Yeni Üyelik
72.
Bölüm

Bölüm 70 - Benim Hep Bir Planım Vardır

@biceruvar

Merhabalar... Size bir miktar Turan demek istedim bugün. Bu hikayenin kahramanları o kadar sol tarafıma işli ki onlar hakkında ne vakit kendi kendime düşünsem vicdanımdan vuruldum. Kimine iyi kimine kötü olanlar benim için mükemmel bir kapıydı aslında. İşte tam da o yüzden bugün günlerden canım Turan...

Varlığın hayal dünyamda daim olsun dev cüsseli, kalbi kırık çocuk...

Bugün içimde Turan'ın asılı kaldığı zamanlardan birini yaşıyorum sanırım. Ah benim dev cüsseli küçük çocuğum, seni ne kadar zaman geçerse geçsin kalbimin her zaman bir köşesinde taşıyor olacağım. Bir başına ordu olmanı da, kalbin kırıkken konuşamamanı da zihnimden silemeyeceğim. Bir gün karakterlerden birisi çıkacak karşına ve sarılacaksın, o kim derlerse senin için aşırı derecede ısrar edeceğim. Ağlamamak için sıktığın dişlerine derman olmayı seni ağlatırken o kadar isterdim ki... Çocuk yaşında başını okşayabilmeyi, Turan yalnız değilsin demeyi... Anlatmaya kelimeleri yetiremiyorum bu noktada. Seni en çok sevilmeyen çocukluğundan sevebilmeyi isterdim Turan. Küçücük bir kadına verdiğin değer yüzünden dünya üzerindeki en iyi adam olduğunu var saydım mesela. Dışarıdan bakılan bir göz ile bağımlı bir adam gibi görünsen de kalbindeki hazine için vazgeçtiğin bağımlılıklar yüzünden bir başka oldu yerin bende. Ufacık çocuğun karşısındaki utangaçlığınla, korkunla kucakladım seni. Bütün karakterlerin bir parçası vardı kalbimde ve senin ancak şimdi olabildi Turan. Sen geçen uzun zamanlar sonrasında Mabel Matiz'in kalbindeki Yeni Yaz oldun. Adını unuttuğun yerde durdun, Irmak'ı tanıdığından beri sevmenin sahrasındaydın, göğsüne yeni bir yazın ateşi düştü ve sen o yazı yine Irmak yaptın.. Çok güzel sevdin ve emin ol çok güzel sevildin benden yana Turan... Sen bu hikayede hep vardın, hep var olacaksın...

Sizleri bölüm duyuruları ve paylaşımımızın daha da çoğalması adına instagrama beklediğim gerçeğini atlamayalım lütfen...

Instagram: BiCeruVar

---------------------------------------------

'Fotoğraftakiler kim biliyor musun peki?'

'Annem. Bir de sen sanırım. Arkadaş mıydınız daha önce annemle?' sorusuna Turan başını sallayıp onay verdiğinde gerginlikten kuruyan dudaklarını ıslatarak gülümsemeye çabaladı.

'Arkadaştık ama biraz daha fazlası var. Bunu sana nasıl söylememiz gerektiğini bilmiyoruz aslında Deniz. Üzülmenden korkuyoruz biraz. Fakat sen bazı şeyleri anlayacak yaşta bir çocuksun. Değil mi annecim?' Irmak'ın konuşmasına yeniden başını salladı ufaklık. Ortamdaki gergin hal bir türlü evrilip kendine gelemezken Irmak toparlamak adına dudaklarını aralasa da bir anda duyduğu Turan'ın sesiyle kalakaldı.

'Senin baban benim.'

Korkarak çıkan sesine rağmen sanki boğazındaki o saçma hissiyat kaybolacakmış gibi Turan sertçe yutkunduğunda hala tepkisizce bir fotoğrafa bir kendilerine bakan ufaklığa odaklıyken koca cüssesine rağmen gözyaşını zor tutuyordu. Gözünün önünde kendi çocukluğu vardı, o isyankâr hali, kılı kıpırdamadan herkesi siktir edişi, yurt tuvaletinde gecelerce ağlayışı ancak gündüzleri ufacık bir yaprağın dahi kıpırdamadığı anlar. Ailesiz kalmanın acısını en iyi bilenlerden biriydi Turan. Üstelik imkanı olan birkaç biyolojik insan kendilerini kenara ittiklerinde ve tüm bu meseleleri çocuk yaşında dahi bir yetişkin gibi ayırt edebildiğinde fazlaca acımıştı canı. Halbuki çoğu insan Turan'ın vücudunda gizli bir zırh taşıdığını zannederdi, canı sıkılmaz, derisi kesilse kanı akmaz gibi. Ama şimdi, tam da şu anda çaprazında oturan bu ufaklık onun seneler önce yanan organlarıydı, kalbiydi, varoluş sancısıydı. Deniz öyle bir durumda izliyordu ki üç görüntüyü de, fotoğrafı, Irmak'ı, kendisini aslında aklından geçenler bir baba olarak değil de o zamanları yaşamış çocuk olarak Turan'ın da aklında tilkiler gibi dolaşıp duruyordu. Sonunda bakışması bitmiş olacak ki Deniz'in gözleri bir kez daha Irmak'a döndü. Kaşları çatılmaya başlarken gözleri de dolduğunda Turan derin bir nefes daha aldı. Kendisi için bunu söylemek on iki yaşına dönmekti. Tüm isyanıyla karşısındaki kendinden büyük iki bedene bağırmak, kükremek, onları kovmaktı. Deniz'in bu kadar tepkisizlik içerisinde ağlamamak için kendini zorlaması daha da ürkütüyordu adamı. Oğlu kendisinden daha mı güçlüydü, yoksa yaşadığı acı daha mı ağırdı işte onu çözemiyordu.

