Yeni Üyelik
58.
Bölüm

Bölüm 56 - İnkar, Öfke, Pazarlık, Depresyon, Kabullenme

@biceruvar

Merhabalar Butimar'larım... Yine ve yeniden gıcır gıcır bir bölümle ben... Hayatın bazen acısının, bazen tatlısının, hatta ikisinin de birbirinin içine geçip kenetlendiği anların olduğunun bilincindeyken sanırım tam da tekrar hatırlatacak bölüme geldik. Arada sırada modum düşünce sürekli açıp izlediğim bir reels vardır ki denk gelemezseniz diye sizlere sözlerini paylaşmak istiyorum, tabi biraz da Irmak'ı göz önüne alarak da okuyun istiyorum bu sözleri...

Güçlü kadınlar asla pes etmez!

Bazen bir kahveye ihtiyacımız olabilir,

Bazen biraz ağlamaya,

Bazen günü yatağın içinde geçirmemiz gerekebilir.

Ancak biz her zaman DAHA GÜÇLÜ geri döneriz!

(Yatakta salya sümük ağlarken de seninleyiz Irmak veya Didem veya... Ona benzeyen her kadın!)

Söylemediğim zaman tamamen unutulduğunu görerek, ki etkileşimi de hesaba katarsak zaman harcıyorum, bir beğeni, iyi veya kötü(yapıcı eleştirisel) şekilde yorumunuzu eksik bırakmayın...
Unutmadan daha hızlı haberdar olabilmek, hikayeler hakkında story, reels ve iletişime geçebilmek adına,

Instagram: BiCeruVar

------------------------------------------------

'Edemezsin?'

'Edemez çünkü kendisini kaçırması gerek. Bu da imkansız.' Deha'nın açıklaması daha da dumur etti Irmak'ı. Başını usulca Dağhan'dan Deha'ya doğru çevirdiğinde açıklamanın yeterli gelmediği de yüz hatlarından anlaşılıyordu.

'Ailen biziz. Şoktayız ama gerçek bu. O abin, ben kardeşinim.' Deha önce abisini ardından kendini işaret ederken Pera daha çok dikkat kesildi. Irmak'ın gözlerindeki savaşa ince ince baktı. Kendinden emin duruşu bozulmuyordu fakat Pera'ya göre Irmak'ın o içindeki muhabere çok şey anlatıyor gibiydi.

'Sizin böyle alçakça oyunlar oynayacağınızı ummazdım. Bileğinizle savaşırsınız zannettim. Bu... Bu asalaklık, daha fazla dinlemeyeceğim. Karşıma geçip ailem olduğunuzu iddia ediyorsunuz ve buna inanmamı bekliyorsunuz! Diş bilediğim insanlarsınız. Aptalca bir plan. Resmen salaklık.' Hışımla sandalyesinden kalkıp ilerlemeye başladığında Pera yanındaki adamın da ayaklandığını fark etti.

'Bolluca değil, Göztepe Semiha Şakir çocuk yuvasında büyüdün, Ocak ayının, 19'unda bırakıldın, 1988 yılında. Doğduğun gün 19 ocak değil, 18 Ocak. Seni bırakan adamın isminin Ensar olduğunu öğrendin ama değildi, Ekrem'di. Sana yıllarca burs veren Ekrem. Yurda bırakıldığında üzerinde bu battaniye vardı.' Olduğu yerde kalmış kendilerine sırtı dönük kadınla Dağhan iç cebinden fotoğrafı çıkardığında Irmak sakince dönüp az önce kat ettiği yolu tekrar gelerek adamın uzattığı fotoğrafı parmakları arasına aldı. Dağhan eziyet eder gibi birbirine bastırdığı dudaklarını tekrar araladı, 'Üzgünüm, bunu bu kadar zaman sonra karşına getirmek istemezdim, çok önce yapmak isterdim ama sen Irmak değilsin. Sen Didem'sin.' Bakışları ufacık bebekte gezindikten sonra bir çocukta bir kadında dolaştığında parlamaya başlayan hareleriyle tekrar Dağhan'a çevirdi gözlerini.

'Niye dudağı patlamış?' titreyen sesine rağmen mırıldandığında Dağhan gözlerini sıkıca yumdu. Bunun şuan son bulmasını istiyordu. Karşısındaki kadının gözlerindeki acıyı görmek istemiyordu.

'Fuat, dövmüş o akşam, o yüzden erken doğmuşsun.' Bahsettiği şeyi net bir şekilde bilerek karşılık verse de Irmak başını sağa sola sallayarak arkaya doğru iki adım attı.

'Yalan hepsi.' Sesindeki yalan olması için çığlık atan hal kendini belli etse de Dağhan kendine bir adım attığında başını yeniden sağa sola sallayıp iki adım daha geriledi.

'Irmak.'

'Kes sesini Dağhan! Hepsi kurmaca, yalan! Senin her savaşta onurlu olacağını düşünmüştüm!' hızlıca arkasını döndüğü gibi mekanı terk ederken Dağhan'da kalktığı sandalyeye bedenini sertçe bırakıp derin bir nefes aldı. Bir anda boynuna atlamasını, sevinmesini, mutlu olmasını beklemiyordu. Kabullenilmez bir durum olduğunun farkındaydı. Kendisi bile duyduğunda beyni zonkluyor gibi hissetmişken şimdi Irmak'ın itiraz etmesi çok normaldi.

'Manyak işte.' Deha omuz silkip abisine döndüğünde Pera'ya da gülümsemeyi ihmal etmedi. Uzun zamandır bildiği Irmak'ın gözlerindeki sarsıntıya ilk kez şahit olmuştu adam. Ablası da olsa, öyle olmasa da o kadının sarsılışını ilk kez görmüştü. Belki inkar aşaması uzun sürerdi fakat eninde sonunda kabullenirdi. Bakışlarından bile belli ediyordu.

'Ailede kim normal ki o olsun.' Abisinin yorumuyla beraber bakışlarını az önce kadının kaçar gibi gittiği kapıya çevirdikten sonra dudaklarına ufak bir tebessüm yerleşti.

