Yeni Üyelik
69.
Bölüm

Bölüm 67 - Çünkü Efkardan Kendimi Yaktım

@biceruvar

Selamlar efendim... Merhabalar... Koştum geldim biricik Butimar'larıma. Bu bölüm biraz omuzlarım düşük, bazen kendime bile acı çektirme seviyemin manyaklık olduğunu düşünüyorum çünkü... Ancak işin özüne gelirsek her türlü kadını göstermek için olan çabamın bence sonuçsuz kalmadığını fark edebiliyorum... Neyse uzatmadan sizleri bölümle baş başa bırakayım ben...

Hirai Zerdüş ile ayağa kaldırmaktan çok yıkacak bir bölüme hoş geldik...

Sizleri bölüm duyuruları ve paylaşımımızın daha da çoğalması adına instagrama beklediğim gerçeğini atlamayalım lütfen...

Instagram: BiCeruVar

----------------------------------------------------

'Yıllar sonra ben seni terk ederken hamileydim ve sana söylemedim diyemem. On yıl sonra Deniz'e bunu açıklayamam. Yüzüne bile bakamam. Deniz'in babası çok uzaklarda Dağhan. Okyanuslarda, çok işi var, Deniz'i deli gibi seviyor ama gelemez. Gelirse işini kaybeder, sadece oğlu için çalışıyor. Oğlum bunu böyle bilecek, sorgulamaya başlayana kadar böyle bilecek en azından.' Dağhan'da ayağa kalktığında zorlukla bir adım atan kadının kolunu yakalamıştı ki onun kalakalmasıyla çattı kaşlarını. Mimiklerini kontrol ederken odaklandığı noktaya bakışlarını çevirmişti ki daha da dumur oldu.

Bazen dünya dönmeyi bırakır, gece gündüze karışır, tüm cevaplar sorusunu kaybederdi. İnsan en çokta böyle anlarda kaybolup gitmek isterdi. Bir anda silinmek, yokmuş gibi hayattan çekilmek, yaşadıklarını sıfırlamak isterdi. Irmak'ta tam olarak o saniyeleri yaşıyordu. Tüm sorular cevabını bir bir yüksek bir binanın tepesinden atarken kendisi de arkalarından gitmek istiyordu.

'Yaptın mı bunu?' titreyerek çıkan sesle Dağhan tekrar Irmak'a baktığında onun donup kalmış haliyle derin bir nefes aldı. Ne olduğunu çözümlemek için zamana dahi ihtiyacı yoktu. Bir yıkıntı üzerinde duruyordu Dağhan, koca bir dağdan çığ düşmüştü sanki ve altında kalan nice nefeslerin üzerine sert adımlarla basmak üzere gibiydi. En azından Irmak'a baktığında onun çoktan çığlar altında kaldığını görebiliyordu. Gözlerindeki hayal kırıklığı karşısındaki insana değil, en çok kendineydi. Öyle bir pişmanlık vardı ki kirpiklerinin altından süzülen kendine yüzlerce kez lanet ediyordu adeta ruhu. Fakat Dağhan'ın asıl zihninde süzülenler, nasıl sorusundan ibaretti. Bu kadar dikkatli bir adamken, nasıl gözden kaçırdım bunca yıkılmışlığı, nasıl fark edemedim düşüncesi içini yiyip bitiriyordu.

'Sana bunu yaptın mı dedim!' aralarında maksimum dört adım varken Turan hızla aradaki mesafeyi kapattığında Irmak'ı tutmak için havalanan eli yumruk olmuş sinirle kalmıştı öyle. İçinde kaç asırlık kasırga kopuyordu, kaç savaşın sonuna yaklaşılmıştı Dağhan hepsinden haberdardı. Turan dizleri üzerine kendi ömrü için çöküyordu fakat bunun neden olduğunu analiz etmek istemiyordu. Kaçırdığı bir bakışa dahi kızmak isteyebilirdi. Evladını emanet ettiği adamın gözünde yanan o alevi görmediği için kendine milyon küfür savurabilirdi. Burnunun dibindeki o sancıdan bir haber oluşu gerçek miydi sahiden? Kardeşi gibi gördüğü adamın nasıl olmuştu da içinde yanan ateşi fark edememişti? Oysa defalarca karşı karşıya kalmıştı Irmak ve Turan. Onlarca kez denk gelmişlikleri, belki de birbirlerine bakarak yenilmişlikleri vardı.

'Yapmadım de...' derken yalvarırcasına çıkan sesine başını kabullenmek istemez gibi sallaması da eşlik ederken sertçe yutkunduğunu Irmak'ta, Dağhan'da net bir şekilde görüyordu, 'Yapmazsın be, sen yapmazsın böyle bir şey.' Havadaki yumruğu yavaşça inerken başını yeniden umutsuzca salladığında çatılmış kaşları artık pes eder gibiydi. Turan'ın sadece havada asılı kalan eli değil, omuzları da çöküyordu, tıpkı ruhu gibi...

