@biceruvar
|
Merhaba mı demeliyim, iyi akşamlar mı, yoksa neyin iyi neyin kötü olduğunu bilemediğim bu zamanlarda hiçbir şey konuşmamalı mıyım emin değilim. Fakat bildiğim bir gerçek var ki ben bu etkiyi atamıyorum. Beni uzun zamandır tanıyanlar bilir, sessiz kalmayı sevmem. Eğer bir durum hoşuma gitmiyorsa da, gidiyorsa da sessiz kalamam. Aklımdan, kalbimden ne geçiyorsa dilime de satırlarıma da o bulaşır benim. Fakat bu kez çok ama çok uzun bir sessizliğe gömüldüm. Farkındayım... Ve bu farkındalık hem korkuttu, hem yordu beni. İkisinin de devam ediyor oluşu daha beter üstelik... Hani 'Belki de delirdim' diye replik vardı ya, o durumdayım sanırım. Aklımı fikrimi toparlayamıyorum. Yaşanılan felakete yakın illerden birinde yaşarken bizim beşik gibi sallanmamıza mı kafayı takayım, ardından gelen selde kaybolan canların sorumsuzca öylece bırakılmış olmasına mı, o bölgede yaşayan tüm sevdiklerime ulaşmaya mı çalışayım, yok orada yitip giden nice canlara mı üzüleyim veya her şeyi bir kenara bırakıp içimde yaşadığım suçluluk duygusuyla mı başa çıkayım bilmiyorum. Hele ki yaşanılan felaketin sonrasındaki ilk birkaç haftada hem acı hem de artçılarla bir aradayken ne zaman gözlerim dolacak olsa zihnimde bir sesin 'Saçmalama Ceren, iyi durumdasın, o insanları düşün, ağlamaya hakkın yok!' diye çığlık atışını asla kalbimden silemiyorum. Benim ben olabildiğim, konuşabildiğim, anlatabildiğim ve içimi olduğu gibi dökebildiğim tek yer burasıyken bile bazı şeylere hevesim kalmadı... Sizi çok ama çok özlememe rağmen bir türlü elim bilgisayara gitmedi. Sizinle deli gibi buluşmak istesem de bir türlü kafamı toparlayıp yayınlamadan önce bölümü okuma psikolojisine erişemedim. Başta bunlar yüzünden özür diliyorum... Ben bu hikayeye 8 Mart'ta bütün kadınlar güçlüdür diyerek başlamıştım ki aslında bütün insanlığın ne kadar aciz olduğunu bire bir izleyerek, hissedip, yaşayarak fark ettim. Aranızda muhakkak depremzedeler var, mutlaka tüm olanlardan fiziken etkilenen var veya psikolojik olarak kilometrelerce öteden hisseden var ama ben yine sizlere çok ama çok eski bir yazımın, eski bir cümlesiyle geleceğim; Şafak bir kez daha karanlık bir geceye sökecek elbet... Şafağın bir kez daha tüm insanlık için sökebilmesi umuduyla... Hepinizi çok seviyorum. Depremde hayatını kaybeden herkese rahmet, yakınlarına baş sağlığı ve sabır dilerim... - - - Şimdi, üzerinden günler geçmesine rağmen, 8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜNÜZ kutlu olsun... Artık aramızda olmayan yüzlerce, binlerce güzel kadının da gittikleri yer buradan çok daha iyi, çok daha adil, çok daha huzurlu bir yer olsun... 2023 yılı Mart ayı itibariyle görünen 52 nefesimiz, görünmeyen maalesef ki takdir ilahi diyemeyeceğimiz sorumsuz yapılaşmaya neden olan kişilerin elindeki kanla hayatını kaybeden nice kadınlarımıza ve kardeşlerimize Allah rahmet eylesin... ------------------------------------------------- 'Şu an hiç zamanı değil ama-' sözünü kesen kadına kaşlarını çatıp döndüğünde bakışları onun gözlerinin odaklandığı noktaya titreyen ellerine yöneldi. Az önce kıpırdamaması adına yakaladığı kolu sayesinde hala ayakta durduğunu fark ederek daha çok çattı kaşlarını. 'Sikeyim! Gerçekten ufaklık, hiç zamanı değildi.' Elindeki silahı askısına takıp iyice duvarın arkasına gizlendiğinde Pera'nın bedenini de sıkıca tuttu. Kadının kendine dönen korku dolu bakışlarıyla hala titreyen elini yakalayıp bir çırpıda kanı temizledi parmaklarından. 'Irmak onu kaybedemem.' İçinde bir sızı, koca bir korkuyla bakmaya başlarken Irmak hızlıca başını sağa sola salladı. İki kadın koca bir savaşın ortasında sımsıkı tutundukları gerçekleriyle yaşamaya çabalarken ikisinin de yarasına rağmen kararlı durmaya çabalıyorlardı. Pera'nın aklından geçen milyonlarca acı sadece bir yutkunuşla beraber direkt Irmak'ın kalbini buluyordu sanki. 'Hayır, hayır kaybetmek yok.' Kadının gözlerinin önüne gelen oğlu yeterdi bazı şeyler için. Irmak Pera'nın titreyen ruhundan eline kadar Deniz'in doğduğu günü anımsıyordu. İçi tıpkı Pera'nın yüreği gibi korkuyla titriyor, ne yapacağını bilemese de en çok şu dakika bilinçli davranabiliyordu aslında. 'Kanamam var.' Pera'nın sıklaşan nefesleriyle sıkı sıkıya tuttuğu kadının yavaşça kayıp oturmasını sağladığında hala durumun farkında olamayan adamlarla diz çöküp arka cebindeki telefonu çıkardı. Acil numarasında kayıtlı olan kişiyi aradığında telefonu kulağıyla omuzu arasında sıkıştırdığında Pera'nın çenesinden tutup kendisine bakmasını sağladı. 'Koyduğumun salağı duymuyor musunuz ateş seslerini! Ne bok yiyorsunuz hala ormanın dışında! Veranda dışında ormandaki herkesi indirin!' telefon açılır açılmaz kükrediğinde hızlıca kapatıp cihazı yere fırlattı. 'Bana bak. Pera, düşünme, düşünme şu an kanamanı. Söz yetişeceğiz hastaneye.' Gözleri dışarıdaki sıcak hat misali hala ateş edilen alana döndüğünde alt dudağını dişleyip çoktan yanakları ıslanmış kadına baktı. 'Irmak, Irmak ona ne oluyor...' inatla bacaklarına bakmaya çabalasa da Irmak kadının bakışlarını kendinden çekmesine izin vermeden gözlerini kot pantolonuna çevirip derince nefeslendi. 'Kötü düşünmeyelim, belki de gelmek istedi, açılman çok, ne bileyim, Pera, Pera ağlamak yok. Biz çok güçlüyüz, birazdan bitecek bu ve hastaneye gideceğiz.' Dışarıdaki ateş sesleri daha da yükselirken içten içe şükür etti Irmak. İlk kez birilerini gizli saklı etrafa dağıtmış olmak işine yarıyordu ve buna bu derece duacı olacağını hiç ama hiç düşünmemişti. 