Yeni Üyelik
67.
Bölüm

Bölüm 65 - Çin Seddi Yıkılır

@biceruvar

Merhaba canlarım, çiçeklerim, böceklerim... Uzun zaman sonra yeni bir bölümle geldim. Olağan çökmüşlük dönemi herkesin üzerinde var sanırım bu sıralar ancak bu bitmişlik haline baş kaldırma isteğini içimden atamıyorum. Sizlere koşup gelmenin en tatlısı olduğunu da geçemiyorum. Eksik, tam, yanlış veya çok doğru milyonlarca seçim şansımız varken benim en doğru olan seçimlerimden birisi sizinle, burada tanışmak oldu. Bunun haklı gururunu da çok seviyorum.

Pera benim kalbimden koşup gelen bir mutluluk tanrıçası sanırım... Özgüveni, duruşu, sevmesi, üzülmesi, hepsi ama hepsi o kadar kalbimde ki ne kadar anlatabilirim bilmiyorum. Fakat Irmak, Hale, Didem veya hepsi birden o açık ara savaş tanrıçam. Buz surat güzel kadınım... Yıkık ama yılmaz kale duvarım... Her hikayede kapılıp gittiğim bir karakter olur benim, elbette hepsi bebeklerim fakat yeri, duruşu çok farklı olup gönlümde taht kuranlar vardır. İşte Irmak'ta o tahtta oturanlardan birisi...

Ondandır ki ruhu Irmak olan herkesi, öyle çok ve delicesine seviyorum anlatmaya kelimeler yetmez. Kuşandığınız zırhların yamalarına aşığım güzel kadınlar...

Sizleri bölüm duyuruları ve paylaşımımızın daha da çoğalması adına instagrama beklediğim gerçeğini atlamayalım lütfen...

Instagram: BiCeruVar

----------------------------------------------------

'Kaza nerede olmuştu?'

'Evin oradaki orman yolunda.' Göz ucuyla Deha'ya baksa da onun şeffaf çantadakileri çıkarmasına kaşlarını çattı anında.

'Kadının özel eşyası, ablan diye karıştırma hakkına sahip değilsin Deha, at torpidoya kendine gelince teslim ederiz.'

'Devrim abinin yürüttüğü fikir sonrasında karıştırma hakkına ne kadar sahip olduğumu tartışmayalım bence abi.' Deha göz devirip kartlık ve cüzdanı tekrar çantaya atıp telefonun ekranını aydınlattığında abisinin asla ama asla etik anlayışından kopmayacağını biliyordu. Fakat işin en güzel tarafı kendisinin öyle Türkan Şoray kanunu yoktu neyse ki...

'O fikri yürütsek de hem etik değil, hem de konuyla alakası yok.'

'Ben etik bir insan değilim zaten. Ayrıca 142 kez Aden, 120 kez Övünç aramış, bence konuyla alakası olmayan ikisi sadece.' Kilit ekranından okuduğu bildirimlerden sonra açacak olsa da Dağhan anında alıp direksiyonunun yanındaki boşluğa bıraktı telefonu.

'Abi, cidden etik anlayışına ve sana saygı duyuyorum ama şu konumumuza uymuyor.'

'Hangi konuma uyar uymaz bilmem. Kimsenin telefonunu karıştırma hakkın yok, ablan bile olsa.'

'Senin telefonunu kullanabiliyorum ama?'

'Çünkü iznim var Deha, senden sakladığım bir şey yok. Belki de sevgilisi Övünç. Tanımadığımıza göre henüz tanımamızı istemiyor.'

'Ama ben tanışmak istiyorum.'

'Irmak uyanana kadar beklersin, sonra o isterse tanıştırır, çünkü ben şuan hiç istemiyorum.' Girdiği orman yolundan sonra Deha'nın laf yetiştirirken işaret ettiği nokta yüzünden arabayı yavaşlatmıştı ki güvenlik şeritleriyle kapanmış yolun ortasında oturan adamla çatıldı kaşları. Gözlerini Deha'ya yönlendirdiğinde onun da aynı halde ortadaki adama baktığını görerek kapattı kontağı. Arabadan indiğinde gözlerini buruşmuş karton gibi gözüken araca dikmiş adama yaklaştı usulca. Kendine doğru çektiği bacaklarının birini sektiriyor, elleri tüm o sarsıntıya rağmen başının iki yanında öylece duruyordu.

'Sen kimsin?' kaşlarını çatarak tepesine dikildiği adama mırıldandığında onun kendine dönmeye zahmet bile etmeden dudağını sertçe ısırmasıyla gözlerini hurdaya dönmüş arabada kısaca gezdirdi.

'Dağhan Kalaycı...' kendine bile bakmayan adamın fısıltısıyla hala çatılı kaşları daha da derinleşirken sarışın adamın gözleri kendini sonunda buldu.