'Beni benden alırsın ama bunu yapmazsın sen Irmak, sen öyle bir kadın değilsin.' Dudakları birbirine yapışmış gibi duran kardeşine tekrar göz attığında tepki vermeyeceğini anlayarak Turan'a döndürdü bakışlarını. O yangın, kendini yakarak başlattığı yangın, Turan'ı yakan yangın, Irmak mıydı yani? İnanmak istemese de alenen ortadaydı aslında gerçekler. Irmak'ın birbirine bastırıp eziyet eden dudakları kapalıyken dahi anlatıyordu her detayı.

'Bunun hayalini kurduğumu bilerek yapmış olamazsın. Yapmadın değil mi?'

'Ben-' dudaklarını sonunda aralasa da iç çekip başını sağa sola salladı kadın.

'Yapmadım desene Irmak!' Turan bir kere daha kükrediğinde aralarındaki ufacık mesafenin çıldırtacağını bilerek anında müdahale etti Dağhan. Turan'ı sıkıca yakaladığında adamın kesik nefesleriyle geriletmeye başlamıştı ki bahçeye şaşkınlıkla dalan Deha'nın Irmak'a koştuğunu görerek daha sıkı tuttu adamı.

'Abi...' Turan bir kez daha nefes almaya çabaladığında yeterince geri çekildiklerini fark ederek adamın başını iki yanından yakaladı anında.

'Turan... Abim, bana bak koçum.'

'Abi, öldür beni.' Adamın gözleri hala arkasında kalmış Irmak'tayken Dağhan sarsıp kendine dönmesi için çabaladı.

'Şşşşt... Aslanım sen bana bak bir, bana bak derin bir nefes al.'

'Öldür abi ben kaldıramam bunu.' Çoktan firar etmeye başlayan gözyaşları sayesinde başını sağa sola salladığında iki yanına düşmüş kollarıyla derin bir nefes daha almaya çabaladı Turan.

'Abi yalvarırım öldür beni! Öldür! Katlanamam buna!' Dağhan yakalarını kavrayan parmaklarla sonunda kendisini bulabilmiş Turan'a usulca başını sallamaya başladı. Adamın dizlerinin tutmadığının farkında olarak alınlarını birbirine çarpıp hala tuttuğu başını kendine odaklanması için daha sıkı tuttu.

'Koçum... Yok ölmek falan. Bir sabır selamet de sen, bir nefes almaya çalış aslanım. Hadi abim, hatırım için derin bir nefes al.' Bu işin hatır gönül olmayacağını çok iyi biliyordu. Bu meselenin kaldırılabilecekte yaşanacakta bir gücü yoktu. Öyle bir şeydi ki normalde kıyamet koparacağı bir konuydu o kadının kız kardeşi olduğunu Turan'ın kendine söylememesi fakat bütün kelimeler değerini yitirmişti. Uçurumdan aşağı koca cüssesi ile Turan'ı itivermişti gerçekler, Dağhan ise güçlükle son anda yakalamıştı adamın elini. Aşağı uçuşan kayaların zemine çarpma şiddetinin farkındayken, o kayalarla bir olabilecek Turan'a neyin kıyametinden bahsedebilirdi?

'Abi sabrı olur mu bunun! Ulan ben iki kişilik acı bu kadar ağır mı olur derdim! Dört kişilikmiş abi! Oğlum varmış! Sevdiğim kadının bıçağı varmış!' bir anda beline attığı elini fark ederek anında yakaladı Dağhan.

'Turan bırak koçum, bırak silahı.' Adamın bileğini sımsıkı yakalasa da onun direnmesiyle derin bir nefes aldı.

'Abim bırak, bırak Turan şu silahı!'

'Benim kafamdaki depremi ancak gebermem bitirir abi! BIRAK!' Son bir hamlesiyle hala bırakmamak konusunda direndiği silaha nereden çıktığını bilmediği Arjin müdahale ederken koca cüssesiyle dizlerinin üzerine düşen Turan'ı yakalayıp kendi de oturdu.

'ANNE!' Deniz'in sesi tüm bahçeyi esir alırken Turan gözlerini anında sıkı sıkıya kapatmıştı bile. Başını Dağhan'ın göğsüne iki kez sertçe vurduğunda Dağhan'da nefes almaya çabaladı.

'Abi... Ölüyorum ben.' Az önce avazı çıktığı kadar bağıran adam ufacık bir çocuğun feryat eden korkak sesiyle kükremesini fısıltıya çevirmişti bile, yutkunuşu adem elmasını titretirken başını usulca kaldırmış Dağhan'ın yüzünden koşmaya başlayan ufaklığa çevirmişti. Henüz bahçenin ortasına kadar ulaşmış bedeniyle birden dizleri üzerine düştüğünde hala kendini tutan Dağhan'ın kollarından da kurtuldu Turan. Gözü bir tek detay görmeden takılıp sendeleyen ayağına rağmen koşarak diz çökmüş göğsünü tutan ufaklığın yanına ulaştığında hızlıca sarıp göğsüne çekti. Elleri titriyor olsa da ufaklığın cebini kontrol ettiğinde elinde değen parçayla çıkarıp dudaklarının arasına sıkıştırdı.

