@biceruvar
|
Kocaman kocaman satırlar getirdim size. Yine tırnaklarını gösteren kadınların olacağı ve sizlerin ellerinizle karakterlerin göz yaşlarını sileceğinizi bildiğim bir bölüm oldu benim için. Bir kez daha anladım ki Pera gibi bir güzel kadının aklımla rastlaşması büyük bir şanstı ve Irmak kadar gözü kara bir kadın şımarmaya müsait olma ihtimali vardı. Bu bölümle beraber 69 sayfa aktı zamandan ve ben karakterleri çok ama çok sevdim sizleri sevdiğim gibi. Ah Pera, seni satırların arasına gizlemeye çalıştığım o ilk gün dün gibi aklımda hala, nasıl da sinirli olduğum kadar duygusaldım bire bir hatırlıyorum. Bir yandan bileği bükülmez, diğer taraftan da saçları okşanacak küçük kız çocuk halinin hayellerimde canlanmasına ve ona sıkıca sarılmaya ihtiyacım vardı. Sen sarılmaya ihtiyaç bulduğum her anda belirdin zihnimde bir kız kardeş gibi. O yüzdendir belki de yavaş olsun, aceleye gelmesin ama tam olsun diyerek kelimelerle içimi döktüm sana. Defalarca paragrafların üzerinden geçtim, onlarca kez kelimeleri sildim yeniden yazdım veya tamamen yazdığımı silip, 'Sana burası yakışmaz Pera!' dediğim zamanlardan geçtim. Siyah upuzun saçlarınla, burada olduğunun dışında yüzlerce günle sen benimleydin. Çok candın, hep can olarak da kalacaksın. Öyle güzel sindin ki içime hala satırlarında sana sıkıca sarılıp, gözyaşlarını kendiminkiler ile beraber siliyorum. İyi ki ummadığım vakitlerde, ummadığım bir yerde, bir anda gözümde canlandın. İyi ki içimdeki bütün güçlü kadın olarak tanımlayacağım hislerle çocuk, genç ve yetişkin yanlarıma kucak açtın. Sizleri bölüm duyuruları ve paylaşımımızın daha da çoğalması adına instagrama beklediğim gerçeğini atlamayalım lütfen... Instagram: BiCeruVar ---------------------------------------------------- 'Hiç mi akıllanmazsın be kadın.' 'Akıllandım.' Usulca yatağın kenarını oturmasını sağladığında hadi oradan dercesine baktı kadına, 'Bir sana akıllı davranamıyorum.' 'Bende bir senden cayamıyorum da dur halledeceğiz.' 'Cayacak mısın?' kaşları anında çatılırken Turan gülüp bacağını yukarı çekmesine yardım etti, yatağın diğer tarafına dolaştıktan sonra uzanıp kolunun üzerine başını yasladığında gözleri de kendini süzen kadındaydı. Karanlığın ortasında parlayan maviliklerinin derinliğinde, hala bir cevap arayan halinde kayboluyordu. Irmak, Turan için sadece geçmişten ibaret değildi artık. Turan ise Irmak için hiç geçmişte kalmamıştı. İs tutmuş bir sayfada inci gibi dizilmiş kelimeler ne ise onu yaşamışlardı içlerinde ancak kaçtıkları tek şey birbirleri olmuştu. 'On yıl olmuş sırtını dönüp gideli caymamışım, şimdi öyle akıllılık yapar mıyım ben? İyice kafamın etini ye, kapat tımarhaneye o zaman düşünürüz.' Başını sabır dilercesine sallarken bile Irmak'ın hala kendine ufak bir kız çocuğundan hallice tavır takındığının farkındaydı. Bakışları dahi gizli saklı tebessüm eden, ortalığı birbirine katmış ama masumiyetiyle her detayı saklamayı ustalıkla başaran gözleri okyanus, dili zehir zemberek bir kız çocuğuydu. 'Orada da bulurum.' Sesindeki şımarmış tınıyla Turan derin bir nefes aldı. Bir kadının bir adama şımarabiliyor olması çok büyük ayrıcalık değil miydi zaten? Zihniyle, ruhuyla, kalbiyle, var oluş sancısıyla orada öylece durmuş naz yapan ama bir o kadar da inatçı halini başka bir kadın görse gıpta eder, başka bir adam görse aşık olurdu. 'Bul zaten, onun için açık adres veriyorum.' Gizli saklı tebessümüyle izlemeye başladığında koca bir iç çekti, 'Yaktın bizi be kadın. Cayır cayır yaktın.' Fısıltısı kendi kalbini bile parçalamıştı Turan'ın. O kadar sevmişti ki Irmak'ı tüm benliğiyle bir uçurumdan atlayabilirdi. Öyle sevmişti ki o uçurumun kenarından defalarca boşluğa bırakmıştı. O denli Irmak'a aitti ki yıllar sonra şimdi gerçekten kendi yüreğini hissedebiliyordu. 'Ölmedik ama, hala umut var demek bu, sen öyle söylersin.' Diyen Irmak'la dudaklarındaki kırgın tebessüm usulca soldu adamın. Aklına tebelleş olan gün geldi aklına önce. İliklerinin nasıl acıyla kıvrandığını ancak hücrelerine engel olamadığı anı düşündü. Tenine vuran akşam güneşi yüzünden yansıyan konsolosluk camında bir an göz göze geldiği kendini anımsadı. Dolan gözlerini, alamadığı için boğazına dizilmiş nefesi yüzünden yutkunamayışını, Irmak'ın diz kapağının hemen altında biten beyaz kloş elbisesinin içinde nasıl masum durduğunu, o an orayı talan etmek istediğini, imza atarken ince uzun parmakları arasındaki kalemin aslında bir kağıt parçasına değil de kalbine hançermiş gibi sertçe, umarsızca nasıl değdiğini, o an kesilen nefesini, nefesiyle beraber umudunu... 'Ölüyordum ama...' kaşları derinlemesine çatılırken iç çekerek çevirdi bedenini sırt üstü ve devam etti, 'O herifle evlendiğinde ölüyordum.' Başını usul usul sallayıp tavana dikti bakışlarını Turan. Sıktığı dişlerini rahatlatmak için derin bir nefes aldığında iç çekme sesiyle doğrulup başını elleri arasına aldı. Ölüyordu, öldüğünü hatırlıyordu da tüm bunlara kızıp küsüp kadına sırt çeviremiyordu. Yanardı, yanardı buna yanardı. Göz ucuyla baktığında Irmak'ın başını eğip belli etmeden ağlayan halini fark etti. Yapamıyordu işte. Öldürse de, diri diri gömse de kıyamıyordu. Bu gece burada değil de mezarı başında olsaydı Irmak ve Turan ruhuyla şahitlik etseydi bu duruma o anda dahi kızamaz, kıyamazdı kadına. Daha fazla izin veremedi ruhu o damlalara, yataktan inip diğer tarafa dolaştığında kenara oturarak eğilip başını kaldırmak için çenesinden destek verdi. 