Ne yapacağını anlamak adına dikkatle tepkilerini ölçse de ufaklık bir anda elindeki fotoğrafı sehpaya bıraktığı gibi ayağa kalmıştı. Tabi o şok evresine rağmen Turan'da onunla harekete geçti. Koşarak kapıya ulaşıp açtığında ise anında yakalamıştı kendine göre çelimsiz bedenini. Fiziken çelimsiz olsa da sol tarafında kendiyle beraber büyüyen organın nasıl da o küçük bedene sığmadığını biliyordu Turan. Kolları sıkıca ama incitmemek için nazikçe Deniz'i tutarken dili düğümlenmiş gibiydi. Haykırması, gözyaşı, belki de henüz tam anlamıyla dışa bile vuramadığı isyanını kendi beyninde hissediyordu.

'Bırak! Bırak beni!' deli gücü geldi derlerdi ya insana bazı durumlarda, işte o andan ibaretti Turan ve Deniz'in hali. Turan hayatı boyunca gösteremediği sabrı gösterebiliyor, Deniz kendinde asla rastlamadığı bir isyanla tanışıyordu. Ufacık bedeninin çırpınışlarına rağmen başını okşayan o ele karşı durmak adına bir başkaldırı gösteriyordu.

'Sakin ol paşam.' Derken Turan sımsıkı tutup göğsüne bassa da çırpınmaya devam etti. Tüm siteyi ayağa kaldırmak istercesine, olabildiğince gücüyle beyninde depremler yarattı Turan'ın.

'Bırak beni! Dayıma gideceğim!' bir yandan hıçkıra hıçkıra ağlayıp bir yandan tepinmesi sürerken Turan gözlerini kapatıp olduğu yere diz çöktü anında. Diyecek tek kelimesi yoktu ancak yıllarca eksik kalmış sarılması vardı. Eğer ki birisi ona inat edip böyle sarılsa belki de affederdi o terk edilmeyi de.

'İstemiyorum sizi! Bıraksana!' Tüm itirazına rağmen bırakmadı Turan. Tüm yakarışına, göz yaşına rağmen bir an gevşetmedi kollarını. Cümlelerinin hepsi boğazında takılıydı, tüm yıllar bir bir uçurumdan aşağı bırakmıştı kendilerini fakat bildiği tek gerçek vardı. Deniz'e ne kadar sarılırsa aslında kendine o kadar sarıldığını hissediyordu. Şuan kendinden nefret dahi edebilirdi bu küçük adam ama bir gün dönüp öğrendiğinde uzak kaldı dememeliydi. Seneler sonra yaşlanıp öldüğünde Deniz mezarı başına gelirse, beni hissettiğin günden beri elin hep omuzundaydı diyecek kadar inanca sahip olabilmeliydi kendisi için. Bunca seneden sonra kendinden kaçtığı her anda aslında kendisinin de onun peşinden koştuğunu bilmeli, arkasında kapı gibi sağlamca durduğundan emin olmalıydı.

'Deniz sakin ol, sakin ol götüreyim dayına ama ağlama.' Büyük eliyle anında yanaklarını silerken yanlarına ulaşmış Irmak'ta çökmüştü ki derin bir nefes aldı.

'Annecim, yapma oğlum.' Kadın da çırpınan halini durultmak istercesine saçlarını okşasa da bağırışı durmadı. Öyle ki o inleyen sitede her yere dağılmış adamlar bile ufacık çocuğun isyanına görünür olmaya başlamışlar, sadece ne yapacaklarından emin olamayarak sadece bakakalmışlardı.

'Bırak! Dayı! Dayı!' koşma sesleriyle Turan'ın gözleri Arjin'i bulduğunda adamın geriye dönmesiyle duraksaması bir olmuştu ki Dağhan koşarak indi basamakları.

'Koçum.' Turan'ın kollarındaki beden anında sıyrıldığında Dağhan'a koşup kucağına çıkmıştı bile.

'Götür beni! İstemiyorum onları! Yalan söylediler bana!' ufaklığın başını omuzuna gömmesiyle beraber sırtını okşarken Dağhan Turan'ın dağılmış halini toparlaması için çenesiyle evi işaret ettiğinde yanındaki kadına destek olarak kalktı adam.

'Bağırma dayısının koçu, konuşalım bir.' Derken sesi sakince çıktığında saçlarını okşamaktan kaçınmadı. İki kızı vardı Dağhan'ın. Birisinin tek inadı gece uykusuydu diğerinin de şimdiye kadar böyle kıyamet kopardığını görmemişti. Gerçekten de erkek çocuğu başka bir kafa istiyordu anlaşılan o ki.

'Bana yalan söylediler!' Deniz'in bağırması sürerken kaşları şaşkınlıkla havalandı. Yok kesinlikle erkek çocuğu yetiştirmek enteresan bir deneyim olabilirdi.

'Bağırmadan konuşalım olur mu dayıcım. Ne yalan söylediler koçum?' omuzundan kaldırmadığı başına rağmen az önceki bağrışı durgunlaşırken iç çekmesi de kulağına dolmaya başlamıştı.

