@biceruvar
|
Merhabalar canlar... Biraz gecikmeli de olsa sizlere uzun mu uzun bir bölümle geldim. Pera'yı, Dağhan'ı, yani bu güzel Butimar'ları o kadar özlüyorum ve o kadar uzun uzun yazmak istiyorum ki duysanız şaşırırsınız. Artık soğuk kış gecesi diyebileceğimiz evrede senenin son çeyreğinin son ayındayız. Aralık ayının dördünde Anıt Sayaca baktığımda 358 kadının katledilmiş olduğunu görmek, bu deli işi saçmalığı hala yaşıyor olmak insanın çıldırmasını sağlıyor ancak bu acı gerçekle yüzleşmek zorunda olduğumuzu, yüzleştikçe alışmaktan ziyade ses çıkarmamız gerektiğini biliyorum. Bölüme başlarken böyle bir sesleniş yapmam çok yanlıştır eminim ki fakat bize bizden başkasının arka çıkamayacağı gerçeğiyle yüzleşelim. Kendimize iyi davranalım istiyorum. Bir de sizleri çok ama çok seviyorum... Hep benimle bu yolları adımlamanız dileğiyle... Elimizdeki bitki çayları, üzerimizdeki battaniyeler ile beraber gelin yolumuza devam edelim... Söylemediğim zaman tamamen unutulduğunu görerek, ki etkileşimi de hesaba katarsak zaman harcıyorum, bir beğeni, iyi veya kötü(yapıcı eleştirisel) şekilde yorumunuzu eksik bırakmayın... Unutmadan daha hızlı haberdar olabilmek, hikayeler hakkında story, reels ve iletişime geçebilmek adına, Instagram: BiCeruVar ----------------------------------------------- 'Ha sik-' aralarında daldıkları koyu muhabbetin tam orta yerinde hızlıca açılıp sertçe duvara çarparak gürültü koparan kapıyla beraber sıçradı Deha. İki dakika abisiyle muhabbet edesi gelmişti, şans bu ki onu da şirkette yapmak istemişti ama rahat bir saniye geçmeyecekti anladığı kadarıyla. 'Kanıt istiyorum. Gerçek, tamamen gerçek bir kanıt.' Dağhan eşofmanlarıyla odanın ortasında yıkım ekibi edasıyla duran kadında bakışlarını dolaştırdığında derince nefeslenme ihtiyacı hissetti. Sadece dış görünüşüyle dahi insanı tedirgin edecek Irmak yoktu. Aksine tamamen gerçekten uzakmış gibi saçlarını tepesinde alelade at kuyruğu yapmış, sinirlerini daha fazla zapt edemediği için üzerini değişmeyi dahi unutup kapüşonlu badisinin üzerine neden olduğunu anlamasa da ceket giymiş bir kadın duruyordu. 'İyi misin sen? Bu havada ceket giyecek kadar kendini mi kaybettin?' kendisinin sormak istediğini Deha yönelttiğinde muhtemelen ağlamaktan şişmiş yüzünü de adama doğru çevirdi Irmak. Gerçi Dağhan bu kadının ağlama gibi bir fonksiyonu olduğunu düşünmezdi bile. 'Sana ne? Kanıt istiyorum dedim size. Benim iyi veya kötü olup olmamam sizi alakadar etmez.' Ağlasa da yansa da yıkılsa da hala burnunun dikine giden Irmak'ı görmek Dağhan'ı sevindirmişti aslında. Eğer ki buraya gelemeyecek kadar kötü olsa kendisini suçlu da hisseder, kedere de bağlardı fakat karşısında dimdik durmuş, hiç kimseyi belki de kendini bile umursamadan savaş veriyordu. 'Gerçekten gerilmeye başlıyorum artık.' Deha isyan edercesine ellerini koltuğun kollarına hafifçe vurarak konuştuğunda çatılmış kaşlarına Irmak histerik bir gülüşle baktı. 'Ah ne kadar korktum Deha!' dalga geçen tavrından sonra gözlerini devirdi kadın, 'Gerilmeye başlıyormuş.' Ciddiye almadığı alenen belli oluyordu zaten ancak Dağhan duruma hiç müdahale etme niyetinde değildi. Birbirlerini yemeleri izlemeye değecek en hit durum olabilirdi. Hele ki Deha'nın bir şey yapamayacağını, elinin kolunun bağlı olduğunu bilerek çıldırmasını izlemek kardeşiyle geçirdiği zamanların en güzel anı listesinde ilk beşe girerdi. 'Geç otur kahve iç.' Deha'nın hala kontrolde kalan haliyle dudaklarını birbirine bastırarak Irmak'a çevirdi gözlerini. Deha her yerde kendisini kontrol ederdi, öyle bir yapısı vardı ki insanların taş olsa çatlar diyeceği yerde adam çelik kasa olur sapa sağlam dururdu. Fakat bir kere damarına basılmasın, bir yerde pes etmesi sağlanmasındı. 'Bana bir kez daha emir kipi içeren cümle kurma girişimin olursa dilini keserim senin ergen.' Irmak işaret parmağını havalandırıp sallaya sallaya Deha'ya diş bilediğini belli ederken adam usulca oturduğu koltuktan kalkıp Irmak'ın arkasını dolaşmış, ardından koltuğa oturtabilmek adına koluna dokunmuştu ki ters dönen bileğiyle saniyeler önceki hallerinin tam tersinde buldu kendisini. 'Abin sana öğretmedi mi istemediğim bir şeyi ölsem yapmayacağımı! Ayrıca kolay kolayda ölmeyeceğimi!' Deha'nın kolu sırtına yapışmışken Irmak kulağının dibinde konuşsa da Dağhan kahkaha atmamak için üstün çaba sarf ediyordu. Kendini göstermeyi sevmeyen Deha'nın ne zaman asıl yüzünü ortaya çıkarıp bir ergen olmadığını Irmak'a da belli edeceğini hesap edemese de kardeşinin gerilme başlayan yüzüne karşı şurada dakikalarca gülebilirdi. 'Abimin senin hakkındaki bilgisini ve anlatması gerekenleri bilmem ama benim hakkımda epey şey biliyor. Mesela...' Irmak'ın sanki sırtına çakmış gibi çevirdiği kolunu hızlıca kurtarıp onun bileğini arkasına çevirdiğinde usulca kulağına yaklaşarak Dağhan'ın gözlerine baktı. 'Ergen bir züppeden çok daha fazlası olduğumu ve ben istiyorsam alacağımı. Bu Deha'ya ne söylemek istersin ablacım?' 'Bana abla falan deme, senin ablan değilim.' Hırsla kolunu çekiştirse de Deha bırakmamakta kararlı şekilde kaşlarını havalandırıp indirerek gülümsedi abisine. Basitsenmeyi, insanların onu dümdüz bir halt beceremeyen ergen olarak görmelerini çok seviyordu. Abisi ve annesiyle verdiği tüm savaşlardan bir haber, el bebek gül bebek büyümüş çocuk diye anılmayı, kayda dahi alınmamaya bayılıyordu. 'Başka şansım yok üzgünüm, gelenekçi literatüre bağlı olarak adap kurallarıyla büyütüldüm, abla.' Afitab sultan ve onun sınırları, ananesinin en baştan beri öğrettikleri, tabi yanında hayatında kendine kattıkları. İnat etmeden, çabalamadan istediğini elde edemezdi insan. Deha bunu o kadar iyi biliyordu ki Irmak kırk kez kendisine itiraz etse, o elli defa abla derdi. Öyle veya böyle, istediyse kabul görülmesini sağlardı. 'Bırak kolumu!' Irmak tekrar hamlede bulunsa da sonuçsuz kaldığı için hırlarcasına konuştuğunda abisinin yeter dercesine başını sallamasıyla bıraktı parmakları arasındaki bileği. Anında kendinden uzaklaşan kadınla masadaki telefona yöneldiğinde yüzündeki tebessümü bozmadan kaşlarını havalandırarak baktı sinir küpüne dönmüş yüze. 'Nasıl içiyorsun kahveni?' 'Kahve falan iç-' 'Didem-' Dağhan bir anlığına dumur olsa da bu girişimin yersiz olduğunu fark ederek sıkıntıyla yüzünü buruşturup dudaklarını ıslattı, 'Irmak, lütfen... Oturalım konuşalım, kanıt istiyorsan kanıt sunarız, uzak durun diyorsan onu da yaparız.' Tekrar dudaklarını aralayıp çemkirmek üzere olan haliyle Dağhan kaşlarını havalandırarak süzdü yüzünü. 'Lütfen dedim.' 