'Ölmedi de ya, ölmedi değil mi?' oturduğu asfalttan kalkmadan bir umut dercesine baktığında Dağhan'ın çatık kaşları sakince gevşemişti.

'Sen kimsin dedim?'

'Övünç ben, Övünç Karmen. Yola düştüğünüze göre... Bir şey mi oldu Hale'ye?' acı çekercesine dudaklarından sorunun döküldüğü o kadar belli oluyordu ki Dağhan dudaklarını ıslattı.

'Aden kim?'

'Aden... Aden, kimyager. Telefonunu da verdiler yani...' sorularına cevap verse de hiç aklı başında durmuyordu adamın. Dağhan bir kez daha süzüp göz ucuyla Deha'ya baktığında derin bir nefes alarak tekrar döndü sarışın kalıplı adama.

'Yaşıyor Irmak.' Bakışları hurda yığınında olan adam duyduklarıyla hızlıca kendine dönerken oturduğu asfalt zeminden de bir çırpıda ayağa kalktı. Az önce gözlerindeki yıkıntılara bire bir şahit olmasına rağmen şimdi resmen ışıldarcasına bakıyordu.

'Gerçekten mi?' inanamayan haliyle gülmeye çabaladığında Dağhan başını usulca salladı.

'Şükürler olsun.' Yüzünü sıvazlayıp saçlarını geriye tarayarak başını gökyüzüne kaldırdığında gülerek tekrar baktı adama. Az önce üstüne çökmüş kara bulutlar anında dağılmış, sanki canı tekrar kendine can olmuştu.

'Deniz arabada değilmiş öyle değil mi?' az önce üstüne çöken rahatlık tekrar endişeye boğulmaya başladığında Dağhan başını sağa sola salladı hızlıca.

'O nerede peki? Ona da zarar verebilirler, evde tek bırakmış olamaz-'

'Benim çocuklarımla Deniz, kimse kılına dokunamaz.' Neden buraya geldiğini hatırlayarak adamın yanından koptuğunda cadde üzerinde gözlerini gezdirerek yürümeye başlamıştı ki az önce ismini öğrendiği Övünç'ün sesini duydu yeniden.

'Arama boşuna, yok fren izi.' Arkasında kalan adama sakince dönüp tekrar yaklaşmaya başladığında açıklamasının yetersiz geldiğini düşünmüş olacak ki derin bir nefes aldı.

'Bende baktım, fren izi yok. Defalarca söyledim Hale'ye, daha teknolojik bir araba kullanmasını, her halt için uyarı takmayı, kafasının dikine gidip kimse bir şey yapamaz dedi. Kendi de muhtemelen frenlerin tutmadığını fark etti, normalde bu yoldan gitmez çünkü.'

'Sen kimsin de bu kadar çok şey biliyorsun hakkında?' Deha tek kaşını kaldırıp şüpheyle mırıldandığında Övünç derin bir nefes alarak omuz silkti anında.

'Hale'ye çok borcum var, uzun zamandır da beraber çalışıyoruz. O yüzden bu kadar çok şey biliyorum.'

'Hale değil, Didem, Didem Kalaycı.' Kaşları dalga geçip inatlaşacağını belli edercesine havalandığında ellerini pantolonunun ceplerine atıp başını sağ omuzuna düşürerek baştan ayağa süzdü Övünç'ü Deha, 'Sevgilisi falan değilsin yani?'

'Deha...' abisinin uyarısına rağmen Övünç'ten cevap istercesine bakmaya devam ettiğinde adam gülmüştü anında.

'Biz mi? Asla, o kadınla iş kulvarında bile anlaşamıyoruz, sevgililiği kaldırılmaz. Hem o mevzularla pek arası yoktur ki. Sende Deha Kalaycı'sın, değil mi?'

'Sen nereden biliyorsun?'

'Magazin, haberler, iş dünyası, bir miktar da Hale anlattı.' Büktüğü dudağıyla umursamazca başını sallarken mırıldandığında Deha'dan çok, Dağhan'ın sorularına yanıt vereceğini düşünürcesine döndü adama.

'Hangi hastanede? Buradakiler bir halt bilmediklerini söylüyorlar.'

'İstesen de göremezsin, o yüzden öğrenmen gereksiz bence.' Adam kendini nasıl umursamaz bir tavır takındıysa Deha'da aynı şekilde davranarak kaşlarını havalandırıp tebessüm etti.

'Ne demek göremem? İyi olduğunu söyledi abin.'

'Kötü olduğu için demedim zaten, göremezsin dedim.'

'Buna sen mi karar vereceksin?' ikisi arasında üstün körü başlayan zıtlaşmayla Dağhan göz devirerek etrafta gezdirdi gözlerini yeniden. Bir ipucu bulamayacağını fark eder etmez tekrar inatçı keçi gibi ortada olan iki adama yönelerek ellerini cebine yerleştirdi.