'Deniz, dayısının aslanı, önce bir hava çekelim, rahatla, sonra anlat ne yalan söylediklerini olur mu?' ufaklık başını kaldırmadan sallarken Dağhan'da kollarındaki bedenle girdi evden içeri. Adımlarını salona yönelttiğinde yere düşmüş spreyi eğilip aldığı gibi koltuğa oturarak Turan ve Irmak'a gözleriyle oturmalarını işaret etti. Sonunda omuzundan kopan ufaklığa gülümsediğinde terlemiş alnına yapışmış saçlarını okşayıp geriye çekerek baktı gözlerine.

'Çekmem deseydin be koçum.' Gülümseyerek ortalığı ayağa kaldıran halini düşündüğünde elindeki spreyi de çalkalayıp dudaklarının arasına yerleştirdi. Derince soluklanmasını izlediğinde ilacı geri çekip süzdü ufaklığın kızarmış yüzünü.

'İyi misin bir daha mı?' iç çekip cevap vermediğinde tekrar ilacı sıkmıştı ki başının üzerine dudaklarını bastırıp geri çekildi.

'Şimdi iyisin. Söyle bakalım, ne yalanıymış bahsettiğin?'

'O babammış.' Bakmadan eliyle arkasındaki Turan'ı işaret ettiğinde Dağhan kaşlarını havalandırıp süzdü iki bedeni. Irmak'ın sık sık yutkunuşu, Turan'ın gözlerini kaçırması birbirini takip ediyordu. Dünya sanki ikiye ayrılıyordu ve Turan hayatı boyunca ilk kez geç kalmışlığına utanıyordu. Deniz'in, O babammış demesi öyle işledi ki içine asla yemediği bir yumruğun sancısını karın boşluğunda hissetti, nefesi kesildi. Babammış, Deniz'in babasıymış, korkak bakan cesur bir erkek çocuğunun sırtını yaslayabileceği ağaçmış... Kendinin küçük yaşlarda rastlayamadığı ağaç olmuş fakat attığı ilk adımda yere düşerken tutamamış oğlunu... İçini kasıp kavuran bu fikirler durmaksızın dövdü Turan'ın beynini.

'Yalan tam olarak ne peki?'

'Abi dedim ben ona.' Ufaklık tekrar ağlamaya başladığında Dağhan gülümseyip ıslanan yanaklarını elinin tersiyle sildi.

'Sen istemiyor musun onun baban olmasını?'

'İsterim ama...' Turan'ın halıyı inceleyen gözleri bir anda dayı yeğene döndüğünde anladı gözlerinin dolduğunu. Artık ona göre halıdaki desenleri gördüğü kadar net değildi her şey. Boğazından geçmek bilmeyen bir şey takılı kalmıştı sadece bir ama ile.

'Ne ama?'

'Ama yalan söylediler.'

'Koçum, bak sen şimdi ağlıyorsun değil mi? Nefesin de daralıyor.' Bir kez daha çocuğun ıslanan yanaklarını sildiğinde gözlerine bakmıştı ki başını sallayıp iç çekmesiyle gülümsedi.

'İşte annen de baban da senin ağlayıp nefesinin daralmasını istemediler. Sana yalan söylememişler ki, sadece korkmuşlar bir şey olur diye.'

'Şimdi de oldu, niye sakladılar ki. Yalan işte.' Omuz silkip göğsüne gömüldüğünde Dağhan bakışlarını sessizliğe gömülmüş iki bedene çevirdi ki Deniz'in sesini tekrar duydu, 'Saklamakta yalandır.'

'İnatta bir murat işte.' Göğsündeki ufaklığın hıçkırarak ağlamaya devam etmesi üzerine geriye yaslandığında dudaklarını ıslatıp saçını okşar gibi kapattı kulağını.

'Bekleyelim ağlasın, içini döksün en azından.' Fısıltısıyla ikisi de tedirgin olsalar da başlarını salladığında Turan dizlerinden destek alıp ayaklandı. Sessizce mutfağa doğru giderken Dağhan'ın gözleri de Irmak'ın ağlamamak için direnen harelerine döndü.

'Gel buraya deli.' Kaşlarını çatsa da koltukta kayıp dibine ulaştığında kolunun altına çekerek derince soluklandı. Beş dakikaları boş geçmezken bugün de buna denk gelmesi şaşıracağı bir durum değildi. Normalde insanların sadece dışarı hayatı veya aile hayatından birisi karışırdı, bu aile için de tam tersi oluyordu.

'Sen de ağla aç içini, sonra sezonu kapatacağız.' Irmak'ın iç çekmesine güldüğünde elindeki fincanla tekrar salona dönen Turan koltuk koluna bırakıp az önce kalktığı yere oturdu.

'Eline sağlık.' Başını usulca sallayıp adamı süzerken onun da gözlerini açıp kapatmasıyla dibindeki ufaklıkla Irmak'a göz attı. Annesi babası inatçı olunca çocukta da etki gösteriyordu işte. En azından Deniz kendilerine alışmıştı da Irmak gibi ketumluk yapma niyetinde değildi. Hiç yoktan dayı diye siteyi bağrışıyla inlettiğinde anlamıştı Dağhan alışabildiğini. Beklemediği bir durum da değildi aslında, öyle sessiz sakin duruyor diye fazla tepki vermez düşüncesinde olmamış aksine öğrendiği zaman can acısı ve ne yapacağını bilmeyen çocuk yaşıyla ortalığı yaygaraya vereceğini tahmin etmişti. Kendisi de artık öyle bir potansiyele ulaşmıştı ki Turan'da bunun farkında olarak kucağında isyan eden Deniz'e rağmen içeceğini düşünerek kahve bile yapmıştı. Fincanı yakalayıp bir yudum aldığında derince soluklanırken göğsündeki başın hareket ettiğini fark ederek tekrar bıraktı kenara.

