Yeni Üyelik
65.
Bölüm

Bölüm 63 - Sen, Benim Yüreğimin Evisin

@biceruvar

Selamlar çiçeklerim, böceklerim... Ben geldim, bir nebze enerjik, bir nebze yorgun ancak sizi çok özlemiş olarak... Yeni bir bölümle bir de hatırladığınız üzere bir minik mercimek meselesiyle... Bu sefer çok uzatmayacağım burayı demek istiyorum fakat her seferinde aklıma birşey geliyor ve ben yine burada size uzun uzun cümleler bırakıyorum. Geçen bölüm olağan isyanım ve size tutunma gücümle vardım, şimdi ise var olsun kadınlar desteğimle buralardayım. Bakıyorum bakıyorum her şekilde güzeliz, çok güçsüzken bile aşırı güçlüyüz...
"Belki kaybedeceğim ama savaşırken kaybedeceğim." diyen Neslican gibi...
"Eğer kendime olan saygım ve koşullar gerekirse yalnız da yaşayabilirim. Mutluluğu satın almak için ruhumu satmaya gerek yok..." diyen Jane Eyre gibi...
"Ben sana inansaydım senin için savaşırdım, senin için savaşsaydım, mutlaka kazanırdım. Artık vazgeçtiklerim kadar özgürsün..." diyebilen Frida Kahlo gibi...
Ve biz kadar güçlü olan bazı çok güçlü adamlar var...
"Ellerini, karının ve kızının saçlarından eksik etme oğul, bil ki; kadınlar açlıktan ölmez ama sevgisizlikten ölür." diyen Hacı Bektaş-ı Veli'yi dinleyen adamlar gibi...

O yüzden biz kadınlar ve bizi destekleyen güzel adamlar iyi ki var...
Sizleri bölüm duyuruları ve paylaşımımızın daha da çoğalması adona instagrama beklediğim gerçeğini atlamayalım lütfen...

Instagram: BiCeruVar

----------------------

'Peki diğer mesele ne?'

'O evle ilgili bir mevzu değil, bende ama telefonumu bulduktan hemen sonra.' Dakika başı hali hazırda kendini kontrol eden hastane çalışanları mevcutken telefonu bulmanın da zor olacağını düşünmüyordu Dağhan. Bakışları hülyalı hülyalı ufaklığı incelemeye dalmış kadını bulduğunda o an aklında olan her detay istemsizce silinmeye başladı. Dünü, bugünü, hatta yarını bile planlı programlı ilerlerken bir anda hayatının tüm kapılarını ardına kadar dayamayı kafasına koymuştu bu kadına. Kapkara bakışlarında, onu ilk gördüğü andaki kendi kendine sinirli olan haline kadar adım adım ilerliyordu. Sadece bir bakışı yeter miydi kadının? Dağhan için yıllar öncesine gitmesi adına yetiyor, hatta artıyordu bile. Bazen, bazı şeyler tüketilirken zamanla azalırdı ya, adam için durum tam tersiydi. Küçücük kalmış gönlü bile, kadın var diye her dakika daha da büyüyordu.

'Benim eve uğrayalım önce...' Irmak sinyal verip sokağa saptığında yanındaki Deha'nın çatılan kaşlarıyla derin bir nefes aldı. Neredeyse hiç tanımadığı bir ailesi varken elbette aklındaki tüm kaosu hızlıca fark etmelerini beklemiyordu. Oysa Dağhan ve Deha'nın gördüğü sadece ufak çaplı akıl suikastları sayılırdı. Fakat Irmak bunun çok daha ötesini, öncesini ve devamlılığını planlayarak yaşayabilen bir kadın olmuş, hayat bütün bunlar için kendini zorunlu kılmıştı. Ufacık bir kız çocuğu iken de aklında türlü hinlikler vardı oysa Irmak'ın. O zaman hinlikleri arkadaşlarına uygulayacağı masum şakaların planıydı belki ama yine de her zaman kendisi oyun kurucu olmayı sevmişti. Zaman onu kocaman bir kadın yaptığında ise masum, şen kahkahalara boğulmasına sebebiyet veren aklı tamamen içinde bir zehir barındırmaya başlamıştı. Yaralayan, öldüren, hatta süründüren bir zehir...

'Laboratuvar ile evin ne alakası var?' burun kıvırıp yandan bir bakış atsa da önüne geldikleri evle arabayı park ederek baş işareti verdi. Her şey zamanla olurdu. Tanışmalar gibi... Düşmanlıklar, kavgalar, küslükler, barışmalar, savaşlar, kahkahalar bile bu zaman denen düzenle ilerlerken Deha'da onu tanıyacaktı, tıpkı kendisinin bu adamı benimsemesi gibi. İçten içe kardeş olarak gördüğü bu adamı kendine itiraf edemese de geç olan bu tanışmaları çoğu tanışmadan daha uzun soluklu olacaktı belki de. Çünkü yıllarca beraber büyümüş olmaları gereken kardeşini, şimdi bir yabancıyla ilk selamlaşma gibi bulmuştu.

Önce basamakları hızlıca çıkıp, ardından asansörle kata ulaştıklarında elindeki anahtarlığı salladıktan sonra evin kapısını açtı. Ardından kendini takip eden adamla salona kadar ulaştı. Deha'nın inceleyip tahlil etmeye çalışan tavrına hafifçe tebessüm ettiğinde adımları evin içerisindeki basamaklara yöneldi.

'Kafana göre takıl, bir şey içmek istersen konsolun içinde, anahtarı da vazoda. Hemen geliyorum.' İçinde gerçek çiçeklerin olduğu vazoyu işaret ettiğinde Deha kaşlarını havalandırarak önce Irmak'ta ardından konsolda gezdirdi gözlerini. Evdeki düzeni inceledikçe bir manyağa yakışacak kadar tertipli olduğunun farkındaydı. Vazonun içindeki gerçek bitkilere rağmen çevresinde tek yaprak yoktu ve haddinden fazla da simetri mevcuttu. Bu simetri sadece yastıklardan veya duvara asılı tablonun duruşundan değil, o tablonun içerisindeki eşit ve bir düzen içerisindeki çizgilerden dahi belliydi. Kendisinin almasını önerdiğine göre çalışan herhangi birisi yoktu ki Deha'yı asıl dumur edende buydu. Nedense Irmak'ın asla ama asla ev düzeni kurup, yemek yapabilecek birisi olduğunu düşünmemişti. Hatta o kadar ki kadının su istediğinde birinin, yemek istediğinde başka birinin görevlendirildiğini dahi düşünmüştü.

