Yeni Üyelik
73.
Bölüm

Bölüm 71 - İlk Sürüm, Son Sürüm, Yeni Sürüm

@biceruvar

Selamlar... Nereden ne kadar başlanır bilemem ama bu bölümde öyle bir farklı Dağhan var ki anlatmaya kaç kelime yazacağımı bir türlü bulamadım. Bu hikayenin başrollerinden birisi, bir sevgili, bir eş, bir baba, bir abi, bir evlat olarak Dağhan çok daha farklı bir kısımda kıskacımda kaldı.

Omuzlarında hep bir ağırlıkla dolaşsan da öyle naiftin ki ne üzülebildim sana, ne de sevinebildim ağız tadıyla. Araf da kalır ya bazı ruhlar... İşte sen Dağhan, tam da öyle bir noktadaydın. İyi ile kötünün arafında kalmış, sövülse sövülmez, övülse övülmez yerdeydin bana göre. Fakat ne olursa olsun dil ne zaman kadın dese yerini bildin Dağhan. Her adımında bütün kadınlara saygı duydun bana göre. Bazı yalanların vardı omuzlarında, ki gerçeklerinle beraber ağır şartlarda mücadele ettin. Benim hep düşünceli çocuğum oldun Dağhan. Neresinden bakarsam bakayım daima senin zihninde bir hengameyle dahi aklını kullanarak hareket edeceğinden emindim. Öyle nitelikli sev istedim ki Pera'yı tüm dünya ''Bu kadar olmaz ki!'' diyerek seni karşısına alabilmeliydi. Öyle güzel bir baba ol istedim ki, eksik kalan her kız çocuğu senin varlığına sımsıkı sarılmalıydı. İnsanların belki de en çok kadınların eksik kalan yanlarını olmayan gerçekliğinle tamamlayabilecek bir adam olmalıydın. Zaman geçti, uzun yollar aşıldı ve ben kimsenin yorum yapmasına ihtiyaç duymadan çok sevdim seni Dağhan... Seni ufak bir çocukken bağıran babanın korkusunda da, genç bir adamken baş kaldırışınla da, bir kadına aşık olunca dikkat ettiğin sağlığınla da, baba oluşunu kanından olmasa da onunla hissettiğin fındığına salıncak kurarken de, aileni kılıcınla, süngünle korurken de çok sevdim. Belki de adının Dağhan olmasını dağ gibi olan yüklerine bir han edasıyla hükmedebil diye seçtim.

Fakat sen Dağhan, bu dünya üzerinde kadına saygı duydun diye bende çok ama çok başka yerde başladın. İyi ki de başladın...

Sizleri bölüm duyuruları ve paylaşımımızın daha da çoğalması adına instagrama beklediğim gerçeğini atlamayalım lütfen...

Instagram: BiCeruVar

---------------------------------------------

'Kimsenin kahramanı değilim, layıkıyla senin kocan, kızlarımın da babası olursam başka bir isteğim yok.'

Okyanus, tam olarak ateşi kucaklıyor, ona sığınıyor fakat asla sönmesine izin vermiyordu. Dağhan'ın dudakları sanki kendi yolunu bilircesine Pera'nın kulağının arkasına, boynuna oradan da omuzuna ulaştığında derince öptü adam. Yok olmak bazen var olmak kadar basit olmayabilirdi ancak Dağhan yok olmayı hep daha kolay bulmuştu Pera'ya dokunurken. Senelerce içini yakıp kavuran sevdada tek cephe haline getirmişti dünya onları. Yüzlerce savaş verilirdi, bazen düşmanlarla ittifak kurulurdu, bazen dostlarla aynı masaya oturulurdu. Yılların eskitemediği en büyük gerçek savaşmaktı. Bin bir silahla, topla, tüfekle, teknolojiyle, daha nicesiyle savaşa katılma şansın olurdu. Fakat sevdayla bir savaşa girerken tüm dünyaya karşı tek cephe olurdu iki beden. Üstlerinden sinek vızıltısı gibi geçen kurşunlara aldırmaz daha çok sokulur, daha çok dolanırdı ruhları birbirine. İşte tam da bu yüzden sevda, adına savaşılması gereken en güzel aynı zamanda en can yakıcı mücadeleydi.

'Abi!' araladığı kapıdan sadece başını uzatarak seslenen Arjin'le Dağhan tek kaşını kaldırıp elindeki telefonu kenara bıraktı.

'Gelsene Arjin.'

'Sen gelsen abi, mümkünse tabi.' Arjin'in yüzündeki tedirgin hal kendine yaslanmış kadının başına dudaklarını basıp doğrulmasını sağladı. Kalktıktan sonra başının altına yastık yerleştirdiğinde Pera göz ucuyla takip etse de bir şey çıkmayacağının farkında olarak Deva'nın açtığı çizgi filme döndü. Dağhan dışarı çıkar çıkmaz karşısındaki adamın yüzünü süzdüğünde derin bir nefes doldurdu ciğerlerine. Yüzünde öyle bir ifade vardı ki bir bezmişlik almış başını yürümüş dahası çözüm bulama hali de üzerine eklenmişti.

'Ne oldu, dağ mı yandı bu kez, yoksa inek derenin suyunu mu içti?' diyerek kaşlarını havalandırdığında Arjin sıkkın bir nefes bırakıp gözleriyle ilerideki evi işaret etti.

'Bu kez dışarıdan değil abi, Irmak, sıkıntıya bağladı. Valla Turan sabahtan beri her hamlesinde içeri sürüklüyor ama sizde sülalece inat var herhalde.' Dediğinde kaşları anlamazca çatılsa da az çok olan biteni tahmin edebiliyordu.

'Neymiş derdi?' sorusuyla Arjin şaka mı yapıyorsun dercesine bakmaya başladığında başını sağa sola salladı. Beyni durmuştu Dağhan'ın da, artık fikir yürütmek istemiyordu. Aslında zihnine hücum eden onlarca başlık vardı ama zerre o sekmeleri inceleyesi yoktu.

'Yarın kendi isteğiyle masadan ayrılmasını istiyorlar.' Gözlerini devirip içeri girdiği gibi az önce kenara bıraktığı telefonu alıp dışarı çıktı. Bazen kadınları çok iyi anlayabiliyordu, bazen ise hareketlerine anlam veremiyordu. Dağhan'ın gördüğü kadarıyla kadınların çoğu içten içe kasırgalar koparan fakat dışarıda yaprak kıpırdatmayan kişilerdi. Fakat Irmak... Irmak kesinlikle içinde değil dışında bir kasırga yaratıyor, ortalığı tozu dumana katıyor, daha sonra da keyifle seyrediyordu. Ancak ne olursa olsun Dağhan kardeşinin böyle olmasını seviyordu. İçten pazarlıklı bir kadın değildi o, kafasında kursa da çok fazla vakit kaybetmez, emek harcadıklarından da öyle kolay vazgeçmezdi. Öyle ki eğer bir konu hakkında kesin kararlıysa kendiyle beraber çevresine de kan kusturur sonra fark edene de ne var canım kızılcık şerbeti de mi içmeyelim diyerek üzerini de kapatırdı. Rehberden kayıtlı numarayı bularak aramaya başladığında ikinci çalmasından sonra önce yanıtlanmış ancak cevap alamadan bir kütürtü duymuştu.