'Tamam, ölmedim. Var demek ki umut.' Dışarıdan sızan sarı sokak ışıklarının çelimsizliğine rağmen yanaklarında parlayan göz yaşlarını sildi baş parmaklarıyla. Irmak, Turan'a kalırsa her haliyle güzeldi ancak gözyaşlarını oldum olası mutsuzken yakıştıramıyordu kadına. O gülmekten ağlamalıydı adama göre. Kahkaha krizleri yüzünden dolmalıydı gözleri. Tüm duygu durumu güze de kışa da asla denk düşmemeliydi. 'Pisliğin tekiyim ben.' İç çekişi arasında fısıldadığında kadını kendine çekip sarıldı. Kırmaktan, incitmekten, canını acıtmaktan bir o kadar korkarcasına sardı kollarını bedenine. 'Ha şunu bilseydin.' Sırtını okşayıp mırıldandığında dudaklarını da omuzuna basarak gülümsedi. Tişörtünü sımsıkı tutan parmakların farkında olarak boynuna yüzünü gömen kadınla derince nefeslendiğinde parmakları çoktan saçlarına ulaşmıştı. Her telini kırmaktan korkarcasına okşarken aslında ne kadar kırık dökük olduğunu anlasa da önemsemedi. Zaten sevmek biraz da bu değil miydi? İnsanın kendinden önceye birisini koyabilmesi. Yangın yeri olan yüreğine rağmen sevdiği insana karşı ufak bir sahil kasabasından hallice olması... 'Ya öğrenemeseydin, ben sana, size bu caniliği nasıl yaptım.' İnler gibi konuştuğunda daha da sıkılaştırdı kollarını. 'Ağlama artık, birazdan sen haklısın demeye başlayacağım Irmak.' şaka yapar gibi olsa da fazla direnecek hali kalmamıştı Turan'ın da, 'Yeter.' Fısıltısı titreyerek kendini gösterirken toparlanması gerektiğinin bilincindeydi. Burunlarının uçlarındaki oğlu şu dakika uyansa şaşkınca ikisine bakardı ve o gün bugün değildi. Turan asla ama asla bir drama daha hazır değildi şimdi. 'Çok aptalca davrandım. Hem seni, hem kendimi, hem küçücük çocuğu yaktım.' 'Ben inandım en aptal sensin ağlama diyorum. İndireceğim camı çerçeveyi şimdi.' Sıkıntıyla mırıldandığında yarım gülüşüyle boynundan çekilen yüze baktığında derin bir nefes alıp yüzünü kapatan saçını okşayarak geriye çekti. 'Ben iyi bir adam değildim Irmak, sana haksızlık yapamam, gerçekten de iyi bir adam değildim. Fakat bunu hak edecek birisi de değildim.' 'Sen hep iyiydin.' Tek kaşını kaldırıp dikkatle bakmaya başladığında Irmak'ın söylediğine gerçekten inanıyor oluşuyla gülümsedi. 'Niye yaptın o zaman ruh hastası diyeceğim de çocuk uyurken kavga çıkmasın. Sen bu hafriyat kamyonu halinden üç gün sonra kurtuluyorsun değil mi?' sorusuyla başını sallayıp onay verdiğinde gözlerini kısıp iyice süzdü yüzünü. 'İyi hatırlat, çıkardıktan sonra Deniz'i birkaç saatliğine abimlere bırakalım.' Dediğinde Irmak'ın kaşları şaşkınlıkla havalandığında yeniden iç çekti adam. Bu kaçıncı iç çekişiydi, bu bugün kaçıncı soluklanmaya çabalayışıydı. Hepsi bir yana yıllar sonra o gece, o ormanda Irmak karşısına dikildiğinden beri doğru düzgün nefes alamazken nasıl yaşadığını hissetmişti? 'Niye?' 'Oğlumun önünde kavga çıkarmayayım diye Irmak.' Ciddiyim dercesine olan bakışları kadının hala yaşlı gözlerindeyken tebessümüyle derin bir nefes aldı. Bir kadının yenildiği veya vurulduğu yer çocuğu olurdu çoğunlukla. Tüm geçmiş üzerinde ağır bir yük gibi kalsa da o geçmişten gelen evladı gram ağırlık yapmazdı. Uyumak için Turan'ı yanına çekemeyecek kadar inatçı bir kadınken Deniz'le uyuyayım demesinin sebebi bile buydu aslında. Oğlunda karşısında hala ilk gün gibi bakan adamın kokusu vardı, inanmak istediği, duymak istediği koku o diye belki durum böyleydi ancak ne olursa olsun gecenin bir yarısı Deniz'in başına dikilip saçlarını okşamadan kapatmamıştı gününü. Zamanında genç bir adam olarak kötü geçen günleri bile renklendiren Turan'da gecenin bir vakti karnına yatıp saçlarıyla oynatırdı çünkü. Gerçi o zamanlara göre daha kısaydı saçları, bakışları daha durgun, hareketleri daha ağırdı fakat Irmak görmek istediğinden bir an şaşmadan aynı adamı seyrediyordu. Bir kadın yüreğini defalarca kaptıramazdı el eline. Bir kere kaybolup gideceği insanı bulana kadar en çok acıyı çekiyorum diye düşünürken o asıl adam girince devreye acısı bile tatlı gelirdi damağına. Her detaydan kurtulup kendini unutur, tüm kötü olan anları siler, sığınıverirdi. Aslında kadın sığınacak bir varlık değilken en çok yüreğini savursun diye verdiği adama saklanmayı severdi. Bu mecburiyet, hissetmek, hatta istemekten çok daha öte bir durumdu. Pera duyduğu tıkırtıyla gözlerini araladığında karşısındaki boşlukla çattı kaşlarını. Dirseklerinden destek alıp doğrularak gözlerini odada gezdirse de Meva'nın beşiğinin başının da boş olmasıyla tamamen çıktı yataktan. Adımları parmak uçlarında giyinme odasına yönelirken üzerini değiştiren Dağhan'la düzeltti çatık kaşlarını. Ruhu duymuyormuş gibi davranması günlerdir sürüyordu fakat aslında alenen ne olduğunun ne bittiğinin de bilincindeydi kadın. Sadece tedirgin olmasın, aklı kalmasın diye sessizliğini korumayı tercih ediyordu. Belki de gerçekleri duymamak için çekiliyordu köşesine fakat Dağhan'ın artık kendini belli eden çökmüş göz altları, kızarmış yada yaralanmış eklemleri yeter demesine sebebiyet veriyordu. 'Pera.' Şaşkın sesiyle hızlıca başından geçirdiği tişörtünü de düzeltti Dağhan. Bakışları kadını dikkatle süzerken derin bir nefes alarak gülümsemeye çabaladı. 