Yeni Üyelik
62.
Bölüm

Bölüm 60 - Kör Bir Sokak Gibi

@biceruvar

 

Pırıl pırıl bir yıl, tertemiz 365 gün, çok ama çooook umutlu olacağınızı umduğum 12 aylık bir serüvene başlıyoruz... Bu yüzden de herşeyden önce... Hepinize iyi, hayırlı, huzurlu, aşk dolu, güzel dostluklarla bezeli musmutlu bir yıl diliyorum. Tüm sene boyunca kalbimin dört bir tarafını sarmış Pera ve Dağhan ikilisini göz önüne alarak hem 2022 ye vedamızı, hem de 2023'e selamımızı sizlerle verelim istedim.

Bu yıl sizlere ne kattı, ne aldı, bir sene sonra kimsiniz sizce çok merak ediyorum.

Mesela 2022 benden senelerin dostunu aldı. Büyümemi, görmemi ama gerçekten görmemi, dünyaya daha gerçek bir gözle bakabilmemi, bazen susulması gerektiğini, bazen de asla susulmaması gerektiğini öğrenmemi sağladı. Çalışma hayatına tekrar dönüp, yeri gelince hala deli dolu kalabilmenin güzel birşey olduğunu hatırlattı. Çok mu sevdin bu yılı diye soracak olursanız... Hayır. Gerçekci olmak lazım ki benim favori yılım değil kendisi ancak en azından pandemiden biraz daha yoksun olması iç rahatlatıcıydı. Olaylar için seneleri suçlayamayız sonuçta.

Öyle böyle bir şekilde samimiyetimiz oldu 2022 ve iyi ki geldin, iyi ki yerini 2023e bırakıyorsun...

Peki siz kim oldunuz 2022 sonunda?

Bu arada ne kadar iyi dilekler sunacak olsakta bir gerçeği aklımızdan çıkarmayalım ki senenin ilk gününden son gününe, 392 çiçek gibi yürek, 392 tane kadınımız katledilmiş durumda...

Katliamsız, kişilik haklarımız saldırıların olmadığı, özgürlüğümüzü baltalanmadığı bir yıl olsun 2023... Ve öyle bir gelsin ki kimse parmağını kıpırdatmadan bu katliam ve acıyı yaşatmayı düşünen, düşünecek olan ve girişimde bulunan herkes bir anda yok olsun... Şimdiden yüreklerimiz kadar güzel yıllar geçirin... 🖤

Sizleri instagrama beklediğim gerçeğini atlamayalım lütfen...

Instagram: BiCeruVar

-----------------------------------------------

'Amca!' kız koşarak Deha'nın kollarına atıldığında Dağhan kaşlarını havalandırarak baktı. Babadan önce amcanın gelmesi herhalde bir ilk olabilirdi.

'Merhaba fındık, ben baban, hatırladın mı?' kızın yanağını sıkarak mırıldandığında onun başını sallayarak ileriyi işaret etmesiyle gözleri sarışın renkli gözlü ufaklığı buldu. Bakışları çocuktan usulca Pera'ya yönelirken kadının onaylayıcı şekilde başını sallamasıyla yere çökerek açtı kollarını.

'Sen dayı diyerek koşmayacak mısın?' çocuk garipser halde bakmaya başladığında bahçe kapısından giren Irmak ve Elif hanımla Deniz'in gözleri annesini bulmuştu bile. Kadının onay verici gülümsemesiyle Deniz'de Dağhan'a dönüp gülerek koştuğunda anında yakaladığı gibi ayaklanıp havaya attı ufak bedeni. Bu şartlarda, bir anda yeğeninin olmasına mı şaşırsa, yoksa bu kadar tanımamış oluşuna üzülse mi bilemediğinden sıkıca sarıldığında kendisine elini uzatan Deva'nın parmaklarının üzerine dudaklarını bastırdı. Gözleri usulca Irmak'a döndüğünde onun kırgın tebessümüyle derince nefeslendi.

'Amca ve dayılar bir elini yüzünü yıkasın, yemek yiyelim.' Deha annesinin gözlerindeki buğulanmayı fark eder etmez duruma müdahale etmek istercesine konuştuğunda Deva'nın yanaklarını sıkıca öptüğü gibi yere basmasını sağlayarak aynı şeyi yapan abisine döndü.

'Ben Ceyhun abiyi istemiyorum, Turan abi daha eğlenceli.' Masadaki sessizlik alıp başını giderken Deva bir anda konuştuğunda Dağhan bakışlarını Irmak'tan çekerek kızına yönlendirdi.

'İki gün önce de Turan abini kandıramadığın için Ceyhun abi diye tutturmuştun?' Pera kaşlarını havalandırıp kızına bakarken Deva boynunu büküp büyümüş gözleriyle annesinden babasına çevirdi bakışlarını.

'Turan abi en azından tasma takmıyordu!' kızın düşüşünü hatırlayan üç kadın istemsizce gülmeye başladığında Dağhan çattığı kaşlarıyla ayaklanmaya çalışmıştı ki Pera anında elini yakalayarak yeniden oturmasını sağladı.

'Gaza getirme, tasma falan takmadı size. Sadece güvenliğinizi sağladı.'

'Çantaya tasma takıp bize de onları giydirdi.'

'Koca adamı tüm gün bahçede koşturdunuz Deva.'

'Turan abi olsa bizimle koşardı ama!' kız yine kendi istediği yönde muhabbeti çevirirken masadakiler Pera ve Deva'nın arasında olan savaşa baksa da Dağhan derin bir nefes alarak gülmüştü. Tutup güvendiği insana nasıl yaparsın diye fırça atmayacaktı ancak tasma mevzusunu duyunca istemsizce Ceyhun'dan da dinlemek istemişti.