'Evinde yardımcı yok mu?!' üst kata seslenerek neredeyse hastane kadar beyaz olan salona tekrar göz attığında çiçeklerin yanından vazonun içine elini uzatmıştı ki parmaklarındaki soğuklukla geri çekildi. Süzülen damlalarla daha çok çatıldı kaşları. Bir kadeh alkol için bu suya elini sokmasının şart olduğundan emin değildi.

'İhtiyacım yok!' hala damlayan sularla yüzünü buruşturup fikrinden vazgeçerek derin bir nefes aldı. Bir kadeh içmek için evi talan etmeye gerek yoktu sonuçta. Bunca zaman Irmak kendisini öldürmemiş olabilirdi fakat şu titiz evin ardından konsolun üzerindeki suyu gördüğünde yastıkla boğup, cesedini de rahatlıkla oldukları on sekizinci kattan aşağıya sallardı. Adımları vazgeçmesinin tesiriyle pencereye yönelirken üst üste dizili kitaplarda gezdirdi bakışlarını. Psikolojisinin normal olduğunu düşünmediği kadının psikolojiye dair kitaplar okuyor olması ne derece mantıklıydı peki? Deha için bu yanıt koca bir hiçten ibaret olurdu muhtemelen. Alt dudağını ısırıp bakışlarını büyük pencerelerden manzaraya çevirdiğinde yeni yeni batmaya başlayan güneşin kızıllığına gülümsedi. Hiç sakin olmamış hayatı bugün sadece ailesiyle beraberken durgun geçecek diye düşünmüştü oysa ki. Fakat şimdi duruma bakılırsa iki hastane gazisi, bir tane hayat ve manyak ablasıyla kafa kafaya ilk kez kaosa düşecek olmaları... Hiç ama hiç mantıklı gelmiyordu.

Üst kattan yaklaştığını anladığı topuk sesleriyle kaşları daha çok çatıldığında basamakları zarifçe inen Irmak'ı buldu gözleri. Sahiden eşofmanlarını çıkarıp topuklu ayakkabı, mini bir elbise ve saç makyaj yapsınlar diye mi gelmişlerdi eve? Üstelik abisi vurulmuşken.

'Sen cidden ruh hastasısın.' Ellerini havaya kaldırıp yok artık dercesine bakmaya başladığında Irmak omuzundan düşen ince askıyı düzeltip kaşlarını havalandırarak süzdü adamın garipseyen halini.

'Yine ne yaptım da ruh hastasıyım?' konsolun çekmecesini boynundan sarkan zincirin ucundaki anahtarla açarak anında siyah ufak çantasına silah tıkıştırdığında Deha derin bir nefes alıp öncelikle vazoyu işaret etti.

'Su dolu bir vazonun içine anahtar atıyorsun, sadece alkole ulaşmayı zorlaştırmak için.' Gözleri bu kez kitaplara yöneldiğinde parmağı da onunla döndü.

'Manyak bir katil olmana rağmen psikoloji kitapları okuyorsun.' Sanki sırası üzerine işaret eder gibi en alttan üste doğru beş kitabı gösterdikten sonra ellerini iki yana açıp evi işaret etmeye başladı.

'Ve hayatımda gördüğüm beyaz olmasına rağmen en temiz eve sahipsin, ki bana kalırsa bu en ilginç olanı.' Irmak hafifçe eğilip topuklusunun ince bandını düzelttikten sonra çekmeden çıkardığı peçeteyle vazonun çevresindeki ıslaklığı temizleyip derin bir nefes alarak iki parmağını vazonun arasına sıkıştırıp eline değen anahtarla gülümseyerek çıkardı.

'Öncelikle, su dolu bir vazonun içine elini sokma eğilimin yüzünden seni tebrik ediyorum, çünkü daha zeki olduğunu düşünürdüm.' Anahtarı tekrar vazonun içindeki ufak kancaya astığında bakışlarını sehpadaki kitaplara yönlendirerek gülümsemesini büyüttü.

'Psikoloji okuduğum için özellikle bu tür ilgimi çekiyor, fakat önemli bir nokta var ki insanların beyinlerinin içinde dolaşan tilkileri bilmezsen sendeki topal tavşan bir işe yaramaz.' Hafifçe omuz silktiğinde tek kaşını kaldırıp dudaklarını ıslatarak devam etti konuşmasına, 'Önce tavşanı eğitmelisin, tüm engellerine rağmen.' salonun ferah ve bembeyaz halinde bakışlarını gezdirdiğinde alt dudağını ısırarak Deha'ya çevirdi parlayan mavi bakışlarını.

'Neden evimin temizliği en ilginç olan yanı?'

'Ne bileyim, sana baktığımda evinde elli tane çalışan olan, tüm isteklerin için ayrı ayrı kişilerin barındığı biri izlenimi yaratıyorsun. O tırnaklar toz bezine dokunma ihtimalini bile düşürüyor.' Adam omuz silkerken Irmak gülüşünü daha çok büyütüp derin bir nefes aldı.

'Kedilerin tırnakları nasıldır Deha?'

'Ne? Şimdi de veterinerlik fakültesine mi bağlanıyoruz?' buruşturduğu yüzüne rağmen kadın başını önce sağa sola sallamış ardından kapıyı işaret ederek ilerlemeye başlamıştı.

'Uzun ve sivridir. Aynı zamanda çok da temizlerdir ve sadece istedikleri zaman onlara yaklaşma lüksün vardır.' Kendini takip ettiğini bilerek evden dışarı çıktığında hala katta olan asansöre binerek derin bir nefes aldı. Deha zeki adamdı Irmak'a göre, fakat fazla kullanmayı tercih etmiyordu o güzel aklını. Ki tıkır tıkır çalışan kafa yapısına bir iki kez şahit olsa da devamlılığını gördüğü söylenemezdi.

'Torpidodan telefonu verir misin?' yerleştikleri arabayla mırıldandığında Deha hızlıca torpido gözünü açmıştı ki ağzına kadar mermi dolu olmasıyla bakışları usulca kadına yeniden döndü. Tüm parlak yapıların üzerinde duran cihazı alarak uzattığında çattığı kaşlarıyla süzse de hafifçe boğazını temizlemişti ki dudaklarını ıslatıp kapattı gözü.

'Muhtemelen Deniz için alkol şişelerinin olduğu dolabı kilitledin. Peki oğlunun bindiği arabaya bu kadar kurşun sığdırman, ki söz konusu ulaşılabilir bir nokta, sence ne derece akıllıca bir seçim?'