'Irmak!' bağrışı sadece telefonun diğer ucuna değil sokağın sonuna da ulaştığında iç çekti.

'Ne var! Sen de mi dur diyeceksin! Kimliğimi ezerlerken! Beni yerlere dökerlerken sen de mi sus otur diyeceksin Kalaycı!' sesindeki hırsı da tanıyordu, güven kaybını da. Irmak'la çok uzun zamandır tanışık olup bir o kadar da kendisini tanıyamamanın verdiği sürgün içerisinde yıllar geçirmişti. O kadar uzun zamandır yüzüne bakıyordu ki bu ses tonu ve isyankar bağrışın sinirden olduğunu bilebilir fakat aklından geçen yıkım planlarını tahmin edemezdi.

'Hayır.' Net cevabıyla Arjin'in çatılan kaşlarını fark etse de derin bir nefes aldı. Bir savaştı kardeşi. Başlı başına içsel bir savaş, yıkım, baş kaldırıydı. Bakışından duruşuna kadar bir davanın en son kelimesine kadar gidebilecek dirayete sahipti. Sahiden, aslında kadınların hepsi öyle değil miydi? Sonunda belki yargılanacaklar, belki boyunlarına bir ilmek geçireceklerdi ancak onu da bir tek kendilerinin yapacağından emin olacaklardı. Öyle ki o boyunlarından geçen urgan bedenen etki etmese de bütün hayallerinin asıldığı ana şahit olmalarına sebebiyet verecekti. Ki zaten kadınlar da hayalleri son bulduğunda yaşama lüks bir taraftan bakarak el sallıyorlardı.

'Ne hayır! Şu Turan ayısını al yoksa en güvendiğin adamı parçalara ayırırım!' nefes nefese ama kızgın olan sesine gülmemek için çaba sarf etse de Turan'ın ne tür mücadeleler arasında kaldığının farkındaydı.

'Önce bir dur abicim, bir nefes al. Ben sizin aranızdaki romantik ilişkiye karışamam. Fakat sana dur diye değil, genelde görüştüğün moda evi neresiyse ara yarın çağır diye telefon açtım.' Yaptığı açıklamadan sonra hattın ucundan kırılma sesi gelmişti ki saniyeler içerisinde Irmak'ın o yadırgar, yargılar hatta dalga geçer tınısını duydu.

'Evde otururken abiye giymek de mi sizin aile geleneklerinizden?' Irmak'ın sorusuyla gür bir kahkaha attığında devam etti, 'Hayır en son Afitab hanım oğluma adabı muaşeret kurallarından bahsediyordu ve konu başlığı direkt olarak adabı muaşeret olunca Deniz ne dediğini bir gün boyunca sorguladı da.'

'Sen bilirsin, masaya ilk kez abinle oturacaksın diye heyecanlanacağını düşünmüştüm. Eşofman tercih edersen bana uyar.' Yeniden bir kütürtü gelirken en son Turan'ın ah diyerek serzenişe bağlamasıyla Dağhan ufak bir tebessümle döndü evin önüne. Irmak şaşkınca kendine baksa da hali hiç iyi görünmüyordu. Saçı başı birbirine karışmış, üzerindeki kapüşonlu ceket bile bir yere gitmeyi amaçlarcasına duruyordu. Tek kolundan çoktan ceket çıkmış, tepesine topladığı saçları olayın ne denli gergin olduğunu belli edercesine birkaç noktadan firar etmiş, hatta ayağında teki kalan terliği de son anda kendisini tutmak isteyen Turan'a fırlatarak çıplak ayak kaldırımda yürümeye başlamıştı. Fakat Dağhan buradan bakarken bile kendine yaklaşan kadının gözlerinin parladığına şahitlik ediyordu.

'Dalga geçmedin değil mi! Bak dalga geçtiysen şaka yapmıyorum gider o Turan'ı paralarım, ki yapmışlığım vardır kendisi anlatsın.' Eliyle işaret ettiği noktada Turan dudaklarını sıkıca birbirine bastırıp gülmeme çabasına girdiğinde Dağhan derin bir nefes aldı.

'Ben dalga geçmem yeni sürüm Kalaycı, ben söylediğimi yaparım.' Dediğinde Irmak dudaklarını aralamış, söyleyecek kelimelerin çıkmazında kalarak kapatmış, sertçe yutkunarak gözlerini kısmıştı.

'Nasıl kabul ettiler? Atmaya çalışırken?' dudaklarından kelimeler fısıltıyla dökülürken anlam veremeyen haline rağmen Dağhan'ın ela harelerini iyice kontrol etti.

'Kabul etmek mi? İşte orada duralım bir Irmak. Bu lafı bırak abim ben dahi duymamalıyım.' Arjin gülerek mırıldandığında başıyla yanında kalan adamı da işaret etmekten kaçınmadı.

'Turan, bu zevk sana ait. Hepsine haber ver yarın gece, benim mekanda Dağhan Kalaycı ve kardeşlerinin masasında olacaklar. İşi olan randevu defterini düzenlesin. Beceremezse ben hallederim.' Gözleri hala kuşkulu Irmak'tan Turan'a döndüğünde onun gülümseyerek başını sallamasıyla derince soluklandı.

'Patron sensin abi, zevkle.' Diyen Turan çıplak ayak sokakta durmasını engellemek için usulca Irmak'ın sırtına dokunduğunda Dağhan'ın kaşları çatıldı bu kez. Arada sırada abilik damarı şahlanıyor, ataerkil toplum içinde büyümüş o adamın tavrı kendini dışarı çıkarabiliyordu işte.

