Yeni Üyelik
66.
Bölüm

Bölüm 64 - Kediler Dokuz Canlı Olmaz Mı?

@biceruvar

 

Merhaba canım Butimar'larım... Biricik kuşlarım... Boyundan büyük can sıkıntıları yaşayıp yine de dimdik ayakta kalan güzel hemcinslerim. Yeni bir bölümle, sizleri kocaman özlemiş olarak, pek çok severek koştum geldim 64. bölüme.

Biraz da sizlerden ne hissettiğinizi, size kalırsa bu hikayenin nasıl gittiğini, eksik kalan yanı var ise ne olduğunu öğrenmek istedim açıkçası.

Böyle deyince nerede bu Derya ve Alain düşüncenizin olacağını elbet düşünebiliyorum o yüzden hazırlıklıyım hem soru, hem eleştiri, hem de o güzel yorumlarınıza. Onca insan okuyup, sadece bir kaç kişi kendisini gösteriyor olunca diyorum ki kendi kendime 'Acaba nerede hata yapıyorum?', işte tam da bu noktada Hatalıysam Yazın...

Sizleri çok özlemiş, bir o kadar kendime ayırdığım kaliteli bir hafta ile bomba gibi bölümler yazacağıma olan inancımı da alıp yeni bölümle sizleri baş başa bırakıyorum...

Sizleri bölüm duyuruları ve paylaşımımızın daha da çoğalması adona instagrama beklediğim gerçeğini atlamayalım lütfen...

Instagram: BiCeruVar

----------------------------------------------------

'Meva.' Kur'an-ı Kerim'in Secde suresinin 19. Ayetinde, Necm suresinin de 15. Ayetinde geçen, sığınılacak yer, yurt anlamına gelen, Dağhan'ın, Pera'nın ve Deva'nın bundan sonraki hayatlarında belki de sık sık birbirlerine sığınmalarına ihtiyaç duyacakları zamanlarda ailelerine katılan ufaklık olacaktı. Gelmeye karar verdiği gün karmaşanın içindeyken bile birbirlerine sıkı sıkı tutunmaları gerektiğini hatırlatan, hatta Irmak'ın bile o dakika daha çok aile olarak hissettiği yere teşrif edendi. Dağhan'ın tüm hayatı boyunca zamanlarına buyur ettiği birçok şey sonrasında kalbinin sığındığı ufaklık, Pera'nın ailesine yeniden ve daha çok yurt olacak minik parmaklarıyla hayatı sıkı sıkıya tutan olarak devam edecekti.

İnsanlar belki de isimlerine göre yaşarlardı hayatlarını. Yön çizilir, zaman geçer, kapalı kapılar ardında fırtınadan sonra bir güneş doğar, bambaşka bir yaşama uyanırdı o hayat. Çoğu bebeğe adıyla yaşasın denilir, yüreği, hayatı, kişiliği bu dilekle umulurdu. Dağhan'da öyle umut ediyordu. Herkese karşı değil fakat, dönüp baktığı kardeşi sonrasında Deva'nın evi, yurdu, sığınacağı Meva, Meva'nın derdine çaresi, kırık kanadını düzelteni Deva olsun istiyordu. Nefes aldıkları her dakika iki kızı da birbirinin yardım eli olsun, başka bir ele de ihtiyaç duymasınlar, birbirlerine yetsinler, koruyup kollasınlardı. Deha'ya baktığında eli üzerinden eksik olmamışken, Irmak'a döndüğünde nasıl eksikliklerle savaştığını bilerek dilemişti bunu. Bundan sonra elini üzerinden eksik etmeyeceği kız kardeşine nasıl olacaksa, iki evladı da birbirine öylesine yeterli gelsin yeterdi adama göre.

Bir bir evdekileri yolcu ettikten sonra bir kez daha sonlanan gün ile Dağhan'da Deva'nın başına dikilmişti. Son bir saattir kaç hikaye uydurduğunu sayamamıştı fakat ne kadar sevecen gözükse de Deva'nın delicesine kardeşini kıskandığını buradan anlayabiliyordu. Akıl almaz şekilde gözlerini açık tutmaya çalışması, defalarca yeni masallar bulması adına boynunu bükmesi, mırıldanır gibi o nazik sesiyle lütfen veya baba demesi yetiyordu Dağhan'a. Fakat bir kez daha anlıyordu ki yaşı kaç olursa olsun kadınlar kendi istedikleri gibi hayata yön verebilecekleri müthiş bir kabiliyete sahiplerdi. Olağanüstü şekilde ikna güçler bazen bir panzer edasıyla bütün kemiklerini kırarak üstlerinden geçerken, bazen de bir boyun büküşle önlerinde diz çöktürebiliyorlardı. Ve bu mükemmel özellik evrenin her noktasında iyi ki onlar gibi mükemmel manipülatif kadınlar var deme isteği duymasına sebep oluyordu. Kim ne dersen desin kadınlar Dağhan için üstün bir ırktı ve bu kendi zihninin içinde değişmeyecek bir kuraldı artık.

'Baba... Son bir tane daha. Lütfen...' boynunu büküp kirpiklerini kırpıştırmaya başladığında odadaki loş ışığa rağmen parlayan maviliklere gülümsedi. Deva başkalarını ne kadar hızlı ikna ederdi bilmiyordu fakat kendisi için on saniye yeterli gelirdi adama göre.

'Kaçıncı bu fındık. Söz vermiştin son masal bitince uyumaya.'

'Bu kez gerçek söz.' Başını sallayıp uyumamak için direnen bakışlarıyla tekrar gülümsediğinde göğsünü şişirecek derinlikte bir nefes çekti.

'Bende masal fikri bitti ama.'

'Lütfen...' kız tekrar boyun bükerken asıl derdin masaldan çok kendisini de kardeşine yar etmek istemeyişi olduğunun farkında olarak sırtını yatak başlığına yasladı. Deva anında kolundaki askı yüzünden başını karnına bırakırken parmakları da ipek yumuşaklığındaki saçlarında dolaşmaya başlamıştı.

'Koskoca dünyanın bir köşesinde, pembe pamuk şeker gibi olan bulutların arasında, insanlara şifa olan Çiçek isminde genç bir kadın varmış. Bu genç kadın herkesle aynı güzellikte olsa bile o kadar iyi kalpliymiş ki herkes upuzun saçlarını, masmavi gözlerini, bembeyaz tenini, gülerken gözüken inci gibi dişlerini başkalarına anlatırken kendilerine engel olamadan hep daha çok överlermiş.'

