Yeni Üyelik
68.
Bölüm

Bölüm 66 - Alıç, Aklını Alıç

@biceruvar

 

Merhabalar Butimar'larım... Biricik canlarım, çiçeklerim ve böceklerim... Ne çok uzun bir ara vermişim, ne çok buralarda dolaşmadan kopmuşum sizden meğer yeni fark ediyorum. Halbuki neredeyse her hafta başına geçip bölümü yayınlayamadan koptuğum bir evredeyim. İnsanın arada sırada şalterleri atabiliyor, bazen kısa devre yapabiliyor ne yaparsınız. Ama çok çok çok kocaman özlemişim burayı. Yazdıklarımı size açmadan defalarca okumayı, düzenlemeyi, bazı bazı kendi kelimelerime gülmeyi, bazen de cümlelerime dudak büküp üzülmeyi. Biz bu ara biraz Irmak, veya Didem'de kalacağız anlaşılan o ki. İtirazı olup daha çok bu karakteri görmek istiyorum dediğiniz birisi varsa zevkle dikkate alırım o ayrı konu. Neyse ben yine canını çıkarana kadar konuşmayayım bir an önce sizleri bölümle baş başa bırakayım.

Ali Cabbar kadar yükselmemiş olsa da albümün bence hem en iyi parçalarından birisi, hem de bu hikayede yananların hislerine tercümandır ''Bıçaklandım''...

Gününüz, gücünüzle güzelleşsin daima...

Sizleri bölüm duyuruları ve paylaşımımızın daha da çoğalması adına instagrama beklediğim gerçeğini atlamayalım lütfen...

Instagram: BiCeruVar

--------------------------------------

Telefon titreşiminin ince tınısı duyulmaya başladığında hepsinin bakışları etrafta gezinse de Nida anında televizyon ünitesinin üzerindeki cihazı alarak uzattı Pera'ya. Dağhan'ın aradığını fark edince kötü bir durum olma ihtimaline karşı gerilse de anında yanıtlamıştı salona yeni giren Elif hanıma rağmen.

'Dağhan.'

'Kadın... Bir daha söyle ismimi be.' Duyduğu rahat sesiyle gülümsese de ortamın müsait olmayışıyla dudaklarını ıslatıp kendinden bir şeyler söylemesini bekleyen kadınlarda gezdirdi gözlerini.

'Dağhan. Çekmiyor mu telefonun senin?'

'Hiç beklemezdim senin tüm ahaliyle otururken bile o nazlı sesini saklayacağını. Bir daha söyle.' Hattın diğer ucundan gülerek konuşması içini rahatlatırken gülümsemesini genişleterek dudaklarını ıslattı.

'Dağhan...' sesindeki biraz daha nazlı olan tonla beraber adamın kısık sesli kahkahasına gülümsedi.

'Hadi be... Utanırsın sandım.' Belli ki kendiyle uğraşası vardı fakat Pera'nın pabuç bırakmaya da niyeti yoktu.

'Şimdi net mi sesim?'

'Cam gibi. Kokun da net olsa teknolojiye bir kez daha teşekkür edebilirdim.' Romantizme geçiş sürecini bir miktar hızlandırmak istese de adamın bu dalga geçen tavrı yüzünden içi daha da rahatlıyordu aslında. Dağhan'ın bu kadar kendine rahat ve gülerek yürümesi demek Irmak'ın durumunun iyiye gitmesi demekle eş değerdi. Dağhan'ı biliyordu, Dağhan'ı bir tek kendisi değil, herkes biliyordu. Deha'nın üzerine titreyişinden kardeşlerine karşı nasıl tavır takınacağını cümle alem tahmin edebilirdi.

'Ne yaptınız? Doktorla görüştünüz mü? Var mı bir gelişme? İyi miymiş Irmak?' nefessiz arka arkaya dizdiği sorulara Nida, Elfe veya kendisi şaşırmazdı. Dağhan'da şaşırmazdı ancak Afitab sultan ve Elif hanım kadının meraklı halinin çenesine vurmasına şaşkınlıkla bakıyorlardı.

'Başladık yine mahşer sorularına.' Dağhan'ın baygın gözlerle baktığını tahmin ederek derin bir nefes aldığında gözleri Afitab sultan ve Elif hanımda dolaştı. 'Neyse, bizimkiler kalp krizi geçirmeden iyi haberi vereyim. Gözünü açtı Irmak. Durumu da iyi. Bu gece doktorun dediği gibi yoğun bakımda kalmaya devam edecek.'

'Gözünü açmış.' Işıldayan bakışlarıyla Elif hanıma doğru konuştuğunda salondaki her kadın derin bir oh çekmişti. İçlerine resmen su serpilmişti. Bu korku önlerindeki birkaç yüzyıl Kalaycı ailesine yeter, hatta artardı herhalde. Öyle bir ferahlama gelmişti ki Elfe sanki kendisi doktor gibi bir anda nefesini bırakıp kahve yapmak için mutfağa yönelmişti bile.

'Yarın çıkacakmış ama değil mi yoğun bakımdan?'

'Çıkacak güzelim. Sen nasılsın onu söyle bakalım.' İçinin rahatlamış olması adamın sesine yansıyordu resmen. Hal böyle iken Pera'da daha fazla endişeye sürükleyerek doktorun ne anlattığını en ince detayına kadar sormayacaktı. Sorarsa bu telefon kapanmazdı emindi ki.

'Ben iyiyim, hep beraber salonda oturuyoruz, sıkıntı yok bizde. Deniz ve Deva uyudu, Meva'da iptal olmak üzere.' Göğsüne yaslı kızının yarım yamalak açık gözlerine bakıp iç çekti anında.

'Deva nasıl uyudu? İnatlaşmadı mı masal masal diye. Bende yarım saat gelip uyutayım tekrar kaçayım diyordum.' Diyen Dağhan'ın düşünceli haliyle dudaklarında ufak bir tebessüm belirdi anında. Bazen bazı şeyler için kaç gece, kaç gün şükür etmesi gerektiğini hesap dahi edemez oluyordu.

'Valla Deniz ve Deva kaos ortamı için altyapı hazırlarken Turan geldi, itiraz çığlıkları attıkları sırada ikisini de odaya çıkardı, yarım saat içinde uyuttu. Nasıl yaptı bilmiyorum.'

'İyi miydi Turan, öğlenki hali gibi miydi yoksa?'

'Öğlenki gibi değildi, mükemmel diyemem ama.' Şifreli konuşmuyorlardı fakat şifresiz de konuşmuyorlardı onlar. Pera sanki her gün Dağhan ile bu telefon konuşmasını yapar rahatlıkta davranıyor, verdiği cevapları da gizli tutma çabasına girmiyordu.

'Anladım güzelim... Peki sen gece iyi olacak mısın?'

'Bu gecelik Meva hanım uslu duracak gibi ama kader kısmet be Dağhan.'

'Onun kaderine de kısmetine de diz çökerim. Çok yorarsa ara, çıkar gelirim.' Gözlerini devirdiğinde salondaki kadınları süzdü önce. Gerçekten de beş kadın buradayken Dağhan'ı bu yüzden arayacağını düşünüyor muydu bu adam.

'Öyle göz devirme, sen kimseye söylemezsin yoruldum diye. Yorarsa ara anında.' Kaşları adamın mırıldanmasıyla anında çatılırken dudaklarını ıslattı.

'Sen nereden biliyorsun?'

'Karımı çok iyi tanıyorum. Eve kamera bağlatmadım.'

'Çok biliyorsun sen.' Burun kıvırıp fısıldarcasına mırıldandığında Irmak'ın uyanmasına kendini kaptırmış kadınlara şükür etti.

'Biliyorum biliyorum da, sana nasıl yandığımı biliyorum.' Adamın iç çekişiyle tebessüm ederek bakışlarını tekrar kızında gezdirdi. Gece uyumamak için ayak direten, Dağhan'la ortasına yatırmadıklarında çipil çipil bakan kızı sanki günün ne kadar huzursuz olduğunu bilircesine sızmıştı, telefonun ucundaki sevdiği adamın sessi huzurlu geliyordu. Tınısından dahi anlayabilirdi Pera. Dağhan'ın ne kadar kendini gerdiğini, Irmak'ın uyanmasının nasıl da adamın yüreğini ferahlattığını. Oysa böyle bir adamın saçma sapan onlarca iş arasında kalıyor olması kendisine mantıksız geliyordu. Fakat gerçekti, böyle sevebilen, sevgisini dile getiren, kırk yılda bir dünyaya düşme potansiyeli olan yüreğiyle bu zamana kadar düşünmediği insan öldürme fikri hiç ama hiç bağdaşmıyordu kadına göre.

'Gecen rahat olsun yüreğimin incisi.' Dağhan telefonu kapattığında önüne bırakılan karton bardaktaki kahveyle karşısında yerleşen Devrim'e bakıp cihazı masaya bırakarak derin bir nefes aldı.

'Romeo'muz yine iş başında, yakışır tabi.' Dalga geçen halinin farkındaydı ancak şu an asla kendini kızdıramazdı.