'Fazla akıllıca çünkü Deniz benim oğlum. Onu öldürmek için girişimde bulunan herkesi yaylım ateşi açıp durdurabilirim, fakat Deniz bir şey kafasına taktıysa engel olamıyorum.' İstemsizce dudaklarından dökülecek kahkahayı engellerken çıkan garip seslerle Irmak'ta gülümsedi. İçten içe kesinlikle annesinin oğlu diyebilirdi yeğenini anlatırken. Kafasının dikine, inatçı ve tamamen melek gibi görünen bir hal. Kendileri henüz o inatçı haliyle karşılaşmamışlardı ama Irmak gibi bir despota bunu söyletebiliyorsa maharetleri küçümsenmemeliydi ufaklığın.

Aracın yeniden duraksamasıyla kemerini açacak olsa da Irmak'ın rahat tavrıyla sadece pencereyi aralamasına baktıktan sonra koşarak yaklaşan bedeni inceledi. Yaşı fazla büyük görünmeyen, ufak tefek bir kadın üzerindeki beyaz önlük, elindeki zarf gibi duran saman rengi şey ve diğer elindeki karton çantayla resmen gülümseyerek yaklaşıyordu. Birisi Irmak'a gülümseyerek yaklaşıyordu, Deha şimdi dahi yapmazdı bunu.

'Hale hanım...' genç kadın o gülümsemeyi daha da büyüttüğünde Deha'nın kaşları havalansa da zarfı Irmak'a uzattığında onun da tebessümünü ve göz kırpmasını fark etti.

'Anlat bakalım, ne tür aksiyonlar yapabilirim bununla?'

'Size bir mermi ile en temel ne yapabilirsiniz söylemeyeceğim elbette fakat onun dışında deri altına yerleştirebilirsiniz, ikisi de on dakika içinde etki gösterir. Sadece kalbe ateş ederseniz süre kısalır. Sorry...' ellerini çenesinin altında birleştirip yüzünü hafifçe buruşturan kadın tekrar gülümseyip devam etti konuşmasına, 'Kısalmaz, biter. Fakat daha çok hoşunuza gidecek bir şey var.' Az önce masum bir gülümseme sunan kadının gözlerinden şeytani pırıltılar dolaşmaya başladığında Deha derin bir nefes alarak kıstığı gözleriyle süzdü aralık olan camdan yüzünü gördüğü kadını. Bir altmış, zorlansa bir altmış beş denilebilecek boylarda zarif bir kadındı. Omuzunun hemen üzerinde biten, alnını özellikle açmak istercesine tepesine tel tokayla tutturduğu bir tutam saçıyla bir nebzede şirindi. Fakat Deha'nın asıl gülümsemesine neden olan konuşurken el kol hareketleri yüzünden önlüğünün önünün açılarak, içerisindeki tişörtün görünmesiydi. Kadın yirmilerinde görünüyor olabilirdi fakat kesinlikle üzerindeki Winnie the Pooh tişörtü beş yaşında ufak bir kız çocuğunu izliyormuş düşüncesine sürüklüyordu Deha'yı.

'Neymiş?' Irmak'ın sesiyle kendisine geldiğinde çok uzun süre odaklı kalmamış oluşuna şükür çekti.

'Yutturabilirsiniz. Size yarım saatlik bir şölen sunar. Bu yüzden, kahvenizi yanınıza alın.' Karton çantayı kaldırıp uzattığında Irmak aldığı gibi kadının yanağını sıktı.

'Seni deli dehşet sevmem için her gün yeni bir neden veriyorsun bana.' Reverans yapar gibi dizlerini kıran kadınla Irmak pencereyi kapatıp tekrar arabayı harekete geçirdiğinde Deha'nın daha da sessizleştiğini fark ederek derin bir nefes aldı.

'Sen bugün sadece şaşırmak için mi programlandın Deha?'

'İnan şu surat ifademi bende sevmiyorum. Ama ne yaparsın... İnsan her gün psikopat ablasıyla yola çıkıp önce onun düğüne gider gibi hazırlanmasını, sonra beyaz önlüklü şirin bir kadından anladığım kadarıyla zehir gibi bir şey almasını izlemiyor.' Irmak gülerek dizindeki kahve çantasını Deha'ya verdiğinde gözünü yoldan ayırmadan zarfın içindeki mermiyi parmakları arasına alarak havaya kaldırdı.

'O şirin kadın bir dahi... Ayrıca teorik olarak zehir değil, Dağhan'ın omuzundan çıkan kurşunu aldım.' Havaya atıp tekrar yakalayarak avucunda sıkıştırdığında Deha hala kendini koruyan çatık kaşlarıyla baktı.

'Abin.'

'Ne?'

'Abinin omuzundan çıkan kurşunu aldın.'

'Niye takıntılısın sen bu abi abla meselesine?' kurşunu aldığı zarfa tekrar bırakırken göz ucuyla Deha'yı süzmüştü ki onun omuz silkmesi bir oldu.

'Doğru hitap şekli olduğu için.' Akıp giden yolu izledikleri sırada Irmak tek kaşını kaldırıp derin bir nefes aldı. Bazı şeylerin zorluğu konusunda konuşmaya mecali yoktu, dert anlatacakta değildi fakat ciddi anlamda Deha'nın bu takıntısı artık garip gelmeye başlamıştı. Ha Dağhan, ha abi bir farkı yoktu ona göre. İki durumda da yıllar önce kaybetmek zorunda tutulan aile bireyiydi. Ne yönden bakılırsa bakılsın zordu kadına göre.

'Doğru olması söyleme mecburiyetim olduğu anlamına gelmiyor.' Arabayı yavaşlatıp girdiği dar ara sokaktaki hangarın önünde durarak kontağı kapattığında, Deha kendine dönüp gülümsemesini gösterdi.

'Mecburiyet değil, ait hissetmek için söylersin zaten.' Mırıldanıp sakince arabadan indiğinde kendisi de inip sokakta yürümeye başlayan adamı süzdü. Nereye kadar devam edeceğini izlemeye başladığında Deha birkaç adım daha atarak duraksayıp olduğu yerde hızlıca kendine döndüğünde kaşları da çatılmaya başladı.

'Afilli bir çıkış yapacaktım ama nereye gidiyoruz bilmiyorum.' Yüzündeki ciddiyet bir gram bile kaybolmasa da Irmak kahkaha atmamak adına dudaklarını birbirine sıkıca bastırdı.

'Afilli çıkışına şuraya doğru devam et lütfen.' Önünde durduğu büyük gri demir kapıyı işaret ederek kenetlediği dudaklarını ısıtmaya başladığında Deha tek eli havada yaklaşmaya başlayıp derin bir nefes aldı.