'Annesiyle babası yok muymuş?' kaşlarını çatıp hafifçe başını kaldırdığında Dağhan gülümseyerek tekrar yaslanmasını izledi.

'Elbette varmış, fakat çok uzak diyarlardalarmış. Bu genç kadın tek başına devam edermiş hayatına. Yanına her gün farklı farklı insanlar gelirmiş. Hasta olanlar, üzgün olanlar, hatta kötü olan insanlar bile. Çiçek'te yanına gelen bu hastaların derdine çare olur, üzgün olanların derdini dinler, kötü olanların ise neden kötü olduklarını anlayıp daha iyi insanlar olabilmeleri için yardım edermiş.'

'Doktorlar gibi mi?' sesi bir mırıldanmaya dönüşmüşken Deva'nın daha fazla direnemeyeceğini anlayarak gülümseyip başını salladı.

'Aynen öyle. Doktorlar gibiymiş Çiçek. Fakat doğduğu, büyüdüğü evin çevresinde bir gariplik fark etmiş. Nedense kendisi ekmeden, sulamadan rengarenk çiçekler çıkmış bahçesinden. Uzun süre düşünmüş Çiçek, birisi mi gelip dikiyor diye günlerce bahçeyi incelemiş, bir süre kimsecikleri almamış eve. Bir türlü gelen giden olmamış, çiçekleri kimin diktiğini de bulamamış. Sonra günler ilerledikçe bahçesindeki bitkilerden ilaçlar yapmaya başlamış, tekrar rahatsız olan insanları kabul etmiş. Onlarla vakit geçirmiş, iyileştirmiş. Sonra bir gece uyku tutmamış bu genç kadını, oturup yine bahçeyi dikizlemeye başlamış gizli gizli. Öylece izlerken ilerideki ağaçların arasında hızlıca hareket eden bir ışık görmüş. Daha da dikkat kesilmiş, bir bakmış ki tek kişi değil gelen. Dört tane adam başka bir adamı taşıyorlarmış. Koşmuş bahçesine çıkmış, hasta adama bakmaya başlamış. Bahçedeki otlardan ve çiçeklerden yaptığı ilacı içirmiş, hasta adam düzelirken kendisi de çimlerin üzerine bırakmış bedenini. Fakat gözüne ilginç bir şey takılmış Çiçek'in. Bahçenin boş bir yerinde topraktan yavaş yavaş, gözleri gibi masmavi bir bitki yükselmeye başlamış. O an anlamış ki günlerce kafa yorduğu, nasıl olduğuna anlam veremediği bahçesindeki rengarenk çiçekler, şifalı otlar Allah'ın ona bir hediyesiymiş. Tüm insanlara yardım ettiği, kalbini hiç bozmadığı, yardımı karşısında bir şey beklemediği için hayatın ona sunduğu armağanmış.'

'Herkes Çiçek gibi hediyeler alır mı baba?' dalmak üzere olduğu gittikçe kısılan sesiyle belli olurken Dağhan gülümsemesini gösterip Deva'nın başını yastığa bıraktığı gibi eğilip şakağını öptü.

'Sen gönlünden geçenin en iyisini yap fındık. Hayat sana sen fark etmesen de hediyeler verir.' Yataktan sessiz olmaya özen göstererek kalkıp bir kez daha kızının saçlarını okşadığı gibi örtüyü de üstüne kapatarak çıktı odadan. Kendinin karanlık yüzüne inat elinden geldiğince iyi bir adam olmaya çabalamıştı Dağhan. Fakat elinden gelen iyiliğin çok daha fazlası olacağı kadar da kötülükleri vardı. Tüm bu zifiri karanlığın içinde hayat kendisine bile armağanlar vermişti, üstelik bir tane de değildi. Şimdi Çiçek'in masalı ile uyuyan kızına kim bilir kaç armağan sunacaktı hayat. Belki yıllar ve çok acılar sonra olacaktı ancak gün geldiği zaman kendisi olmasa bile Deva bu masalı hatırlayacaktı.

Sessiz olmaya özen göstererek yatak odasının kapısını araladığında pencerenin önündeki berjerde kucağındaki ufaklıkla uğraşan Pera'ya gülümsedi. İki gün önce Irmak için annesine bu yüzden mi sabrettin demişti. Bunu küçük görmek veya gerçekten mi demek için sormamıştı. Gerçekten sadece yeni yeni kendilerine alışmaya başlayan annesinin yıllardır sol tarafında iltihaplı bir yara olan kızı için mi sabrettiğini yoksa başka şeylerin olup olmadığını da merak etmişti. O an annesinin gözlerindeki hem hüzünlü hem gururlu pırıltıları bire bir görüp içten şekilde yaşamıştı. Ve kadının dudaklarından dökülen bir tek cümle pisliğin içine batmış acı dolu geçmişlerinin Dağhan'a göre karanlık bir mezara gömülmesi için yeterli olmuştu. Sadece onun için, yine olsa yine yaparım... Şimdi ise bakıyordu da neredeyse günün her saati ufaklığın bir tek ses çıkarmasıyla ayağa kalkan karısına annesinin asıl sabrını anlıyordu. Hissedemese bile görüyordu. Bu konuda kimse kadınlarla empati yapamazdı, Dağhan Pera'ya ne kadar tutkun olursa olsun yapamazdı. Erkeklerin evveliyatında yatardı gizli saklı çocuklarını sevmek, onlar hep korumacı, daha sabit fikirli insanlar olarak görünürdü. Hiç kadınlar kadar açık duygularla yaşayamamışlardı ki empati yapıp nasıl evlatlarını sevdiklerini hayalleyebilsinlerdi. İşte tam da bu noktada kadınlar binlerce kez farklı türde canlılar olsalar da, sırf insan diyerek ayırt edilmese de anlanması epey güç canlılardı. Belki de bir nebze ütopyalardı.

Usulca koltuğun arkasından yaklaşıp kolunu berjerin sırtına yaslayıp Pera'nın saçlarının arasına dudaklarını bastırdığında gözlerini kendine çevirmesiyle gülümsedi. İçine dalıp boğulabileceği derinlikteki kara hareleri ortam loşluğu sayesinde daha yoğundu. Gözlerinden uyku parçaları bu denli süzülürken o hissiyatın on kat fazlası merhameti yoğunlaştırmıştı o bakışları.

'Uyumadı mı?' sesi fısıltı gibi çıksa da Pera umutsuzca başını sağa sola salladığında ıslattı dudaklarını.