'Kardeşi olarak, evet. Ben karar vereceğim, ne olduğu belirsiz Övünç Karen.' Keçi halleri Deha'nın hala dalga geçen tavrıyla daha da sertleşirken kafa kafaya gelmiş iki bedenin arasına kolunu uzatarak ayrılmalarını sağladı.

'Hadi ben ne olduğu belirsiz o kişiyim. Peki sen? İki gün önce sokak ortasında deli gibi bağırdığın ablanı koruduğuna nasıl inanayım?'

'Ağır ol...' Dağhan arabayı kardeşine işaret edip havalandırdığı kaşlarıyla ateş saçan gözlerini anında sarışın adama çevirdi. Karşısındakinin de sinir konusunda kendinden farklı olmadığı çok açıktı fakat oturup kimse kendilerine kardeşlik hakkında öğüt çekemezdi.

'Kardeşimin dostu olabilme ihtimaline karşı sabrımı zorluyorum ama yavaş gel. Sana kalmadı benim ailemin iç işlerini sorgularcasına konuşmak. Üçümüzün arasındaki kıyamet sadece üçümüzü alakadar eder.' Bu adam Dağhan'a hiç güven vermiyordu nedense. Güven vermesi bir yana altından pislik çıkacağını düşünüyordu çünkü şuan sinirle bir şeyler söyleyip diklenmiyor, aksine bilinçli bir şekilde nabzını ölçmeye çalışıyordu. Dağhan hainleri iyi tanırdı. O kadar iyi tanırdı ki sadece konuşmasından, bakışından, girdiği tripten bile bilirdi kim doğru söylüyor, kim yalancı bir kumpasçı.

'27 yıl hayatında olmamış adamlar gelip bana aile pozu kesecek ve sessiz mi kalacağım? Bence sen yavaş ol Dağhan Kalaycı, çünkü siz yokken ben vardım Hale'nin yanında.' Bir hamleyle adamın yakasını avucuna topladığında çatılı kaşlarının altında da korlar yanıyor gibiydi. Dağhan için tek kolunun askıda olması zerre önem taşımazdı, yeter ki gözü dönmesindi. Tek parmağıyla bile öldürür bir kenara atar, gram da vicdanı sızlamazdı.

'Bundan sonra sadece biz oluruz o zaman Övünç bey. Seni şuraya gömmeden kaybol. Irmak gözünü açıp sana güvendiğini söyleyene kadar bırak görmeyi, olduğu hastanenin koridoruna bile adım atamazsın.' Sertçe silkeler gibi parmakları arasındaki kumaşı serbest bıraktığında arkasını döndüğü gibi arabasına ilerledi. Kurallar bazı insanlara karşı kendi isteğiyle etkisini yitirmiş olsa da hala kabul görmesi gereken şeylerdi. Kimse onun ailesinin işlerine laf uzatamaz, işin iç yüzünü bilmeden bu tavrı takınamaz, dahası işin iç yüzünü de kendi ailesinden değilse öğrenemezdi. Eğer bu herif söylediği kadar yakın ve güvenilir olsaydı o gün o mezarlıkta Irmak tek başına hayatı sorguluyor olmazdı. O gün içindeki kıyametin ateşinde Dağhan'ın değil bu herifin omuzunda ağlardı Irmak.

Önce Deha'yı yalıya bırakmış, ardından eve gelmişti ki Pera'nın anlamaya çalışırcasına kendini süzmesine rağmen hızlıca duşa girip çıktı. Kafasının biraz olsun toparlanmasını ve mantıklı, en az korkutucu, insanı çileden çıkarmayacak şekilde açıklama yapma ihtiyacı hissediyordu. Dört tarafı bin bir saçma olayla örgülüyken hala sinirlerini zapt edebiliyor olmasına şaşırsa da pek seçenek yoktu elinde. Bakışları hala kendini inceleyen kadına sonunda dönebildiğinde derince nefeslenerek tişörtünü geçirdi başından.

'Sanırım sen ağzını açmayacaksın ama ben gördüğüm tabloyu dillendirmek istiyorum müsaadenle.' Pera daha fazla kendine engel olmayarak kucağındaki uyuyan bedeni usulca beşiğe yerleştirdiğinde elleri belinde yer edinmişti çoktan.

'Müsaade mi? Senin müsaadeye ihtiyacın olduğunu hiç düşünmedim ki Pera.' Biraz bile olsa ortamı yumuşatmak istese de söylediğinin sonuna kadar arkasındaydı. Son birkaç gündür fazlaca yorulmuş, bitkin düşmüş olabilirdi fakat onun Pera'sı izin alacak bir kadın değildi. Durum, zaman, neden veya sonuç zerre anlam ifade etmez, öğrenmek istedikleri konusunda inatlaşırdı. Bunu bir türlü uykuyla arası olmayan Meva'nın şuan uyuyor olmasından dahi anlıyordu zaten.