'Bana Romeo diyenin halini sorgulamak haddim bile değil be Ege.' Kardeşinin gözünü açması ona göre milat olabilirdi, öyle bir omuzlarından yük kalkmıştı ki Devrim şurada kırk saat romantikliğinden dem vursa bana mısın diyerek susturmazdı dahi adamı.

'Ben Romeo değilim ki.' Devrim anında omuz silktiğinde kaşlarını havalandırarak baktı.

'Ya nesin? Oğlum Romeo olmak sen yoksan anlamsız.'

'Tercihim bahtsız bedeviden yana, Nida'yı terk ettiğim sene itibariyle böyle en azından. Gerçi Mecnun olup dağları da delebilirim ama benim güzel yârim dağların içine beton döktürmüş.' Umutsuzluğu gözlerinden dahi okunurken başını sağa sola sallayıp kahvesinin dumanına rağmen bir yudum aldığında Dağhan dirseklerini masaya yaslayarak süzdü dostunu. Senelerdir bir dakika vazgeçmeden Nida'yı sevmesi, ayrı kaldığı her günde kendini kahretmesi fakat kadının tüm bunları bilmesine rağmen hala asla taviz vermeyişi. Şaşırıyordu Devrim'e. Eğer ki adamı tanımasa, yüreğini bilmese, geri zekalı bu, bile derdi. Ama işin aslı görmekten geçiyordu işte sadece bakmaktan değil.

'Niye taviz vermiyor hala lan? Seneler geçti, köprünün altından sular aktı, çoluk çocuk değilsiniz artık.' Kaşları mırıldanmasıyla çatılırken bir yandan Nida'ya kızıyor, diğer yandan da haklı buluyordu kadını. Çünkü Dağhan bu işin sadece bir tarafını izlememişti. Devrim'in yapmamasına rağmen başka kadınlarlaymış gibi kendisini nasıl lanse ettiğini de bilirdi, Nida'nın nasıl yıkıntılar altından tırnaklarıyla kazıyıp çıktığını da. Olayın iki yanını da görmek zaten ikisini de suçlu bulmamasının başlıca nedeniydi onun için.

'Söyleyeyim abi... Kadınları kızdırabilirsin, küstürebilirsin, onlarla kavga edebilirsin, hatta onlara çocuk gibi davranabilirsin. Bütün bunların affı vardır. Fakat kadınları kıramazsın. Kırarsan unutmazlar.' Konuşması sırasında dudaklarında kırgın bir gülümseme oluşurken bir detay daha fark ediyordu Dağhan. Onun yıllardır tanıdığı kendi aralarında Ege dedikleri, herkes için Devrim olan adam yorulmuştu. Girdiği olaylar, aldığı yaralar, kafa yorduğu dosyalar değil, onu sol tarafında gizli saklı tutup kirlenmiş gibi gösterdiği sevdası çok ama çok yormuştu. Öyle ki dışarıdan omuzları dik duran Devrim, karşısında gerçek kimliğiyle Ege olarak otururken kamburu çıkmış bir ihtiyar haline dönüşüyordu.

'Yıllar önce terk ettiğin günü, nedenini bildiği halde unutmadı mı yani?' kaşları çatılırken mırıldandığında Devrim başını usulca sallayıp derin bir nefes aldı.

'Kendisi itiraf etti, bende unutmuştur diye düşündüm ama gözlerime ne zaman baksa o akşam aklına geliyormuş. Şey dedi...' o anı anımsar gibi yüzünü buruşturup sertçe yutkunduğunda kaşlarını havalandırdı Dağhan. İlla cımbızla laf mı alacaktı adamdan acaba?

'Ne dedi?' kuşkuyla süzmeye devam ederken Devrim iç çekip sandalyeye iyice yaslanarak gözlerini kaçırmıştı.

'Ben sana değil, beni yok etmek için gösterdiğin çabaya kırgınım.' Yüzü elinde olmadan buruştuğunda Devrim ısırdığı dudağıyla başını salladı.

'Senelerce bu ilişkideki en çok seven taraf benim diye düşündüm. Çaba harcayan, koşturan, ikna etmek için didinen, istediğimden değil de mecburken gittiğim için özleyen... Babacım, bu ilişkide en çok seven ben değilmişim.' Başını usulca kaldırıp alt dudağını dişleri arasında ezmeye devam ettiğinde, Dağhan kardeş gibi gördüğü adamı izlemeye devam etti. Pera'ya kavuşana kadar Devrim onu dinlemişti. Bir kez bile itiraz etmeden, saçmaladığını söylemeden, arkasını dönüp gitmeden Dağhan anlatmış, Devrim'de okuduğu bir kitabı, en sevdiği senaryoyu dinler gibi dinlemişti. Şimdi yüzleştiği gerçeklere bakıyordu da acıydı. Nida için yıkılırım ama yılmam diyen adam sevdiği kadının daha çok sevmesini yüzünde patlayan okkalı bir tokat acısı gibi hissetmişti.

'Kadınlar daha çok seviyormuş Dağhan. Sadece belli etmiyorlarmış. Ben arkamı dönüp gittikten aylar sonra kafamı toparlayamamışken onda yaprak kıpırdamıyordu ya hani. Kıpırdamadığından değil, kıpırdayacak yaprak dahi kalmadığındanmış.' Acı bir tebessüm dudaklarına hücum ederken gözlerindeki hayal kırıklığıyla başını sağa sola sallayarak devam etti Devrim, 'Ben Nida'nın büyümesine neden olmuşum.' Kendini zor tutan haliyle dudaklarını sıkıca birbirine bastırıp nefes almaya çabaladı. Gülüşüne, bakışına, göz süzüşüne darma duman olduğu kadını yerle bir etmişti de kendiyle bir edememişti. Başını sağa sola sallayıp kendini toparlamaya çabaladığında iç çekerek gözyaşlarını engellemeye çabalayıp gülümsediği gibi yumruğunu hafifçe Dağhan'ın masadaki koluna vurdu.

'Bana bir söz verdirdin hatırlıyor musun?'

'Hangisi olduğu mühim, ben sana her Allah'ın günü söz verdiriyorum.' Dağhan'da kafasını dağıtmak adına gülerek karşılık verdiğinde adamın iplemez gülüşü yeniden yüzünde yer edinmişti.

'New York'ta, Pera en sevdiği mekanda tavuklu waffle yerken izlediğin sırada, bir gün sevdiğin kadının üzerinden elin çekilecek olursa iki farklı duruma göre söz verdirdin. Birisi eğer ki hayatınızı birleştirmemişseniz o güne kadar, ben ölene kadar kendimi göstermeden Pera'nın üzerinden gölgemi eksik etmeyip, gizli gizli onu koruyacaktım. Amma velakin olur da hayatınızı birleştirdiyseniz ve sen artık yoksan-'

'Onu ne kadar süredir sevdiğimi öğrenmesi için odamdaki defteri alıp Pera'ya verecek ve benim ardımdan ağlamasın diye nefret etmesini sağlayacaktın.' Devrim başını usulca salladığında serçe parmağını havaya kaldırıp Dağhan'ın gözlerine baktı.

'Bende bugün senden bir söz istiyorum kardeşim. Olur da bir gün Nida'ya kavuşsam da kavuşamasam da ölüp gidersem ondan önce... Nasıl korkak bir şerefsiz olduğumu ortaya sereceksin.'

'Sen korkak da şerefsiz de değilsin Ege.' Adamın eline sertçe vururken konuştuğunda tekrar işaret parmağını uzatıp kaşlarını havalandırdı Devrim.

'O zaman öyle düşünmesini sağlayacaksın. Nida bana kırgın olmasın Dağhan. Nida benden nefret etsin ama kırgın olmasın.' Gözleriyle serçe parmağını işaret ettiğinde adam bir eline bir de yüzüne bakmıştı ki yeniden gösterdi elini.

'Söz.'

O kafeteryada içilen kahve ve verilen yeni sözün üzerinden kırk sekiz saat geçmişti. Hayatları boyunca akılları erdiği yaştan beri birbirlerini tanıyan Dağhan ve Ege o hastane koridorundan ayrılmamışlar, hatta öyle ki Irmak'ın illallah demesine ramak bırakmışlardı. Ne zaman birisi ortadan kaybolacak olsa diğeri odaya dalarak istediği bir şey olup olmadığını kırk kez sormuştu. Bu derece üzerine düşülmesine alışkın olmayan Irmak ise artık göz devirmekle yetiniyordu. İnsanların işlerine engel olmamak adına belirli başlı, oldukça da üzeri kapalı şekilde hastanede güvenlik sağlamışlardı. Tabi bu güvenlik sağlama opsiyonu Irmak ilk kez hava almak istediğinde ufacıkta olsa kaosa neden olmuştu. En nihayetinde boyları poslarıyla bu insan hastalanabilir mi diye düşünecekleri adamları hasta gibi gösterip dört yana dağıtırken fiziken normal insanlarla aynı görünmediklerini hesaba katmamışlardı. Daha doğrusu umursamamışlardı. Tabi o sözde hasta gibi görünen siviller Irmak hava almaya çıkarken bir anda harekete geçince kadının büyüttüğü gözlerle Dağhan'a dönmesi bir olmuştu. Zaten on dakika alacağı havanın beş dakikası Dağhan'a senin korumalarına ihtiyacım yok diyerek kükremesiyle tükenirken kalan beş dakika da ise zorla Dağhan'dan sigara çarpıp içmişti Irmak. Devrim'de bu sırada aralarındaki zıtlaşmayı iki adım geriden izleyerek arada sırada kardeş olduklarına dair tasdik edici cümleler kurmuştu. Geçen zamanın ardından artık Irmak'ı hastanede tutmak için gerçekten yatağa bağlamaları gerektiğini anlayan doktorlar ise ortaya birçok şart koyarak çıkış işlemlerinin başlaması adına onay vermişti. Dağhan bütün biten işlemlerin ardından elindeki kapüşonlu ceketin tek kolunu giymesi için yardımcı oldu Irmak'a. Kadın dudakları arasından sıkıntılı bir nefes bıraktığında karşısında ufak bir çocuk varmış gibi yarım ağız gülmekten kendini alamıyordu.