'Biraz daha ağlayabilirsin istersen.' Kıpkırmızı gözlerine bakınca içinden gelmese de öneri sunduğunda Deniz silktiği omuzuyla baktı kendisine.

'Düşündün mü söylediklerimi?' başını yeniden onaylarcasına salladığında Dağhan gülerek baktı çocuğa.

'Dayı diye yeri göğü birbirine kattın koçum konuşsana. Sen çağırdın diye geldim kafa mı sallayacaksın?'

'Niye daha önce gelmedi o?' düşürdüğü omuzlarıyla yeniden Turan'ı ima ettiğinde omuzundan kalkan Irmak'la ufaklığı yüzü kendine dönecek şekilde dizlerine oturtup kollarının yanından yakaladı.

'Ben hep evde olmuyorum değil mi? İşe gidiyorum mesela. Babanın da işi varmış, seninle annen ilgilenmiş. Hem, söyle bakayım bize geldiğinden beri baban seninle ilgilenmiyor mu?' gülümsemesini saklamaya çalışırcasına başını eğmesiyle Dağhan işaret ve orta parmağıyla burnunu sıkıştırıp tekrar kendine bakmasını sağladı.

'Seni uyuttu, oyun oynadı, ilgilendi, değil mi?'

'Evet.'

'Bak gördün mü? Sana yalan söylemek isteseler seninle ilgilenir miydi hiç? Sadece kalbinin kırılmasından korkmuşlar.'

'Gidecek mi yeniden?' dudağını büküp kaşlarını çatarak mırıldandığında Dağhan'ın gözleri Turan ve Irmak'ta dolaştı.

'Gitmez, illallah desen kovsan yine gitmez baban.'

'Hep beraber mi olacağız?'

'O kadarını da bana sorma artık, babana sor.' Göz kırptığında Deniz yandan bir bakış atsa da derince nefeslenmişti ki kararsız bakışlarıyla Dağhan gülüp Irmak'a çenesiyle biraz ileriyi işaret etti. Ufaklığa yaklaşıp kulağına eğildiğinde kendine dikkat kesilmesiyle nefeslendi.

'Sen gidip konuşursan hep beraber de olursunuz bence. Hem erkek adam anneye babaya küser mi dayısının aslanı?' kaşlarını çatıp geriye çekildiğinde Deniz kayarak dizlerinden inmişti ki bir kez daha kararsızca gözlerini üzerinde gezdirdi.

'Yapmaz mı?'

'Cık.' Kaşlarını havalandırıp indirirken kollarını göğsüne bağladığında gülüşü güç vermiş olacak ki Deniz'de koşarak Turan'a yönelmişti. Bir anda adamın kolları arasına girdiğinde kendini sıkıca kavrayan ellerle sarıldı boynuna.

Hayat garipti. İnsanı çileden çıkaracak kadar garipti üstelik. Hatta bu garipliğin içine belki de insana dair en güzel lafı Dostoyevski söylemişti; 'Gücümü içimdeki güçsüzle boğuşurken tükettim.' Turan'ı ve Irmak'ı belki de en güzel bu söz anlatabilirdi. O kadar güçlü dururken böylesine kollarının arasında olan ufacık bir bedene yeniliyorlardı. Aslında kendilerini tüketmişken. Zaman akıp geçerdi, insan insanı sever hatta aşık olurdu, gün gelir yollar ayrılırdı fakat bazen kader anlamsız şekilde o yolun sonu yine birbirlerine çıkarırdı. Bir bakardın aynı yolda, çiçeklerin veya yangıların arasında eskilerden tanıdığın şimdi çok yabancı kaldığın bir sevdayla yürüyor olarak bulurdun kendini. Bir bakardın kendi çocukluğuna, kendi çocuğunda rastlardın. Yanardın, yıkılırdın, sesin soluğun çıkmazdı.

Dağhan yeni çıktığı evden ellerini cebine yerleştirip ilerlemeye başladığında derin bir soluk çekti ciğerlerine. Kaybedecek bir şeyi kalmazdı bazen insanın, ya da kendisi öyle düşünürdü. İşte Pera'da tam olarak Dağhan'ın hayatında kaybedecek bir şeyi kalmadığını düşündüğünde çıkıp gelivermişti. Kendini gözü kara bir şekilde yok saymaya hazırken, hatta çoktan boş vermişken. O zamanlar Pera'nın karşısında duran Dağhan kendi içinde yok olmuş bir ruhtan ibaretti aslında. Karşısına geçip baktığı şimdiki evin dümdüz beyaz perdeleri gözüne çiçekli, rengarenk görünüyordu fakat daha önceleri olsa bu evin perdesi dahi yok diyebilirdi kendine. Bir kadınla bir adamın içine şehir de kurulurdu, mezarlıkta. Bir kadına aşıkken bir adam bahçesine salıncakta kurabilirdi, mezarlık çiçeği de sulayabilirdi. Ki hali hazırda bu durumu en iyi Dağhan biliyordu. Çünkü henüz Pera yokken, tamamen hayatında değilken suladığı mezarlık çiçekleri kadının hayatına girmesiyle evrilmiş, değişime uğramış, upuzun, alabildiğine yeşil, sıcacık bir yuvanın bahçesi oluvermişti.