'Yüzün buz gibi donuk, bakışların sürekli dipsiz bir kuyuya dalıyor, çıkıyor ve tekrar dalıyor, geldiğinden beri üçüncü kez duş aldın. Ne oldu?' kaşlarını çatarak öğreneceğim inadıyla mırıldandığında Dağhan'da arkasında kalan banyo kapısını dönüp süzdü. Duşa girdiğinin elbette farkındaydı fakat banyodan çıkmadığı halde üç kere duş aldığını nasıl tahmin etmişti kadın. Karışmış kafasıyla tekrar Pera'ya döndüğünde baştan ayağa süzdü bedenini. Gerçekten halkla ilişkiler müdürü olarak şirketinde çalışan kadınla mı evlenmişti yoksa bir ajanla mı emin olamıyordu.

'Üç defa duş aldığımı nereden biliyorsun?'

'Cevabı tatmin etmeyecek soruları es geçelim, bana ne olduğunu söyle.' Çatılı kaşlarını bu kez havalandırarak içinden dolup taşan ciddiyetle konuştuğunda belini kavrayan kol kendisini hızlı adımlarla geriye çekmişti ki bir anda adamın kucağına düşerek berjerde buldu kendini.

'Dağhan...' sinirle mırıldansa da dudaklarının üzerinin kapanmasıyla yeniden çatılan kaşları gevşedi. Muhtemelen başka birisi bu olayla anında aklındakileri unutabilirdi ancak kadınlar... Onlar asla unutmazlardı. Teni teninden usulca ayrılan adamın elalarına bakmaya başladığında gülümsedi.

'Ben bu numaraları yemem Dağhan.'

'Harddisk kapasiten çok geniş be sevgilim, biraz da bana acısan?' boynunu büküp sevimli görünmeye çalışarak kadının şakaklarına süzülen saç tellerini okşayıp kulağının arkasına sıkıştırdığında bu kez Pera adamın dudaklarının üzerini kapattı. Usulca çekilip alnını alnına yasladığında tebessümü de hala dudaklarındaydı.

'Söz verdin, saklamak yoktu.'

'Unutturman ne mümkün...' gözlerini devirip başını geriye atarak güldüğünde hala ısrarla kendisine bakan gece karalarıyla derin bir nefes çekti.

'Pekala... Panik yapacak, ağlanıp sızlanacak, üzülecek bir durum olmadığını öncelikle alt yazı geçmeliyim.'

'Hadi...'

'Irmak, kaza yaptı.' Dizlerinden anında kalkan kadının ellerini yakaladığında onun büyümüş gözleriyle tuttuğu parmakları okşadı.

'Sakin, sakin...'

'Dalga mı geçiyorsun benimle? Ne sakini? Sen nasıl sakin kalabiliyorsun? Nerede? Nasıl durumu? Deniz, Deniz nerede? Haberi var mı? Bakacağına konuşsana Dağhan!' sonunda çıkan yüksek sesiyle Dağhan'da ayağa kalktığında arkalarında kalan beşiği işaret etti.

'Sussan bana da fırsat kalacak ama...'

'Benimle laf yarıştırma, anlat.' İnatçı haliyle parmaklarını sıkılaştırdığında dudaklarını ıslattı Dağhan.

'Sakin ol çünkü durumu iyi, hastanede. Deniz, Deva'yla beraber annemlerde, benim, Deha'nın ve Ege'nin dışında kimsenin haberi yok.'

'Üzerimi değiştireyim, gidelim hastaneye.' Bedenini hızlıca giyinme odasına yöneltirken elini daha sıkılaştıran adam yüzünden olduğu yerde kalmıştı.

'Ben ve Deha gideceğiz hastaneye. Sen burada kalıyorsun, Deha birazdan annemlerle gelecek zaten. Bir süre hep beraber olacağız.'

'Bende geleceğim, Meva için nasıl çabaladı unutur muyum sanıyorsun? Tek bırakmam.'

'İşte tam da bu yüzden gelmiyorsun güzelim.' Duyduğu cümleyle kaşları çatılsa da Dağhan derin bir nefes aldı.

'Deniz'in bir şey hissetmemesi için, hem hastaneye gelsen ne yapacaksın ki?'

'Sen gidip ameliyata mı gireceksin Dağhan?' kadın gözlerini büyüterek bakmaya başladığında Dağhan anında kollarına çekip sıkıca sarmıştı kadını.

'İkimizden birinin evde kalması gerek ve bence bu sensin.' Kollarının arasındaki kadın başını kaldırıp kısılmış gözleriyle yüzünü süzerken usulca omuz silkti.

'Meva'yı emzirebilme lüksüm yok, üzgünüm ama hayatın gerçeği bu Pera.'

'Biberonla içirebilme meziyetin çok güzel ama.' Sanki ortada bir yarış var gibi bilmiş bilmiş gülümsediğinde hala kısık olan gözlerinin üzerine dudaklarını bastırdı adam.