'Şimdi devam edebilirim.' Havalı ilerleyişiyle sırtını arabaya yaslayıp kollarını göğsünde birleştirdi kadın. Koca bir adam ne kadar çocuk görünebilirse o kadar çocuktu Deha ve bir o kadar akıllı bir adamdı. İçinde iyi veya kötü fark etmeksizin ne yaşıyorsa dışına o da yansıyor, dehşet veren ve insanlara zarar veren ne varsa ona iğrenircesine bakabiliyordu. Irmak henüz kapıya yaklaşmasa da birazdan Deha'nın kendisine de aynı iğrenme duygusuyla bakacağını bir nebze tahmin edebilirdi.

'Beş defa vur kapıya, yoksa kendi adamlarımı seni öldürdükleri için öldürmek zorunda kalırım.' Kollarını göğsünde bağlayıp olduğu noktada beklemeye devam ederken konuştuğunda Deha yüzündeki dalga geçen gülümsemeyle ilk yumruğunu usulca vurdu.

'Ablam' kapıya vurup bakışlarını arkadaki kadına çevirdiğinde gülümsemesine kaşlarını havalandırmasını da ekleyerek bir kez daha vurdu.

'Ruh' bir kez daha tıkladığında dudaklarını ıslatmayı eksik etmedi.

'Hastası'

'Manyağın'

'Teki.' Her demire indirdiği yumrukta başını sallamayı da ihmal etmediğinde kale kilidi gibi takırtılarla derin bir nefes alarak gülümsemesini genişletti Dağhan.

'Yeni parolan bu olmazsa kalbim çok kırılır, ablacım.' Sonunda gürültüler kesildiğinde açılan büyük kapıyla Irmak başını usulca sallayıp yanına ilerledi. Beraber içeri girdiklerinde ortamın karanlığı ve üst taraftaki ufak pencerelerden sızmak konusunda kararsız kalan sokak ışığı da kendini belli etmeye başlamıştı. Gerçi etraf hem alabildiğine geniş, hem de bu derece tozla kaplıyken o sokak lambalarının da pek faydası var denilemezdi. Deha kadının ilerleyişini takip ederek yanında durduğunda etrafa kısaca göz attı. Kandil ışığı edasıyla ufacık bir ampulden parlayan huzme sadece ağzı yüzü dağılmış adamın üzerinde parlıyordu. Öyle ki onun da pek mecali olduğu söylenemezdi.

Dudaklarının arasından sızan kanla Deha yüzünü buruşturduğunda çatık kaşlarıyla daha çok inceledi. Öyle bir özgüven vardı ki tüm çalışanlarında adamı bağlama zahmetine dahi girmemiş, patates çuvalına döndürmüşlerdi resmen. Öylece duvara yasladıkları sandalyeye oturtup bekletmişlerdi ve bu durum Deha'nın düşüncesine göre yıkılırsa kaldırmak zorunda kalmamaları adına olduğundan yanaydı... Üzerindeki buz mavisi gömleğin sol tarafı siyah bir leke gibi görünse de dağılan suratından akmış kan olduğu hakkında çok rahat fikir yürütülebilirdi. Ayrıntılı inceleme girişiminde bulunduğunda ise daha fazla eğik durduğu bedenin sol tarafındaki kan göletiyle çatıldı kaşları. Hafifçe başını eğip baktığında artık yerinde olmayan parmaklarından aktığını görerek derin bir nefes aldı. Bir an önce aklını dağıtmazsa acıma gibi bir girişimi dahi olabilirdi çünkü ciddi anlamda hali hiç iyi görünmüyordu. Dahası deponun içerisindeki yoğun demir kokusu yüzünden midesi bulanmaya başlamıştı.

'Buraya gelmek için düğüne gider gibi süslendiğini sanmıyorum. Çıkınca gece kulübüne falan gideceğiz değil mi?' birazcık odak noktasını değiştirmek, biraz da Irmak'ın bu kadar delirmediğini umarak mırıldandı.

'İstiyorsan gideriz.' Irmak omuz silkip baktığında Deha dudaklarını ıslatıp tekrar süzdü kadını.

'Sen gerçekten burası için mi hazırlandın yani?' başını usul usul sallayarak karşılık veren kadınla Deha anlar gibi başını sallasa da kaşları çatıldı anında.

'Bir de bana ne yaptım ki diye soruyorsun. Şuraya hazırlanıp gelmen her seferinde söylediğim hitaplar adına haklı çıkarıyor beni.'

'Bu dünyada ilk sırada etiket önem taşır. Etiketin, itibarındır. İlk abla tavsiyesi olsun.' Dalga geçer gibi göz kırpıp adamın karşısına yerleştirilmiş iki sandalyeye ilerleyip naifçe birine yerleştiğinde elindeki çantasını da dizlerine bırakıp içinden çıkardığı sigarayı ateşledi Irmak. Deha yanına gidip oturmaya dahi çekiniyordu şimdilik. İçeride toz haricinde kendini alenen gösteren iğrenç metal kokusu kendisini rahatsız ederken Irmak'ın öylece rahat bir tavırla hareket etmesine korkmasında ne yapsındı zaten.

'Ne senin ismin?' başını omuzuna düşürüp baygın gözleriyle bakan bedeni süzdüğünde mimiklerindeki tebessüm bir an bile silinmedi. Adam ne kadar dudaklarını aralamaya çalışsa da daha fazla kan geldiğinde Irmak'ın bakışları usulca duvar dibinde hazır ol edasıyla bekleyen uzun boylu bedene döndü.

'Konuşamıyor mu... Dilini mi yuttun yoksa?' bakışları yeniden dalga geçer şekilde sandalyedeki adamı bulduğunda yanından uzatılan kızıla çalan suyla dolu kavanoza döndüğünde anında elini ağzına kapatıp gözlerini büyüttü.

'Sana nazik davranmadılar mı yani?' gözlerini büyüterek adama bakmayı sürdürürken anında omuzlarını düşürüp elinin tekini avucuna vurmuştu, 'Ne kadar ayıp, hiç misafirperverlik yok. Oysa benim sana ikramım vardı.' Bacak bacak üzerine atıp hala elinde yanan sigaradan derin bir nefes çektiğinde çantasının içindeki zarfı çıkarıp bir derin nefes daha aldı.