'Ona bir şey olmasın ne olur...' bakışları Pera'dan usulca Dağhan'a döndüğünde derin bir nefes alarak tekrar baktı kadına. Gözleri dolu olsa bile sağanak yağışa henüz zaman gerektiğini biliyordu. O akşam sarılıp her durumda yanında olduğunu söyleyen abisine sadece bunu söylediği için bile kendini borçlu hissederken onun sevdiği kadının da çocuğunun da bir boşluğa sürüklenmesine izin veremezdi. 'Olmayacak Pera. Sen de, Dağhan'da çok inatçısınız. Genetik var, genler... O da inatçı, olmayacak, ben yanındayım.' Kadının sımsıkı elini kavradığında kendi gözleri de dolmuştu ama çenesindeki elini çekerek az önce attığı telefonu alıp aklına gelen numarayı buldu. 'Doktorun kim?' 'Zerrin hanım, Zerrin Atasoy.' Başını usulca salladığında dudaklarını ıslatarak bakışlarını bacaklarına yönlendiren kadını yeniden engelledi. 'Bakmak yok. Alo, Aden, beni iyi dinle. Yanımda yengem var, Zerrin Atasoy doktoru, sekiz-' doğruluğunu ölçmek istercesine Pera'ya baktığında onun başını sallamasıyla devam etti konuşmasına, '-Sekiz aylık hamile, kanaması var. Doktorunu ara, evindeyse al hastaneye en hızlı şekilde götür, hastanedeyse ne eksik varsa tamamla.' Telefonu tekrar kapatıp cebine yerleştirdiğinde son kurşun sesleriyle beraber Pera'nın kolunu omuzuna attı Irmak. 'Bana yardımcı ol, bitiyor bak şimdi arabaya gideceğiz, hastaneye yetişeceğiz tamam mı?' Pera usulca onay verirken kendini kaldırmaya çalışan kadınla bütün acısına rağmen dikleşmişti ki gözleri Dağhan'la çakıştığında adamın kendini bulan gözleriyle atağa geçmesi bir oldu. 'Pera!' son bulan tüm kargaşaya rağmen diğer tarafına geçip sırtını sıkıca kavradığında gözleri de Irmak'la çarpıştı. 'Deha, Devrim evdekilerle ilgilenin!' beklemeden Pera'yı kollarına çektiğinde inlemesiyle basamakları inmeye başlamıştı ki Irmak kenardan aldığı anahtarla koşarak peşinden devam etti. 'Sen araba kullanamazsın bu halde.' Kendi arabasının kapısını açıp Dağhan'a sağ omuzunu işaret ettiğinde adam yeni fark ederek başını sallayıp kollarındaki kadınla yerleşti koltuğa. Hızlıca kendisi de sürücü koltuğuna yerleştiğinde cebindeki telefonu çıkardı. 'Yarınız evi korumaya alın, diğer yarınız eskortluk yapacaksınız! Hızlı olun!' yine karşıdan tepki beklemeden telefonu kapatıp yan koltuğa attığında bakışları dikiz aynasından iki bedeni buldu. Dağhan'ın anın paniğiyle vurulduğunu bile fark etmeden koşuşu, Pera'nın korkuyla titreyen gözleri ve elleri tümüyle dumur ediyordu kadını. Ne yaptığını bildiğinden değildi ancak bir kere içinde bir yerlerde hızlı olması gerektiğini hissetmesi yeterli gelmişti. 'Sevgilim, bana bak güzelim... Geçecek, anlaştık değil mi?' güç vermek istercesine Dağhan gülümsemeye çalışarak Pera'nın yanağını okşadığında gözleri dikiz aynasından kendisini bulsa da Irmak derin bir nefes alarak odaklandı yola. 'Vuruldun...' acı çektiği her halinden belli olan haline rağmen parmaklarını omuzuna yönlendirdiğinde anında yakaladı Dağhan. 'Vurulmadım, kan bulaşmıştır başka birinden. Benim hiçbir şeyim yok, endişelenme.' 'Dağhan... Bebeğimiz...' zorlukla çıkan nefesleriyle Dağhan dudaklarının üzerine kapandı kadının. Geri çekilip saçlarını okşadığında alnına dudaklarını bastırdı. 'Mercimek iyi olacak, sen de iyi olacaksın. Didem, şirketin oradaki özel hastane.' Döneceği sapağı işaret edip tekrar bakışlarını Pera'ya çevirdiğinde göğsünün ortasında takılı kalan nefese rağmen gülümsemeye çabaladı. 'Ona bir şey olursa aklımı kaybederim ben Dağhan...' yalvarırcasına çıkan sesiyle bir kez daha nefes almaya çabaladı adam. Pera'nın şakağına süzülen yaşı baş parmağıyla temizlediğinde başını sağa sola salladı. İçinde koca bir ateş vardı ve bu sadece ateş olmakla da sınırlı kalacak gibi durmuyordu. Ruhu öyle bir girdap içinde kalmıştı ki sanki boğazına yapışan bir çift el gırtlağından tüm damarlarına kadar ulaşıp kan akışını kesebiliyordu. Öyle deli bir sancı içinde damarları, zihni, kalbi, tüm benliği alev almıştı. Fakat şu dakika için yapılacak tek şey vardı. Pera'ya bakmak, Pera'nın ruhuna dokunmak, Pera'nın titreyen göz bebeklerine rağmen onun kalbinin ferahlaması için sımsıkı sarılıp bir şey olmadığını dile getirmek. 'Olmayacak... Pera, kendini bırakma sevgilim...' baygın gözleriyle başını göğsüne bastırıp elini kadının şiş karnına ilerlettiği gibi derin bir nefes aldı. Başını yukarı kaldırdığında göğsünde iç çeken kadınla bir kez daha soluklanmaya çalıştı. 'Benden al onlara ver Rabbim...' fısıldayıp tekrar gözlerini Pera'ya çevirdiğinde bakışlarının iyice baygınlaştığını fark ederek dokundu Irmak'ın omuzuna. 'Didem, hızlı. Yalvarırım sana daha hızlı.' Kadının kontrollü kalmaya çabalayarak başını sallayan halinden tekrar Pera'ya çevirdiği gözleriyle sertçe yutkunup okşadı yüzünü. Böyle mi insanın boğazında kalıyordu kelimeler yani? Bir çare diyerek ama elinden hiçbir şey gelmeyerek mi kül olurdu adam. Senelerce kalbine ev sahipliği yapmış bir kadının acı çektiği anı görmek, onu kaybetme korkusu, dahası evlat... Evlat acısı böyle yaşarken öldürebilir miydi bir adamı? Tüm kahroluşunun şu dakika itibariyle geride durması şarttı Dağhan'a göre. Başına ağrılar girmesine neden olan diş sıkması göz ardı edilmeli, kaburgalarının kırılmış gibi hissettirerek iç organlarına basıyormuşçasına acı çektirmesi son bulmalı, yok edilmeliydi. Şu an Dağhan'ın görüp görebileceği tek gerçek Pera'ydı. Hayatı boyunca her anına şahitlik etsin, hep gülsün, bir an tebessümü yok olmasın istediği kadın, sevdiği, yüreğini çöl topraklı yollara sermeye razı geldiği, dua ederken ilk aklına gelen, Dağhan'a kendisini ilk kez yaşamaya layık bir adam gibi hissettiren Pera. Bir kadının yaşatacağı bütün güzellikleri kendine bir nefes almasıyla yaşatabilen Pera... 