'Abla kardeş çok benziyorlar birbirlerine.' Başını geriye çektiği için kucağındaki ufaklığın yüzünü gören adamla gülümsedi. Meva cin cin ortalığa bakıyor, en ufak bir tepkide gülmek için yer arıyordu adeta.

'Dört günlük bir bebeğin bu kadar uyanık kalması normal mi?' Pera mızırdanırcasına konuşup tekrar ufaklığa gözlerini çevirdiğinde Dağhan uzanıp kızının başını okşadı.

'Annesinin bu kadar güzel olduğunu fark edince tadını çıkarmak istiyor olabilir.' Sağlam omuzunu hafifçe silktiğinde Pera'nın bakışları ona dönerken gülümsedi, 'Aynı manzarayı bende yerinde olsam kaçırmazdım.'

'Yolunmuş tavuk gibi olmam sınava dahil mi hocam?' Pera gülerek başını sağa sola salladığında Dağhan dudaklarını ıslatıp berjerin önündeki pufa geçerek oturdu.

'O değil ama kendine haksızlık etmen dahil. Çok güzelsin.' Yüzüne dökülen saçlarını okşayıp nazikçe kulağının arkasına ittiğinde kadın gülümsemesini büyüttü.

'Çok sempatik ve tatlısın sevgilim ama çökmüş gözaltlarım, dizi çıkmış pijamam, hala tam anlamıyla inmemiş göbeğim, toplu olmasına rağmen dağılan saçım başım seninle aynı fikirde değiller.' Kaşlarını havalandırıp durumun farkındayım imajı çizmeye çalışırken Dağhan asla haklı çıkmasına izin verme taraftarı değildi.

'Onlar seni benim gibi görmüyorlar çünkü. Ver hadi.' Ufaklığa uzanmasıyla Pera anında başını sağa sola salladı.

'Deva'yı uyuttun zaten, Meva hanıma da ben eşlik edeceğim.'

'Ver ve gidip yat biraz.' Dağhan başıyla arkadaki yatağı işaret edip tekrar inatlaştığında Pera başını sağa sola sallasa da hafifçe ayaklanıp kadının alnına dudaklarını bastırdı.

'Uykum yok güzelim, o yüzden Meva'yı bana ver ve sen dinlen.'

'Uyusan daha iyi çünkü omuzun iç karartıcı şekilde yaralı.' Kaşlarını havalandırıp ciddiyetle baksa bile Dağhan derin bir nefes alıp uzunca gözlerine baktığında tebessümünü daha fazla engelleyememişti. Adamın böylesine yorgun ve yaralıyken bire kendisiyle irdeleşiyor, inatlaşıyor oluşu kendi moralini de düzeltiyordu Pera'nın. Öyle ki beş dakika önce kucağında asla uyumayı planlamayarak yatan kızına bakarken iç karartıcı düşüncelerde boğulurken, tam da şimdi gülümseyip o fikir karmaşasını zihninden çıkarabiliyordu.

'Bunun kapışmasını yapmayalım çünkü sonunda iskele babası mıyım ben diye kavga çıkarabilme potansiyelim var.'

'Gece çocuğa bakınca iskele babası olmuyor muymuş insan?' Pera'nın kaşları çatılırken Dağhan gülümseyerek yanağını sıktı.

'Yaparken bakarız ya deyip, yaptıktan sonra da tamamen işi kadına bırakınca iskele babası olunuyor. Bana bilgi böyle geldi.' Dağhan sağlam kalan omuzunu hafifçe tekrar silktiğinde, Pera bacaklarını da koltuğa çekip başını hafifçe omuzuna düşürdü.

'Peki iki kızını da babası uyutan annelere ne deniyor?'

'Dokuz ay karnında hayat taşıyan kadın deniyor.' Pera'nın kaşları usulca çatılmaya başladığında Dağhan derin bir nefes alıp tebessümünü gösterdi. Fikri ne olursa olsun değişmeyecekti, o annesinin kocası gibi bir eş, babası gibi bir baba olmayacaktı. Hayatının hangi deminde olursa olsun, sonuna kadar içinden geçen ve inandığı doğrulara koşacaktı. İki eli kanda olsa evladına sahip çıkacak, yerde sürünüyor olsa yine de sevdiği kadına koşma cüreti gösterecekti. Zaman onu yıkabilirdi fakat ailesinin aklında sarsılmaz biri olarak kalacaktı.

Hadi dercesine başını sallayıp ufaklığı gözleriyle işaret ettiğinde Pera oturduğu koltuktan dikkatlice ayaklanıp Meva'yı göğsüne bastırarak tek elini uzattı adama. Dağhan'ın anlamayan gözleri kendini bulsa da parmaklarını usulca hareket ettirdiğinde yakalanmış, adamı da çekiştirerek yatağa kadar ulaşmıştı bile. Kendine karşı ince düşünen bir adamla, tüm imkansızlıkları yıkıp geçebilirdi bir kadın. Yeter ki arkasındaki o gücü, inanmayı, sevgiyi ve desteği hissedebilsindi.

Önce Meva'yı ufacık kalan bedeniyle koca yatağın ortasına bıraktığında kendisi bir tarafa Dağhan ise diğer tarafına yerleştiler. Hızlıca inip kalkan göğsüne parmaklarını yerleştirdiklerinde Pera'nın gözleri başını yasladığı yastıkla Dağhan'a döndü.

Hayat kadınlar için belki de bir tablo olmalıydı. Fırçayı ellerine alarak usul usul darbeler atıp rengini değiştirecekleri, bazen kapkara bir gece, bazense güneşli bir deniz manzarasına çevirecekleri tablo kocaman bembeyaz bir tablo... Seçimler arasında kendilerini kaybettikleri zamanlarda dahi ellerine yüzlerine bulaşan boyalarla özgürce ve düşseler de dizlerinin üzerine çöktükleri yerde dimdik kalabilmelilerdi. Bir kadın hayatını kendi elleriyle tabloya çizercesine tasarlayabilmeliydi. Sadece istediği ekonomik özgürlüğe kavuşabilmek olmamalıydı bu. Çünkü her kadın biraz aynı olsa da aslında çok ama çok farklıydı. Bazısına göre annelik, bir başkasına göre özgür alışveriş yapabilecek ekonomik düzey, çok daha farklı birine göre tüm dünyayı gezebilmek olabilirdi o güç. Sadece tek bir gerçek ve ortak payda vardı. Bir kadının, güçlü olabilmesi için önce kendini keşfetmesi, bunu yapabilmek için de kendi dünyasını görebilme özgürlüğü olmalıydı.