'Koştu zaten. Boşuna Ceyhun'u suçlama.'

'Ben hep haksız mı çıkacağım?' kız ısrarla Dağhan'a bakmaya devam ettiğinde usulca tabağını işaret ederek göz kırptı. Bu bir bakıma rüşvet gibi bir husus olabilirdi aralarında çünkü Dağhan, Deva'nın susmayacağından oldukça emindi.

'Dondurma?' az önce çirkefleşmeye başlayan hali bir anda kaybolurken Pera sinirli bakışlarını Dağhan'a yönlendirse de derince soluklandı adam.

'Yemeğini bitirdiğin zaman neden olmasın.'

'Ama kitap okurken...' yeniden pazarlığa girişirken Dağhan aklına not etti. Deva kesinlikle ticarete atılmalıydı, net bir şekilde şimdi olan tavrından bile belli oluyordu bu durum. Bu meslek için yaratılmıştı ufaklık.

'Uyumadan önce?'

'O zaman Deniz olmaz, Deniz'le beraber.' Elini uzatıp Deva'nın sıkmasını beklediğinde kızın anında ince parmaklarıyla yakalamasına gülümsedi.

'Anlaştık.' Kopan elleriyle gözlerini ufak çocuğa çevirip onun da tabağını işaret etti Dağhan.

'Aynı şey senin için de geçerli, o tabak bitmeden rüşvet geçerli değil.' Çocuk başını usulca salladığında geldiğinden beri sesi çıkmayan Afitab hanıma göz attı Dağhan. Kadın sanki olan biten her detaya geriye çekilmiş bakıyor, tahlil ediyor, hesaplıyor gibiydi. Açıklayacağını sonra söyleyerek ananesi daha kapıdan adım atar atmaz torunu olduğunu, onun da oğlu olduğunu açıkladığından beri dut yemiş bülbül gibi tek kelime etmemişti selamlaşmak dışında. Şimdi bütün masanın çevresindekileri tek tek inceliyor, kafasındaki düşüncelerle beraber açıklama yapacağım diyen Dağhan'a en son bakıyordu.

İki koluna başları düşmüş ufaklıklarla beraber salondakilerin sessizliğine göz attığında pantolonundaki dondurma lekesi yüzünden gülümsemesi Pera'yı buldu. Hafifçe omuz silkip elindeki kitabı kapatıp koltuğun kenarında bırakırken harekete geçen Deha usulca Deniz'i kucaklarken, Dağhan üzerindeki lekeyi önemsemeden dondurma kutularını alıp sehpaya bırakarak Deva'yı kucakladı.

'Biz eve geçelim.'

'Bize gidelim Irmak?' Elif hanımın sesiyle kadının bakışları onu bulurken derince nefeslenmesi bir olmuş gözleri Deha'nın kucağındaki oğluna dönmüştü.

'Deniz kendi yatağı dışında pek uyumaz.' Mırıldanmasının ardından oturduğu yerden usulca kalkarken Pera'da kadınla beraber ilerledi. Üst kattan inen Dağhan üçüne de baktığında gözleri Deha'nın kucağındaki ufaklığı buldu.

'Deniz'i üst kattaki odaya yatırsaydık, otururduk.'

'Gitsem iyi olur Dağhan.'

'Ama- Nasıl istersen, zamanla diyelim.' Karısının gözlerine baktığında mırıldanarak dönmüştü ki Deha kenardaki ceketini aldığı gibi ufaklığın üzerini örttü.

'Ben direkt eve geçerim abi, görüşürüz.'

'Gelmene gerek yok Deha, hallederim.'

'Çocuk var, uyurken düşer Allah korusun, sizi bırakır dönerim ben.'

'Gerçekten gerek yok.' Kadının ısrarına rağmen önünde durduğu kapıyı açıp çıktığında Dağhan derin bir nefes aldı.

'Arabada birbirinizi gırtlaklamazsınız değil mi?'

'Umarım... Teşekkürler Pera, her şey için.'

'Bir şey değil, ne zaman istersen buradayız.' Başını usulca sallayıp kendisi de Deha'nın ardından ilerlerken Dağhan Pera'nın sırtını tek koluyla sararak başına dudaklarını bastırdı. Günlerdir kargaşa içindeki ruhu, bugün evinin ortasında kavga çıkmadan durulmuştu. Üstelik bu performansı Irmak'tan hiç ama hiç ummamıştı. Elinden geldiğince sabırlı ve sessiz oturması, tek bir laf sokan cümlesinin olmayışı, sanki tanıdığı kadın o değilmiş gibi durgunluğu epey şaşırtmıştı.

Afitab sultana durum anlatıp, kadının sinirden çıldırışını sakinleştirdikten sonra onları da yolcu ettiklerinden beri Dağhan bundan sonrasını düşünmeye başladı. O evde o yemeği yiyen Irmak, tüm asabiyetinden sıyrılmıştı fakat öyle kolay kolay aile yapısının içine girmeyeceğinin bilincindeydi. Eğer ki sessizse tamamen çocuklar için olan bir husustu bu. İşaret parmağıyla direksiyonda ritim tutmaya devam ederken arabasına binen Irmak'la derince soluklanıp çalıştırdı kontağı. Sabah ilk işi hakkında bilmedikleri için evinin önünde bitmek olmuştu. Irmak sabahın köründe tıpkı kendisi gibi önce işe geçmiş, ardından tekrar eve gelmişti. Fakat son iki saattir tek bir kıpırdanma olmamıştı.

