Yeni Üyelik
74.
Bölüm

Bölüm 72 -Sen Fazlalık Değildin

@biceruvar


Kasımdı. Soğuktu ve Irmak bana bu aylarda ''Ben bu hikayeye bomba gibi düşeceğim haberin olsun!'' diyerek sizlere selam vermişti. Irmak bir senedir bizlere verdiği o selamda ne kadar acı çektiğini anlattığı kadar, ne kadar ayakta kaldığını da göstermişti. Fakat onun da ötesinde deli gibi onu bulmak adına çaba gösteren Dağhan kapının hep ardındaydı. Bir an umutsuzluğa kapılmadan deli gibi kız kardeşini arayışını ben atlatamıyorum arkadaşlar. Yazıp çizmiş olabilirim fakat Dağhan'ın abiliği benim de sol tarafımda ayak izi bıraktı. Şimdi bir sene öncesine dönüyorum da zihni durmuş gibi olan o adam ne çabalar göstermişti. Her fırsatı değerlendirirken gerçeklerle yüzleştiğinde ise donup kalmıştı. Bir abi için kız kardeş ne kadar insanı dehşete düşürebilirse Dağhan on mislini yaşamıştı. İyi bir evlattı Dağhan, sonra iyi bir abilik yaptı erkek kardeşine, iyi bir sevgili, iyi bir eş, iyi bir baba ve bir kız kardeşe çok iyi bir abi olacak şekilde baş kaldırdı. Ama en önemlisi iyi bir adamdı Dağhan. Yüreğiyle, sözleriyle kadınların kırılan kanadına kanat olabilecek, sahalarda onun gibi daha çok erkek görmek istediğimiz adamlardan...

Bütün bunlardandır belki bence ben iyi ki Dağhan'la tanışma lüksüne eriştim. Onu yazabilecek kadar içimde büyütüp, yaşatabilecek kadar tanıştım, sizinle ona kızdım ama yine de bazen başını okşamak istediğim zamanlardan kaçamadım. Omuzları dik, duygularını profesyonel şekilde saklayabilecek olsa da sakınmayan, Pera'yı göğsünde durgunlaştırıp saran, böyle bir adam muhakkak vardır dünyada dememe sebep olan tüm özelliklerin iyi ki var Dağhan. Senden, sana benzeyenlerden yüzlerce, binlerce görebilmek umuduyla... Bir gün New York'ta tavuklu waffle yerken hayalinle dahi göz göze gelebilme ihtimali dilerim kendime...

Sizleri bölüm duyuruları ve paylaşımımızın daha da çoğalması adına instagrama beklediğim gerçeğini atlamayalım lütfen...

Instagram: BiCeruVar

---------------------------------------------

Bu masada kimlerin oturduğu takip edilememişti, koltuklar kimlere dağılmış, içeride var olan ve yok olan nedir, işin gizi sırrı nasıl kabul edilir o kara dünyada asla çözülememişti. Bu masaya da, şuan Irmak'ın oturduğu koltuğa da dair tek bilgi vardı herkesin elinde, içeride dönen her şeyden bilgisi olan tek kişinin Dağhan Kalaycı olduğuydu. Çok kişinin gelip geçtiği sandalyeler, patlayıp ortalığa dağılan kadehler, ölenler, kalanlar, yaşamak için yalvaranlar, yaşamamak için göz yaşı dökenler, hepsi ama hepsi Dağhan'ın kararmaya ant içmiş gibi olan ruhunun şahitliğindeydi. Şimdi ise başından beri olduğu o koltukta aslında herkesin olmasından korktuğu kişi vardı. Irmak Hale Tütüncü, daha doğrusu Irmak Hale Kalaycı... Bu zamana kadar herkesin asla anlaşamadığını düşündükleri ikili şimdi bu masada hem beraber oturacaklardı, hem de bu kez masanın en başında Irmak yer almış olacaktı. Kalıplaşmış bir inancı yıkmak ne ise Dağhan'ın o koltuğu devretmesi de o kadar alışılmış durumdu işte. Fakat bazen darbe, gerçek bir darbe olmaktan çok daha ötede hayat kazanırdı. Yıllardır aklında sinsi bir sürü plan olduğunu düşündükleri Irmak Hale şimdi oturduğu koltuğun kolçaklarına kollarını yaslamış, dudağındaki hain ve kışkırtıcı gülümsemeyle sağ bacağını sol bacağının üzerine atarak hepsini seyrediyordu.