'Güzelim... Pera'm...' arabanın durmasıyla önden fırlar gibi inen Irmak kapısını açmıştı ki hazırda bekleyen sedyeyle sımsıkı tuttuğu kadınla indi arabadan. Gözleri Zerrin hanımı bulurken onun Pera'ya odaklanmasıyla beraber sedyeye incitmekten korkarcasına bırakıp elini yakaladı. 'Pera, beni duyuyorsun değil mi? Bak ben buradayım, hastanedesin, Zerrin ben. İkiniz de iyi olacaksınız, anlat bana, ağrın var mı?' ilerleyen sedyeyle beraber sımsıkı yakaladığı parmaklar hastane personelinin engeliyle kopmaya başladığında önünde kalakaldığı sürgülü kapıya dikti gözlerini. Bir kadın hayat verebilirdi bir cana ve bir kadın kendiyle beraber onlarca hayatı götürebilirdi yanında. Dağhan'ın tüm varoluş sancısı bir hastane koridorunda öylece dururken, kalbi ve aklı ruhuyla beraber o sürgülü kapının arkasına geçmişti. Elinin tersiyle gözünün altını alelade temizledikten sonra burnunu çektiğinde nefes alma çabasına girdi ama o da kifayetsizdi bu duruma. Nefes bile alabilecek gibi hissetmiyordu. Sadece vücudu alışılmış şekilde onun yaşaması adına oksijeni ciğerlerine doldurup geri bırakmasını sağlıyordu. Dağhan için bu nefes almak bile sayılmazdı ki. An itibariyle tüm tıp camiasına itiraz ederek 'Bahsettiğiniz şeyi yapıyorum, ciğerlerim şişiyor ve daha sonra küçülüyor ama nefes almıyorum.' Diyerek itiraz edebilirdi. Nasıl hala yaşadığına dair bir isyan çıkarıp, Pera olmazsa yaşayamayacağını belirterek ortalığı da birbirine katabilirdi fakat tek yaptığı geniş koridorun ortasında kendine taş bir duvar gibi görünen kapıya bakmaktı. İçindeki kıyamet dışında çığlık bile olamayacak kadar korkuyordu çünkü. Kolundaki eli hissettiğinde bakışlarını kapıdan çekemese de usulca önüne dikilen Irmak'ın mavi bakışlarıyla karşılaştı. Sertçe yutkunma çabasına girip dudaklarını ıslattığında gözyaşlarının akmaya devam ettiğini de bulanıklaşan görüntüden ancak kavrayabiliyordu. 'Senin de müdahaleye ihtiyacın var.' Gözleri bir an Irmak'a dönmese de iç çektiğinde kadının mavi gözleri endişeyle bakıyordu kendine. 'Irmak...' derken sesi fısıltı kadar bile değildi. Dibi görünmeyen bir kuyunun dibinden mırıldanarak duyurabilmesi ne kadar kolaysa kendini bu seslenişte o kadar güçlü olabilirdi. Hani bazı çığlıklar bağırarak gerçekleşmezdi de insan aklındaki depremde yitip giderdi ya, Dağhan tam olarak o noktada molozlar altında, tozun içerisinde yutkunmaktan öteye gidemiyordu. 'Şoktasın biliyorum ama sana da birilerinin bakması gerekiyor, vurulmuşsun, kan kaybediyorsun.' Kadının ısrarıyla başını sağa sola sallayarak bakmaya devam etti. Elini hafifçe kaldırıp kapıyı gösterdiğinde kaşları da çatılmaya başladı. 'Ben, ben çok dua ettim Irmak. Allah'ım beni ondan sonraya bırakmasın diye çok dua ettim.' Sertçe yutkunup gözlerini bir şeyler söylemesi için kadına çevirdiğinde derin bir nefes almaya çalışarak devam etti, 'Onlara bir şey olursa-' 'Olmayacak Dağhan.' Dirseklerini anında yakalayıp kendine bakması adına çaba gösterse de adamın hala kapıda takılı olan elalarıyla dudaklarını ıslattı, 'Sen kaya gibi adamsın, yapma. Hadi şu yarana baktıralım, Pera'ya da, ufaklığa da bir şey olmayacak.' Irmak bakışlarını arkada hazır bekleyen sağlık personeline çevirdiğinde Dağhan'ın başını sağa sola salladığını gördü. 'Onların iyi olduğunu duyana kadar olmaz. Pera'yı görmeden olmaz.' Aklında dönüp duran hengame o kadar acı vericiydi ki Irmak bir an olsun Dağhan'ın bakışlarından içindeki yıkımı çözemiyordu. Buz gibi, hissiz, yok olmuş, kayıp bir ruh gibiydi Dağhan. 'Onlar iyiyken Pera senin kötü olduğunu duyup ne kadar üzülür düşünsene. Şimdi baktır yarana, hem sen sevdiğin kadını düşünmüyor musun Dağhan?' bir ihtimal diyerek ısrarına devam ettiği sırada geride olan hastane personelinin usulca yaklaşmasını dahi fark edemeyecek adama rağmen başını olumsuzca salladı ama hemşire elinde tuttuğu gazlı bezi gösterdiğinde derin bir iç çekişle almıştı kadının elinden. 'Onu yalnız bırakamam.' Koridor ortasına çakılı kalmış halini fırsat bilerek aldığı gazlı bezi kolundaki kanamaya devam eden yaraya bastırdığında adamın gözlerine yeniden odaklandı, 'Tek başına içerde, korkar Pera. Normalde hiçbir şeyden korkmaz ama ödü patlıyordur şimdi.' Kesik kesik olan nefesleriyle bir kez daha çabaladığında dudaklarını ıslatıp devam etti Dağhan, 'Dünyada hiçbir şey onu çocuklarımız kadar tedirgin edemez Irmak. Delirmiştir korkudan, bir şey yap, yanına gireyim.' 'Yalnız değil, Zerrin hanım var, bende buradayım, söz bir adım atmayacağım buradan başka bir yere. Eğer çıktığında iyi görünmezsen üzülür asıl. Dağhan, lütfen, izin ver baksınlar yarana, sürekli kan kaybediyorsun.' Kanamayı hafifletmek için parmaklarını sıkılaştırsa bile adamın kılı kıpırdamıyordu. Öyle ki şoka girmiş gibi olan hali eğer konuşmasa ameliyattan önce psikiyatr görsün diye diretmesine neden olurdu. 'Beni çağırır, biz beraber girecektik doğuma.' Kendini tuta tuta ancak dayanabilmişti Dağhan. Gözleri yeniden kapalı kapıya dikilirken bir anda kendine sarılan kadının omuzuna bıraktı başını. 'Abi.' Irmak'ta acı çeken sesiyle konuştuğunda Dağhan'ın iki yanındaki elleri kadının ceketinin sırtına ulaştı anında. Parmakları bir kerpeten gibi kumaşı sıkıca tutarken eklemleri gerginlikten beyazlayana kadar sıktı. 