Elindeki gözlüğü katlayıp iç cebine yerleştirdiğinde çalan telefonunu parmakları arasına sıkıştırarak ekrandaki isimde gezdirdi gözlerini. Bir o kadar abisine benzeyen yüz hatları fakat bir o kadar da benzemeyen huyu suyu ile ekrandaki harelerini etrafta usulca gezdirdiğinde kaşlarını çatmadan edemedi. Irmak'ın normal şartlarda kendini araması pek büyük bir olay sayılmayabilirdi fakat kardeş oldukları netleştiğinden beri ilk kez arıyordu. Kardeş olduklarını öğrenmeden önceki zamana bakıldığında da Irmak onu ilk kez arıyordu. Hayatı boyunca Irmak ilk kez onu aramıştı ve bu Deha için aşırı derecede mantıksız bir durumdu. Dağhan'la konuşsa, Pera'yı arasa çok daha mantıklı gelirdi bu olay. Aramanın kapandığını fark edip başını sağa sola sallayarak bu kez kendisi aradığında kaşları da karşıdan gelen boğuk sesle daha çok çatıldı.

'Deha.' Hırıltılı nefesi, zorlanıyor gibi mırıldanması, kendini araması... Hepsi bir bütün olduğunda felakete çeyrek kala gibi geliyordu adama.

'Abla?' dağılmaya başlayan okulla beraber gözlerini bir yandan da kapıya diktiğinde gelen hırıltılı nefes alışverişleri hiç hayırlı değildi adama göre. Telaş yapmak istemese de elinde değildi.

'Deniz, Deniz'i okuldan alır mısın?' bu derece güçlükle konuşurken gerçekten de bir soru mu sorması gerekiyordu yoksa acilen konum bildirmesi mi? Deha'ya göre kendini aramak yerine direkt konum atmalıydı, çünkü Irmak'ın sesindeki tını hiç ama hiç hayra alamet değildi.

'Sen neredesin? Sesin niye böyle?' gözlerindeki telaş, tedirginlik ve çatık kaşları fazla belli olmasın diye az önce cebine yerleştirdiği gözlüğü tekrar burnunun üzerine yerleştirdi.

'Deha, Deniz'i okuldan al lütfen.' Sesi daha da kısılırken gözleri kapıdaki iki ufaklıkla Turan'ı buldu. Felakete çeyrek kala değildi bu, bire bir felaketin kendisiydi.

'Neredesin dedim sana?' normalde sesinde oluşacak o dalga geçen tını bariton bir hale bürünürken bakışlarını bir an iki yeğeninden çekmiyordu.

'Kaza yaptım. Aklıma sadece siz geldiniz. Deha, Deniz'e iyi bakın.' İstemsizce büyüyen gözleriyle kendine koşan iki ufaklık bir olmuştu ki bacaklarını saran ince kollarla gözlerini önce Turan'a ardında çocuklara çevirdi.

'Nerede?' dişlerini sıkarak derin bir nefes almaya çabaladığında Turan'la bakışları çarpışsa da hala dizlerine sarılı çocukların saçlarını okşadı.

'Dediğimi yap.'

'Sana nerede dedim!' ses tonunu şaşkınlıkla ona bakan çevredekiler sayesinde ayarlayamadığını anlayınca dişleriyle dudaklarına eziyet edip bir nefes daha almaya çabalayarak devam etti, aynı zamanda da kendine şok içerisinde bakan iki ufaklığa gülümsemeye çabaladı, 'Çıldırtma insanı, neredesin dedim.'

'Evin oradaki orman yo-' oluşan sessizlikle beraber Deha yeniden bakışlarını üç bedende gezdirse de dudaklarını ıslattı anında. Telefondan bundan sonra bilgi alamayacağının farkındaydı, Irmak'ın artık kendinde olmadığının farkındalığı gibiydi bu. Gerilen tüm sinirlerine rağmen bedenine yapışmış iki çocuğu hafifçe uzaklaştırıp çöktüğünde ikisinin de yanaklarına derin birer öpücük bırakıp yapabildiğince tebessüm etmeye çabaladı.

'Deniz, Deva, benim biraz işim çıktı. Turan abinizle eve geçin olur mu?'

'Ama amca...'

'Prenses, söz geleceğim. Anlaştığımız gibi. O yüzden eve geçin.' Bakışlarıyla Turan'a çocukları işaret ettiğinde adam anlamasa da anında iki ufaklığı kendi arabasına ilerletmiş Deha ise koşarak sürücü koltuğuna yerleşip çıkmıştı yola. Aklındakiler, Irmak'ın sesi, henüz ambulansı aramadıysa bir Allah'ın kulunun geçmeyeceği orman yolu... Tüm bunları düşünerek akıl sağlığını nasıl sağlam tutabilirdi ki? Veya şu hissettiği korku, o neyin nesiydi? Ne zamandır Irmak'a bu kadar düşmüştü, ne zaman böyle benimsemişti, ne zaman abisine korktuğu gibi ablasına da korkacağı seviyeye ulaşmıştı hiçbir fikri yoktu.

'Sen benim ablamsın, Didem Kalaycı pes etmez, edemez...' Fark etmeden direksiyonla elinin arasına sıkıştırdığı telefondan acil hattını arayıp konum söylediğinde döndüğü son virajdan sonra hızını biraz daha arttırdı. Ne olduğu hakkında ufacık bir fikri yoktu, hatta o kadar ki gerçekten kaza mı yoksa Irmak bile öyle düşünsün diye planlanmış bir komplo mu akıl fikir erdiremiyordu. Etrafta fark edilir olmaya başlayan açık alanla beraber hızını yavaşlattığında gördüğü hurdaya dönmüş kağıt gibi buruşmuş olan arabayla sertçe frene basıp koltuğun altına elini attığında bir kez daha nefret etti silahtan. Yıllardır hiç sevmemişti, hala sevmiyordu fakat şimdilik, tam da şu zaman için belki de olması gereken buydu. Sertçe açtığı kapıdan çıkıp koşar adımlarla arabaya yaklaştığında gözleri patlamış cam yüzünden boşluk oluşturan yerden içeriyi buldu. Yüzündeki kesikler, kapalı gözleri, kanına yapışmış saç telleri, hepsi hemen şimdi aklını kaybetmesine neden olabilirdi.

'Abla.' Kapıyı zorlasa da sıkışmış olduğunu anlayarak pencereden elini uzatıp parmaklarını boynuna yerleştirdiğinde hala atan nabzıyla kapattı gözlerini.