'İnkar aşamasını geçtiğinde Afitab sultanla olan savaşını zevkle izleyeceğim. Şimdi yalan diye bağırdı o zaman saçma diye bağıracak.'

'Erkek kardeşin kafasına vurup mal mal hareket etme diyorsun ama kız kardeşe ne yapılır ki? Gidip sırtını sıvazlasam mı diyeceğim ama Irmak yani, sırtı sıvazlanacak bir tip değil ki.' Dağhan'ın bakışları fikir istercesine Pera'ya döndüğünde kadın başını sağa sola salladı.

'Bırakalım hazmetsin. Zaten kafası yerine gelince daha fazla kanıt isteyecek bu yüzden kendisi gelecek.' Ellerinde pek fazla seçenek mevcut değildi. Yapmaları gerektiği gibi kardeş olduklarını söylemişlerdi ve bundan sonrası tamamen Irmak'ın duruma karşı savaşma süresine kalıyordu. Kübler-Ross modeline göre yasın beş evresi olurdu. Genellikle hasta, ölüm haberi alan insanlar yaşarlardı bunu, en azından buna dair olan bir kitaba dayanırdı ucu. Ölüm teşhisinden sonra hastaların duygusal aşamaları göz önüne alınarak sınıflandırılması yapılmıştı. Ancak Irmak'ın durumu için de geçerli sayılabilirdi. Belki bedenen ölü yoktu fakat yıllardır Irmak olan kadını öldürüyorlar ve yerine Didem diye Irmak'ın asla tanımadığı birini getirmeye çalışıyorlardı. Kabullenmek için beş adım yaşayacaktı bu durumda. Üçüncü adımda ise kendileriyle yeniden karşı karşıya kalması gerekecekti.

Sahi bu kadar zaman alan beş kural neydi?

İnkar, reddetme aşaması. En başta gelen, geçmesi imkansızmış gibi düşünülen nokta. Asla olmadığını düşünerek kendine dahi inkar edecekti durumu. Kaldırıp atacak, yok sayacak, konunun üzerine bile düşme çabasına girmeyecekti. Didem onun için sadece bir isim olacak, hatta belki de tamamen silecekti dünya üzerinden varlığını kendine göre.

Öfke, ikinci aşama. Yılların, varoluşunun sancılı dönemlerinin tüm hırsını kusmak isteyecekti. Henüz kabullenemediği için çevresini yakıp yıkacak, belki de oturup günlerce düşünmek istemeyerek hem kendine kızıp hem de aklındaki tilkilere laf geçirmeye çalışacaktı. Öfkesini bile kendine kusacaktı.

Pazarlık, karşı karşıya yeniden gelmelerine neden olacak aşama. Önce durumu daha çok bekletmeye çalışacak, göz ardı etme çabasına girecek fakat olmayacağını anlayarak karşılarına dikilip kanıt isteyecekti. Bir fotoğraf karesinden daha fazla, kabul edilebilir, belgeli ve geçerli bir kanıt.

Depresyon, son aşamadan bir önceki dördüncü evre. Öfkesini kusmasına, geçerli kanıtları elde etmesine rağmen inkarı tekrar içselleştirmesi gerekecek fakat bu defa artık bir çare kalmadığını anlayarak bu gerçeğe teslim olmamak adına son kez direnç gösterecekti.

Kabullenme, son aşama. Boyun bükme, tutunma, rahat bir nefes alabilmeye kadar uzanırdı ucu. Fakat Irmak için durum bu evrede çok zor olabilirdi. Çünkü Dağhan'da, Deha'da biliyorlardı ki Irmak boyun bükmez, yoluna çıkanı temizler ve başı dik devam ederdi ulaşacağı noktaya.

Eve geri döner dönmez önce Deva'nın uyumasını beklemişler, ardından da kendileri uzanmışlardı yatağa. Fakat Dağhan göğsünde uyuyan kadına rağmen ilk kez kapatamıyordu gözünü. Pera fark etmişti ki kendisine kızacak kadar bile mecali yoktu adamın. Bu yüzden de yaptığından pişmanlık asla duymuyordu. O restorandan çıkmadan önce olduğu sandalyede çakılı kalırken Dağhan tek ihtiyacı kendine dokunmak gibi elini tutmuştu. Dakikalarca baş parmağı elini okşamış, susmuş, düşünmüştü. Eğer gitmese Dağhan'ın orada yıkılıp kalacağını da tahmin edebiliyordu. Çünkü Irmak öylece giderken bir şey yapamamak, Deha'ya davrandığı gibi davranamamak dokunmuştu kanına sevdiği adamın. Belki de oracıkta yakalayıp bağırsa çağırsa da destek olduğunu göstermeliydi. Gerçi yapamazdı. Gözlerinin dolmasına rağmen inadı yüzünden bir damla akmasına izin vermemek uğruna kirpiklerini dahi kırpmayan kadına yapamazdı bunu Dağhan. Peki ne yaşamıştı? Otuz dört yılda, bu kadar gözü kara, kendini saklama ihtiyacı duyacak, canavarlaşmasına sebebiyet verecek ne görmüştü?

'Ne düşünüyorsun?' Pera karnına yerleştirdiği eliyle dakikalardır uğraşan Dağhan'ın artık konuşması gerektiğini düşünerek mırıldandığında adam tavandaki gözlerini yerinden ayırmadan sıkıntılıca verdi nefesini.

'Kötü şeyler yaşamış mıdır?' derken iç karartıcı çıkan tonu Pera'ya dert olmuştu. Gidişi, şimdisi değil daha öncesini düşünüyordu Dağhan. Kız kardeşi küçükken çok kalbini kırmışlar mıydı mesela, asıl konusu buydu. Saçının teline zarar vermiş miydi kimse? Veya bir aile gibi sımsıkı sarılan olmuş muydu Dağhan'ın ufak kız kardeşine? Gidişi veya şimdisi, belki de daha sonrası için elinden geleni yapardı Dağhan, Pera'da bunu biliyordu fakat adam içinden atamayacağı şekilde tedavi edemeyeceği o geçmişi düşünüyordu.