'Parmaklarını kırarım Turan!' uyarısıyla elinin de çekildiğini gördüğünde derin bir nefes aldı. Aynı evin içinde yaşayıp el ele dokunmadıklarını elbet düşünmüyordu, fakat yıllarca sürmüş bir çocuk vermiş birliktelikten sonra şu an gözünün önünde verilecek her fiziksel tepki daha da kapıların açılmasını sağlardı. Dağhan, Turan'ı severdi, bir kardeş, dost, sırdaş gibi severdi. Fakat söz konusu kız kardeşiyse işte orada durum yüz seksen derece dönebiliyordu. Ki zaten telefonda kaçmaması adına tuttuğunu bilerek Turan'a kükremeyişinin sebebi de buydu. Koskoca insanların ilişkileri sadece son raddeye gelip birbirlerini yaraladıkları zaman müdahale edebileceği bir durum olurdu. Onun haricinde onların ilişkisine karışma gibi bir haddi olduğunu düşünemezdi. Zaten Irmak bu anlamda korunmaya ihtiyaç duyan bir kadın asla ama asla değildi. Yine de ne olursa olsun Dağhan ilk öğrendiği günden beri Irmak'ı ufak, boyundan büyük laflar eden, bücür, dili uzun, sekiz yaşında bir kız çocuğu gibi görmeye başlamıştı. Durumu açıkladıkları o masaya yaklaştığı sırada olan asaletini biliyordu fakat o akşam kendinden emin ciddi ve cesur bir kıyafetle karşısına çıkan Irmak gibi görünmemişti gözüne. Aksine sanki saçları iki yanından at kuyruğu yapılmış, üzerinde çiçekli bir elbiseyle koşar gibi görebilmişti onu. Bir abi olarak bu zamana kadar hiçbir insan ona böyle şirin gözükmemişti fakat Irmak bire bir küçük kız kardeş faslıyla gözüne bir perde inmişçesine gülümsemişti, yüzünü asarken bile.

'Abi sen ve kardeşlerin derken Deha gerçekten dahil mi? Hayır en son çok kaliteli laf soktu hepimiz güldük yanlışlıkla.' Arkasından bakmaya devam etse de Arjin'in cümlesiyle kendine geldiğinde cebindeki sigaradan çıkarıp bir dalı ateşleyerek kendinden yanıt bekleten Arjin ve Ceyhun'a elindeki paketi uzattı. Bu bir bakıma çalışma kurallarından uzağız, için sigaranızı gibiydi adamlar için. Şu dakika için ortada patron-koruma ilişkisinden çok abi-kardeş ilişkisi vardı çünkü.

'Asıl o gelecek, benden daha çok korkarlar ondan. Bakmayın etikete. Bak emin olun nefret etmiyor olsa bu mevzulardan Deha masaymış, sandalyeymiş, şamdanmış dinlemez. Maymun eder, ben yine insaflıyım.' Derken sigarasından derince çektiğinde içine çöken yanaklarıyla bakışlarını tekrar Turan'ın evine çevirdi.

'Ben denk geldim, umarım Deha'nın kafayı yemiş haline bir kez daha denk gelmem abi.' Ceyhun gülerek sıkıntılıca çektiği zehrin dumanını savurduğunda Dağhan yanındaki Arjin'in omuzuna hafifçe vurdu.

'Bak sabaha kadar anlatsın sana. Yarın inşallah yanlış bir kelime kullanıp Deha'nın radarına girmezler. Ben küçük küçük yaparım, o direkt bilet keser çünkü.' Kaşlarını havalandırıp indirdiğinde bakışları hala aynı noktadaydı. Bir gün bu kadar yakınında, otuzunu geçmiş adamken kız kardeşi olduğunu öğrenmiş bir adam ne kadar gerginse, tereddütlü ve koruma iç güdüsüyle doluysa tam da o kadar derinlerdeydi.

'Gerçi bakıyorum da, Irmak'ta Deha sessiz kalsa o açığı kapatır gibi.' Diyen Ceyhun'a gözleri dönerken gülümsedi Dağhan.

'O isterse her şeyi yapar.' Sigaranın son dumanını da cümlesinin ardından ciğerlerine hapsettiğinde kenardaki sandalyenin üzerinde olan kül tablasına basarak açtı arkasındaki kapıyı.

'Kolay gelsin size.'

'Sağ ol abi.'

'Eyvallah.' Önce Arjin, ardından Ceyhun mırıldandığında içeri girmişti ki bir anda karşısına dikilen Pera'yla çattı kaşlarını.

'Canımın yangını ne yapıyorsun?' önce usulca kapattığı kapıya hemen ardından da omuz silken Pera'ya baktığında iç çekmesiyle dudaklarını ıslattı.

'Saat kaçta ekstra mesain var ona bakıyordum.' Pera gülümsemesini gösterdiğinde Dağhan anında kadını kendine çekip sıkıca sarıldı. Koku... Koku bir insan için en tehlikeli çağırışımdı. Kişiyi ağlatır, güldürür, kafasını karıştırır, seneler öncesine götürür, kendini unutmasına neden olabilir, hatta kafayı yemesine sebebiyet verebilirdi. Dağhan için bütün bu duyguları hissettiği tek kişinin kokusu vardı, o da yüreğinin kilitlerini avcuna bıraktığı kadın.

Pera onun anahtarıydı, yüreğine, benliğine ve olması gerekene Dağhan'a götürecek anahtardı. Kusursuz bir duruş sağlayarak, daima dimdik görünürdü yanında. Çünkü Pera kadındı, sevdiği kadın... Bazı anlamlar, sözlüklere dahi sığamazdı. Birini koklamak, birinin yanında güçlü hissetmek, birinin bakışıyla sarhoş olmak ansiklopedilerde bile tanımlanmayacak kelime birleşimleriydi. Dağhan için hepsini açıklamaya tek kelime yeterdi, Pera... Yıllar geçse, saatler birbirini kovalasa, dünya ben dönmekten vazgeçiyorum dese bile Pera ayakları üzerine basıp doğrularak kendine baktığında film tamamen kadına ait olmaya başlardı ve Dağhan o filmin fragmanını izleme girişiminde dahi bulunmadan direkt olarak kapalı gişe oynamasını sağlardı. İçindeki inançtı Pera, Dağhan'ın yüreğindeki dirayetti, var olduğunu kanıtlama çabası duymadığı bir araf, yok olmaktan çekinmeyeceği geçmişti. Kısaca, nereye kafasını çevirirse çevirsin, asla kaçamayacağı gerçeğiydi.

'Baba, bir şey sorabilir miyim?' az önce gözlerini elindeki hikayeye odaklamış Deva bakışlarını birden kendine çevirdiğinde garipsese de başını salladı hızlıca.

'Sor bakalım fındık.'

'Kötü insanlar var mı?' kastının ne olduğunu anlamadığından olsa gerek elini hafifçe gelmesi için havalandırdığında Deva kitabı kenara yüz üstü bırakarak oturduğu yerden kalkıp yaklaştı. Dizlerinin üzerine zayıf bedenini çektiğinde ufaklık bir an mavi boncuk harelerini kendine çevirmeden üzerindeki tişörtün kumaşıyla oynamaya başlamıştı.