'Biz de göremeyeceğiz güzelim, o yüzden gelmenin seni yormak dışında bir etkisi olmayacak.'

'Hani iyiydi?' tekrar sinirlenen haliyle adama kaş çatsa da Dağhan derin bir nefes alıp başını geriye atarak tavanı süzdü usulca. Pera'nın ismi ona göre Pera değil, tamamen inat olmalıydı. Kadın başlı başına inat etmek için gelmişti dünyaya, bir de kendisi sevsin diye muhtemelen. O yüzden bu keçi gibi olan inadı gözüne batıp sinir etmiyordu ya zaten. Aklı sinirlense de yüreği resmen set koyuyordu dilinin önüne.

'Ya Rabbim... İyi zaten, iyi ama gözetim altında tutacaklar. Her türlü ihtimale karşı, yarın da duruma göre görebileceğiz.'

'Yarın gelirim ama.'

'Benimle pazarlık mı yapıyorsun sen?' kaşları şaşkınca havalanırken Pera anında başını sağa sola salladı.

'Yooo... Pazarlık yapmıyorum. Ne yapacağımı haber veriyorum.'

'Sana yıllar önce ha senin inadın, ha çin seddini yıkmak aynı şey demiştim hatırlıyor musun?' kadın gülümseyerek başını salladığında Dağhan dudaklarını ıslatıp baktı kara harelerine, 'Fikrim değişti. Çin seddi yıkılır, senin inadın kırılmaz be güzelim.'

'Karını tanımana çok sevindim sevgilim.' Gülümsese de kendine gelmeye başlamış Dağhan'ın bakışları içindi aslında. Aklı durmaksızın Irmak'ın iyi olup olmadığında dönüp dolaşsa da bir türlü kendini sağlıklı olma ihtimaline adapte edemiyordu.

'Sen, az önce ne dedin?' aklına yeni dank eden detayla kaşlarını çattığında Dağhan ne olduğunu anlamayan haliyle süzdü Pera'nın yüzünü.

'Ne dedim?'

'Bir süre bir arada olacağız mı dedin?' hala çatılı olan kaşlarıyla adamın yüzünü süzse de gerginlikten çok şaşkın sıfatıyla bakıyordu Dağhan.

'Dedim sanırım ama rahatsız mı olursun?'

'Benimle saçma saçma konuşma Dağhan, senin anlatmadığın ne var?' kendisinin bile düşünmediği yerden top gelip doksana gol vazifesini yerine getirdiğinde şaşkın hali de aralarından ayrılıvermişti. Uzak tutmaya çaba harcadıkça nasıl duruma aydınlanıp içine girme mücadelesi veriyordu Pera, hiç akıl erdiremiyordu. Oysa baktığı zaman tam bir prenses edasıyla duruyordu. Umursamazmış, fark etmezmiş, hatta fikir yürütmeye zahmet dahi etmezmiş gibi.

'Olabilir mi öyle bir durum sence?' durumu fazla açmak istemeyerek gülümsemeye çabalasa da kollarından sıyrılan bedeniyle yine o elleri belinde yer edindi.

'Dökül.'

'Dökülecek durum yok ortada. Deniz için...'

'Deniz için bir süre hep beraber yaşayacağız öyle mi? Karşında Deva'nın olduğunu mu sanıyorsun?'

'Kafası dağılır annesini sor-'

'Dağhan! Irmak hastaneden çıkana kadar demedin. Sana bir kez daha dökül diyorum, üçüncüsü olmayacak.' Bir adamın elini kolunu ne bağlayabilirdi? Annesi? Babası? Kardeşi? Çocuğu? Belki hepsi bir ihtimalin elçisiydi fakat kalbi, kalbi kesinlikle kalın zincirlerle bileklerinin sarılmasına razı getirirdi. Hem en çok korumaya ihtiyaç duyduğu, hem de en fazla yenildiği kişi olurdu sevdiği kadın. Diline kırk kemik yerleştirseler, gözlerinin içine bakınca dünyayı unuttuğu kadın sayesinde çekeceği acıyı önemsemeden kırardı hepsini.

'Abi!' kapının vurulmasıyla Turan'ın seslenişi duyulduğunda Pera kıstığı gözleriyle önce kapıya ardından Dağhan'a baktı.

'Sen mi anlatırsın Turan'ı tehdit mi edeyim?'

'Turan bir şey bilmiyor ki.' Omuz silkip gülümsemeye çabalasa da Pera omuzuna düşürdüğü başıyla tekrar kapı ve Dağhan arasında dolaştırdı gözlerini.