'Spordan-' 'Yalan söyleme.' Kollarını göğsünde birleştirip şakağını kapıya yaslayıp daha da dikkatli baktığında gözleri de istemsizce az önce çıkardığı kenardaki mavi tişörtü bulmuştu. Gözle görünecek şekilde olan koyu kan lekesi nemle birleşmişti. Zaten günlerdir böyle değil miydi? 'Korkmanı istemiyorum sadece.' 'Her sabah gerçekten tek parça gelecek misin diye korkmuyor muyum sanıyorsun?' gözleri dolmaya başladığında adam hızlıca kenardaki tişörtü alıp elinde buruşturarak kenardaki mavi poşete tıkıştırır gibi bıraktığında yanına yaklaştı. 'Farkında mıydın?' 'Elli metre ileriden değil burnumun dibinden gidiyorsun Dağhan, ben fark etmeyecektim de kim edecekti.' Başını iki yanından sıkıca kavrayan parmaklarla göğsündeki kolları da çözüldüğünde bir anda adamın beline sarıldı. Başını göğsüne gömüp derin bir nefes alırken saçlarının arasında da adamın nefesi dolaşıyordu. 'Endişe edeceğin bir şey yok yüreğimin yarısı.' 'Tüm kıyafetlerin kan, bir iki gündür böyle değil, neredeyse iki haftadır aynı şekilde geliyorsun. Kimin kanı, ne oluyor, niye hala evde kalmak zorundayız, sana, çocuklara, diğerlerine bir şey olacak mı, devamlı devriye atar gibi çevrede arabalar neden geziniyor, hiç ama hiçbir şey bilmiyorum.' Nefes almadan konuştuğunda bedenini de hafifçe çekerek gözlerine baktı Dağhan'ın. Elaları daha da açılmıştı, dudakları kurumuş, hatta son dönemde belli ki kaşlarını çatmaktan alnının ortasındaki çizgi biraz daha derinleşmişti. 'Bilme, bilme Pera. Düşünme bunları, sadece iyi olacağız, bunu bil.' Adamın kolları sıklaşırken başını yeniden göğsüne yasladığında fark etti Pera. Sarılsa da Dağhan son dönemlerde gözlerini sürekli kaçırıyordu kendinden, kaçıyordu, sanki koca bir suçluluk içerisinde gibi kendinden kaçınıyordu. Sıcacık nefesi Pera'nın saç diplerini okşarken dudaklarını sıkıca bastırıp derin bir nefes aldı. 'Korkuyorum.' Fısıldarken saçlarında gezen parmaklarla iç çekti. Yalan değildi, çok korkuyordu. Fakat her an bir şey olacak düşüncesinden değildi bu durum. Çok ama çok daha farklıydı. 'Neden?' 'Senin kendini kaybetmenden.' Göğsünden başını çekerek dikkatle adamın elalarını süzmeye başladığında yüzündeki silik tebessüm kendini göstermeye başladı. 'Ben kendimi bir sende kaybettim, başka türlü de kaybolmam. Gönlünü ferah tut.' 'Kız kardeşini evde tutmak için kardeşim dediğin adamı oyun oynayıp dövdün. Senin Arjin'le laf dalaşına girdiğini gördüm, kızdığını gördüm, Ceyhun'la tartıştığını gördüm ama Turan'la hiç yapmadın bunları. Şimdi sadece kardeşin çıkmasın buradan diye birbirinize girdiniz.' 'Oyundu o, biliyorsun.' 'Bende onu diyorum, oyun oynayarak Irmak'ı burada tuttunuz. Bu kadar kötü mü her şey?' 'Seninle bu konuları konuşmak istemediğimi biliyorsun Pera.' Kapatalım konuyu der gibi başına bir kez daha öpücük bırakıp bedenlerinin arasına ufacık mesafe bıraktığında yalvarırcasına bakmaya başlamıştı bile ki Pera'nın başını sağa sola salladığını fark etti. Karısını biliyordu, öyle yabana atılacak, iki üç bahaneye inanacak, boş verecek biri değildi Pera. Eğer aklına bir konu takıldıysa sonuna kadar giderdi. Çoğu kadın gibi hisleri dürtülerini ortaya çıkarır, dürtülerinden de kaçamazdı. 'Bu kez olmaz. Çocuklarım ve sevdiğim adam bu kadar gerginlik yaratacak şekilde tehlikedeyse olmaz. Deva'yı okula göndermiyorsun.' Hissetse de konuşmuyor olmak çoğu şeyi ertelemelerine yardımcı olmuştu belki ama Pera vazgeçmeye niyetli bir kadın değildi şu an. Tüm gün kafasının içinde tedirgince salınan sorular varken, her Allah'ın günü az veya çok üzerine kan bulaşmış olarak sözde spordan gelen sevdiği adamken olmazdı. İncinecek, narin gibi görünebilirdi kadınlar ama söz konusu ailesi olduğunda ortalığı da kırıp geçirirdi, üstelik göz kırpmadan. Yeri gelir bağıra bağıra ağlar, yeri gelir aynı bağrış bir baş kaldırının habercisi olurdu. Gözleri karardıkları zaman vakit değerini yitirirdi ve yeni bir sayfa açılırdı dünyada. 'Irmak'ın kaza yapmasının sebepleriyle ilgileniyorum.' Başını devam et dercesine salladığında Dağhan sıkkınca nefesini bırakıp gözlerinde kaybolduğu kadına dikkat kesildi. Sessizliğin içinde kalsa da eninde sonunda bir bakışıyla bile konuşturabilecekti Pera, adam da bunun gayet farkındaydı. 'Hepsini öğrenmek istiyorsun.' 'Elbette.' Başını sallayıp ellerini anında adamın göğsüne yasladı, 'Dağhan.' 'Efendim bahar meltemim, söyle.' 'Ben senin oda arkadaşın değilim. Tanıştığımızdan beri her detayı anlattın kendi hakkında ama bu şey, ne denir bilmiyorum, bunun hakkında hep yarım kaldı cümlelerin. Bizi ne beklediğini bilmem gerekmiyor mu sence?' tüm ciddiyetiyle hala takılı kaldığı elalara bakarken onun derin nefeslerinden aslında hak verdiğini anlamıştı. Adamı anlayabiliyordu, korkmasını, ufacık bir şeyde ürkmesini istemiyordu ancak çocuğunun doğumu silahların sinek vızıltısı gibi kurşun sıktığı bir anda başlamıştı. Tüm olanları bilmeden tamamen gözünü, elini, kolunu bağlamışlar gibi olmak hiç ama hiç iyi gelmiyordu. Aksine daha çok tedirgin ediyordu. 'Benden nefret edersin Pera, benden korkarsın. Ben hayatta her şeyi kaldırırım ama senin benden kaçmanı kaldıramam.' Dağhan yeniden gözlerini kaçırdığında bu kez yüzünün iki yanına ellerini yerleştirip kendine bakmasını sağladı. 'Kaçmam.' Başını hızlıca sağa sola sallarken mırıldandığında Dağhan'ın gözleri tekrar beşiğe dönmüştü ki derin bir nefes alarak kadının bedenini sıkıca sardı. Hakkı olduğunu, bilerek daha da sağlam hareket edeceğinin farkındaydı ancak kaybetmek, bu sevdanın Pera'sız kalması fikrini bir türlü kendine yediremiyordu. 