'Kötü insan kim bakalım? Sana kötü insan dersem nasıl tanımlarsın?' dediğinde hala tişörtünde olan gözleriyle usulca omuz silkti.

'Kötü dümdüz kötü...' mırıldanması, mırıldanırken dahi sesinin daha kısık çıkması. Belki de hayatı boyunca kız çocuklarında en gıpta ettiği şeydi Dağhan'ın. Kız çocukları gürültülü bir sessizlikti. Güçlü bir direniş, çağ dışı bir isyandı. Her daim de öyle olacaklardı ve Dağhan ne olursa olsun Deva'nın bu direnişinde en ön safta yer alacaktı. Hayatı boyunca başı dik, kendinden emin bir kadın olsun diye savunacaktı kızını.

'Bence dümdüz kötü yoktur.' Dağhan omuz silktiğinde Deva başını kaldırıp inanmak istercesine baktı gözlerine.

'Kötülüğün sınırları olur mu ki?' sorusuyla beraber Dağhan gözlerini kısıp başını belki dercesine salladığında gülümsemesi de yüzüne dağıldı.

'Şimdi, daha geçen gün Irmak halanla atıştık, Turan abinle de aynı şekilde. Değil mi?' kaşlarını havalandırırken Deva kahkahasını dizginlemek için dudaklarını sıkıca birbirine bastırmıştı.

'Ağzını yüzünü benzetmişsin, dün gördüm yarasını.' Sanki sır verircesine fısıldayarak konuşsa da Dağhan'da kahkahasını tutmaya çalıştı. Evet küçük bir kız çocuğu güçlü bir kadın olsun istiyordu ama kaos sever canavara dönüşmesi hiç işten olmazdı.

'Biz ona öyle demeyelim. Ufak bir sürtüşme. Bak annenin yanında böyle deme anlaştık mı? Neyse, biz tartıştık diye Irmak halan veya Turan abin kötü insanlar mı oldu sence?'

'Olamaz. Turan abim kötü değil, o çok iyi.' Deva anında kollarını göğsünde birleştirip çatık kaşlarının altından bakarken omuz silkmeyi eksik etmedi.

'Bende onu diyorum işte, bazen problemler olur ve çözüme ulaştırırsın. Sanki çok kötü bir durummuş diye düşünürsün sen ama aslı koruyup kollamak içindir.'

'Peki kötü insanlar kim? Ben neden okula gitmiyorum? Hasta mıyım yine?' son sorunun cevabından korkarcasına başını göğsüne yasladığında Dağhan'da usulca parmaklarını saçlarının arasında gezdirmeye başladı.

'Kötü insanlar kalp kırarlar Deva. İncitirler seni. Şimdi sen bana bazen arkadaşlarının ve senin de birbirinizin kabini kıracağını söyleyeceksin fakat burada iyi insan ile kötü olanı ayırma imkanın var. Çünkü iyi olanlar sen üzgünken, yaralıyken gelip sana yardım ederler ve iyileştikten sonra küslüklerine devam ederler. Kötü insanlar ise kırıp dökerler sonra da arkalarına bir kez bakmadan çeker kapıyı çıkarlar. Gerçek kötüler bunlardır.'

'Sen hiç çıkma öyle tamam mı?' göğsündeki ufaklık başını bir an kaldırmadan mırıldandığında çoktan saatinin kayışıyla da oynamaya başlayışına gülümsedi.

'Çıkmam Deva'm, dünyanın sonu gelse kapıyı çekip çıkmam. Sen üzme bunlarla kendini kızım, düşünme bunları. Hem neden bu düşünceye kapıldın ki?' kaşlarını çatıp bedeninden kopmasını beklese de sadece bir omuz silkmeyle karşılık almıştı.

'Bahçede bir sürü abiler var, annem de bir garip, sinirli herhalde. Bu mercimek mi kızdırıyor annemi?' başını kaldırmasa da aslında içten içe kardeşine kızgın olduğunu sadece ses tonu bile gösteriyordu Deva'nın.

'Artık isminin Meva olduğuna alışmanın zamanı gelmedi mi?' Dağhan sanki bir miktar kararsızlıkta kalır gibi konuştuğunda parmakları da hala Deva'nın saçlarında yolculuk ediyordu. Ufacık bedenine rağmen boyundan büyük soruları, çoğu kelimeye adapte olması, araştırması, merak etmesi, inatçılığı, Deva'ya nereden bakarsa baksın sevdiği kadını görüyordu Dağhan. Pera'nın sanki bir yansıması gibiydi ona göre ufak kız. Kırılgan olduğu kadar sağlam da bir kalbi vardı en başta. Kolay kolay boyun bükmeyen, ayak direttiği zaman kimsenin yerinden kıpırdatamayacağı karakteri çok sağlam duruyordu.

'Benim için mercimek o, hep öyle kalacak. Sen amcama böyle şeyler söylemiyor musun?'

'Genelde söylemem ama bence Irmak halan yeni sürüm mesela, Deha amcan da son sürüm.' Ufaklığın dudaklarından kıkırtılar koparken Dağhan'ın gözleri ünitenin kenarındaki çerçeveyi buldu. Deha ile omuz omuza olmak belki de gerçekten her insanın kardeşe ihtiyaç hissetmesini gösterir gibiydi. Bir gün zaman gelecek Irmak gerçeklerle barışacak ve orada Deha'yla olduğu gibi kız kardeşiyle de fotoğrafı olacaktı. Çünkü hayatının en doğru eserlerinden birisi, dünyanın onun yolu üzerine çıkardığı en güzel detaydı kardeşleri.

'O ne demek?'

'Hani telefonların yeni modelleri çıkınca yeni sürüm diyorlar ya bu da öyle.'

'Sen en büyükleri misin baba?'

'Evet...'

'O zaman sen eskimiş sürüm mü oluyorsun?' sonunda göğsündeki baş hareket ettiğinde Deva'nın sorgulayıcı gözlerine gülüp anında başını yakalayarak saçlarının üzerine dudaklarını bastırdı.

'Eskimiş demeyelim de ilk sürüm diyelim biz. Hem Afitab sultan Deha amcana ne diyor?'

'Kazandibi.' Deva'nın dudaklarından koca bir kahkahayla kelime koptuğunda Dağhan'da onunla beraber gülmüştü.

'Bence eskimiş sürüm bile kazandibinden iyidir.'

'Siz Deha amcamla çocukken nasıldınız?' Deva uykuya burada teslim olacağını belirtir gibi tekrar göğsüne başını yasladığında Dağhan koltukta biraz daha kayıp yayıldı. Bakışları yeniden çerçeveyi bulurken dudağının sağ tarafı da usulca havalandı.