'Abi kusura bakma rahatsız ediyorum ama Elif hanımları getirdik, benim biraz işim var. Çıkabilir miyim?' Pera'nın bütün şüpheli haline rağmen Dağhan'ın da yüz hatları değişmeye başlamıştı. Turan ve onun yatak odasının kapısını çalmasını sağlayacak kadar acil bir işi olması. İkisi arasında ufacık bir bağlantı dahi olamazdı. Turan'ın her insan gibi zamana ihtiyacı olabilirdi fakat bu senelerdir yatak odasının kapısında bitmesine sebebiyet vermemişti.

'Anlatacağım, bir dakika.' Pera'nın sakinleşmesi adına elini dur dercesine havalandırdığında kapıyı açarak karşısında dikilen yapılı adamı süzdü. Kaybolmuş gibi bakan gözleri, sıkıntıyla sıktığı dişleri yüzünden çenesindeki seğiren kas, en enteresanı da hala nedenini anlamasa bile burada oluşu...

'Turan.'

'Gerçekten özür dilerim abi, kusura bakma normalde yapmam böyle bir hadsizlik ama çıkabilir miyim?' zorlukla konuşmasıyla gözleri arkadaki Pera'ya döndüğünde onun da şüphelenmiş bakışlarıyla derin bir nefes alıp kapıyı ardından çekti.

'İyi misin sen?'

'İyiyim, iyiyim sadece gitmem gerekiyor. Ceyhun ve Arjin'le konuştum, Arjin kapıda kalacak, Ceyhun çocukların yanına geçecek. Senin için de sıkıntı olmazsa-'

'Ne oldu sana? Kötü bir haber mi aldın?' kaşlarını çatıp tekrar adamı süzdüğünde titremesini belli etmemek için yumruk yaptığı parmaklarına takıldı gözleri.

'Abi... Konuşmayalım Allah aşkına. Sadece müsaade et çıkayım.' Başını usulca sallarken dudaklarını ıslatıp omuzunu sıktı karşısındaki yıkılmakla ayağa kalkmak arasında arafta kalmış adamın.

'Turan, yapabileceğim bir şey var mı? Bunu lafın gelişi sormadığımızı ikimizde biliyoruz.'

'Eyvallah abi, yok. Sağ ol.' Daha fazla bekleyemediği basamakları hızla inişinden bile belli oluyordu. Şüpheyle ardından bakmaya devam etse de birkaç saat sonra aramayı aklına not ederek az önce kapattığı kapıdan içeri girdi.

'Turan iyi mi?'

'Bir şey oldu sanırım ama anlatamadı. Birkaç saat sonra konuşurum ben onunla.' Kadının da fark etmişliği daha çok aklını kurcalamaya başlamıştı. Turan'dı o sonuçta, duygularını belli etmez, içindeki depremi dışarıdan ufak bir sarsıntı yaşamış olarak dahi göstermezdi. Hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam eder, gözlerini de ölse kendinden kaçırmazdı. Zamanında üzerine bir ton kurşun boşalttıklarında Dağhan kendini suçlarken kan kaybetmesine rağmen gram acısı yokmuş gibi telkin etmişliği vardı. İnsan ölümün kıyısındayken başka bir insanı telkinler miydi, Turan yapardı işte. Öyle delicesine saklardı yaşadığını fakat bu kez, ilk defa karşılaştıkları zamanki gibiydi. Berduş, kendini kaybetmiş, ne yapacağını dahi bilemeyen, zangır zangır titrese de engel olamadığı elleriyle...

Pera'ya açıkladıklarının ardından kadın kısa çaplı bir kıyamet koparma girişiminde bulunsa da sonunda sakinleştirmişti ki Deha'yla beraber dışarı attı bedenini. Adamın arabaya ilerlemesini fırsat bilerek kapının yanında duran Arjin'e döndü anında.

'Sana tek soru soracağım, benden bir halt sakladığını anlarsam bütün sinirimi senden çıkarırım Arjin. Anlaştık mı?' tek kaşını kaldırıp adamın yüzüne büyük bir ciddiyetle bakmaya başladı.

'Ben senden ne saklayacağım abi, tabi anlaştık da ne oldu?' adamın kaşları çatılırken Dağhan arabaya yerleşen kardeşine göz atıp ıslattı dudaklarını.

'Turan'ın elleri ne zamandır titriyor?'

'Abi, bende seninle konuşacaktım açıkçası. Normalde titremiyor, Elif hanımları getirdi bir baktım tutamıyor kendini.' Sıkıntıyla nefeslendiğinde gözlerini etrafta dolaştırarak Arjin'e tekrar odaklandı.

'Yapmaz, eminim ama şeytana uymuş mudur? Son dönemde Turan'ın patlattığı sevkiyat mallarında eksik çıktı mı?'

'Yok abi, gramı gramına tam. Zaten mümkün değil. En son sevkiyatı beraber darmaduman ettik, kontrol için hep yaptığımız gibi paketin birini açtık yüzünü buruşturup arkasını döndüğü gibi çıktı ortamdan. Sana yemin etti, yapmaz.'