Pera'ya zaten kadını inceleyeceğini söylediğinde yediği fırçanın haddi hesabı olmasa da bir şekilde bahane arıyordu Dağhan. Üzerine gitmeden daha çok yumuşatabilmek adına. Fark etmeyeceği şekilde arabasını takip etmeye başladığında yeniden şirkete geçeceğini düşünse de girdiği yolla kaşları çatıldı. Gerçi üzerindeki spor giyimle Irmak işe falan gitmezdi, bunu bilecek kadar tanıyordu kadını. Arabayı geldikleri alanla yavaşlattığında kendini göstermeme çabasında park ederek inceledi kadının kapüşonunu çekerek demir kapıdan geçişini. Kendisi de indiğinde gizlenme çabasıyla beraber ardından yürümeye başladı. Zaten sık ağaçların olduğu bir yerdeyken saklanmak pek zor olmazdı fakat neden mezarlıkta olduklarını da merak ediyordu. Arasından sıyrıldığı mermerler, nereye gideceğinden emin şekilde yoluna devam edişi, durgun ama ilk kez omuzları düşük şekilde sanki umudu kalmamış gibi olan haliyle Irmak'a elinde olmadan şaşırıyordu. Zaten hava karardı kararacak haldeyken mezarlıkta kime gittiği belki de en çok merak ettiği şeydi.

Kadının sonunda duraksadığını fark edip dibinde kalan ağaca yaslandığında kaşları da havalandı. Kendisinin uğramadığı, hatta uğramayı aklından bile geçirmediği yer. Tüm buz gibi soğukluğun arasında yaşattıklarıyla mahkum kalan ve Dağhan'ın her seferinde azap çekmesi için dua ettiği kişi. Fuat Kalaycı... Daha önce gelip gelmediğini bilmese de az önce düşmüş omuzlarını düzelterek dikilmeye başlayan Irmak'ı inceledi. Yüzündeki arada sırada değişen mimikleri, sıkıp tekrar açtığı yumrukları, bir şeyler söyleyebilmek adına araladığı ama bir türlü kelimelerin dökülmediği dudakları.

'Niye geldin ki bu karaktersize be kızım.' Sıkıntıyla mırıldanıp olacakları beklemeye başladığında Irmak olduğu yere toprak zemine oturarak dizlerini kendine çekip mezar taşına dikti gözlerini. Dağhan ise kafasında zaten bir muharebe olduğunu fark ederek biraz daha yaklaşıp başka bir mezarın mermerine oturduğunda derince soluklandı.

'Benden hayatımı çaldın.' Sonunda konuştuğunu fark ettiğinde sert yutkunuşunu bile görüyordu Dağhan. Buraya o mezarda yatan için değil, hesap sormak için gelmişti.

'Benden ismimi bile çaldın. Herkesten bir şeyler çaldın. Oğlumdan aile olmanın anlamını, Dağhan'dan gençliğini, Deha'dan çocukluğunu, Elif hanımdan umudunu çaldın. Hepsini sen yaptın Fuat Kalaycı. Bütün bunların sebebi sendin. Rahat mı orası?' kendine çektiği dizlerini yere bırakıp onların üzerinde dikleştiğinde mermerin kenarına tutunan tek eliyle toprağı avuçlayıp iç çekti kadın.

'Karşımda durmanı, bir cevap vermeni, vicdanının sana acı çektirmesini izlemek isterdim. Nasıl bir cani olduğunu yüzüne vurmak! Çaldığın hayatım yerine yaşadıklarımı duymanı! Kimsesizliğin sana ne olduğunu anlatmayı! Sana kimsesizliği yaşatmayı isterdim! Duyuyor musun beni!' yumruğunu vurduğu toprakla Dağhan harekete geçmeye kalksa da Irmak'ın ayaklanmasıyla olduğu gibi kaldı. Kadının yanaklarından süzülüp giden yaşlara baktıkça engel olmak istese de bu hesaplaşmaya ihtiyacı olduğunun farkındaydı.

'Beni nasıl bir canavara dönüştürdüğünü sana göstermek isterdim! Ölmemeni isterdim Fuat Kalaycı! Seni kendi ellerimle öldürmek isterdim!' elini beline atıp çıkardığı silahla toprağa ateş etmeye başladığında Dağhan artık durmanın fayda sağlamayacağını bilerek kalktı buz gibi zeminden. Adımlarını kadına yönlendirirken birer birer toprağa gömülen kurşunların nasıl da dağıttığının farkındaydı.

'Seni parçalamak isterdim!' titreyen eli, ağlaması yüzünden çatlayan sesiyle silahın namlusunu kaldırıp mezar taşına çevirdiğinde yakaladı adam.

'Sakin...' son mermi de namlunun ucundan firar ederken parçalanan mermerle sardığı kadını çekti geriye.

'Her şeyi sikip atmanın bedelini sana ben ödetmeliydim!' bağrışı, çırpınışı devam etse de bedenini sımsıkı tutan kollarla az önce kalktığı zemine tekrar diz çöktüğünde başını göğsüne yaslayan adam daha da gözyaşlarını güçlendirdi.

'Hayatımızı çaldı!' Dağhan göğsüne bastırdığı kadının saçlarını okşarken tekrar baktı parçalara ayrılmış yerinde koca bir boşluk olan mezar taşına.

'Ailemi çaldı!'

'BENİ BENDEN ÇALDI!' isyanı son demine ulaştığında elindeki silahı yere sertçe fırlatmıştı ki başının üzerindeki baskıyla tüm bağrışı çırpınışı iç çekişlere döndü.

'Beni benden çaldı...' koskoca, buzdan bir ada misali mezarlığın ortasında iki bedende yığılıp kalmışken Irmak tüm yalnızlığına kırgındı. Yaşayamadığı, paylaşamadığı, içinde biriktirdiği her acıya, tek başına birçok şeyin üstesinden gelmeye kırılmıştı.