'Ben başta sevmemiştim Deha amcanı. Ama sevmemiştim dediysem kötü anlamda değil. Kıskanmıştım, babaanneni onunla paylaşmak hoşuma gitmemişti. Sonra Deha amcan zaman geçtikçe büyüdü, tabi ben de büyüdüm. Deha amcan yokken tek başıma oynadığım bütün oyunları o büyüdüğünde beraber oynadık. Küçük olmasına rağmen çok bağlıydı bana.' Dediğinde iç çekmesiyle araya soru sıkıştıracağını da anlayarak bekledi.

'Mercimekte Deha amcam gibi mi olacak?'

'Annenin ona gösterdiği ilgi hoşuna gitmese de kalbindeki ona ait sevgiyi hissettirirsen öyle olacak. Sen hissetmeye başlarsan daha da güzel olacak. Yıllar sonra beraber planlar kuracaksınız mesela.'

'Ne gibi?'

'Mesela...' kendine kısa bir düşünme payı bıraktığında gülümsemesi daha da büyüdü Dağhan'ın, 'Arkadaşlarınızla görüşmek isteyeceksiniz mesela. Ödevleriniz olacak, bu yüzden de önce ödevlerin yapılması gerektiğini bileceksiniz. İşte o gün geldiğinde ikiniz birbirinize yardım edip ödevlerinizi hızlıca bitirerek arkadaşlarınızla daha fazla vakit geçirme imkanına sahip olacaksınız.'

'Siz öyle mi yaptınız?'

'Öyle yaptık. New York'u biliyor musun, gittin mi hiç?' sorusuyla göğsündeki baş onaylarcasına salladığında derin bir nefes aldı.

'Ben orada okudum, bir süre de orada çalıştım. Deha amcanla birbirimizi o kadar çok özledik ki bazen her hafta sonu gelmeye kalktı. Geldiği zamanlarda da doğru düzgün bir şey yapamadık biliyor musun, gezmedik yani.'

'Neden...' Deva'nın sesine uyku mahmurluğu bastığında derin bir nefes aldı.

'Benim çok çalışmam gerekiyordu bazen, Deha amcan öyle olduğunda saygı duyar işimin bitmesini beklerdi, işim bitince de iki kahve yapar salona oturup konuşurduk. Gezmek mühim değildi, biz farklı insanları, şehirleri, ülkeleri özlemiyorduk. Birbirimizi özlüyorduk, bu yüzden zaman ve mekan fark etmiyordu.'

'Dans etmeye gitmiyor muydunuz hiç?'

'Biliyor musun Deva, dans etmek için gittiğim en iyi partiyi Deha amcanla evin koltuğunda oturup kahve içmeye değişmem. Çünkü kardeşler çok değerli, sana istediğini söylemekten çekinmezler.'

'O yüzden mi sen Deha amcama kızsan da gitmiyor, gerçi bazen gidiyor.'

'Deha amcan çok ama çok uzağa gitse bile günün sonunda kardeşine gelir. Abiler, ablalar, kız veya erkek kardeşler çok kırılsalar da birbirlerine geri dönerler. Bunu görünmez bir ip gibi düşün.' Gözlerini dikili olduğu çerçeveden çekip yeni içeri giren Pera'ya çevirdiğinde kadın usulca yanlarına yaklaşıp tebessüm ederek oturdu. Deva'nın saçlarını okşadığında başı çoktan Dağhan'ın omuzunda yerini almıştı.

'Nasıl ip, sihirli mi?' meraklı olmasına rağmen yorgun olduğu için başını dahi kaldırmadığında Dağhan'ın dudaklarında ufak bir tebessüm belirdi.

'Sayılır. Kardeşlerin arasında incecik olduğu için gözükmese de koca bir ev çekebilecek kadar sağlam bir ip vardır. Bazen o ipler kapıların arasında sıkışır, bazen kendi ellerinle kesmek istersin, fakat düşeceğin zaman o ip sayesinde sana zarar gelmez. Bazen o ipin çevresinde dolaşırsın dolaşırsın ve sonunda kardeşine sarılacağın yeri bulursun. Bir insanı ufacık şüphen olmadan sevmek çok güzeldir Deva ve bence sen kız kardeşini şimdiden kuralsızca seviyorsun.'

'Seviyorum baba.' Mırıldanmaları dudaklarından döküldüğünde Pera gülümseyerek göz kırptı.

'Bayıldı resmen, nereden açıldı bu konu?' meraklı kara hareleri Dağhan'ın elalarına çarparken adam hafifçe eğilip dudaklarından bir öpücük çaldı anında.

'Deha ile beni anlatmamı istedi. Daha öncesi de var tabi ama karışık. Çok güzel manipüle edip istediği yere getiriyor lafı.'

'Dağhan Kalaycı babası, olsun o kadar.' Pera'nın tebessüm ederek fısıldayan haline göz devirdi anında Dağhan.

'Benim öyle bir yeteneğim yok ki, Deva'nın ki yetenek.' Mırıldandığında Pera tek kaşını kaldırarak baktı adama.

'Dalga geçme benimle, geçen ayarladığım röportajda olan cevapları okudum. Hiçbiri benimle onay verdiklerin değil fakat güzel değinilmiş noktalar. Lafı istediğin noktaya profesyonelce çekmişsin.' Bazı adamlar sevdikleri kadınların kendini övmesinden mutlu olurdu, bazıları ise sevdikleri kadınların aşırı dikkatli olmasından. Dağhan'da öyle ki Pera'nın duygularını yoğun yaşamasından, aklını çok incelikle yönetmesinden, belki de en çok gülüşünden etkilenmişti. Pera kendinin farkında olan bir kadındı. Bilinci, benliği ilmek ilmek gurur duyduğu kadınlığıyla beraber yol alıyordu. Yıllar geçtikçe daha çok farkındalığın içerisine gömülüp, daha güzel sorguluyordu.

'Pera hanımla evli olunca bulaşmıştır güzelim, yoksa zerre alakam yoktur.' Göz kırparak mırıldandığında Pera burun kıvırarak gülümsedi.

'Atma boşuna, Pamir'de, Nida'da şu kendinizi rezil etme politikasını senin özellikle uygulamaya koyduğunu ve çok üzerine düştüğünü söyledi. Manipülatif bir hareket işte. Algı operasyonu.' İkisi de gülmeye başladığında Pera adamın omuzuna başını yaslayarak derince nefeslendi.