'Deniz, Deniz nefes al.' Hala kesilen nefesine rağmen tuttuğu spreyi çekip çalkaladıktan sonra tekrar ufaklığın dudakları arasına yerleştirdiğinde basmıştı ki parmaklarının üzerine yerleşen narin elle gözleri kan çanağına dönmüş mavi hareleri buldu. Tekrar kucağındaki ufaklığa döndüğünde onun usulca rayına girmeye başlayan soluklarıyla derin bir soluk alıp titreyerek bıraktı.

'Geçti... Geçti paşam, devam et nefes almaya.' Az önce korkudan geriye çekilen gözyaşları tekrar birikmeye başlarken göğsüne yasladığı ufaklıkla bir bir eski izleri takip etti. Zamanında yüzünün her miliminde dolaşan ince uzun parmaklardan kendine koca bir bünyesi varmış gibi sarılan kollara, oradan daha dün gibi bakarak şarkı söylediği berrak gözlere.

'İnsanın yüreği kendine bunu yapar mı?' serçe ısırdığı dudağıyla konuştuğunda karşısındaki kadının titreyerek kapanan kirpiklerine takılmış yaşla boğazını sıkan ele dur demek istedi. İstemsizce elinin üzerindeki ince parmaklardan sıyrılıp baş parmağını yaşın üzerine bastığında Irmak'ın zorlukla yutkunmasıyla çekti elini.

'Ben sana deniz gözlüm dedim. Sonra oturdum bir rakıyı senin tuzlu suyunla içtim. Bana her şeyimsin dedin Irmak. Ben bu kadar hiç miydim?'

'Turan...' titreyen çenesine rağmen hala kapalı olan gözleriyle daima o elin kendinden uzaklaşmayacağını bilerek mırıldandığında gelen hareketlenme sesiyle araladı bakışlarını Irmak.

'Götürme Deniz'i.' Kendine sırtı dönük bedene bakarken sesi yalvarırcasına çıksa da adam olduğu yerde duraksamıştı ki oturduğu zeminden kalkmasına yardımcı olan Dağhan'la derin bir nefes almaya çabaladı.

'Yatağına yatıracağım.' Kendine bir an bile yüzünü dönmeden evden içeri girdiğinde Irmak'ın gözleri iki yanındaki Dağhan ve Deha'da dolaştı usulca.

'Benden almak isteyecek.' Oturup hüngür hüngür ağlayabilirdi, eğer ki içindekileri dışarı saçabiliyor olsa bir çocuk edasıyla bunu yapardı da fakat dudaklarını yapıştırmışlar gibi kesik iç çekmeleriyle başını sağa sola sallayıp bir adım atarken kendini yakalayan Dağhan durdurdu.

'Turan yapmaz öyle şey.'

'Yapar.' İçine attığı gözyaşlarıyla titrek bir nefes alıp Dağhan'a çevirdi yüzünü.

'Hepiniz içeri, hadi.' Adamın bahçedekilere başıyla işaret vermesiyle kendi belini sıkıca sarması bir olduğunda yönlendirmesi istemsizce şezlonga oturmasına neden olmuştu. Gözleri evden bir an olsun çekilmediğinde karşısına yerleşen Dağhan'a dahi çeviremedi bakışlarını.

'Irmak...'

'Oğlumu benden almak isteyecek.'

'Kızım bana bak bir.' Çenesindeki parmaklar nazikçe başını çevirdiğinde gözlerini kaçırdı bu kez.

'Turan'ın öyle biri olmadığını sen de çok iyi biliyorsun anladığım kadarıyla.' Kaşlarını havalandıran adamın haklı olduğunu biliyordu ama az önce kollarında oğluyla içeri giren Turan onun hala tanıdığı kişi miydi işte orası tam bir muammaydı kendine göre.

'Ben onun kötü biri olmadığını biliyorum, bana ne yapacağını, yapmayacağını biliyorum. Bu, bu bildiklerim içinde değil. Deniz'i almak isteyecek.'

'Hakkım yok mu?' ikisinin de gözleri dimdik duran ama çoktan enkaza dönmüş adamı bulduğunda Turan histerik şekilde gülüp başını sağa sola salladı.

'Almak istesem hakkım yok mu Irmak?' dişlerinin arasından tıslarcasına konuşsa da kendinden kaçırılan bir çift gözle bir adım daha atıp usulca eğildi.

'Sana bir şey sordum. Hakkım değil mi bu?'

'Turan.' Bakışları Dağhan'ın uyarıcı sesiyle adama döndüğünde eğildiği yerden düzelip kaşlarını havalandırdı.

'Yok Turan abi. Günlerdir, günlerdir dizimde uyutuyorum ben o çocuğu. Turan kaldı mı sence? Sikmiş atmışım Turan'ı.' Arkasındaki evi işaret ederek konuştuğunda Dağhan oturduğu yerden kalkıp şezlongu geriye çekerek adamın yanına ulaştı.

