Yeni Üyelik
60.
Bölüm

Bölüm 58 - On Tane Dikişçik

@biceruvar


Çok ama çok "HOLLA!" kuşlarım benim.... Yine akşamın bir vakti çöreklendim bilgisayar tepesine. Hemen yanı başımda duran Türk kahvem ve ben bu bölüm için bir nebze ağlayıp, biraz kızıp, biraz da tebessüm ettik, elbette biraz da şaşırdık. Sonra oturup kendimizi sorguladığımız zaman dilimlerine de denk geldik. Bana soracak olursanız, Türk kahvesi kadar içmesi keyifli ama bir o kadar da acı bir bölüm oldu.

Ve şimdiden eklemek isterim ki;

"Ah Irmak kuşum, ah çiçeğim keşke bu kadar güçlü bir kadın olmak zorunda bırakmasaydım seni... Çirkin görünümlü güzel kalbinden öpüyorum..."

Sizleri instagrama beklediğim gerçeğini atlamayalım lütfen...

Instagram: BiCeruVar

-----------------------------------------------

'Görüşmelerim iptal Ezgi. Kimseyle görüşmek istemiyorum.'

'Nasıl isterseniz Dağhan bey.' Kapıyı tekrar örtüp kilidi çevirdiği gibi koltuğa tekrar yerleştiğinde kadehin birini doldurarak uzattı Pamir'e. Duruşu, bakışı, toplantı iptal etmesi normal değildi. Arafta kalmış gibi hesapsız kitapsız, ne yapacağını bilemez haldeydi adam. Kadeh parmaklarının arasından alındığında geriye yaslanıp beklemeye başladı. Ne zaman isterse o vakit dinlerdi. Daha önce Pamir'in bu durgunluğuna rastlamış bir adam olarak iç hesaplaşması ne kadar sürecekse dostu olarak beklemekte boynunun borcuydu.

'Annemi hastaneye kaldırmışlar.' derken nefesini zorlukla verdiğinde Dağhan'ın kaşları çatıldı. Daha fazla oturmanın anlamsız olduğunu düşünerek ayağa kalkıp arabanın anahtarını alırken bir yandan da Pamir'i harekete geçirme çabasındaydı.

'Kalk gidelim, böyle oturttum, araba kullanamazsın sen şimdi.'

'İstemiyorum Dağhan.' Başını sağa sola sallayarak kadehten bir yudum aldığında gözleri de sonunda arkadaşını bulabilmişti, 'İçimden gelmiyor. Suçlu hissediyorum kendimi ama gelmiyor işte.'

'Pamir, bir şey olursa eğer pişman olmanı istemiyorum. Kalk kardeşim, gidelim.' Tekrar harekete geçerken adam başını sağa sola yine salladığında bedenini bir çuvalı bırakır gibi koltuğa atıp boşta olan kadehe kendisi içinde doldurarak beklemeye başladı. Pamir'in belki de sadece konuşmaya ihtiyacı vardı, dümdüz, birisinin onu yargılamadan dinlemesine. Yıllar önce aklından onlarca soru geçerken sabaha karşı odasının kapısına dikilip "Konuşsak mı?" dediğinde anında ayağa kalkıp tek kelime etmeden onu dinleyen arkadaşına ihtiyacı vardı belki de... Ne kadar zaman geçmişti o gecenin üzerinden bilmiyordu Dağhan ancak Pamir'in zorlamalarla bir şey yapmayacağını çok iyi bir şekilde ezber etmişti.

'Şirkette çalışırken kalp krizi geçirmiş. Otuz iki saattir durmaksızın çalışıyormuş. Otuz iki saat Dağhan... Tamı tamına otuz iki...' Başını sağa sola salladığında kendine kızan gülümsemesi belirdi Pamir'in dudaklarında, 'Haber geldiğinde bende yirminci saatimdeydim.'

'Yirmi saattir çalışıyor muydun sen?' Dağhan gözlerini büyüterek baktığında adam sadece başını sallayarak kadehi tepesine dikti.

'Onlar gibi olmak istemiyorum. Bir gün hayatımda gram sevgi yokken, ofisimde tüm varlığımı bağladığım dosyaların üzerine yığılıp kalmak istemiyorum. Dünyadan böyle geçip gitmek istemiyorum Dağhan.' Derken birilerinin kendisini öyle biri olmadığına ikna etmesi adına cümleler kurmasını istediğini o kadar anlaşılıyordu ki. Fakat işin doğrusu Pamir'in az önce iki dudağının arasından çıkmış yirmi saat fikri Dağhan'ın istemsizce içinin sıkılmasına yetmiş bir nebze de Pamir'i omuzlarından tutup silkeleme isteği duymasına neden olmuştu.

'Buna gerek yok zaten. Sen hali hazırda mükemmel işler yapmış birisin. Çalıştığının yarısını geçiyorum üçte birini yapsan yeter de artar.' Bazen insan kendinden kaçarken işine, hobilerine hatta belki de fobilerine yönelirdi. Bazen insan tıpkı Pamir gibi düşünmemek adına nefes almadan yaşamayı alışkanlık haline getirirdi. Dağhan adama kızamıyordu dahi, çünkü onun olduğu durumu kendisi de yaşamıştı. Basit bir şekilde evinde dört duvar arasında herhangi bir parça açıp, kahvesini alıp sakince oturmayacak kadar meşgul etmişti zihnini.