'Az kaldı buradan başka bir hastaneye sevkimi istememe.' Diğer kolunun girmeyeceğini bildiği için ceketi sırtına doğru çekip düzelttiğinde kaşlarını havalandırıp Irmak'ın yüzüne baktı. Ufak tefek sıyrıklarla dolu ancak epeyce yorgun halini dikkatle süzdü.

'Öyle mi... Nereye isteyecekmişsin sevkini?'

'Bakırköy'e Dağhan. Sal beni, ceketimi kendim giyerim.' Dağhan başını geçiştirmek için sallarken tek dizinin üzerine çöktüğünde Irmak anında göz devirdi, 'Ayakkabımı da ben giyerim.'

'Evet Irmak, sen süper kadınsın, hepsini kendin yaparsın. Biliyorum vursalar da yıkılmazsın çünkü sen komandosun kızım. İnan ki anlıyorum. Sensin.'

'Bu yorum biraz şey gibi oldu.' Koltuğa kendini bırakmış didişmelerini izleyen Devrim sırıtarak konuştuğunda ikisinin de meraklı hali kendini bulmuştu. 'Deli konuşuyor millet susun, konuş deli, der gibi...'

'Arkadaşında senin gibi gıcık.' Irmak yeniden didişmek için hamlede bulunduğunda Dağhan ayakkabının tekini giydirip derin bir nefes alarak kollarını kadının dizlerine yasladı. Hareleri birbirine çarparken cümlelerini toparlamak adına kısa bir düşünme süresi bıraktı kendine.

'Senin istediğin her şeyi eksiksiz ve çoğu erkekten daha iyi başarabileceğini biliyorum. Bacağın ve kolun kırıkken dahi.' Cümlesine Irmak herhalde der gibi baş salladığında gülümsemesi büyüdü, 'Fakat sen benim kardeşimsin, 4 yaşındayken koşup düştüğün sırada kaldırıp dizindeki yaraya üfleme fırsatım olmadı.' Kadının bu kez kaşları çatılırken Devrim oturduğu yerden kalkmıştı.

'Benim bünye bu duygusallığı kaldırmaz, dışarıdayım.' Adamın konuşmasına rağmen Dağhan gözlerini çakır çakır bakan mavilerden çekmediğinde kapının kapanma sesiyle dudaklarını ıslatıp derin bir nefes aldı.

'Bırak o yaralara şimdi üfleyeyim. Bırak evdekiler fark etmesin diye hem gözyaşını sileyim, hem de dizine pansuman yapayım. Bırak pansuman yaptım, hem görünmesin, hem de kumaş değip canını acıtmasın diye sana bir beden büyük eşofmanımı vereyim. Bir kere elinden tutup kaldırayım Irmak. Sal be kızım. Ölümden döndün sen. Bir ceketini giydirmişim, ayakkabına yardım etmişim, çok mu?'

'Alışık değilim ben.' Irmak gözlerini kaçırırken Dağhan'ın dudakları acı bir tebessümle kıvrıldı.

'İyileşince yine kafanın dikine git, yine karıştırma işine Irmak. Fakat şuan hem canın acıyor, hem yorgunsun. Toparlayana kadar abin olarak kabul et, sonra istersen görmezden gelirsin.' Tekrar bakışları birbirine değerken Dağhan anlaştık mı dercesine kaşlarını havalandırmıştı ki Irmak göz devirerek başını salladı. Adamın az önce acıdan dolup taşan tebessümü normale döndüğünde çöktüğü yerden kalkıp kucağına almak için hamle yapmıştı ki Irmak gözlerini büyütüp ellerini anında engellemek adına havaya kaldırdı.

'Çüşşş! Bokunu çıkarmayalım istersen, bu aptallık olur abilik değil.'

'Ne?'

'Kolun tamamen iyileşmedi, ayrıca sen zeki adamsın neden beni arabaya kadar kucağında taşıyacaksın ki? Gerçi zeki diyorum ama erkeksin sonuçta. Mantık biraz. Hasta sandalyeleri var Dağhan.' Odanın köşesinde duran sandalyeyi işaret ettiğinde kadının haklılık payını es geçemezdi. Bir an gaza gelmiş olabilirdi, kolu iyileşmişti, bir şeyi yoktu fakat daha pratik yollardansa yorucu olanı seçmesi gerçekten de saçma olurdu.

Su gibi akan günlerin içinde kaybolmaya devam ederken Pera derin bir nefes alarak iki çocuğu dikkatle süzdü. Odanın darmadağınık olması, duvarlardaki boyamalar, biraz önce oynadıkları top yüzünden aşağı inmiş çerçeve hiç umurunda değildi. Bunlar için kızacak değildi, hatta minicik bile sinirlenme payı yoktu çünkü koparacağı kıyameti çok net şekilde bilen Deva anında toplayacağım diyerek suratına kapıyı örterdi. Deva'da, Deniz'de bugün Irmak'ın döneceğinin bilincindeydi, hatta Deva elinden geldiğince kuzenini annesi gelene kadar oyalıyordu, tabi kendi deyimiyle böyleydi. Çünkü pek sevgili teyzesi Elfe, kadınların her zaman erkekleri idare etmesi gerektiğini, onların pek mantık çerçevesinde düşünmediği için ani ve saçma kararlar alabileceğini, eğer ki saçma karara gidecek olurlarsa onları oyalamalarının şart olduğunu öğretmişti. Deniz sabahın köründe kalkıp ben annemi almaya gideceğim diyerek bir atağa kalkıştığında ise o oyalama zamanının şimdi olduğunu fark eden Deva lafı evirmiş çevirmiş bir şekilde Deniz'i odaya çıkarıp oyunla kafasını meşgul etmişti. Fakat çocuk odasının ortasında iki ufaklığın boyları büyüklüğündeki çöp kovaları ne arıyordu, işte tam olarak merak ettiği nokta buydu.

Başını yatırdığı sağ omuzundan düzeltip sola doğru bırakarak bir kez daha kırmızı çöp kovalarını süzdüğünde birden kapaklarının fırlamasıyla çatıldı kaşları. İçinden çıkan Deniz ve Deva kendi hallerine gülmeye başlasa da yanından sırıtarak geçen Deha aslında konuya açıklık getiriyordu. İki çocukta bu boyutlarda içi boş bile olsa kovaları çıkartamazlardı, haliyle bir iş birlikçileri olacaktı.

'E beni beklemeden çıkmışsınız.' Deha kaşlarını havalandırıp iki ufaklığa bakarak konuştuğunda Pera'nın anlamayan hali daha da gösterdi kendini.

'Çocukları boğmaya mı çalışıyorsun?' şu an başka olanak mantıklı gelmiyordu kadına. Zaten çocuk odasının ortasında iki kapaklı çöp kovasının içinde çocuk varsa ve kapalıyken içindelerse farklı bir fikir de yürütemezdi. Deha'nın sırıtan haliyle iki çocuğun kafasından basarak tekrar kovaya çökmelerini sağladığında hızlıca diğer tarafını çevirdi kırmızı plastiklerin.

'Havalandırmamız mevcut.' Kovalardaki açılmış üç deliği işaret ettiğinde artık gerçekten ortamın sirk çadırına dönüştüğünün farkındaydı.

'Sadece merak ettiğim için soruyorum, çöp kovasıyla çocukları nasıl oyalıyorsun?' sorusunun üzerine Deha yere düşmüş kapakları tekrar örtüp üzerine elini yerleştirdiğinde suratını sıkıntıyla buruşturmayı ihmal etmedi.

'İnan ki o kadar hayal gücüm yok fakat enteresan şekilde onların var. Bende olanı kullanıyorum.' Omuz silkerken umursamazca konuştuğunda çocukların vurmaya başladıkları kapakların üzerindeki ellerini işaret etti Pera.

'Amca! Esir düşmeden önce haber vermen gerekir!'

'Kızının çok akıllı olduğunu söylemiş miydim?' gülerek tuttuğu kapakları kaldırırken saçları dağılmış iki beden de tekrar ayağa kalktılar.