'Geç otur hadi, konuşalım.'

'Şimdi değil.'

'Abim, susarak bir halt olmayacağını sen de biliyorsun.'

'Şimdi değil, şimdi konuşursam-' gözleri Dağhan'dan yüzüne bakamayan kadına döndüğünde sertçe yutkunup tekrar döndü adama, '-aklımla konuşmam. Belli ki birisinin nazarında baba olamıyorum ama karşımdaki sen de olsan buraya ihanet edemem.' Parmağını sertçe kalbinin üzerine vurduğunda bir kez daha kadına dönüp derin bir nefes aldı.

'Müsaadenle.' Başını usulca sallayıp çıkışa doğru ilerlerken Dağhan'ın gözleri bir Irmak, bir de yavaş yavaş yürüyen Turan'ın sırtında dolaştı. İki arada kalmıştı. Turan'ı tek başına bırakamazdı ama Irmak'ın da bu kafayla ne yapacağını kestiremiyordu.

'Git.' Gözleri şaşkınlıkla kadına dönse de o kızıla çalmış bakışlarıyla başını salladı. 'Yalnız bırakma, git, ne olur.'

'Sen-' yanından hızlıca geçen Pera omuzuna dokunduğunda onun da güven verircesine başını sallamasıyla gözden kaybolmak üzere olan adamın ardından koştu. Gözleri sonunda yola çıkıp amaçsızca yürüyen halini bulunca Arjin'e elini uzatmıştı ki bırakılan anahtarla arabaya bindi. Camı açıp fazla uzaklaşmamış en azından kaybolmamış haliyle yanına yaklaşıp durdurdu arabayı. Adımlarını duraklatıp kendine dönmesiyle Turan başını sağa sola sallamıştı ki koltuğu işaret ederek derin bir nefes aldı.

'Eve gidiyorum abi, dağa taşa vurmam kendimi korkma. Hem vursam da bundan daha kötü olamam herhalde.'

'Senin kötü olacağından korkan kim oğlum, dağa taşa yazık. Bin şu arabaya.' Ne kadar dalga geçme çabasında olsa da aslında durumun nasıl bir felaket olduğunun farkındaydı. Turan sabır çekebilmişti fakat kendisi aynı durumda sabrı da selameti de gözetmezdi. Sıkkınca nefesini bırakıp kapıyı açarak oturduğunda başını geriye atarak bir kez daha nefes almaya çabaladı Turan.

'Spora gidelim mi seninle? Alayım bir ifadeni.'

'Haşat oldum zaten, bir de senden dayak mı yiyeyim?'

'O zaman... Sen sinirli olunca başka aksiyon bilmiyorum yapacak Turan, fikir ver.' Nereye gittiğinin bilincinde olmasa da sinyal verip siteden çıktığında göz ucuyla mimiksiz yüzünü süzdü adamın. Her zaman olan halinden de, Irmak'ın anlattığı Turan'dan da farklı duruyordu adam, çok daha farklı.

'Senin benim ağzımı yüzümü kırıp kız kardeşini nasıl sevdiğimin, bunca zaman gözünün içine baka baka bunu nasıl sakladığımın hesabını kesmen gerekmiyor mu?'

'O şu seviyeyi atladıktan sonra halledilir. Hem senin ağzını yüzünü kırarsam kız kardeşime de kardeşime bunu nasıl yaparsın diye aynı tavrı göstermem gerekir.'

'İzin verirmişim gibi duruyor muyum?' Turan kaşlarını havalandırıp baktığında Dağhan tek kaşını havalandırarak süzdü adamı.

'Senden izin mi alacakmışım koçum, bir ayarın olsun. Hem patronunum, hem abinim, o da yetmiyor sevdiği kadının abisiyim.'

'Yengenin abisi olsaydı, yengenin saçının teline dokunacak olsa ne yapardın?'

'Dilim dilim keserdim.' Omuz silkip yanıt verdiğinde hala havadaki kaşlarıyla başını sallamıştı Turan ki geldikleri sahil şeridiyle arabayı park edip bakışlarını adama çevirdi.

'Sen ne karışıyorsun oğlum kardeşimle aramdaki mevzuya?' göz kırpıp açılmış diline şükür ederek üzerine gitmeye karar verirken Turan derin bir nefes aldı.

'Diri diri toprağa gömdü, bütün kemiklerimi kırdı. On sene daha aynı haltı yesin, hiç mühim değil. Ona kalkacak elin kemiklerini kırarım. Sen bile olsan.'

'Yeğenim sinir hastası, şimdiden anlaşıldı.' Dağhan yarım ağız gülerek başını salladığında az önceki kendini tiye alan adamın yüz hatları yine mimiksizliğe doğru ilerlemişti.

'Baba olmuşum abi.' Gözlerini diktiği denizin hafif dalgalı haliyle mırıldanırken Dağhan'da başını salladı usulca.