'Bilmem ama yaşamamıştır, yaşasa da çok güçlü, hissetmemiştir bile.' Pera hem kendi içini hem Dağhan'ın içini rahatlatmak istiyordu aslına bakılırsa. Çünkü durgunlaşmaya başladıkları dakika sadece birisi değil ikisi birden kalakalıyorlardı.

'Ya çok kötü şeyler yaşadığı için güçlüyse?'

'O zaman kabullendiğinde tüm o kötü şeyleri unutmasını sağlarız.'

'Kötü şeyler unutulmaz ki, iyi olanlar unutulur.' Adamın histerik gülüşüyle beraber Pera bedenini hafifçe yan çevirip başını Dağhan'ın boynuna gömdü.

'Ailesi olunca unutulur.'

'İzi hep kalır, acıtır, yaralar, üzer... Hem aileyi bilmeyen tiplerin ailesi olması pek etki etmez ki.' boynundaki baş harekete geçtiğinde tavandaki bakışlarını da Pera'nın gecenin karanlığında daha da boğulan gözlerine çevirerek gülümsemeye çalıştı.

'Canını sıkıyorum kusura bakma. Salak gibi-'

'Canımı sıkmıyorsun ama kendin hakkında unuttukların var. Sen aile olmayı biliyorsun Dağhan. Biri öğretmedi ama biliyorsun.'

'Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?'

'Kendinden daha ön plana koyduğun bir erkek kardeşin var. Geçmişte olanlarda suçun olmasa, arkasını dönüp gitse bile kalbini düşündüğün bir kız kardeşin var. Hayatın boyunca annen için çaba gösterdin. Deva var, kendi kanından gibi canının acıması senin kalbini kanatıyor. Ne zaman sana baba dese gözlerinin içi parlıyor. Dünyaya gelecek bir evladın var, her türlü zarar ziyandan korumaya çalışıyorsun. Bir de ben varım Dağhan.' İkna etmeye çalışmaktan çok olanı biteni anlatıyordu Pera. Bu kadar sürede Dağhan'ın yaptığı her şeyi görmüştü, ailesi için nasıl çaba harcadığına, deli gibi yetiştirmesi gereken işler varken onun her akşam yemeğine işi de geriye iterek yetişmesine şahit olmuştu. Deva kahvaltı yapsın diye kafasının karışık olduğu günlerde bile o masaya oturmuşluğu vardı. Pera'nın içi rahat olsun, her sorusuna cevap bulsun diye işten güçten zaman arttırıp bir sürü kitap okumuşluğu da vardı. Dağhan aile olmanın ötesinde yaşamaya çalışmıştı, bire bir aile kurmuştu.

'Ne zaman gözlerine baksam, benim için dünyayı durduracakmış gibi sevdiğini gösteren bakışların. Daha iyi bilemezsin aile olmayı.' Omuz silkip gülümsediğinde yanağına yerleştirdiği büyük avucuyla tekrar göğsüne çekti kadını.

'Bunlar aile olmak için yeterli mi peki?'

'Fedakarlık, sevgi ve saygı. Aile olmak için başka bir şey gerekmiyor, benden daha iyi biliyorsun.' Kadının elini yakalayıp göğsüne yerleştirerek sıkıca tuttuğunda iç çekti.

'Ya boşa giden seneler?'

'Telafi edilir.' Pera tek kolunun desteğiyle bedenini dikleştirdiğinde ufak bir tebessümle Dağhan'da doğruldu. Pera'nın diğer insanlar için ikna kabiliyeti hakkında konuşamazdı ancak kendisi için bir şeyler söyleyecekse, tek kelimesi yeter gibi bir cümleyle açıklayabilirdi durumu. Kolunun daha fazla direnç gösterememesiyle tekrar başını yastığa bırakan Pera'nın üzerine hafifçe eğildiğinde burnunu boyun girintisine yerleştirip derince soluklandıktan sonra öptü. İş, kardeş meselesi, Deva'yı kardeşi olacağına alıştırma süreci derken ne kadar çabalasa da onun aksine Pera'la tam anlamıyla ilgilenemediğini düşünüyordu. Nasıl olacak diye panikle yanıp tutuştuğu süreç bile o kadar karmaşık ve dolu geçmişti ki son çizgide olduklarını şimdi fark edebiliyordu herhalde. Parmaklarını kadının beline indirip pijamasını yukarı çektiğinde bu kez açılan karnına kayarak dudaklarını bastırdı.

'Doğmak üzere ve hala cinsiyetini göstermedi. İnatçılığı kime çekti dersin?' kadının sorusuyla gülerek başını göğsüne yaslayıp okşadığı gibi tekrar öptü karnını.

'İnatçılık demeyelim de irade diyelim, ikimizde de bolca var nasılsa.'

'Bu artık inatçılığa girer bence...'

'Kendi kararlarını vermeyi seviyor.' Parmaklarını usulca kadının teninde dolaştırmaya devam ederken hareketlenen teniyle kaşlarını havalandırdı Dağhan.

'Hissediyor musun?'

'Derimi açıp çıkmaya çalışmasını mı?'

'Sanırım.'

'Hissediyorum ve bu saatte hala uyumadığına göre son gece uykularımıza minnet duyuyorum.'

'Sizi çok ihmal ettim bu süreçte, tüm gece vardiyalarını ben halledebilirim o yüzden.'

'İhmal mi ettin?' Pera'nın inanamayan ses tonuyla başını kaldırıp usulca salladığında kadın tek kaşını kaldırarak süzdü Dağhan'ı.

'Günde bir saat benimle, bir saat karnımla konuşuyorsun. Suyun ısısını ölçüyorsun Dağhan. İhmal etmek böyle olmaz.' Başını sağa sola salladığında Dağhan anında tek kaşını kaldırdı.

'Suyun ısısı önemli.' Sanki çok geçerli ve normal bir açıklamaymışçasına ciddiyetle konuşurken Pera derin bir nefes aldı.

'Neden önemli?'

