhan'ın gözlerindeki deliye dönmüş karartıların? Bahçeye giren iki bedende arkasında duraksadığında ahşap sandalyeye oturarak karşısındaki yaşını başını almış bedeni süzdü. Kendini bu kadar açık ederken, bir şeyler bildiği alenen ortadayken neden hala değiştirmeye veya kaçmaya çalışırdı ki insan? Gözleriyle ayakta bekleyen, daha çok titreyen bedene karşısındaki diğer ahşap sandalyeyi işaret ettiğinde adamın sonunda birbirinden kopan ellerinin titremesini de an be an izledi.

'Fuat beyle ne alakan vardı Ekrem? Zorlama beni, ne anlaşman vardı da sana ödeme yapıyordu?' henüz yerleşeli iki saniye geçmemişken direkt olarak konuya girdiğinde Ekrem'in bu kez elleri masanın altında birleşmiş, gözleri ise anında kendi bakışlarından kaçmıştı.

'Yardım- Yardım ediyordu sağ olsun.' Dediğinde aldığı cevaba memnuniyetsizce güldü Dağhan. Normalde hareleri ela olsa da şuan kan kırmızı baktığından oldukça emindi. Dalga geçen gülümsemesini bozmadan iç cebinden sigarasını çıkarıp bir dal ateşleyerek derin bir nefes çekti. Kendi karşısında bu kadar korkarken, böylesine çekinirken ufacık bir bebeği nasıl korkmadan kaybedebilmişti ki? Gerçi şaşırmamalıydı Dağhan. Şu dakika kendisi ortalığı darmadağın eder, karşısındaki yaşını başını almış adamı bir güzel döver, hatta çeker silahı öldürürdü dahi. Fakat o ufak bebek bunların hiç birini yapamazdı. Yapamadığı içinde kabullenmek bu kadar kolay olmalıydı.

'Öldüğü günün gecesinde bulunmamak için bir büfeden arayacağın nasıl bir yardım bu?' derken bakışlarını bir an Ekrem'den ayırmasa da masaya bıraktığı sigaradan bir dal çeken Deha'ya kaydı gözleri. Aldığı dalı ateşlerken arkasını dönüp kamelyanın korkuluklarına yaslandığında elindeki daldan derin bir nefes daha çekti. Başına buyruk, umursamaz Deha bile alkolün yanında olmamak kaydıyla sigara yakabiliyordu konuya. Öylesine içleri daralıyordu ki belki adama bile kendini zehirlemek makul geliyordu.

'Ben, o gün görüşecektik biz, para verecekti-' Deha'nın ortadaki masaya bir anda vurduğu eliyle adam sıçradığında Dağhan bakışlarını kardeşine çevirerek kaşlarını havalandırdı. Ne ara sırtını döndüğü yerden gelip ortaya yumruğunu indirmişti takip dahi edememişti fakat gözlerindeki öfke bire bin katar cinstendi. Daha önce yeni nesil borsayla ilgilenen kardeşi, şuan kendi sinirlerinin iniş ve çıkışını kontrol edemiyordu. Öyle veya böyle konuşmadığı takdirde bin bir yol denerdi, fakat içeride olan kadın o kadar sakin, makul ve sevecen yaklaşmıştı ki bir şey bilmediğine dair kalıbını basacağı için ürkütmek istemiyordu. Deha'ya itiraz edercesine bakması da sadece Fisun hanım içindi.

'Arjin.'elini hafifçe masaya vurup beklediğinde anında yerleşen sırt çantasının fermuarı araladı. Arjin'in de dediği gibi herkesin bir fiyatı olurdu. Herkes bir fiyata boyun eğer, bir miktar paraya konuşur, hatta bu dünyanın laneti olan o paraya hayat karartırdı.

'O çok gizli sırrı bana şimdi anlatacaksın, tüm detaylarıyla, sonrada bunu alıp susacaksın, kimselere de aramızdaki muhabbetten bahsetmeyeceksin. Anlaştık değil mi Ekrem?' önce çantaya ardından Dağhan'ın ve diğer iki adamın yüzlerine baktığında iç çekerek başını salladı adam. Dağhan ise fermuarı kapatıp çantayı adama doğru iterek beklemeye başladı. Tüm hayatı boyunca sır olarak kalan bir kadının hikayesini duyacağını bilerek.

'34 yıl önce Fuat bey bana ulaştı, nereden buldu bilmiyorum ismimi, izimi. Gençtim o zamanlar, paraya da ihtiyacım vardı, planını anlattı, başta kabul etmedim, sonra yaparsam altı ayda bir yüklü ödeme yapacağını söyledi. Kimim kimsem yoktu evde, o yüzden çekineceğim bir şey de yoktu, kabul ettim. Sabaha karşı bir vakit bir kız çocuğu getirdi. Asıl plan benim çocuğu alıp, büyütüp, okutmam yönündeydi fakat ne olduysa o gece yanında daha fazla para getirmişti. Fikrini değiştirdi. Bana götürüp karakola kapıma bırakmışlar dememi istedi. Yaptım, karakola teslim ettim.' Dağhan derin bir nefes aldıktan sonra kaşlarını havalandırıp başını devam etmesi adına salladı.

'Sonra?' mırıldanıp iç cebindeki künyeyi avucunun içine aldığında üzerindeki kabartmayla yazılmış ismi usulca okşadı.

'Bir hafta sonra tekrar ulaştı, altı ayda bir değil her ay ödeme yapacağını, benim dışımda ayrıca para vereceğini, her ay gidip o kız çocuğu için olduğunu özellikle belirterek bağış yapmamı söyledi. Takip etmiş kızı, kaldığı esirgeme kurumunu falan söyledi. On sekiz yıl öyle devam ettik. Sonra yurttan çıkarıldı kızcağız tabi, bu defada gizli burs veriyor gibi devam ettim ödemelere. Kız okudu, büyüdü, işini kurdu.' Bunları kardeşini bulduktan sonra ondan da dinleyebilirdi Dağhan. O yüzdendir ki derin bir nefes alıp kollarını masaya yasladığında avucunun içine az önce aldığı künyeye gözlerini çevirdi. Eklemleri arasına sıkıştırdığı sigarayı ortadaki ufak daha önce kültablası olarak kullanıldığı isinden belli olan tabağa söndürüp gözlerini tekrar Ekrem'e dikti.