'Güvenmemiş.' Sesi fısıltı gibi çıksa da koca bir çığlığı bastırdı Turan. İçinde yanan ahşap evin çıtırtılarını dinleye dinleye yıkılışına şahitlik eder gibi. Bir köşede, sessiz sedasız, fakat bakışları kükrerken mırıldandı.

'İçimdeki Cumhuriyetle savaşıp, söz hakkı olan her dirhemi öldürmüş meğer...' kirpikleri titreyerek birbirine kenetlendiğinde sertçe iç çekip tekrar göz attı denizin durgun haline, 'Güvendiğin cennetin cehenneminde yanmakta varmış...'

'Oğlum benim tanıştığımda olan halini biliyoruz, yapma...' derken bile farkındaydı Dağhan adamın haklı olduğunun. Öylesine sakindi ki Turan, onun böyle bir durumla karşı karşıya kaldığında böyle sükûnete bürüneceğini asla düşünemezdi.

'Malım ben. Salaklık bende. Oturup söylesem, on yıl ya, on yıl yalan olmazdı.'

'Neyi söylesen?'

'Tedavi oldum. Irmak'la tanıştıktan sonra tedavi oldum abi, ilaçların etkisi yüzünden sürekli titriyor, terliyordum. İyiyim dedim, yok dedim, bağımlı değilim dedim, inanmamış.'

'Lan mal, madem oldun tedavi niye söylemedin? Geri zekalı mısın oğlum sen?' büyüttüğü gözleriyle bakarken Turan kaşlarını çatıp derin bir nefes alarak camın açılasını sağladı.

'Korkmasın diye. Hep böyle ruh gibi değildi ki, telaşlanırdı. Uyurken bir şey olacak diye gözünü kırpmazdı, ne bakıyorsun öyle dimdik duruyorum pozlarına. Günlerce ağlardı.'

'Hasbin Allah... Kız kardeşimi, kardeşim dediğim adamdan dinliyorum. Fındık kadar beyniniz yok sizin oğlum.'

'Bizde fındık kadar beyin yok ama sende var değil mi?' ani çıkışıyla Dağhan'ın kaşları çatıldığında iyice süzdü Turan'ı.

'Ne bakıyorsun öyle abi? Sabah şirkete gidiyorsun, akşam sekiz olmadan evdesin, herkesin uyumasını bekliyorsun, yengenin en derin uyuduğu zamanda kalkıp diğer işlere koşuyorsun, sonra dönüp spordan geldiğini söylüyorsun, söylediğine göre senin de beynin fındık kadar.'

'He kardeşim benimki de fındık kadar. Mal geldik mal gideceğiz Turan.' Sinirle gözlerini çekerken adamın koluna elinin tersiyle vurdu.

'İn lan arabadan, kahve alalım. Ağzının üzerine yapıştıracağım yoksa.'

'Sanki hiç yapmadın da, tehdit ediyorsun.'

'Ben dilin kitlendi sandım, senin daha çok açıldı.' Arabadan indiğinde kendine dalga geçercesine bakmasına sabır çekerek yöneldi kıyıdaki seyyar satıcıya. İki kahve alıp parayı verdikten sonra banka oturmuş yine dalmış Turan'a doğru yaklaşıp karton bardağın birini uzattı.

'Şöyle efkarlı efkarlı bakma sinirleniyorum.'

'Önce nikah masasında terk edildim, geberirken buldun, sağlam dayak çektin, toparladım. Nikah masasında bırakan kadın ne kafamdan çıktı ne de kalbimden yıllarca. Seneler geçti, uzaktan izlediğim kadın bir gece vakti abi dediğim adamın kolunu omuzuna atmış, göğsündeki yaraya elini sıkı sıkıya basmış, katran kara bir ormandan çıktı, kafa göz daldı hayatıma, öyle yaşamayı da öğrendim. Yıllar sonra ağzımın üzerine vura vura beni o illetten tekrar kurtaran adamın kız kardeşi olduğunu öğrendim ama dur... Yetmez...' elini havalandırıp kaşlarını kaldırdığında dudaklarını ıslatıp devam etti konuşmasına.

'Bir gün abi dediğim adamın kızıyla, sevdiğim kadının oğlunu okuldan aldım, aynı gün içinde o kadının kaza haberini öğrendim-' Dağhan'ın çatık kaşlarla kendine dönmesi duraksamasını sağladı anında.

'Sen... Hastanede miydin lan o gün?' dalga geçen gülümsemesiyle baktı Dağhan'ın sorusuna. Bu acaba denilecek bir konu bile değildi.

'Nerede olacağım abi başka? Yüreğimi verdiğim kadın canıyla savaşırken rakı masasında efkar mı dağıtacaktım?' göz devirmesiyle Dağhan'ın kaşları daha çok çatıldı.

'Ben seni nasıl görmedim?'

'Çünkü hastanenin içinde değil dışındaydım.'

'Kadının yoğun bakım odasına tırmandın mı Turan? Beşinci kata.' Gözlerini büyütüp bakarken adam gülüşünü saklamaya çalışarak başını salladı.