Arjin'in açtığı kapıdan baş selamı verip girdiğinde son basamağı çıkan Pera'yla yukarı yönlendirdi adımlarını. Başları kalabalık mıydı? Evet, hatta haddinden fazla kalabalıktı. Ortalık karışık mıydı? Sadece karışık değil darma dumandı. Fakat tüm bunlar olurken Pera'nın o savaşta tüm varlığını göstermesi işine gelmiyordu. Çünkü o dakika aklında ne savaş, ne düşman, ne aldığı yaralar kalıyordu.

Henüz tam kapanmamış kapıyı yakalayarak içeri girdiğinde kadının gözleri beşikten kendine dönmüştü ki gülümsemesiyle yeniden aydınlandı gün. Kara gözleri içine çekilirken ilk defa bu kadar siyah bir aydınlıkla karşılaştığını biliyordu. Ne zaman baksa Pera'nın harelerine kendisi için apaydınlıktı çünkü, üstelik her seferinde de ilk kezmiş gibi hissettiriyordu. Yanına yaklaşıp kollarını belinden karnına doğru sardığında omuzuna dudaklarını bastırıp derince soluklandı. Dağhan'a göre sadece bir kadın olmayan Pera, güç kokuyordu. Tüm hayatını adayıp koruyabileceği bir güç. Genzine dolan kendine has kokusu, saçlarındaki şampuan esansı, üzerine yerleşmiş evladının kokusu, hepsi ama hepsi daha da güçlü ol diyordu sanki.

'Yoruldun.' Pera kollarındaki ufaklıktan gözünü bir an olsun ayırmadan mırıldandığında tekrar omuzunda hissettiği dudaklarla derince nefeslendi. Olduğundan daha fazla yırtıcı hissediyordu kendisini. Bu sadece Elfe'nin verdiği gazla alakalı değildi. Ruhu sanki içeride başka bir Pera barındırıyordu da kadın bunu yeni fark ediyor gibiydi. Tırnaklarını geçirip bir pençesi varmışçasına hayatı birkaç noktadan derin yarıklar açarak parçalamak istiyordu. Sevdiği adamın kendini önemsemeden sadece Pera'ya ve çocuklarına bakarak daha çok diş çıkarması bu fikre daha çok kapılmasına neden oluyordu.

Çünkü kadınlar bazen sevdikleri için merhametsizce davranabiliyorlardı. Kalpleri yeniliyordu fakat kendileri yenilmiyorlardı işte. Tüm korkular etrafını dört taraftan kuşatsa dahi daha çok parlıyorlardı ışıklarıyla. Pera ne yaptığının veya yaptığının işe yarayıp yaramayacağını bilmese bile o parlayan kadın olmuştu. Göze çarpıp dikkat dağıtan, düşündüren, neden cesur davrandığı sorgulanan kadın. Çünkü bu kadınlara parlaklıkları en söndüğü zamanlarda dahi yapılırdı. Sorgulanırdı onlar, kıyafet, makyaj, saç, konuşma, gülme, ağlama, hatta oturuşları hakkında bile sorgulanırlardı. Tüm bu sorgular arasında kalan bir kadın ise yine garipsenecek cesaretiyle aydınlatırdı ortalığı. Ben buradayım der, pes etmediğini gösterirdi. Kadının yapmak istediği de tam olarak buydu. Bir evin içerisine hapis olmaktansa kimsenin, ne tür tehdit olursa olsun sınırlarını çizmesine izin veremezdi. Zamanında korku ile bir hataya düşmüş, bir adama tutsak olmuş, daha sonra o adamla savaşmaktansa kaçmıştı ve yıllarca kızından ayrı kalmıştı. O ödediği bedel o kadar ders olmuştu ki Pera'ya kim ne derse desin artık kaçmakta yoktu saklanmakta. Hele ki şimdi, hiç ama hiç olmazdı. Pera'nın sınırları sadece kendi çizdiği kadar olabilirdi, sevdiği adam dahi belirleyemezdi.

'Ben yorulmam, sadece...' Dağhan dudaklarını omuzundan çekip çenesini yasladığında derince soluklandıktan sonra devam etti konuşmaya, 'Kafa dinlemem gerek.'

'Çalışma odasına geç, bende çocuklarla bahçeye gideyim? Hem Afitab sultan ve Elif anne de bahçede, ses olmaz evde.' Sardığı kollarını daha da sıkılaştırıp burnunu kadının saçları arasına gömdüğünde derin bir nefes daha çekti.

'Kafamı sensiz dinlemek kafayı yememle eşdeğer güzelim.' Pera düşük seste gülmeye çalıştığında Meva'nın tekrar uykusuna daldığını fark ederek beşiğe bıraktı. Karnındaki elin birini tutup beşiğin yanından usulca geçtiğinde yatağa kadar ilerlemişlerdi. İkisi de uzanırken Dağhan yüzünü inceleyen kadına gülümseyerek sıkıca belini yakalayıp döndürdü yatakta. Sırtını göğsüne yaslayarak burnunu da saçlarının arasına gömerek kapattı gözlerini.

'Susalım mı? Yoksa konuşmak ister misin?' sesi fısıltı gibi çıktığında ensesindeki saçların bitişinde olan dudakların çekildiğini hissetti.

'Bunu sorduysan konuşmak istiyorsun demektir.' Sakindi Dağhan'ın sesi, alabildiğine durgun, daha huzurluydu. Pera bir kez dönme çabasına girse de karnını saran el sıkılaştığında kaldı olduğu gibi.