'Ben yanındayım, seni isterse koşarak gelip haber veririm. Yemin ederim, söz. Ama sana bir şey olmasına izin vermemem, sana hepimizin ihtiyacı var. Ailemi bir kez daha kaybetmeme izin verme.' Omuzundaki adamın ağladığının bilincinde olarak derin bir nefes almaya çalışsa da bir anda bedeninin ağırlaşmasıyla çatıldı kaşları. Arkada hazır bekleyen sağlık görevlilerine işaret verdiğinde Dağhan'ın düşmüş bedenini yakaladıkları gibi sedyeye çektiklerinde Irmak karşısında beliren adama bakarak bir adım attığı gibi iki yakasını avuçlarında topladı. 'Önce ameliyattan çıkmasını bekleyeceksin, sonra doktordan o kurşunu alıp bunları yapan piçi bulacaksın bana. Kurşunu o piçi bulana kadar nereye teslim edeceğini biliyorsun. Ve Kemal...' kalıbı kendinden büyük adamın yakalarını bırakıp işaret parmağını havalandırarak devam etti, 'Eğer ki ufacık bir bahanen olursa sana yapacaklarımı tahmin dahi edemezsin.' Az önceye oranla buz gibi olan sesiyle adamın başını salladığını fark ederek sertçe başıyla koridoru işaret etti. 'Tek bir bahane ölmek istiyorum diye yalvarmana neden olur. Sakın aklından çıkarma bunu.' Dağhan'ın götürüldüğü tarafa mavi bakışları dönerken adam hızlıca ilerlemeye başlamıştı ki bedenini çuval misali koridordaki koltuğa bırakıp gözlerini kapıya çevirdi. Bir kadının güçlü olması gerektiği çoğu ana şahit olmuştu Irmak. Öyle ki defalarca sınavlar arasında kalıp çoktan seçmeli sorulara klasik cevaplar bulmaya zorlamışlardı onu. Önüne sunulan bütün seçenekler hata yapmasını sağlayacak şekilde hazırlanmışken yeni bir yol açmak zor olsa da daha kabul edilebilir gelmişti. Fakat evlat söz konusuysa el kol nasıl bağlanır onu da ezbere biliyordu. Dağhan'a empati yapamazdı, en azından tam anlamıyla bilemezdi hissettiklerini fakat hemcinsi olan Pera'nın şu an kalbini de zihnini de hissediyordu. Empatiden çok daha fazlasıydı söz konusu çocuk olunca kadınların arasındaki bağ. İmkânsız denilen her imkânı seferber etmek istemekti çocuk. Kendi canından vazgeçip o yaşasın diye son bir nefes vermek demekti annelik. Kırgınlıklarını sarıp canın acımıyor gibi gülmek, hıçkırarak ağlamak isterken bir anda kahkahalara boğulmaktı. Ciğerlerine olağan şekilde kokusunu çekmek ve o kokuda kayboluvermekti. Hiç hissetmeyen bir kadının bile, acısının tamamen var olması demekti evlat korkusu. 'Abla.' Koridorun başından kendine koşarak yaklaşan Deha'yı fark ettiğinde derin bir nefes alarak elindeki ıslak mendille bir kez daha kurumuş kanı temizledi. Dışarıdan görünüşü ne kadar sağlamdı bilmiyordu ama Dağhan'ın bir yanda, Pera'nın diğer tarafta oluşu istemsizce özleminden deli olduğu bir dağa sırtını yaslama isteğini kamçılıyordu. 'Yengem, abim nerede?' bakışları usulca Deha'nın gözlerini bulduğunda adam yanındaki boş alana yerleşip dikkat kesildi. 'Pera burada, Dağhan ameliyatta.' Önce başıyla önünde bekledikleri doğumhaneyi daha sonrada Dağhan'ı götürdükleri koridoru işaret ettiğinde Deha'nın kaşları çatılmaya başlamıştı bile. 'Abim niye ameliyatta?' anında ayağa kalkmasıyla Irmak bileğinden tuttuğu gibi çekip yanına oturmasını sağladı yeniden. 'Vurulmuş.' Sesindeki sakin tınıyla mırıldandığında kendine dikilmiş gözler şaşkınlıkla bakıyordu haline. 'Ve sen böyle oturabiliyor musun?' adam bir anda tekrar yerinden kalkmaya çabalarken gözlerini devirip çektiği gibi oturttu. 'Ne yapacağız Deha? İkimizin de doktor olduğunu sanmıyorum. Gidip bağıra çağıra yaptıkları işe engel olmaktansa oturup bekleyeceğiz.' Sesindeki bariton tını kendini gösterse de Deha'nın küs bir çocuk gibi konuşmasını işitti kulakları 'Abla...' uyarırcasına çıkmaya çalışan sesi titrerken Irmak sonunda adama tam anlamıyla odaklanmıştı ki çakmak çakmak olan hareleriyle derin bir nefes aldı. 'Beynin kaynar kazan gibi, anlıyorum ve hissediyorum Deha. Fakat iyi olduklarını gördükten sonra bütün bunların sebebi kimse hesaplarını keseceğiz. Şu an sadece sakin kalacağız anlaştık mı?' 'Abla, abim...' koca adam boynunu büküp dudaklarını gerginlikle ısırarak bakmaya başladığında titrek bir nefesin ardından kendine çekti. Üzerindeki ceketin adamın yumrukları arasında sıkıştığının da farkındaydı, Deha'nın dağının Dağhan olduğunun da. 'Geçecek, Dağhan'a da söyledim, ailemi bir kez daha kaybetmek istemiyorum Deha. Abimize de, Pera'ya da, mercimeğe bir şey olmayacak. Sağlam dur, seninle istediğim zaman kavga etmem gerek. O yüzden sağlam dur.' Dakikaların birbirini kovaladığı anlarda zaman nedense kaplumbağa hızında gibi hissettirmeyi severdi insana. Deha hayatı boyunca kendisini koruyup kollamış adamın sessiz sedasız bir ameliyathanede yatıyor olmasına, ablası gibi davranıp kendini çözmeye çalışın kadının evladıyla savaş vermesine delirse de ağzını açıp tek kelime etmeden elini sıkı sıkıya tutan daha birkaç gün önce laf dalaşına girdiği kadınla öylece oturup kalmıştı. Irmak ise seneler boyunca yokluklarında ağır sancılar çektiği, sırlarını paylaştığı adamın bir tarafta, o adamın deli gibi aşık olduğu güçlü kadının diğer yanda oluşunu düşünüyordu. Henüz nasıl kabulleneceğini bir türlü bulamamışken bir anda gerçekten nasıl aile olunacağına dair hislerini bir hastane koridorunda yüreğinde görmesi acıydı belki ancak tüm engelleri tuz buz etmişti bu kıvranış. Tüm inatçılığı yerle bir olmuştu. Baş kaldırısı bir duadan ibaretti artık ve anlamıştı ki Cahit Zarifoğlu çok doğru bir söz söylemişti; Otogarlar düğün salonlarından daha samimi sarılmalar görmüştür. Ve hastane duvarları cami duvarlarından daha fazla inanan... Dağhan o akşam üçümüzü yan yana koyup düşün demişti kadına. Irmak ise çekinmeden yapmıştı bunu. Aslında bir o kadar birbirlerinden uzak, fakat tıpkı aynadaki yansıma kadar benzer üç karakter bulmuştu. Sadece yansımaları farklı görünüyordu. Aynı sinir, aynı pervasızlık, aynı aile hasreti. Yürekleri tümüyle ortada iken geçen tüm kötü anlara rağmen iyi kalmak için nasıl da çaba sarf etmişlerdi. Belki Irmak hepsinden çok uzakta o savaşı vermişti ancak aynı dirayetle hayatta kalmaya çabalamıştı. 