'Gel.' İçindeki bütün ağırlığı bırakmak istercesine nefesini savurup sardığı kadınla pencerenin önündeki berjere ilerledi. Oturup kadını da kucağına çektiğinde merakla kendini süzmesine gülümseyerek sertçe yutkundu. 'Irmak'ın haberi yok ama herkes çoktan her detayı öğrendi. Elbette korkup kuduz köpekler gibi saldırmaya başladılar. Henüz yeni kardeş olduğumuzu öğrendikleri için güçlerimizi birleştirme fikri tedirgin etti, haliyle aynı anda hareket etmeye başlamadan önce ayağımızı kaydırmaya çalışıyorlar. Birleşirsek bırak ayağımızın kaymasını sarsılmayız bile, ayrı ayrıyken düşürmeleri çok daha kolay. Yani, onların düşüncesi böyle en azından.' 'Onlar diyorsun. Kimler? Kaç kişi de bu kadar-' 'Düzinelerce.' Kaşlarını havalandırıp sıkıntıyla cevabı vererek başını geriye yasladığında Pera'nın çatılan kaşlarına tebessüm ederek yanağını sıktı. 'Ben sevilen bir tip değilim, Irmak... O hiç değil. Devrim gibi yanımızda olanlardan çok karşımızda kalanlar var. Medya, sosyete Devrim ile yakınlığımızdan bir haber ancak o dünya, öyle değil.' 'Niye bütün bunlar peki? Güç mü sadece? Tüm mesele güç mü?' asla zihninde bir zemine oturtamamış gibi yüzünü buruşturan Pera'yla Dağhan gülümsemeye çabalasa da başaramadı. O kirin pasın içinde her şey değerliydi. Mesele asla güç olamazdı fakat ana konulardan birisi de buydu elbette. 'Güç, para, kendilerine karşı olan birini yok etme dürtüsü, daha üstün olduğunu kanıtlama çabası... Aklıma gelmeyen onlarca amaç vardır.' 'Çok saçma.' 'Sana göre öyle işte yangınım, sana göre öyle...' 'Seni öldürmek istedikleri halde neden her gün ortalığa çıkıyorsun peki? Ya sana bir şey olursa?' 'Çıkmazsam daha çok gelirler. Sindiğimi düşünür, aileme saldırmaya başlarlar.' 'Sende bunu yapmaya cesaret etmesinler diye onlara saldırıyorsun...' kadının fikir yürüterek sonuca ulaşması gözlerini sıkıca kapatmasına neden oldu. Pera'nın aklında daima onu seven adamken şimdi bir cani, katil veya ne denilebilirse, o olma fikri göğsünün ortasını delip geçiyordu. 'Bırakamaz mısın? İşin var Dağhan, koca şirket, aile şirketi var, hiçbiri olmasın bırak alsınlar, deli gibi çalışır yeni bir hayat kurarız...' sesi sonlara doğru fısıltıya dönüşse de yanaklarındaki ince parmaklarla araladı gözlerini. 'Yapamam güzelim.' 'Niye, niye yapamayasın. Ben paran, gücün, şöhretin olmadığı zaman seni bırakıp gidecek birisi değilim ki, varsın olmasın. Sen, çocuklar, tüm aile iyi olsun, sağlıklı olalım en baştan başlarız.' Söylediklerine inanmaktan çok çıkış yolu arar gibiydi kadın. İkna etme çabasında olduğu Dağhan değildi aslında da kendisiydi sanki. Kadının belini saran kollarını hareket ettirip onun yaptığı gibi yüzünü avuçları arasına aldığında sertçe yutkundu. 'Ölmem gerekir, hepimizi öldürmeleri gerekir.' Yalvarırcasına bakan haline rağmen kadının gözleri sıkıca kapanırken Dağhan dudaklarının üzerini örttü. 'Bırakmam için yok olmamız gerekir, yapamam Pera. Ben geberip gidecek olsam bir dakika düşünmem ama size bir şey olmasına izin veremem.' 'Böyle de sana zarar verecekler, bu durumda da belki, belki öldü-' dudaklarının arasından kaçan hıçkırık cümlesini yarıda bırakmasına neden olduğunda narin bedenini kendisine çekerek boyun girintisine yüzünü gömmesini sağladı. Parmakları kadının uzun saçlarını usul usul okşarken arasına dudaklarını basmayı da eksik etmedi. 'Bana bir şey olmayacak.' Boynuna sıkıca dolanan kollarla kadının kokusunu derince içine çekerken kaçıp kurtulacak yeri kalmadığının da farkındaydı. Yakardı, yıkardı, gerekirse yok ederdi fakat Pera'nın sorularına cevap vermemezlik yapacağı bir yer yoktu artık. 'Ya olursa.' Boynuna gömüldüğü için boğuk çıkan sesiyle mırıldandığında derin bir nefes alıp kadının toparlanmasını sağladı. Yüzünü tekrar avuçları arasına alırken baş parmaklarıyla gözyaşlarını temizlediğinde işin belki de gerçek yüzüne daha çok geldiği için olabildiğince kendini de toparladı adam. 'Bana bir şey olursa Devrim ne yapacağını biliyor. Eğer bir gün başkası canımı alırsa dediklerine karşı çıkma olur mu? Sürekli kaçırmayacak sizi ama unutulana kadar yapması gerekenler var, yardımcı ol. Pera, ben bu konuşmadan sürekli kaçtım, yapmak istemedim fakat madem öğrenmek istiyorsun bu seçeneği de göz önünde bulundurman gerek. Güçlü kalacaksın, mecbursun, kızlarımız için sapa sağlam durup bir an ardına bakmadan gideceksin.' 'Dağhan...' yalvarırcasına mırıldansa da kaşlarını havalandırarak başını sağa sola salladı adam. 'Kendimi koruyacağım, senin için, çocuklarım için yapacağım ama gerçekleri atlayamam. Sizi gizleyene kadar sağlam dur, sonra sonra dağıtırsın o da kısa süreliğine. Olur da bir gün yanında uyuyamayacak olursam, sen dimdik ayakların üzerinde kalacaksın ve asla ama asla dönüp benim hesabımı sormayacaksın. Bana yapıldı ama ben evlatlarıma bu saçmalığı miras olarak bırakmayacağım. Anlaştık mı?' göz bebekleri dahi titriyordu kadının. Tüm söylediklerinde ne sesi, ne bakışları tedirgince çıkmazken adamın böylesine normal konuşması içine dokunuyordu. Kendi ölümünden bahsederken böylesine soğuk kanlı davranması canını yakıyordu. Oysa dediklerinin arkasındaydı Pera. Eğer Dağhan'ın bahsettiği gibi bir son olmasaydı, sıfırdan başlamaya, tırnaklarını zemine takıp kilometrelerce yol gitmeye hazırdı. Çünkü gün gelip bazı şeyler yok olacaksa veya daha iyiye gidecekse kadınlar çevresindeki rahatlığa gözlerini kapatıp savaşmak için atılabilirlerdi. Kendisi, sevdiği, çocuğu için yapardı. Dönüp baktığı zaman bir adam için, başkasıyla geçireceğim altmış seneye onunla geçireceğim bir dakikayı değişmem diyecek kadar dirayetli olabilirlerdi. Kadın aslında yokluk içinde kaldı diye terk etmezdi sevdikleri adamları. O yokluk içinde eziyet gördüğü için terk ederdi. Dışarıdan bakanın para varsa huzur var düşüncesi olsa da durum göründüğü gibi olmazdı. Paradan çok, saygı varsa huzur var olmalıydı o. 