'Korkmadığını göstermen lazım, yani bence...' kendini saran kol gevşerken kendisi de hızlıca yüzünü döndüğünde Dağhan'la burun buruna gelerek gülümsedi.

'Korktuğumu gösterdiğimi kim söyledi?'

'Gözlerinden ben fark ediyorum, e eve kapanmamız da diğerleri tarafından fark ediliyordur herhalde.' Omuz silkerek konuştuğunda yüzünde hissettiği parmaklar usulca çenesine kadar iz sürdü. Adamın elaları parmağını takip ederken gülümsemesi de kendini göstermeye başlamıştı bile.

'Gözlerimdeki korku değil öncelikle. Size kimse zarar veremez. Ayrıca eve kapandığınızın da farkında değil kimse.'

'Nasıl değil? Ben şirkete gitmiyorum, Deva okula gitmiyor, Irmak ortada yok...' kaşlarını çatarak baktığında Dağhan'ın parmakları bu kez onların üzerinde gezindi.

'Bak bakalım oradan aptal gibi mi görünüyorum?' hafifçe başını geri çekip yüzünü tam gösterdiğinde Pera hala anlamaz halde süzüyordu adamı.

'Ne demek o?'

'Benim hep planım vardır Pera. Bütün alfabe kadar planım vardır, herkes sadece ilk akla geleni yapacağımı düşünür.' Tekrar başını yaklaştırdığında dudaklarının üzerini örterken kapattı gözlerini.

'Ne ilk akla gelen?'

'Sizi eve kapatıp, saldırıya geçmek.' Sırt üstü dönerek kolunu kadının başının altına ittiğinde Pera hızlıca göğsüne yaslanmıştı bile.

'Peki senin şu an işleyen planın ne?'

'Boş ver, ona ben kafa patlatayım sen keyfine bak.' Omuzunu okşayarak mırıldandığında bakışlarını da tavana dikmişti ki dudaklarını ıslattı.

'Tavanı boyatalım mı?' sorusuna şaşırsa da gülümsedi Pera. Tavanı boyatmanın umurunda olduğunu düşünmüyordu, hatta ufacık ilgisini bile çekmiyordu bu durum adamın. Sadece soracaklarından kaçmaya çalışıyordu.

'Değiştirme konuyu, anlat hadi, ne planın?' göz ucuyla Dağhan'a baktığında onun garipser halinin de bilincindeydi aslına. Fakat bu umurunda mıydı, işte orası tartışılırdı.

'Deli gibi meraklısın. Hiç mi korkmuyorsun?'

'Neden korkayım?' kaşlarını çatıp başını hafifçe kaldırdığında Dağhan tekrar yaslanması için yanağını okşadı.

'Silahlar patladı, doğumun öyle başladı. Sonra Irmak, onun halini gördün. Bunlar seni tedirgin etmiyor mu?'

'Etse bir faydası olmayacak ki. Hem bir şey olmayacağını biliyorum.'

'Nasıl bu kadar eminsin?'

'Çünkü şu an yaptıkların sadece bizim için Dağhan. Kendini gözetmeksizin sadece bizler için çaba harcıyorsun.'

'Çok eminsin söylediklerinden.' Sesi şaşkın çıksa da Pera omuz silktiğinde parmakları omuzundaki eli yakalayarak üzerini okşadı.

'Her iddiasına girerim normalde biz olmasak, ben, çocuklar... Annenleri yerinden kıpırdatmaz bir tabur adam gönderirdin korumaları için ve sen etrafta kükreyerek dolaşırdın.' Kadının yorumuyla kahkaha attığında kollarını sıkıca sararak başına dudaklarını bastırdı.

'Zeki kadınsın vesselam.'

'Şimdi ne yapıyorsun peki?' inatla tekrar mırıldandığında geriye çekilip bakışlarını Dağhan'ı izleyebilecek şekilde adamın koluna yasladı.

'İrade konusunda da tek geçerim seni.'

'Dağhan...'

'Pera'm...'

'Anlat, lütfen. Meraktan çatlarım.' Yorumuna tekrar güldü adam. İçine girmesini istemediği ne varsa istemsizce kadını ortaya atlamış şekilde buluyordu. Ve aylar önce şirketteki odasında bir gereksize silah doğrulttuğundan beri bunun önüne geçemeyeceğinin farkındaydı Dağhan.

'Oyuncu tuttum.'

'Ne yaptın?'

'Oyuncu tuttum, tanınmamış, sana, Irmak'a ve Deva'ya benzeyen. Hepsi korumalarla normal hayatlarına devam ediyorlar, yani... Sizin hayatlarınıza. Annemler için de boş evin önüne ordu yığdım.'

'Ama bugün yoktu.'

'Sen gelmek isteyince mesaj atıp bugün mesaisi olmadığını söyledim.'

'Çocuk var yani, Deva'nın yerine geçen, ya ona bir şey olursa?' tedirginlikle mırıldanırken Dağhan şakağına dudaklarını basıp tekrar yattı.

'Olmaz, merak etme, tüm önlemleri aldım.'

'Ama bir şey olma payı asla sıfır değil.' Sıkıntıyla mırıldandığında Dağhan tekrar sırt üstü dönerek tavana çevirdi gözlerini.

'Gerçekten boyatalım bu tavanı, beyaz beyaz hastane odası gibi.'

'Değiştirme şu konuyu.'

'Siyah.' Sanki muhabbete çok uzak gibi mırıldanıp bakışlarını Pera'nın simsiyah elmas gibi parlayan harelerine çevirdiği gibi devam etti, 'Siyaha boyatalım, hem gece ışığı emer, yansıma olmaz. Zifiri karanlıkta uyumayı severim ben.' Tekrar tavana baktığında kadın dikkatle süzdü mimiklerini.