'Tırmandım sayılmaz, çatıdan indim. Ha ama bak en enteresan tarafı geliyor kadının o kadar gün görmesine rağmen kılı kıpırdamadı, ben odasına girince uyanası tuttu. Yeter mi? Yetmez...' başını sağa sola salladığında kahveden bir yudum içerek derin bir nefes aldı.

'Sonra öğrendim ki o kadın beni nikah masasında terk ederken oğluma hamileymiş. Öğrenmesem, şans eseri yanına gelmesem haberim olmayacaktı. Reva mı bu bana abi? Hak ediyor muyum ben bunu? Sen de durmuş efkarlı efkarlı bakma diyorsun. Sigara içemiyorum farkında mısın? Çünkü efkardan kendimi yaktım.' Cevap vermesi için sonunda gözlerini Dağhan'a çevirdiğinde adam derin bir nefes almıştı.

'Valla benden cevap bekleme çünkü duruşunu takdir ediyorum. Yani ne yapman gerektiğine dair en son fikir alman gereken kişi benim.'

'Çünkü sen olsan ortalığı yaylım ateşine tutardın. Fakat ben yapamıyorum işte.'

'Helal olsun.'

'Pek helal olacak bir durum yok, hayat bana haram olması üzerine kurulmuş bir oyundan ibaret çünkü.'

'Deniz sana benziyor mu lan? Ben hiç dikkat etmedim.' Kaşlarını çatıp mavilikten Turan'a bakışlarını yönlendirdiğinde adam dikleşip arka cebinden çıkardığı telefonla uğraştıktan sonra Dağhan'a uzattı.

'Fotoğrafı ne arıyor sende?'

'Az önce çektim, çünkü yapamayacağım şeyler var abi. Mesela... Alıp yeniden kaçırırsa korkutamam, onları ayıramam, şu siktiğim kafam her hinliğe çalışıyor ama söz konusu kız kardeşin olunca mavi ekran veriyorum.'

'Şu an da çalışamıyor... Birincisi Irmak şu an Deniz'i kaçıramaz çünkü sen düşmezsen peşine ben düşerim, kırık kol ve bacak, çatlak kaburgalarla çok uzaklaşamaz. İkincisi, neden ayırasın onları? Üçüncüsü de böyle mavi ekranda kalmalık bir mevzu yok gidip konuşacaksın, Deniz'e bunu söyleyeceksiniz.' Derken Dağhan anlamaz halde kaş çatmıştı aynı zamanda fakat Turan olanın tam aksine gözlerini berrak maviliğe dikerken sertçe yutkundu.

'Benim ailem bana ne yaptı abi?'

'Terk etti.'

'Sen de şimdi bana on yıldır adam akıllı görmeyen çocuğuna gidip ben babanım mı de diyorsun? Ben ne yaptım geldiklerinde? Anlatmıştım sana.'

'Siktir çekmiştin, on iki yaşında.' Yüzünü buruşturup bakarken Turan derin bir nefes aldı.

'Deniz'in bana siktir git deme ihtimali kaçtır sence?'

'Mesele demesi değil ki.' Omuz silktiğinde Turan'ın kaşları çatıldı usulca.

'Değil mi?'

'Değil tabi oğlum. Desin, siktir git desin, yüzünü görmek istemediğini söylesin, bağırsın, ağlasın, sen gitmedikten sonra ne olabilir ki. Ailen savaşmış olsa yanlarında olmaz mıydın Turan?'

'Bilmem... Hiç kalmak için ısrar etmediler ki.'

'Sen edersin o zaman, ısrar edince ne olduğunu da Deniz'den öğrenirsin.'

'Abi.'

'Söyle koçum.'

'İyi ki varsın be.'

'Turan, Irmak benim kız kardeşim, kanım, canım eyvallah. Ancak... Sen benim sırt sırta verdiğim adamsın, öyle lafta falan da değil kardeşimsin.'

'Ne zamana kadar?' kıstığı gözleriyle bakarken Dağhan dudak bükerek tekrar uzun mavilikte dolaştırdı gözlerini.

'Bütün aksiyon bitip karşıma kardeşini seviyorum diye geldiğin güne kadar. O gün abilik yapmam gerekecek, kusura bakma.'

'Bende Arjin ve Ceyhun'u hazırlayım o zaman. Kızı isterken dayak yersem elinden alırlar.'

'Vazgeçmem diyorsun.'

'Vazgeçerdim... Deniz'i doğurmamış olsa vazgeçerdim abi. Ben yokken benim parçamı taşımışsa, onda da bitmemiştir. O yüzden ister eline alıp evire çevire döv, ister şu denizde beni boğ bir gün karşına onun için çıkacağımı bilerek hazırlıklı ol.' Derin bir nefes aldığında kararmış ekranı aydınlatıp dikkatle fotoğrafa daha sonra da Turan'a göz attı.

'Sana benzeyip benzemediği anlaşılmıyor ki.'

'Nasıl?'