'İsmi ne?' kendine göre Didem Kalaycı'ydı ismi. Elif hanımın kızı, Dağhan ve Deha'nın kız kardeşiydi fakat bu gerçeklikten önce şu an kim olduğu önem taşıyordu adama göre. Didem oluşunu kabul ettirirdi, önce bulur, sonra sen Didem'sin derdi ancak en önemli kısım kim ve şuan nerede olduğuydu.

'Irmak.' Duyduğu isimle kaşları çatılmaya başladığında başından boynuna doğru ulaşan uyuşmayı geçirmek için omuzlarını rahatsızca kıpırdattı.

'Tam ismi?' ısrarcı bakışları arasında adam tekrar üçüne de baktığında sıkıntıyla nefes almıştı ki dudaklarından dökülen isimle aldığı nefes soluk borusuna takılı kalmıştı. Az önce olan uyuşma daha da büyürken bir de üzerine boğazını sıkan el eklendiğinde derin bir nefes almaya çabaladı.

'Irmak Hale Tütüncü.' Bu kadar zaman, diş bilediği ve kendine diş bileyen, onlarca kez karşı karşıya kaldığı, birbirlerine silah çektikleri, yerle bir etmeye çalıştıkları kadınla kardeş miydi yani? Bunu kendisi kabul ederdi, kardeşi kabul ederdi fakat Irmak asla kabul etmezdi. Dinlemezdi bile. Üstüne dalga geçip korktuğunu falan düşünürdü. Zaten senelerdir tek başına olan, gözü kara bir kadın neden ben abinim dediğinde kabul etsindi ki? Üstelik düşman olduğu bir adama karşı bu kabullenmeyi neden yaşasındı?

Arabanın içindeki sessizlikle bomboş yola bakmaya devam ettiğinde derin bir nefes alarak gözlerini diktiği yerden başını sağa sola sallayarak kendine geldi. Önünden giden takip mesafesini koruduğu araç, sağından ve solundan akıp giden trafik düşünebildiği bir nokta değildi. En zor kısım bulmak diye düşünürken, kabullendirmenin daha da ağır olacağını hiç aklına getirmemişti. Sinyal verip otobanın kenarına aracı çektiğinde kontağı kapatarak yanındaki hala şokta olan kardeşine baktı.

'Deha.' Sesi titriyordu sanki. Korkudan, endişeden değil, yaşadığı şoktan dolayı yıllardır ayarlayabildiği sesini ayarlayamıyordu. Bakışları kardeşinden arka koltukta oturan Arjin'e döndüğünde onun kafasından çoktan hesap kitaba oturduğunu bilerek tekrar yanındaki koltuğa döndü.

'Kadın bizi öldürmeye çalışıyor ve kardeşimiz mi?' şokta olan bakışlarıyla usulca kendine döndüğünde Dağhan derin bir nefes alarak başını salladı usulca. Deha'nın dudaklarındaki küfür eder gibi olan gülüşe gözlerindeki şüphe de eklenirken düşündü Dağhan. Neden olduğunu bilmiyordu, yıllardır da öğrenememiş, belki öğrenmek istememişti ancak Irmak kendine düşmandı. Irmak, Didem diyerek bağrına basacağı bir kardeşten çok uzaktı. Düşman demek az kalırdı, nefret ediyordu, bunu da net bir şekilde gösteriyordu.

'Sikeyim böyle işi. O manyak karı ablam falan olamaz!' şu an Deha ne derse desin doğru tepkiler veriyordu Dağhan'a göre. Hatta o kadar doğruydu ki kendi söylemek istediklerini söylüyordu kardeşi. Düpedüz manyaktı o kadın, hatta uçuktu, ruh hastasıydı belki de. Fakat başka bir gerçeğe bakacaklarsa aynı kandan oldukları kardeşleriydi. Bir başka gerçeğe göre Deha'nın alnının ortasına bir namlu yaslamasını istemişti. Ve fakat bir başka gerçeğe göre pusuya düştüğü, gözün gözü görmediği bir ormanda yükünü almaya çabalayarak canını kurtarmıştı. Irmak veya Didem, hangisiydi, kimdi karar bile veremiyordu.

'Abi, dizi senaryosunun içine düşmüş olamayız değil mi? Bak öyleyse beni gerçek hayata çevir çünkü ben oyuncu değilim, rol kıvıramam.'

'Dizi falan değil, değil. Bayağı değil.' Başını sağa sola sallayarak karşılık verdiğinde derin bir nefes aldı. Aklını kullanamıyordu, sadece şok olmuş bir halde gelip geçen tüm senaryoyu okuyordu. İki ay önce bir kardeşi olduğunu öğrenmişti, otuz dört yıl ayrı kaldıkları, başına bir şey gelip gelmediğini düşündüğü bir kız kardeşi olduğunu. O iki ayın sonunda bugün ise öğrenmişti ki kardeşinin başına bir şey gelmez, genelde o birilerinin başına iş getirirdi. Defalarca çevresini sorguladığı o kadının kimsesinin olmayışını takdir etmişti Dağhan. Ailesi olmadığı için değil, çok iyi sakladığı için bulamadığını düşünmüştü. Halbuki yoktu, tıpkı o hakkında olan tüm bilgilerde geçtiği gibi yurtta büyümüş, gelen bağış ve bursla en iyi kolejlerde okumuş kadından başkası değildi. Bire bir doğruydu tüm bunlar yani.

'Abi, ne yapacağız? Yemek ayarlayayım mı?' arka koltuktan başını uzatan Arjin'le ıslattı dudaklarını.

'Ne için? Yemek yerken zehirleyip ölmemiz adına mı? Ölürsek pek bir şey anlatamayız ama.' Deha kaşlarını havalandırıp Arjin'e karşılık verdiğinde Dağhan derin bir nefes aldı.

'Kafamızı toparlayalım, önce kendimize gelelim sonra nasıl ilerleyeceğimize dair bir plan kurarız.' Karşısındaki iki adamda başını salladığında tekrar arabayı çalıştırdı Dağhan. Bir şekilde söylemeleri şarttı. Aksi takdirde kendileri bildikleri için kılına dahi dokunmazlardı ama Irmak gözünü bile kırpmadan bilet kesme çabasına girerdi. Bu kadar zamanda kesilmeyen bileti de şanstı herhalde veya kan falan çekmiş olmalıydı. Öyle olması şarttı çünkü Irmak'ın anlamsızca önce canını kurtarması, sonra öldürme çabasını da aklı almıyordu. Basit bir denklem gibi düşünmeye kalksa da iki isim arasında gidip geliyordu zihni. O kadın, bir gece vakti, ansızın İstanbul'un orta yerine bomba gibi düşen Irmak olarak mı kalacaktı, yoksa sımsıkı sarılacağı, acısı varsa saracağı, olan biteni mantığıyla dinleyecek kız kardeşi Didem olarak mı devam edecekti?