'Abla, ben geldim. Aç hadi gözünü, ambulans geliyor bak.' Sıktığı dişleriyle mırıldanıp kanla harmanlanmış saç tellerini yüzünden çektiğinde parmakları da yanağına ulaştı dolu gözleriyle. Irmak'ı böyle görmek herhalde tüm hayatı boyunca düşünmeye çalışsa hayal edemeyeceği bir andı. O Irmak'ın sert görüntüsünün sonrasında uyuduğunu bile hayal edememişti ki, öylesine robot gibi tanıdığı kadın Deha'ya kalsa uyumaz, acıkmaz, susamazdı. Fakat uyuduğunu hayal edemediği kadın şuan yarım, belki de tam olarak kapalı bilinçle baygındı.

'Hadi aç gözünü, Deniz bizimkilerin yanına gidiyor bak. Sen bu kadar çabuk kendini bırakamazsın ki, fıtratına ters.' Bir kez daha sıkışmış kapıyı zorladığında kadının inlemesiyle büyüttü gözlerini. Kapının kolunu çeken elini titreyerek kaldırıp yanağına götürdü usulca.

'Özür dilerim... Özür dilerim canını yakmak istemedim.' Korkulu fısıltısıyla beraber baş parmağı kadının yüzünü okşarken dudaklarını ıslatıp derin bir nefes almaya çabaladı. Görüntünün bulanıklaşması normal miydi emin olamadığı için elinin tersiyle gözlerini sildiğinde anladı ki görüntü değil, gözyaşı buğu yapıyordu.

'Abla, abla hadi. Bak yanındayım, çemkireceksin daha, bana salakmışım gibi bakacaksın. Bilmişlik taslayacaksın, sana defalarca ruh hastası bir manyak olduğunu söyleyeceğim. Hadi, hadi aç gözünü.' Bir kez daha başını yakalayıp yüzünü okşadığında baygınca aralanan gözlerle derin bir nefes aldı.

'Kıpırdama, kıpırdama dur, açma kemeri.' Parmaklarını götürdüğü emniyet kemerinin klipsiyle anında engel olduğunda derin bir nefes alarak baktı Irmak'ın gözlerinde.

'Deniz...' fısıltısı bile Deha'nın içinin parçalanmasına yetmişti. Hızlıca başını sallayıp onay verdiğinde yeniden dolan gözlerine rağmen gülümsemeye çalıştı.

'Deniz, Deva ve Turan abiyle beraber. Annemlerin yanına gidiyor. Birazdan ambulans gelecek, korkma.' Kadına korkma derken en çok kendisinin korktuğu gerçeği de yüzüne balyoz gibi iniyordu. O vurdumduymaz, umursamayan, hep çocuk gibi davranan Deha'yla, bu Deha'yı karşı karşıya getirse kendisi dahi şok olurdu ama şuan değişen ruh hali hiç umurunda değildi.

'Deha...' emniyet kemerindeki parmakları zorlukla yüzündeki ele doğru uzandığında Deha yorulmasına fırsat tanımadan yakaladı elini. Parmaklarını sıkıca kavradığında gözlerini bir an olsun Irmak'ın açılmakta muallak yaşayan bakışlarından çekmiyordu.

'Efendim abla, söyle, neren ağrıyor söyle.'

'Sana - bir şey - söylemem gerek.' Zar zor olan nefesiyle kesik konuşması birbirine karıştığında Deha başını onaylarcasına sallamıştı ki devam etti, 'Deniz, ailesiz büyümesin.' Az önce baygın bakan gözlerinden süzülen damlalarla Deha'da daha fazla tutamamıştı kendini. Elli defa silse elli defa ıslanacağını bildiği göz altlarıyla sınırlı kalmayacaktı bu sancı anlaşılan.

'Büyümeyecek zaten. Hep beraber olacağız, sen, biz, hepimizle büyüyecek dayısının aslanı.' Destek vermeye çaba harcarken birisinin acilen kendisine destek vermesi gerekiyordu. Hem de fazlaca acilen...

'Ben olmazsam- onu yalnız-bırakmayın. Babası-' Nefesi kesilircesine olan mırıldanmasıyla Deha kulağına ulaşan ambulans sesine şükür çekti.

'Sen de olacaksın. Bana güveniyorsun değil mi?' kadın başını sallamaya çalışsa da her ihtimale karşı sıkıca tuttuğundan olsa gerek kıpırdayamamıştı.

'Seninle olacak, seninle büyüyecek ve biz bir arada olacağız.' Kafasında çalmaya başlayan siren sesiyle beraber yanına ulaşan sağlık görevlileriyle Irmak'ın elini sıkıca tutsa da kenara çekildi Deha. Bakışları kadının üzerinde olsa da onun kendini görmediğinin farkındaydı. Dudağını yercesine ısırmaya başladığında elini tutan parmakların hissetmek istercesine sıkılaştığını fark edip okşadı.

'Buradayım! Korkma!' ambulansa eklenen itfaiyeyle beraber parmaklarını bırakmak zorunda kaldığında anında arabanın diğer tarafını dolaşıp sağlam olan cama göz attı. Bir anda dirseğiyle art ardına cama darbeler indirirken şaşkın gözler onu bulsa da sonunda kırılan camdan bedenini içeri atabilmişti. Şuan cam yüzünden sıyrılan teni de, dirseğindeki zedelenmede, ufak tefek batmalar da önem teşkil etmiyordu. Aklında dönüp duran tek detay Irmak'ın kendini yalnız hissetmemesi gerektiğiydi. Kadının dizlerindeki parmaklarını yakalayıp elinin tersiyle yüzünü sildiğinde derin bir nefes alarak tebessüm etmeyi ihmal etmedi.

'Abla, seninle şimdi hastaneye gideceğiz ya, Deniz haliyle seni göremeyince endişelenecek, unutmayalım da çıkarken oyuncak alıp götürelim olur mu?' umut vadetmeye çalışan haline rağmen Irmak'ın umutsuz bakışları gövdesinin ortasına sert bir darbe yemenin dışında bir yere ulaştırmıyordu adamı. Aklı, ruhu, benliği kızgın bir yağ içinde gibiydi. Sancısı bol, ilacı olmayan halde kıvranmak ancak bunu fiziken yaşayamamaktan bir adım öteye adım dahi atamıyordu.