'İyi misin kızım?' kolunda hissettiği temasla irkilip kendine geldiğinde kendisine endişeyle bakan Elif hanımla karşılaştı Pera. Zorlukla gülümsemeye çabalarken gözleri de Elif hanımdan Dağhan'a döndü usulca. 'Meva gece huysuzdu anne, Pera'da yorgun düştü haliyle.' Adam durumu kurtarmak istercesine anında müdahale ederken bir yandan da kadının dizindeki elini tutarak okşadı. Kendisinin de baş parmağı okşanırken kahvesinden bir yudum daha alarak anlayışla bakan annesine gülümsedi. 'Şirkete ne zaman geçeceksin?' fısıldarcasına konuştuğunda adam gözlerini kısaca bileğindeki saatte gezdirip gülümseyerek dönmüştü. 'Yarım saate geçerim, fazla uzun değil işim, iki saat sonra da dönerim.' 'Bende gelsem?' kararsız olsa da tüm gün evde oturup düşünmesindense gözünün önünde çalışarak kafa dağıtması daha makul gelmişti Dağhan'a. En azından Elif hanım ve Afitab sultan Meva'yla ilgilenirken sabah olan konuşma sayesinde dağınık zihni de toparlanabilirdi. 'Hazırlan hadi.' Kadın anında yanından kalkıp kapıdan içeri girerken Dağhan'da derin bir nefes aldı. 'Pera'yla şirkete geçelim diyoruz anne, iki saate geliriz, Deva ve Meva'yla ilgilenebilir misiniz?' 'Tabi ilgileniriz oğlum da evden çıkarmıyorsun bizi sen de sadece şirkete gidiyorsun, başınıza iş almayın.' 'Sen takma kafana, önlem sadece. Almayız başımıza iş.' Elif hanım başını usulca sallarken gerilmiş tüm bedenini gevşetebilme umuduyla boynunu hareket ettirdi. Tüm olanların arasında kalmışlık, karmaşa, işler, Pera'dan saklamaya çalıştıkları yüzünden resmen kemikleri kilitlenmişti. Bugün o konuşma olmasa o ağırlıkta hala üzerinde olacaktı fakat şimdi de gözünün içine baktığı kadının tedirgin hali içini eziyordu. 'Kendine gel Pera.' Gözlerini makyaj masasının aynasına diktiğinde sertçe yutkunarak baktı yansımasına. Son on dakikadır parlamayan gözlerine bakıp duruyordu. Dağhan'ın anlattıkları kabullenilecek şeyler değildi fakat bir yerden sağlam durması, hatta çok ama çok sert zemine basması gerektiğinin farkına varmıştı. Kafasında dönüp duranlara rağmen dikleşip kendine gelmeye çalışıyordu ve bir kadın buna kalkışıyorsa kesinlikle yapardı. 'Sen Pera ALARIE'sin, kızınla sınandın. Sen Pera ALARİE KALAYCI'sın şimdi de ailenle sınamaya çalışıyorlar. Kendine gel ve göster onlara gününü.' Rujunu sürüp derin bir nefes aldığında yeniden sıkıntıyla düşen omuzlarıyla nefesini sıkıntılıca bıraktı. Bakışları kenardaki telefonuna gittiğinde kararsız kalsa da düşünmemeye çalışarak bir anda aldığı gibi daha dün gece konuştuğu arkadaşını aramaya başladı. 'Biricik...' durumun fenalığından bir haber dostunun şen şakrak tınısıyla gülümsediğinde bir kez daha yansımasına gözlerini dikti. 'Elfe kuşum... Senden GGDK talep ediyorum.' Her zaman işe yarardı arkadaşının Gaza Getirme Destek Konseyi sonuçta, bu zamana kadar boş geçmişliği yoktu. Elinden bir şey gelmeyecek bile olsa o kız arkadaş opsiyonunun tanıdığı gaza getirme olayı yüzünden dünyayı bile elde etmeye kalkışabilirdi. 'Ay... Şu fuar meselesi olmasa karşılıklı ne gaza gelirdik şimdi. Neyse artık Londra'dan döner dönmez tekrarlarız. Şimdi, aynanın karşısında mısın?' 'Sen geldiğinde de yaparız. Evet, hazırım.' Omuzlarını tekrar dikleştirip kendisine baktığında dudaklarını ıslatıp kulaklarını dört açarak Elfe'yi dinlemeye başladı. 'Sen Pera'sın tatlım, başlı başına demir gibi birisin çünkü kadınsın. Bir saç savursan dağlar taşlar yerinden oynar. Bak aynadan kendine, o kadar saçma şey yaşadın, onca gözyaşı döktün sonuç ne peki? Kim yıkabildi de şimdi devrileceksin. Kimse seni zincirleyemez, hep böyleydin. Şimdi kalk ayağa üzerindeki o elbisenin, ayağındaki topukluların hakkını ver ve gidip herkese üç numaralı bakışını at. Onlara ezerim sizi de, sadece bakarak. Bugüne bugün sadece Pera ALARIE değilsin, ikinci soyadında KALAYCI senin. Hem hiçbir şeyin olmasa bile iki tane kızın var, çocuk doğurmuş yine de sapa sağlam durmuşsun. Onlar kim oluyor da seni üzebilecekmiş. Bengal kaplanı gibi kadınsın sen.' Gözleri kısılmaya başladığında derin bir nefesle saçlarını geriye savurdu. 'Haklısın. Kimsenin gücü yetmez. Parçalarım ben adamı.' 'Tabi parçalarsın, yürü be kim tutar seni!' 'Tutamaz! Biricik, aldım gazı gidiyorum, seni seviyorum, döner dönmez mutlaka bizdesin.' 'Bende seni seviyorum Bengal kaplanım, mutlaka dibinde biteceğim.' Konuşmayı sonlandırdığında oturduğu puftan kalkarak bu kez boy aynasında gözlerini gezdirip gülümsedi. Kimse bu tür tehditlerle sevdiği adamın tedirgin olduğunu göremeyecekti. Kendisi ne kadar güçlü durursa Dağhan'da aynı şekilde sağlam kalırdı, adı kadar iyi biliyordu bunu. Merdivenlerin önünde kaçıncı voltayı attığından bir haber derin bir nefes daha aldığında kulağına çarpan topuk sesleriyle bakışlarını yukarıya doğru çevirdi. Konuştuklarından beri dalgın, bitkin, sarsılmış duran kadını baştan ayağa süzerken kendine gelmişlikle gülümsemesi de yüzüne yerleşti. Pera gülsündü, gerisi hallolacak meselelerdi. Kalan son üç basamakla elini uzattığında kendi elini kavrayan nazik parmakların üzerine dudaklarını bastırıp yeniden baktı gözlerine Pera'nın. 