'Çocukluğumu çaldı... Beni bu olmaya zorladı...' yumruğunun arasındaki kumaş parçasını eziyet edercesine sıktığında tüm sessizliğini koruyan Dağhan'ın parmakları hala kadının saçlarını okşuyordu. Bildiği en büyük gerçek tüm olması gerekenlerin Irmak'tan kaçırılmış olmasıydı. Olması gerektiği kişi değil, güçlü olmaya mecbur bırakılmıştı, üstelik bunu babası yapmıştı bir kadına. Kıyamet gibi bir durumdu kadınlar için bu. En çok güvendiği insanın kan kusturması, bundan bir haber ama bir o kadar da burnunun ucunda olması.

Ağlayışı devam etse de sakinleştiğini fark ederek usulca doğruldu adam. Burası insanın aklını kaybedeceği bir yerdi, en azından Dağhan ve Irmak için öyleydi. Sakince göğsündeki kadının kolunu omuzuna attığında karşı çıkmayışıyla kucakladı zarif bedeni. Babası belki kendilerine baba olmamıştı ancak yıllar önce Pera'ya söylediği gibi onlar çınar ağacı olabilmişti.

'Bak.' Titrek sesiyle konuştuğunda hala göğsüne gömülü yüz tepkisizce kaldığında kollarını sıkılaştırdı bakmasını istercesine ki Irmak'ın kızarmış gözleri yüzünü buldu.

'Son kez bak. İlk ve son kez.' Zorlukla konuştuğunun kendi kadar Irmak'ta farkındayken dudaklarını ıslatıp derin bir nefes aldı.

'Bir kez daha görmek için gelme buraya Irmak. Son kez bak bu içi pislik dolu, üstü kapalı çukura.' Dediğinde kadının güçlükle olan yutkunuşuyla beraber kendisi gibi son kez bakışlarını yıkılmış mezara döndüğünde iç çekip geldikleri yola çevirdi adımlarını. Bu ilk ve sondu, Dağhan için bu buz gibi yere Fuat Kalaycı'nın ayaklarına gelişi ilk kez olmuştu, bir daha da olmayacaktı. Kabristanın çıkışına kadar geldiğinde kapıyı aşar aşmaz duvara oturdu kollarındaki kadınla. Irmak'ın harekete geçtiğini fark ederek serbestleştirdiğinde usulca inip yanına oturmasını izledi. Karman çorman olmuş saçlarını hızlıca parmaklarıyla geriye tarayıp başını elleri arasına aldığında histerik bir gülüşle sardı kadının sırtını.

'Ağla, isyan et, bağır, dağıt, kır, dök, yerle bir et Irmak. Ben yapamadım ama sen yap.'

'Hayatımda kimseden böylesine nefret etmemiştim.'

'Sen insanlardan nefret edersin.'

'Böyle değil, bu kadar değil.'

'Onu ben öldüremedim.' Mırıldanmasıyla omuzundaki baş usulca çekildiğinde Irmak'ın çatık kaşları kendine döndü.

'Deha öldürdü. Pişman olduğum yegane şeydir. Deha'nın öldürmüş olması. Daha önce davranamam.' Başını usulca sağa sola salladığında kolunun altından çekilen beden elleriyle tekrar saçlarını arkaya çekerek ıslattı dudaklarını.

'Takip et beni.' Başıyla aracı gösterse de Dağhan'ın kaşları çatıldığında Irmak tekrar arabaları işaret ederek ilerlemeye başladı. Kendi yerine yerleştiği sırada Dağhan'da arabasının koltuğuna oturduğunda böyle bir dağınıklığın arasından böyle sıyrılmasına şaşkındı. Kadınlar güçlü diye düşünürdü fakat hayatı darmadağınık birine göre böyle hızlı güçlenmesi ona bile garip gelmişti. İç cebindeki telefonu çıkarıp Pera'ya kısa bir mesaj attığında harekete geçen aracı da takip etmeye başladı. Zaten tüm gün aynı şeyi yapmıştı adam, öndeki aracı veya Irmak'ı takip ediyordu.

Önünde durdukları mekanla kaşlarını havalandırarak indiğinde kendine dalga geçen gülümsemeyle bakan kadının ilerlemesini takip ederek oturdu geniş alandaki masada karşısına. Tamamıyla yeşil, geniş, bir tarafı deniz, diğer iki tarafı ağaçlarla kaplı, bahçesinde onlarca masası ve sandalyesi olan, ağaçların üzerinden sarkan ampullerle o kadar Irmak'tan farklı duruyordu ki. Çevrede gezdirdiği gözleri insanların kendi hallerinde yemek ve muhabbetlerine devam ediyor olmasıyla tekrar Irmak'a döndüğünde yanlarında biten genç kadınla beklemeye başladı.

'Hoş geldiniz Hale hanım.'

'Hoş bulduk. Bize bir büyük getirsene, mezeleri falan da halledersin.'

'Nasıl isterseniz.' Kaşları havalanırken kadının umursamaz şekilde sipariş vermesiyle kendisine dönmesi bir oldu. Kollarını masaya yaslayarak derin bir nefes alan Irmak anında açılan bardaklara dolan bulanık suyla parmakları arasına aldı kadehi.

'Sağlığına.'

'Senin de sağlığına.' Dağhan'da kadehini havalandırıp cam yüzeylerin birbirine çarpmasını sağladığında bir anda tepesine diken kadınla ıslattı dudaklarını. Mezarlıkta isyan ederken bir anda buraya çıkıp gelmeleri, şimdi de açıklama yapmadan kadehi tepesine dikmesine rağmen kendisi de onunla aynı şeyi tekrarladığında kadehi masaya bırakarak denizin tuzlu yosun halinin anasonla karışmış kokusunu ciğerlerine doldurdu.

'Demek Deha öldürdü.'