'Irmak hanım.' Gözleri karşısına dikilen Kemal'i bulduğunda başını sağa sola sallayarak baktı. 'Dağhan bey ameliyattan çıktı, durumu ağır değilmiş, kan takviyesi yapacaklar. Birkaç saat yoğun bakımda tutacak daha sonra uyandıracaklarmış. Ben dilediğiniz şeyin teminatını sağladım, önce laboratuvara geçeceğim daha sonra bulmak için çalışmalara başlayacağım. Bilginiz olsun istedim.' Başını onaylarcasına salladığında buz gibi duran yüzü de adamın gitmesiyle tebessüm ederek Deha'ya döndü. 'Ne dedi bu?' 'Dağhan sağlammış.' Ufak tebessümle mırıldandığında Deha tek kaşını havalandırdı anında. 'Onu anladım, laboratuvar ne alaka, sen ne istedin de temin etti.' 'Bunu yaşatanı bulmasını ve bir iki ufak şey...' omuz silktiğinde Deha anlayışla başını sallayıp elini cebine attı. 'Bende bizimkilere haber vereyim yardım etsinler.' Cebinden telefonu çıkaracağı sırada kolunu yakaladı Irmak. 'Gerek yok. Canını seviyorsa bulacak zaten. Sizinkiler evdekilerle kalsın, onları da güvende tutalım en azından.' Gözleri şüpheyle kısılsa da aklına gelen Dağhan etkeniyle derin bir nefes aldı. 'Abimin bundan hoşlanacağını sanmam.' 'İster seve seve Deha'cım, isterse...' kaşlarını havalandırıp mırıldandığında Deha hafifçe tebessüm ederek hala bekledikleri kapıya çevirdi gözlerini. Bir yerden hayırlı haber almış olsalar da hala aklı Pera'daydı. 'Abim yengemin hamile olduğunu öğrendiğinde deli gibi korkuyordu biliyor musun?' yüzünde minicikte olsa bir tebessüm kendini gösterdiğinde Irmak'ın anlamaya çalışan hali yüzünü inceledi usulca. 'Nasıl yani?' 'Biz baba olmaktan anlamıyoruz ki. Anlamayınca ne yapacağız diye korkarız haliyle. O da hem heyecanlıydı hem deli gibi korkuyordu.' Dudaklarındaki tebessüm biraz daha büyüdüğünde alt dudağını ısırıp iç çekerek devam etti, 'İkinci kez titrediğini hissettim abimin o gün. İlki de yengemle yemeğe çıktıkları akşamdı.' 'Senin de canını yaktı mı o karaktersiz?' Irmak kaşlarını çatıp mırıldandığında Deha anlamayan gözleriyle süzdü kadını. 'Dağhan'a yaptıklarını biliyorum, sana da yaptı mı?' 'Gösterdi mi?' başını onaylarcasına salladığında Deha başını usul usul sağa sola salladı. 'Yapamadı. Benim babam abim oldu hep. Ne zaman üstüme yürüse ilgisini dağıtacak bir şey yaptı, hep kendine çekti. Çok çabaladım ona zarar vermesin, bana dönsün o ok diye ama o kadar iyi biliyordu ki çıldırtmayı benden sekip ona döndü ama ondan sekip bir türlü bana dönmedi namlu. Abim çok garip bir adamdır.' Kollarını göğsünde bağlayıp oturdukları koltuğa iyice gömüldüğünde Irmak'ta onunla gülümsedi. Acılıydı dudaklarında gülüş fakat bundan sonra aynısını yaşamayacağız dercesine de dirayetliydi. 'Ne anlamda garip?' 'Sevdiklerinin kılına zarar gelsin istemez. Saçlarının bir teli kopsa ortalığı dağıtır. Çok sever, baba gibi sever. Hayatı pahasına olsa da sever. Kin tutamaz, o yüzden işlerini hep anın sıcağıyla halleder. Çünkü o sinirinin sıcaklığıyla yapmazsa bir daha yapmaz.' Irmak'ın kaşları havalandığında duydukları sürgü sesiyle ikisinin gözleri önce kapıya yönelmiş ardından çıkan hemşireyle hızlıca ayağa kalkmışlardı. Karşısındaki iki bedene şaşkınca bakan kadından tepki bekleseler de onun hemen arkasından gelen Zerrin hanımla kaşları havalandı Irmak ve Deha'nın. 'Mercimek sizinle tanışmak için biraz aceleci davranmış ama Dağhan bey yok sanırım.' Zerrin hanım kaşlarını havalandırarak Deha'ya baktığında adamın battaniyedeki gözleriyle gülümsemesi büyüdü. 'Yaralandı, operasyona alınmak zorunda kaldı abim. Bu mercimek mi?' adam şaşkınlıkla battaniyeye bakmayı sürdürürken Zerrin hanım gülümseyerek battaniyenin ucunu açtı. 'Aynen öyle, bu mercimek.' 'Amcacım...' ufaklığın battaniyesinin kenarını tutup boyun büktüğünde aklına gelen şeyle bakışlarını sonunda Zerrin hanıma çevirebildi. 'Yengem? Pera nasıl?' 'Gayet iyi, sadece biz mercimeğin kontrolünü bitirene kadar kan takviye edilecek.' 'Ama yengem burada, nasıl-' 'Sen git hadi, ben beklerim Pera'yı.' Irmak adamın omuzunu sıkarken Deha hızlıca başını sallayıp Zerrin hanımla ilerlemeye başladı. Yaklaşan sedyeyi fark edip hafifçe çekildiğinde Pera'nın dolu gözleri Irmak'ı bulduğunda elini uzatıp yakaladı anında. 'İyisin değil mi?' 'İyiyim, gördün mü yeğenini?' 'Çok güzel Pera.' 'Dağhan beni satmış sanırım.' Yorgun haline rağmen gülümsediğinde aklına gelen detayı söyleyip söylememekte kararsız kalsa da sessiz kalmasının doğru olacağını düşünerek derin bir nefes aldı. 'Ben ısrar ettim. Üzerini değiştirmek istersen yardımcı olurum diye, gitmek istemedi ama çocuk doktorundan bilgi alması gerekiyor haliyle.' Sedyeyle beraber ilerleyerek konuşsa da Pera tuttuğu elin üzerini okşayıp derin bir nefes aldı. 'İyi yapmışsın, teşekkür ederim Irmak.' Girdikleri odaya yerleşen yatakla beraber Irmak etrafa bakınsa da derin bir nefes alarak yatağın kenarına hafifçe vuran Pera'nın yanına oturdu usulca. 'Sen olmasan güçlü kalamazdım.' Yeni doğum yapmış kadın duygusallığı şu dakika iki kadını da esir alıyordu. Irmak elinin üzerine yerleşip sıkılaşan parmaklarla gülümsemesini göstererek dudaklarını ıslattı. 