'Sade.' Göz devirip Deha'nın omuzuna çarparak boş koltuğa ilerleyip oturduğunda ikisinin arasındaki çocukça olan çekişmeye gülmeden edemiyordu. Öyle veya böyle iki tarafta bu gerçeği kabul edecekti. Zor, sıkıcı, hatta bol bol sinir gerecekti ama hallolacaktı. Irmak'ın da kahvesi geldiğinde ortamdaki içinden çıkılmaz sessizlik büyüdükçe büyümüş, hatta boğucu bir hal almaya başlamıştı. Dağhan kanıt arama sürecine ulaşmak için uzun zaman gerektiğini düşünmüş olsa da bir gecede halledip, dimdik karşılarına dikilen beden yanılmasını ve bir kez daha aslında umduğundan da güçlü bir kadınla karşı karşıya olduğu gerçeğiyle yüzleşmesine neden olmuştu. 'Kanıt istiyorsun madem, DNA örneği veririz, istediğin, güvendiğin yerde test yaptırırsın.' Sonunda sessizliği bozmaya karar verip mırıldandığında kadın başını sallayarak onay vermekle yetindi. Belli ki bu giriş yetersiz kalacaktı. 'Çok merak ediyorum, ne oldu da böyle bir manyak oluverdin?' farklı bir noktadan giriş yapmaya çalışırken sessizlik yemini etmiş gibi duran kadın yandan bir gülüş göndererek göz devirdi anında. Bunca yıldır gördüğü Irmak'a şuan haddinden fazla nazik davranırsa ters tepeceğini bilerek ne ise o olarak konuştuğunda histerik halini dikkatle süzdü. 'Manyak öyle mi?' derken bile ciddi misin demek istiyordu Irmak sanki. Hayatı boyunca belki de defalarca kendine yöneltilen bu soruyu Dağhan'dan ilk kez duyuyormuşçasına olan tavrı da işin cabasıydı herhalde. 'Gerçekçi olmak gerek, az manyak değilsin Irmak.' Kaşlarını havalandırıp başını sallayarak cümlesine destek verirken biten sigarasını söndürdükten sonra bakışlarını bir an karşısındaki berrak mavi gözlerden kaçmadı. 'Teveccühün ama test sonucunu gözlerimle görmeden size hiçbir şey anlatmam.' Derken hafifçe omuzunu silktiğinde Dağhan derin bir nefes alıp kollarını masaya yaslayarak gülümsedi. 'Bunun gibi aşağılıkça oyunlar oynamayacağımı çok iyi biliyorsun.' 'İnsan denilen varlığın ne yapacağı belli olmaz Dağhan. Çok güvendiğin bile dağına kar olur.' Kararlı haliyle ilk kez kadını tamamen inceleme fırsatı yakaladığını hissetti Dağhan. Görüntü olarak şuan karşısında yorgun bir kadın vardı ancak daha önce Irmak'a belki de böylesine dikkatli bakmadığı için ayrıntılar ilgisini çekiyordu. Mesela Irmak'ı Ağustos sıcağında bile kısa kollu herhangi bir kıyafetle görmemişti veya daha önce Irmak'ın üzerindeki ceketin manşetleriyle bu kadar sık oynadığına da şahit olmamıştı. Gerçi daha önce Irmak'ı bitkin gördüğünü bile hatırlamıyordu. Herhalde en çok garibine giden nokta da bu olabilirdi. 'Senin dağına kim kar oldu?' sorusuyla kadının rahatsızca kıpırdanması bir olduğunda yüzü ne kadar kendinden emin olsa da elleri tekrar ceketinin kollarını çekiştirdiğinde tek kaşını havalandırıp döndü yüzüne. 'İşte seni ilgilendirmeyen bir konu daha...' 'Pekala... Ortaya attığımız iddianın gerçekliği kanıtlandığında ne yapacaksın peki?' 'Nasıl ne yapacağım?' kaşları anlamaz halde çatılırken Dağhan bir sigara daha çıkardı paketten. Ateşlemeden önce elinde ince dalı çevirip iç çekti. 'Benim çevremde çok insan var, zarar vermeleri ihtimalinden korkmam, çünkü zaten yıllardır o zarar vermeye çalışanlardan koruyorum insanları. Ama sen hep tek başınaydın, insanlara da yalnızlığın aslında senin için güç olduğunu gösterdin. Sarsılacağının farkındasındır diye umuyorum.' Kaşlarını havalandırıp ince dalı dudaklarının arasına yerleştirdiğinde paketi de kadına doğru itti bu kez. Çakmağı ateşlese de bakışları hala Irmak'ın üzerindeyken her zaman gördüğü o burnu havada, kendinden emin ve dalga geçen gülümseme kadının yüzünde belirdi. 'Ben kimseye yalnızlığın güç olduğunu göstermedim Dağhan, onlar öyle görmek istediler, benim de işime geldi.' Tutuşturduğu sigarada Irmak'ın bakışları gezerken açıklamasını da yaptıktan sonra onun da bir dalı ateşlemesini bekledi. 'Ama artık yalnız değilsin.' Aslına bakılırsa tamamen formalite bir konuşma yaşıyorlardı. Çünkü Dağhan adı kadar emindi ki şuan çakmakla ateşe verdikleri sigara kadar dumanlıydı üçünün de içi. Birbirine hem bu kadar uzak, hem de bir o kadar yakın üç beden olarak ciğerlerine doldurdukları zehir bile telafi edemiyordu bazı şeyleri. Ancak tüm bunlara rağmen üçü de mükemmel oyunculardı. 'Ben tek başıma bir orduyum zaten, hiç yalnız değildim ki.' Acılarını, yangınlarını ve yanık izlerini saklayacak kadar iyi oyuncalar... Hesap kitap henüz yokken hepsine karşı plan kurmuş ve bir oyun sergilemek için defalarca sahneye çıkarak seyirci karşısında rol yapmışlardı. Bir insanı ne dağıtır, ne yıkardı net olarak bilinmese de bir kadını sadece kendisinin yıkabileceği gerçeğiyle yüzleşmek gerekirdi bazen. Çünkü kadınlar kendi duvarlarına balyoz indirmekten çekinmeyecek kadar gözü kara girerlerdi savaşlara. Eğer ki kazanmaksa söz konusu, evini bile ateşe verirlerdi. 'İlginç. Ben şimdiden kendi düşmanlarımın sana yönelmesinden endişe ederken senin pek umurunda değil gibi.' İç çekerek rahatça koltuğuna yaslandığında Irmak anında gülümseyip başını sağa sola sallayarak elini gel dercesine havada salladı. 'Eğer söylediklerin doğruysa bırak gelsinler. Hayatlarında bir kez olsun bir kadının ellerinde yalvarmak ne demek öğrenmeleri gerek. Gerçi...' düşünürcesine gözlerini kısıp dudağını büktüğünde Dağhan havalanmış kaşlarla cümlenin devamını bekledi, 'Genelde son öğrendikleri şey oluyor ama bu ayrıntı pek mühim değil.' Kadının rahatça omuz silkip geriye yaslanmasıyla kaşlarını havalandırarak tekrar inceledi Irmak'ı. Uzun süredir tanışıyorlardı, daha doğrusu tanışmaktan ziyade karşı karşıya kalmışlardı. Irmak'ın deli gibi gülüp insanlara acı çektirdiği vakitlere, umursamazca arkasını dönüp gittiği yerlere, insanların ağzı açık izlediği anlara şahit olmuştu. Fakat tüm acı çektirmelerini izlemekten zaman bulup adam akıllı yüzünü, kimliğini inceleme fırsatı yakalayamamıştı. Ancak şimdi bakıp görmeye çabalasa bile hala farklı değildi durum. Umursamaz, bir anda nereden çıktığını anlayamadığı şekilde ortada beliren, insanlara üstten bakıp işine gelmeyene burun kıvıran o kadındı. Kaçmazdı, lügatinde yoktu Irmak'ın. Korkup sinmek, çekinmek, hatta irkilmek bile onluk bir eylem değildi. Harelerinde yanan deli bir mavi ateş vardı ve o ateşte kavurmaya niyetli gibi herkese aslında kemiklerine kadar yüzülmüş bir halinin olduğunu gösterirdi. Gecenin bir vakti ummadığı anda bir otoyolda pusuya düşmüşken o caddeyi esir alan sekiz arabayla belirivermişti kadın İstanbul'da. Zaten Dağhan'ın görmesinin üzerinden bir hafta geçmeden fısır fısır bahsedilmeye başlanmıştı çevresinde. Bu kadar diş bileyen kadının o gece neden ortalığı savaş alanına çevirip kendini kurtardığını anlayamamıştı dahi. Gerçi başka bir karşılaşmalarında birbirlerine silah doğrultmuşken neden o gece kendini kurtardığının sormaktan çekinmemişti. Dağhan'a göre olacak bir hareketle, Irmak elindeki silahın namlusunu tam alnının ortasına doğrultmuşken yönelttiği soruya önce omuz silkmiş, ardından hafif bir tebessümle, 'Haksız bir galibiyet, düşüklerin işidir. Düşükler ise yok olmaya mahkumdur.' diyerek cevap vermişti kadın. 