'Çok soğuk olursa hasta olursun, aşırı ılık olursa miden bulanır. Karnında bebek olan bir kadının rahat eğilip kusacağını sanmıyorum. Hasta olursan ilaçta kullanamazsın.' Dağhan kesinlikle abarttığının farkında değildi. Bu kadar da ince düşünmek yorardı insanı.

'Neden eğilemeyeceğimi düşünüyorsun?' aklına gelen detayla kaşlarını çatarak yöneltti sorusunu.

'Ayakkabını bağlayamıyorsun güzelim.' Dağhan kaşlarını havalandırıp farkında olup olmadığını ölçercesine Pera'ya odaklandığında kadının omuz silkmesi bir oldu.

'O farklı.'

'Hiçte farklı değil, bilincinde değilsin herhalde ama iki gün önce telefonunla kavga ediyordun ben geldiğimde.' Olduğu yerde kalıp on dakika Pera'yı izlemişti Dağhan. Yere düşen telefonu kimseyi çağırmadan almak için öyle inatlaşmıştı ki kan ter içinde kalması bir yana, kendi kendine konuşmaya dahi başlamıştı. Zaten yedinci ay biter bitmez de saçından şikayet etmeye başlamıştı Pera. O yüzden Dağhan için yere düşen telefona kızarak 'Ne halt yiyeceksin orada?' demesi enteresan bir durum değildi.

'Koltuktan kayıp düşmesi saçmaydı, uçta bile değildi üstelik.' Aklına gelen anla kadın tekrar sinirlendiğinde gülerek ciddi misin dercesine baktı.

'Elin çarpmıştı, itiraf ettin.'

'Olabilir.' İnatlaşan haliyle Dağhan yatağa uzanıp sırtını yatak başlığına yaslayarak kadını tekrar kendine çektiği gibi saçlarını okşadı.

'Şu ben yaparım direncini kırsan çok güzel olacak. Deniz'e seslensen o verir zaten telefonunu, neden inat edip yoruyorsun ki kendini?' o kadar kitap okumuştu da bir bu konuya yer verilmiyordu. Eğer ki Pera'ya biraz alan tanısa kadın ben yaparım diyerek ip falan dahi atlardı herhalde.

'Hasta değilim ben, halledebilirim.' Derken olan direnci için gülümsese de iç çekerek başının üzerine bir öpücük bıraktı.

'Hasta olmadığını biliyoruz güzelim, ben değil yedi cihan biliyor bunu. Ama işin aslı şu ki karnında bir bebek taşıyorsun, yani yeterince yükün varken neden fazlasını yapasın?'

'Nasıl yani?'

'Şöyle... Bir elinde beş diğerinde beş kilo çantalar taşıyorsun ve hala eklemeye çalışıyorsun gibi bir durumdasın. Deva'da tek başınaydın ancak bu kez öyle değilsin. Birisi sana yardımcı oldu diye hasta etiketine sahip olmayacaksın. Arjin'e dahi fırça atıyorsun.' Ah Arjin oturup anlatsa Dağhan'a göre Pera bile şok olurdu yaptıklarına. Adam ne zaman yardımcı olmaya çabalasa fırçayı yiyip kenara çekiliyordu resmen.

'Araba kullanamayacak kadar kötü mü durumum?'

'Değil ama ben ne olur ne olmaz diye dikiyorum buraya onu. Aklı kalıyor, gideceğin her yere seninle geliyor zaten. Tamam kullan araba ama bırak yanında olsun. Sancın olursa diye endişeleniyorum Pera.' Ciddi anlamda sıkıntılıydı bu durum Dağhan için. Yardım istememesi bir kenarda dursun bazen oluyor ben yaparım düşüncesiyle yanına kimseyi yaklaştırmıyordu. Eğer Arjin tüm istikrarını korumasa 'Abi beni öldür ama yanına gönderme.' diye yalvarırdı bile.

'Sıkıldım.' Kadının fısıldar gibi mırıldanmasıyla kaşlarını havalandırdı Dağhan.

'Sıkıldın mı?'

'Evet sıkıldım. İnsanlar ellerinden geldiğince destek olmaya çalışıyorlar Dağhan, anlıyorum. Aslında çok güzel bir şey yapıyorlar farkındayım. Ama sıkıldım. Gün içerisinde annem, annen, babam, Elfe, Nida, Afitab sultan, hatta Deha ve Pamir bile arayıp kontrol ediyorlar. O kadar çok uyarı duyuyorum ki. Yemem, içmem, hatta yürümem hakkında bile. Annem en son merdivenleri tek çıkma dedi, o kadar vahim durum. Ellerinden gelse bir yatağa yatırıp doğurana kadar çıkarmayacaklar. Deha ne dedi biliyor musun?'

'Ne dedi?'

'Sen bir şey olursa söylemezsin ben doktor ayarlayayım eve gelsin dedi. Herhalde sancım olursa şimdi doğurmak istemiyorum diye bir tercihte bulunabileceğimi zannediyor.' Dağhan kahkahasını savururken Pera iç çekip kapattı gözlerini.

'Kendi düşüncelerimi duyamıyorum. Çok basit bir şey yaparken dahi söylenenler geliyor aklıma panik oluyorum. Bir tek Deniz karışmıyor, ondan da destek istediğim dakika konuşmaya başlayacak diye korkuyorum.'

'Deniz çok konuşmaz o yüzden destek talep edebilirsin.'

'Annemde pek konuşmazdı ama?'

'Sende annesin, evladı için telaşlanması çok doğal. Deva grip olunca nasıl davrandığını hatırlayalım mı? Beş dakikada bir ateşini ölçtün. Kızcağız ateş ölçerin sesinden başım ağrıyor diyerek ağladı.'

'Dağhan...' mırıldanmasındaki bir şey açıklayacağını bağıran tonla Dağhan anında iç çekti. Kalbi yerinden çıkacak gibi olur muydu insanın bir kadın ismini söyleyince. Dağhan'ın yüreği tam olarak öyleydi işte. Hem endişe duyuyor hem de Pera her ismini söylediğinde canını önüne seresi geliyordu. Fakat bu mırıldanması birazdan söyleyecekleri hiç hoşuna gitmeyecekmiş gibi bir tondaydı. Dağhan elinden gelse rahatsız olduğu tını yüzünden duymamayı tercih ederdi ancak ne olursa olsun Pera ile konuşmak kendi için de bir terapi gibiydi.