'Kurulmamış bir ailem olsun istemiyorum. Sevgi yoksunu, aile olmayı dostları sayesinde öğrenmiş bir çocuk yetiştirmeyi, işim olduğu için kardeşinin olmasını ret ettiğim oğlum veya kızım olmasını istemiyorum. Masanın köşesine atılmış bir fotoğraf karesinden evlendiğim kadını değil, gerçekten sevdiğim kadını ona ait olan zamanlarda görmek istiyorum. Gerçek zamanlarda.' Gözlerini pencereden diktiği gökyüzünden bir an çekmezken acı içerisinde yutkunarak yüzünü buruşturması da bir olduğunda Dağhan alt dudağını dişleriyle ezip başını usulca salladı.

'Bütün bunları yapabileceğini biliyorsun.' Dedikten sonra Pamir'in kadehini yenilediğinde dudaklarını ıslatarak geriye yeniden yaslandı.

'Elfe'den hoşlanıyorum.' Duyduğu itirafa şaşırsa mı yoksa bu zamana kadar hala nasıl aralarının olmadığını sorgulasa mı kararsızdı. Kaşları havalanırken bir şeyler söylemek adına dudaklarını aralasa da Pamir derin bir nefes aldığında bekledi.

'Bir haftadır yüzünü bile görmedim. Onlara o kadar benzedim ki hoşlandığımı bildiğim kadını işi bırakıp göremedim.' Pamir her şeyin ötesinde kendinden umutsuz gibiydi. Sanki kendi gözüne basit görünen eylemler Pamir için bir dünyayı devirmek, devrim yapmak, hayatının merkezindekini alaşağı etmek gibiydi ve adamın bu düşünce tarzından bir an önce uzaklaşmasını istiyordu. Fakat her şeyin başında kusmasını, bütün kızgınlıklarını, kırgınlıklarını önüne dökmesi şart gibi görünüyordu.

'Hayat dolu Dağhan. Gözleri parlıyor. Uzun uzun ilgi gösterilmesi, zaman ayrılması gereken bir kadın. Hatta çok garip bir şey var biliyor musun?' kendi düşündüğü şeye şaşırır gibi gözlerini belerterek bakmaya başladığında dudaklarındaki ufak tebessümle devam etti, 'Deli gibi koşturması gerekirken beni arıyor ve tüm o koşuşturma arasında vaktinin nasıl geçtiğini, neler yaptığını saatlerce anlatıyor. Ve ben henüz en başta, hoşlanırken, duygularımın en yoğun olduğu zamanda işimi bırakıp ilgilenemiyorum. Böyle bir ilişkiyi hak etmiyor o.' Kendini yargılaması aslında Dağhan'ın müdahale etmesine bile gerek bırakmıyordu fakat adam bir şekilde gerçekleri gösterme derdindeydi. Pamir'i bu zamana kadar işlerden alı koyacağı veya biraz olsun bütün olanları unutturacağı fırsatı yakalayamamıştı. Ancak şimdi, tam da şu an o vaktin geldiğini anlıyordu. Belki arkadaşın damarına basmak en lanet edilmesi gereken durum olabilirdi ancak iyiliği içinse çekinmeden yapardı.

'Haklısın, böyle ilgisiz bir ilişkiyi hak etmiyor.' Başın sallayarak desteklese de arkadaşının yarım ağız dalga geçen gülümsemesiyle derince nefeslendi Dağhan. Acilen yüzündeki o kendine lanet eden sırıtmayı silmesi ve ayağa kalkıp Elfe'ye gitmesi gerekiyordu. 'İşte tam da böyle bir ilişkiyi hak etmediği için gitmelisin yanına. Zaman ayırmalısın, onunla hayat nasıl yaşanıyor bakmalısın. Hayat hep bizim gördüğümüz gibi puslu değil Pamir.'

'Ben hep sisli haline rastladım.' Pamir kaşlarını havalandırıp arkadaşına tamamen odaklandığında onun yüzündeki gülümsemeyle beraber gelecek cümleyi bekledi.

'Çünkü o sisi dağıtacak güneşin yok. Kadınlar... Onlar güneş gibi. Kurak, sisli, kuru dallarla dolu ormanlarımız var bizim. Her yer renklensin diye kadınlara ihtiyacımız var. Sevmeye, sevilmeye. Nasıl yaşanılır öğrenmeye ihtiyacımız var.'

'Annemin eski fotoğraflarına baktığımda o da güneş gibi gülümsüyor. Ya bende babamın yaptığı gibi o ormana, o güneşi gömersem? Ona bu haksızlığı yapamam.' Bilinmedik yolların dikenleri arasında yürümek mi korkuturdu insanı yoksa o yolun gerçek oluşu mu bilinmez fakat dışarıdan sert bir kabuk olan erkekler bazen o kabuğu daha da kalın hale getirirlerdi. Bir tebessümün veya teşekkürün kadınlara yetebileceği algısından çok uzakta, etraflarını demir bir zırh ile örerken yıllar sonra pişman olacaklarından bir haber ilerlerlerdi.

'Güneşi gömemezsin Pamir. Kalkışırsan terk eder.' Dağhan'da kollarını göğsünde birleştirip gerçekleri yüzüne çarparak omuz silktiğinde Pamir'in gözlerini etrafta gezdirip dudaklarını ıslattığını fark etti.

'Ya yaşayacağım ya terk edileceğim yani?' düşünceli hali, canını yakıyor olmak Dağhan için Pamir'e yapacağı en son aksiyon olabilirdi. Ancak eylemler yüzünden canının yanmasındansa varsın sözcükler sayesinde acısındı Pamir. Hatta gerekirse ve olacaksa kendisine küsebilirdi dahi...

'Terk ederse onu suçlayamazsın.'

'Suçlamam, becerememek benim problemim.'