'Sen yine de dönünce haber ver, kontrol et çaktırmadan.'

'Tabi, hallederim ben. Sana da bilgi veririm.' Başını usulca sallayıp kendisi de arabaya yönlendi aklındakilerle. Pisliğin içinde yaşarken o pisliğe birini kaptırmak Dağhan'a göre değildi. Hele ki her an sırtından vurabilecek onlarca korumaya rağmen söz konusu Turan, Ceyhun ve Arjin'se asla ama asla o kör kuyuya düşmelerine müsaade etmezdi. Turan o lanet şey yüzünden ölmeyi göze almış bir adamdı zamanında. Düşünme yetilerini kaybedip, karanlığın içinde bir bataklıkta debelenip daha da dibe çökerken rast gelmişlerdi birbirlerine. O adamı iki kez hastanede görmüştü, ilki de bataklıkta yüz kiloluk bir adamın yıkıldığı andı. Bir kez daha aynısını izlemeyecekti. Gerekirse hastaneye kapatır, olmazsa ağzının üzerine çakar, yetmiyorsa kafasına silah dayar, o da az gelirse gözünü kırpmaz tetiği çekerdi fakat aynı acı çekişlerine müsaade etmezdi.

Pera bakışlarını Deva ve Deniz'de gezdirdikten sonra Elif hanıma dönmüştü ki derinlere dalmış haliyle derince soluklandı. Burada eli kolu bağlı otururken, yıllarca kaybettiği evladı canıyla mücadele etmişken kadını telkin edecek tek cümle bulamıyordu. Gözleri iki ufaklıktan bir an ayrılmazken iç çektiğinde Pera kurumuş dudaklarını ıslatarak izlemeye devam etti Elif hanımı.

'Elif anne.' Sesi fısıldarcasına çıksa da iyi bir haber bekleyen yüreği kadının anında kendine dönmesini sağlamıştı.

'Hadi çıkalım yukarı dinlenin biraz.' Gülümsemeye çabalasa da aslında ikisinin de birbirinde olan bakışları her şeyi anlatır gibiydi. Ağlayamıyordu Elif hanım ve Pera bu duyguyu çok net hatırlıyordu hala. Çocuğu söz konusu olunca bir kadının ağlayamamasını, etrafı düşünerek kendine engel olmaya çaba harcayışını iliklerine kadar hissediyordu. Kendini zindana kapatmışlar da bağırsa bile kimse duymayacakmış hissiyatını iyi bilirdi Pera. O umutsuzluk arasında yutkunmaya çalışmak, aklında dönüp duran senaryolar, bulmuşken kaybetmek, kaybederken hiç yaşanmamışlığın olduğunu düşünmek öldürürdü kadınları söz konusu evlatları olunca. Çünkü yeni tanışmamış, kendisinden kaçırılmamış olsa bile bir kadın anne olduğunda çocuğuyla geçirdiği zaman asla yeterli gelmezdi.

Elif hanımın sırtına elini yerleştirip hafifçe okşadığında gözleri Afitab hanımla çakışırken onun onaylayan zoraki tebessümüyle merdivenlere yöneldiler. Basamakları tırmandıklarında Deniz'in çıktığı odayı işaret etmesi yetmiş, hatta artmıştı içeri girmelerine. Kapıyı da örttüğünde derin bir nefes alarak Elif hanıma dönmüştü ki kadının kendine sarılmasıyla gerildi vücudu. Tanıdığı bu his, kaybetme ve bir daha görememenin acısıydı belki de Pera'ya tanıdık geldiği kadar korkutucuydu. Marco, bir gece karanlığında parktaki Deva'yı işaret edip, sonra gidip ona sarılırken nasıl yüksekten zemine çakılıyormuş gibi olduğunu hala hatırlıyordu. Bulmak ve hızlıca kaybetmek, tüm benliğini ele geçirirken avazı çıktığı kadar bağırmak istemişti oysa ki.

'Ben ona annelik bile yapamadım Pera.' Omuzundaki hıçkıran kadınla sertçe yutkunduğunda kendisi de kollarını sıkıca sardı.

'Ben kızımı koruyamadım, yine koruyamadım.' Gözlerini sıkıca kapatıp işittiği cümlelerle sertçe yutkundu. Koruyamadım, yine koruyamadım. Cehennem gibi bir söz değil miydi? Sanki elindeymiş ama yapamamış gibi gelen, suçluluk duygusunun insanın boğazına çökmesini sağlayacak bir cümle... Bir kadın çocuğu için dünyayı yerinden oynatabilirdi, Pera bunu çok iyi biliyordu. Biliyordu fakat tüm dünyayı oynatacak kadar güçlü hisseden o kadının, bir o kadar da çaresiz hissedişi paramparça ediyordu ruhunu. İnsan hem yerle yeksan olup, hem de toprağa geçirdiği tırnaklarıyla titretebilir miydi dünyayı? Kadın buydu ya, yapardı. Diz çökerken bile savaşır, herkes kadına karşı çıkarken o kendisiyle kavga ede ede birçok muharebeden sağ çıkardı. İnsan dünyayla savaşırdı ancak kadın hem dünyayla hem kendisiyle mücadele etmek zorunda bırakılırdı. Kırık kanatlarını tamir ederken, nasıl kendi elleriyle parçaladığını hatırlar, yaktığı gemileri gururla izlerken neden yaktım diye ağlardı. Acırdı, acının içinde yaşar hatta acının kendisi olurdu ama ayakta kalırdı.