'Göz rengi Irmak ama oğlum ikinizde kumralsınız lan, kaşları biraz sen de... Ne bileyim. Acaba senin değil mi bu çocuk?'

'Abi küfür ettirme bana şimdi.' Telefonu sertçe alıp göz devirdiğinde Dağhan gülerek süzdü adamı.

'Yok yok, bence değil, senin de Irmak'la mevzunun olmasına gerek yok yani.'

'Şimdiden abilik damarın mı tuttu? İlla damat dayağı atmak istiyorsan söyle döv, olaysız dağılalım. Katma çocuğu da, Irmak'ı da.'

'Eşek herif.' Sırtına vurup güldüğünde deminden beri yüzü gülmeyen adam tebessüm ederek iç çekip sertçe yutkundu.

'Şimdi sen Deniz siktir dese bile söyle mi diyorsun?'

'Tabi. Bırak desin, biz babasız büyüdük, dağımız olmadığından kışı baharı ayırt edemedik, o ardında dağ gibi baba olduğunu bilsin.'

'Bana kışı da baharı da öğreten baba gibi bir adam var arkamda, kendi adına konuş.' Gülerek kendisini işaret ettiğinde Dağhan adamın omuzunu sıkarak gülümsedi. Elindeki kahvenin son yudumunu içtiğinde Turan'ın kendine olan bakışları dikkatinden kaçmamıştı.

'Yine ne oldu da bakıyorsun? Kesin bir şey yumurtlayacaksın Turan.'

'Sen nasılsın abi?' beklemediği yerden gelen soruyla kaşlarını havalandırdığında anlamayan bakışları adama döndü tamamen.

'Gördüğün gibi, sapa sağlamım.'

'Biz o sağlamlığın altındaki enkaza da şahit olduk, haberdar edeyim de.'

'Yok oğlum enkaz artık. Geçti gitti yıkıklık, dağınıklık, yılmışlık. Çok şükür, bak gökyüzüne baktığımda ensemden tutup götürenler kalmadı.' Hatırladığı anıyla gülümsediğinde Turan'da tebessüm ederek bakmıştı.

'Çok zorluyorlar, farkındayız değil mi?'

'Bırak zorlasınlar. Biz Fuat beyle uğraştık yıllarca, koyar mı bize iki üç yamuk?'

'Koymaz, koymaz da... Üstümüze saldırmaya başladılar.'

'Senden bir şey isteyeceğim.' Gözlerini kısıp kollarını banka yaslayarak bakışlarını Turan'a çevirdiğinde o anında başını salladı.

'Ne istersen, biliyorsun.'

'Irmak'ı ikna et. Eve dönmeye taktı kafayı, kendini yem olarak kullanacak.' Turan'ın da gözleri kısılırken bir anda gülmeye başlamıştı.

'Ne yapayım?'

'İkna et, ne var gülecek.'

'Ha sen ikna et dedin... Bende bir an git gırtlağını sıksın dedin zannettim. Gerçi, farkı yok.'

'Sen Irmak'tan korkuyor musun?'

'Valla ne kadar inanırsın bilmem ama şu dünyada korktuğum tek insan kendisi.'

'Karar ver sende lan, bir diyorsun ki seviyorum, arkanı dönüp on saniye sonra korkuyorum diyorsun sonra.'

'Senin kardeşin kafadan kırık.' Turan gözlerini büyüterek baktığında Dağhan'ın kaşları çatıldı.

'Düzgün konuş kardeşim hakkında.'

'Öyle ama bu en hafifletilmiş hitap şeklim. O eve gitmeyi aklına aldıysa durmaz ki. Hem beni dinlemez, hiç dinlemedi.'

'O yüzden mi evlenmeye kalktı Turan?'

'Dinlemediğini nikah masasında terk etmesinden anlayabilirsin abi. Irmak senin gibi, anlatırsın, konuşursun ikna ettiğini zannedersin o yine kafasının dikine gider, dümdüz.' Elini ileri doğru hareket ettirip kaşlarını havalandırdığında Dağhan'ın düşünceli yüzü de usulca gülmeye başlamıştı.

'Dinler dinler... Kalk hadi, önce siz oturup konuşun var aklımda bir şey.' Anında banktan kalktığında Turan kaşlarını havalandırsa da adamı takip ederek arabaya tekrar yerleşmişti. Dağhan'ın aklının hiç uslu fikirlere çalışmayacağının bilincinde olsa da bu kez nedense ucunun kendine de dokunacağını düşünüyordu.

'Pera...' koşarak uzaklaşan Dağhan'ın ardındaki gözlerini irkilip Irmak'a çevirdiğinde hızlıca kadının yanına yerleşip kendine çekti bedenini. Her an buz kütlesi gibi dolaşan kadın resmen salya sümük ağlıyordu. Ne olduğunu dahi anlayamamıştı oysa ki. Şaşkınlıkla da olsa sadece destek olması gerektiğini bilerek sırtını okşadığında hıçkırarak ağlamaya başlamasıyla ıslattı dudaklarını.