'İstanbul'da bir anda belirdin, ne oldu da bir izin dahi yokken çıktın ortaya?' bu zamana kadar belki de en merak ettiği şey bu olabilirdi kadına dair. Kardeşi olduğu için değil, gerçekten de hayalet gibi ansızın ortaya çıkmasının nedenini merak ediyordu. Hiç olmamış gibi kaybolmak kadar, hep varmış gibi gelmekte meziyet ve güç isteyen işti. Ancak bakıldığında, araştırıldığında karşısında oturan bu kadına dair birkaç şey bulmaktan öteye gidememişti zamanında. Mesela yurtta büyümüş olması, Türkiye'ye dönmeden önce Sicilya'da güzel ve otoriter bir duruşu olması, bir de suikast düzenlenerek yıllar önce öldürülmüş Sicilya'nın hatırı sayılır ailelerinden birinin oğlu olan kocası... Tüm bunlar dışında hakkında pek bir bilgi geçmemişti eline. 'Ödetmem gereken bedeller vardı, ödettim. Sonra da kendi ülkeme döndüm.' Kadın tekrar omuz silkerken anlayışla başını salladı. Belli ki o DNA sonuçları çıkmadan ufacık bir detay dahi vermeyecekti. Zaten anlayışla da karşılardı bu halini. Eğer ki kendisine aynı olayla gelseler Dağhan bir kanıt bile istemeden kestirir atardı. Oturduğu koltuktan hafifçe kalkıp kalemlikteki makası alan Deha'yı izlediğinde önce kısaca makası süzüp ardından tırnağını keserek parçayı uzatmasıyla Irmak'ın buruşan yüzüne baktı. 'Saçını falan versen olmaz mıydı?' 'Saçım ince çizgim, bu kadar sert bir abla için kesemem kusura bakma.' 'Sen bununla nasıl anlaşıyorsun? Fuat'tan önce bunu öldürmen gerekirdi.' Irmak kaşlarını çatıp Dağhan'a Deha'yı işaret ederek konuştuğunda adam gülerek kardeşindeki makası aldığı gibi saçından bir parça kesti. Çekmeceden zarf çıkarıp içine bıraktığında Deha'nın da elindekini atmasını bekleyip aldığı gibi kadının önüne uzattı. 'Irmak, biz sonuçtan eminiz, sadece sende gördüğün zaman konuşmak istersen çekinme. Olur mu?' 'Çekinmek? Ben yedi kat elden çekinmem Dağhan, eğer ki gerçekse sizden mi çekineceğim?' 'Ben yine de söyleyeyim dedim.' 'Merak etme, hiç ama hiç çekinmem. Doğruluk payı varsa soracağım bir hesapta var demektir.' Zarfı alıp anında koltuktan kalktığında ikisinin de daha fazla konuşmasına müsaade etmeden çıktı odadan. Arkasından kaşlarını havalandırmış şekilde abi kardeş ise birbirlerine baka kalmışlardı. 'Sahiden ailede bir tane normal yok.' 'En azından üçümüzün de siniri birbirine benziyor.' 'Ben sinirli değilim abi, siz ikiniz öylesiniz.' Deha az önce kadının çıkıp gittiği kapıyı işaret ederek konuştuğunda Dağhan gülümseyerek tek kaşını havalandırdı. Hakkını yememek lazımdı kardeşinin, o sinirli değil sinirin ta kendisiydi. Hatta o kadar ki sinirlenmesi gereken yere Deha'yı çağırsa daha büyük kolaylık olurdu. Sadece kendisi ve Irmak'tan daha kolay saklıyor, maskesini seviyordu. Sır küpü gibi bir adam olarak yaşamına devam etmek hoşuna gidiyordu. Dağhan elindeki dosyayı Ezgi'nin masasına bırakıp ilerlemeye başladığında çalan telefonuna da yanıt vererek kulağına götürdü. 'Ceyhun... Ölüm kalım mevzusu yok değil mi?' yaklaştığı asansörle beraber Ceyhun'un derin bir nefes aldığını hissetse de beklemeye başladı. 'Niye olsun abi ölüm kalım meselesi?' 'Sen hiç hayra aramazsın beni. Bazen acaba Azrail'le anlaşması varda ben mi bilmiyorum diye sorguluyorum kendimi de.' Asansöre binip otoparkın tuşuna dokunduğunda arkadan gelen Deva'nın sesiyle derince soluklandı. 'Ölüm yok ama olabilir. Öylesine sakin yengenin, böylesine kızının olması çok garip abi. Üç kişiyi dövdü Deva.' Ceyhun'un sesinde dehşete düşmüş bir hal mi vardı yoksa Dağhan öyle mi algılamıştı. Şayet dehşete düşmesi var ise mümkünse bu Deva'nın bir yerine zarar geldiği için olmasındı. 'İyi mi o? Bir yerinde bir şey var mı?' çatılmış kaşlarıyla geldiği otoparkta koşar adım arabasına yaklaştı. Tüm bedeni bir şey oldu korkusuyla ürperse de Ceyhun'un sesini tekrar duydu. 'Sorun yanlış oldu, diğer üçü iyi mi demeliydin. Çünkü Deva'da çizik bile yok.' İçindeki rahatlamayla bindiği arabada başını geriye attı. Fakat aklına gelen daha ilgi çekici detay kaşlarını çatıp arabayı çalıştırmasını sağlamıştı bile. 'O üç kişiyi döverken sen neredeydin?' 'O konuyu konuşmasak daha iyi olur, çünkü 8 yaşındaki bir velet tarafından keklendim.' 'Geliyorum Ceyhun, geliyorum.' Konuşmayı sonlandırıp çıktığı yol güzergahını da okula yönlendirdi. Deva'nın fazla asabi olmadığını düşünüyordu. Kendi yanlarındayken ekstra bir agresif tavrı veya hareketi olmamış, hatta neredeyse bıraktıkları yerde saatlerce oturacak bir kız çocuğuydu. Ancak üç kişiyi dövecek kadar, üstelik yara almadan bu hale gelecek kadar ne yaşamıştı içten içe merak ediyordu Dağhan. Buna sebep olabilecek ne tür tavır sergilenmişti o ufaklığa karşı, dahası nasıl olmuştu da kendisine zarar gelmeden yapmıştı? Arabayı park edip okula hızla daldığında yönünü müdüriyetin olduğu koridora çevirerek devam etti ki ileride banklarda deve cüce misali oturan iki bedenle daha da büyüttü adımlarını. Deva'nın dibine gelir gelmez diz çöktüğünde kızın mavi gözlerini dizlerindeki parmaklarından kendine çevirmesi bir oldu. 'Acıyan bir yerin var mı? Yaralanan veya?' sorusu sımsıkı birbirine bastırılmış dudaklara daha da kuvvet uygulayarak başını sağa sola sallamasıyla yanıt bulduğunda bir anda boynuna sarılan kollarla yakaladı zayıf bedeni. Parmakları kaşmir gibi saçlarını okşarken göz ucuyla Ceyhun'a baktığında adamın ne olduğunu bilmeyen haliyle derince nefeslenerek ayrıldı. 'Ne oldu fındık? Neden yaptın bunu? Üstelik nasıl yaptın?' 'Yapmayacaktım... Dayanamadım ama.' Dolmuş gözleriyle mırıldanıp boyun büktüğünde Dağhan onun gibi başını omuzuna yatırıp havalandırdı kaşlarını. 'Sonuç olarak yaptın, peki neden?' 'Hep aynı şeyi söylüyorlar çünkü.' 'Seni bu kadar kızdıracak ne söylüyorlar?' 'Senin babam olmadığını, bir babamın olmadığını!' yükselen sesiyle tekrar gözlerindeki alevlenmeyi görüp derince nefeslendi Dağhan. Zamanında kendisinin feyz aldığı detayları hala hatırlıyordu, bunu hak olarak gördüğü, kendince haklı olduğu zamanları... 'Şimdi... Sakin olalım, Ceyhun abinle dışarıda bekle beni, ben hocalarınla konuşup geleyim, seninle biraz muhabbet edelim olur mu?' ufacık ellerinin üzerine hafifçe vurup tebessüm ettiğinde Deva çatık kaşlarıyla bakmaya devam ediyordu kendisine. 'Yalnız değilim ben, sende annemde kızsanız bile eğer buna devam ederlerse bende onları dövmeye devam ederim.' Kararlı tavrına rağmen ufaklığın saçları arasına dudaklarını bastırıp kokusunu derince içine çekti. 'Fındık. Konuşacağız, hadi.' Ceyhun'a da başıyla işaret verdiğinde diz çöktüğü yerden kalkarak içeride bol bol yüksek sesli konuşma geçen odanın kapısına vurdu. Herhangi bir komut beklemeden açtığında ise sinirlerini zapt etmeye çalışarak baktı arkadaşına. Üniversite dönemlerinden beri tanırdı Tuncay'ı. Ne zaman bir araya gelseler çocukların bu tür haşarılıklarından bahseder ama her defasında da onların birer kil olduklarıyla bitirirdi konuyu. Tuncay'a göre çocuklar sadece bulundukları ortama göre şekil alan, sanatkâr olan anne ve babalarının yeteneklerine göre yol çizen küçük insanlardı. 