'Öyle oldu.'

'Nasıl, neden?' hafifçe eğilip gömleğinin yakasını kaldırarak kadına gösterip tekrar düzeldiğinde derin bir nefes aldı kadının buruşturduğu yüzüne karşı.

'Bu yüzden, yeniden olacak diye. Beni öldürmek isteyen ailedeki tek kişi sen değildin.' Kaşlarını havalandırıp cebinden çıkardığı sigaradan yakarak dumanını havaya savururken gülümsedi Irmak.

'Bütün insanların bizim gibi birilerine dönüşmesi için yaşadıkları kötü şeyler vardır değil mi?' bir umut haklı çıkmasını istemesi garip gelmiyordu Dağhan'a. Çünkü kendi de zamanında defalarca kez akla mantığa yatkın nedenler bulmaya çalışmıştı fakat asla geçerli nedenlere sarılamamıştı.

'Sormak istediğin onun nedeni var mıydı ise... Yoktu Irmak.'

'O izleri neden yaptı?' çenesiyle kendisini işaret ettiğinde az önce belki de beşte birini bile görmediği yaralarını hatırlayarak hafifçe omuz silkti.

'Bilmem, yanılmıyorsam on yaşımdan beri yapıyordu. Sormadım hiç'

'Ben dayanamaz sorardım.'

'Vicdansıza neden vicdansızsın demezsin.'

'Elif hanım, o benim için katlandı. Sen neden katlandın peki?'

'Aramızda kalacak mı?'

'Ben insan öldürürüm, dedikodu yapmam.' Kadının dalga geçen gülümsemesine başını sallayarak onay verdi Dağhan.

'Aşık olduğum için.'

'Pera'dan başka birine mi aşıksın?' başını anında sağa sola sallasa da Irmak'ın kaşları anlamayan ifadesiyle çatıldığında gelen tabaklarla yeniledi kadehleri.

'Ama sen toplasan üç yıldır Pera ile berabersin...'

'Üç yıldır beraberim, 11 yıl 6 ay 13 gündür aşığım.'

'Dalga mı geçiyorsun benimle? Sen istediğini o kadar uzun sürede alamamış olamazsın. Tamam Pera kararlı bir kadın ama reddetmiş olamaz bu-' duraksayıp şaşkınca bakmaya başlarken büyüyen gözleriyle devam etti, 'Bilmiyor...' bu kez olumluca başını salladığında kadın büyüyen gözlerine dikkat kesildi.

'Peki bununla yani aşık olmanla sabretmenin ne alakası var?'

'İtiraz etsem anlardı. Neden değiştiğimi, neden baş kaldırdığımı sorgulardı. Bulurdu da, öldüğü gün öğrendiği gibi öğrenirdi Pera'yı. Fakat bana gelmezdi, onun çevresindeki onlarca korumayı o zaman etten duvar olması için dikemezdim. Pera'ya zarar verirdi.'

'Ölecek kadar seviyor musun onu?'

'Ölecek, öldürecek, yok olmayı kabul edecek kadar seviyorum.'

'Güzel saklamışsın, hiç fark etmedim, 11 yıl, seni tanıyalı beş yıl oluyor ve hiç ama hiçbir kadına aşık olduğunu fark etmedim.'

'Kendimden bile sakındım bu aşkı.'

'Peki tüm bu bataklığa rağmen nasıl kabul etti seni?'

'O konuda çok şanslıyım, bilmiyorum. Sevse de normalde bana arkasını dönüp gidebilecek birisi fakat gitmedi. Sen nasıl girdin bu işlere Irmak?' bardağın arkasına gizlediği dudaklarıyla hafifçe tebessüm ederek baktı Dağhan'ın sorusuna. Elindeki kadehten bir yudum aldığında alt dudağını dişleyip derin bir nefes çekti.

'Birini on dört yaşımdayken öldürdüm. On dört yılda tüm yaşadıklarımı görür gibi oldum elimdeki bıçakta. O günden sonra da iflah olmadım.'

'Neden?'

'Ne neden?'

'Neden öldürdün?' boğazına bir yumru takılmış gibi sertçe yutkunduğunda bakışlarını kaçırmıştı ki Dağhan'ın kolundaki eliyle gözlerini diktiği denizden usulca adama çevirdi.

'Tecavüz etti.' Az önce meraklı olan gözleri derin dondurucu gibi olurken Dağhan'ın göz kapakları sıkıntıyla kapanmıştı. Hala kolunda olan eli usulca çekildiğinde yumruğunu sıkarken derin bir nefes almayı ihmal etmedi adam.

'Siktir et. Çok geride kaldı, yirmi yıl geride.'

'Kusura bakma, hatırlatmak istemezdim.'

'Hatırlamıyorum, tek hatırladığım bahsettiğim o bıçaktaki kandan arta kalan yerdeki yansımam.'

'Konuyu değiştirelim, Deniz, Deniz'den bahset.' Az önce soğuyan o mavi gözler yeniden ışıldamaya başladığında Dağhan hala sıktığı yumruğunu masanın altına alarak izledi kadını.

'Deniz... Onu anlatmak çok zor, mükemmel bir şey. Hatta olağanüstü. 34 yıldır tek yüzümü güldüren detay. Sanki... Şey gibi, kör bir sokak gibi.'

'Kör bir sokak...' kaşlarını havalandırdığında Irmak başını usul usul sallayıp gülümsemeye devam etti.

'Sonunu asla göremiyorum, ucu bucağı yok, karanlık ama o kadar aydınlık ki soluğum yetmez keşfetmeye. Sadece asosyal, o da benim yüzümden.'

'Hangi okula gidiyor?'

'Yurt dışında okulu, başına bir iş gelmesin diye online eğitim aldırıyorum.'