'Ama hepsini kesmemişler dilinin, bence ikramımı geri çevirmezsin.' Üzülmüş gibi duran her mimiğine rağmen sandalyeye tekrar yaslanıp ufak tebessümünü gösterdi Irmak, 'Hem... Yardımcı olurum yemene.' Usulca sandalyeden kalkıp çantayı kenara bıraktığında zarfın içindeki kurşunun avcuna düşmesini sağlayarak kağıt parçasını da kavanozu tutan adama verdi. Kendisine uzatılan siyah eldivenleri giydiğinde ise derin bir nefes almayı eksik etmedi.

'Seninle ilk kez ve tespitlerime göre son kez görüşüyoruz.' Attığı ilk adımda topuk sesi boş depoda yankılanırken parmakları arasında çevirdiği kurşunu tamamen avucunda tutarak bir kez daha adım attı, 'Hayatının sonunda olacak bu yolculuk adına ufacık bir tüyo vermek istiyorum. Herkesle paylaş derdim fakat hala sistemimde eksikler var. Öldükten sonra nasıl paylaşacağını bilmiyorum ama yine de seni bu bilgilerden mahrum bırakmayacağım. Bu kıyağımı sakın unutma.' Attığı her adımda depoyu topuk sesleri esir almaya devam etti. Deha yürümesine, tavrına baktıkça artık o aile içerisinde abisine veya kendine cazgırlık yapan kadını göremiyordu. Aklından bu durumda tek şey geçebiliyordu adamın zaten. O kendine bağıran, abisine kükreyen kadın Didem'di. Didem Kalaycı... Fakat şuan kendine cevap dahi veremeyecek adamın üzerine yürüyen, her attığı adımda, her mimik ve jestinde kendi emrinde olanların dahi ürkek bakışlar atmasına sebebiyet veren kişi Irmak Hale Tütüncü'ydü.

İki kadın vardı. Tek bir beden içerisinde iki tane koskoca kadın yaşıyordu. Belki de o tek beden ikisi için bir savaş alanıydı. Belki de bir ring veya açık kalp ameliyatı için alandı. Fakat Deha'nın gördüğü yaklaştığı bedenin kolunu yakalayıp dizine çıkardığında uzun tırnaklarını da adamın çenesine saplayan, gözü kararmış, dünyası alt üst olmuş, dur durak adına bir şey öğrenmemiş Irmak'tı. Bu kadın Deha'nın ablası değildi, bir benzeri olabilirdi fakat daha fazlası mümkün değildi.

'Öncelikle çevreyi temiz tutuyoruz, bir çocuk annesi olarak benim için en önemli konu bu. Ona temiz bir gelecek bırakmam gerek. Kağıttır, plastiktir doğaya ve sokağa atmamalıyız. Tabi denizde çok mühim. İnanabiliyor musun senden daha üstte olan onlarca hayvan senin gibi dangalaklar yüzünden yok oluyorlar. Ne kadar şaşırtıcı. Aslında sizi komple temizlesek nefes alınabilir bir evrende yaşayacağız. Bak şimdi düşününce mantıklı geldi. Var mı tanıdığın senin gibi dangalaklar?' dudaklarını büküp bakmaya başladığında adamın dudaklarının arasından sızmaya devam eden kanla gülümsemesi genişledi.

'Benimki de laf... Dilini kestiler, nasıl cevap vereceksin ki. Neyse, yüksek müsaadenle ölene kadar seni biraz izleyeceğiz. Kan kaybın yüzünden tahmin ettiğimiz yarım saat daha az olacak. Sen ne dersin Deha?' adamın çenesini bırakıp gözlerini Deha'ya çevirdiğine onun çatık kaşlarla olan biteni izleyişine gülümseyerek kaşlarını havalandırdı.

'Yok mu bir tahminin? Bence on dakika.' Irmak'ın hala kendisiyle konuştuğunu fark edince bozuntuya vermeden usulca omuz silkip dudaklarını ıslattı.

'On beş?' Deha tek omuzunu kaldırıp memnuniyetsizce mırıldandığında Irmak gözlerini ondan usulca adama tekrar çevirdi.

'Birimiz on, diğerimiz on beş dakika diyoruz. Beni haklı çıkaracağını umuyorum.' Çene kemiğine tırnaklarını sıkıca bastırdığında inleyerek aralanan dudaklarla yüzünü buruşturdu Irmak.

'Az kalsın unutuyordum. Kardeşimle tanıştırmadım.' Elini hafifçe Deha'yı gösterecek şekilde kaldırdı, 'Deha, kardeşim.' Gözlerini adamdan kardeşine çevirdiği sırada ise Irmak'ın yüzündeki tebessüm eksilmemişti, sanki çok lüzumu varmış gibi kendine de açıklama yapacaktı anlaşılan, 'Deha, bence çok memnun oldu ama dile getiremiyor, sakın alınma olur mu?' elini hafifçe savuşturarak Deha'ya gülümsedikten sonra parmakları arasındaki kurşunu duvar dibindeki bedene uzatarak derin bir nefes daha aldı Irmak.

'Bir büyük modelimiz var, o şuan burada değil ama sen tanırsın. Dağhan... Şimdi senin aklından kendisinin neden teşrif etmediği falan geçiyordur. Hemen açıklayayım, vurduğun için. Pardon, düzeltiyorum... Adamlarına vurdurduğun için.' Parmakları arasından kaçan çeneyle öksürüşünü izlediğinde büktüğü dudağıyla kaşlarını çattı Irmak.

'Korkma hemen, ölmedi. Ne kadar ince ruhlusun... Bu kadar endişelenme, çok sağlam kendisi. Yeni baba oldu, görsen, ne kadar mükemmel bir baba diye kafanı duvarlara vurursun.' Tekrar çenesini yakalayıp başını sertçe arkadaki duvara vurduğunda gülümsemeye de devam etti.

'Bak daha görmeden başını duvarlara vuruyorsun. Neyse... Şimdi sen ikramımı yiyemezsin ya, ben o yüzden yardımcı olacağım kısma geçeyim. Tatlı yiyip, tatlı konuşalım.' Hap yutturma enjektörüne benzeyen aleti diplerinde dikilen adamdan aldığında istemsizce gözlerine kadar ulaşmıştı karanlık tınılar. Sıkı sıkıca tuttuğu çenesini iyice geriye yaslayıp inlemesini fırsat bilerek dudakları arasından girdirdiğinde arkasındaki pime basıp gülümseyerek geri çekildikten sonra göz kırptı. Parmaklarını da tuttuğu çeneden çekip elindeki siyah eldivenleri çıkardığında az önce kalktığı sandalyeye ilerleyerek oturduktan sonra kaşları çatık izleyen Deha'ya gülümseyip yanındaki sandalyeye vurdu.