'Gerçekten bir şey olursa diye düşünmüyor musun o Deva'nın yerine geçen çocuğa?'

'Düşünmüyorum Pera.' Kadının kaşları çatılsa da derin bir nefes alıp devam etti, 'Düşünmüyorum çünkü düşünmek istemiyorum. Zaten ben ailesinin böyle bir şeye nasıl onay verdiğini de düşünemiyorum. Eğer ki bir şey olursa, kızım odasında huzurla uyuyor diye, düşünmeyi reddetmeye devam edeceğim zaten.'

'Dağhan.' Sesi titreyerek odada dağılırken adam sertçe soluklanıp bakışlarını kendisine çevirdi.

'Bu kadar umurumda olmadığını mı soracaksın. Değil Pera. Sen, iki kızım dışında pek bir şey umurumda değil. Ve evet, bu konuda vicdanımda yok.' Dirseklerinden destek alıp kalktığında ardından bakan kadına rağmen kendini duşa attı. Pera'nın kendisinin bu yüzünü görmesinden endişe ediyordu fakat endişe etmesi gereken sadece bu yüzünü görmek değil o yüzün ardındaki kişinin yapabileceklerini de görmesiydi bire bir. Deva yaşlarındaki bir kız çocuğunun hayatını kumar masasına koymuş olmak hoşuna gitmiyordu ancak bencillikse, tam da şu an kendisine bencil olduğunu bağıra çağıra söyleyebilirlerdi.

Sırtından göğsüne doğru uzanan ince uzun parmaklarla gözlerini kapattı Dağhan. Yarım saattir altında durduğu su hala akmaya devam ediyordu. İçinden kötü biri olma dürtüsü bir türlü çekip gitmemişti. Normalde çarçabuk kendini terk eden o lanet şey üzerine adeta bir sülük gibi yapışmıştı. Pera'nın ona destek vermesi ise aklındaki bütün hainliklerin daha da beynini parçalamasına neden oluyordu.

'Dağhan... Karışmak istemiyorum ama Deva kadar küçük bir kız çocuğu-'

'Yapabileceğim başka bir seçeneğim yok Pera.'

'Bunun vicdani yükünü kaldıramazsın, ufacık, ne hayalleri, ne kahkahaları var kim bilir.' Sırtına yaslanan başla gözlerini kapattı Dağhan. Ağırdı, haklıydı, çok ama çok ağırdı hem de. Sanki pamuk ipliğini yüksek bir uçurumdan aşağı sarkıtmış ve okyanustan koca bir kayayı onunla çekecekmişçesine ağırdı. O ailenin neden kabul ettiğini biliyordu, eğer ki şartlar normal olsa gözü kapalı bu durumun içine sokmadan da yardımcı olmak isterdi ama Deva gözünün önüne geldiğinde film tamamen kopmuştu adam için. O an feriştahı gelse bu fikirden döndüremezdi ki Turan'la bu yüzden kavga etmişliği vardı.

'Sen kötü biri değilsin sevgilim...' sırtındaki dudakları hissettiğinde içinde cehennem ateşi yanıyordu Dağhan'ın. O cehennem ateşi içinde yansa bile tekrar ve tekrar atlamak istiyordu aslında.

'Düşündüğünden çok ama çok daha kötüyüm. Böyleyim Pera, üzgünüm güzelim ama böyleyim.' Gövdesini saran ince kolları okşadığında serçe yutkundu. Usulca dönüp Pera'nın kollarının beline gelmesini sağladığında ıslanıp omuzlarına yapışmış saçlarını çekerek gülümsemeye çabaladı. İsmi Dağhan'dı, dağ kadar bir adamdı, hanlığını bilemezdi ama görünen küçük dağların çok daha ötesindeydi. Cümle alemin diline pelesenk olmuş isminin acı gerçeğiyle karısı henüz yüzleşmemiş bir adamdı. Dağhan öldürmezdi, bir kurşunla işi kapatacak bir adam asla olmamıştı. Babasının ölümünün kaza olduğunu düşünen herkes tam da bu yüzden yanılmıştı zaten. İçindeki alevleri, delilikleri bilseler ve bunu gerçekten Deha değil de kendisi yapmış olsaydı çok daha vahim sonuçları olurdu. Mesela o evin salonunun ortalama bir metrelik alanı kanla kaplanmışsa o gün ve eğer Dağhan yapmış olsa tüm salonu kızıla boyardı. Vicdanı, merhameti ise sadece sol tarafındakilere aitti. Herkes bilirdi bunu, sevdiği kadın dışında caniliğini herkes bilirdi. Zaten böylesi bir dönemde onun üzerine gelmelerinin de ana sebebi buydu. Bir kız kardeşi vardı ve Deha'nın dokunulmazlığını akıllarına mıh gibi çakmış olanlar aynı durumun Irmak için de geçerli olacağını anlamışlardı. İstedikleri Dağhan'ın kız kardeşine sırt dönmesi ve avuçları arasına onu bırakmalarıydı fakat asla olmayacaktı. Bir güç savaşı vardı, bu güç savaşında kendisi galip gelmeyebilirdi fakat durum ne olursa olsun Irmak'ın o kaza sonrasında yükselişine şahit olacaklardı. Dağhan yenilen olabilirdi ancak sadece kadın diye küçük görülüp bu dünyada istenmeyen kardeşini ezmelerine asla müsaade etmeyecekti. Bir bir üstlerine basıp geçmesi gerekse dahi.