'Pera, kafam durdu benim.' Göğsüne yaslanmış saçlar arasında parmaklarını gezdirirken büyük salıncakta kitap okuyan Deva'yı izlemeye devam ettiğinde kadının karnındaki elinin üzerinin okşanması da bir oldu. Eve geldiği dakika Pera'yı odaya çektiği gibi durmaksızın konuşmuş, anlatmış, nasıl bir bataklığa düştüğünü şaşkınlıkla açıklamıştı. Kadının her seferinde sakinleştirmeye çalışması işine yarıyordu fakat artık bir şey yapmalıydı. Dünden beri başka bir detay düşünemiyordu çünkü. Gözüne bir dakikalığına uyku girmemiş, eline alıp bir kağıt okumaya çalışsa anlamamış, hatta soluğu bile sol yanına batmıştı.

'Ben konuşayım?' göğsündeki baş harekete geçtiğinde anında itiraz edercesine bakmaya başladı. Böylesi bir şeye bir de sevdiği kadını atmak demek, Irmak'a tüm kanını emebilme fırsatı vermekle eşdeğerdi.

'Olmaz, Deha'da söyledi bende söyledim, manyak o kadın.' Çıkmaz sokakta yankı bulur gibi olan isyankar sesiyle başını geriye attığında sakalları arasında hissettiği ince parmaklarla bakışlarını tekrar Pera'ya çevirdi.

'Ama kardeşin Dağhan.' dediğinde bile kadının masumiyeti yüzünden tüyleri ürperiyordu. Pera ve Irmak karşı karşıya kalamazdı, bu telefon görüşmesi dahi olsa.

'Kurdun önüne seni kuzu olarak atamam.' Kararlı duruşunu bozmamak adına başını sağa sola sallayarak konuştuğunda Pera bacaklarını yere indirip iç çekti.

'O zaman yemek ayarlayalım, Arjin'in söylediği çok mantıklı. Ortak bir yerde, tamamen kapalı, iki tarafında korumaları kontrol ederken hep beraber yemek yenilsin.' Pera'ya mantıklı geldiği gibi kendine de öyle geliyordu fakat yine de içinde bir yerlerde omuzlarındaki soruların yükü ve o yemeğin savaşa dönüşebilme ihtimali zehirli yılan gibi dolaşıyordu.

'Tek başına böyle bir psikopata dönüşmesi, bütün bunları ustalıkla yapması çok sıkıntıya sokuyor beni.' Başını sağa sola sallayarak Deva'da olan gözlerini Pera'ya çevirdiğinde kadının ısırdığı dudağıyla gülümsedi. O yol boyunca en makulü Pera'ya kavuşmak olmuştu. Karısına ulaşıp sarılmak, tüm bu olanların bir kabustan uyanırcasına geçmesiyle eş değer gibi gelmişti ancak hala aynıydı. Tek farkla, daha huzurlu hissediyordu. Huzurlu ancak tedirgin. Bir yanda kendine kömür kara bakışlarla göz atan, gerçekten nefes aldığını hissettiren kadınla düşünmeden zaman geçirmek vardı. Diğer tarafta ise kim olduğuna karar veremediği fakat yaşadığı acıları gösterdiği tepkilerden dahi anlayabildiği kız kardeşi.

'Ayarla şu yemeği, daha fazla uzatma. Kabullenmesi için de zaman gerekecek.' Pera'nın aceleci olan sesiyle iç çekti anında. Biliyordu Dağhan, biliyordu bilmesine de Irmak'ın ne tepki vereceği konusunda kararlı kalamıyordu. Bu kadar sene boyunca tek başına olduğunu düşünen normal bir kadına şimdi selam biz geldik, böylece aileniz demek bile tehlikeliyken, bir de gerçekten ruh hastası bir kadına söylemek pek akıllıca değildi. Kenardaki telefonu istemeyerek de olsa alıp rehberde hiç ihtiyacı olmasa bile kayıtlı numarayı bulduğunda oturuşunu düzelterek sıkıntılıca soluklandı. Ya şimdi ya hiç gibi düşünmeden aramak için dokunduğunda hoparlörü de açarak beklemeye başlamıştı ki daha ilk çalışta yanıtlanmasıyla ısırdı dudağını.

'Oooo... Dağhan bey, siz beni arar mıydınız ya?' diyen dalgavari sesle dudakları sağ tarafa doğru kıvrıldı.

'Ararmışım demek ki Irmak.' Konuşsa bile içinden geçirdiği tek şey vardı Dağhan'ı; her zaman nasılsan öyle ol, çünkü Irmak henüz Kalaycıların göz bebeği olabilecek bir kız çocuğu, yani Didem olduğundan haberdar değil...

'Hayırdır dünya zor bir yer gibi hissetmeye başladın ve korkaklık yapıp intihar edemediğin için seni öldürmem adına mı şeref verdin?' açık seçik dalga geçen, umursamaz sesi o kadar netti ki Pera eğer mağazada karşılaşmış olmasa, sesini bilmese karşısındaki Deha diye düşünürdü. O kadar vurdumduymaz, o kadar aklı havada ve umursamaz geliyordu tınısı.

'Yemek yiyelim istiyorum, uygunsan bu akşam.' Normalde de böyle davranırdı Dağhan. Zaten bu zamana kadar Irmak'la uzun uzun konuşmuşluğu sadece rutubetli bir depoda olmuştu. Onun dışında davetlerde birbirlerine ufak bir baş selamına veya genellikle Irmak'ın tehdit edesi gelmesi haricinde pek bir irtibatları da yoktu.

'Dağhan'cım, seni şimdiye kadar öldürmemiş olabilirim ama bu öldürmeyeceğim anlamına da gelmez. Eğer ki o muhteşem güzellikteki saf ve masum kadını benimle yemek yiyerek aldatacağını planlıyorsan başta saf salak bir tip olmadığımı hatırlatmak isterim, inatla hala yemek dersen eğer, kabul ederim ancak karın yerine benimle çıktığın için henüz dünyaya gelmemiş çocuğuna dahi ihanet ettiğini düşünerek ilk kez kafana çıkardığım silahı ateşlerim haberin olsun.' Uzun süren açıklamasından sonra Dağhan gözlerini devirip kendisine gülerek bakan Pera'ya tebessüm etti.