'Yüreğin yeter eminim.' Başını usulca sallarken derin bir nefes aldığında aklı hala hastanedeydi Dağhan'ın. Vicdan azabı yaşasın istemiyordu, ne olursa olsun kendisini suçlaması taraftarı değildi. O hastanede olanın kim olduğu, ne durumda olduğu değil arkadaşının kalbinde simsiyah bir kara delik oluşturabilme ihtimali ilgilendiriyordu adamı. Pamir daha fazla kararmamalıydı, daha çok siyaha gömülmemeli ve gerçekten de tüm benliğiyle aslında en zor işi, bir kadını sevmeyi başarabilmeliydi.

'Bir yerden başla, kalk şu hastaneye gidelim.' Kararsız da olsa arkadaşının ısrarlı bakışlarıyla elindeki kadehi bıraktı Pamir. Birini etkileyen en öncelikli detay aile olurdu. Boşuna eğitim aileden başlar demezlerdi. Nasıl gördüyse o şekilde büyümek, kimi tanıdıysa ona benzemek, tüm olanları benimsemek dört duvar bir çatı altında başlardı.

İnsanın evinde.

Zamanla kendi dört duvarını inşa eder ve tüm yeniliğiyle başlardı hayata, üzerindeki çatının yıldızları görüp görmeyeceği kendisine kalarak. Bir defterde sayfa değiştirmeye benzerdi bu durum. Bir önceki sayfaya yazılanın mürekkebi geçmezdi fakat izi kalırdı. O ize rağmen başkası olmak için çaba sarf ederdi kişi. Bazen aynı düzene devam eder, bazen kendi satırlarının sahibi olurdu. Fakat sonunda ne olursa olsun, o hikaye kendisine ait şekilde kapanırdı. Kadere giden yolda, seçimler her zaman önem taşırdı.

Arabayı park ettiğinde dikiz aynasından hemen arkasında duran araca baktı Dağhan. Deha'nın olduğunu görerek güldüğünde adam bin bir çabayla arka koltuktan altığı paketleri çıkarıp ayağıyla kapıyı örtmüştü ki Dağhan'da elini arabanın kapısına uzattığında karşıdan hızla yaklaşan araca kısık gözlerle baktı. Yaklaşan şeyin frene basma gayesi olmadığını fark edince hızlıca indiğinde silahını çoktan hedeflemiş Arjin'e elini havalandırıp durmasını işaret etmişti ki çıkan büyük gürültünün ardından tekrar bir gürültü yükseldiğinde az önce arkaya aracını park etmiş Deha'nın büyümüş gözlerine döndü.

'Ağzına tükürdü arabamın.' Adam şok olmuş halde ön kaportası ezilen arabasına baktığında Dağhan daha fena durumda gözüken burun buruna iki arabayı kontrol ederek içinden inen kadında gezdirdi gözlerini.

'İyi misin Irmak? Kafanı gözünü çarptın mı?' umurunda olmayan arabasıyla bir çırpıda kadının olduğu tarafa ilerleyip süzerek kontrol etti çıldırmış gibi olan bedeni. Alnındaki kızıllıkla torpido gözüne ilerleyip peçete aldı hemen.

'Ağrıyor mu?' canını yakmamaya özen gösterirken kendine donuk donuk bakan kadının şokta olup olmadığını anlamak için çattı kaşlarını.

'İsmin ne?'

'Bu kadar iyi davranmana katlanamıyorum!' Göğsüne inen yumrukla az önce donuk bakan kadının gözleri dolmaya başladığında kaşları havalandı anında.

'Sonucu aldın.'

'Başlarım sonuca! Arabamı hurdaya çıkardı! Seninkini de! Üstelik... Kendininkini de!' Deha sırası üzerine elindeki paketlere rağmen üç arabayı da başıyla işaret ettiğinde Dağhan göz devirerek baktı kardeşine.

'Deha.' Uyarırcasına çıksa da sesi adı kadar emin olduğu gerçek Deha'nın durmayacağıydı. Kardeşinin derdi araba falan değil, aklında kurduğu acı senaryolardı emindi ki. Böyle şeylere kafayı takacak bir adam değildi çünkü Deha. En önem verdiği ve hassas olduğu konu sağlıkken daha yeni ailesinden biri oluğunu öğrendiği Irmak'ın alnındaki kızıllık daha çok acıtırdı onun ruhunu.

'Yetmez gibi kafasını da patlattı! Ne Deha'sı abi! Manyak mısın ya sen! Ya inemeseydi arabadan!'

'Kes sesini!' Irmak aralarında burun buruna girmiş iki araba olmasına rağmen bir anda adama doğru atıldığında belini yakalayan kollarla tepindi.

'Asıl sen kes sesini! Gören de aklı başında zanneder! Ya abim inemeseydi! Ya Deva olsaydı arabada! Ulan ya Pera olsaydı!' Deha arabanın çevresinden dolaşarak kükreye kükreye yanlarına ulaştığında Dağhan hala belini tuttuğu kadını geriye çekti.

'Ama yoklar!'

'Aptal, manyak, ruh hastası kadının tekisin!' adamın havalanan işaret parmağıyla bağrışı sürerken evin açılan kapısıyla Dağhan'ın gözleri şaşkın Pera'yı buldu. Başını bir şey yok dercesine sağa sola salladığında birbirine geçmiş hurda yığınını görerek daha da gözlerini büyüttü kadın.

'Nasıl oldu bu? Bir yerinizde bir şey var mı?'