Gözleri yatağın başucuyla ayakucunda uyuyan iki ufak bedende gezdiğinde diz çöktüğü yerden derin bir nefes alarak okşadı Deniz'in saçlarını. Sessiz haline rağmen gözlerinin sürekli Irmak'ı nasıl aradığını fark etmişti. Her zil çalışında gözbebekleri parlarken umudunun kırılışına şahit olmuştu. Deva durumu iyi idare ediyor diye düşünürken onun da baba aşkıyla dolup taşması, masal diye tutturması üzerine daha da kötüleşmişti mesele. Fakat son anda imdada yetişen Turan nasıl becerdiyse iki ufaklığında uyumasını sağlamıştı. Yataktan destek alıp dizleri üzerine çöktüğü zeminden kalkarak odanın ışığını biraz daha loşlaştırdığında kapıyı aralık bırakarak çıktı odadan. Merdivenleri usulca indiğinde Meva'yı uyutmaya çalışan Afitab sultan, Nida ve Elfe'ye gülümsedi. Üç kadın bir olmuş bir şekilde işleri kendi için kolaylaştırmaya çalışıyorlardı.

'Afitab sultan, gerçekten bebek böyle bir şey mi?' Elfe'nin sorusuyla Nida ve Afitab hanımın bakışları genç kadına şaşkınca döndüğünde Elfe ucundan tuttuğu örtüyü daha sıkı kavrayıp gözleriyle içindeki ufak bedeni işaret etti.

'Hepsi Meva kuşum gibiyse sen bu acı gerçeği söyle bari. Birkaç gündür Pera yalnız kaldı, ben tek başıma kalsam, kafayı yerim. Ona göre girişmeyeyim bu işlere, tek yol kariyer diyerek devam edeyim.' Korkuyla büyüyen gözleriyle konuya açıklama getirdiğinde iki kadın anında kahkaha atmış, Pera ise tebessüm ederek eski usule dönülmüş çocuk uyutma yöntemindeki örtünün içinden kucağına almıştı kızını.

'Kollarım kopmuş...' Elfe isyan ederek anında kendini koltuğa bıraktığında Nida göğsüne bastırdığı örtüyle dudak bükerek izledi Pera'yı.

'Anne olunca yemezsin kafayı.'

'Annem de benzerini söylerdi hep, anne olunca anlarsın... Fakat bana teyze olmak yetti sultanım, kusura bakmayın.' İki yana sarkıttığı kollarıyla başını sağa sola salladığında Pera'da kızını göğsüne yatırıp koltuğa yerleşti dikkatlice.

'Babasının kızı işte, Dağhan'da uyku uyumazdı. Gece kuşları.' Kadın gülerek konuştuğunda Elfe anında yorgun halinden sıyrılarak oturuşunu dikleştirip sırıttı.

'Yüzde elli, yüzde elli derim. Babası uyumuyormuş, annesi de pek susmuyor. İki tarafın genleri de kızlarında birleşmiş.'

'Sen benim çok konuştuğumu mu söylüyorsun?' Pera inanamayan bakışlarıyla ufacık bedeninin sırtını okşarken Elfe sırıtarak başını omuzuna düşürdü.

'Affedersin biricik. Kesinlikle yanlış bir açıklama oldu, sen hiç susmazsın. Buna konuşmak denilmez.'

'Sabahtan beri kaç kez konuştum?' kaşlarını çatıp gözleri usul usul kapanan ufaklığı süzse de Elfe'nin tepkisiyle Afitab sultan ve Nida'nın kahkahası ortaya düşmüştü anında.

'Kızlarından zaman kalmadı ki Pera kuşum... İnanılacak gibi değil ama demek ki seni de susturabilirmiş birileri.' Anlık verdiği karşılık yüzünden olsa gerek Pera'da kendini tutamadan gülmeye başlamıştı. Telefon titreşiminin ince tınısı duyulmaya başladığında hepsinin bakışları etrafta gezinse de Nida anında televizyon ünitesinin üzerindeki cihazı alarak uzattı Pera'ya. Dağhan'ın aradığını fark edince kötü bir durum olma ihtimaline karşı gerilse de anında yanıtlamıştı salona yeni giren Elif hanıma rağmen.

'Dağhan.'

 

Loading...
0%