'Güzel kadınsın ama dünyada Pera'dan daha mükemmel bir varlığın olduğuna inancım yok Irmak. O yüzden eğer ki senin aklında onu aldatabilme ihtimalim varsa benim yerime yakınlarında bir aynanın karşısına geçerek yüzüne karşı kahkaha at. Ailem ve sen olarak yemeğe davet etmek istiyorum.' Elinin üzerindeki sıcaklıkla Pera'nın parmaklarını avucuna aldığında derince soluklanmayı da ihmal etmedi. Bu kaçıncı derin soluğuydu sahi? Kaç kez daha tekrar edecek, bu sıkıntı kaçıncıda kaybolacaktı içinden?

'Sen... Ailenle, beni aynı masada oturtacaksın? Doğru mu anladım?' az önce olan esprili hali dumur olmuşla yer değiştirdiğinde dudaklarını ıslattı Dağhan.

'Aynen öyle, doğru anlamışsın.'

'Dünyaya asteroit çarpacağına dair haber mi aldın?' sorusuyla tekrar derince nefeslenip dilini damağına çarparak cık sesi çıkardığında karşısındaki kadının da düşünceli olduğunu sessizleşmesinden anlamıştı.

'Herhangi bir doğal afet?'

'Yok Irmak, kötü, dünyanın sonunu getirecek hiçbir şey yok. Konuşmamız, sana anlatmam gereken şeyler var.' Biraz ciddiyetten zarar gelmezdi. Çünkü Irmak ailesiyle beraber oturacağı bir masa söz konusu olduğunda dünyayı uzaylıların işgal etmesine kadar çeşitli fikir türetebilirdi.

'Nerede, saat kaçta?' karşısındaki kadının sesi ciddileşmeye başladığında Dağhan sıkıntıyla dudağını ısırıp ekrana göz attı.

'Milyon'da, akşam sekiz.'

'Orada olacağım.'

'Mutfağa kontrol için adam gönderebilirsin, ben öyle yapacağım çünkü.'

'Hiç aklına gelmeyecek zannetmiştim. Görüşürüz Kalaycı.'

'Görüşürüz Irmak.' Konuşmayı sonlandırdığında bakışları tekrar Deva ve Pera'nın arasında gezinmişti ki dudaklarını ıslatıp telefondan Deha'ya, ardından da Arjin'e kısa bir mesaj attı. Bugün dananın kuyruğunun kopacağı kısma erişeceklerdi muhtemelen. Sakin bir hayat isterken her zaman kaosa doğru bayır aşağı yuvarlanmasına anlam veremiyordu. Kitabı kapatıp oturduğu salıncaktan inerek yanlarına yaklaşan Deva için kolunu açtığında ufaklığın dizine çıkmasıyla saçlarının arasına dudaklarını basıp derince nefeslendi. Bu da geçecekti, normal bir hayatta görecekti, standart bir aile de olacaktı. Mesela tartışmalar bardağı mutfağa götürmediği için veya çocukların ders çalışması gereken zamanda onunla oyun oynadığı için olduğu seviyeye de ulaşacaktı. Dizindeki Deva'yı sıkıca kavrayıp hala elini tutan eli de bırakmadan ayağa kalktığında kendini eşlik eden Pera'yla içeri yöneldi.

Çıktığı basamaklar efor yönünden sıkıntı yaratmıyordu Dağhan'a. Ancak aklının efor kaybetmesini sağlayışını öylece uzaktan izliyordu. Deva'yı odasına bıraktıktan sonra kendi odalarına geçtiklerinde önce duşa attı bedenini. Bu hali Pera'nın derin düşüncelere dalmasına neden olsa da elinden bir şey gelmiyordu.

'Deha ve ben gideyim.' Gömleğinin son düğmesini de iliklerken konuşan Dağhan'la Pera birkaç adımda yanına yaklaşıp ellerini göğsüne yerleştirdi. Dağhan, Pera'nın gördüğü kadar net şekilde yorgun oluşunun farkında mıydı acaba? Oysa Pera onun hem yorgunluğunun hem de endişesinin bire bir izleyicisiydi. Ufak bir çocuk gibi dün eve gelir gelmez kendine sığındığında bir damla göz yaşı dökmese de muhatap olduğu harp Dağhan'ın çok yorgun görünmesini sağlıyordu. Adamın elleri belinde yer edinirken gülümsemeye çabaladı Pera.

'Saçmalama. Elif anneye henüz söylemediniz ama benim haberim var, ayrıca psikopat manyak veya deli olsa da kadın. Ya şimdi seninle çıkarım ya da arkandan takip ederim.' Tek kaşını kaldırıp tehdit edercesine baksa da Dağhan'ın gözlerindeki tedirginliğinde farkındaydı aslında.

'Pera... Bir sonrakinde sende ol ama şuan ne yapacağını, ne tepki vereceğini kestiremiyorum.' Adamın halini de anlamaya çalışıyordu ancak bir masada iki adama büyük bir gerginlikle baksın istemiyordu. Ne olursa olsun hem Dağhan'a, hem de Irmak'a destek olmak zorunda hissetmesi saçma mıydı ki?

'Lütfen...' gözlerindeki istediğin kadar ikna etmeye çalış olmayacağım diyen halle derince soluklandı Pera. Fakat Dağhan fırsat bırakmadan belindeki ellerini çekip yüzünü avuçları arasına alarak dudaklarının bir lego gibi birleşmesini sağladı. O an belki de Pera'nın yanına uzun süredir uğramayan birisi geldi. Ruhu, tüm varlığıyla, zamanında kendine hesap soran, dalga geçen... Üzerine geçirdiği lacivert blazer ceketin kollarını düzeltip yakalarını düzene sokmaya çalışan Dağhan'a ne zaman baksa adamın hemen ardında kollarını göğsüne bağlamış ruhu gözüküyordu, belli ki konuşmak için an kolluyordu. Gülümsemesi Dağhan'ın belli ki rahatlamasını sağlamıştı ancak hala tedirginliği yüz metre ilerden görülebilirdi, hatta o kadar ki beti benzi atmışçasına bir tavır takınıyordu. Pera yakasını hala düzeltmeye çalışan haliyle parmaklarını ellerinin üzerine yerleştirdiğinde kayıp gidişiyle çabasına son verip göğsüne yerleştirdi.

'Sakin ol.'