'Eğer- çıkamazsam-Deniz-sana emanet. Bir de-'

'Duymamış olayım, kimsin sen, Irmak Hale Tütüncü. Veya Didem Kalaycı. Veya hepsini siktir et sen benim ablamsın. Sen abimin küçük kız kardeşisin. Kim olursan ol sen pes etmezsin, yıkılmazsın, oğlunu bırakmazsın. Benim tanıdığım en inatçı kadınsın sen.' Başını sallayarak konuştuğunda sonunda itfaiyenin açtığı kapıyla gülümsedi Deha.

'Bak açtılar kapıyı, sende kendindesin. Hastaneye kadar da, orada da kendini bırakmayacaksın. Hem kendine kedi demiştin hatırlıyor musun? Kediler dokuz canlı olmaz mı?' Sağlık görevlileri ilk müdahaleyi yapıp kadını araçtan indirirken Deha da hala tuttuğu eliyle beraber diğer koltuğa geçip yanında bitti.

'Elini bırakacağım ama korkma olur mu, hemen arkadayım, seni yalnız bırakmam.' Sıkı sıkıya tuttuğu ince parmaklarla ambulansa ilerlediklerinde kabine aldıkları bedeniyle tenleri de birbirlerinden ayrıldı.

'Abla seni asla yalnız bırakmam!' ambulansın kapısı kapanmadan önce boğazını parçalamak istercesine bağırsa da farkında değildi Deha. Koşarcasına kendi arabasına geçtiğinde kafasında hala uğuldayan seslerle takip etmeye başladı ambulansı. Bunca yıl ne kadar karşı karşıya dursa da ablası olduğundan bir haber şekilde bakmıştı kadına. Öğrendikten sonra da sürekli tartışma veya laf dalaşı içerisinde olmuşlardı. Şimdi bakıyordu da böyle bir anda ilk aradığı ambulanstan önce kendisi olmuş, oğlunu bile emanet edebilmişti. Deniz ve Deva ortada koştururken ufaklığın üzerine nasıl da gözünü diktiğini biliyordu Deha. Kıymetlisini, hayır diyemediğini, gözünün içine baktığını, kendinden bile sakınırcasına sevip sır gibi sakladığı oğlunu emanet etmişti.

Dakikalardır oturduğu koltukta başta kararsız kalışlarıyla beraber öylece dursa da sonunda abisine haber verebilmişti. Elindeki kana rağmen saçlarını geriye doğru taradığında derin bir nefes aldı. Aklından bir türlü çıkmıyordu Irmak'ın son söylediği. Eğer çıkmazsam Deniz sana emanet, bu lafın yükümlülüğünden çok kendisi gibi tek başına kalmasını istemeyişi yakmıştı içini. Uzaktan bakıp, üstten gördüğü, dibine dalıp fikir edinmediği kadının tek derdi ölürken evladı yalnız hissetmemesi olmuştu.

'Deha.' Duyduğu sesle anında ayağa kalkıp adımlarını abisine yönlendirdi. Mahvolmuş görünüşü yüzünden Dağhan adamı hızlıca çekip sarıldığında çoktan adamın omuzuna yüzünü gömmüştü bile. Yıllardır parmağı dahi kesilse koşup sarıldığı abisi şimdi dibinde olunca kalbindeki kesik çok daha fazla kan kaybetmeye başlamıştı. Deha güçlü duran o adam olamazdı. Ne vakit üzülse arkasında dağ gibi öylece duracağını bildiği abisi varken ona bu sorumluluğu kimse yüklemesin istiyordu. Abisinin küçük erkek kardeşi olmak, acıyı da kini de nefreti de görmemek adına hep sığındığı limanla kalma taraftarıydı. O annesinin gözyaşlarına şahit olmuştu, o abisinin sırtındaki yaralara krem sürdüğü esnada iç çekmelerine şahit olmuştu, o babasının katili dahi olmuştu ama daha fazla görmek istemiyordu. Büyümek, acıyla yüzleşmek onun ne kaldırabileceği, ne de katlanmak isteyeceği bir şeydi.

'Abi çok kötüydü.' Sesi boğazını parçalarcasına çıkarken acıyla yutkunduğunda Dağhan derin bir nefes alarak hafifçe sırtına vurdu kardeşinin. Deha, herkesin umursamaz diye bildiği, en kötü anlarda bile ortalığı bir şekilde sakinleştiren adam içindeki savaştan galip çıkamıyordu. Bu halini bir tek Dağhan görüp anlayabilirdi. Senelerce gözünün içine bakan, nefret ettiği silaha abisine zarar gelecek diye ilk kez isteyerek eline alan adamdı o. Gören, duyan herkes onun acısını kusarak yaşadığını düşünürdü fakat Dağhan biliyordu ki Deha'nın içinde kasırga koparken tek bir nefesiyle tüm acısını silerdi. Bunca zaman iki erkek kardeş olarak çok kafa kafaya vermişlikleri vardı fakat şimdi durum olağan durgunluğu ve stabilitesinden çok daha farklı bir haldeydi.

'Sen arabada mıydın? Bir yerinde yara var mı kardeşim?' adamın ensesini tutup geriye çekerek tüm bedenini kontrol ettiğinde Deha başını sağa sola salladı.

'Beni aradı, okuldan çocukları alırken. Söz vermiştim, bugün üçümüz vakit geçireceğiz diye, ablama da emrivaki yapacaktım. Sanki hissetmiş gibi aradı, ısrar etmesem kaza yaptığını bile söylemiyordu.' Çaresizlikten boğulan sesiyle konuştuğunda aklını tarumar eden cümleyle tekrar baktı Dağhan'ın gözlerine. 'Abi, Deniz sana emanet dedi.'

'Çıksın şuradan ben sorarım ona emaneti. Yeğenin emanetliği mi olurmuş lan canımız o bizim. Kafasını duvara sürte sürte o lafı etmemesi gerektiğini öğretiriz.' Dağhan'ın buz gibi donuk olan ses tonuyla umutla elalarını süzdü. Deha'nın bu zamana kadar abisi hakkında en net kanıya vardığı bir konu söz konusuysa o da buydu. Söylerse, yapardı da. Irmak düzelir, Dağhan'da o fırçayı çekerdi kadına.

'Öğretiriz değil mi?' bir umut adamın gözlerinin içine baktığında omuzundaki parmakların destek verircesine sıkıştığını hissetti.

'Tabi öğretiriz. O daha iki erkek kardeşle baş etmek ne demek bilmiyor. Kendine gel koçum. Allah verdi, Allah alır. Onun emanet demesiyle bırakıp gidemez.'