'Yok güzelim, biz biraz kavga edip geleceğiz, sen gir içeri hadi.' Ne kadar Pera'yı göndermeye çalışsa da başının sağa sola sallanmasından, kollarını göğsüne bağlayarak Deha'ya ulaşmaya çalışan Irmak ve bağırmasına ara vermeyen adamı izlemesinden zaten sonuç alamayacağı belliydi.

'Sende geri zekalı bir ergensin Deha!'

'Şu yaptığın kadar salakça bir hareket hiç yapmadım! Ruh hastası!' Deha daha da yaklaşırken Dağhan bu kez Irmak'ı arkasına doğru savurup adamın göğsüne elini yasladı.

'Deha yeter abicim.' Kaşlarını havalandırıp sakinliğe ihtiyacı olduğunu belli etmek istercesine baktığında arkasından gelen ses çok vakit kaybetmemişti.

'Bırak gelsin bakalım boynunun üzerinde kafası kalıyor mu!' hala geride tutmaya çabaladığı Irmak mücadele ederken adam bu kez ona çevirdi gözlerini.

'Tartışın ama birbirinizi öldürmeye çalışmadan. Yeter dedim! İkinize de yeter diyorum.' Bir nebze sakinleşmiş Deha'dan gözlerini hala çakmak çakmak bakan Irmak'a çevirdiğinde kadının burnundan soluyan haliyle derince nefeslendi.

'Şu yarana bakalım, sonra tüm sokağı inletebilirsiniz.' Kardeşinin göğsünden elini çekip hala açık araba kapısına Irmak'ı ilerlettiğinde kadının bir anda savuşturmasıyla ıslattı dudaklarını.

'Sizin yardımınıza ihtiyacım yok!' hırçınlığına lafı olmazdı, olamazdı, özellikle ne yaşadığını bilmezken bunu yargılayamazdı da. Hatta tüm detayların ötesinde kardeşini ve kendini biraz olsun tanıyorsa Irmak'ın bu deli damarı, aklı başında olmaya hali normal gelirdi Dağhan'a.

'Kanıyor hala Irmak, inat etme.'

'Bu kan öldürmez beni! Defalarca daha fazlasını kaybettim! Hiçbirinde olmadığınız için bilmiyorsunuz!' kadının bu kez kendine kükremeye başlamasıyla derin bir nefes alarak sinirlerini kontrol etmeye çabaladı.

'Dinlemeden yargılıyorsun.'

'Sizi hiç dinlememem gerekiyordu! Sizi, aptal düşüncelerinizi, fikirlerinizi! Sizi asla görmemeliydim!' hala soğumamış içiyle bağırmasına devam ederken arkasını dönüp gitmek üzere olan kadının bileğini yakaladığı gibi Pera'ya başıyla evi işaret etti.

'Pera, lütfen.' Hala bekleyen haline ısrar edercesine bakarken kadın hassas durumun bilincinde olarak başını sallayıp dışarı çıkan Deva, Deniz ve Elfe'ye evi işaret etti. Hepsi bir bir içeri girdiğinde son olarak Pera'da kapıyı örtmüştü ki tekrar elini savuşturup gitmek için hamlede bulunan Irmak'ın yeniden kolunu yakaladığı gibi açık arabanın kapısından koltuğa sertçe itti.

'Beni dinleyeceksin!' kararlı ses tonu karşısında başka biri olsa ürkütecek haldeyken kadında ufacık bir tedirginlik bile yaratmamıştı.

'Hayatımı siktiniz!' göğsüne tekrar yumruk indiğinde aslında girdiği kıskaçtan kurtulmak istediğini biliyordu fakat buna izin verecek değildi. Kıyamet mi kopacaktı? Durmasın kopsundu. Dağhan'ın şu an umurunda dahi değildi.

'Tek acı çeken sen değilsin Irmak!' bedenini itmeye çalışmasıyla elini sertçe arabanın üstüne indirdiğinde kendini belli eden deli damarıyla baktı kadına. Gözlerindeki alevlenmelerin bire bir aynısı karşısındaki kadının mavi harelerinde de vardı, göğsünden yükselip gırtlağına kadar ulaşan o hararet olduğu gibi.

'Beni dinleyeceksin!' elini bir kez daha arabanın tavanına vurdu.

'Benimle konuşacaksın!' bir kez daha vurduktan sonra hafifçe eğildiğinde kendi elalarına tezat duran mavi harelerine kaşlarını havalandırarak baktı.

'Anladın mı!' kendisine düşmanına bakar gibi bakmaya devam eden kadın göğsüne yeniden sertçe vurduğunda sıkıntıyla alt dudağını dişleri arasında ezmeye başlamıştı bile.

'Senin istediklerini yapmaya mecbur değilim!'

'Mecbursun Irmak.'

'Bir test aynı kandan olduğumuzu söyledi diye sana boyun bükeceğimi mi sanıyorsun! Aptal bir çocuk gibi boynuna atlayıp abi dememi mi bekliyorsun! Çok beklersin Kalaycı!' gözlerindeki deli ışıltılar kadını korkutmak yerine daha da çileden çıkartırken arabanın üzerindeki ellerini çekip anında kollarını yakalayarak ayağa kaldırdı Irmak'ı. Sırtının arabaya yaslamasını sağladığında başını usulca sallayıp histerikçe güldü. Derdi canını yakmak değil, şu an acıyla kıvranan ruhunu etki altına alıp durultmaktı aslında fakat bazen Dağhan'ın da ayarı olamayabiliyordu.

'Abi de diyeceksin! Sözümü de dinleyeceksin! Yalnızken başına ne geldiğini de anlatacaksın!'