'Kardeşim ama nasıl karşılayacak bilmiyorum Pera. Ne yaşadı senelerce, kötü bir şey oldu mu, canını yaktılar mı? Otuz dört yıl, koskoca otuz dört sene, dünyada tek başına olması, öyle hissetmesi, ailesiz, kimsesiz kalışı... O karaktersiz belli ki evlat edinilmesini bile engellemiş.' Gözlerinin içine baktığında kaybolduğu adamın bu kez harelerinde kendisinin kaybolduğunu görüyordu. Öyle ki cümleler kurmaya çalışan zihni ona itaat etmezken Dağhan kendi içinde kayboluyordu ve Pera'da öylece izliyordu.

'Bunları kabullendiği zaman konuşursunuz. Şimdi sadece rahat olmaya bak, tüm olanı açıklayacaksın ve sindirmesi için zaman tanıyacaksınız.' Ellerini usulca adamın göğsüne vurduğunda Dağhan kararsız gözlerine rağmen başını usulca sallamakla yetindi.

'Bir de çıkmadan önce sana bir şey söylemem gerek.' Yanından kaçacakken adamın yakalarını tutup gülümsediğinde kıstığı ela gözleriyle dikkatle süzdü yüzünü.

'Kötü bir şey olmadığını umuyorum...' sorgulayan bir o kadar da umutsuz hali daha büyük bir şekilde gülümsemesine neden oldu kadının. Dibe batmış gibi bir kötü haber daha olmasın dercesine bakıyordu resmen. Hatta bu sene bu kadar dert keder yeter der gibiydi hali.

'Kötü değil, sadece telaşlanmaman için söylemedim ama bebek için alışverişe gittiğimizde siz yeni araba alırken Irmak yanıma geldi.' Yara bandı çeker gibi bir anda söylediğinde az önce adamın yakasını tutan ellerinin üzerine Dağhan'ın büyük avucu yerleşti anında.

'Ne!'

'Sakin ol...' dehşete kapılmış ifadesini silip atması gerekiyordu, çünkü ne kadar şoka uğrasa da yarım saat sonra aynı masaya oturacaklardı.

'Sakin mi olayım? Ya sana zarar verseydi? Bir ihtimal bile olsa gelmiyorsun Pera. Olmaz. Hayır, kesinlikle gelmiyorsun.' Derken bile telaşlıydı Dağhan. Hatta dışarıdan birisi evden çıkıp restorana geçecek diye düşünmezdi. Irmak sanki evi basmaya geliyormuşçasına bir gerginliği vardı üzerinde.

'Vermedi, aksine biberon bakıyordum ve öneride bulundu, sonra da gitti. Telaşlanmanı istemedim. Gelmeliyim, bir şey yapmayacak Dağhan...' kendine dalga geçen bir gülümsemeye bakışları dönse de derin bir nefes aldı ancak ruhunun da susası yoktu Pera'nın. Ve gerçekten de kendine sormak istediği soruyu yönlendiriyordu, Gerçekten mi Pera? Seni sahiden bu itiraf sonrasında oraya götüreceğini düşünecek kadar saf mısın?

'Verebilirdi ama! Kapandı konu, gelmiyorsun.' Dağhan büyüttüğü gözleriyle konuştuğunda sesindeki gerginlikte daha fazla belli oluyordu.

'Ama vermedi, sadece bil istedim, sinirlerini zıplatmak için konuyu açarsa kalma öyle diye. Yanında olmak istiyorum Dağhan, hem Irmak-' eli durması adına havalanırken başını da sağa sola salladı Dağhan.

'Bela çektiğinin farkındasın değil mi? Ve durmuyorsun, mümkün değil durmuyorsun.'

'Böyle programlanmışım.' Şirin olma çabasında omuz silkse de Dağhan dudaklarından öpücük çaldığında alnına alnını yaslamaktan da kaçınmadı.

'Pera, sen benim kısa hayatımdaki en doğru kararsın. Kimsenin aklından geçiremeyeceği kadar değerlisin. Dünya yansa bir kenara bırakır ve sen iyi misin diye bakarım.' Kadının alnına dudaklarını basıp derince kokusunu ciğerlerine doldurduğunda beline sarılan kollarla sarmaladı kadının bedenini.

'O kadar değerlisin ki benim için, gök yerle bir olduğunda kalbimin isteyeceği tek şey sen olacaksın.' Tekrar kadının kokusunu içine doldururken Pera usulca çekilmişti ki dolan gözleriyle adama bakıp yüzünü okşadı.

'Sanki doğduğumda seninleydim, ölürken bile seninle kalacağım. Öyle akıl almaz tarif edilmez bir şey bu.'

'Dağhan... Sanırım yanıyoruz.' Titrek çıkan sesi, gözlerindeki yaşlar, ağlamamak için kendini tutması bile güzeldi kadının. Başını bilmiyordu ama hikayenin sonu belliydi Dağhan için. Bahsettiği bu yangının ateşini yanında Pera varken seviyordu.

'Daha yeni başlıyoruz.' Gülerek yanaklarına süzülen damlaları baş parmağıyla temizlediğinde alnına dudaklarını tekrar bastırıp ayrılmadan mırıldandı.

'Bu yangını seninle diye sevmeye yeminim var güzelim.' Dediği kadar vardı Dağhan'ın. Irmak daha başlangıçtı, o kadar çok yangın, o kadar fazla yıkım görme imkanları vardı ki ne adamın ne kadının planı bunlara dair yoktu.

Dağhan bin bir itiraz ve ufak çaplı bir krizle kaçarcasına evden çıktığında Pera derin bir nefes alıp salona göz attı. Yukarıda kendine kenardan kenardan gülen ruhu yine el sallayacaktı anlaşılan. Bakışları mutfaktan çıkan Deniz'le çarpışsa da kalbine fısıldayan sesi duyuyordu, Gerçekten sözünü dinleyip evde oturmayacağız değil mi? Diyen ruhuyla kaşları çatıldı. Önünde iki seçenek vardı, ya bu kendini bilmez Pera'nın sesini kesecek koltuğa yerleşip asla dikkatini veremediği bir film açarak izleyecekti. Veya... Ne olursa olsun, veyadan öncesi değil sonrası daha hoş geliyordu Pera'ya. İşte benim kızım. Elbette o yemeğe gideceğiz, harekete geçelim yeter. Kendini sürekli itekleyen sesle beraber nefesin sıkkınca bıraktı. Burada böylece oturup bekleyemezdi. Dağhan dağılabilirdi, dağılmasa bile Irmak'ın tek başına ve yalnız hissetmesini istemiyordu. Tabi Pera'cım, git ve görümcene destek çık, diyen ruhuna burun kıvırdı ancak gerçekleri es geçemezdi. Dediğini yapacak olması mı acıydı, yoksa Dağhan'ın kendine bela mıknatısı demesi mi emin değildi fakat olsundu... Hali hazırda bekleyen çantasına elinden geldiğince hızlı adımlarla ilerleyip aldığı gibi kapıyı açınca karşısında beliren Ceyhun'a gülümsedi Pera. Ruhu o kadar gaz vereceğine kapıdakilerle ne yapacağına dair fikir üretseydi keşke...