Tehlike insanı başlı başına canından edebilirdi. Fakat hem kadın, hem tehlikeliyse sonuçları çok daha ağır olurdu. Zaten her kadın biraz tehlikenin kendisi olurdu, birazda merhametin. Bir bedende iki özelliğinde bir arada duruyor olması yıllarca araştırılsa açıklanamayacak bir konuydu muhtemelen. Usta bir annenin, usta bir katille aynı ruhun içerisini talan etmesi anlaşılır gelemezdi. Kadınlar topuklu ayakkabılarını dahi silah olarak kullanabilecek vahşetin birebir kendisiydi. İlla ki öldürerek değil, yaşatarak, aşık ederek, gülerek, ağlayarak, hatta sadece susarak dahi vahşetin kendisi olabilirlerdi.

Evin içindeki dinginlik gittikçe huzurlu bir hal alırken Pera saçlarını tepesinde toplayarak indi merdivenleri. İlk günün aksine gayet dolu dolu geçen hastaneden sonra eve geldikleri dakika devam eden kargaşa Dağhan'ın yeter nidasıyla durulduğundan olsa gerek ortalık tam da kafa dinlenecek bir pozisyondaydı. Son dakikada ufaklığı pusetle Dağhan'a emanet edip maksimum bir saat sürecek durgunluğa şükür çekip kendini duşa attığından olsa gerek gülümsemesini büyütüp salona döndüğünde bakışları koltuğa yayılmış üçlüyle çarpıştı.

Adımlarının sessiz olmasına özen göstererek yanlarına yaklaşmaya başladığında uyandırmamak için çaba sarf ederek tekli koltuğa yerleşip avucuna yasladığı çenesiyle süzdü manzarasını. İki gündür bir kez canım yanıyor dememiş Dağhan hala kolundaki askıyla bacak bacak üzerine atıp koltuğa yayılmış, Deva karnına başını yaslamış, ufaklığı ise her ihtimale karşı göğsüne sıkı sıkıya bastırmış halde dalıp gitmişlerdi. Yüzünde istemsizce tebessüm oluşmaya başladığında sertçe yutkunarak dolan gözlerini engelleme çabasına girdi. Oturup kırk yıl düşünse şu tablo ile karşılaşacağını hayal edemezdi kadın. Bir adama böyle tutulacağını, o adamın çocuklarının ikisini de aynı anda sarabileceğini, tüm geçmişe rağmen yaralarının izlerini bir an olsun hatırlamayacağını aklından bile geçiremezdi. Oysa kadın denilince akla ilk başta kabuk tutan yaraların üzerinde parmaklarını gezdirirken hissedilen o doku akla gelmeliydi.

Çünkü her kadın, zaman ne kadar geçerse geçsin daima iyi anılar eklemeye çalışır eskilerini ise ortadan kaldırıp kalbinin raflı köşelerine saklardı. Fakat acı, sancı dolu günler daima ulaşabileceği yerde olurdu. Nedensizce her dakika kendisine hatırlatma ihtiyacı duyardı, sanki yitip gitseler aynısını yaşayacaklarmış gibi birbirine benzeyen her durumda zihninde canlandırmazsa aynı hataya düşecekmiş gibi hissederlerdi. Kadın, kendi kendini yargılamaktan zevk alırdı. Hatalarını görmekten, o hatalara üzülmekten. Çoğu zaman dramatik kimlikleri ruhlarında saklı gizli olsa da içe dönüşlerinde her seferinde burun buruna kalırlardı yanlışlarıyla. Oysa ki en güzel hatalarıyla var olabilirdi kadınlar. Çünkü düştükleri kadar kalkmayı o hatalarla öğrenir, yıkıldıkları yerden yeniden inşa etmeyi ezberlerlerdi.

Dağhan'ın hareketlenen bedeniyle kirpiklerini hızlıca açıp kapattıktan sonra yarım açılmış gözlerine rağmen kaş çatmasını süzerek tebessüm etti. Adamın bakışları etrafta gezinse de derin bir nefes aldıktan sonra askıdaki koluna rağmen elini ufaklığın sırtına yerleştirdiğinde diğer parmakları kendine uzanmıştı ki sıkıca tuttu Pera. Gülümsemesi Dağhan'a göre güneşin doğuşu gibi yüzünü ışıldatırken kendisi de tebessümünü eksik etmedi.

'Dağhan.'

'Söyle güzelim.' Sesleri fısıldarcasına çıkarken Pera elini sıkı sıkıya tutan parmakların üzerini okşayarak derin bir nefes aldı.

'Sen, benim yüreğimin evisin.'

'O evin okyanus manzarası da sensin.' Kadının gülümsemesi daha da büyürken oturduğu yerden kalkıp koltuk koluna çıkmıştı ki Dağhan zaman kaybetmeden başını dizine doğru devirerek dudaklarını bastırdı bacağına.

'Sen bana sözlük anlamından bile haberim olmayan bir şey öğrettin. Aile olmayı... Kalbimin her kolonu çatlakken önce sen geldin, yıkalım, tekrar yaparız dedin. Sonra, o koca koca taş yığınını bir yara bandıyla kaya gibi yapmak için yaralarıma Deva'm geldi. Şimdi de tüm bu lütuf az gibi her çatlaktan çiçek açması için mercimek geldi. Sen sadece sol yanımda bir organ taşıdığımı hatırlatmadın bana.' İç çekip başını yasladığı dizden çekmeden yüzüne doğru çevirdiğinde dudaklarını ıslatıp gülümsedi.

'Çocuğa anlatır gibi oturdun anlattın bakışlarınla. Bak bu kalbin dedin. Kan pompalıyor fakat beni her gördüğünde içinde bir kuş kanat çırpar gibi kendinden geçecek dedin. Ben o küçücük kalbini kocaman yapacağım dedin. Onu içinde beni taşıdığı için koru dedin.' Saçlarını okşayan parmaklarını yakalayıp avuç içine dudaklarını bastırdığında vurulan kapıyla gülümseyerek kaldırdı başını.

'Ama her güzel anın bir katili olduğunu söylemeyi unuttun.' Pera kıkırdasa da mutfaktan koşarcasına kapıya ilerleyen Deniz'le ayağa kalktı. Uyandırmama çabasıyla ufaklığı Dağhan'ın göğsünden aldığında gözlerini aralayan kızına havadan bir öpücük gönderdi. Gözleri bu kez salona giren Deha, Irmak ve Deniz'de dolaşırken Deva'nın ufaklığı fark etmesiyle fırlayıp yattığı yerden kalkması bir olmuştu bile.