'BIRAK!' kadın anında kolunu Dağhan'ın koluna geçirip sıkıca kavradığında karın boşluğuna da yumruğunu geçirmişti ki adamın milim kıpırdamamasıyla yeniden vurdu.

'Sana beni bırak dedim!'

'BENDE SANA DUR DİYORUM!' hışımla yumruğunu kadının yaslandığı cama indirirken içine çökmesiyle bakışlarını bir an çekmedi boğuk bakan mavilerden. Kolunda, elinde oluşmuş kesiklerden damla damla süzülen kanı hissediyordu fakat asla kapatılamayacak yarayla yüz yüzeyken, dikişle kapatılacak birkaç çiziği pek önemseyemezdi. Kolunu usulca çekip kurtardığında kendine yaklaşmaya başlayan adamın sesini duydu.

'Abi!' Deha'nın hamlesini engellemek için elini havalandırırken başını usulca sağa sola sallayarak baktı Irmak'a.

'Beni öldürsen bile bu saatten sonra seni yalnız bırakmayacağım Irmak. Canımı alacak olsan da peşindeyim. Sen, kendi isteğinle bu aileye gireceksin, o kafana not et.' Başını usul usul sallarken bir adım geri çekildiğinde bedenini araçtan ayıran kadın derin bir nefes alarak kaşlarını çattı.

'Hakkımda zerre fikriniz yok. Kuduz bir köpek gibi olduğumun farkında bile değilsiniz. Sizin minnoş aile ilişkilerinize katılmayı gram istemiyorum. Zaten nefret ediyordum, şimdi daha da çoğaldı nefretim.' Yanından sıyrılıp arabasına yöneldiğinde önündeki Deha'yı da omuzundan ittiği gibi kapıyı açarak telefonunu almış, arkasına bile bakmadan ilerlemeye başlamıştı. Dinlemediği detayları bilmeden, dinlemediği için pişman olacak halde devam etti yoluna Irmak. Arkasından bakan iki adama olan tüm siniriyle.

'Abi, eve girmeden hastaneye gidelim.' Deha'ya başını sallayarak onay verdiğinde koşarak yanlarından ayrılan Arjin'i beklemeye başladığında hala yürüyen bir yandan da telefonla konuşan kadına göz attı.

'Çok kötü şeyler yaşamış.'

'Ne yaşadığı umurumda bile değil, bunu yapması salaklıktan başka bir şey değil.'

'Canı acıyor Deha, anlamaya çalışacağız.' Gözleri usulca kardeşine döndüğünde onun olumsuzca bakmasıyla derin bir nefes aldı.

'Bizim de canımız acıdı.' Kaşlarını havalandırıp başını usul usul salladığında zamanında yaşadıklarını anımsayıp dudaklarını ıslatarak devam etti, 'Biz de başkalarından çıkardık hırsımızı.'

'Aynı şey değil.'

'Irmak'ınki daha kötü.' Adamın dehşetle kendine bakması bile fikrini değiştirmiyordu Dağhan'ın. Sinirden kuruyan dudaklarını yeniden ıslattığında yaklaşan arabayla gülümsedi kardeşine.

'Tüm o zamanlarda benim olmadığımı düşün. Ben sen olmasaydın neler yaşardım hayal bile edemiyorum.' Duran arabayla hurdaların yanından geçip ilerlediği gibi bindi. Arjin'in uzattığı gazlı bezi açık ve kanamaya devam eden kesiklere bastığında başını geriye atmayı da ihmal etmedi. Tuncay'a dediği şeyin gerçekliği bir kez daha kendini kanıtlamıştı. Dağhan değişmemişti, Dağhan sadece farklı birisi gibi görünmeyi alışkanlık haline getirmiş bir adam haline dönüşmüştü.

Geldikleri hastaneyle beraber kolunu temizleyip dikiş atmaya başladıklarında gözleri hala sinirli kardeşinde dolaştı. Söz konusu kendisi olunca, sevdiklerinin canının yanması olunca nasıl celallendiğini bilirdi. Fakat unuttuğu bir nokta vardı ki bugün kavga etmelerini engellediği kadına istediği kadar kızgın olsun kardeşiydi. İki gün sonra onun içinde aynı tepkileri vereceği kanı, canıydı.

'Ağrın var mı?' çatık kaşları ardından mırıldandığında gülerek başını sağa sola salladı. Kendine de kızıyordu Deha, Irmak'a hak verdiği, anlamaya çalıştığı için.

'İyiyim merak etme.'

'Tabi, kendini Ironman zannetmesen inanırdım ama işte...' elini rast gele savurup kapatılmaya başlayan kolunu işaret ettiğinde son bandı yapıştıran hemşireye başını salladı anında.

'Teşekkürler, elinize sağlık.'

'Geçmiş olsun Dağhan bey.' Kadın malzemeleri toparlayıp çıkarken Dağhan'da oturduğu sedyeden inip sağlam kolunu Deha'nın omuzuna atarak çıkışa yöneldi. Tüm kızgınlıklar zaman içerisinde geçecek, yerini sakinliğe bırakacaktı. Irmak bir şekilde durumu sindirecek, kabullenecek, kendilerini dinleyecekti. Kendisini anlatması belki uzun sürecekti fakat bir şekilde olacaktı.

'Dağhan!' kolundaki sargıyı fark edip panikle ayaklanmaya çalışan kadına hızlı adımlarla yaklaştı. Anında elini yakalayıp kalkmasına destek olduğunda sıkıca sararak öptü başının üzerinden.

'İyiyim... Ufak bir yaralanma.'

'Nasıl ufak? Dirseğine kadar kolunun sarılı olması ufak anlayışının neresine sığıyor?' kadının gergin haliyle bedeninden kopmasına gülümsediğinde çenesini yakaladığı gibi dudaklarının üzerini örttü.