'Deva ile oynarken asosyal değil arkadaşsız olduğunu görmüşsündür o zaman.'

'Onu yanımdan ayıramam Dağhan.'

'Okul yanından ayrılması demek değil.'

'Deniz hayatıma dair sakladığım tek şey. Zarar gelmesine müsaade edemem, göz yumamam.'

'Babası nerede peki?'

'Kağıt üzerinde bir babası vardı, onu da öldürdüm.'

'Hangi hikayenin sonunda öldürdüm demeyeceksin peki?'

'Sen diyebilir misin ki?' kaşlarını havalandırarak dalga geçercesine bakarken Dağhan usulca başını sağa sola salladı. Irmak hakkında öğrenmesi gereken o kadar çok şey vardı ki ama ne zaman bir soru sorsa sonunun nedense kötü bağlanacağını düşünüyordu. Sormaya bile çekinmeye başlamıştı artık.

'İsmi neden Deniz peki?' merakla en kurtarır noktadan yakalamaya çalıştığında yan taraflarında olan çarşaf gibi suyu işaret ettiğinde Irmak başını sağa sola sallayıp kadehi tekrar tepesine dikti.

'Şarkıdan. Deniz koydum adını, kederi bende kaldı.'

'Severim o parçayı.'

'Bende çok severim.' Derin bir nefes alarak Dağhan'ın kendiyle alakası olmaya ela harelerine göz attığında hem merak eden hem de çekinen tavrıyla dudaklarını ıslatarak külü düşmek üzere olan sigarasını söndürüp yenisini yaktı.

'Anlatmamı ister misin sana her şeyi?'

'Canını sıkacaksa eğer, bilmesem de olur.'

'Ağlarsam durdurma yeter.' Kırgın tebessümüyle tekrar gözlerini adamın yüzünde gezdirdiğinde eli istemsizce masanın üzerindeki telefonuna giderek az önce bahsettiği parçayı açtı. Kendilerinin duyabilecekleri seviyede sesi ayarlayıp kadehini tazelediğinde elindeki şişeyi Dağhan'a işaret etmişti ki adamın havadaki kadehini uzatmasıyla ona da servis etti. Bardağını alıp geriye yaslanırken usulca kapüşonlusunun bileklerini geriye sıyırdığında Dağhan'ın görebileceği kadar yükseltti kollarını.

'Onlarcası var. Kendimi bildim bileli yer edinemedim, tutunamadım koca dünyaya. Bırakıldığım yurt mecburen yaşım gelince başka bir yere gönderdi. Hep kavgacıydım, şimdiki gibi. Gönderildiğim o yurtta sigara izmariti basıldı, dayak atıldı, hatta kazan dairesine kapatıldım ama bir türlü anlamadılar. Sesimi öyle kesemezlerdi.' Dolan hareleriyle bu kez sigarasını küllüğe, bardağını da masaya bırakarak üzerindeki ceketi çıkarıp yanındaki sandalyenin sırtına attı. Dudaklarını ıslatıp gözlerini kısarken tüm o geçmiş anımsamaya çalıştı.

'Ama biliyor musun yurt müdürümüz çok iyiydi. Çok güzel bir adamdı, baba gibiydi. Sadece ben şikayet etmedim, o da fark etmedi. O yaşımda deli gibi korktum onu üzmekten. Bir gün, on dört yaşındayken o kazan dairesinde kimliği kaybettim. Sanki, yerime başkası geçmiş gibiydi. Oktay müdürün o gün bana olan bakışlarını ölsem de unutamam sanırım. İnanmadı biliyor musun? O küçücük hayatımda ilk kez birisi benim bunu yapmış olma ihtimalime inanmadı. Üstüm başım kurumuş kan, saatlerce öldürdüğüm o bedenle oracıkta oturduğum için mide bulandıran bir koku, elimde bıçak ama Oktay müdür sanki ortada bir şey yok gibi sarıldı bana. Elimde sıkı sıkıya tuttuğum bıçağı kaldırıp kenara attı. Sen yapmadın dedi, sen bunu yapamazsın. İnanır mısın beni bir Oktay müdür sevdi, bir de Deniz, bir de birisi...' Usulca omuz silkip elinin tersiyle yanaklarını temizlediğinde sigarasının zehrini bir kez daha doldurdu ciğerlerine.

'Islahevine gönderildim, bir yıl sürdü sanırım, asiliğim yüzünden orada da kimseyle anlaşamadım. Fakat hakkını yiyemem, çalışan insanlar iyilerdi. Belki de orada olan suçlu çocuklara doğru yolu göstermek için öyle davranıyorlardı ama yurttakilerden daha iyilerdi. Çıktıktan sonra Oktay müdürün olduğu yurda göndermediler beni. Şikayetçi değilim, çünkü gitsem de bakamazdım yüzüne. Hem gönderdikleri yurt yüksek güvenlik önlemleri olan bir yerdi. Kaçmak daha eğlenceli oluyordu.'

'Sana ceza kesemezlerdi.' Dağhan kaşlarını havalandırarak baktığında Irmak başını usul usul salladı.

'Uzunca bir süre konuşamadım. İfade vermedim, anlayan kimse de tecavüz gerçeğini söylemedi. Ben tek başımaydım Dağhan, arkamı kollayacak, beni o delikte arayacak, onların karşısına çıkacak kimse yoktu. Ama o herif, o geberip gidenin sözde ailesi vardı. Basit şeylerle devam etti hikayem. Kavgalar, ortalığı karıştırmalar, yatakhane yakmak, intihar etmeye çalışmak.' Bileklerini de işaret ettiğinde adamın çatılan kaşlarıyla gülümseyerek tekrar çekti zehirli dumanı içine, Dağhan'ın da sigara yaktığını fark edince rakısının gırtlağından izlediği yolu takip etmek istercesine bir yudum daha aldı.