'Ya yaratan bunu yazdıysa?' kuşkuyla bakan gözlerine rağmen Dağhan kaşlarını çatıp hala tuttuğu ensedeki parmaklarını sıkılaştırdı bu kez.

'Yazılana sual olmaz. Yazdıysa, paşalar gibi büyütürüz yeğenimizi.' İkisinin gözleri de bir savaş varmış gibi savaşıyordu. Hayatlarında sanki daha önce birbiriyle karşılaşmamış iki adam varmışçasına bakıyorlar, birbirlerinin düşüncelerini alt etmeye çalışıyor gibilerdi.

'Deniz çok küçük be abi.' Acı çekercesine mırıldanırken Dağhan derin bir nefes alarak başını geriye atıp bembeyaz hastane tavanına kapattı gözlerini. Yüreğinin el verdiği duayı edip tekrar Deha'ya döndüğünde kaşlarını havalandırdı.

'Bir anne ne zaman ölürse ölsün, evladı hep küçüktür Deha. Bana bak abim, hayatım boyunca sana sert konuşmadım, dilim varmadı, gönlüm de elvermedi ama söz konusu ruhu bu fani dünyaya üfleyen ise ve sen karşımda böyle yıkılmış durursan yeri yerinden oynatır, sana da ağzının payını veririm. Şimdi oturacaksın buraya, ablan oradan çıkana kadar bildiğin her duayı okuyacaksın. Ya öyleyse diyerek acınmak sana yakışmaz.' Kararlı haliyle adamın gözlerinden bir an gözlerini çekmediğinden olsa gerek Deha usulca başını sallayarak az önce kalktığı koltuğa bedenini bıraktı. Ellerinin arasına aldığı başıyla gözlerini sımsıkı kapattığında Dağhan'ın ısırdığı dudağıyla gözlerini kapıya dikişinden bir haberdi.

İçinde başlayan bir yangın ancak insanın kendisiyle sönebilirdi. Dağhan bunu öğreneli seneler olmuştu. Yüreğinden çıkan her kıvılcımda, her deli damarı harekete geçtiğinde Afitab sultanın kolundan tutup yanına zorla oturttuğu günleri asla unutamazdı. Şimdi Deha gibi belkiler, ya olursalar ve olmazsalar içinde kaybolmuyorsa ananesi sayesindeydi. Zamanında kardeş gibi gördüğü bir nefes almasıyla koca bina yıkabilecek haldeki Turan hastane koridoruna dahi soluğunu duyuramıyorken çok isyan etmişti Dağhan. Defalarca çok genç, benim yüzümden, ben olmalıydım onun yerinde gibi cümlelerde kaybolmuştu, tüm o yok oluşlar arasında Afitab sultan bugün Deha'ya konuştuğu gibi açmıştı ağzını. Hayatın düzeni senin niye demenle değişmez, iste veya isteme o gideceği durağı çok daha önce belirlemiştir, demişti. Dağhan şimdi ağzını açsa, o cahilliğinde olsa, bir laf vardı ya of desem karşı dağlar yıkılır diye, o haldeydi ancak of dememeyi öğrenmişti. Of demenin ne tür bir cehalet olduğunu, aslında ne kadar cesaretsiz olduğunu çok ama çok iyi öğrenmişti.

'Dağhan.' Gözlerini diktiği duvardan Devrim'in sesiyle kendine geldiğinde bakışları odağını bulamaz gibi etrafta gezindi önce. Zihni o kadar derinlere dalmıştı ki kaşlarını çatıp sonunda dibine çöküp bacaklarını tutan adamla kendine gelebildi.

'Sen nereden çıktın oğlum, gelme dedim. İşine gücüne baksana sen.'

'Başlarım işe güce, kaç kez yan yana yattık lan biz bu hastanede. Kardeşimi de, kardeşlerini de yalnız bırakmak sığar mı bizim erkekliğimize?' Devrim'in kaşları anında çatılsa da göz ucuyla hala ellerinin arasında başıyla bekleyen Deha'ya göz attı.

'Nida'ya söylemeseydin, Pera'yla, annemle konuşur şimdi.'

'Söylemedim, bilmiyor muyum ben o ayaklı gazeteyi, bir tek Manya'nın haberi var. Deha gidemeyince Deva ortalığı savaş alanına çevirir en azından oyalansın çocuklar diye Elif teyzelere gitti o da.' Başını usulca sallayıp adamın omuzunu sıktığında tepelerinde dikilen adamdan aldığı su şişelerini Dağhan'ın ve Deha'nın eline tutuşturdu anında. Çöktüğü yerden kalkıp derince soluklandığında gözleri etrafta gezindi.

'Irmak'ın adamları nerede?' kaşları usulca çatılırken bakışları tekrar Dağhan'ı bulduğunda içindeki kuşku çoktan yüzüne yansımıştı.

'Bilmem, hiçbiri ile alakam yok, haberleri olmamıştır belki de.' Dağhan'ın bu durum çok umurunda değildi zaten, alelade etrafta gözlerini Devrim'le gezdirmeye başlasa da yanındaki kardeşinin ayağa kalktığını fark ederek ona çevirdi elalarını. Bakışları bir süre üzerinde gezinse de mimiksiz yüzüyle tekrar kapalı kapıya döndü ki aralanmasıyla anında kendisi de ayağa kalktı. Çıkan doktorun yüzündeki mimikleri tahlil edecek, sadece bakarak ne demek istediğini anlayacak potansiyeli şu an yoktu. Deha'ya istediği kadar kendine gel desin, bir umut dudaklarından dökülecek kelimeleri bekliyordu.

'Irmak Hale Tütüncü'nün yakınları mısınız?'

'Evet, kardeşleriyiz hanımefendi.' Kadın başını usulca salladığında Dağhan derin bir nefes aldı, beklediği süreç boyunca aynı soluklanmayı kaç kez yaptığını hesap dahi edemeyecek haldeyken.

'Irmak hanımın durumu şuan stabil. Kaburgalarında çok sayıda çatlak mevcut. Ayrıca sağ omuz ve sol bacağında da kırık bulunuyor. Yaptığımız testler sonucunda iç kanama görünmüyor, ancak her ihtimale karşı gözlem altında tutacağız.'

'Peki, görebilecek miyiz?' Deha abisinin sormak istediklerine rağmen sessizliğinde boğulduğunu fark ederek konuşunca karşılarındaki umut vadeden kadın gülümsemesini gösterdi.

'Bugün için mümkün değil ancak yarın duruma bakıp ona göre bilgi veririm. İlk yirmi dört saat önemli.'