'Söyle yakamozum, söyle.'

'Doğumda, bir şey olursa eğer... İkisine de iyi bakarsın değil mi?' sesini ne kadar anlayışla karşılaması için ayarlıyor olsa da Dağhan sıkıntılı nefesini bırakıp gözlerini sıkıca kapatarak sardığı bedenindeki kollarını iyice sıkılaştırdı...

'Pera...'

'Söz ver.' Yattığı yerden adamın kollarından sıyrılarak anında kalkıp bağdaş kurduğunda parmaklarını iki eliyle kavramaktan kaçınmadı. Aklında saçma sapan düşünceler dönmüyordu. Aklında sadece ve sadece ailesi dönüyordu. Dağhan'ın ona derin bir kuyu gibi bakan gözlerine ne zaman denk gelse onları düşünmekten ve bu olumsuz düşüncelerin zihnine üşüşmesinden alıkoyamadığı bir hali vardı. Tüm bunların üzerine bir de Irmak eklendiğinden olsa gerek Dağhan itiraz etse de etmese de dik başlılıkla bu konuyu konuşma kararı vardı üzerinde.

'Söz ver bana, bir arada büyüyecekler. Seninle Deha gibi. Bir şey olursa eğer, sağlam duracaksın.' Sımsıkı tuttuğu elleri gözlerini açmasını ister gibi parmaklarıyla sıktığında Dağhan kendine çekmek için hafif bir hamlede bulundu.

'Saçma sapan konuşma benimle, geriliyorum.' Kendine çekmeye çalışsa da Pera direnip bakmaya devam ederken sırtını yatak başlığına doğru biraz daha yükseltip derin bir nefes aldı. Kadının da hoşuna gidecek bir konu değildi bu fakat nedensizdir ki Dağhan'la bunu paylaşmak, ondan bir söz almak, belki de kesinlikle sözünün eri olacağını bildiği için adamın sapa sağlam durmasını garanti altına almak istiyordu.

'Bir şey olmayacak.' Derken o ela bakışları kendine güç vermek istese de kaşlarını havalandırdı Pera.

'Söz ver dedim.'

'Ben sensiz güçlü kalamam. Bu söylediğini bir kez daha duymak istemiyorum. Sen ikisini beraber büyüteceksin Pera. İstediğin, hayal ettiğin gibi. Sakın bir daha bunu aklından geçirme.'

'Lütfen...' boynunu büküp titreyen sesiyle mırıldandığında Dağhan gözlerini kaçırdığı gibi derin bir nefes almaya çalıştı. Pera'nın hiç olmaması, hayal dahi edemezdi ki yaşasındı. Kendini dipsiz bir kuyuda kaybederdi. Zifiri karanlıkta yok olurdu Dağhan. Pera'nın varlığı yaşadığını hissettirmişti ona, o yokken nasıl yaşadığını anımsamadığı kadar var olmuştu ruhunda. Şimdi bu bahsi geçen konu üzerine kürek kürek toprak atılması gibi bir durumdu. Belki kalbi durmazdı ama Dağhan Pera olmadığında yaşayamazdı da. Zaten sağlık raporlarının altından girip üzerinden çıkarken bir de bu korktuğu gerçekle yüzleşip, konuşamazdı Dağhan. Olmazdı, asla ama asla olmazdı.

'Pera, şuraya yığılır kalırım, kırk kişi getirsen kazıyamazlar beni. Nereden çıktı bu düşünceler gece gece?' isyan ederek kaşlarını çattığında kadının omuzlarını hafifçe silkmesiyle yapacağı açıklamayı bekledi.

'Siz ayrı kaldınız, şimdi kabullenmek için çaba sarf ediyorsunuz. Bana bir şey olursa Deva ve kardeşinin aynı şeyi yaşamasını istemiyorum.'

'Yaşamayacaklar zaten. Sen hala anlamıyor musun benim için ne kadar hassas bir detay olduğunu? Ya bırak sana bir şey olmasını, saçının teli kopsa, parmağına bıçak değse, lafının üstüne laf gelse gözüm kararır benim.' Dağhan'da bağdaş kurduğunda elini tutan parmakları sıkıca yakalayıp üzerini öptü.

'Sen benim dünyamsın, yörüngende durmaksızın aynı çizgilerde dönüp duruyorum. Sana bir şey olmayacak Pera, izin vermem buna. Sen yoksan yolumda, yolumu aydınlatan da yok. İstiyorsun ki destek çıkıp söz vereyim ama benim sensizliğe mecalim yok.' Yakaladığı zarif el çekilirken boynuna dolanan kollarla kadının boynundan kokusunu çaldı Dağhan. Pera'ya bir şey olması, tavandan sarkan bir ipe Dağhan'ın boynunu geçirip ayaklarının altındaki tabureye tekme atmaları demekti. Nefes alırdı, yaşamı sürerdi ancak hayatı devam etmezdi. Yıllarca bilmediği kokusuna hasret olduğu kadını bulmuşken kaybetmek, üstelik bir daha bulamayacak şekilde yitip gitmesi katlanabileceği bir detay değildi. Eğer bir gün Pera tüm özgür iradesiyle çekip gitmeye kalkışırsa sadece bir kez konuşur ve olmadığı durumda çıkacağı kapıyı kendisi dahi açardı. Fakat ölmesi, dünya üzerinde bir parça topraktan ibaret olma ihtimali, buna katlanamazdı. Kendine küs, kırgın, dargın, hatta nefret eder halde olsun, kilometrelerce mesafe kat edip aralarına okyanuslar soksundu ancak bu dünyada Dağhan'ı yalnız bırakmasındı. Zaten Dağhan o kadar sağlam bir adam da sayılmazdı. Şimdi güçlüyse, dimdik duruyor, kendine hâkim oluyorsa hepsi Pera sayesindeydi.