'Büyük değil, ufak çizikler vardı, mikrop kapmasın diye tüm sargı yapıldı.'

'Damarlarına ulaşmadığı için ameliyata alınmayacağı kadar ufak. On tane dikişcik.' Deha işaret ve baş parmağı arasını hafifçe açıp yüzünü buruşturarak konuşurken Dağhan gözlerini devirse de Pera şaşkınca baktı adama.

'Saf dangalaksın be güzel kardeşim. Bir şey yok güzelim, gerçekten yok. Bakma abarttığına.'

'Üzerindeki gömleğe bakmam yeterliymiş zaten.' Kadının laf sokmasıyla fark ettiği mavi gömleğin kızıllığıyla derin bir nefes alıp ilikleri çözmeye başladı.

'Duş alıp geleceğim. Sen sakin ol, sen de daha fazla yengeni germe.' İkisine de uyarırcasına bakışlar atıp merdivenlere yönelirken ardından gelen ayak sesleriyle Pera'nın elini yakalaması bir oldu. Sessizce odaya çıktıklarında bıçak açmayan ağızlarıyla önce bandajın üzerini kapatmışlar ardından Dağhan duşa atmıştı bedenini.

Omuzuna attığı tişörtüyle beraber tekrar odaya döndüğünde berjerde oturan kadına yaklaştı. Başının üzerine dudaklarını bastırıp derince nefeslendiğinde ciğerlerini dolduran kokusu yüzünün gülmesini sağlamıştı bile.

'İyi misin gerçekten?' derken gözlerindeki kuşku Dağhan'ın iliklerine kadar işliyordu. Zamanın bir yerinde Pera'nın kendisine bu kadar yakın durabilme ve böylesine endişeyle bakabilme ihtimalini başkasından duysa çok büyük bir kahkaha patlatırdı imkansızlığa dair siniriyle. Fakat şimdi, o kapkara gözleri kendi elalarını kara delik gibi içine çekiyordu.

'Ağrımın olmayacağı kadar sağlam verdiler ilacı. Deha'nın abarttığı kadar değil zaten.'

'Ondan bahsetmiyorum Dağhan, sinir krizi geçirmiş gibisin.' Gözleriyle kolunu işaret edip tekrar kara harelerini adamın elalarına dikti. Omuzunu okşayan parmaklar hafifçe sıkılaştığında büktüğü boynuyla dikkat kesildi.

'Zor bir kız kardeşim var.' Gülümsemeye çabalasa da aklına yeniden üşüşen düşüncelerle sertçe yutkunduğunda sakallarının arasına yerleşen parmaklarla derin bir nefes aldı.

'Sonuçları almış mı?' sorusuyla başını usulca salladı adam. Gözleri pencereden dışarıyı bulurken kurumuş dudağının derisini ısırdığı gibi başını hafifçe omuzuna doğru düşürdü.

'Doğrulandığında düzelir diye ummuştum.' Zor kavramı ne zamandır lügatinde yoktu hesap dahi edemeyeceği haldeyken şimdi Irmak'a bu kadar yardım edemiyor oluşu kanına, canına, ruhuna dokunuyordu. Gözleri umutsuzca Pera'yı bulurken onun umut vaat eden bakışları belki de her şeye kafa tutmayı istemesine bir sebebiyetti.

'Biraz zaman alacak. Kolay bir geçmişi olmamış anladığım kadarıyla.'

'Nereden anladın?'

'Zor şey yaşayan kadınlar hırçınlaşırlar. Yalnız kalmakla savaşmış olanlar ise tüm dünyaya kızarlar. Irmak her ikisi.' Haklılık payını ölçmesine bile gerek yoktu. Adı kadar iyi biliyordu ki istese tek nefeste canını bırakacağı bu kadın haklıydı. Irmak yalnız başına zor şeyler atlatmış o kadındı ve kendi de dahil olmak üzere tüm dünyaya karşı bir nefreti vardı.

'Benim konuşmamı ister misin? Daha önce kendisi geldi, hiçbir şey de yapmamıştı sonuçta.' Daldığı düşünceler arasından yeniden Pera'nın sesiyle sıyrıldığında gülümseyip başını olumsuzca salladı.

'Biraz zaman geçtikten sonra olabilir sevgilim. Şimdilik beklemek en doğrusu, aile olarak pek normal psikolojimiz yok maalesef.'

'Duygularınız yoğun sadece.' Hafifçe silktiği omuzlarına tek kaşını kaldırarak bakmaya başladı.

'Ne?'

'Psikolojiniz bozuk değil, duygusal yoğunluğunuz fazla.' Sakallarının arasında gezen parmak uçları ensesine yönelirken Pera hafifçe yükselip dudaklarının üzerini kapattı sıcak nefesiyle. Duygu yoğunluğu hakkında bir şey diyemezdi ama duygu boşlukları epey bir fazlaydı onların.

'Nasıl içini rahatlatacaksa öyle söyle, Deha genelde manyak olduğumuzu iddia ediyor.'

'Sence ne peki?'

'Bence... Ailece ne yapacağımızı bilmiyoruz.' Kadının elini tutup beline sararak kollarının arasına çekti. Yeni bir milat bir çocukla olabilir miydi bilinmezdi ancak, insanın içindeki çocukla olabilirdi. Kızgınlıklar, kırgınlıklar, küslükler, kavga ve kıyametler... Her detay insanın içindeki çocuğun savaşından ibaret olurdu. Dağhan o çocukla çok mücadele vermişti. Bazen ret etmişti, bazen o çocuğa avaz avaz bağırarak bütün kinini kusmuştu. Şimdi o uslanmaz, yara bere dolu ufaklık kendi kırgınlıkları olan yerden tahlil ediyordu dünyayı. Sanki herkesin yarası bir başkasına denk düşebilirmiş gibi...