'Tuncay...' 'Dağhan...' sıkıntıyla elini sıkan adama başını sallayıp koltuklarda oturan üç bedene baktığında baş selamı verip boş yere de kendisi yerleşti. Karşısındaki iki erkek, bir kadını tanıyordu. Kendi hayatından, sosyeteden, çoğu davetten tanıyordu üstelik. 'O kıza eğitim vermeniz gerek.' Simay hanımın sesiyle kaşlarını havalandırdığında kadındaki gözlerini diğer iki adama çevirerek onların söyleyeceklerini bekledi. Sabır çekecek, sinirlerini kontrol altına alacak ve olay çıkarmayacaktı. Kesinlikle okulda çıkarmayacaktı ancak bunun nedeni birine zarar vermesi değil, Deva'ya örnek olması gerektiği içindi. Tuncay'ın diken üzerinde duran halinin farkında olsa da derin bir nefes aldığında kumral adamın konuşmak için hafifçe kendini göstermesine odaklandı. 'Simay hanım haklı Dağhan bey, o kızın şiddet eğilimi var, belli ki bu kadar çocuğun olduğu bir yerde henüz eğitime hazır değil.' Haktan beyin cümlesiyle derin bir nefes daha aldı. Fakat üçüncü kişiden de aynı kelimeyi duymak istemiyordu. 'O kız değil, benim kızım. İsmi de Deva.' Sakinlikle mırıldanıp hala havadaki kaşlarını konuşan Haktan beyden çektiğinde sesi şimdiye kadar çıkmamış adama baktı bu kez. Diğer iki bedene nazaran daha esmer, ancak biraz daha çekingendi. Karşısındaki adamı tanıması ise çok eskiye dayanırdı, bir adliye koridoru kadar eskiye. Murat beyin böyle çekingen durması da zaten Dağhan'ın ne kadar tavizsiz olduğunu bildiğindendi belki de. 'Kızınızla ilgilenmiyorsunuz o zaman, durduk yere çocuklarımıza saldırdı çünkü.' 'Eğitim görülen bir yer olduğu için sakin kalmaya çalışıyorum Murat bey... Fakat, siz benim çocuğumla aramdaki ilişkiyi sorgulayacak vasıfta değilsiniz. Öncelikle durduk yere olmayan bu kavganın nedenini biliyor musunuz?' Dağhan hala içten içe telkin ediyordu kendini. Onun bu tür anlarda sevdiklerine karşı edilen bir tek söze tahammülü olmazdı ancak burası eğitim kurumundan ziyade ne kadar arkadaşı da olsa bir öğretmenin, öğreticinin, Tuncay'ın bulunduğu yerdi. Kendini Deva'ya örnek olacağım, sinirlerimi zapt edeceğim ve Tuncay arkadaşım olsa da saygınlığına saygı duyacağım diyerek telkinler etmese hepsinin kafasını birbirine vurarak anlatırdı Dağhan. Şükür etmeleri gerekiyordu, arkadaşı burada ve henüz odadan çıkmadı diye duacı olmalılardı. 'Kavganın nedeni önemli değil, oğlumun kaşına revirde dikiş atmaları önemli.' Kadının baskın çıkan sesiyle başını usul usul sallayıp üçünde de gözlerini gezdirdi. 'Geçmiş olsun.' 'Bu mu yani? Kızınız çocuklarımızdan özür dileyecek. Yoksa bu mesele burada kapanmaz.' Karşısındaki kendini tehdit etmeye kalkan kadına gülümseyerek başını salladı anında. 'Haklısınız Simay hanım özür dilenmesi gerekiyor ancak bir değişiklik yapacağız, siz-' üç bedeni de işaret ederek gülümsemesini büyütüp devam etti, 'Benim kızımdan özür dileyeceksiniz.' 'Ne dediğinizin farkında mısınız?' Haktan beyin sesiyle başını tekrar sallayarak kollarını bacaklarına yasladı Dağhan. Hakkaniyetli olanı yapacaktı ama kimse ilkokuldaki kızının kalbini kıramazdı. 'Farkındayım, çok ama çok farkındayım hem de. Belli ki hiçbiriniz bu kavganın nedenini öğrenmemişsiniz. Benim ilk işim sizin ilgilenmediğimi söylediğiniz kızıma neden bunu yaptığını sormak oldu. Nedenmiş biliyor musunuz?' yüzlerindeki garipser ifade bile bir yerde artıydı Dağhan'a göre. 'Bilmiyorsunuz ama çok ilgilisiniz değil mi... Çünkü siz benim ailemin dedikodusunu yapmaktan çocuklarınızla ilgilenmiyormuşsunuz. Çocuklarınız da haliyle ilgi göremediği için sizleri dinlemeye başlamışlar ve Deva'nın babası olmadığını, onun yalnız bir kız çocuğu olduğunu benimsemişler. Bu fikri de benim kızımın üzerinde defalarca kullanmışlar... İşte tam da bu yüzden çocuklarınız değil, siz benim kızımdan, Deva'dan özür dileyecek ve çocuklarınızla bundan sonra vakit geçireceksiniz.' 'Şiddet eğilimi olan bir çocuğun yalan söylemediği ne malum?!' sesi anında yükselen Murat beyle Dağhan hafifçe tebessüm etti. 'Bir kez daha kızımın kişiliğine hakaret içeren cümle kurarsanız uzun süre yüz yüze bakmak zorunda kalırız. Mahkeme salonlarında. Deva çocuk olarak bazı şeyleri gizleyebilir, saklayabilir, bazı şeylerden korkabilir ama babasına yalan söylemez. Başka kimseye de yalan söylemez. Sorsanız size de neden yaptığını anlatırdı, ki çocuklarınız aynı şeye devam ederse dövmeye de devam edeceğini söylerdi. Çocuklar kavga etmez Murat, çocuklar kavga ettirilir. Eğer aynı küçük görücü cümlelerin sarf edildiğini Deva'dan duyarsam, sadece sözlü istismardan değil elinizde olan her detaydan, hatta fabrikanızdan çıkan dumandan bile davacı olurum. Bırakmadan önce kısacık süre de olsa bu ülkenin sayılı avukatlarından olduğumu ve dava kaybetmediğimi hatırlatmak isterim.' Az önce yasladığı kollarını çekip koltuktan destek alarak ayağa kalktığında bakışlarını arkadaşına çevirerek samimice gülümsedi. 'Herhangi disiplin cezası var mı Deva'nın? Varsa gözetmen öğretmene teslim edeyim.' 'İlk olduğu için sadece uyarısı var. Geldiğine göre evrakları tamam zaten fakat, bir daha böyle bir durum tekrarlanırsa gelip benimle konuşması konusunda sen de uyarırsan sevinirim.' 'Elbette, özellikle söyleyeceğim.' Tuncay'ın elini sıkıp çıktı odadan. Pabuç bırakacak değildi, söylediği gibi tekrarlanması halinde elinden geleni de ardına koymazdı. Çünkü Deva kolay kalbi kırılacak bir çocuk değildi. Bu kadar sinirlenmesi için defalarca durumun tekrar edilmesi gerekiyordu. 'Önce ben başlayayım dilersen konuşmaya?' karşısında kaşık kaşık dondurma yiyen ufaklığı süzdüğünde onun çekinircesine elindekini bırakıp başını eğmesi bir oldu. 'O başı eğmeyelim, sen benim kızımsın, dimdik dursun başın, o mavişler de hep ileri baksın.' Çenesinden destek verip kaldırdığında kararsız kalan haline rağmen gözlerine bakmasıyla ıslattı dudaklarını. 'Bundan sonra sana aynı cümleleri söyleyecek birisi olursa hızlıca Tuncay hocaya gidip haber veriyorsun, daha sonra da Ceyhun abine söyleyip beni aramasını istiyorsun anlaştık mı?' ufaklık anında omuz silkip başını sağa sola salladığında açıklama yapmasını bekledi. 'Tuncay öğretmene söylemem, şikayet etmek olur bu.' 'Ne var bunda peki?' üç kişiyi dövmekten çekinmiyor ancak şikayet etmek istemiyordu, bu da tam olarak Deva'lık bir davranıştı herhalde. 'Kötü bir şey...' 'Şikayet etmek kötü değil Deva. Eğer ki haklıysan ve sana zarar veriyorsa şikayet etmelisin.' 'Peki...' usulca baş salladığında önündeki fincandan bir yudum alarak tekrar göz attı ufaklığa. 'Ceyhun abini nasıl gönderdin başından?' 