Bazen bir hayat bir yaşama karışırdı. Bu tıpkı tertemiz bir suya vişne suyu dökülmesi gibiydi. Birkaç damla tamamen o berrak suyu esir alır, rengini, kokusunu değiştirirdi. İşte tam bu noktada Pera, Dağhan'ın hayatındaki vişne suyuydu. Ne var yoksa değiştiren, onun asıl benliğinden çok daha farklı bir adamla kendisinin tanışmasını sağlayan, o yeni bulduğu kimliği çok sevdirendi. Zaten bunu da Dağhan'a bir tek sevdiği kadın yapabilirdi. Tüm kâinatta olduğu gibi kadınlar sevildikleri yerde darbe değil, devrim yaratırlardı.

Aydınlanan gün tüm yaşamlar için bir efsane gibi ışıl ışıl yüzlerine çarparken sanki kaçıracaklarmış gibi sardığı kadınla açtı gözlerini. Uyurken farkında bile olmadan sıktığı dişleri yüzünden ağrıyan çenesini parmaklarıyla sıkıp bıraktığında derinden soluklanıp hala uyuyan bedene göz gezdirdi. İnsan için önemli olan detayı bilemezdi Dağhan. Başkası hangi şartlarda gözünü mutlu açar, gün neden güzel gelir, ne haz verir, huzuru nasıl bulur tahmin edemezdi. Gerçi kimse bir başkası için bunu tahmin edemezdi fakat kendisi için cevap açık ve netti.

Pera.

Tüm savaşıyla, barışıyla, intikamıyla dönüp dolaşıp çıktığı her yol bu kadın olacaktı. İlk rastladığı günü hatırlıyordu da asla ama asla tahmin edemezdi bu kadını hayatının haricinde sol tarafına alacağı zamanın o vakit olduğunu.

Tepesinde toplayıp at kuyruğu yaptığı saçlarından alnına düşen perçemin her tutamını dün gibi zihninde canlanıyordu. Çoğu erkek anımsamazdı muhtemelen ama o sıcak yaz akşamında Pera'nın üzerindeki kalın askılı, sarı zeminli, üzerinde ufak beyaz papatyalar olan badi gözlerinin önündeydi. Giydiği beyaz volanlı etek, ayağındaki bantlı sarı ayakkabılar... Sanki yetişme çabası varmış gibi aceleyle koşuşturması, arabayı kilitlemeye çalışırken düşürdüğü ufak çantası... Hepsi ama hepsi aklında bir tiyatro sahnesi var gibiydi. Şimdikinden daha çocuksuydu yüzü mesela, heyecanı tartışılmaz şekilde daha fazlaydı, gözleri hala olduğu gibi o gecenin zifiri karanlığına rağmen ışıl ışıl parlıyordu.

Elindeki silahı ateşlemek uğruna bir adamın peşinden koşarken kalbinin ortasına kurşun yediğini hissetmesi kaderin oyunu muydu bilemese de sevmişti. Bu oyunu çok ama çok sevmişti Dağhan. Kalakaldığı yerden Devrim uyarıp kendine getirmese koşarak Pera'ya yaklaşır, saçından firar etmiş dudaklarındaki ruja yapışmış tutamı kulağının arkasında yerleştirirdi. Dakikaları önemsemeden ne kadar kim olduğunu sormazsa o zamana kadar gözlerine bakardı.

Kavurucu yaz gecesinde, İzmir'in nemli sıcağında, koşuşturduğu o ormanın içinde ruhunu, benliğini ve kimliğini bırakmıştı Dağhan. Sadece Pera için yapmıştı bunu. Herkese Dağhan ne ise o olmuştu ama Pera'ya karşı onun yarattığı adam olmaktan zevk almıştı. Okuduğu kitapları alıp okumayı sevmişti mesela. Normalde hep hukuk, tarih ve ekonomi okuyan Dağhan, hayatında ilk kez kadının parmakları arasında gördü diye bilim kurgu okumuştu. İlgisi yokken sadece sokaktaki satıcıdan alıp mutlu olduğu için zambağın nasıl koktuğunu hatırlamaya çalışmıştı. Uzaktan, rahatsız etmeden, imkansız diye düşünerek yıllarca izleyip durmuştu. Hiçbir şekilde niyeti yokken bir anda deli damarı harekete geçmişti ve Pera'ya iş teklifi yönlendirmişti. Şimdi ise yanında, kollarının arasında uyuyor olması mucize gibiydi adama göre. O romanlardaki aşkı okumayı değil, kendi romanını yazmayı tercih etmişti. Kimsenin haberi olmayacaktı ancak kendisi çok net bir şekilde yaşadığı müddetçe hatırlayacaktı ki Pera Dağhan'ın makus talihin en değerli hazinesiydi.

'Bir bilsen deli gibi korkarsın benden.' Neredeyse kendisinin bile duymayacağı tonda fısıldayarak kadının saçlarını okşadığında derin bir nefes çekti ciğerlerine.

'Seni sen yokken sevebilme ihtimalim bile aklını kaybetmene neden olur.' Yüzüne bir gülümseme yerleşirken kıpırdanan bedeniyle tekrar soluklandı. Dağhan her şeyi, tek bir kadın uğruna silmeye niyetlenmiş o adamdı. Varlığını, kimliğini, geçmişini, elindeki kanı, yüreğindeki pası günlerce temizlemeye çalışmıştı. Belki becerememişti tamamen ancak daha iyi birisi olmuştu. Artık aynada kendi yüzüne bakabiliyor, Pera'yı severken kendini de sevmeyi hatırlıyordu. Geçirdiği tüm sinir harpleri esnasına henüz Pera yokken kaç kez isyan etmişti kendine oysa. Elindeki kaleme bakıp bir anda fırlatarak, Eline kalem yakışmayacak kadar iğrenç bir herifsin sen Dağhan! Diyerek kaç kez yakıp yıkmıştı düşüncelerini... Bıraktığı mesleğini daha iyi bir adam olmak için okurken, vizelerine, finallerine çalışırken tuğla kalınlığında bir kitabın başında kaç kez ağlamıştı... Kaç kez kendine lanet edip karşına yerleştirdiği hukuk kitaplarıyla silah arasında gözlerini gezdirmişti ve kaç kez ikisini de aynı anda eline almıştı. Sayısını hatırlamayacağı kadar çok yaşamıştı bu sitemli zamanları fakat şimdilerde gördüğü sadece bir tane Dağhan değildi. Belki o bilinmezlik içinde olan kirli adamdan hala nefret ediyordu ancak artık Pera'sını, Deva'sını ve henüz doğmamış evladını seven Dağhan'a saygı duyuyor, onun gözlerinin içine bakabiliyordu. Kendine küsmüş bir adamın belki de yapması en zor olan şeyi gerçekleştirip kalbinin atışını tekrar duyuyordu. Tüm bunlar ise asla kendinin yaptığı şeyler değildi. Bire bir sevdiği kadın, Pera onun böyle evrilmesine neden olmuştu.