'Ceyhun...' olması gerekenden daha büyük bir gülümseme sunduğunda adamın kaşları şaşkınlıkla havalansa da umursamadı. Şu dakika umursayamazdı.

'Pera hanım... Bir şey mi istemiştiniz?'

'Bir şey istesem yapabilecek misin?' tek kaşını kaldırarak mırıldandığında adamın şüpheci hali olsa da umurunda değildi. Kendi cümlesiyle pek ala Ceyhun'u vurabilirdi ve bunu yapmaktan çekinmeyecekti.

'Elbette. Nasıl yardımcı olabilirim?'

'Arabayı getirerek işe başlayabilirsin...'

'Araba?' Adamın gittikçe alak bullak olan yüzüne sırıtıp başını onaylarcasına salladı Pera. O Pera'ydı, başlı başına istediğini kabul ettirmek için doğmuş, büyümüş ve eğitim görmüştü. Manupüle edilecekse en iyi o ederdi.

'Araba Ceyhun, dört teker, bir direksiyon, gazı, freni, vitesi falan olan o şey. Hatırladın mı araba...'

'Pera hanım arabanın ne olduğunu biliyorum ama siz ne yapacaksınız ki arabayla?' Pera bir an içinden sen denk geldiğin için üzgünüm Ceyhun diye geçirse de iç çekti anında.

'Bu ara bazı sıkıntıları varmış, geçen garaja uğradığımda bir ara dertleşelim demiştik. Cam suyu ısmarlayacağım, efkar dağıtalım istiyorum.' Dalga geçen haline Ceyhun bozulsa da renk vermediğinde sıkkınca nefesini bıraktı ve konuşmasına devam etti Pera, 'Milyon'a yemeğe gideceğim. Geç kalmayayım daha fazla. Ahiret soruların bittiyse çocuklardan iste arabayı hadi.'

'Yenge, başımı yakacaksın benim.' Az önceye oranla Ceyhun fısıldarcasına ve yalvarırcasına mırıldandığında Pera kaşlarını çatıp omuzlarını düşürdü.

'İyi, çekil önümden o zaman. Arabanı kaçırdım derim.'

'O hiç olmaz. Hamilesin sen yenge, araba kullanamazsın. O zaman başım falan da yanmaz, abim komple üstüme benzin döker beni yakar.' Oldukça ciddi olan tavrına rağmen Pera dışarıdaki birkaç sırtı dönük adamda gözlerini gezdirip tekrar Ceyhun'a baktı.

'Hamile olmamın tam olarak hangi kısmı araba kullanmama engel?'

'Benim benzinle yanmam mesela? Hamileliğinle kısmen de olsa alakası var.' İknasını taktir etmek istiyordu Pera fakat eğer ki o yemeğe giderse Ceyhun'u daha fazla taktir edebilirdi.

'Dağhan'dan önce benim seni yakmamı ister misin Ceyhun?' tehditvari olan haliyle Ceyhun hafifçe çekilmesi için işaret yaptığında bakışlarını da dışarıdaki adamlarda gezdirmeyi ihmal etmemişti. Adam dinlenmediklerinden emin olarak hafifçe eğildiğinde Pera'da yeni açıklamayı bekliyordu.

'Yenge abim kimse çıkmayacak, bu eve de kimse adım atmayacak dedi. Restoran zaten karargah gibi, abimin bu kadar uyarısına seni nasıl oraya götüreyim ben? Hem gitmemen daha iyi, o kadın-' Pera kaşlarını çattığında Ceyhun rahatsızca kıpırdandı anında, 'Yani Didem hanım, normal biri değil. Allah korusun sinir anında zarar verir falan.' Dediğinde gözlerini anlaması adına yalvarır gibi Pera'ya dikse de kadının yüzündeki tebessüm zerre kaybolmamıştı.

'Ceyhun....' Fısıldamasıyla adam anında başını sağa sola salladığında Pera tebessümünü gülümsemeye dönüştürerek kaşlarını havalandırıp indirdi, 'Ben çok iyi kaçarım biliyor musun?' hala en düşük seviyede tuttuğu sesiyle konuşmasını bitirirken Ceyhun doğrulduğunda derin bir nefes aldı. Bakışları bir süre emin olmak veya ikna edebilmek adına gözlerinde olsa da sonunda omuzları düştüğünde sırıttı Pera.

'İbo! Garajdan Dağhan beyin araçlarından birini çıkarın!' zafer bir çığlıkta olabilirdi, bir kabulleniş cümlesi de. Pera'nın ki bu durumda ikincisiydi. Çünkü Ceyhun'un kabullendiğini alenen ortaya serişi izlenmeye değer bir durumdu. Ki Pera'nın da ruhu bu sırada kendisine göz kırpmaktaydı. Üç dakika içerisinde gelen arabaya yerleştiklerinde Pera kemerini takıp derin bir nefes aldı.

'İstanbul'u dolaştırmana gerek yok çünkü gezdim çoğu yerini. Kestirme ayağına yol uzatırsan ben seni keserim. Bana yabancı müşteri görmüş taksici muamelesi yapma Ceyhun. Bu arada-' aklındakileri bir bir okuyan hali yüzünden ciddileşen yüzü yeniden gülümsedi Pera'nın, 'Teşekkür ederim.'

'Bu sefer beni dilim dilim doğrayacak abim.' İsyan dolu tınısına rağmen kontağı çevirdiğinde Pera'nın da bakışları yola döndü. O bu zamana kadar bir şekilde istediğini alan kişi olmuştu. Öyle veya böyle gerçekten istedikleri kendinden uzaklaşır gibi görünse de tıpış tıpış ayaklarına gelmişti. Bazen ise zorla alması gerekmişti ki bu da tam olarak öyle bir andı. Önce restoranda sevdiği adama ve onun yeni ama eski kız kardeşine destek olacak, daha sonra da dilim dilim doğranmaması adına Ceyhun'a arka çıkacaktı. Bir şekilde hallederdi bunu da.