'On sekiz, belki on dokuz yaşlarındaydım. Eğitimi olan ama doğru bir yol bulamayan kadının tekiydim. Artık yurtta değildim, pis bir mahallenin daha önce yakılmış, yıkık dökük, penceresiz evi benim evim olmuştu.'

'Burs? O sözde sana burs veren herife her zaman para veriyormuş.'

'Bilmem, yurtta yaşarken geliyordu. Sonra sorgulamadım. Zaten üniversiteyi tam burs ile kazandım. Belki de gizlice okula ödendi, ben bursluyum sandım. Hala içimde ışık vardı o zaman. Ne olursa olsun, ortalığı yakıp yıksam bile okula gideceğim günlerde özenle hazırlanırdım. Hiç unutmam bir kere camide yıkandım. O günden bir önceki akşam kaldığım ev tekrar yakılmıştı, geldiğimde dumanlar tütüyordu. Okuldan dönmüş öyle görünce Oktay müdürün söylediği geldi aklıma. Sen sık sık kaçıyorsun, kaybolacaksın bir gün, kaçma ama olur da kaybolursan hemen gördüğün ilk camiye git, oradakiler yardımcı olur, beni arar, yapacak kimse olmazsa bile ben seni bulurum demişti. Bulmasını umdum belki de. Defalarca yalvarırken uyuyup kalmışım. Ezan sesiyle uyandım, duş aldım önce okula, oradan da bulduğum yarım günlük işe gittim. Sonra o içimdeki ışığın sönmesi gerekiyormuş. Yeniden oldu. Çalıştığım kafenin sahibi ama bu kez susmadım. Zaten beni bulacakları adres yoktu, son sınavlarımı vermiş, okulu bitirmiştim. Diplomamı bile almıştım. O gün orada bıçağı bırakmadım, yanıma alıp kaçtım.' Titrek nefesini savururken Dağhan'ın bakışlarını kaçırmasıyla gülerek başını geriye attı.

'Dünya o gün çok küçük göründü Dağhan. Dört duvarı olan bir banyo gibi. Ellerimi iki yana açmaya çalıştığımda duvarlara değdi parmaklarım. Dedim ki kendime, Irmak, eğer bu dünya bu kadar küçükse her metrekaresi senin. Bekledim, daha önceki davada hiç konuşmayıp dinlediğim için düşmesini bekledim. Arama kararının, silinip gitmenin, o sırada daha öncelerden bildiğim sahte kimlik yapan birisi vardı, elimdeki her kuruşu oraya sayıp sahte kimlikle başka bir işe girdim. Kazandım, kazandığım bir kuruşu dahi harcamadan biriktirdim. Yurt dışı maceram başladı. Ülke ülke gezdim, genellikle iklimi sıcak olan yerler veya yaz mevsimine denk gelip soğuk olmayacak ülkeler. On üç yıl önce birine aşık oldum. Deniz'in babasına. Sicilya'da.' Gözlerindeki tüm hayal kırıklığıyla başını sağa sola sallarken dirseklerini masaya yaslayarak dikleştirdi bedenini. Sigaranın son zehrini de çekip bir kez daha yenilediğinde kadehi tepesine dikip bakışlarını gökyüzüne dikti.

'O kadar yalnız kalmıştım ki, Deniz'in babası bana hayatın daha ışıl ışıl olduğunu gösterdi fakat sonra bitmesi gerekti. Deniz'e hamileyken Tom'la tanıştım, dünyaya karşı yalnız olmadığımı hissetmemi sağladı. Veya bir kaçış yoluydu benim için. Kadınların ailesi olmayınca sevgi nasıl bir şey haberleri olmuyor. Gözünün içine bakan ilk adama deli divane tutuluyorlar, biliyor muydun bunu?'

'Bilmiyorum, bilemem de sanırım.'

'Fark edemedim. Aptal gibi Deniz'in babasıyla, Tom'u karşılaştırmak bile istemedim. Birisinin yapmayacaksın demesiyle, yapma lütfen demesinin arasındaki farkı göremedim. Önce bu gibi şeyler başladı, sonra yıllarca sokaklarda yaşamış bana altın bir kafes yapmaya çalıştı. İtirazlar, kıyametler, kavgalar. Terk ettim, saklanmayı bilip dünyayı bir banyo kadar düşünen kadın için çok kolay bu söylediğim.'

'İki metrekare alanda kendinden saklanabiliyorsan üstelik karşında ayna varken, herkesten saklanırsın.' Adamın dikkatle dinlemesi bile Irmak için artıydı. O dinlenmeyen, umursanmayan, genellikle itilip kakılan, köşeye atılan ve kendine emirler verebileceğini sanan insanlarla tanışmıştı bu dünyada. Kendi dünyasını koca dünyayla eş değer tutup direnmeye, ayakları üzerinde istikrarla durmaya çalışmıştı.

'Diyorum ya sevgisiz kadın akılsız kalıyor. Dört ay sürdü inadım. Tek başıma kalınca sevilmemektense yerilmeyi tercih ettim. Döndüm, bunu bekler gibi kucakladı. Evlenene kadar daha sakin davrandı, kısıtlama ve emir kipleri olmadan. Evlendikten sonrasına dair hatırladığım iki şey var Tom'a ait.'

'Onlar ne?'

'Birisi Tom'a ihtiyacım olmadığını anladığım o gün oğlumun doğuşuydu. Diğeri... Yemek masasına çarpıp parçalanan bardakların ışıltıları, ayaklarımın dibine düşen çataldan parlayan yansıma, bir de toz. Başımı çarptığı sırada içine çöken kartonpiyerin tozu. Her erkek baba olamazmış...' Sanki o anı yaşıyor gibi bakışları dalarken derin bir nefes alarak kapattı titreyen göz kapaklarını.