'Esir alındınız gençler, girin zindanlarınıza.' Anında iki bedenin kafasını da hala tuttuğu kapaklarla tekrar bastırırken Pera kahkaha atmamak için zor tutuyordu kendini. Deniz ve Deva çocuktu fakat bu ortamda onlardan daha çocuk olan kesinlikle Deha'ydı. Hele ki yorulduğunda ustaca akıllarını dağıtacak bir detay bulup kendine kafa dinleyecek bir ortam yaratıyor olması daha da takdir gerektirirdi. Çünkü kadın bir saat önce çocuklara göz atmaya geldiğinde yine ikisinin de ortada olmadığı ve Deha'nın Deva'nın yatağında uzanıp telefonla oynadığını görmüştü. 'Çocuklar nerede?' sorusuna ise adam sadece başıyla giysi dolabını göstererek yanıt vermişti. Pera şaşkınlıkla dolabın kapaklarını açtığında Deva ve Deniz anında geri kapatarak 'İlerleyen taksinin kapısını açamazsın!' diye yaygarayı da koparmışlardı.

'Irmak!' aşağı kattan gelen Elif hanımın sevinçli sesiyle bakışlarını merdivenlere döndürse de çıkan gürültüyle elinde olmadan odaya tekrar çevirmişti bakışlarını ki Deha'nın yere devirdiği kovalardan sürünerek çıkıp yanından bir kaplan edasıyla geçen iki ufaklık bir oldu.

'Yavaş inin merdivenleri!' arkalarından seslense de bir etkisi olmayacaktı. Omuzuna atılan kolla gözleri Deha'yı bulduğunda adam gülümseyerek baktı.

'Çok önemseme, seksen yaşına geldiklerinde zaten yavaş inecekler.'

'Seksen yaşına gelebilmeleri gerekiyor önce.' Kaşlarını havalandırıp indirerek iç çekse de adamın merdivenlere sürüklemesiyle gülümsedi.

'Deniz Deva'nın çenesi yüzünden daha kısa yaşayabilir ama Deva'nın bırak sekseni yüz sekseni var. Hiçbir şeyi içine atmıyor çünkü. Gamsız.'

'Üzüm üzüme bakarak mı kararıyordu yoksa Deva, Deha'ya bakarak mı?' son basamağı da indiklerinde Pera bu kez diğer tarafından beline sarılan Dağhan'a çevirdi gözlerini.

'Üzümü bilmem ama Deva, Deha'ya bakarak kısmı kesin.' Adam da konuşmayı son anda yakaladığında Pera havalandırdığı kaşlarıyla salondaki ahaliyi süzdü. Dağhan'ın kesin dediği konuyu tam algılayamadığından olsa gerek bakışlarını adama yeniden çevirdiğinde göğsünü şişirecek derinlikte nefes alan adam kafasına plastik sepet geçirmiş Deva'yı işaret etti.

'Deha'da küçükken plastik sepetlerin kask olduğuna inanırdı. Dua edelim de bisikleti onunla sürmeye kalkmasın.' Elini Deha'ya uzatıp işaret parmağıyla başını kaldırmasını sağladığında çenesinin altındaki yara izi de ortaya çıktığında devam etti konuşmasına.

'Kızımın çenesine dikiş attırmak istemiyorum çünkü.'

'Plastik sepetle oynamamış çocuk, çocukluğunu yaşamamıştır abi.' Gülerek çenesini adamın parmağından kopardığında Pera'nın omuzundaki elini çekerek koltukta ablukaya alınmış Irmak'a yöneltti adımlarını.

'Ruh hastası manyak ablam eve teşrif etmiş...'

'Ruh hastası manyak bu kadın seni öldürecek kadar iyileşmiş...' Irmak kaşlarını havalandırıp lafını esirgemediğinde yanına bedenini bırakan Deha derin bir nefes aldı.

'Bugün olmaz.'

'Niyeymiş?' Irmak'ın kaşları çatılırken Elif hanım ve Afitab sultan çoktan mutfağın yolunu hasta çorbası için adımlamaya başlamışlardı ki Deha başıyla arkalarında kalan bahçeyi işaret etti.

'Hava güzel değil.'

'Ne alaka hava?' sorusu Deha'nın dudak bükmesini sağlasa da Dağhan belini sardığı kadınla gülerek yaklaştı iki bedene. Bu konu Deha için tartışmaya dahi açık olmayan bir mevzuattı.

'Ölmek için güzel bir gün değil çünkü.'

'Ölmek için güzel bir gün mü var belirlediğin?' Pera Irmak'a bırakmadan kaşlarını havalandırdığında Dağhan gülerek baktı kardeşine.

'Deha Anayasaları.'

'Anayasam var.' Abi kardeş aynı anda konuştuklarında Irmak dizine başını yaslamış oğlunun saçlarında parmaklarını gezdirirken çattı kaşlarını.

'Güneşli bir günde ölmeliyim. Fakat fazla sıcak olmamalı. Ablam ve yengem olduğunuza göre sizin de bilginiz olması gerek bu kurallardan.' İki kadın da pek duruma adapte olabilmiş gibi değildi ancak Dağhan bildiği kurallarla geriye yaslanıp Pera'yı da kendisine çekerek burnunu saçlarına gömdü.

'Öncelikle, kara kış dahi olsa cenazem güneşli bir günde gömülecek haberiniz olsun. Eğer ki mevsim yaz veya baharsa cenazeden önce hava durumu kontrolü yapılacak. Gömmeden en az beş saat önceye kadar yağmur olmamalı. Gömdükten sonra yağsa da çok mühim değil. Mezarlık çamur olursa gelen giden az olur, insanlar vefasız. Ha siz şimdi abim gibi vefasız olan gelmesin zaten diyeceksiniz ama gelsinler. Benim kesin ruhum oralarda olur, kendime inanıyorum yani, timsah gözyaşları dökerlerken diplerine kadar girip küfür etmem gerek. Bu arada mezar taşıma muhakkak dönüp kendi halinize ağlayın yazdıracaksınız. Deha Kalaycı'yı kaybettikleri için kendi hallerine ağlamaları gerek çünkü.'

'Ben miyim ruh hastası olan yani?' Irmak buruşturduğu yüzüyle Pera'ya baktığında onun da aynı halde olduğunu görerek Deha'ya yöneldi.

'En önemli kurala geldik, iyi dinleyin. Siz ağlamayacaksınız, hatta mümkünse partileyin. Dünya benden mahrum kalıyor fakat siz bir beladan kurtulmuş oluyorsunuz sonuçta, eğlenmek hakkınız. Hem siz kesin sitem edersiniz bana, kafam kaldırmaz valla. Ciddi muhabbetlere gelemem ben. Anlaştık mı?'

'Şu muhabbetten sonra sana sadece iki cümle söylemek istiyorum.' Irmak buruşturduğu yüzüyle elini adamın omuzuna attığında parmaklarını hafifçe sıkılaştırmıştı ki Deha usulca başını salladı.

'İlk olarak, kafan olmadığı için kaldırması pek mümkün değil, şimdi bile.'

'Komik misin sen?'

'İkincisi, ölmeye kalkarsan olmayan kafanı sikerim Deha.' Gülerek gözlerini kırpıştırsa da adamın büyümüş gözlerini dizindeki ufaklığa yöneltmesi bir olmuştu ki Deniz başını hızlıca kaldırarak baktı annesine.

'Küfür mü ettin anne?'

'Yooo... Ne küfrü?'

'Si-' Pera anında çocuğun dudaklarının üzerini kapatırken gözlerini büyütüp cevap arayan Irmak'tan Dağhan'a döndü, bu kurtarış konusunda doktora sahibi deseler yeri vardı.

'Küfür etmedi dayıcım, annen... Sirkelerim dedi. Elma sirkesi var ya.'

'Öyle bir şey mi var?' yine son dakika kurtarışıyla Dağhan başını sallayarak bakışlarını içeri yeni girip mutfağa yönelen Turan'a çevirdi anında.

'Var tabi, Turan!' adama seslenmesiyle onun yönünü salona çevirmesi bir olduğunda Dağhan Deniz'i kucağına aldığı gibi yöneldi adama.

'Turan abin sana elma sirkesini, üzüm sirkesini göstersin. Bende birazdan o sirkeyle turşusunu kurmaya geleceğim yanınıza.' Turan'ın anlamayan hali duyduklarıyla anında değişirken ufaklığı kucaklayıp dudaklarını araladığında Dağhan'ın havalanan kaşları susup mutfağa tekrar yönelmesine yeterli geldi. Dağhan'da Pera'ya yaklaştığında kenardaki telefonunu alıp kadının başına dudaklarını bastırdı yeniden.

'Benim Turan'la ifade saatim geldi, mutfaktayız.' Pera başını onaylarcasına sallarken kendisi de adamın arkasından ilerlediğinde Afitab sultan ve Elif hanımda gözlerini dolaştırdı önce. İki kadın zaten telaşlarından kendilerini umursamazdı ama yine de işi garanti altına almak için buzdolabının önünde kucağındaki ufaklıkla sirke kontrolü yapan bedene yaklaştı. Son dört gündür Dağhan her fırsatta yakalamaya çalışıyor, Turan ise her seferinde aşırı saçma bahanelerle kaçıyordu. Arabayı yıkatmam lazım demişliği bile vardı. Hastanedelerken, yeni doğmuş kızının telaşı varken, kardeşi kaza geçirmişken kimin umurunda olurdu ki araba. Fakat Turan önce kendi arabası için, sonra da Dağhan'ın arabası için aynı bahaneyi savurup kaçıvermişti işte.