'Elif anne ve Afitab sultana-' 'Hallettim ben güzelim, hadi çıkalım.' Göz kırpıp başıyla kapıyı işaret ettiğinde kalan üç basamağı da inen kadının kolu beline yerleşmişti ki kendisi de sırtını sararak çıktı dışarı. Karşısındaki Arjin'in şaşkın bakışlarına rağmen gülümsediğinde adamın da bütün iç karartıcı olaylara rağmen kendini toparlayarak ön kapıyı açması bir oldu. 'Anahtar üzerinde abi, ben arkadayım.' Başını onay verircesine sallayıp Pera'nın kendinden sıyrılmasıyla diğer tarafı dolaşıp koltuğa yerleştiğinde kadının dizindeki eline de parmaklarını kenetleyerek çalıştırdı arabayı. 'İyisin değil mi?' 'Çok iyiyim.' Pera gülümseyerek başını salladığında sinyal verip sitenin çıkışından ana yola geçtiğinde sıkıca tuttuğu elin üzerine dudaklarını bastırdı. 'Kafaya takmak yok Pera.' 'Kafaya takmayacağım, madem yıkılın istiyorlar, aksine, yaprak kıpırdatamadıklarını anlayacaklar.' 'Ne?' kafası karışmış halde göz ucuyla Pera'ya baktığında onun umarsızca omuz silktiğini fark etti. 'Öyle Dağhan. Yer yerinden oynasa bizde yaprak kıpırdamadığını görecekler.' 'Zerre anlamadım ama iyi olmana sevindim.' Başını usulca salladığında gözlerini kısa bir anlığına yoldan ayırıp Pera'yı yeniden süzdü. Aşağı inmesi neredeyse bir saati bulmuşken odada nasıl bir hazırlanma çabasında olduğunu merak etmişti fakat belli ki sadece kıyafet saç baş ile uğraşmamış, aynanın karşısına geçip kendiyle kısa bir kavgaya dahi tutuşmuştu. Gözleri öyle bir bakıyordu ki önüne kendisi geçse yıkıp arkasına dahi bakmadan devam ederdi sanki kadın. 'Sen gerçekten iyi misin?' kaşlarını havalandırıp bu hızlı değişimi kuşkuyla yeniden süzdüğünde trafik ışığıyla arabayı yavaşlatıp durdurduktan sonra daha dikkatli baktı kadına. Pera'nın yüzündeki yandan gülüşüyle kendine dönmesi bir olduğunda kravatını yakalayıp kendini çekmişti ki kaşları çatılsa da dudaklarının üzerindeki dudaklarıyla irkildi. Daha bir saat önce dert havuzuna dalmış kadın şimdi kedi gibi tırnaklarını gösteriyordu. Ya gerçekten Pera'nın ayarları bozulmuş ve artık destek almaları gereken evredelerdi ya da kadınlar yıkıldıkları yerden daha hızlı yukarı çıkma konusunda istisnasız bir patrondular. Teni teninden yavaşça koparken gözlerini kara bakışlara diktiğinde dudağının üzerinde hissettiği ince parmak ruju temizleyerek gülümsedi. 'Silah kullanmayı öğret bana, gerçekten ve tüm ayrıntılarıyla.' Kaşları istemsizce tekrar çatılırken Pera'nın yüzündeki o çekici bakışların, o bakışlarla itiraz edeceği şeyi kabullendirme halinin farkındaydı ancak karşı koyamıyordu nedensizce. Garip bir şekilde içinden kadına olmaz, saçmalama, sen geri duracaksın diye bin bir laf söyleme niyetinde olsa da kilitlenmişti. 'Öğreteyim.' Başını ufak hareketlerle sallarken kravatındaki parmaklar da gevşeyerek üzerini düzeltmişti ki kadın gülümseyip tekrar yola çevirdi harelerini. 'Ne oldu lan.' Dağhan kendinden kopan gözlerle irkilerek kendine gelirken korna sesleriyle ışıklara bakıp tekrar hareket ettirdi aracı. Kaşları hala çatık az önce ne olduğunu anlamaya çalışsa da an itibariyle Pera'dan bir ufak çekinmemiş değildi. Geldikleri şirketle arabayı kapının önünde durdurduğunda kulpa uzanan parmaklarına rağmen yakaladı Pera'yı. 'Pera az önce...' aynı bakışları tekrar kendisini bulurken Pera hafifçe dudaklarını ıslatıp gülümsedi. 'Benim kocamı kimse alt edemez Dağhan. Kimse çocuklarım ve benimle tehditte edemez.' Elemanların anında kapıyı açmasıyla Pera'da indiğinde adam yüzünü buruşturdu. 'Hadi bakalım... Buyurun cenaze namazına.' 'Bir şey mi dediniz Dağhan bey?' kendi tepesinde bekleyen görevlinin sorusuyla başını sağa sola sallayıp o da indi. Merdivenlerin başında kendisine sırtı dönük kadına bakıp derince soluklandı. 'Demedim, kolay gelsin.' Arabanın yanından sıyrılarak Pera'ya ulaştığında kadın gülümsemeye devam ederek elindeki gözlüğü taktığı gibi parmaklarıyla elini kavradığında derin bir nefes alıp bıraktı. Şu saatten sonra anlamsızca Pera'yı hiçbir gücün durduramayacağını düşünüyordu. Sanki tüm o konuşma ve dalgınlığın içerisinden bir yılan gibi derisini soyarak canavar çıkmıştı. Pera'ya baktığı zaman tam olarak gördüğü buydu. Usul usul, üzerindeki o anaç, tedirgin halini bir deri gibi soyup kenara bırakan ve sinsice gizlendiği yerden çıkıp saldırıya geçmek için hareketlenen bir canavar... Basamakları çıkıp asansöre bindiklerinde gözleri Pera'da olsa da kadın tebessüm ederek gözlüğünü çıkarıp kendine döndü. Her gün yeni bir kadınla tanışır mıydı bir erkek? Dağhan Pera'yla geçen her günü yeni bir kadınla tanışır gibi geçiriyordu. Bir gün içi dışına çıkana kadar ağlayan, korkan, titreyen kadın oluyordu, başka bir gün ise insanları korkudan ağlatacak kadına dönüşüyordu. 'Niye öyle bakıyorsun?' 'Korkutucusun çünkü.' 