'Neden yaptı biliyor musun?' hala açmadığı göz kapaklarıyla mırıldandığında kapalıda olsa usul usul yanaklarına süzülen yaşlarla ısırdı dudağını Dağhan. Elinin tersiyle hafifçe kadının yüzünü temizlediğinde kendisinin de zapt edemediği gözyaşları yollarını çizmeye başlamıştı.

'Deniz ağlıyor diye. Ben deli gibi onunla ilgilenirdim, her saniyemi Deniz'e ayırırdım. Ama Deniz kolikti, sancılarından acısından ağlıyordu veya durduk yere ağlıyordu ama çözümü yoktu. Oğlum ağlıyor diye inanabiliyor musun? O bayıldığım yerde kendime gelirken hala ağlıyordu ve ortada kimse yoktu. Başım döne döne gittim, kıpkırmızı olmuş ağlamaktan, sessiz ev o ağlayınca daha da sessiz gibiydi. Gözüm bir şey görmedi, aldım Deniz'i sakinleştirdim, uyur uyumaz eşyalarını toparladım. Evde ne var ne yoksa para edecek her şeyi yanıma aldım Deniz'i de kucakladığım gibi çıktım. Bana yaptıkları önemli değildi ama kendi evladı gibi kucakladığı bir bebeğin o hale gelmesine müsaade etmesi aklıma ona da dokunacağı düşüncesini getirdi. Kucağında bebek olunca olacağın yer daha iyi şartlar taşımalı. Otele gittim.'

'Buldu mu?'

'Buldu. Oğlumu benden kaçırdı. Irmak Hale Tütüncü'den oğlunu kaçırdı. Ayağına gitmem, tekrar ona dönmem için. On iki saat sonra buldum. Daha doğrusu on saat sonra, o iki saatte silah ayarladım. Ayağına kadar gittim, tüm masum rolümle, ağladım ona. Üç saat inansın diye bekledim. Oğlumu kucağıma aldığım dakika kafasına sıktım. O kurşun namludan çıkarken aklımdan geçen tek şey vardı.' Kapalı olan gözlerini aralayıp derin bir nefes aldığında tebessümü yüzünde yer edindi kadının ve devam etti konuşmasına.

'Ben öldürmediğim sürece o iki metrekareye sığmayacaktım.'

'Nasıl tutuklanmadın.'

'Tüm bu manyaklığım öyle başladı. Bir gün önce attığı dayak yüzünden. Polisleri aradım, elbette benden şüphelendiler. Suratım dağılmış, bebek ağlıyor durmaksızın. Rol yaptım. Bir gün önce eve birilerinin geldiğinden bahsettim, Tom'u bulamayınca bana şiddet uyguladıklarından, çalışanların hepsini tehdit ettim, beş kuruşsuz kalacakları ve aileleri adına, bugün Tom'un oğlumla eve geldiğinden daha sonra benim geldiğimden ve Deniz'i beşikte ağlarken, Tom'u da bu halde bulduğumdan. Bulur bulmaz da polisi aradığımdan bahsettim. Aylarca sürdü davası, her şeyi bana kaldı. Güçlüydü fakat artık yoktu. Kısa sürede o kadar çok suçlanacak insan oldu ki ben göz ardı edildim. Her şey bitince benim devrim başladı. Ne benim için çalışanlar, ne ben, bir daha direkt olarak birini öldürme girişiminde pek bulunmadık. Üzerimize kalacak şekilde çalışmadım hiç. Öyle bir hataya düşeni, eğer ki onayım yoksa o zaman ateş ettim sadece.'

'Dünya bana iyi davranmadı, bende onun anladığı dilden konuştum Dağhan. Şimdi de bu kadarım.' Elini iki yana açıp omuz silktiğinde adamın usulca baş sallamasına gülümsedi.

'İki metrekarede kendi hapishanesi olan bir kadın.'

'Sen, o iki metrekareye bedel bir kadınsın Irmak.' Telefondaki müzik sesi kesildiğinde elinin tersiyle yüzünü temizleyip iç çekerek baktı ekrana. Zamanın nasıl ilerlediğini ruhu duymamıştı ama bütün bunları birine anlatmak, o birinin de yargılamadan dinlemesi iyi gelmişti. Irmak tüm bunları belki de herkesin kulağı kendine tıkalı olduğu için yapmıştı. Kendini dinletmek, ben buradayım demek, tüm dünyanın, kendi dünyasının onu duyabilmesi adına. Bir türlü sığdırılamadığı ufacık yerde kendine yer bulma çabasına girmişti. Sonuçsuz kalınca kendi çözümünü üretmişti.

Dinlenmek isterdi kadın. Gerçekten dinlenmek, anlanmak, ciddiye alınmak isterdi. Saçı okşansın, yüzüne gülünsün, iyi şeylerin varlığına inandırılsın isterdi. Tek istemediği detay ise kendisine ve çocuğuna zarar verilmesi olurdu. Fakat sevilmek nedir görmemiş bir kadın, yanlış adamları sevebilirdi. Tüm seçimler arasında yok olmak, kendini dahi kaybetmek, gerçeklikten uzaklaşıp zihninde canlandırdığı karakteri sevmek tek başına kalmış bir kadın için olabilecek en güzel eylem olurdu.

'Güzelce kafa dinle şimdilik, hafta sonu da hep bir arada bir şeyler yapalım.' Dağhan'ın mırıldanmasıyla Irmak bakışlarını etrafta gezdirdiğinde derin bir nefes alarak döndü tekrar.

'Dağhan, bu çok zor.'

 

Loading...
0%