'Sakinleş biraz, ne olduysa çözeriz Irmak.'

'Çözemeyiz. Kahretsin ki çözemeyiz!' kadın sıkıntıyla kendinden ayrılırken şişmiş gözlerine bakıp derin bir nefes daha aldı.

'Saçmalama, bal gibi de çözeriz.'

'Pera, ben sadece oğlumu korumak istedim. Yemin ederim niyetim bu değildi, oğlumu korumak için yaptım her şeyi...'

'Ne yaptın? Sen anlat, sorun ne ise hallederiz merak etme.'

'Deniz'i babasından sakladım.' Dudaklarını sımsıkı bastırıp hıçkırıklarını sessizleştirmek için dudaklarının üzerini parmaklarıyla kapattığında Pera'nın kaşları daha çok çatıldı.

'Ne?'

'Kahretsin!' sağlam olan kolunu da kırmak istercesine koltuğun ahşap kenarına yumruğunu indirdiğinde Pera hızlıca yakalayıp kendisine bakmasını sağladı.

'İyi de Turan ne alaka?' kendi sorusuna gözleri yavaş yavaş büyümeye başladığında kendine hala ağlayan gözleriyle bakan kadın da başını sallayarak onay verdi.

'Deniz'in babası Turan mı?'

'Evet...' fısıltısı yok olmak üzereyken gözlerini tekrar sımsıkı kapattığında bütün meseleyi anlamış olmasının etkisiyle tekrar kadının bedenini kendine çekti. Irmak'ın hıçkırıkları yenilenirken sertçe yutkundu. Kendisi de kızını saklamıştı, bunun nedeni de apaçık ortadaydı, şimdi tutup Irmak'a nasihatler vererek kendine gel diyemezdi. Bir kadının nedensiz yere çocuğunu babasından ayırma ihtimali olduğunu içine sindirmiyordu kadın. Belki de aynı durumun içinde olduğundandı fakat yine de Irmak'ı haksız görmüyordu, bilmediği nedene rağmen.

Hala kesik kesik hıçkırıklarıyla ağlamaya devam eden kadınla derin bir nefes aldı Pera. Son bir saattir durum aynıydı. Irmak depresyona değil, resmen depresyon Irmak'a girmiş gibiydi. Bir kişi ağzını açıp derdini dinlemeye çalışsa gözyaşlarıyla en başa dönüyordu kadın. Ağlamaları arasında maksimum gelip bahçe koltuklarına oturmaya ikna edebilmişti, o da tepelerine dikilen Deha'nın ısrarlarının yardımıyla olmuştu zaten. Derin bir nefes alıp yukarıya çektiği bacaklarıyla kadına bedenini döndürüp bir kez daha soluklandı. Parmakları kadının usulca saçlarına yöneldiğinde koluna yasladığı başını hiç kaldırmaması üzerine devam etti. Belki de Irmak'ın herkesi gönderip sadece kendisiyle oturması yanında yargılayacak birisi olmasın diyeydi. Ya da bu kadar ağlaması aslında tüm yılların birikimiydi. Öyle veya böyle durum ne olursa olsun Pera bir an kadının yanından ayrılmamıştı. Çünkü biliyordu, tek başına kalmak ona da iyi gelmeyecekti, insan böyle zamanlarda bazen yakın bir dost bazen bir kız kardeş arardı ve nedensizce o davette ilk gördüğü zamandan beri kendisine kötü biri gibi gözükmeyen Irmak'a şu an bir nebze kız kardeş görevi yapması şarttı.

'Deniz'den çikolata isteyelim mi? Depresyonla olan savaşını kolaylaştırır belki...'

'Beni bu depresyondan vinç gelse kaldıramaz, salak kafam ya.' Kadın bu kez başına yumruğunu vurduğunda Pera anında bileğini yakalayıp okşamaya devam etti saçlarını.

'Götürmek istesem hakkım değil mi dedi Pera, Deniz'i götürmeye kalkarsa ne yaparım ben.' Çoktan durum tahlilinde boğulmuş, birazda sonucun derinlerinde kaybolmaya niyetlenen haliyle Pera başının üzerine dudaklarını bastırdı.

'Düşünme bunları, Turan sizi ayırmaz ki. Hem o yapmaya kalksa bile Deniz bırakmaz seni. Hepsi bir yana Dağhan, Dağhan kesin ikinizin de kafasını kırar.' Yüzü istemsizce buruştuğunda Irmak burnunu çekip omuz silkmeye çalışmıştı. Tabi bu çalışması acısını hissedene kadardı.

'Turan abi diye peşinde geziyor bırakır kesin.' Mızırdanan tavrına gülümsediğinde parmakları da bir an olsun kadının saçlarını okşamaktan vazgeçmemişti.

'Ben çok sevdim diye mi bu çocuk da adamı böyle seviyor ya.' Mızırdanması devam ederken başını bir an olsun kaldırmasa da Pera diplerindeki hareketlilikle gözlerini iki adama çevirdi.

'Irmak.'

 

Loading...
0%