'Deva gergin olduğunu hissetmiş.' Yargılamaktan çok daha ötesiydi bu Dağhan için. Pera'nın çalışma stilinin hep yetişmek ve hızlı kararlar vermek olduğunu biliyordu. Ancak bunun dışında söz konusu annelikken aşırı da sabırlı biriydi. Öyle veya böyle Pera idare ederdi, bunu bilse de yine de yorgun olduğu zamanları gözden kaçırma ihtimali canını sıkmıştı Dağhan'ın. Onu tek başına bir evin içindeki iki tane kız çocuğuyla çıkmazda bırakmak en son isteyeceği şeydi. En nihayetinde Deva'yı da, Meva'yı da canı gibi seviyordu ancak öyle anlar geliyordu ki Pera'nın tüm yorgunluğunu gizlemek ihtimalini düşünmek istemiyordu adam. Bu hayatı paylaşma kararları gün gibi ortadayken tek başına bir savaş alanı içerisinde öylece eli kılıçsız, silahsız kalmamalıydı kadın.

'Haliyle... Bazen nevrim dönebiliyor ve alakası olmasa da denk geliyorlar.' Dediğinde Deva'nın sırtını saran elinin birini usulca kaldırıp yanağını okşadı Pera'nın. İsmi Latince Petra kelimesinden gelen Pera sağlam, güçlü ve kararlı demekti belki ancak bir yandan da İbranice'de Peri demek olduğunun bilincindeydi. Sevdiği kadını tanımlaması gerekirse güçlü karakterli, kararlı duruşu olan, sapa sağlam ayakları üzerinde yaşamana devam eden bir peri derdi Dağhan. Bu sağlam duruşa ise en çok kendisi destek olmak isterdi.

'Ev üzerine üzerine geliyor, kocan olay çıkarmak konusunda üstat, uyurken dahi konuşabilme potansiyeli olan büyük kızın ve on dakikada bir acıkabilen küçük kızın daha var. Denk gelmeyi bilmem ama sıkışıp kalmış gibi hissederek sabrediyorsun. Senin nevrin dönerse başta ben hiç olurum diye korkuyorum.' Kaşlarını havalandırarak konuştuğunda Pera başını hafifçe kaldırıp yüzünü dikkatle inceledi. Bu sıralar halinin normal olduğunu iddia etmeyecekti, edemezdi.

'Bu aralar çakmakla yaklaşma diye üzerime yazı asmak istemem çok mu enteresan?' Dağhan gülerek kadının başının üzerine dudaklarını basıp çekilmeden saçlarının kokusunu ciğerlerine doldurduğunda Pera derin bir nefesle devam etti, 'Zaman geçtikçe Meva kendini tanıyor, seni beni ve çevresini tanıyor, şimdiden çok ama çok laf cambazı gibi gelmeye başladı. Deva kardeşi uyanık olunca sessizliğini koruyor ama. Geçen gün beraber almak için geçtik odaya, beşiğe ellerini yaslayıp her yaptığımı inceledi uzun uzun.' Derken iç çekerek dudaklarını ıslattı Pera. Aklına o kadar çok takılan detay vardı ki işin içinden çıkamasa yeriydi. Avucunun içindeki ufak elin üzerine dudaklarını bastırdığında hala Dağhan'ın omuzunda olan başının yerini sağlamlaştırıp ileri dikti gözlerini.

'Sanki ezberlemeye çalışıyor gibiydi Dağhan. Uzun uzun, detaylıca, sormadan ama takip ederek her şeye baktı. Bir şey olursa, bize bir şey olursa yani-' derken yanağını okşayan parmaklarla tüm kelimelerini de yutuverdi anında. Kötüyü çağırmaya gerek yoktu sonuçta öyle değil mi? Herkes güvendeydi, sağlamdı, bir şekilde hayatları ilerleyip gidiyordu.

'Şttt...' Dağhan anında parmaklarını Pera'nın dizindeki parmaklarına kenetlediğinde derin bir nefes aldı, 'Sizin kılınıza zarar veremezler.' Sanki kıyameti kendi koparacak kadar değil de bire bir kıyametin kendisiymiş gibi durgundu Dağhan. Hayatı boyunca bildiği tek şey savaşmakken ona sevişmeyi de öğreten kadının ruhuna kapılıyordu ancak o dik başlılığından asla ödün vermiyordu. Bir tufan içerisinde kaybolup gidecek her detay deseler, Dağhan dimdik ayakta durur ve tüm o rüzgarın çevresinden gitmesine hükmedebilir gibiydi. Çünkü adam anlamıştı. Babası başlı başına yanlış düşünmüştü, annesi de bir nebze düşündüklerinde eksikler olarak yaşamıştı hayatı. Babasına göre onu hayatta tutacak yegane şey baş kaldıranı öldürmekti, halbuki bu Dağhan'ın seçimi değil mecburiyeti olmuştu. Annesinin ise hayatı sürdürmesine yeterli geleceğini düşündüğü şey okuma olmuştu, fakat o da yanılmıştı. Senelerce dirsek çürüttüğü sıralara rağmen eğer ki bugün eli silah ve kalemi aynı anda tutabiliyorsa yıkılıp kalmıştı tüm gerçeklik. Dağhan'ın bildiği kendisini dimdik ayakta tutma yöntemi bir taneydi sadece, Pera'yı sevmek...

Gözünü karartacak, resti çekecek, masanın dört tarafındaki ıstakalara vurarak devirecek, hatta masayı yerle bir edecek kadar sevmek. Çünkü ne zaman yüreğine söz dinletmekten vazgeçtiyse işte tam o gün Pera'nın bakışlarında bir şey görmüştü. Kendi kimliğini. Soğuk bir akşamda, tamamen kapatılmış bir restoranın içerisinde, yanında kendinden pek haberdar olmayan iki dostuyla otururken, kapıdan baş işaretiyle onay veren kardeşinin getirdiği kadın. Tüm resmi görmek isterken karşısında kalan sandalyeye yerleşen bu güzel kadının gözlerine bakmıştı inatla. Fazla ses soluk çıkarmadan, kendisini ve egosunu göstermeden yapmıştı bunu üstelik. Onun için zordu halbuki, Dağhan için oturduğu yerdeki kişilere hükmetmek saçmalık olabilirdi fakat o yemek masasındaki şamdanı biraz çekip tam resmi göremeyecek kadar kontrolünü kaybetmişti. Bundan da onur duyuyordu. Dağhan'ı ancak sevdanın böyle yapabiliyor olmasından dolayı gururluydu adam. Bu saatten sonra şu an aidiyeti olan dünyadan göçüp gidecek bile olsa yenilmiş kalkmayacaktı masadan.