Baş parmağı Pera'nın çene çizgisini usulca okşadığında kendisine lütfen dercesine bakan derin hareleriyle derin bir nefes aldı. Pera böyle baktığı zamanda atıyordu şartelleri, Deva'nın yüzü gözünün önüne gelince de. Bir tarafta tamamen masum bir kız çocuğunun her an katledilebilme ihtimali vardı, diğer yandan kendisine baba dediği zaman dünyayı durdurası geldiği kendi kızı. Okuldan o ufaklığı çektiği dakika eve saldırı yapılmaya başlarlardı, pek mümkün değildi fakat her zaman garantici davranmıştı Dağhan.

'New York'da yılbaşı gecesi ne demiştim hatırlıyor musun sana?' Pera parmak uçlarında yükselip Dağhan'ın dudaklarının üzerini ufak bir öpücükle kapatıp geri çekildiğinde sertçe yutkundu adam.

'Ruhumu emanet ettim, ona iyi bak demiştin, dün gibi aklımda, benimle mezara kadar gider o.' Alnını kadının alnına yaslayıp mırıldanırken derin bir nefes aldı.

'Ruhumu kirletme Dağhan, o sana emanet. Böyle bir şeyle ruhumu kirletme.' O gece karası bakışlar yeniden kendi elalarıyla çarpışırken Pera'nın dudaklarına yaklaştı.

'Sen nasıl istersen öyle olsun güzelim.' Tenleri birbirine karışıp nefesleri çarpışırken Dağhan belki de ömür boyu çekeceği bir vicdan azabını atmıştı üzerinden. Tüm korkuları uçmuştu, hayatında bu konuda ilk kez başka birinin sözünü dinlemişti. Eğer ki söz konusu şirket olsa onlarca insanın dediklerini dikkate alırdı fakat mesele başka bir dünya iken gözleri ela olsa da siyah bakan bir adam haline geliyordu Dağhan. Korkutucu şekilde kararıyordu ruhu, teslim oluyordu içindeki canavara. Çünkü biliyordu ki o canavar o dünyaya dahil olmazsa tüm kemiklerini un ufak etmek için an kollayanlar olacaktı.

Omuzlarına sıkıca tutunan kadının bacaklarını yakalayıp beline sarmasını sağladığında Pera'nın sırtı da soğuk duvarla buluştu. İçinden geçen ürperti gözlerini her araladığında kendini gösteriyordu. Sadece soğuk değildi kadını böyle titreten. Kavuşmaktı, dokunmaktı, hissetmekti, teniyle, ruhuyla var olduğunu bilmekti. Buz gibi bakan sevdiği adamın kalbine masaj yaparak hayata döndürmeye benziyordu. Tepelerinden akıp tenlerinden süzülen her damlada kaybediyorlardı kendilerini. İki kişi değil bir ruh olabilmenin tadına varıyorlardı.

'Peki diğerleri, benim ve Irmak'ın yerine geçenler?' Pera'nın nefesi nefesine karışırken alnı alnına yaslandığında gözlerini sıkıca kapatıp derin bir nefes aldı.

'Onlara yapabileceğim bir şey yok. O ufak kız çocuğu için ailesi karar veriyor fakat diğer ikisi durumun ne olduğundan haberdar kadınlar. Bilinçliler, kimseye zorla yaptırmıyorum, ben teklif verdim, onlar kabul ettiler. İş anlaşması olarak düşüneceğiz bunu. Ötesi yok.'

'Ama-'

'Ben ailemin hayatından mükellefim Pera, insanların hayatlarını da yüklenemem. Eğer ki suikast olasılığını söylememiş olsam, belirtmemiş olsam haklısın, fakat bilerek geldiler. Bu mesele burada kapandı.' Bakışları Pera'nın koyu gözlerini anlaştık mı dercesine süzerken onun tekrar dudaklarını kendiyle buluşturması aslında bütün sorulara cevap vermesine yeterli gelirdi Dağhan için. Keza bu öpüşü de öyle olmuştu.

'Kimsenin kahramanı değilim, layıkıyla senin kocan, kızlarımın da babası olursam başka bir isteğim yok.'

Okyanus, tam olarak ateşi kucaklıyor, ona sığınıyor fakat asla sönmesine izin vermiyordu. Dağhan'ın dudakları sanki kendi yolunu bilircesine Pera'nın kulağının arkasına, boynuna oradan da omuzuna ulaştığında derince öptü adam. Yok olmak bazen var olmak kadar basit olmayabilirdi ancak Dağhan yok olmayı hep daha kolay bulmuştu Pera'ya dokunurken. Senelerce içini yakıp kavuran sevdada tek cephe haline getirmişti dünya onları. Yüzlerce savaş verilirdi, bazen düşmanlarla ittifak kurulurdu, bazen dostlarla aynı masaya oturulurdu. Yılların eskitemediği en büyük gerçek savaşmaktı. Bin bir silahla, topla, tüfekle, teknolojiyle, daha nicesiyle savaşa katılma şansın olurdu. Fakat sevdayla bir savaşa girerken tüm dünyaya karşı tek cephe olurdu iki beden. Üstlerinden sinek vızıltısı gibi geçen kurşunlara aldırmaz daha çok sokulur, daha çok dolanırdı ruhları birbirine. İşte tam da bu yüzden sevda, adına savaşılması gereken en güzel aynı zamanda en can yakıcı mücadeleydi.

 

Loading...
0%