'Sen çok güçlüsün zaten, bana ihtiyacın yok. Hem duygusala bağlama da uyu biraz. Yorgunluğunu at çünkü ufaklıkla çok uğraşacaksınız. Bende evden birine telefon edeyim, sana da ufaklığa da kıyafet getirsinler.' Ortamdaki buhranı dağıtmak ve bir nebze Dağhan'ın nerede olduğunu sorgulamasını geciktirmek adına harekete geçtiğinde Pera'nın sesini yeniden duydu. 'Herkes iyi mi?' yorgunlukla mırıldansa da gözlerindeki telaş gülümsetti Irmak'ı. Dağhan'ın Pera'yı neden sevdiği konusunu uzun uzun araştırmasına gerek yoktu. En kötü anında veya en heyecanlı olacağı zamanda dahi sevdiklerini düşünüp, bencilce davranmayan bir kadını kim sevmezdi ki. 'Çok iyiler, korumaların hepsi yanlarında. Sen merak etme ve dinlen.' 'Elfe ve Nida'ya haber verirsen onlar eşyaların yerini biliyor.' Başını usulca salladığında arka cebindeki telefonu çıkarıp kısaca mesaj atarak kalktı yatağın kenarından. Gözleri dışarıdan tekrar Pera'ya döndüğünde tebessüm eden yüzüyle derin bir nefes aldı. Oğlunu kollarına aldığı gün, Irmak için tarihin değiştiği zamanlardı. Sorumluluktan, sürekli kaybeden olmaktan, acılardan çok daha öte bir milattı. Şimdi Pera'nın bu yorgun halini gördükçe istemsiz şekilde tek başına olduğu o hastane odasını anımsıyordu Irmak. Yorgunluğuna rağmen nasıl da güçlü hissettiğini, anneliğin bu zamana kadar görüp görebileceği en hırçın şey oluşunu... Tüm bitmişliğine rağmen Deniz'le gözleri çarpıştığında tüm dünyanın durup kendilerini seyrettiğini hissetmişti. İki metrekarenin nasıl da çiçekler açtığına şahit olmuştu. Zamanında o hastane odasında tek başınayken koca bir ordu gibi hissettiğinden olsa gerek Dağhan'ın ameliyata girdiğini söyleyerek Pera'yı korkutmak içinden gelmemişti. O tek başına kalışı kimse hissetmemeliydi Irmak'a göre. Hiçbir kadın böylesine mutlu olacağı zamanlarda hüzünleri yüklenmemeliydi omuzlarına. 'Hayatınızda Deva prensesimden sonra görebileceğiniz en mükemmel kız çocuğunu görmeye hazır mısınız?' odaya bir anda dalan Deha'yla istemsizce yüzünü buruştursa da hafif uykusundan uyanan Pera derin bir nefes alarak omuzlarını düşürmesine neden oldu. Deha ciddi anlamda dengesiz bir herifti ve istediği kadar kardeşi olsun Irmak mümkün değil bu fikrinden vazgeçmeyecekti. Doğrulma çabasını fark ederek kadına hızlıca yaklaşıp yardımcı olduğunda ufak meleğin Pera'nın kollarına yerleşmesiyle tebessüm etse de Pera'nın kaşları usulca çatılmış ikisinde dolaşmaya başlamıştı bile. 'Bebeğin yanında sen varsan...' tam olarak zurnanın konuştuğu bir kısımdayken Deha anlamaz haliyle baksa da Pera şüpheli harelerini ikisinde gezdirmeye devam etti, 'Dağhan nerede?' 'Ha abim... O şey...' Deha batırdım sanırım dercesine yüzünü buruşturup bir yardım beklercesine Irmak'a baktığında Pera kaşlarını daha çok çattı. 'Nerede Dağhan? İyi mi o?' 'Pera, Dağhan tabi iyi. Sadece şey oldu.' 'Ne oldu! Söylesenize!' gözlerini büyütüp ikisine bakmayı sürdürürken Irmak dudaklarını aralamıştı ki duyduğu sesle gülümsemesi kendini gösterdi. 'Dakika bir gol bir, hemen kızımıza cazgırlığını mı bulaştıracaksın be güzelim.' Askıya alınmış koluyla gülerek kapıdan bakmaya başladığında Pera'nın gözleri büyüse de Dağhan bir adım attığında ardından giren hemşireyle göz devirdi adam. 'Dağhan bey, rica ediyorum, dinlenmeniz gerek.' Kadıncağızın hem yetişmeye çalışan hem nazik olma gayretiyle Dağhan derin bir nefes aldı. 'Güzel kardeşim, vallahi dinleneceğim ama sen sabrımı sınıyorsun. Karımı, kızımı göreyim Allah şahit dinleneceğim ne olur bırak peşimi.' Adam yalvarırcasına mırıldanıp hızını kesmeden yatağa yaklaştığında anında serbest olan eliyle Pera'nın yüzünü okşayıp alnına dudaklarını bastırdı. 'Bakma öyle gözlerini büyütüp. Biliyorum çıldıracağını o yüzden gör istedim. Sapa sağlamım ben. Sen, sen iyi misin?' kadının koyu bakışlarının telaşının bilincinde olarak omuzunu okşarken Pera sertçe yutkunarak önce omuzundaki sargıya ardından koluna son olarak da gözlerine odaklandı. 'Hani vurulmamıştın?' 'Bari oturun Dağhan bey.' Hemşire yeniden duruma müdahale ettiğinde Dağhan gözlerini kapatıp derince soluklanarak gülümseyip döndü kadına. 'Oturursam rahat bırakacak mısın güzel kardeşim?' kadın el mecbur diyerek başını sallayınca Dağhan anında yatağın kenarına oturup tekrar baktı elindeki kanla peşinden koşan kadına. 'Deha, al abicim hanımefendiden kanımı.' Onun da gülümsemesiyle alması bir olduğunda Dağhan onay almak ister gibi genç kadını süzdüğünde onun hafif bir tebessümle başını salladığını görerek bakışlarını yeniden Pera'ya çevirdi. Gözlerindeki korku dolu bakışların farkındaydı fakat zerre önemi yoktu şu an. 'Bakma öyle yakamozum. Sen söyle bakalım iyi misin?' 'İyiyim ama sen değilsin...' 'Aslına bakarsan çok iyiyim. Fakat bir eksiğim var.' 'Ne? Ağrın mı var yoksa?' kadın anında elini tuttuğunda Dağhan hızlıca parmaklarına öpücük bırakıp başını omuzuna doğru devirdi. 'Duyduğuma göre mercimek hanım teşrif etmiş. Ki anladığımız kadarıyla epey kafasının dikine bir kız çocuğu olacak. Tıpkı ablası gibi... Ama ben henüz mercimek hanımla tanışamadım ve bence bu büyük eksiklik.' Kadının telaşlı bakışları kaybolurken göğsüne yaslı ufaklığın battaniyesini hafifçe kenara çekerek gözlerini Dağhan'a yönlendirdi. Az önce kendini sakinleştirip hatta neşelendirmeye çalışan hali usulca silinmeye başladığında adam sımsıkı birbirine bastırdığı dudaklarıyla incelediğinde havalandırdığı parmağını dokundurmadan önce gözleri tekrar Pera'ya onay istercesine döndü. Kadının dolan gözleriyle başını sallaması bir olduğunda işaret parmağının tersiyle okşadı ufacık yüzünü. 