'Bahçeye...' mırıldanıp başıyla mutfaktan dışarı açılan kapıyı işaret ettiğinde Turan derin bir nefes aldı önce.

'Biz... Biz Deniz'le üzüm sirkesi mi daha iyi, elma sirkesi mi onu konuşacaktık abi.'

'Alıç sirkesi Turan. Alıç, aklını alıç...' daha fazla kaçacağı yer olmadığını ses tonu bile belli ediyordu Dağhan'ın. Turan el mecbur diyerek sıkıntıyla kucağındaki ufaklığın yere basmasını sağladığında saçlarını karıştırmayı ihmal etmedi.

'Paşa, sen Deva ile oynamaya geç hadi, ben gelince anlatırım sana tuzu, sirkeyi.' Deniz koşarak salona dönerken çoktan bahçeye çıkmış Dağhan'ın ardından ocakta dumanı tüten çaydan iki bardak doldurup kalıplı bedeniyle ilerledi bahçeye. Elindeki bardakları masaya bırakıp derin bir nefesle sandalyeye yerleştiğinde Dağhan'ın gözleri usulca yıllardır tanıdığı adamda gezinse de bıraktığı çaydan birer yudum alarak derince soluklandılar.

'Anlat bakalım Turan bey. Senin şu çıkman gereken konu neydi?' Yıllardır tanırdı Dağhan Turan'ı. Canını, sevdiğini, evladını, varını yoğunu emanet edecek kadar güvenirdi. Ne zaman yurt dışında bir işi olsa Turan'ın itirazlarını dinlemeden onu ailesinin başına bırakır öyle giderdi. Çok kızardı Turan bu duruma ancak yıllar sonra zaman gelip Dağhan olanı biteni Turan'a anlatarak güvenebileceği parmakla sayılacak birkaç insandan birisi olduğunu itiraf ettiğinde ayrılmıştı yolları. O zamandan beri Turan hep Dağhan'ın yanındaydı fakat sürekli en uzak noktadaydı. Ülke içerisinde önemli toplantıları varken ve henüz Pera ile tanışmadığı zamanlarda şimdi yenge dediği kadının peşinden ülke ülke, şehir şehir gezmişti. Ne zaman Pera'nın başı sıkışsa Dağhan'a sorma ihtiyacı duymadan işe el atmıştı. Dağhan yurt dışına çıkacağında ise ülkesine dönmüş bu kez de Elif annesini, Afitab sultanını, Deha'yı çevrelemişti. Kimsenin ruhu duymadan yapmıştı üstelik bunu. Fakat hala içinde kıyıda köşede kalmış gizli ve saklı acıları vardı Turan'ın. Dağhan'ın bu kadar burnunun dibindeyken dili varıp ona anlatamadığı sırları vardı. İçini tüketen, bir kemirgen gibi organlarını yiyip bitiren...

'Önemli bir şey değil abi, hallettim.' Gözlerini kaçırırken cevapladığında Dağhan anında dirseğinin hafifçe üzerini tutup kendine dönmesini sağladı.

'Burayı hatırlıyor musun sen?' bakışları Dağhan'ın çakmak çakmak olan harelerinden kolunu tuttuğu parmaklara yöneldi. Adamın parmakları daha da sıkılaşırken anlamamazlıktan gelircesine kaşlarını havalandırdı.

'Efendim abi?' sorusuyla hala tutulan kolunun dirseğinden birkaç santim yukarı tarafı biraz daha sıkıldığında kaşlarını çatmayı da ihmal etmedi.

'Diyorum ki burayı hatırlıyor musun? Kendini öldürmek için kolunda yer bulamadığın için buraya sapladığın enjektörü hatırlıyor musun?' kaşları olabildiğince çatıktı, koca adama çocuk gibi davranmazdı belki ancak bir abi edasıyla çok güzel fırça çekerdi, ki bundan da asla çekinmezdi.

'Abi...' rahatsızca yerinden kıpırdanırken Dağhan'da parmaklarını gevşeterek kollarını masaya yaslayıp ufak bahçeyi süzdü.

'Abinin şarap çanağına başlarım. Ben hala hatırlıyorum, tıpkı senin gibi. O gün ellerin titriyordu Turan, o gün benim seni bulduğum geceki gibi bakıyordun. Boş, bomboş, amaçsız, yok olmuş, tutunacak yer arar gibi. Bana doğruyu söyle, tekrar-' Dağhan'ın konuşmasını büyüttüğü gözlerini adama dikerken kesti Turan. Değil o günlere dönmek, aklının ucundan bile geçirmezdi. Ne çektiğini bir Allah, bir kendisi, bir de Dağhan biliyordu çünkü.

'Ben o zamanlardan sonra sana yemin verdim vereli bırak elime almayı, aklımdan bile geçirmedim abi. Her şeyi siler atarım ama benim gibi beş kuruş etmeyen bir herif için o kadar çabandan sonra sana ettiğim yemini bozmam.' Gözlerindeki kararlılık kendini belli ederken Dağhan başını onaylarcasına sallayıp ıslattı dudaklarını. Anlam veremiyordu, aklına gelen sadece bu seçenek vardı, başka bir durumu da hesap edemiyordu işte.

'O gün olan halin neydi peki? Ne oldu da o hale düştün sen?'

'O mevzuyu açmasak abi.'

'Sen benim canımı, karımı emanet ettiğim, evladımı bıraktığım adam değil misin Turan. Seninle mevzu açmayacağım da kiminle açacağım?'

'Öyleyim abi, öyleyim elbette ama...' gözlerini yeniden kaçırdığında iç çekip Dağhan'ın yüzüne tekrar döndü, 'Bırak bu yaramın izi bende kalsın.' Sesi yalvarırcasına çıkarken gözleri de bir o kadar derinlere dalmıştı adamın. Dağhan sadece uzaktan bakarak bile görebiliyordu bunu. Ne var ne yoksa ortaya dökmüş, defalarca kendiyle kafa kafaya gelmiş, doğru bildiğini hep savunmuş, Dağhan yanlış diyorsa patron algısına bir an düşmeden kafasının dikine gitmiş, tüm bunları da çekinmeden yapmış Turan, şimdi yaram var ama izi gizli diyordu. Bu anlatmayışı Dağhan için ağır bir durum değildi ancak Turan'ın yüreğinde nasıl ağırlık yaptığını kafasına takacağı netti.

'Turan.' Sıkıntılıca etrafta gezinen gözlerine rağmen abi edasıyla bir kere daha ismini söylediğinde adamın dolmaya başlayan hareleriyle başını sağa sola sallaması bir oldu.

'Bu kıyamet şahsi hayatımın eceli abi, o yüzden yapma, anlatamam.'

'Seni o hale getiren, anlatmadığın mevzu mu?' sorusuyla adamın başı eğilirken onaylarcasına sallanmıştı da.

'Ben o gün orada öldüm, kendimi gömdüm sonra öldüğüm yerden yeniden başladım. Bu Turan o eceli anlatırsa yok olur. Zaten...' eğdiği başını kaldırdığında elinin tersiyle dudaklarına kadar inmiş gözyaşını silip gülümseme çabasına girdi, 'Yaktım o defteri. İyiyim, merak etme.'

'O defterle tekrar yanma Turan.'

'Ben o defterin yangını olalı çok vakit geçti, gönlün ferah olsun. Çocuklara bakayım, bahçeye kaçarlar, havuz mavuz-' tam bir cümle kuramadan oturduğu sandalyeden hızlıca ayaklandığında Dağhan'ın bu kez tepkisini beklemeden girmişti mutfaktan içeri. Öylece arkasından bakan adamın farkında olsa da dönmeye cesaret edemeyerek...

Hayat ince bir ipin üzerinde yürürken aşağıdaki boşluğu bilsen bile bakmamaktı. Kadın içinde, erkek içinde asıl olan buydu zaten. Zihni durmaksızın tekrar ederdi, aşağı bakarsan düşüp parçalara ayrılacaksın, aşağı baktığın dakika kendi kanında boğulacaksın diye. Tüm bu düşüncelerin arasında bile enteresan şekilde önüne bakmaya devam ederdi. Çünkü hayat tüm insanlar için öleceğini bilerek yaşadığın yerdi. Kimi zaman hakkıyla, kimi zamanda tüm haksızlığıyla sürüp giderdi.

Kadın beline sarılan kollarla irkildiğinde kucağındaki ufacık bedeni daha sıkı kavradı anında. Dalgınlığının farkında bile olmayarak hep yaptığı şeyi tekrar etmişti Dağhan, içinin titremesine neden olmuştu. Oysa sapasağlam duran ayakları bir tek bu adama gideceğini düşünürken titremekten kaçamıyor, ancak bir o kadar da gönül rahatlığıyla harekete geçiyordu.

'Benim gecemin aydınlık yüzü korkar mıydı ya?' boynunda hissettiği dudakların kıpırdanmasıyla gülümseyerek başını geriye bıraktı.

'Dalmışım sadece.' Derince soluklanıp odadaki tüm havayı içine çekmeye çalıştığında Dağhan'ın parmakları da Meva'nın yanağında dolandı usulca.

'Sen dalma varsa bir mesele söyle, ben boğulsam da hallederim.'