'Güzel.' Gülümseyip asansörün uyarı sesinden hemen önce dudaklarını dudaklarına tekrar bastırdığında açılan kapıyla karşılarında dikilen Ezgi ve Gökhan'a baktılar. Kısa bir selamlaşmayla Pera'nın parmakları kendinden koparken derince soluklansa da göz kırpmasıyla gülümsedi. Şaşkındı, şok içerisindeydi fakat başka bir kadın gibi odasına doğru ilerleyen karısının bu haline ağır düşmüştü Dağhan. Gözleri uzunca ilerlemesini izlediğinde Ezgi'nin yanında beklediğini hatırlayarak kendine gelmeye çabaladı. 'Pera hanım iyi mi Dağhan bey?' demek ki durum sadece kendinin dikkatini çekmiyordu. Başını usul usul onaylarcasına sallayıp kendi odasına yönelse de içinden inşallah iyidir demeyi de eksik etmedi. Tüm toplantı boyunca kendine engel olamadığı gibi yine bakışlarını kadına diktiğinde ekrandan akıp giden projenin neredeyse yüzde onunu bile dinleyememişti. Allahtan ortalıkta müşteri yoktu, sadece kendileri kontrol ediyorlardı da tüm sunum bitince Turan'ın tabiriyle mavi ekran vermeyecekti. Gerçekten de Turan'ın dediği kadar vardı, yok fındık kadar beyin bile bırakmıyorlardı sevdikleri kadınlar. Normalde toplantının başından sonuna kadar eksikleri not alıp onların revizesini sağlayan adam revize bir kenarda dursun toplantı başlığını unutmuştu. Karanlık odada aralanan kapı dikkatini çektiğinde Gökhan'ın sessizce içeri girip tabletten bir şey göstermesiyle şükür etti. En azından kafasının dağılma payı olduğunu düşünse de gözleri bu kez de dekoltesine takıldı. Yok Pera kesinlikle kendini kışkırtmak için çaba gösteriyordu. O bir saatte ne olduysa kafayı yedirmeye yeminli gibiydi kadın. Yüzünden bakışını çekse dekoltesine, oradan çekse ince parmaklarına, her şekilde dumur olmasını sağlıyordu. Sıkıntıyla geriye yaslanıp gömleğinin düğmesi ve kravatını gevşettiğinde biten sunumla şükür çekerek döndü ekrana. 'Sizin için tamam mıdır?' baştan sonra anlatan genç kadın tebessüm ederek dördüne de baktığında Pera, Nida ve Pamir kendisine dönmüştü. 'Siz sunumu bana atın Ceyda hanım, bir kere daha kontrol edeyim.' En kolay kaçış yoluyla başını salladığında karşısındaki kadın da gülümsemeye devam ederek kapattı sunum ekranını. 'Nasıl isterseniz.' Odadakiler birer birer çıkmaya başlarken sonunda Gökhan'da işini bitirip dışarı çıkmıştı ki kapanan kapıyla gözleri üç bedeni buldu. 'İdare edebileceğinize emin misiniz? Bakın sıkıntılı dönemdesiniz zaten, tatil meselesini erteleyebilirim.' Pamir'in ciddiyim dercesine olan bakışlarıyla başını sağa sola salladı. 'Benim için sıkıntı yok, sen git tatilini yap.' Pamir'in gözleri kendisinden Nida ve Pera'ya döndüğünde Nida'da gülümsedi. 'Şaka değil gerçekten de beş yılda bir tatile gidiyorsun, Allah aşkına git Pamir. Sen olmazsan şirket batmaz korkma.' Pamir'in bakışları bu kez Pera'ya döndüğünde kadın garipsercesine bakmıştı. 'Kağıt üzerinde hissedarım diye bana bakma, işimin seninle alakası yok bu ara.' 'Bir anda ortaya çıkaracağın çekim ekibi veya röportaj için gazeteci yok mu yani?' 'Yok, siz dönünce ayarlarım olsa bile.' 'İyi o zaman, ben şimdiden kaçıyorum.' Pamir ellerini havalandırıp ayaklandığında Nida'da gülümseyip kalktı koltuğundan. 'Benim de dışarıda görüşmem var. Yarın tekrar buluşmak dileğiyle.' Gülüp Pera'nın yanından geçerken yanağını öptüğünde Dağhan sabırla çıkmalarını beklemişti ki sonunda kapanan kapıyla ayaklanıp kilidi çevirdi. 'Ne oldu?' Pera'nın anlamaz bakışları üzerinde şaşkınca gezinirken arabadan beri tutuyor gibi hissettiği nefesini bırakıp ayağa kalkan kadına yaklaşıp masayla arasında sıkışmasını sağladı. 'Sana şirkete gidelim dedim sen aklımı alıp bilmediğim bir yere gidiyorsun.' Açıklamasıyla beraber Pera'nın kaşları çatılırken Dağhan birazcık daha yaklaşıp sardı belini. 'Vicdansız mısın be kadın. Kalpten götüreceksin beni.' Bakışları istemsizce dekoltesine yöneldiğinde sabır çekerek tekrar gözlerine bakmıştı ki sinsi gülümsemesiyle araladı Pera dudaklarını. 'Ne yaptım ki?' yok yok kesin düşsün bayılsın diye silkiyordu o omuzu. Hele kışkırtmak ister gibi gözlerini kaçırması net bir şekilde Dağhan'a karşı uygulanan sert bir işkenceydi. Kadının belindeki parmaklarının okşamasını durdurup sıkılaştırarak iyice bedenine çektiğinde Pera'nın kolları da boynuna dolandı. 'Pera, aklımı kaybettireceksin ikimiz beraber arayacağız. Ne oldu bir saat içinde güzelim? Yukarı yıkık gittin, gökdelen olarak döndün.' 'Biraz kendi kendime gaz verdim, biraz da Elfe'den aldım.' Kadın tekrar omuz silktiğinde dudaklarını kadının elbisesi yüzünden açık olan omuzuna yaklaştırıp öptü. 'Nasıl bir teşvik bu böyle?' 'Sen yaparsın Pera gibi bir başlığı var.' 'Ve seni tırnaklarını çıkaran bir canavara dönüştürdü?' hala dudaklarının basılı olduğu omuzdan çekilip kadının yüzünü dikkatle süzdüğünde o usul usul başını sallamıştı ki az önce sıkılaştırdığı eliyle belini tam olarak kavrayıp toplantı masasına oturmasını sağladı. 'Pera, tırnakların da bakışların da çok hoşuma gitti güzelim ama haftalardır sana doğum yaptığın için dokunamıyorum ve sen beni kışkırtıyorsun.' Sabrının son sınırında gibi mırıldanırken kadının kendine uzanan parmakları yakasının üzerinde gezinmişti ki boynuna değen tırnağıyla titrek bir nefes aldı. 'Yapma güzelim, yapma Pera'm, yapma yüreğimin köşesi.' Dişlerini sıkıp zorlukla konuştuğunda kendinden bağımsızca kapanan gözlerini aralayarak uğraşmak hoşuna gitmiş kadının gülümsemesini süzdü. 'Yakanı düzelttim, ne yaptım ki.' 