'Çok susadığımı söyledim, beni de götürmek isteyince çok yorgunum dedim. O da olduğum yerden kalkmamam için kırk kez uyarıda bulunup koşarak kantine gitti.' Durumun ciddiyetini anlaması için gülüşünü anında gizlerken tek kaşını havalandırarak derin bir nefes aldı Dağhan. 'Planladın yani?' 'Evet.' Başını onay verircesine sallamayı da eksik etmezken Dağhan derince iç çekip dudaklarını ıslattı. 'Ceyhun abin sana değer eriyor Deva, bugün kendi çıkarların için onu yanlış yönlendirirsen yarın gerçekten ihtiyacın olduğunda sana gerekli yardımda bulunamaz. O yüzden Ceyhun abin ve Tuncay öğretmenini yanıltmamalısın.' Ufaklık başını tekrar salladığında büktüğü dudağıyla iç çekip omuzlarını düşürdü. 'Ceyhun abimden özür diledim zaten, kandırmak istememiştim ama gerekiyordu.' Dağhan usulca başını salladığında yüzünde gülümseme olmamasına özen göstererek inceledi Deva'nın yüzünü. 'Peki üçünü tek başına nasıl dövdün?' 'Deha amcamla sürekli oynuyoruz, o çok güçlü olunca bende güçlendim sanırım.' Kaçırdığı gözleri bile Deva'yı ele veriyordu. O kadar gizli iş yapmak istemiyordu ki ufaklık sandığı şeyin tam aksi olduğunu söylercesine bir tonlama yapıyordu. Yani aslında Dağhan'a 'Öyle değil ama bir süre öyle olduğunu düşünsek olmaz mı? der gibiydi. 'Deva...' 'Peki... Daha önce ders almıştım.' Dondurmanın içindeki ufak kaşıkla oynamaya başladığında Dağhan iç çekip geriye yaslandı. Kollarını göğsünde birleştirdiğinde kendine kaçak göçek bakan mavi harelerle dudaklarını ıslattı. 'Senin yaşlarında çok kavga ederdim biliyor musun? Neredeyse her hafta bir yerime dikiş atılırdı, yaralanırdım. Bak hatta bu iz öyle oldu.' Birbirine bağladığı kollarını çözüp bileğindeki saati geriye çekerek daha önceki yaranın silik izini gösterdiğinde Deva'nın ilgiyle bakan haline gülümseyip kollarını masaya yasladı bu kez. 'Sonra büyüdükçe fark ettim ki kavga etmek aslında güçsüzlükmüş. Yalnızlıkmış, kendini kanıtlama çabasıymış.' 'Ben güçsüz değilim, haklıyım.' Kendini savunması şu durumda bile Dağhan'ın gururlanmasına sebebiyet verebilirdi ancak asıl mesele daha önce kendine öğretilen yanlışlarla Deva'nın büyümesini engellemekti. 'Haklı iken haksız duruma düşürenmiş kavga. Daha güçlü, sağlam şeyler varmış hayatta.' 'Ne mesela?' az önce kararlı bakan gözleri artık gerçekten merakla kendini süzmeye başladığında iç çekerek gülümsemesini büyüttü. 'Sevgi, dürüstlük, sadakat, samimiyet, gerçek arkadaşlar, kitaplar.' 'Nasıl güçlü ki bunlar?' 'Sevgi çok ama çok kötü birisini bile meleğe dönüştürebilir fındık. Dürüst olursan hep kazanan olmazsın belki ama kalbin rahat olur. Eğer ki gerçek arkadaşlarınla samimi bir ilişkin varsa bugün sana o saçma sapan şeyleri söyleyen insanların değeri kalmaz. Çünkü birkaç gün sonra dönüp onlara baktığında uzaktadırlar ama dostların yanındadırlar. Kitapların zekana nasıl güç verdiğinden bahsetmem bile gereksiz olur bence. Bak fındık...' kızın parmaklarını yakaladığında usulca elini okşayıp gülümsedi. 'Kalbini çok kırmış olabilirler, sabrını zorlamış, hatta ağlamanı sağlamış bile olabilirler. Fakat onlara istediklerini vermemelisin. Onlara seni kötü biri yapma imkanı sağlamamalısın. Zeki birisin sen, eğer ki onlar sana sözlü şiddet uyguluyorsa onlara fiziksel şiddetle karşılık vermemelisin. Eğer yaparsan onlara benzersin.' 'Ama uyardım ben onları susmadılar.' 'Bu durumda yapacağın tek şey olsun artık, onlar susmuyorsa sen sus, arkanı dön, kulaklarını kapa ve gerçek dostlarının yanına git. Mesela onlar sana bunları söylediler ama Kemal bana ne diyor?' 'Kemal mi?' başını onaylarcasına salladığında kızın hala anlamayan haliyle gülümsemesi büyüdü. 'Kemal bana nasıl sesleniyor söyle hadi?' 'Deva'nın babası diyor.' 'Gördün mü? Sence Kemal senin gerçek baban olmadığımı biliyor mu?' 'Bilmem, hiç bahsetmedi, biliyordur herhalde.' 'Bak işte, gerçek arkadaşlar Kemal gibidir, kalbini kıracak şeyleri bildiklerinden dahi haberin olmaz.' 'Neden herkes Kemal gibi değil o zaman?' 'Çünkü gerçek arkadaşlar özeldir Deva, insanların şansıdır. Annenin Elfe ve Nida teyzene sahip olması, benim Pamir ve Devrim amcana sahip olmam gibi. Hata yaparken sana doğru yolu gösterir, eğer inat edersen yanlış olana seninle gelip korurlar.' 'Çok üzüldüğüm için yaptım, özür dilerim. Bir daha olursa arkamı dönüp gideceğim.' Bakışlarını kendinden kaçırıp yerdeki fayanslara diktiğinde Dağhan tebessümüyle izlemeye devam etti. 'Deva.' 'Efendim?' 'Bu özrü benden dileme, yarın okula gittiğinde önce neden öyle yaptığını anlat, daha sonra da onlardan özür dile.' Az önce bir bir kareleri sayma çabasında olan kız anında başını kaldırıp büyümüş gözlerle kendine baktığında itirazı da gecikmedi. 'Ama az önce-' 'Az önce arkanı dön ve git dedim ama belki de ne kadar kalbinin kırıldığını anlatırsan bir kez daha yapmazlar ve ne olursa olsun fiziksel olarak canlarını acıttığın için özür dilemeni hak ediyorlar.' Ufacık omuzları sıkıntıyla düşse de başını sallayıp onay verdiğinde Dağhan yanağını sıktı. 'Kim ne derse desin, isteyen aksini savunsa bile ben senin babanım Deva. Benim sol tarafım, senin sağ tarafına bağlı. İnsanlar değil dese bile babanım. Açıkça konuşabileceğin, hep arkanda olacak, elinden geldiğince sana doğru olanı öğretmeye çalışacak, genç bir kadın olduğunda gururla sana destek olmaya devam edecek babanım. Bunun için öz olmamız gerekmiyor, hissetmemiz yeter.' Karşısındaki ufaklık bir çırpıda sandalyeden inip yanına yaklaşarak boynuna atladığında sıkıca sarıldı Dağhan. Öğrendiği tüm yanlışlara rağmen, doğru olanı gösterecekti. Kendisi Deva'ya, Deva kardeşine... Bu kadar yanlışın içerisinde nasıl doğru olunabilir herkes görecekti. Park ettiği arabayla dikiz aynasındaki yansımadan arkadaki mavi bakışlara göz attığında derin bir nefes alarak gülümsedi. 'Bugün olanlar aramızda kalabilir bence, senin durumu anladığını düşünüyorum.' 'Teşekkür ederim.' 'Babalar ve kızlarının küçük sırları olur, doğru olanı yaparak teşekkürünü göstermen yeter, söylemen gerekmez.' Deva gülümsemesini daha da büyütüp zorlukla açtığı kapıdan bir çırpıda indiğinde derince nefeslendi Dağhan. İçi özgürlüğe yeni selam verir gibi oluyordu, sanki bambaşka bir dünyaya pencere aralanıyor ve tüm odalara huzur sert bir rüzgarla doluyordu. Yanlış insan olmasına rağmen kalbinin ferahlaması, iyi bir insan yetiştirmekten geçiyordu belki de. Kendisi de arabadan indiğinde ufaklığın açık bıraktığı kapıdan girdi. 'Elfe, vallahi bayılacağım.' Kaşlarını çatıp salona yöneldiğinde etrafa saçılmış onlarca eşyayla çattı kaşlarını. Ortalık savaş alanı gibi görünüyordu. Tüm kargaşanın içinde oturmuş Pera, Elfe, Nida ve onların dışında sürekli ütü yapan annesi, Derya hanım ve Afitab sultan tam anlamıyla şaheser gibiydi. Adeta tablo gibi duruyordu altı kadında. 