'Benim yüzemeyeceğim deniz yok aslında.' Dalga geçercesine göz devirerek sırtını yasladığı bedenden kopup adama döndü. Dağhan'ın içine çekmek istercesine derin bakan elalarını süzerken Meva'yı tutan elinin birini hafifçe kaldırıp okşadı yeni çıkmaya başlamış sakallarını.

'Çok güzel bakıyorsun.' Boynunu büküp ufak çocuklar gibi hala parmaklarını gezdirdiği yanağını okşarken mırıldandığında adam yavaşça yaklaşıp alnına dudaklarını bastırdı.

'Güzeli sevdiğimdendir.' İçi gidercesine mırıldanırken derin bir nefes almayı ihmal etmedi. Bir adam bir kadına bakarken içi gider miydi? Dağhan'ın gidiyordu işte. Varlığı, yokluğu, tüm zamanları bir anda uçup gidiyordu. Kapkara gözleriyle kendine denizler gibi bakan bir kadın vardı, bu kadın hayatı boyunca kendi adına istediği tek şey değildi üstelik. Çünkü kadını isteyemezdi, o patavatsızlığı, o burnu büyüklüğü Pera'ya yapamazdı. Dağhan karşısındaki manzaranın kendisine olağanüstü gelen sevgisini istemişti. O sevgi ise hayatı boyunca kendisi için istediği tek şey olmuştu.

Ortak bir paydada buluşabilmek, ortak paydanın yalnız kalmış iki elemanı olmak istemişti.

Kadını gördü göreli, ismini ezberlediği an itibariyle zihninde hep imkansızlıkla yankılanmış bir adamdı. Tüm o imkansızlıklar arasında kalbi beyniyle tamamen ters oranlı şekilde tek bir fikri savunmuştu. İsimlerinin yan yana gelebilme ihtimalini. Fakat o ummadığı, hayal etmekte güçlük çektiği, düşünürken bile ona bir şey olur diye korktuğu şey gerçekleşmişti. Tamı tamına yedi ay önce kırmızı bir defterde sevdiği kadınla fotoğrafları yan yana dururken, isimleri de geçmişti hayata. İnsan hayal ettiğini yaşamak ister derlerdi ya, Dağhan hayal etmek için can atıp, canı yanacak korkusuyla kaçtığını bulmuştu. Upuzun bir sahilde güneşlenmek yerine, Pera'nın denizinde nokta olmayı sevmişti.

Tüm evi sessizlik esir almışken kapının gürültü çıkarmamasına özen göstererek örttüğünde adımlarını salona yöneltmişti ki kahvaltı masasını hazırlayan Deniz'le karşılaştı.

'Hoş geldiniz Dağhan bey.' Kadının neredeyse fısıltı diyebileceği sesiyle gülümseyip başını salladığında gözleri yeniden etrafta dolaşsa da Deniz ne aradığını anlarcasına büyüttü gülümsemesini.

'Neredeyse herkes uyuyor, Afitab sultan ile Elif hanım eve gittiler Arjin'le, yarım saate dönmüş olurlar. Irmak hanım uyandı sadece o da havuz başında.' başıyla bahçeyi işaret ederek elindeki tabakları yerleştirdiğinde Dağhan derin bir nefes aldı.

'Yokluğumu fark etti mi Pera?'

'Uyandı, sorunca koşuya gittiğinizi söyledim.' Başını usulca sallayıp teşekkür edercesine gülümsediğinde derin bir nefes alıp dışarı doğru yöneldi. Yazın güneşi tüm ışıltısıyla ortalığı esir almaya başlamışken kendine sırtı dönük sağlam bacağını havuza sarkıtmış kadını inceledi. Fazlasıyla diplere dalmış gibi öylece havuzun içindeki ışığın kırılan yansımalarında gezdiriyordu bakışlarını, iç hesaplaşmasındaymışçasına. Üzerindeki ceketi çıkarıp bahçe takımına atarak ayakkabılarından da kurtulup ilerlemeye başladığında hala fark edememiş haline gülümseyip oturdu çimlerin üzerine. Kendine yarım gülümsemesiyle dönen Irmak'a tebessüm edip başını gökyüzüne kaldırdığında derin bir nefes almaktan kaçınmadı. Alabildiğine parlak, tertemiz görünüyordu hava, sanki içindeki karanlıkla sabaha karşı evden çıkmamış, tüm kanı ruhuna bulaştırmamış gibi inatla daha da iyi olacaksın der gibiydi, bunu Dağhan'a kanıtlamak ister gibi...

'Seke seke gelmedin inşallah buraya kadar?' tek kaşını kaldırıp, hala gökyüzünde dolaşan elalarını yandan bir bakışla Irmak'a çevirdiğinde kadının tebessümünün de yüzüne dağıldığını fark edebilmişti.

'Seninkilerden biri yardım etti.' Başını usulca sallayıp gökyüzüne dönmüş yüzünü Irmak'a çevirdiğinde kaşları da usulca çatıldı.

'Şezlong varken neden yere oturmayı tercih ettin peki, kırık kol ve bacağınla?'

'Elektriğimi atıyorum.' Parmaklarını usulca çimlerde gezdirerek tek kaşını havalandırdığında Dağhan'ın da dalga geçercesine olan bakışlarının bilincindeydi aslında. Her gün sabahın en erken vaktinde kalkmayı alışkanlık haline getirmiş bir kadındı, bu evde, bu sınırlar içerisinde kimseyi huzursuz etmemek adına odadan dışarı çıkmamıştı şimdiye dek fakat ağaçların yeşili ile iç içe olan pencereden güne bir kez daha selam vermekten kaçınmamıştı da.

'Valla kız kardeşimsin diye nazik davranmak isterdim ama senin voltajın yüksek Irmak. On dakika toprağa dokununca stabilize edeceğini sanmam.' Umutsuz vakaya bakar gibi olan haline gülümsemeden edemedi Irmak. Dağhan uzun zamandır tanıdığı ancak tam anlamıyla anlamlandıramadığı bir adamdı. Kendisine göre Deha'ya veya onu yürekten seven insanlara göre fazlaca abiydi, peki kendisine? Hep harp alanında yüz yüze gelirken şimdi karşı karşıya değil yan yana oturuyordu sonuçta. Hiçbir durumda Dağhan'ın çaba gösterdiğine dair düşüncesi değişmezdi. Abi olmaya çalışıyordu, gerçekten, tüm samimiyetiyle bunun için çaba gösteriyordu fakat Irmak bir abiyi kaldıracak bünyeye adapte olamıyordu.

'Herkes öyle düşünmüş olacak sanırım?' gözlerini kısıp Dağhan'ı süzdüğünde anlamayan haliyle gülerek kolunun ve bacağının alçısını işaret ederek devam etti konuşmasına, 'E gömmeye çalıştırlar.' Sonuca ulaşmasından olsa gerek ikisi de gülmeye başladığında Dağhan derin bir nefes alarak aklını günlerdir kurcalayan şeyi yeniden hatırladı.

'Sana bir şey sormak istiyorum, tabi yanıtlamak istemezsen saygı duyarım.' Normalde tanıdığı zorba Dağhan ile şuan olan nezaket önderi Dağhan gerçekten aynı kişi miydi acaba? Veya her duruma bodoslama dalan Deha'yla Dağhan'ın kardeşliği gerçek miydi?

'Sor ama aklından çıkarma Deha senin kardeşin kesinlikle olamaz.' Derken burun kıvırıp gülümsemeyi eksik etmedi.

'Bil bakalım başka kimin kardeşi.' Dağhan'ın da iyice dalga geçen haliyle koca bir iç çekmek zorunda kaldı.

'Evet, hırtoluğumuz benziyor, kabul.' Hakkını vermek istercesine gülümsediğinde derin bir nefes alarak devam etti konuşmasına, 'Sen ne soracaktın?'

'Övünç... Övünç Karen kim?'

'Karşına mı çıktı?' dalga geçercesine olan gülümsemesiyle kaşlarını havalandırdığında Dağhan belki dercesine yüzünü buruşturup başını salladı. Bu karşılaşmadan memnun olmadığı alenen belliydi fakat Irmak net bir şekilde Övünç'ün Dağhan'a atar gider yapacak kadar cesareti olmadığından haberdardı. O korkak bir kumpasçıdan ötesine gidemezdi zaten.

'Tam sayılmaz.'

'Övünç... Koynumda beslediğim yılanlardan sadece bir tanesi.' Yeterli geleceğini düşündüğü açıklamasıyla Dağhan başını onaylarcasına salladığında dudaklarını ıslatma ihtiyacı hissetti. Irmak çoğu kadına göre duygularını kolay saklardı. Şimdi Dağhan'a Övünç için yeterli bilgiyi vermesi kendisine dahi garip geliyordu. Çünkü onun aksine çevresinde düşmanlarının cirit atmasını, burnunun dibine kadar girmelerini severdi Irmak. O hissiyatın gerginliğini, kendisini salak yerine koymaya çalışırken asıl beyinsizin onlar olduğunu bilmeyi, yüzüne karşı gülerken ruhundaki şeytani kadının kahkahalarının kulağında çınlamasını severdi.

'Tahmin etmiştim...' diyen Dağhan'la tek kaşı havalandı anında.