'Elim ayağım titriyor ne olur yapma.' Radarından çıkmak istercesine hala tuttuğu beliyle masadan indirdiğinde bir adım gerilemişti ki azıcık mesafeyi yeniden kapatan kadınla ıslattı dudaklarını. Resmen kendine eziyet etmeye çalışıyordu, hayır işin asıl enteresan tarafı zaten kadının çalışırken olan tutkusuna düşen adama yapıyordu buna. Şimdi şirkette hem çalışır haliyle olması hem de damarının üzerinde tepinmesi hiç akıllıca değildi. İnsan ilk kez sevişircesine ister miydi bir kadını? İşte Pera, Dağhan'ın tam olarak o evrede dolaşmasına neden oluyordu. 'Dağhan...' 'Efendim.' Cilve yapar gibi çıkan sesine titrek bir nefesle karşılık verdiğinde dibindeki dudaklara kaydı gözleri. 'Meva biraz daha büyüdükten sonra çalışmaya yeniden başlayacağım ya hani...' 'Canıma okumaya başlayacaksın gibi hissediyorum ama eee...' 'Acaba daha erkene alıp Meva'yla mı gelip gitsem.' İşte bu meseleye düşmezdi. Kadına baktığı her saniye dibe girse de bu konuda kafasında çakan evlat düşüncesi anında irkilmesini sağladı. 'Yemem bunu güzelim. Ortadaki tehlike kalkana kadar evdesiniz, ha illa ki çalışacağım dersen saygı duyarım fakat az çalışacağım günler gelirsin, şirkette olduğumuzda da ya annemler bakar ya da bir yardımcı daha buluruz.' İtirazına bozulmamış aksine gülümsemesini daha da genişletmiş kadınla kaşları havalandığında dudaklarının üzeri yeniden kapandı. Sonunda Pera'da kendini bir adım geri çektiğinde ne olduğunu anlamak için süzdü iyice. 'Ne oldu? İstediğin şey için direnmeyecek misin?' 'İstediğimi aldım ben.' 'Ne aldın?' kaşları anında çatılırken Pera omuz silkip dişlerini gösterecek kadar güldü. 'E kendi ağzınla kısa da olsa seninle şirkete gidip gelebileceğimi, meseleler kapanınca da normal iş seyrime döneceğimi söyledin.' Turan mavi ekran konusunda haklıydı. Dağhan yeniden içinden tekrar etti, adam kesinlikle haklıydı. Sistemi çökmüştü resmen Pera sayesinde. Kadınlar tehlikeli varlıklardı, sevdiği kadın ise kesinlikle itiraza mahal vermeyecek bir tehlikeydi. Bugün sadece kafası dağılsın diye tamam dediği şeye saniyeler önce devamlılığı olması adına onay vermişti. Pera'nın evden çıkmasını hiç ama hiç istemezken üstelik. Irmak bakışlarını iki bedende gezdirmeye başladığında Turan'ın hadi dercesine oğlunu işaret etmesiyle derin bir soluk çekti. Bir de kendinin inatçı olduğunu söylerlerdi, yalandı. Külliyen yalandı hatta, insan tamam dediği saatten şimdiye kadar kırk sekiz saati tutar mıydı gerçekten? Turan yapmıştı işte. Üstelik tüm gün var nasılsa diye evin içinde köşe kapmaca oynarken bir anda tepesine dikilip 'Sana verdiğim sürenin sonuna geldik.' Demişti. 'Konuşacağız dediniz, ne konuşacağız?' Deniz bir annesine bir de Turan'a bakarak aralarındaki işaretleşmeleri anlamaya çabalasa da sonunda kendine odaklanan adamla onun konuşacağını fark ederek kollarını sehpaya yasladı. Irmak koltukta Deniz'in tam karşısında gelecek şekilde oturmuş, Turan sehpanın diğer ucunda Irmak'ın sağına yerleşmiş, Deniz ise legolardan zorlukla koparak Turan'ın sağ tarafında kalacak şekilde yere çökmüştü. 'Deniz, baban gelse ne hissedersin?' bakışlarını ufaklığın boncuk tanelerine tüm merhametiyle dikerken küçücük boyuna rağmen usulca omuz silkmesine gülümsedi Turan. 'Bilmem, gelemez ki ama, çok uzakta.' 'Farz et değil.' Bir kez daha tepkisine baktığında onun Irmak'a dönen gözleriyle gülümsedi. 'Sevinirim herhalde. Niye soruyorsun Turan abi?' sabırsız bakışları bu kez kendini bulduğunda Turan koltuktan inip koltuk ile sehpa arasındaki boşluğa koca bünyesine aldırış etmeden güçlükle yerleşerek kollarını sehpaya yasladı. 'İnsanlar bazen yanlış yapabilir Deniz, bazen istemedikleri şeyleri yapmak zorunda kalır, hatta bazen de yanlışlıkla yaparlar. Fakat sonuç ne olursa olsun çocuklarını çok severler, onların da sevgisini kaybetmek istemezler.' 'Annem bir şey mi yaptı?' kaşları çatılırken bakışları kısacık bir anlığına Irmak'a dönse de Turan derin bir nefes alıp başını sağa sola salladı. 'Seni korumaya çalıştı annen, kötü bir şey yapmadı yani.' 'Ne yaptı peki?' 'Deniz, annenin ne yaptığını boş verelim paşam o hiçbir şey yapmadı, ben sana dümdüz söyleyeyim olur mu?' 'Olur...' ufaklığın bütün dikkati kendine odaklandığında usulca elini cebine atıp fotoğrafı ve spreyi parmakları arasına aldı. Sehpanın altından spreyi bacağına bıraktığında fotoğraf karesini de Deniz'in ince parmaklarına uzattı. Ufaklık ne olduğunu anlamayan haliyle bakarken elindeki fotoğrafı aldığında bakışları önce onda ardından da kendilerinde dolaştı. 'Deniz.' Ufaklık kaşlarını çatıp Turan'a yeniden bakarken adam iç çekip fotoğrafa parmağının ucuyla dokundu. 'Fotoğraf hakkında bir şey söylemek ister misin?' 'Ne söyleyeyim ki?' gözleri yeniden annesine kaysa da onun nemlenmiş bakışlarından kaçmak adına dönmüştü tekrar Turan'a. 'Fotoğraftakiler kim biliyor musun peki?' 'Annem. Bir de sen sanırım. Arkadaş mıydınız daha önce annemle?' sorusuna Turan başını sallayıp onay verdiğinde gerginlikten kuruyan dudaklarını ıslatarak gülümsemeye çabaladı. 'Arkadaştık ama biraz daha fazlası var. Bunu sana nasıl söylememiz gerektiğini bilmiyoruz aslında Deniz. Üzülmenden korkuyoruz biraz. Fakat sen bazı şeyleri anlayacak yaşta bir çocuksun. Değil mi annecim?' Irmak'ın konuşmasına yeniden başını salladı ufaklık. Ortamdaki gergin hal bir türlü evrilip kendine gelemezken Irmak toparlamak adına dudaklarını aralasa da bir anda duyduğu Turan'ın sesiyle kalakaldı. 'Senin baban benim.'
|
0% |