'Ne oluyor? Hoş geldiniz bu arada.' Şaşkınlıkla yanlarına yaklaşmaya başladığında koltuktan kendine imdat dercesine elini uzatan kadının parmaklarını yakaladı. 'Şükürler olsun geldin.' Pera'nın minnet duyarcasına fısıldamasıyla kaşları şaşkınlıktan daha çok havalandığında gözleri de Afitab sultanla çakıştı. 'Hoş bulduk oğlum. Ne olsun ufaklığın kıyafetlerini falan ütülüyoruz, hazır olsun hepsi diye.' Afitab sultan Derya hanımdan aldığı parçayı hafifçe havalandırıp gülümsedikten sonra katladığında kolunun altına korumak istercesine çektiği Pera'ya çevirdi gözlerini. 'Tüm gün odayı temizlediler, her şeyi dezenfekte ettiler, yoruldum dedim oturttular iki kez yıkadıkları kıyafetleri ütülemeye başladılar, durmadan su iç, süt iç, hurma ye gibi yorumlar yapıyorlar.' 'Kötü bir şey mi bu sevgilim?' Pera'nın pes eden haline anlamadığını göstermek istercesine karşılık verdiğinde düşen omuzlarıyla başının üzerine dudaklarını bastırdı. 'Elbette değil ama üst üste olunca ne yapacağımı şaşırdım. Hastaneyi eve taşırlar korkusuyla bir şey diyemiyorum ama...' 'Ama?' yüzündeki şaşkınlık silinip yerini şüpheyle kavrulan hali aldığında Pera tekrar kadınlara göz atmıştı ki Dağhan usulca çekerek bahçeye doğru ilerletti. 'Aması ne Pera?' 'Ağrım var.' 'Bu saklanacak şey mi? Hastaneye-' 'Öyle değil dur.' Elini tutup çeken adama ayak direttiğinde Dağhan anlamasa da kenardaki bahçe takımına sürükleyerek oturmasını sağladı. Kendisi de yanına yerleştiğinde içini esir alan korkuyla süzdü kadını. 'Panik yapacak bir ağrı değil, normal bu dönemlerde ama yoruldum. Müthişler, bir tek eşya kıpırdatmama müsaade etmiyorlar fakat onlar yaparken ben enerji tüketiyorum sanki. Midem çok kötü zaten. Dağhan.' 'Alıp kaçırayım mı sizi? Deva'yı da alıp birkaç gün şehir dışına çıkalım? Havamız değişir?' 'Yok... Dağhan.' 'O zaman... Ben içeridekileri kovayım?' harekete geçmek için hamlede bulunsa da elini yakalayan parmaklarla tekrar döndü kadının derin bakışlarına. 'Dağhan...' gözlerindeki kararsızlıkla boştaki elini de kadının parmaklarına yerleştirdiğinde Pera dudaklarını ıslatıp derince nefeslenerek devam etti konuşmasına, 'Benim sana ihtiyacım var.' 'Gerçekten mi?' anlamayan haliyle bakıyordu kadına. Sanki asla mümkün olmayacak bir şey varmış, tüm evren üzerinde bu kadar gerçekliğe hiç şahit olmamış gibi. 'Gerçekten bana ihtiyacın mı var yani?' 'Evet.' Başını suçlu çocuklar gibi sallarken, Dağhan ucunda oturduğu koltuğa tamamen yerleşerek kolunu sardı bedenine. 'Bu kadar yalnız mı bıraktım seni Pera?' 'Hayır... Yalnız bırakmadın, sadece, her şey çok hızlı. Ben seninle sakince oturup tüm olan bitene uzaktan bakmak istiyorum.' Göğsüne yerleşen başın üzerine dudaklarını bastırdığında alabileceği tüm oksijeni de çekti ciğerlerine saçlarından. 'Pera hanım, Afitab hanım havluları nereye yerleştirelim diyorlar.' 'Müsaade et Deniz, Afitab sultanlar kafalarına göre halletsinler.' Pera'nın ağzını açmasına müsaade etmeden gözlerini kadına çevirdiğinde onun anlayışla başını sallayıp gülümseyerek içeri girmesi bir oldu. 'Hadi bakalım tüm olana bitene.' Bakışlarını bahçede gezdirmeye başlasa da yanlarına ulaşan zayıf bedenle tebessüm edip göz kırparak diğer kolunu havalandırdı Dağhan. Deva önce ikisini süzmüş ardından gülerek anında çıktığı koltukta adamın dizine başını yasladığında dudaklarını ıslattı. 'Masal anlatır mısınız?' kızın isteğiyle az önce olan tebessümü daha da büyüdü. Pera'nın başını hafifçe kaldırıp burnunu boyun girintisine gömmesiyle aklına gelen her detayı hesap etti. Dünü, bugünü, her anı... Yitip giden ve gitmeye mecbur bırakılanları. 'Bir varmış bir yokmuş, çok uzak ülkelerin birinde bir prenses yaşarmış. Gözleri nazar boncukları kadar mavi, saçları gece kadar siyah, teni pamuklar gibi beyaz bu prensese tüm dünya imrenerek bakarmış. Çünkü prenses adeta gökkuşağı gibiymiş, rengarenk.' 'Bana mı benziyormuş?' ufaklığın meraklı gözlerinin kendisine dönmesiyle gülümseyerek başını salladı Dağhan. 'Sana benziyormuş...' Deva'nın aldığı cevaptan memnun haliyle gözlerini kapatmasıyla derin bir nefes alıp yeniden bahçenin yeşil manzarasına çevirdi gözlerini. 'Bu prenses o kadar özelmiş ki herkes onun babası olmak istermiş, onun da kocaman bir kalbi varmış. Güçlü bir kralla büyümüş prenses, yıllarca mutlu mesut geçinmişler ancak sonra bir gün kraliçe görmüş prensesi. Sanki aklı durmuş, gözlerine perdeler inmiş. Biricik kızının güzelliğine yıllar sonra görse bile hayran olmuş, kraliçenin de saçları onun gibi gece karasıymış, tıpkı o prenses gibi kocaman da bir kalbi varmış. Kötüleri görmüş ve kötü şeyler yaşamış insanları sevecek kadar kocamanmış üstelik. Fakat bu kraliçenin yanında başka bir kral varmış. Prensesi çok sevecek, yüreğiyle tamamen onun mutlu olmasını isteyecek bir kral. Zamanla bu yeni kral ve prensesin küçük sırları olmaya başlamış, bir arada olup sevmekten bir haber olanlara rastlamışlar, çokta şaşırmışlar ve bir karar vermişler. Kendilerine yeni bir ev bulacaklarmış. Prenses, kraliçe ve yeni kral beraber yola çıkmışlar, dağlar, tepeler, engeller aşmışlar, insanlara sevmek nedir öğretmişler, dünyada bin bir renkte çiçekler açmasını sağlamışlar. O kadar uzun yollar gitmişler ki sonunda yıkık dökük orman içinde bir ev bulmuşlar. O güzelim ormanda böyle bir yıkıntı neden var anlamamışlar ve tüm yol boyunca yaptıkları gibi orayı da çiçek bahçesine çevirmek için çabalamaya başlamışlar. Günler, haftalar, aylar, hatta yıllar almış ormanın o bölgesini düzenlemeleri ancak sonunda başarmışlar ve geriye çekilip o muhteşem güzellikteki eve bakmışlar üçü beraber. Sonunda da bir karara varmışlar. Bundan sonra bu evde yaşayacaklarmış. Prenses tüm gezilerinden sonra kararsız kalsa da yaptıkları eve, bahçesine baktığında anlamış ki insanın evi aslında yüreğiymiş. Olduğu yerin yıkıntıları, karşılaştığı sevilmemiş insanlar değil aslında kalbini temiz tutabilmek meseleymiş. Tüm zamanlar boyunca o ormanda üçü mutlu mesut yaşamışlar.' Saçlarını okşadığı kızın derin nefesleriyle gülümsediğinde boynunda hala yüzü gömülü olan baş usulca çekildiğinde dudaklarını ıslattı Dağhan. 'Tüm zamanlar boyunca.' 'Her engele rağmen beraber.' Başını usulca sallayarak Pera'da olan gözlerini bahçeye tekrar yönlendirdiğinde ciğerlerini patlatacak şekilde soluklandı. Onun hayatı zaten bir şekilde sürekli hareketliydi, durmaksızın koşuşturmalı, içinden çıkamayacağı kadar sırlarla dolu. Fakat Pera... Pera'nın hayatı kendinden önce olabildiğince stabilken şimdi durmak nedir bilmiyordu. 'İlk tanıştığımız yemeği hatırlıyor musun?' kadının mırıldanmasıyla gülümsedi. Unutabilmesi, o yemeği aklından çıkarabilmesi mümkün değildi. Tüm benliğini kenara bırakmasını sağlayabilecek güçteki kadın ilk defa gözlerini gözlerine denk getirebilmişken unutması zor değil, imkansızdı. Kalbini ilk kez böyle sessiz kalmaya zorlamış, dilini lal etmişti. Dağhan ilk kez vurdumduymaz halinden sıyrılarak aklı başında bir adam gibi oturmuştu o masada. 