Saçlarında parmaklarını dolaştırarak tekrar kadının dudaklarının üzerini kapattığında Pera'nın boynuna dolaşan kollarıyla derinleştirdi öpüşünü. Bir insan her saniye özlenebilir miydi? Yanındayken dahi böylesine hasret çekilir miydi? Dağhan o hasreti, özlemi iliklerine kadar hissediyordu. Her detayı bırakıp günlerce Pera'ya bakabilse düşünmeden yapardı. Bir an bile plan kurmadan, sadece kadını seyrederek geçirebilirdi ömrünü.

'Özledim seni.' Kadının nefes almak adına dudaklarından kopan dudaklarıyla alnına bir buse bıraktığında onun mırıldanmasına gülümsedi. Kendi özlemi boyunu aşmıştı, bundan da haber var mıydı Pera'nın acaba?

'Deli gibi hasretim sana.' Dudaklarını kadının alnından ayırmadan mırıldandığında tekrar öpmüştü ki yeniden kendine yaklaşmasıyla kapattı teninin üzerini. Parmakları usulca kadının çene çizgisini okşamaya başladığında nefeslerinin birbirine karışması bile Dağhan'ın uçuruma yürür gibi hissetmesine nedendi.

Birini kalbin bilmek intihar kadar, yeniden doğmaktı.

Bir kadına yanmak, yangının kendisi olmaktı.

Bir adamda boğulmak, kendi denizini yaşatmaktı.

Bu yüzden ne zaman buluşsa nefesleri, hem intihar ettiler, hem de yeniden doğdular. Yangın oldukları kadar, denizin dibini buldular. Zaman hükmün geçmediği bir çizelgeyken, onlar akrep ve yelkovanı kovalayan saniye çubuğu oldular. Sürekli, durmaksızın ve akrep ile yelkovandan hızlı dönse de bir türlü onlar gibi isim konulamayan, kişiselleştirilmeyen, sahiplenilmeyen, yorulmak nedir bilmeyen ve aslında zaman için en çok çaba sarf eden, belki de köşeye atılıp akla dahi gelmemiş olarak, koşturmayı seçtiler.

'Pekala... Elif anneye ne söyleyeceksiniz? Dün sordu bana, bir cevap veremedim.' Gözleri Deha ve Dağhan'da gezindiğinde genç adam omuz silkse de bakışları sevdiği adama döndü.

'En azından Irmak sakinleşene kadar söylememeyi düşünüyorum. Sakinleştikten sonra kabullenmemiş olsa bile söylerim, belki annesiyle karşılaşmak kabullenmesini sağlar.' İhtimal denizinde boğulmak da bu olsa gerekti. Irmak biraz olsun tahmin edilebilir olsaydı eğer konu rahatlıkla çözülürdü ancak bakıldığı zaman kapalı bir kutu gibi gizemini koruyordu.

'Belki de şimdi söylemeniz gerekiyordur? Sakinleşmesi için yardımı olabilir.' Pera dudak büküp bakmaya başladığında Dağhan usulca başını sağa sola salladı.

'Irmak'ın dili bir yılandan farksız şu an. Bize kardeşleri olduğumuz halde o kadar kükredi ki, doğuran kadına karşı söyleyecekleri... Bu kadar olaydan sonra annemin kalbinin kırılmasını istemiyorum.'

'Kadın zincirleme trafik kazası niteliği taşımalı, bence anneme bulamadık diyelim. Hiç var olmamış gibi.' Deha tek kaşını kaldırıp mırıldandığında abisiyle yengesinin inanamaz bakışlarına gülmeden edemedi. Yok saymak, hiç bulamamış olmak annesinin karşısına canını sıkacak biriyle çıkmaktan daha makul geliyordu.

'Elif anne kalbinin kırılmasını ister ama.' Kaşları havalandığında dediğini anlamak için iki adamda kendini süzmeye başladığında Pera dudaklarını ıslatıp derin bir nefes aldı.

'Deva'nın beni yaralayan sözleri olabilir ama o yanımdaysa pek etki etmez. Anne olmak garip biraz. Sizin dert olarak gördüğünüz, anneler için deva olabilir.' Ne demek istediğini anlayacakları konusunda emin değildi fakat söylediğinin arkasındaydı. Deva onunla çatışıyor, bazen kızıyor, bazen küsüyor olabilirdi. Fakat yanında olduğu için her detay arka planda kalabilirdi. Gözlerine bakması dahi yüreğini pamuk gibi yapmaya yeterken istese de kırılamazdı ki kızına. Zaten yumuşacık hale getirdiği şeyi başarıp parçalayamazdı. Deva'yla karşılaştığında, ona sarılacağını umduğunda bile tüm korkularının ardında kızını tedirgin etmek ağlatmak vardı aslında. Kendi ağlasa da Deva'nın bir damla gözyaşı dökmesini istemeyen yüreği sürekli acaba ne hissedecek diye kavrulmuştu. Şimdi yıllardır her zorbalığa katlanmış Elif hanım emindi ki bütün ucu sivri sözlere, bağırma ve isyanlara rağmen kızıyla karşılaşmak isterdi.

'Irmak'a bunu söylesek bile umursayacağını sanmıyorum.' Deha başını sağa sola salladığında Pera gözlerini Dağhan'ın düşünceli haline çevirdi.