Dağhan yıllar önce, çok uzun yıllar önce bir masaya oturmuştu. Fakat ne şekli belliydi masanın, ne de rengi. Düzeni bile doğru dürüst yoktu hatta. Tek bildiği o masaya bir tane sandalye yerleştirebileceğiydi. O tek başına kalmış sandalyenin sahibi ise seneler önce belirlenmişti. Sıcak ve nemli bir İzmir gecesinde üstelik... Pera o gece o sandalyeye oturduktan sonra Dağhan'a göre yerçekimi kuvvetini oluşturmaya başlamıştı. İlk kez o gece yarasına pansuman yaptırmıştı mesela, çünkü artık ayakları havada değil tam da Pera'nın kendisi için tasarladığı dünyada dümdüz zemine basıyordu. Hayat belki Dağhan için adil bir oyun oynamamıştı fakat o hayata karşı yeterince adil olmayı seçmişti. Kalem tuttuğu eliyle tetiği çekerken, sadece sevdasına tutunmuştu.

Geçen saatlere rağmen sanki büyük bir gerginlik tüm evi esir almış gibiydi. Dağhan'ın sabah her zaman olduğu gibi gittiği şirket olağan durgunluğundayken evde enteresan bir enerji hissediyordu. Bu durum sadece kendinde değildi anlaşılan çünkü sabahtan beri mızırdanan Meva güçlükle uykuya dalmış, Deva normalde sadece cümleleriyle terslik çıkaran bir çocukken bu defa tüm huysuzluğunu hareketleriyle belli etmiş, yapılmaması gerektiğini düşündüklerini dahi yapmıştı. En son Dağhan eve döndüğünde bahçedeki ağaca tırmanmaya çalışan kızını ve şok olmuş halde kucağındaki diğer kızıyla ona kızan Pera'yı bulmuştu gözleri. Deva'nın bu zamana kadar ağaca tırmanmak kenarda dursun, koltukların üzerine çıkmışlığı dahi yoktu. Kontrollü bir çocuktu o. Bütün bunların özellikle bugüne ait olduğunu fark ettiğinde ise Pera'yı kucağındaki Meva ile odaya göndermiş, kendisi de Deva'nın aşırı enerji patlamasıyla beraber ağaca tırmanmasına yardım etmişti. Dala oturduktan sonra kendisi de yanına tırmandığında ufaklığın aklına takılan veya huzursuz olduğu ne diye anlama çabasına girse de eli tamamen bomboştu. Belli ki Deva'da kendi haline anlam yükleyememişti çünkü. Yüz kere dil döküp ağaçtan indirdiğinde ise kendine koşulmuş şartı kabul etmişti Dağhan. Deva uyuyana kadar kitap okuyacaktı. Ki bu pazarlık söz konusu olunca Deva inatla uyumuyor gibi davranıyordu.

Üzerindeki takım elbisenin ceketini düzeltip aynada kontrol ettiğinde kenara çıkardığı kol düğmelerini de yerleştirerek kilitledi. Aynanın yansımasından tedirgince kendisini izleyen kara gözleri buldu elaları. Hani ruhlar çarpışıyor derlerdi ya, işte Dağhan ve Pera'nın ruhu da çarpışıyordu. İkisi de istediklerinden emin olarak birbirleriyle mücadele ediyorlar fakat bir kere dile getirmiyorlardı.

'Güvenli olduğuna emin miyiz bunun?' Pera sonunda sıkıntıyla sanki dillendirmek istemiyorcasına fısıldadığında Dağhan parfümünü de sıkarak döndü yüreğini ortaya koyduğu gözlere. Yüzündeki tebessümü bir an bozmadan kirişe yaslanmış omuzunu çekerek göğsüne yaslanmasını sağladığında derince nefeslendi. Hayatını adadığı koku ciğerlerine kadar ulaşıyor, oradan gizli bir tünele giriyor, ardından başka bir koridordan kalbine ulaşıyor ve kırk kat kilit vurularak gizleniyordu.

'Bu konuda herhangi bir tedirginliğin olmasın. Güvenli olduğuna emin olmam şart değil, benim avucumun içerisindeler, benim kurallarım geçerli.' Kendinden emin konuşsa da öyle veya böyle Pera'yı ikna edebilecek gibi durmuyordu aslında. Çünkü kadın hali hazırda zaten saç uçlarından tırnaklarına kadar endişeliydi. Sakin üç adımda kadının yanına yaklaşıp kollarının iki yanına ellerini yerleştirdiğinde çatık kaşlarına gülümsemeden edemedi Dağhan. Onu bu baş kaldıran haliyle daha çok seviyordu. Karşı çıkması, bir şeyler hakkında doğrunun bu olmadığını savunması, kendi bildiği gerçekleri ayan beyan ortaya döküşüyle beraber Pera kendisi için çok daha başka ve dirayetli bir kadın oluyordu ona göre.

'Ne demek bu? Madem güvenlik şart değil biz neden eve tıkıldık? Elimizi kolumuzu sallayarak gezelim o zaman.' isyan edercesine karşılık verdiğinde ellerinin kıskacından kurtulmak için silkinmişti ki Dağhan tekrar kadını yakalayıp gülümseyerek alnına dudaklarını basıp kollarını okşadı.

'O tedbir.' Tekrar dudaklarını Pera'nın alnına basıp bir kez daha kokusunu çekti içine, fakat Pera kimi kandırıyorsun sen dercesine deviriyordu gözlerini, 'Şimdi çıkıyorum ve iki saat sonra evdeyim.' Diye devam ederken sarılmasını beklemeden kaçar gibi yanından geçip odanın kapısını araladığında Pera'nın sesini duydu.

'Dağhan.' Gülümseyerek kadına bakışlarını çevirdiğinde Pera kırık bir tebessümle derin bir nefes aldı. Böyle kırgın ve korkak gülümsememeliydi Pera. O gözlerinde ufacık bir endişe de, korku da olsun istemiyordu. İçinde sıkışıp kaldığı araf gibi olan bu dünyada tek istediği Pera'nın yüzündeki gülümsemenin mutluluktan olmasıydı.

'Ruhum, o seninle, unutma.' Derken başını sağ omuzuna doğru düşürdüğünde derin bir nefes aldı Dağhan. Böyle bakarsa zaten eli kolu bağlanırdı adamın. Yapmak istediği hiçbir durum kendi tasarladığı gibi ilerleyemezdi ki. Ne olursa olsun Pera ona böyle bakmamalıydı... Fakat kahretsin ki gözlerindeki merhametli bakışlar bire bir istemediği şekilde kendine mesaj veriyordu ve dünya üzerinde gerçekten de sözünü adım adım dinleyeceği tek kadın karısıydı.