Yarım saat süren yoldan sonra duraksayan arabayla kapı koluna elini atsa da Ceyhun anında kilit sistemini çalıştırdı. Gözleri şaşkınca adama döndüğünde onun da bakışları kendindeydi.

'Burada inmen mümkün değil yenge, beş dakika daha sabır lütfen.' Anlamasa da beklemeye başladığında duvar gibi görünen yerin üst tarafa kaymasıyla beraber kaşları havalandı. Ceyhun ise duraksattığı arabayı harekete geçirerek oradan içeri girdirmişti. İçeride olan iki arabanın yanına park ettiğinde kilit sistemini tekrar açan adamla Pera araçtan indi.

Geldiğinden beri beşinci kez ceketini düzelten Dağhan'ı izliyor bir adım atmıyordu, onun hala tedirgin olan halinden gözlerini alıp Deha'ya döndü. Onun da durumu farklı değildi ki. İki tane koca adam ufak çocuklar gibi ne yapacaklarını, ellerini kollarını koyacak yer bulamayışlarını resmen ortaya seriyorlardı. Pera bu kez etrafı süzmeye başladığında bomboş olan mekanla derin bir nefes aldı. Artık beklediği kapıdan geçerek yanlarına ulaşması şarttı. En azından Irmak'ın üzerine şok yaşatma yanlısı değildi.

Bir kez daha nefeslenip kararlı tutmaya çalıştığı adımlarıyla ilerlediğinde kendine dönen gözler bir oldu. Deha umursamadan başını tekrar masaya çevirse de anlık bir şokla hızlıca tekrar kendine döndüğünde Pera direkt olarak Dağhan'ın şaşkın bakışlarına odaklandı fakat şimdi ondan da kaçası vardı. Tedirgince gözlerini kaçırıp etrafta dolaştırdı yeniden. Sadece ortada hazır kıta bekleyen dört çalışan gözüküyordu, onun dışında ikisi masaya oturmuş kalan tek sandalyenin de dolması için an kolluyorlardı. Simsiyah döşenmiş, etraftaki loş aydınlatmalar dışında herhangi bir ibare olmayan yerde sinek uçmuyor tabiri tam anlamıyla yaşıyordu herhalde. Ve Pera doğru olsun olmasın bu yemeğin ortasına düşmüştü.

'Geliyor.' Kadın gözlerini Arjin'in mırıldanmasıyla çevreden Dağhan'a tekrar odakladığında adamın yanağına dudaklarını bastırıp kim olduğunu bilmediği birinin getirdiği sandalyeye yerleşti. İçeride yankılanan topuk sesine Dağhan'ın sinirli bakışları eşlik etse de gülümsemeye çabaladı. Gülümsemeliydi, şu dakika Dağhan kükremezdi o yüzden elinden geldiğince gülümseyip Irmak'a odaklanmalıydı. Zaten uzun uzun incelemişti kadını fakat şimdi bakınca enteresan bir şekilde ne Deha'yla ne de Dağhan'la benzerlikleri yok gibi görünüyordu. Kendine has bir bakışı vardı Irmak'ın. Hatta yüz hatları, ten rengi, duruşu bile farklıydı iki kardeşinden. Üzerindeki sanki Irmak taşısın diye tasarlanmış siyah diz kapağının hizasındaki dar ve boğazlı olmasına rağmen sıfır kol elbise, dağınıkça toplanmış saçları, parlayan gözleri, dik fakat saldırıya hazır duruşuyla başka görünüyordu. Daha tehditkar, bir o kadar da cüretkâr bir kadındı Irmak. Fakat Pera üçüncü kez gördüğü bu kadında bir şey fark etmişti. Bakışları sahte değildi, ne hissediyorsa direkt olarak onu gösterecek kadar gerçekçiydi. Mesela birisi Pera'ya Irmak'ın güldüğünü gösterirse gerçekten güldüğü için olduğunu anlayabileceği kadar net ve gerçekti.

'Beyler... Ve Pera hanım... Irmak Hale Tütüncü.' Pera kendine uzatılan ele baktığında usulca sandalyesinden ayaklanıp gülümseyerek sıktı elini. Enteresan bir şekilde yanına geldiğini söylemeye niyeti yokmuşçasına duruyordu.

'Tanıştığıma memnun oldum Pera.' Kadının naif hali de az önceki tavrına eşlik ettiğinde Dağhan'ın gerginlikten bir hal olmuş sesini duydu.

'Tanıştığınızı biliyorum Irmak.' Sonunda parmakları koptuğunda hala kendinde olan gözlerini usulca Dağhan'a yönlendirip boyun bükerek baktı.

'Bunun için mi davet ettin yoksa? Pera'nın sana söyleyeceğini düşünmemiştim, tehditte yoktu üstelik.' Kadın resmen dalga geçer gibiydi. Sanki Dağhan'la konuşmak onun için kedi fare oyunuydu ve Irmak cümleleriyle bile bu oyunun içinde olsa zevk almaktan kaçınmıyordu.

'Bu akşama kadar söylemedi zaten.' Dağhan başını usul usul sallayarak elini uzattığında kadın kısaca süzüp bu kez onun parmaklarını yakaladı.

'Umursamaz çocuğumuz da teşrif etmişler. Senin okul partin falan yok muydu?' Dağhan'dan çektiği parmaklarını Deha'ya yönlendirirken onun dalga geçercesine gülümsemesi çoktan meydana çıkmıştı.

'Bu partiyi kaçıracak kadar önemli değildir diye düşündüm.'

'Sahi... Partinin nedenini merak ediyorum.' Sonunda sandalyeye yerleştiğinde ayaktaki üç bedende kadınla beraber oturmuştu ki hızlıca açılan servislerle baktılar birbirlerine. Üçü de çatala uzanmazken Irmak'ın tepesinde beliren sarışın adamla beraber Pera derin bir nefes aldı.

'Bu kadar aptalca davranamaz. Beni uyardınız biliyorum ama zeki bir kadın gibi gözüküyor, nedenini öğrenmeden zehirleyeceğini sanmıyorum.' Kendi çatalına uzanıp yemeğine batırdığında bileğini yakalayan elin sahibine çevirdi gözlerini. Dağhan'ın onaylamayan bakışlarının bilincindeydi ama dediği gibi neden davet edildiğini öğrenmeden öldüreceğini sanmıyordu. Gerçi Dağhan'ın bakışlarını görünce ölümü hiç Irmak'ın ellerine kalacak gibi de değildi.