'Çok teşekkürler.'

'Rica ederim, geçmiş olsun.' Yanlarından uzaklaşmasıyla bekledikleri her dakika nefeslerini tutmuş gibi olan iki adam beraber soluklandılar. Bakışları usulca birbirini bulduğunda Dağhan hafif bir tebessümle Deha'nın sırtına vurdu.

'Hadi sen eve geç, annem de çocuklar da endişelenmesin.'

'Bence sen git, annem çocuklar tamam da yenge tek kalmasın. Ben beklerim.'

'Deha, hadi abicim.' İnat edercesine kardeşinin omuzuna tekrar vurduğunda adam ağzını açmıştı ki Devrim'in sesiyle ikisi de susmak zorunda kaldı.

'Bence ikinizde gidin. Sen Elif teyze ve çocuklara görün. Sen de Pera'nın yanına git, toparla anlat alıp yalıya götür onları da. Sonra buraya gelirsiniz, siz gelene kadar ben tutarım nöbet.'

'Niye hepsini yalıda toplayalım Devrim ya, daha çok telaş yaparlar.' Dağhan ne saçmaladığını anlamaz halde mırıldanırken Devrim anında kaşlarını çattı.

'Daha dün bu işlere girmiş gibi davranma Dağhan. Kadının hiçbir koruması ortada yok, doktor sadece Irmak'ın ismini söyledi, çarpıştığı arabada yok bu durumda. İşin içinde başka mesele var, görmüyor musun? Üstelik geçen dağ evinde olanları hatırla. Bu kadın güvenlik için senden habersiz dört yana adamını dağıtmış, tüm ormanda silah sesinden kuş kalmadı, Irmak arayınca adamları teşrif etti. Sence çok fazla değil mi bu ihmal?'

'Kendi adamları mı yaptı diyorsun yani?'

'Bence öyle. Hem...' gözleri sıkıntıyla etrafta gezinse de biraz daha yaklaştı Devrim.

'Mantıklı düşünsene kardeşim. Bu kadın en çok Deha'yla kapışırken, daha tam olarak aileyi kabullenmek için zaman geçmemişken neden bu adamı aradı? Belli ki farkındaydı, yoksa adamlarını arayıp suikast düzenlediler diye Deniz'in okuluna koruma gönderemez miydi anında?' Dağhan'ın şüpheci bakışlarıyla dudaklarını ıslattı Devrim.

'Sen olsan ilk önce Irmak'ı mı arardın yoksa Turan'ı mı?' Devrim'in sorusuyla kaşları çatılmaya başladığında aklına kadının mezarlıktan sonra anlattıkları gelmeye başladı. Bütün çalışanları tehdit ettim demişti, Deha'nın daha sonra anlattığı kadarıyla kendini vurduran adamı gülmek dışında bir mimik yapmadan, doğru dürüst korumaların yüzüne bakmadan acı çekişini keyifle izleyerek öldürmüştü, sadece bir kişiyle adam akıllı iletişimi olmuştu kardeşinin gördüğü kadarıyla o da zehirli bir mermi veren genç kadındı.

'Git Dağhan, kardeşin benim de kardeşim, o yüzden git aileni bir yere topla.' Bakışları kendilerinden birkaç adım uzak Deha'ya dönerken onaylarcasına başını sallamıştı ki koridordaki polislerle beraber derin bir nefes daha aldı.

'Dağhan bey.' Uzatılan eli bekletmeden sıktığında karşısındaki adamın uzattığı plastik şeffaf poşeti sıkıştırdı parmakları arasına.

'Aracın içine düşmüş özel eşyalar. Arkadaşlar raporlarına devam ediyorlar fakat iletmek istedik.' Bakışları bir elindeki poşette bir de polis memurunda gezindiğinde henüz kimsenin haberi olmayan aile ilişkileri şüpheye düşmesini sağlamıştı.

'Teşekkür ederim ama birkaç şey sorabilir miyim?'

'Tabi.'

'Irmak ile alakamızdan haberdar mısınız?' Dağhan'ın kaşları çatılırken karşısındaki memur garipsese de başını sallamıştı.

'Elbette. Irmak hanım bir hafta önce karakolumuza şikayette bulundu bebekken kaçırıldığına dair, daha öncesinde de dava açmış, soyadı davası, onun evraklarını da kanıt için getirdi, o yüzden biliyorum.' Kaşları aldığı açıklamayla havalanırken aklına gelen şüpheyle derince soluklandı.

'Peki, rapor yazıyorlar dediniz, belki bize şuan bu bilgiyi vermeniz uygun değil ama fren izlerine rastladınız mı hiç kaza alanında?'

'İnanın bilmiyorum, tam rapor gelmeden bilgisini veremem zaten.'

'Teşekkürler.' Sıkıntılıca tebessüm ettiğinde yanlarından ayrılan memurla beraber bir kez daha derince soluklandı.

'Biz Deha ile gidelim, uzatmadan gelirim.' Kafasının içindeki kargaşaya rağmen sonunda Devrim'e dönüp mırıldandığında adam hızlıca başını salladı.

'Sıkıntı yok ben buradayım.' Elindeki şeffaf paketle ileride ne olduğunu anlamaya çalışan kardeşine yaklaşıp sırtından destekleyerek çıktı hastaneden. Arabaya yerleştiğinde elindekini yan koltuktaki Deha'nın dizlerine bırakıp emniyet kemerini takarak hareket ettirdi arabayı.

'Kaza nerede olmuştu?'

'Evin oradaki orman yolunda.' Göz ucuyla Deha'ya baksa da onun şeffaf çantadakileri çıkarmasına kaşlarını çattı anında.

'Kadının özel eşyası, ablan diye karıştırma hakkına sahip değilsin Deha, at torpidoya kendine gelince teslim ederiz.'

'Devrim abinin yürüttüğü fikir sonrasında karıştırma hakkına ne kadar sahip olduğumu tartışmayalım bence abi.' Deha göz devirip kartlık ve cüzdanı tekrar çantaya atıp telefonun ekranını aydınlattığında abisinin asla ama asla etik anlayışından kopmayacağını biliyordu. Fakat işin en güzel tarafı kendisinin öyle Türkan Şoray kanunu yoktu neyse ki...

'O fikri yürütsek de hem etik değil, hem de konuyla alakası yok.'

'Ben etik bir insan değilim zaten. Ayrıca 142 kez Aden, 120 kez Övünç aramış, bence konuyla alakası olmayan ikisi sadece.'

 

Loading...
0%