'Daha dün gibi hatırlıyorum.' Derken başını usul usul salladığında Pera başını omuzuna yerleştirerek iç çekti. 'Çok sessizdin, inceliyordun, bakıyordun ama pek konuşmuyordun.' 'Dilim tutulduysa demek ki...' kadının kıkırdamasını omuzuna yasladığı başın hareketlerinden hissettiğinde usulca okşadı sardığı kolunu. 'Peki... Tüm bu olan biten, ne düşünüyorsun her şey hakkında?' madem geriye çekilip bakmak istemişti Pera, öyle de yapacaktı. Tüm beraber oldukları serüven gibi geçen zamanda yüreğinden ne geçip gitmiş, fark etmediği neler yaşamıştı kadın merak etmekten alamıyordu kendini. Pera'nın hissettiklerini gözlerinde görüyordu ancak dilinden duymak, Dağhan'a göre ütopya ile eş değer güzellikte sayılırdı. 'Bir anda karar verip İstanbul'a geldim, sizinle tanıştım. Hiçbir işimde böylesine açık insanlar olmamıştı, sonra sana kapıldım. Sana çok fena kapıldım.' Dediği sırada başını yeniden kaldırıp kıstığı gözleriyle yüzüne bakan kadın gülümseyerek yeniden yaslandı, 'Bir sörf tahtasının üzerinde dalgalı bir okyanusun ortasında kalmış gibi... Bir uçurumun başında fırtınaya karşı koymaya çalışır gibi kapıldım sana. Ve yıkıcı bir deprem gibi seni kaybettim, uzak kaldım, hasreti tattım... Sen yeniden geldin, artık o dalgalı okyanusun ortasında tek sörf tahtasıyla kalan ben değildim, bizdik. Deva... Deva geldi birden, sakladığım yaralarımı kaybettim o gelince. Bir de... Elimi sımsıkı tutan senin varlığını daha çok hissettim.' Pera kaşlarını havalandırıp yaslandığı omuzdan başını çekerek gözleri kadar kara gökyüzüne baktı. Dudaklarında usul bir tebessüm, içinde fazlasıyla mutluluk varken kendine derin denizler gibi bakan adamı süzdüğü gibi yeniden yaslanıp devam etti konuşmasına. 'Her şey yoluna giriyor derken sakladığın şeyi öğrendim, çok kızdım sana. Ama insan hep kendine yenik düşüyor sanırım...' kısacık bir anda düşünme fırsatı yakalarken hafifçe omuz silkti, 'Kalbime yenik düştüm. Ardından bu ufaklık...' parmakları şiş karnında dolaştığında elinin üzerine yerleşen tenle derince nefeslendi. 'Belli etmedim belki de fakat başlı başına kaos gibiydi. Deva'yı hatırlamam, tüm geçip gidenler. Sana baktım Dağhan. Sana öyle derin bakmaya çalıştım ki yüzümü döktüm. Seninle olmak tüm bu kargaşanın içinde samanyolunda parmak uçlarında yürümek gibiydi. Uzun, karmaşık, her an boşluğa düşme hissiyatıyla dolu, fakat tüm bu korkulara değerdi.' İç çekerek dudaklarını birbirine bastırdığında aslında en başından beri hissettiği o duygu karnını ve kolunu okşayan parmaklarla yenilendi. Güven ve güvenilirlik... İnsanın hayatında kaç kez başına gelirdi Pera bilmiyordu fakat Dağhan'ın sadece elini tutması bile cehenneme yürürken ona güvenebileceği kadar gerçek geliyordu. 'Korkman gereken bir şey yok biliyorsun.' 'Var.' Adamın telkin eden haline rağmen mırıldanıp başını kaldırırken derince nefeslendi. Dağhan'ın gözlerindeki anlam vermeyen parıltıların farkındaydı elbette, ancak açıklanması zor bir durumdu bu kadın için. Kendine dahi söylemeye korktuğu şeylerdi. 'Sensizlik.' 'Bensiz kalmayacaksın.' Az önce o tedirgin bakan hareler usulca kaybolurken tebessümü de yüzünde yer edindi adamın. 'Allah der ki "Kimi benden çok seversen onu senden alırım" ve ekler, "Onsuz yaşayamam deme, seni onsuz da yaşatırım". Ve mevsim geçer, gölge veren ağaçların dalları kurur, sabır taşar, canından saydığın yar bile bir gün el olur, aklın şaşar. Dostun düşmana dönüşür, düşman kalkar dost olur, öyle garip bir dünya. Olmaz dediğin ne varsa hepsi olur. "Düşmem" dersin düşersin, "Şaşmam" dersin şaşarsın. En garibi de budur ya "Öldüm" der, yine de "Yaşarsın"... demiş Mevlana Celaleddin-i Rumi.' 'Nereden geldi bu aklına şimdi?' saçları arasında gezinen parmaklarla usulca omuz silkip gülümsedi. Bazen, bazı şeyler nedensiz hissedilirdi. Ortada ufacık bir şey yokken, her detay yerli yerindeyken insanın içine enteresan bir bunalım düşerdi. Sanki tüm hayatı boyunca bu bunalımın içerisinde kalmış gibi ruhu kendini gösterir, göğsünün tam orta yerine tahta bir kazık çakardı. İnsan iki arada bir derede kalırdı tüm hayatla. Üstelik iki tarafta da aynı şey olurdu, yaşamın ta kendisi. Seçim yapamaz, olduğu yerde kalır ve akıp giden vakit tüm hayatın üzerine basarak ilerlemesini sağlardı. Kimi zaman akıp giden zaman tüm hayatın gerçeklerinin kendisine dokunmasına neden olur, kimi zamanda gerçek sahiplerine doğru götürürdü. Ancak büyüğüyle, küçüğüyle her insan aynı şeyleri tadarak giderdi yaşamdan. Yaratan acısız da, umutsuz da bırakmazdı. Varoluşu görmesi için doğumu, ölümü, şükrü, inkarı, hatta isyanı dahi tattırarak kendisini belli ederdi. Pera'da bunu çok ama çok iyi biliyordu. 'Senin gelmene gerek yoktu baba, söz verdim, özür dileyeceğim.' Deva elini tuttuğu adama sitemkarca konuştuğunda Dağhan gülümseyerek baktı ufaklığa. 'Sana inanmadığım için değil, Tuncay hocanla görüşmem gerektiği için geliyorum. Söz verdiysen yaparsın sonuçta.' 'Emin misin? Biraz beni kontrol ediyorsun gibi geldi.' 'Asla. Sen kontrol etmem gereken değil tebrik etmem gereken kişisin. Dürüstlüğün için.' Ufaklığın gülümsemesi yüzünde dağılırken sınıfın kapısında bekleyen üç bedene göz atarak dudaklarını ıslattı Dağhan. Hemen omuzlarına ellerini yerleştirdikleri üç çocukta da bakışlarını dolaştırırken Deva elini bıraktığı gibi koşarak yaklaşmıştı ufaklıklara. Bir nebze korkuyor olsalar da aileleri yanlarında diye daha dirayetli hissettikleri kesindi fakat kendi kızına bakıyordu da özür dilemek için onun arkasında birisin hissetmesine dahi ihtiyacı yoktu. Deva başlı başına bir birey olarak dimdik duran gövdesi ve yere sağlam basan ayaklarıyla yaşından çok ama çok büyük görünüyordu Dağhan'ın gözüne. 'Günaydın!' şakılayan sesiyle kocaman gülümsemesi de eşlik ederken üç bedene selam veren kızının sonunda yanına ulaştığında usulca sırtını okşadı Dağhan. Üç çocuğunda tedirgince karşılık vermesiyle Deva ellerini ceplerine atarak usulca sallanıp konuya nasıl gireceğini bulmaya çalışıyordu fakat bu adama karşısındakileri daha çok korkutmamak adına doğru kelimeleri bulma çabası gibi geliyordu. 'Bana kötü davransanız da size zarar vermemem gerekiyordu ama babamın babam olması için sadece sevmesi yeterli. Bilin istedim. Bir de...' başını sakince kaldırıp Dağhan'ı süzdüğünde onun onaylayan gülümsemesiyle sıkkın bir nefes alıp tekrar baktı üç çocuğa. 'Canınızı yaktığım için özür dilerim.' 'Biz de özür dileriz Deva.' Karşısındaki boynu bükük kız çocuğu ilk mırıldanan olduğunda Dağhan Deva'nın omuz silkerek sınıfa yönelmesiyle anında sırtından yakalayıp çocukların ailelerine çevirdi gözlerini. Tek kaşını kaldırıp bacak kadar çocuk olan haliyle ders niteliğinde duran kızını gözleriyle işaret ettiğinde ilk harekete geçen Simay hanım olmuştu. 