'Zehirlemek mi?' Irmak anında kaşlarını havalandırdığında Pera'nın üzerindeki gözlerini kahkaha atarak çevirdi Dağhan'a.

'Defalarca seni öldürme fırsatı yakaladım, böyle basit bir girişimde neden bulunayım ki? Seni öldürmek istesem o mağazada Pera'yı kaçırırdım Dağhan.' Onun dalgacı hali, Dağhan'ın ise ciddiyeti ortada olunca mecburen çatalı bırakıp dirseklerini masaya yaslayıp çenesinin altına yerleştirdi Pera.

'Sahi, defalarca fırsatın olmasına rağmen neden öldürmedin Irmak?' az önce ciddi olan Dağhan'ın yüzü artık merakla dolmaya başladığında bütün mimikleri de bu sorunun cevabını ister gibiydi.

'Açık olacağız... En sevdiğim. İçimden gelmedi.' Kadın da çenesinin altına elini yerleştirip omuz silktiğinde iki kardeşin kuşkulu gözleri daha da kendini gösteriyordu.

'Senin, önüne çıkan birini öldürmek içinden gelmedi?'

'Ben hislerimi ciddiye alırım. Genelde de haklı çıkmamı sağlarlar, seni de Deha'yı da öldürmek içimden gelmedi. Sen neden yapmadın? Fırsatın da oldu ama bana kendini savunmak dışında silah bile doğrultmadın.' Sanki yeni fark eder gibi kaşları çatılırken bordo rujla bezeli dudaklarını ıslattı.

'Sandığın kadar düşman değilim o yüzden belki de. Veya sana bir can borcum olduğunu asla unutmamışta olabilirim. Belki de ölüp ölmemen önem teşkil etmiyordu.' Dağhan önüne üç sebep sıralasa da Irmak'ın gözleri kısılmış uzandığı şarap kadehini yakalayarak dudaklarına götürerek bir yudum içmişti.

'-Du... Artık ediyor o zaman?' Dağhan başını sallayarak karşılık verdiğinde Irmak çantasındaki sigarayı çıkararak sakince ucunu ateşleyip derin bir nefes çektiği gibi uzun uzun üfledikten sonra tekrar baktı adama.

'Gittikçe ilgimi çekiyor bu davet. Neden toplandık, söyleyecek misiniz?'

'Sana bir soru sormak istiyorum öncelikle...' bakışları da iç sesi de kararsız olsa bile Dağhan bir cevap bulmak zorundaydı sorusuna. Irmak'ın bu olanlardan haberi var mı, bunları bildiği için mi üzerine geliyor öğrenmesi şarttı, bunun için de devam etti konuşmaya, 'Ailen nerede Irmak?' sorusu kadının yüz hatlarının anında değişmesine neden olurken afallamış ifadesini hızlıca toparlayıp kaş çattı.

'Ailem yok benim.'

'Ağaç kovuğunda büyümedin ya, elbet vardır.' Deha'da duruma müdahale ettiğinde henüz yarısına bile gelmediği dalı tabağa söndürüp iki adamı kuşkuyla süzdü.

'Yetimhanede büyüdüm ben, ailem yok. Hakkımda zaten her detayı biliyorsunuz, niye soruyorsunuz ki bunu?' dediğinde garipser ifadesiyle beraber Dağhan duraksasa da Deha'nın hiç susmaya niyeti varmış gibi görünmüyordu.

'Araştırmadın mı hiç?' Deha'nın sesi tekrar duyulduğunda Irmak bakışlarını adama odaklayarak gülümsedi.

'Araştırdım Deha, yoklar. Ben bu konuda şeffafım, ne isem oyum. Ama durduk yere bunu neden sorduğunuzu deli gibi merak ediyorum. Açığımı falan bulmak için mi çağırdınız?' genç kadının gözleri hepsinin üzerinde gezinirken Pera daha çok inceleme fırsatı yakalamıştı. Birkaç jest ve mimiği Dağhan'a benziyordu, umursamaz konuşması ise Deha'yı anımsatıyordu. Belki fiziksel özellikler değil ama genetikler sanki kardeş olduklarını bağırır gibiydi.

'Açık aradığımız yok Irmak. Ailen var, bunun için buradayız.' Dağhan'ın pat diye konuşmasıyla Pera'nın gözleri büyüdü anında. Dakikalarca konuşmuşlardı, alıştırarak, sakin sakin söyleyeceklerine dair ortak bir karara varmışlardı. Bir anda söyleyince kadının nevri dönebilir demişlerdi hatta ama Dağhan bir anda ailen var demişti. Gözleri kocasından Irmak'a döndüğünde onun gayet rahat oluşuyla çatıldı kaşları ki çok geçmeden kadın kahkaha atmaya başlamıştı. Bu gülüşünün son bulmasını beklerken bir anda duraksamasıyla kıstığı gözleri hala adama odaklı kalıverdi.

'Dalga geçmiyorsun.' Yüzünü buruşturup sorgularcasına bakmaya başladığında Dağhan derin bir nefes aldı.

'Geçmiyorum.'

'İki üç insan ayarlayıp ailen diyerek beni tehdit edebileceğini mi sanıyorsun sahi?' yüzünden gözlerine, hatta mimiklerinden jestlerine kadar inanamıyordu kadın. Ve Pera yine görüyordu ki Irmak duygularını açıkça göstermekten çekinmiyordu. Şok olmuş ifadesiyle beraber orada öylece şaşırmış halde oturuyordu.

'Irmak, tehdit yok. Edemem yani.' Dağhan'ın iyice sıkıntıya giren haliyle beraber Deha hafifçe öne doğru eğilip baktı kadına. Ne olduğunu anlamaya çalışan, kafası karışmış, tüm olanları garipser hali o kadar detaylı şekilde gözle görülüyordu ki bu azap son bulmalıydı.

'Edemezsin?'

'Edemez çünkü kendisini kaçırması gerek. Bu da imkansız.' Deha'nın açıklaması daha da dumur etti Irmak'ı. Başını usulca Dağhan'dan Deha'ya doğru çevirdiğinde açıklamanın yeterli gelmediği de yüz hatlarından anlaşılıyordu.

'Ailen biziz. Şoktayız ama gerçek bu. O abin, ben kardeşinim.' Deha önce abisini ardından kendini işaret ederken Pera daha çok dikkat kesildi. Irmak'ın gözlerindeki savaşa ince ince baktı. Kendinden emin duruşu bozulmuyordu fakat Pera'ya göre Irmak'ın o içindeki muhabere çok şey anlatıyor gibiydi.

 

Loading...
0%