'Neyi?'

'Bahsettiği kadar samimi olmamanı.' Acaba ne kadar samimi olduklarını düşünmüştü Övünç. Gerçi Irmak'ın istediği kadar düşünebilirdi sadece çünkü o tüm insanlar için farklı planlar çizip, kendi istediği kadar dost olduklarını düşündürürdü. Öyle sahte samimiyetleri vardı ki, öyle sarıp sarmalamış gibi lanse ederdi ki düşündürdüğü herkes gerçek zannederdi.

'O öyle zannediyor. Kendisine karşı gözüm kapalı bir güvenim olduğunu, her şeyi anlattığımı, ona çok değer verdiğimi, ondan şüphe etmeyeceğimi...' dudak büküp daha devamı olduğunu belli edercesine gülümsedi.

'Ama tüm söylediklerin tam tersine. Peki Aden, şu kimyager?'

'O masum fakat zehir gibi bir kadın. Övünç'ten milyon kat zeki olmasına rağmen ihanet etmiyor.' Tanıdığı güçlü, mutlu, akıllı, sadık ve gerçek kadınlardan sadece birisiydi Aden. Ufak tefek minyon haliyle, masum gülümsemesiyle, adalet timsali gibi olan doğruculuğuyla, görev insanı olmasıyla severdi Aden'i. Mükemmel yetenekleri olduğu gibi olağanüstü güzelde bir kadındı Irmak'a göre. Ne zaman bir erkekle denk geldiğini görse, adamların net bir şekilde ona aşık olacağını düşünürdü. Naif kimliğinin yanı sıra güçlü bir aurası da vardı onun.

'O kadar akıllı ise nereden biliyorsun ihanet etmediğini?'

'Çünkü sormaz.' Kaşları anlamayarak çatılırken Irmak usulca omuz silkip gülümsemesini büyüterek devam etti konuşmasına, 'Ben anlatmazsam sormaz, bana yardım etmek istediğini söyleyip işin içine burnunu sokmaz. Ona sadece bir tane sır verdim, kimsenin bilmediği bir şey. Hala sadece ikimiz biliyoruz.' Irmak'ın cümleleri Dağhan'ın içini kemiren kurt misali bir meraka sürüklese de derin bir nefes aldı adam.

'Peki, yaptığın kazanın nedeni... Ne olduğunu biliyor musun?'

'Frenlerim kesilmiş, bunun olduğunu biliyorum sadece, fakat şaşırmıyorum. Bekliyordum, ne zaman, nasıl olacağını bilmesem de bunu yapacaklardı. Herkes ihanet eder, öyle değil mi?' kaşlarını havalandırıp omuz silkmeye çalışırken acıyan canıyla buruştu yüzü.

'Ağrın çoksa doktor çağıralım Irmak. Aileniz biz senin güçlü olmak zorunda hissetme.' Kadının yüzünün buruşması o kadar içine dokunmuştu ki az önceki konu endişe edeceği değil el atacağı konumda kalmıştı sadece. Sağlam kolunu okşayıp derin bir nefes aldığında Irmak'ın dudaklarını sıkıca birbirine bastırıp başını sağa sola sallaması bir oldu.

'Canım o kadar çok acımış ki... Hissedemiyorum artık.' Dudaklarındaki tebessümden kan damlaları akar gibiydi. Acı Irmak'ı o kadar esir almıştı ki başka türlü yaşayamadığını, nasıl yaşayacağını bilmediğini fark etti Dağhan. Irmak'ın tek yaşam şekli vardı, acı çekmek, o acının içerisinde kendini hissetmek. Eğer bir gün acıları, sancıları veya korkunç ihtimalleri onu terk edecek olursa şu dakika olan kadın aynı kalır mıydı onu bile bilemiyordu. O acıdan beslenmek mazoşist bir algı gibi görünse de Dağhan bunun çok daha farklı olduğunu biliyordu. Kendisi kaldığı köşeden tüm olan bitene meydan okuyan bir boksör gibiydi, bir ringin farklı ucunda diğer ucundaki tüm hayata meydan okuyordu. Peki Irmak? Irmak o ringe asla çıkmamıştı, Irmak'a onun ring olduğu öğretilmemişti. Ona tek gösterilen hayatın acı dolu yanıydı ve Dağhan'ın saçının okşanmaması bir kenarda dursun hayat Irmak'ın tüm saç tellerini parmaklarıyla sıkıca kavrayıp yere doğru çekerek tüm yaşamı boyunca sürüklenmesine neden olmuştu.

'Hemen dram ama olmaz böyle. Azıcık naz niyaz yap.'

'Ne nazı Allah aşkına Dağhan.' İstemsizce çocuk gibi mızırdanırken adamın kaşları havalanmıştı ki omuzlarını düşürerek boynunu büktü, 'Tüm gün kelle paça içirmeye çalıştılar. Hayır bahçede içirme çabasına girdiklerinde dahi kokusundan bayılacaktım. Bir de naz yapayım o çorbanın içine beni mi atsınlar?' ikisinin aynı anda kahkahaları yükselirken Dağhan şortunun uçlarını yukarı biraz daha sıyırıp ayaklarını havuza sarkıttı.

'Daha yeni başlıyoruz Irmak hanım, hele bir de soyadını değiştirmek için dava açtığını öğrensinler, asıl eğlence o zaman.' Kahkahası donuklaşırken bakışları da adama döndü.

'Nasıl haberin oldu?' sanki sır olarak tutmak ister gibi olan hali Dağhan'ın da garibine gitmişti.

'Davadan mı?' göz ucuyla bakarken mırıldandığında Irmak başını sallamıştı ki gülümsemesi yüzüne iyice dağıldı.

'Ben bir Kalaycı'yım biliyorsun değil mi?' Dağhan tek kaşını kaldırıp dalga geçercesine sorusunu yöneltse de Irmak anında göz devirmişti ki devam etti konuşmasına, 'Polis amiri sağ olsun, kendisine şikayette bulunmuşsun, tabi dava evraklarıyla, o da özel eşyalarını bize teslim etti. O sırada söyledi.'

'Bana şirkette bir soru sormuştun hatırlıyor musun? Öğrenince ne yapacaksın, planın ne demiştin...' Dağhan başını sallayıp dikkatle süzerken Irmak gözlerini etrafta gezdirdikten sonra tekrar havuzun yansımasına baktı.

'Sanırım... Hızlı bir düşüş yaşadığım için plan kurmama gerek kalmadı.' Dediğinde Dağhan'ı o dikkat kesilen hali dalga geçen bir tebessüme dönüştü. Bu konuya aralıksız bir saat güler, hatta gözlerinden yaş akana kadar kahkaha atardı. Hele ki Irmak'ın şuan beyaz bayrak çekmiş gibi olan tavrını görmeye devam etse gülerken çatlardı dahi.

'Herkesi düştüğüne inandırabilirsin ama ben inanmam Irmak. Sen düşmezsin, öyleymiş gibi yaparsın.' Yıllardır uzaktan hatta epey uzaktan tanıdığı kadının adımlarını tahmin edebilirdi. Hele ki kız kardeşiyse o deli damarı yüzünden pes etmeyeceğinin bilincinde olurdu. Irmak hala kendine oyun oynayamayacağını anlamamış mıydı Allah aşkına. Üsteli uzaktan da olsa birbirlerini böylesine takip etmişken...

'Bu yüzden artık evime dönmem gerek. Gün boyunca sürekli susturup oturttular ama yapmam gerekenleri biliyorsun.' İkna yoluna Dağhan'la girmek çok mantıklı gelmişti belli ki Irmak'a. Çünkü Dağhan'ın sevdiği insanlara zorla bir şey yaptırmayacağını biliyordu. Bunu her anda fark edebiliyordu. Konu hakkında en basit örnek Deha'nın yıllardır bitmeyen okulu olabilirdi. Arada sırada bu yüzden tartıştıkları kulağına ilişmişti Irmak'ın ancak gerçek bir tartışma olduğunu hiç zannetmiyordu. Çünkü ne zaman asıl kimlikleri ortaya çıktı, işte o andan beri bir kez olsun Dağhan'ın kardeşini zora koştuğunu görmemişti. Hep ardında, bir dağ misali, ne karar verirse sırtını sıvazlayacak baba edasıyla durmuştu.

'Kendini yem olarak kullanmak...' başını usulca sallarken kıstığı gözleriyle ela gözlerini de Irmak'a yönlendirip kaşlarını havalandırdı, 'Gerçekten mi?'

'Başka seçimim yok. Kalanları temizlemem, geride duranları çekmem, düştüğüm zaman yok etmek için cüret gösterenleri tespit etmem gerek. Ailen varken, burada yapamam.'

'Ailen değil, ailemiz öncelikle.' Buna alışması gerektiğini inat edercesine belli ettiğinde iç çekip dudaklarını ıslattı, 'Deniz... Tüm bu olanlardan sonra belli ki o da açığa çıktı?' mantıklı davranmaya bir yandan da burada kalmasının en doğrusu olacağını manipüle edecekti fakat Irmak aptal bir kadın da, kaçıp saklanacak birisi de değildi. Öyle büyümemişti, devamlı elinde bir bıçakla kendini savunmak zorunda kalmış kim saklanırdı ki zaten. Dahası bu zamana kadar tanıdığı kadınlardan kaçı sinmişti bir köşeye de bu delisi dışına olan kız kardeşi sinecekti?