'Deva'cım.' 'Sizi tanımıyorum, cım demezseniz çok sevinirim.' Kadının yüzü şaşkın olsa da dudaklarını ıslattığında devam etmek adına derince soluklandı. 'Pekala... Ben Ege'nin annesiyim, kendisiyle konuştum, yaptığı senin kalbini kıran bir davranış ve bunu yaşadığın için özür dilerim.' Ufak kız başını sallarken Simay hanım çöktüğü yerden kalkınca Murat bey yaklaştı kıza. 'Canını sıktıkları için özür dileriz Deva, eminim ki Tanem bir daha bunu tekrar etmeyecektir.' Kız tekrar başını sallayarak onay verdiğinde Dağhan yandan bir gülüşle Haktan beye bakmaya başladı. Adamın bu konuda kendiyle savaştığını görüyordu fakat öyle veya böyle söylediğinin arkasındaydı Dağhan. İşi gücü, şirketi bir kenara bırakıp yıllarca davayla uğraşabilirdi ve bu durumdan en mustarip olan Haktan bey olurdu. Zorlansa da, hatta zorla olsa da öyle veya böyle Deva nasıl hatasını anladıysa bu adam da anlayıp kızından özür dileyecekti. İç cebinden telefonunu çıkarıp kaşlarını havalandırarak adama gösterdiğinde onun sıkkın nefesiyle diz çöktüğünü görerek cihazı tekrar yerine yerleştirdi. 'Bir daha böyle bir durumla karşılaşmayacaksın Deva ve eminim ki Tuna'yla iyi anlaşacaksınız bundan sonra. Özür dileriz.' Deva bu kez arka tarafta duran sarışın çocuğa kısaca göz atıp başını salladığında önünden çekilen adamla bakışlarını kendisine çevirdi. 'Öğretmenim geldi.' Farkında olmadan hala tuttuğu ceketini ufaklığın tepkisiyle gülerek bıraktığında Deva bacaklarına sarılıp koşarak sınıfa yönlendi. İçeri girip kapıyı da örten öğretmenle beraber gözleri üç yetişkinde dolaştığında başıyla selam vererek yanlarından ayrıldı. Okulun ortasında savaş çıkarmayacaktı. Henüz yeni kavga etmesinin kötü olduğunu açıkladığı kızının sınıfının önünde hiç ama hiç yapmayacaktı. İlerlediği koridorda Tuncay'ın odasına gelip kapısını vurduğu gibi araladığında anında ayaklanan adamla girdi odaya. Kendine uzatılan eli sıkıp koltuğa bedenini bıraktığında adamın tek kaşını kaldıran halinden de soracaklarının olduğunun farkındaydı. 'Doğru söyle, dün Ceyhun silahını aldı mı odaya girerken?' alenen gözlerindeki güvensizlik belki de Dağhan'ın hem gülüp hem de ağlaması gereken konuyken usulca başını sağa sola sallayıp tebessüm etti. 'İnsanları yok etmek için silaha ihtiyacım yok Tuncay.' 'Ben daha kapıdan girerken ortalığa kaosun hakim olacağını düşünmüştüm.' Tuncay'la yıllardır tanışırdı Dağhan. Ve aslına bakılırsa en sevdiği özelliği karşısındaki kişinin kimliğini önemsemeden ne düşünüyorsa onu söylemesiydi. Bu okul dönemlerinde de aynı şekilde ilerlemişti, iş hayatında da. Hatta o kadar ki bir laboratuvar projesi için ondan fikir almaya geldiğinde çocuğunun farklı bir ilgi görmesini isteyen veliyi açık açık haşladığına da şahit olmuştu. Genelde nazik, kendini bilen, ancak bazen dilini tutamayan bir adam olsa da Tuncay iyi bir yöneticiydi, bu yüzden de bu okulda Deva koştururken gözü kapalı güvenebilirdi. 'Eğitim kurumundayız.' Omuz silktiğinde telefona uzanıp kahve isteyen adam olumsuzca başını salladı. 'Senin için önemsiz bir ayrıntı bu. Bilecek kadar uzun zamandır tanışıyoruz.' Vurulan kapıyla gülümsediğinde gelen fincanlar önlerine bırakılmıştı ki Dağhan henüz ağzını açmadan devam etti konuşmasına Tuncay. 'İtaat, en önemli husustur. Bunu sen söylüyordun.' Adamın yüzündeki dalga geçen tavrın farkında olsa da iç çekerek bakışlarını geniş odada dolaştırdı. 'Çocuklar kile benzerler, ebeveynleri şekillendirir. Bunu da sen söyledin.' Dedikten sonra hafifçe omuz silkse de sonunda bakışları tekrar Tuncay'a döndü. 'Değişiyorsun, güzel bir değişim.' 'Değişmiyorum, Dağhan aynı kişi, hala itaat en önemli husus. Sadece Deva'nın babası olmaya çalışıyorum, ona layık olacak şekilde.' 'Değişiyorsun Dağhan, kabul et, kötü bir durum değil bu. Hep söyledim, zaten içinde bu kişi vardı, ortaya çıkıyor hepsi bu.' 'Değişik zamanlarda görmeni öneririm.' Yüzündeki kırgın gülümsemeyle bakmaya başladığında Tuncay derin bir nefes aldı. Yıllardır birbirlerini tanıdıkları süreç boyunca Dağhan'ın hep tek yüzü olmuştu. Soğuk bakışlar, mimiksiz bir çehre, dünya yansa arkasına dönüp bakmayacak kibir. Şimdi koridorda çocuklarını bekleyen insanlar bile Dağhan'ın bu değişiminin farkında gibi duruyordu. Bazen aralarında olan konuşmalara şahitlik ediyordu. Daha durağan, sakin, fakat bir o kadar da sert mizacı var diye bahsediyorlardı adamdan. Gerçekte paçalarından kibir akıyor diyecekleri Dağhan için sakin diyebiliyorlardı. İnsan değişirken yok oluş içerisinde var olurdu. Kendisini bulmak adına uzun bir yola çıkar, belki de daha çok kaybederek asıl benliğine rastlardı. İnsan tüm yol boyunca kendisiyle tanışırdı. Attığı her adımda, gördüğü her kişide, yaşadığı her olayda daha çok yaklaşırdı. Bazıları için kendisiyle tanışmak çok ama çok uzun zamanlar alırdı. Çünkü, kim olduğunu bulmak, birisi olmaktan daha da zordu. Ve bazıları da geleceğin güçlü kadınlarından birini, şimdilerde ufak bir kız çocuğu yetiştirerek hazırlarken gerçek kimliğine rastlardı. Bilgisayar ekranındaki gözlerini vurulan kapıya çevirdiğinde usulca içeri giren Pamir'in sıkıntılı haline baktı Dağhan. Odasından dışarı çıkmadan, varlığını pek göstermeden çalışmasına o kadar alışmıştı ki şimdi odasında görünce garip geliyordu haliyle. 'Pamir?' kaşları derinlemesine çatılırken adam usulca girdiği kapıyı örterek masanın önündeki deri koltuğa yaklaşıp bıraktı bedenini. Elindeki dosyayı ortadaki sehpaya fırlatırcasına attığında Dağhan laptopun kapağını hafifçe kapatıp ayaklandı yerinden. Sessizdi adam, onu ailesinin evinden aldığı kıyamet kopan akşam gibiydi hali tavrı. 'Şimdi mi konuşmak istersin, yoksa kafa dinleyip sonra mı?' 'Bilmiyorum.' Başını usulca sağa sola sallarken hala sehpaya fırlattığı dosyalarda olan gözleri histerik gülüşüyle kendisine döndü. Isırdığı dudağını bırakıp kaşlarını çatarken Dağhan dolaptan çıkardığı kadeh ve şişeyle karşısındaki koltuğa yerleşti. 'Toplantın var mı?' 'İptal ettim.' Aldığı cevap dumur etse de elindekileri sehpaya yerleştirip ayaklandığında kapıya ulaşarak aralayıp baktı Ezgi'ye. 'Görüşmelerim iptal Ezgi. Kimseyle görüşmek istemiyorum.' 'Nasıl isterseniz Dağhan bey.' Kapıyı tekrar örtüp kilidi çevirdiği gibi koltuğa tekrar yerleştiğinde kadehin birini doldurarak uzattı Pamir'e. Duruşu, bakışı, toplantı iptal etmesi normal değildi. Arafta kalmış gibi hesapsız kitapsız, ne yapacağını bilemez haldeydi adam. Kadeh parmaklarının arasından alındığında geriye yaslanıp beklemeye başladı. Ne zaman isterse o vakit dinlerdi. Daha önce Pamir'in bu durgunluğuna rastlamış bir adam olarak iç hesaplaşması ne kadar sürecekse dostu olarak beklemekte boynunun borcuydu. 'Annemi hastaneye kaldırmışlar.'
|
0% |