'Kırılmayacak, söz sana, ruhun kırgın gelmeyecek.' Başını onaylarcasına sallayan kadınla beraber sonunda çıktı odadan. Basamakları birer birer inerken aklında tek gerçek vardı Dağhan'ın. Hayatı boyunca belki de dilinden nadiren sözler dökülmüştü, bu yemin etmenin ötesinde bir durumdu. Eğer ki Pera'ya verdiği sözü tutmazsa, onun ruhunun kırılmasından çok kirlenmesine müsaade ederse geri dönmeye de gerek yoktu. Bunu bilerek söz vermişti zaten. İki saat boyunca Pera bu evde, karargah gibi olan korunaklı bir sığınakta olmaktan çok zihninde, kalbinde, göğsünün tam orta yerinde olacaktı. Her hücresinde olacaktı hatta. Öyle ki bir an tereddüt edip kötüye eğilimi olsa oracıkta kalıverecek ve aklına Pera'nın başını omuzuna düşürerek emanet ettiği ruhu gelecekti.

'Olaysız dağılacağız. İkinizde benim küçük kardeşimsiniz ve ben müsaade etmeden ağzınızı açmayacaksınız.' Sinyal verip arabayı sağa çekerken mırıldandığında yanında oturan Irmak'ın şok olmuş halde ona dönmesiyle frene basıp kontağı kapattı. Deha beklemeden inerken arkalarından takip eden eskort araçlardaki adamlar da bir bir arabanın etrafına etten bir duvar örmeye başlamışlardı bile.

'Beni ezmelerine izin veremem.' Irmak kaşlarını havalandırıp ciddi olduğunu belirtircesine harelerini kendine diktiğinde dudaklarını ıslatma ihtiyacı hissetti. Bu konuda herhalde uyum sağlaması en zor olan kişi kız kardeşi olacaktı fakat biliyordu ki kendinin Irmak için bir değeri olmasa dahi Pera ona göre de çok ama çok farklı yerde duruyordu.

'Irmak.' Sıkıntıyla konuşsa da derin bir nefes alıp bedenini hafifçe çevirerek kadının atel takılı elini avucuna aldı, 'Tek başına mücadele verdin, başardın, dimdik hala ayaktasın-'

'Bana sakın himayeme gireceksin saçmalıklarından bahsetme. İçerideki herkesi kurşuna dizdirme!' kadın inatla lafını kesip elini kurtarmaya çalışsa da canını acıtmamaya dikkat ederek daha da sıkılaştırdı parmaklarını.

'Dinlemeyi öğren önce!' bariton çıksa da aslında abi şefkatini öyle sesiyle hissettirebiliyordu ki bir an Irmak'ın ufak bir kız çocuğunun abisini dinler gibi alttan alttan bakan hareleriyle derin bir nefes daha aldı.

'Sapa sağlam kadınsın, zekisin, insanı dumur edecek kadar çalışıyor o kafan, farkındayım. İçeride yapacağım hiçbir şeye şaşırmayacaksın. Fakat bütün bunların ötesinde Pera'yı hepimizden daha yakın hissediyorsun kendine ve bunun beni ne kadar mutlu ettiğini tahmin bile edemezsin ancak bu gecenin tek kelimesinden haberdar olmayacak. Benim karım bunların dışında kalacak Irmak, olabildiğince dışında. Ve, sen benim öyle veya böyle küçük kız kardeşimsin. O yüzden, kurşun yok.' Anlaştık mı dercesine baksa da ele avuca sığmayan Irmak Hale Tütüncü, ki bu geceden sonra Irmak Hale Kalaycı olarak anılacaktı, asla zapt edilen bir güç olamazdı. Onun hamurunda bir kadın olarak baş kaldırmak, gülümsemek, çektiği acıdan zevk alırcasına bir dirayetle tüm çirkinliğin karşısında durmak vardı. Ve Dağhan burada ne yaparsa yapsın, Irmak'a istediği kadar dil döksün kardeşinin uslanmaz bir kadın olduğunu bilecek kadar kendindeydi.

'Ne planlıyorsun?' Irmak'ın kaşları çatılırken yüzündeki anlam vermeye çalışan ifadeye yandan bir tebessüm gönderdi.

'Söylediklerimi aklına kazıdıysan başlayalım.' Yüzüne düşen karanlığın da farkındaydı, Irmak'ın ilk kez kendisiyle beraber ortak bir alana aynı araçtan çıkarak girdiğinin de, onun asla durdurulamayan ve durdurulamayacak ruhunun da. İçerideki her insan bunların bilincinde olarak gelmişti fakat unuttukları bir şey vardı. O da tam olarak Dağhan'ın kanına kimsenin dokunamayacağıydı.

Önden ilerleyen Turan ve Ceyhun, hemen arkasında Dağhan, onun arkasında Irmak ve Deha, sonda kalan Arjin ve Yuri... Uzun, loş aydınlatmalı koridorda ilerlemeye devam ederken Dağhan yarım ağız güldü. Sevdiği kadına evlenme teklifi ettiği yer, gözden uzak, işletilmiyor olarak görünen, aslında bomboş, sadece var denilsin diye oluşturulmuş tasarım. Buraya gelen sayılı ve hatırı sayılır misafirler dışında kimse olmazdı. Dağhan'ın evinden sonraki mabedi dahi sayılabilirdi belki. Turan ve Ceyhun'un açtığı büyük kapıyla yüzüne vuran temiz havaya daha çok gülümsediğinde dikdörtgen masada oturanlar da ayağa kalktılar. Adımları hızlıca ilerlerken son bir mesafe kala duraksadı.

'Hoş geldin Dağhan.' Karşısındaki sarışın, kendine güvenen, oldukça da iddialı olduğunu farz eden kadına başıyla selam verdiğinde masadakilerle bir adım daha atarak el sıkıştıktan sonra bekledi. Kendiyle beraber herkes ne olduğunu anlamaya çalışırken Dağhan önündeki sandalyeyi tutup kendine doğru çekti anında.

'Irmak?' bakışlarını masadaki yüzlerin şaşkınlığından bir an ayırmadan mırıldandığında Irmak arabada söylediği şaşırma ifadesinin nereye geleceğini fark ederek ikiletmeden veya donmadan yerleşti sandalyeye. Dağhan'ın bakışları bu kez Deha'yı bulurken yüzünde oluşan sinsi ifadenin de bilincindeydi. Zaten bulunmayı istemediği, hatta desteklemediği bir organizasyonda koltuk aşkı yaşayacak değildi kardeşi. Fakat o aşk yaşamadığı koltuk bir devrin başlangıcıydı. Kalemlerin ardı ardına kırıldığı yer, tüm kartların yeniden dağıtıldığı oyun, zihin donduran bir varoluştu.

 

Loading...
0%