'Pera...' 'Hmmm....' Gözlerini bir an çekmeden kırmızı teniyle kadının göğsünde mışıl mışıl uyuyan yüzü tekrar derinlemesine izlediğinde dudaklarını ıslatarak derin bir nefes aldı. 'Çok güzel...' mest olmuştu resmen adam. Birbirine geçirmek istercesine bastırdığı dişlerine rağmen kendine karşı çıkan gözlerinin buğulanmasıyla iç çekerek bakışlarını kaçırdı anında. Burun kemerini sıkıp bir kez daha soluklanma çabasına girdiğinde elinin üzerinde hissettiği parmaklarla bakışları Pera'nın çoktan sağanak yağışa geçmiş dipsiz kuyularıyla buluştu. Bir şey yapacağım korkusu içinde dolup taşarken kadına usulca yaklaştığında alnına tekrar dudaklarını bastırıp kapattı gözlerini. Şükür çekmek, tüm hayatının anlamını bir kez daha fark etmek, duacı olabilmek bu anlarda insanın yüreğini doldurur taşırırdı. Dağhan hayatı boyunca bu anı ilk kez yaşayan adam olarak Deva kendisine ilk kez baba dediğinde düşündükleriyle aynı şeyi düşünüyordu. Yaşadığım süre boyunca, size en doğru şekilde babalık yapacağım... Bunun anlamı herkese göre farklı olabilirdi ancak adam için tek anlamı vardı. Gerçekten baba olacaktı. İki ufak kızın sığınacağı liman, sırdaşı, gözlerinden tek bir damla yaş düşmesine sebep olmayacak şekilde bir adam olacaktı. Babasının kendine yaşattığı tek bir ana şahit etmeyecekti ufaklıkları. Ne fındığı, ne mercimeği hayatları boyunca zihninde kendisine ait tek kötü an barındırmayacaktı. Kendinden nefret değil, gurur duyacaklardı. Bir fotoğraf karesine iki kız kardeş kafa kafaya verip baktıklarında, bizim için en iyisini yaptı dışında tek cümle düşünmeyeceklerdi, farklı düşünceleri olmasın diye tüm hayatını feda etmesi gerekse dahi bu durum değişmeyecekti. 'Dağhan...' hala dudaklarının basılı olduğu alınla Pera'nın puslu sesini duyduğunda sertçe iç çekip bedenini gerilettiği gibi kadının ıslak yanaklarını temizledi. Başını sağa sola sallayıp kendi göz altlarını da sildiğinde dudaklarını ıslatıp tekrar kızında gezdirdi ela harelerini ardından Pera'ya dönerek yenilenmiş yaşları bir kez daha silerek derin bir soluk aldı. 'Ağlama... Benim iki kızıma da yeminim olsun Pera, annelerine bir damla gözyaşı döktürmeyeceğim. O yüzden ağlama. Yapma güzelim... Senin bir damla göz yaşına onların kalbi kırılır, kızlarıma yapmayalım bunu.' Onay istercesine bakmaya başladığında Pera dudaklarını ısırarak salladı başını. Derince soluklanıp karşısındaki adamı süzmeye başladığında gözleri tekrar göğsünde nefes alışverişini hissettiği ufaklığa kaydı. Parmakları ufacık yumuk yumuk olan ele ulaştığında işaret parmağıyla hafifçe okşadı. Anne olmak, bir şekilde kaybolmaktı herhalde. Bir ufaklığın bakışlarında, cennet kokusunda, aldığı her oksijen zerreciğinde kendini kaybetmekti. Hayatın dur durak bilmediği zamanlarda dahi bir kadının sadece evladı için zamanı durduracak güce sahip olmasıydı. Pera, hamileliğin başından sonuna kadar tedirginliklerinin içinde kaybolmuşken şimdi tenine değen pamuk ten daha da güçlü hissettiriyordu. Oysa doğum sırasında ne olup bittiğini bile hatırlamıyordu, tüm acı, korku, çekingenlik burnunun ucuna kadar getirdikleri ufacık melekle kanatlanıp uçmuştu. Vücudu o ana kadar korkudan deli gibi titrese de bir anda donup kalmışçasına kendine tüm mahmurluğuyla bakan gözlerden sonra daha dirayetli hissetmesini sağlamıştı. Kadınlar güçlülerdi, fakat devamlı daha güçlü olmaları için hayat umulmadık şanslar sunardı onlara. Bu sadece sancılar çekerek dünyaya getirdiği çocuklar sayesinde de olmazdı üstelik. Bir kadın, zamanında bir kitabın sloganı gibi evlat edinmenin de bir doğum şekli olduğunu savunarak kimsenin ummadığı zamanlarda güçlenmesini sağlardı. Tüm kadınların desteğini, yanındayız demesini, tüm haykırışları kulaklarında yankılanırken olurdu bu. Pera hayatındaki en güzel şanslar sıralamasında iki kızının olduğunu bilerek bakıyorsa bugün dünyaya, aslında tüm kadınların gücünü hissedebildiği içindi. Şimdi evladı için tüm korkularına rağmen yeniden kendini toparlayacak, yaşadığı o korkunç dakikaları geri plana atarak eskisinden çok daha güçlü, hırslı ve dirayetli kalkacaktı ayağa. Çünkü bir kadını evladının gözyaşı kadar korkutamazdı kurşunlar. 'Küçük hanım ve annesi...' gülümseyerek içeri giren Zerrin hanım Dağhan'ı fark ettiğinde gözleri usulca tepelerindeki serum askısına dönerek havalandı kaşları. 'Ve babası.' Dağhan'da, Pera'da aslında kadının serzeniş gibi çıkan halinin farkında olarak gülümsediler. Hali hazırda tüm hastanede Dağhan'ın arandığını, bulunduğunda da bir türlü ikna edilip yatağa döndürülemediği konuşulurken şaşırmıyordu kadın. Kaldı ki bu durum neredeyse tüm hastane personeli arasında fısır fısır konuşuluyor ve Dağhan'ın kendi canını önemsemeden ağrısına rağmen karısına nasıl koştuğunun bahsi geçiyor, birçok personelin adama hayran kaldığını da biliyordu. En azından odaya gelene kadar geçtiği tüm koridorlarda en az iki kişinin konuşmalarını işitmişti. Bir kısmı Dağhan'ın karısına olan sevgi ve bağlılığını takdir ederken, diğer kısım Pera'nın buna değecek kadar güzel bir kadın olduğunu destekliyordu. 'Hastane güvenliği de mi ikna edemedi sizi Dağhan bey?' yatağın ucundaki masadan dosyayı açarak bakışlarını adamdan Pera'ya çevirdiğinde umutsuzca kadının baş sallamasıyla ıslattı dudaklarını Zerrin hanım. 'Benim ikisini de bırakıp o odaya dönerek gizlice sakinleştirilme verilmesini beklememi ummuyordunuz herhalde Zerrin hanım?' 