Daha fazla rahatsız etmemek için resmen sıyrılırcasına yataktan çıktığında önce duşa attı bedenini, daha sonra da üzerini giyerek yerleşti arabasına. Geçtiği her kilometreyi incelercesine şirkete kadar ulaştığında hızlıca odasına girmişti bile. Bilgisayardaki rapordan, önündeki klasöre gözlerini çevirdiğinde açılan kapısına göz ucuyla baksa da Deha'nın umursamazca içeri dalıp bedenini masanın önündeki koltuğa bırakmasıyla tekrar odaklandı kağıtlara. Klasikleşmiş halde kendi iradesiyle gelmiş olsa bile bu saatte burada olduğu için surat asar, kahvesini içer, buradan çıkıp kendi odasına maksimum on beş dakika uğrar ve nasıl becerirse o kısacık sürede halletmesi gerekenlerin tamamını halleder, daha sonrada hiç gelmemiş gibi ortadan kaybolurdu.

'Niye sabahın köründe geliyorsun sen? Şirkette bir Allah'ın kulu yok.' Meraklı sesiyle gözlerini bilgisayar ekranına tekrar çevirip derin bir nefes aldı.

'Olmasınlar, şirket benim sonuçta.' Umursamaz olsa da Deha'nın bu sabah çenesi açılmıştı anlaşılan. Daha önceki günler gibi varlığıyla yokluğu bir arada kahvesini içip buhar olmakla kalmayacaktı.

'İyi de bu saatte çalışacak ne buluyorsun ki, işleyiş yok, gelecek evrak yok, imza atman gereken bir şey yok... Yok da yok anlayacağın.' Kaşlarını havalandırarak konuşsa da vurulan kapıdan giren genç adam önce Deha'nın önündeki sehpaya ardından da Dağhan'ın masasına fincanları bıraktıktan sonra dışarı çıktı.

'Dünden kalanları hallediyorum.'

'Abi, standartlarına göre sabah altıda başlardın, gece yarısına kadar çalışırdın. Şimdi bir saat geç başlıyorsun, sekize kadar çalışıyorsun. İnsan 13 saat çalışırken bir sonraki güne ne bırakabilir?' kardeşinin meraklı haliyle fincanının kulpunu yakalayıp bir yudum aldığında gözlüğünü de kenara bırakarak yaslandı geriye.

'Çalışmak isteyene iş çok Deha.'

'Tamam da evlisin ya hani, ne bileyim saat onda gelsen şirket batmaz, karınla, kızınla zaman geçir mesela?'

'Kim sana onlarla zaman geçirmediğimi söyledi?'

'Gözlerim?' tek kaşını kaldırıp abisini incelediğinde Dağhan gülerek tekrar kahvesini yudumladı.

'O zaman acilen göz doktoruna git. Söz konusu onlarsa her şey teferruattır.'

'Sahi... Nasıl başarabiliyorsun bunu?' Deha'nın dalga geçen hali anında kaybolurken Dağhan dikkatle kardeşine bakıyordu. Çok farklı kapılar açılıp, bin bir cevapla yönelebilirdi ama susmayı seçerek daha uzun baktı kardeşine ne dediğini tam olarak anlamak için.

'Nasıl böyle sakin kalabiliyorsun, nasıl yengenin ismini geçirmemiz bile tüm dünyanı durduruyor?' isyan edercesine baştan sonra nasıl sevdiğini anlattığı kardeşi dahi anlam verememişti bu duruma. Deha'nın söylediği gibi, Pera'nın ismi dünyasının olduğu gibi durmasına yetiyor hatta artıyordu bile.

'Elimde olan bir şey değil, engel olamıyorum.' Masanın kenarında kalan paketten bir dal çıkarıp ateşledikten sonra omuz silktiğinde Deha hafifçe kıvrılan dudaklarıyla kaşlarını havalandırdı.

'Sen mi engel olamıyorsun? Abi şaka gibi geliyor gerçekten bak, dalga geçiyormuşsun gibi geliyor.' Bu şokun nedenini anlamak istiyordu Dağhan. Çünkü Deha şimdi şokuna girse de kısa zamandır bu halde değildi.

'Ne ve neden?' anlamayarak kaşlarını havalandırdığında Deha anında gevşemiş oturuşunu düzelterek derin bir nefes aldı.

'Gözün karardığı zaman önünde ben dursam görmezdin. Kurduğundan beri şu şirketten seni çıkaran çok nadir olaylar vardır. Yıllardır ilk defa tüm gün şirkete gelmediğinde yenge çalışmaya başlamıştı. Tüm yaşadıklarımız aynıyken, sen o herifle kavga ederdin, kaşın gözün patlamış olsa da her zamanki vaktinde gelir koltuğuna otururdun. İşini kimsenin eline bırakmazdın sen. Arjin, Ceyhun ve Turan'a çok güvenirsin, kesinlikle inkar edemem ama gözünle görmek isterdin.' Başını usul usul sallayarak onay verdiğinde Deha kaşlarını havalandırıp dudaklarını ıslatarak nefeslendi.