'Oğlumu koruyabileceğimi ikimiz de biliyoruz.'

'O geberip giden gereksiz herif için Deniz'in kağıt üzerindeki babası olduğunu söyledin. Gerçek babası nerede peki, onu da mı öldürdün?' dalga geçercesine tebessüm etse de kadının derinlere dalan bakışlarıyla kaşları çatıldı.

'Terk ettim.' Kendinden ilk kez tiksinir gibi çıktı sesi Irmak'ın, ilk kez pişmanlıklarla dolu, ilk kez kendi cümlelerini duymak istemez gibi, ki sertçe yutkunduktan sonra ufak bir mırıldanma da döküldü dudaklarından, 'Bazılarına kıyamazsın...'

'Nasıl yani?'

'Senin Pera'ya kıyamadığın gibi Dağhan.' Aşıktı Irmak. Gidebilecek kadar aşıktı. Deniz'i pay alacak olursa seneler önce belki de gençlik ateşinde yanıp tutuşurken aşık olmuştu fakat hala acı çekerek, kalbini sökerler gibi seviyordu bir adamı. Bu Irmak'ın üzerine oturmayan bir elbise gibi duruyordu Dağhan'a göre.

'Bu kadar sevdiysen kötü biri değildir, bu durumda belki de Deniz'i koruman konusunda yardım edebilir. Yani el atmak isterim duruma ama istemeyeceğin o kadar belli ki...'

'Haberi olsaydı yardım etmekten çok daha fazlasını yapardı.' Aldığı cevapla kaşları anında çatılırken gözleri de gülümseme çabasında olan kadını iyice süzdü.

'Deniz'den haberi yok mu demek istedin az önce sen?' omuz silkerek karşılık vermesiyle dudaklarını ıslatıp daha da dikkatle baktı.

'Sen adama bir çocuğu olacağını söylemedin, doğru anlıyorum değil mi?' salaklaşmış haliyle net bir cevap alma çabasına giriyordu.

'Doğru anlıyorsun, söyleyemezdim. Çok iyi bir adamdı ama söyleyemezdim.'

'Sen şu herifi bana anlatsana bir.' Övünç meselesinde abilik damarı kalkmış olsa da şuan olan durumda haddinden fazla merakla dinlemek istiyordu. Hoşlanacağı bir mesele değildi fakat bir insanın, kendi çocuğundan haberdar olmamasının ne tür mazereti olabilirdi, ne yapıyordu da o herif Irmak bu kadar net şekilde söyleyemezdim diyordu?

'Anlatamam ki. Garip, garip biriydi. Sokakta tanıştık biz, hayat doluydu biliyor musun? Benim gibiydi fakat benden çok farklıydı.' Irmak'ın mavi hareleri havuzun hafif dalgalarına kilitli kalmışken kısa nefesleri en hassas noktasının Deniz'den sonra bahsi geçen bu adam olduğunu anlatır gibiydi.

'Nasıl farklı?'

'Sokakta, kimsesiz olmak umurunda değildi. Çok gülerdi, elinde olan iki kuruş varsa bir kuruşunu başkasıyla paylaşırdı. Çok kitap okurdu. Samimiydi.' O günleri tekrar yaşarcasına gülümseyerek konuştuğunda adamın kaşları daha çok çatıldı.

'Irmak, hala anlatırken gözlerin parlıyor, ne yaptı da söyleyemezdin? Fiziksel veya psikolojik şiddet mi gösterdi?'

'İkisini de yapmadı, aksine el üzerinde tuttu ama...'

'Ama?'

'Bağımlıydı, çok sonra öğrendim, evleneceğimiz, Deniz'i öğrendiğim hafta.' Dağhan'ın gözleri kısılırken aklında oturtamadığı taşlar da kendilerini gösteriyordu.

'Bu kadar iyi bir adam bağımlıydı.' İnanamazcasına bakarken Irmak'ta başını salladı.

'Bende şaşırdım, bir gün otururken terlemeye başladı, nefes alamadı, bir garip oldu. Terk etmek zorundaydım.' Sanki Dağhan suçluyor gibi ikna etme çabasına girdiğinde daha da allak bullak oldu adam.

'Bu kadar severken neden zorlamadın tedavi olması için?'

'İnkar etti, kullanmıyorum artık dedi. Söylemedim Deniz'i, bir hafta boyunca ikna etme çabasına girdim ama hep inkardı Dağhan. Evleneceğimiz gün son kez söyledim, yine kullanmıyorum artık dedi, terk ettim.'

'Belki de gerçekten bırakmıştı?'

'Bağımlılık, kendi kendine geçip gider mi? İnanıyor musun sen buna?'

'Bende alkoliktim Irmak.' Dakikalar sonra itirafıyla Irmak'ın gözleri kendine döndüğünde başını onay verircesine sallayıp devam etti, 'Meva'yı öğrendikten sonra Deva'ya baktım, Pera'ya baktım, bir gün acil bir şey olursa ve alkollüysem araba kullanamam dedim. O günden sonra iki belki de üç kez aldım alkol. Hatta bazen içilen ortamda sadece kadehi doldurdum bir yudum dahi almadım. Elbette inanıyorum, ben yaşadım bunu. İnkar ettim, alkolik olmadığımı düşündüm, istediğim dakika bırakırım dedim.'

'Ne yani, Deniz'i öğrenmiş olsa bırakacak mıydı? Bir anda?' yanlış düşünüyorsun der gibi bakan kadına karşı derince soluklanarak dudaklarını ıslattı.

'Bilmiyorum ama anlattığın gibi birinin çocuğundan haberi olması gerekiyordu. Ayrılabilirsin Irmak, terk edebilir, artık sevmeyebilirsin, oğlunu ondan sakınabilirsin fakat saklayamazsın.' Bir baba olarak damarına basmıştı bu konu. Pera'yı delicesine seviyordu ancak Irmak'ın yaptığını Pera yapsa, çocuklarını ondan saklasa, babalığını esirgese affedemezdi. Pera'yı aşkına rağmen affedemezdi.

'Deniz benim ince çizgim Dağhan.'

'Mezarlıkta ne dedin sen?' kıstığı gözlerinin ardından bir cevap istercesine bakarken başını sağa sola salladı, 'Hayatımı çaldın, ailemi çaldın diye feryat etmedin mi? Peki şimdi, şimdi sen de birbirlerinden çalmıyor musun onları?'

'Aynı şey değil, o karaktersizle beni bir tutma!' işaret parmağı anında havalanırken olduğu yerden kalkma çabasına girse de Dağhan yakalayıp kendine odaklanmasını sağladı.

'Seni o karaktersizle bir tutamam ama ya bütün bunlar bir şekilde ortaya çıkarsa, ya Deniz büyüdüğü zaman aynı şeyleri söylerse sana? Irmak, sen ailen olmadan büyüdün, ben baba bile diyemediğim bir herifle. Deniz ne olduğunun bilincinde bile değil. Babası, babası bir oğlu olduğundan haberdar değil. Bu bana yapılsa ortalığı dağıtırım.'

'Ben onun hayal kırıklığıyım Dağhan.' Başını sağa sola salladığında dolan gözleriyle dudaklarını ıslattı, 'Yapamam.'

'Sen yüzleşemeyeceksin diye bütün düzen böylece devam mı edecek? O şerefsiz senden ismini çaldı, benden kız kardeşimi, Deha'dan ablasını, annemizden Didem'ini çaldı Irmak. Sen şimdi bir adamdan, üstelik aşkla bahsettiğin bir adamdan kanını, canını, belki de hayallerini çalıyorsun. Oğlundan aile olabilme umudunu çalıyorsun.' tek kaşını kaldırırken Irmak kolunu savurup zorlukla ayaklandı.

'Yıllar sonra ben seni terk ederken hamileydim ve sana söylemedim diyemem. On yıl sonra Deniz'e bunu açıklayamam. Yüzüne bile bakamam. Deniz'in babası çok uzaklarda Dağhan. Okyanuslarda, çok işi var, Deniz'i deli gibi seviyor ama gelemez. Gelirse işini kaybeder, sadece oğlu için çalışıyor. Oğlum bunu böyle bilecek, sorgulamaya başlayana kadar böyle bilecek en azından.' Dağhan'da ayağa kalktığında zorlukla bir adım atan kadının kolunu yakalamıştı ki onun kalakalmasıyla çattı kaşlarını. Mimiklerini kontrol ederken odaklandığı noktaya bakışlarını çevirmişti ki daha da dumur oldu.

Bazen dünya dönmeyi bırakır, gece gündüze karışır, tüm cevaplar sorusunu kaybederdi. İnsan en çokta böyle anlarda kaybolup gitmek isterdi. Bir anda silinmek, yokmuş gibi hayattan çekilmek, yaşadıklarını sıfırlamak isterdi. Irmak'ta tam olarak o saniyeleri yaşıyordu. Tüm sorular cevabını bir bir yüksek bir binanın tepesinden atarken kendisi de arkalarından gitmek istiyordu.

 

Loading...
0%