'Nasıl umabilirim ki, neredeyse dokuzuncu aya girecekken dünyaya gelmek için inatlaşan kızınız sayesinde yeterince tanıdım sizi.' Bakışları dosyada gezerken dalga geçen gülümsemesini gönderdiğinde usulca yaklaşıp Pera'nın serumunu kontrol ederek kenarda duran sandalyeyi çekip oturdu Zerrin hanım. Bakışları ikisinin meraklı gözleriyle buluşurken derince soluklanarak Pera'nın kolunu okşadı. 'Senin sağlık durumun iyi, sadece tansiyonun düşük, kan takviyesine hala ihtiyacın var. O yüzden bir gece daha misafir edeceğiz. Gelelim ufaklığa, doktoru elbette bilgi verecek ancak siz meraktan bayılmadan tüyo vereyim ben.' Pera anında destek alıp daha da dikleşmeye çalıştığında Zerrin hanım ufak küveti daha çok yaklaştırıp gülümsemesini büyüttü. 'Kalbinde düşündüğünüz gibi bir problem yok. Yüreğinizi ferah tutun, gayet sağlıklı aceleci olmasına rağmen.' İkisinin de yüzünde oluşmaya başlayan rahatlama sayesinde dudaklarını tekrar ıslattığında uyanıp elini kolunu pervasızca savurmaya başlamış bebeği kucağına alıp Pera'nın kollarına bıraktı. 'Baştan kesinlikle korkmamanız gerektiğini belirterek söylemek isterim ki kalbinde ufacık bir delik var.' 'Delik mi var?' Dağhan henüz Pera tepki verememişken kaşlarını çatıp ayaklandığında Zerrin hanım gülümseyerek başını salladı. 'Telaşlanacağınız bir durum yok, sakin olun. Zaman içerisinde kendi kendine kapanacak, erken doğduğu için normal. Kontrollerinde takip edilecek elbette ancak beş yaşına gelmeden kapanacaktır.' 'Beş yaşına... O kadar-' 'Pera... Telaş yapılacak büyüklükte değil, sizinle özellikle önceden konuşuyorum, bu tedirginliği yaşayacağınızı bildiğim için. Tüm samimiyetimle söylüyorum ki gerçekten korkacak bir durum yok. Sapa sağlam kızınız, maşallah... Biraz uzun boylu olacak sadece. Gerçi, Deva'nın gelişimine bakınca ablası da aynı olduğu için şaşırmamak gerek buna.' 'Eminsiniz değil mi Zerrin hanım? Sakin kalmamız için böyle söylemiyorsunuz?' 'Eminim Pera'cım, çok ama çok eminim. Şimdi siz dinlenmenize bakın, eve döndüğünüz zaman bu yaramaz pek şans tanımaz gibi geliyor bana.' Göz kırpıp Pera'nın kolunu tekrar okşadığı gibi odadan çıkan Zerrin hanımla Dağhan'ın gözleri anında kadında dolaştı. Kaşları usul usul çatılırken kucağındaki ufaklığa yöneldiğinde kadının parmağını sıkıca kavramasıyla derin bir soluk çekti. 'Güzelim.' 'Efendim?' bebeğin üzerindeki kara gözleri kendine yöneldiğinde Dağhan bir kez daha soluklandı. 'Oturduğumuzdan beri ne unuttuk diye düşünüyorum da...' 'Ne unuttuk?' 'İsim bulmayı.' Pera havalandırdığı kaşlarıyla başını sallayıp Dağhan'da olan gözlerini yeniden uyuya kalmış ufaklığa çevirdi. 'E suç bu yaygaracıda ama, göstermedi ki kız mı erkek mi, bir de olmadık zamanda gelmeye karar verdi.' 'Bence herkesi seferber edelim, hazır evdeler, belki seveceğimiz bir isim bulurlar.' Dağhan dudak bükerek mırıldansa da düzelen kaşları tekrar çatılmaya başladığında gözleri de istemsizce büyüdü. 'Hadi be! Nasıl unuttum ben.' 'Neyi?' oturduğu sandalyeden hızlıca kalktığında Pera ne olduğunu anlamayarak süzdü adamı. Kapıya doğru bir adım atsa da aklına bir şey gelmiş gibi işaret parmağını havalandırıp tekrar döndüğünde dudağını dişlemeyi de eksik etmedi. 'Gidemem, hem burada kimse yok, hem de odadan kaçmama izin verdiler ama hastaneden kaçamam. Hem de hala kan takviyesi var.' Adamın açıklama yapmadığı her saniye Pera'nın kaşları daha çok çatılırken kadın derin bir nefes aldı. 'Ne oldu Dağhan? Ne unuttun?' 'Gerçi bizimkilerin çevresinde bir ordu adam var, Turan çözer o işi.' 'Hangi iş?' Dağhan hala kendi içinde muhasebesine devam ederken Pera'nın kaşları derinlemesine ve tam anlamıyla çatıldığında adam havadaki parmağını başıyla beraber usulca salladı. 'Diğer olayı da Arjin çözerse, Ceyhun'da ortalığı kontrol altında tutar. Telefon.' Üzerinde hastane kıyafetleri olduğunu yeni fark edercesine yüzünü buruşturduğunda bakışları ateş saçmak üzere olan Pera'yla çakıştı. 'Söylesene artık! Şu merak ettirmen yüzünden sadece bir tane doğurmadım çocuk bak. Şimdi dokuz doğuruyorum.' 'Ben Deva'ya kardeşin sana istediğin oyuncağı getirecekmiş dedim, şimdi ikimiz de ortadan kaybolduk, bir de bebekle döneceğiz yemin ederim keser bizi.' 'Oyuncak sözü mü verdin yine?' 'Evet.' Başını doğal bir durum gibi salladığında Pera göz devirerek süzdü adamı. Baba kız an kolluyorlardı istediklerini yapmak için. 'Saçmalamayalım istersen Dağhan. Deva bu kadarcık bebeğin bir şey taşıyamayacağını eminim ki biliyordur.' 'Bilse de bilmiyor gibi davranıyor ama. Söz verdim kızıma, o oyuncak araba alınacak.' 'Peki diğer mesele ne?' 'O evle ilgili bir mevzu değil, bende ama telefonumu bulduktan hemen sonra.' Dakika başı hali hazırda kendini kontrol eden hastane çalışanları mevcutken telefonu bulmanın da zor olacağını düşünmüyordu Dağhan. Bakışları hülyalı hülyalı ufaklığı incelemeye dalmış kadını bulduğunda o an aklında olan her detay istemsizce silinmeye başladı. Dünü, bugünü, hatta yarını bile planlı programlı ilerlerken bir anda hayatının tüm kapılarını ardına kadar dayamayı kafasına koymuştu bu kadına. Kapkara bakışlarında, onu ilk gördüğü andaki kendi kendine sinirli olan haline kadar adım adım ilerliyordu. Sadece bir bakışı yeter miydi kadının? Dağhan için yıllar öncesine gitmesi adına yetiyor, hatta artıyordu bile. Bazen, bazı şeyler tüketilirken zamanla azalırdı ya, adam için durum tam tersiydi. Küçücük kalmış gönlü bile, kadın var diye her dakika daha da büyüyordu.
|
0% |