'Ellerinle sadece boğazını sıkarak, kasmadan, çabalamadan birini öldürdüğüne şahit oldum. Şimdi sinirini en fazla duvara yumruk atarak çıkarıyorsun. Bütün bunları nasıl başarıyorsun, nasıl durduruyorsun kendini, abi sen bu kadını nasıl seviyorsun Allah aşkına anlat bana ya.' Başta isyan edercesine olan tonu tam olarak kelime anlamını gerçekleştirirken Dağhan kollarını masaya yaslayıp sigarasından derin bir nefes çektikten sonra ortadaki paketi de kardeşine doğru fırlattı.

'Seviyorum sadece Deha. İki tane Dağhan var ve ikisi de o kadının ismini duyduğunda hazır ola geçiyor.' Kendisi de bu hale tavra anlam veremiyordu ancak bazı şeyler açıklaması olmasa da Dağhan'a güzel geliyordu. Mesela artık kahvaltıda direkt olarak kahveye sarılmaması, onun yerinde sadece Deva'yı şevke getirmek için meyve suyu veya süt içiyor olması güzeldi. Veya günde kaç saat spor yaparsa yapsın, Pera'yla beraber sakin bir yürüyüşe çıkmayı seviyor olması güzeldi. Akşam yemeği için artık bir saat olması ve o akşam yemeğine geç kalmamak adına ertelediği bütün işleri bir kenara bırakmış olmasını da seviyordu. Aslına bakılacak olursa kurduğu o ufak aile için Dağhan her şeyi geri planda tutabilirdi ve tüm bu kendine karşı olan yaptırımını seviyordu. Sadece Pera'yı değil, içinde Pera'nın dahil olduğu her detayı seviyordu Dağhan.

'Yıllardır seviyorsun onu ama bu daha önce durdurmadı seni?' Deha'nın haklı olduğunu bilse de derin bir nefes alarak gülümsedi. Aslında nedeni ayan beyan ortadaydı fakat bunu Deha'yla paylaşmaya niyeti yoktu. Daha önce kendisi Pera için zehirli bir elmaydı, belki fark etse gelir ve o ağaç dalından Dağhan'ı koparırdı ancak adam yaprakların arasına saklanmayı, hatta güzün yere düşüp çürümeyi tercih etmişti. Ona asla ulaşamama düşüncesi Dağhan'ı daha dakik, daha diktatör, daha saldırgan yapmıştı. Fakat şimdi elini tuttuğu için tüm dünya dönmeyi bıraksa da Pera'nın sevebileceği adam olmaktan vazgeçmezdi. Geçemezdi...

'Ona bende şaşırıyorum zaten. Tek bildiğim elim kolum bağlanıyor, oğlum anlatamam lan bunu. Telefonla konuşuyorum mesela, Arjin canımı sıkacak bir şey söylüyor, biliyorsun tepkimi taş taş üzerinde kalmaz.' Derken kendini onaylamak istercesine başını salladığında yüzünde hafif bir tebessümle devam etti konuşmaya, 'Ama bırak taşları ben bile olduğum gibi kalıyorum yengene bakınca.' Başını hafifçe yana yatırıp tebessümünü gülümsemeye dönüştürerek usulca sağa sola salladı.

'Zaman önemini yitiriyor Deha.' Sesindeki ton sanki karşısında ikna etmesi gereken biri var gibiydi Dağhan'ın. Söylediklerinin gerçekliğini biliyordu fakat bu gerçekliği ne kadar yaşatabiliyordu emin olmadığı için kendisi de şaşkın ama kanıtlayıcı konuşma çabasındaydı.

'İstediğimi almış olmamın önemi kalmıyor.' Derin bir soluk çekip devam etti, 'Her yanlış, sadece Pera doğru diye kaybolup gidiyor.' Alt dudağını dişleriyle ezip iç çektiğinde gözleri de masadaki siyah çerçeveye kaydı, 'Her gün sanki ant içmiş gibi başka doğuyor.' Kardeşinin dikkat kesildiğini fark ederek o ufak çerçeve içindeki kocaman dünyasına daha dikkatli bakıp kaşlarını havalandırdı bu kez.

'Her saniyem değerli geliyor.' Gülümsemesi yüzünden bir an kaybolmazken gözleri de fotoğraftaki tebessüm eden iki güzel bakışlardaydı hala, 'Nefes almaktan nefret ederdim, kendimden nefret ederdim oğlum. Kendimi seviyorum.' Histerik bir gülüşle kardeşine döndüğünde Deha'nın şaşkın yüzüne odaklandı.

'Niye biliyor musun?' masanın üzerindeki çerçeveyi tutup mırıldandığında Deha'nın sesi de sonunda çıkabilmişti.

'Neden?' tuttuğu fotoğrafı Deha'ya doğru çevirerek gözleriyle işaret etti anında.

'Çünkü göğüs kafesimin altındaki organ bu kadının sesi, görüntüsü değil, sadece düşüncesi olduğunda dahi hızlanıyor. Bu çok başka Deha. Yıllarca tek başına sevmekten, uzaktan izlemekten, kahkaha attığı anlara şahitlik etsen de haberdar edememekten, nefes kadar yakınındayken bir ömür uzağında olmaktan kat ve kat farklı bir şey.' Elini göğsüne yerleştirdiğinde kaşlarını havalandırıp derince soluklandı.

'Burası, burasını devre dışı bırakıyor.' Kalbinin üzerindeki parmakları şakağına yükseldiğinde bu hallerine rastlamamış kardeşi derin bir soluk çekti biten cümlesiyle. Pera'ya anlam veremezlerdi. Deha, annesi, ananesi, her dakikaya şahit Devrim dahi anlam veremezdi. Pera tüm anlamsız kalışlarının içindeki tek amacıydı çünkü. Sıkı sıkıya yaşama tutunma sebebiydi.

'Ha sik-' aralarında daldıkları koyu muhabbetin tam orta yerinde hızlıca açılıp sertçe duvara çarparak gürültü koparan kapıyla beraber sıçradı Deha. İki dakika abisiyle muhabbet edesi gelmişti, şans bu ki onu da şirkette yapmak istemişti ama rahat bir saniye geçmeyecekti anladığı kadarıyla.

'Kanıt istiyorum. Gerçek, tamamen gerçek bir kanıt.'

 

 

Loading...
0%