'Biz bahçedeyiz!' hızını kesmeden Deniz'in elini tuttuğu gibi çekiştirirken gülseler de Deha kimsenin yüzüne bakmadan Pera'nın kollarındaki ufaklığa ulaşarak kapalı gözlerine rağmen işaret parmağının tersiyle yüzünü okşadı.

'Amcasının fıstığı be.'

'Madem amcasının fıstığı, al bakalım. Biraz da sana kilitleyelim.' Pera anında Deha'nın kucağına bırakırken adam dalga geçercesine aldığı gibi koltuğa yerleşti.

'Onur duyarım yengecim. Kalaycı'ların sabır taşı stoku tüketmeleri konusunda ham madde kızların. Ergenliklerine erişene kadar geçirdiğim vakit kardır.' Yorumuyla kaşları havalansa da Irmak'ı öpüp koltuğa kendisi de oturduğunda gülerek baktı Deha'ya.

'O ne demekmiş?'

'Şöyle ki... Deva ve mercimeğe baktıktan on dakika sonra istemsiz bir diş doktoruna gitme ihtiyacı hissediyorum. Hırpalayarak sevmemek adına tüm dişlerimi sıktığımdan olsa gerek. Ergenlik dönemlerine kadar muhtemelen ağzımda diş kalmayacağı için şimdiden kendime bir adet sabır taşı bulmam gerekiyor ki bana yüz vermeyip kıskançlık krizine girdiğim zamanlarda sabrımın son demlerine gelmemiş olayım.'

'Ne kıskançlık krizi oğlum?' Dağhan'da kaşlarını havalandırırken Deha sırıtarak ufaklığın yeniden yanağını okşayıp abisine baktı.

'Senin de gireceğin bir krize bu kadar yabancı olma abi. Başlarda her şeyime karışıyorsunuz amca veya baba ile giriş yapıp, aha da bu evleneceğim adam olarak kalp kriziyle çıkış yapacağımız evre. Şimdiden canımı sıkması ne kadar akıllıca bilmem ama düşününce bile daralıyorum, hele ki çıkış evremizi.' Deha gülse de dişlerini sıkmaya başladığında Pera ve Irmak çoktan kahkaha atmamak için dudaklarını sıkı sıkıya birbirine bastırmışlardı. İki kadının gözleri Dağhan'a yöneldiğinde onun başını hareket ettirmesinden bile boynuna ağrılar girdiğini anladılar.

'Saçma saçma konuşma benimle Deha.'

'Saçma mı? Gerçekler bunlar, sana da sabır taşı siparişi verelim bence.'

'Benim kızlarım dizimin dibinden ayrılmayacak.'

'Ceyhun abi henüz sekiz yaşında olan Deva'yı dahi tutamıyorken bir de o fıstığın ergenliğini düşün sen. Pera Kalaycı'nın kızları der, ikna etme kabiliyetlerine saygı duymanı öneririm.'

'Aslan gibi yeğenim var, Deniz göz açtırmaz, ben güveniyorum paşama.' Dağhan göz ucuyla Irmak'a baksa da kadın derin bir nefes aldı anında.

'Valla Dağhan canını sıkmak istemem ama Deniz şu dakika sorsan sosyal eşitlik yanlısı bir çocuk.'

'Sosyal eşitlik mantıklı ama Dağhan'sal eşitlik daha güzel bence. Entegre ederiz Deniz'e, sen rahat ol.'

'Nasılmış Dağhan'sal eşitlik?' Pera havalandırdığı kaşlarıyla dibindeki adamı süzdüğünde o gülümseyip anında kadının elinin üzerini öptü.

'Mesela... Eğitim, isterlerse yurt dışında okurlar, istedikleri yerlere tatile gidebilirler, bu tatillerde bizim diplerinde olmamız şart değil, beş adım arkadan gideriz çok sıkıntılı değil yani. İstedikleri kişilerle arkadaş olabilirler, fakat cinsiyeti belli, kadın olsun o arkadaşlar. Elbette kıyafetleri istediği gibi olabilir, sonuçta kot pantolon modern ve sürekliliği olan bir anlayış biçimi. Kot pantolona saygım sonsuz. Reşit olduktan sonra da aynı hususlar geçerli.'

'Ben yirmi yaşındayken tek başıma yurt dışında tatil yapıyordum, beş adım gerimde de kimse yoktu.' Pera kaşlarını havalandırdığında Irmak'ta gülerek başını salladı.

'Valla Pera haklı, bende yirmi yaşındayken yurt dışında çalışıyordum.'

'Ayrıca arkadaş çevresi sadece kadın olacak ne demek? Ki kıyafet konusuna girmiyorum bile.'

'Dümdüz kadın olacak. Cinsiyet olanından hani. Hem erkek arka- söylemeye dilim varmıyor, ne gerek erkeğe.' Dağhan kaşlarını çatıp mırıldanırken Pera tek kaşını havalandırarak süzdü adamı.

'Sen benim sevgilimken beraber yaşama teklifinde kaç kere bulundun saydın mı hiç?'

'İşte tam da bu nedenden olmamalı, olmazsa beraber yaşamayı da teklif etmez hem ben senin kocanım.'

'O zaman sevgilimdin.'

'Ciddi düşünüyordum.'

'Ev mevzusunda aynı düşünüyoruz fakat belki o çocukta ciddi düşündüğü için bunu teklif edecek, ne biliyorsun?'

'Benim kızlarımla kimse ciddi düşünemez.'

'Gönül mü eğlendirsinler senin kızlarınla yani?' Irmak merakla bakmaya başladığında Dağhan daha çok çattığı kaşlarıyla döndü kadına.

'Düşünmesinler ulan benim kızlarımı. Ne düşünecekler. Hem kim o köpekte benim gözümün bebekleriyle gönül eğlendirecek. Var mı o kadar yürek onda? Ciğerini sökerim adamın.'

'Peki Deniz?' Pera gözlerini kısıp adamı süzmeye başladığında Dağhan'a oturduğu yer dar gelmiş anında kalkıp derince soluklanmıştı.

'Ne olmuş Deniz'e?'

'Onun sevgilisi olursa yani...' dikkatle bakmaya devam ederken adam kendine birkaç dakika düşünme payı verip dudaklarını ıslatarak döndü Pera'ya.

'Onun olabilir.'

'Niye Deniz'in olabiliyor da kızların olamıyor?'

'Çünkü Deniz benim yeğenim. Kan çeker kimsenin canını acıtıp üzmez.'

'Merak etme abi, ablam fırsat bırakmadan üzer.' Deha sırıtıp dudaklarını yiyen Irmak'ı işaret ettiğinde Dağhan gülerek baktı kadının sinirlenen haline.