'Bırakın ben arayayım. Buraya gelsin, yarın siz şirketteyken. Elif anneyi de çağırırım.' Dağhan'a ısrarla bakmaya başladığında adam omuz silkip kenardaki telefondan kadının numarasını bularak uzattı Pera'ya.

'Denemekten zarar gelmez. Eninde sonunda öğrenecek.'

'Senin aramanı açmayabilir.' Kendi telefonuna numarayı girip aramaya başladığında gözleri iki adamda gezinse de onların dikkatli bakışlarıyla gülümsedi.

'Size rahatsız edilmek istemediğimi söyledim! Başınızda hangi siktiğimin belası varsa muhataplarına söyleyin kollarını ve bacaklarını katlayıp bir taraflarına sokarım!' bir anda kükrenmesiyle kaşlarını havalandırdı.

'Irmak, ben Pera.' Az önce kükreyen kadın bir anda aldığı karşılıkla susunca derin nefesini hissederek bekledi.

'Kusura bakma. Bak bana o iki dengesiz hakkında bir şey söyleyeceksen eğer hiç konuşmayalım. Seni olayların dışında tutmaya çalışıyorum ama ben sabırlı bir kadın değilim, arada kaynama.'

'Yok, onlar hakkında konuşmayacağım.' Gözleri iki adamda gezinse de siyah televizyon ekranına odaklandığında Irmak'ın dalga geçen tınısı da çok geçmeden duyuldu.

'Hayırdır o zaman? Doğuruyorsan ve o ahmaklar çevrende değil diye beni aradıysan çok yanlış bir seçim yapmışsın. Evim sizin tam aksinize İstanbul'un diğer ucunda.'

'Doğurmuyorum, doğuracak olursam ve kimse olmazsa ambulansı arayacak kadar bilinçli biriyim.'

'İlginç, aklını kullanabildiğin halde o aileden birisi olman derinden yaraladı beni.'

'Irmak... Rica etsem yarın görüşebilir miyiz? Bizim evde.' Elinden geldiğince yumuşak tutmaya çalıştığı ses tonu işe yarıyordu. En azından Irmak ilk telefonu açması dışında irdeleyici veya rahatsız edici bir kelime kullanmamıştı.

'Başta söyledim, onların ismine dahi tahammülüm yok-'

'Onlar olmayacaklar, şirkete gidecekler. Sen, ben ve Elif anne.'

'O kadını görmek istemiyorum.' Derken sesi kağıt kesiği kadar acı verecek ve kararlıyken Pera dudaklarını ıslatıp iç çekti. Söyleyeceği cümlelerin ağır bir karşılığı olduğunu bilmiyor olsa da konuşmaktan çekinmeyecekti.

'Belki çocuğun yok ama anlayacağını düşünüyorum Irmak. Yıllardır seni arayan, sadece ulaşmak için ağır yükler altına girmiş bir kadın o. Henüz senin kızı olduğunu bilmiyor ama buna hakkı var. Her gün Dağhan'lar bir şey buldu mu diye soruyor. Bu kadarcık hakkı var.'

'Yanılıyorsun Pera.' Aldığı tepkiyle kaşları çatılırken hangi konuda yanıldığına dair fikri yoktu.

'Ne hakkında yanılıyorum?'

'Yanılıyorsun, bir oğlum var. Ve biliyor musun, çocuğumu yıllarca arayacak kadar kendimden uzakta tutmam. Bir gün bile onu aramam gerekmez. Tamı tamına otuz dört yıldır bulamadıysa, bundan sonra da bulmasına gerek yok. İyi akşamlar.' yankılanan sinyal sesiyle gözlerini kapalı televizyondan bir an çekmediğinde kendinden tepki bekleyen iki adamla telefonu sehpaya bıraktı.

'Irmak, evli mi veya sevgilisi falan var mı?' sesindeki garip tını iki adamında hafifçe öne eğilmelerini sağlamış olsa da Dağhan dalga geçercesine olan tebessümüyle baktı.

'Hayır, Irmak bizim cinsimizden nefret eder.' dediğinde gülümsemesi yüzüne dağıldı anında Pera'nın. Demek ki bazı durum ve şartlar o kadar da kesin olamayabiliyordu. Yıllardır kardeşi olduğunu bilmese de tanıdığı bu kadının erkeklerden nefret ettiğini düşünen Dağhan'ı da, onun bir manyak olduğunu düşünen Deha'yı da donduracak cümleyi ise gecikmeden kurdu.

'Çocuk yapmayacak kadar nefret etmiyormuş.'

'Ne!'

'Hadi be!' önce Dağhan ardından Deha'nın tepkisiyle başını salladı. Aklının ucundan geçmezdi bugün ortalığı birbirine katan kadının çocuğu olma ihtimali. İşiyle o kadar meşgul gözüküyordu ki buna zaman ayıramam diyeceğini dahi düşünmüştü kendi aklından. Çünkü duruşu başlı başına öyle gözüküyordu.

Zaman koşar gibi ilerlerken, bazen kimlikler ve olunan kişiler de onunla beraber değişiklikler gösterebiliyordu. Tıpkı böyle anlarda tanındığı düşünülen bir insan aslında en uzak kişi olabiliyor, galaksideki milyonlarca yıldızlar arasında görünmez kalabiliyordu. Tıpkı sırlar gibi ulaşılmaz zannedilirken hayatın orta yerinde düştüğünde dumur edebiliyordu insanı. Çünkü vakit ve sırlar bir sırtlan gibi üzerinize atlayıp, parçalara ayırmaya yeterli şeyler olabilirdi.

 

Loading...
0%