'Bu da bir seçenek fakat sonuç olarak benim kızlarımın sevgilisi falan olamaz.' Dağhan tekrar ana konuya döndüğünde Pera derin bir nefes alıp bacak bacak üstüne atarak gülümsedi.

'Sen öyle zannediyorsun.'

'Ben yapacaklarımı peşinen söylüyorum. Birinin peşine Ceyhun, diğerine Turan'ı takarım. Bırak sevgiliyi, on metre yakınlarına erkek sinek yaklaşamaz.'

'Kızları altın kafese de kapatacak mısın?'

'Duruma göre değişir. Fındığa altın kafes şart o sevecenlikle, mercimek konusunda da büyüdükçe karar veririm. Gerçi, Deva'ya da gerekmez ya. Azıcık aklını bulandırsam Ceyhun'a gerek kalmadan gelenin ağzının üzerine çarpar bir tane.'

'Bırakalım şimdiden kalp krizi geçirme eşiğini de kızınıza hala mercimek diyoruz. Nüfusa da böyle kayıt ettireceksiniz herhalde.' Irmak içinden çıktığı sinir harbine tekrar dalmamak için yön değiştirirken hepsinin sessizleşmesiyle derin bir nefes aldı. Kapının tekrar vurulmasıyla Deniz yine yönelirken Dağhan gözlerini birkaç dakika Pera'da gezdirse de elinde olmayan durumla gözlerini tekrar Irmak'a çevirmişti bile.

'Valla en sıkıntılısı o, aklımıza isim gelmiyor desek yeri.'

'İşte bizler de teyzoşlar olarak bu duruma el koymaya geldik.' Elfe sırıtıp bakarken anında Nida'nın koluna girip tebessüm ederek çantasındaki ruloyu çıkardığında hepsinin anlamayan bakışları arasında bir anda kağıt rulosunun ucundan tutarak açıverdi.

'El değil, kapı gibi karmaşa koydunuz gibi geliyor bana.' Deha gülse de Elfe burun kıvırarak ilerleyip anında Irmak ve Pera'nın arasındaki boşluğa yerleşmişti.

'Yeğeninin isminden önce cümle aleme doğduğunu duyurmak adına ferman mı yazdın biricik?'

'İzin verseydiniz doğduğunu duyurmak adına tüm muhtarlıklardan anons geçirirdim fakat engel oldunuz Pera kuşum.'

'Bunların hepsi isim mi?' Dağhan yerde sürünen kağıdın ucunu yakalayıp göz atarken kaşlarını havalandırmayı da ihmal etmedi. Dünya üzerinde ne kadar isim varsa Türk olanından farklı milletlerine kadar kadın isimleri sıralamışlardı resmen.

'Şahika?'

'Ben dedim eleyelim diye.' Nida göz devirerek Deha'nın yanına ulaşırken Dağhan satırlarda gözlerini gezdirmeye devam etti.

'Gürbüz erkek ismi değil mi?'

'O konuda da ben uyarmıştım.' Az önce Nida gibi Elfe'de tepkisini ortaya koyduğunda Pera kadının elindeki rulonun devamını alarak incelemeye başladı. Birçok isim vardı fakat bazıları kırmızı, bazıları sarı, bir kısmı da yeşil renk fosforlu kalemle çizilmişti. Gözleri kağıttan Elfe ve Nida'ya dönerken istemsizce Dağhan'ın kafası karışmış yüzünü incelemeyi de ihmal etmedi.

'Kırmızılar sizin de hoşunuza gitmez muhtemelen, sarılar akmasa da damlar olanlar, yeşiller ise ya sen mükemmel misin kısmı.' Elfe gülerek açıklamasını ortaya savururken Pera adamın yüzünde oluşmaya başlamış tebessümle izlemeye devam etti.

'Buldum.'

'Arşimet gibi evreka diyerek sokağa fırlamazsın inşallah enişte bey. Ne buldun?' adamın gözlerini kağıttan ayırmadığını fark etseler de Dağhan hızlıca Pera'ya ilerleyerek parmağının bitişindeki ismi işaret etti. Bakışları kadının kara harelerini süzerken onun da gülümsemesiyle derince soluklandı.

'Bence çok güzel olur.'

'Çatlatmayın da bize de söyleyin.' Deha daha fazla sabredemeyerek konuştuğunda Dağhan yüzündeki gülümsemesiyle bu kez kardeşine çevirdi bakışlarını.

'Meva.' Kur'an-ı Kerim'in Secde suresinin 19. Ayetinde, Necm suresinin de 15. Ayetinde geçen, sığınılacak yer, yurt anlamına gelen, Dağhan'ın, Pera'nın ve Deva'nın bundan sonraki hayatlarında belki de sık sık birbirlerine sığınmalarına ihtiyaç duyacakları zamanlarda ailelerine katılan ufaklık olacaktı. Gelmeye karar verdiği gün karmaşanın içindeyken bile birbirlerine sıkı sıkı tutunmaları gerektiğini hatırlatan, hatta Irmak'ın bile o dakika daha çok aile olarak hissettiği yere teşrif edendi. Dağhan'ın tüm hayatı boyunca zamanlarına buyur ettiği birçok şey sonrasında kalbinin sığındığı ufaklık, Pera'nın ailesine yeniden ve daha çok yurt olacak minik parmaklarıyla hayatı sıkı sıkıya tutan olarak devam edecekti.

İnsanlar belki de isimlerine göre yaşarlardı hayatlarını. Yön çizilir, zaman geçer, kapalı kapılar ardında fırtınadan sonra bir güneş doğar, bambaşka bir yaşama uyanırdı o hayat. Çoğu bebeğe adıyla yaşasın denilir, yüreği, hayatı, kişiliği bu dilekle umulurdu. Dağhan'da öyle umut ediyordu. Herkese karşı değil fakat, dönüp baktığı kardeşi sonrasında Deva'nın evi, yurdu, sığınacağı Meva, Meva'nın derdine çaresi, kırık kanadını düzelteni Deva olsun istiyordu. Nefes aldıkları her dakika iki kızı da birbirinin yardım eli olsun, başka bir ele de ihtiyaç duymasınlar, birbirlerine yetsinler, koruyup kollasınlardı. Deha'ya baktığında eli üzerinden eksik olmamışken, Irmak'a döndüğünde nasıl eksikliklerle savaştığını bilerek dilemişti bunu. Bundan sonra elini üzerinden eksik etmeyeceği kız kardeşine nasıl olacaksa, iki evladı da birbirine öylesine yeterli gelsin yeterdi adama göre.

 

Loading...
0%