'Bu ne demek Dağhan? Koltuğun Irmak'a mı kalıyor?' gözleri kırklarında olmasına rağmen saçlarındaki yoğun beyazlamayla ve elbette yoğun koşuşturma yüzünden yaşlanmış haliyle neredeyse elli gibi gösteren Tuna'ya döndüğünde üst dudağı kıvrıldı. Yüzünde hem şok olmuş, hem de afallamış bir ifade vardı fakat daha yoğun olan mimiği de kızgınlıktı. Şimdiye kadar kimsenin üzerinde söz söyleme hakkı olmayan, tek kişinin, Dağhan'ın ağzından dökülecek kelimeyle orada öylece kalan koltuğun asla bu masaya oturmamış bir kadına verilmesinin kızgınlığıydı bu. Dahası eğer Dağhan Tuna'yı birazcık tanıyorsa o koltukta birinin değil, bir kadının oturması daha çok sinirlendirmişti bu herifi.

'Irmak değil Tuna. Irmak hanım.' Adımları bu kez masanın diğer ucuna doğru ilerlemeye başladı. Turan olacakları bilse de bu kadar hızlı harekete geçeceğini tahmin etmediği, yıllardır yanında olduğu adama karşı yaşadığı şaşkınlığı omuzlarından hızla atıp kenarda hazır bekleyen koltuğu çekerek masanın diğer ucuna, tam da Irmak'ın karşısına bıraktığında Dağhan'da yerleşti yerine. Tabi bu başlı başına bir kaostu, ayakta hala şaşkın olan dört beden sadece Dağhan'ı bile durduramazken iki kişiyle nasıl baş edeceklerinin kaosunda kısılmış kalmışlar haliyle kaşları da daha çok çatılmıştı.

'Bu masayı kuran sensin, senin dışında kimsenin yönetemeyeceğini de sen söyledin. Bu zamana kadar kendine bey dedirtmedin şimdi de ihmalkâr kız kardeşin hem masanın gücüne ortak oluyor, hem de hanım diye mi hitap edeceğiz?' yüzü allak bullak olmuş ama devamlı cüretkârca konuşan ve bundan asla çekinmeyen Poyraz'ın daha fazla ayakta durmayıp sandalyesine bedenini bırakmasıyla diğerleri de yerleşmişti ki açılan ve servis edilen şaraplar bir oldu.

'Öncelikle, ihmalkardan kastın ne Poyraz? Hangi ihmal?' Dağhan olağan işleyişi de bu masada konuşulacak her kelimeyi de bilirdi. Yüzünde anlamamış, dahası şaşırmış ifadeyle Poyraz'a bakarken diğerlerini de süzdü göz ucuyla. Ayan beyan çekiniyorlardı kendinden hepsi. Geldiğinden beri dudaklarında ufak bir tebessüm vardı fakat hepsi bunun masum bir tebessüm olmadığının epey bilincindeydiler.

'Hangi ihmal mi? Ben anlam veremiyorum, sen babanı vuruyorsun ve içeri giriyorsun ancak sistemin işlemeye devam ediyor, her ay toparlanıyoruz sen de bizlere sözde hücrede ki bence bir makam odasıydı, online olarak katılıyorsun. Kendini resmen ifşa ediyorsun, dolayısıyla bizi de tehlikeye atıyorsun. Daha sonra bir kız kardeş çıkıyor ortaya, bu zamana kadar selam bile vermediğin, bırak selamı birbirinizi öldürmeye çalıştığınız gün gibi ortada olan kız kardeşin, bunları da es geçelim, kız kardeşin arabasını kontrol ettirmeyecek kadar ihmalkar ve elbette sen evine baskın yapılabilecek kadar korunaksızsınız.' Büyüyen kara gözleriyle konuşmasını bitirdiğinde Dağhan alt dudağını dişlerinin arasına alıp ısırdıktan sonra harelerini usulca kapıya çevirdi. Dağhan yazılmış kuralları, yazılmamış oyunlarla birleştiren bir adamdı. Dağhan bu yaşına kadar dizlerinin üzerine defalarca çökse de kimsenin omuzlarının dahi düştüğünü görmediği o adamdı. Bu masada Irmak oturmadan önce olan tek kadın Sevil'in varlığından epeyce rahatsız olan, kadınların zekalarını ve bileklerini küçümseyen Tuna'ya normal şartlarda şu dakika ders vermesi gerekirdi fakat bu gece aklına gelmeyecek bir şey yaparak Pera'ya söz vermişti. O ruhu bu gece göğsünün sol tarafında kendisiyle getirdiyse kirlenmesine de izin vermeyecekti. Ondandır belki de hep olduğu gibi zihnindeki planlar sürekli yer değiştirmiş ve sonunda da başka bir çıkmaza hapsetmişti masadakileri, henüz hiç birinin haberi olmasa da... Sessizliğini korurken hala gözleri de kapalı kapıya odaklı kaldığında aralanmasıyla beraber olabilecek en kindar gülümsemesiyle çevirdi elalarını masadakilere.

'Öldün, çık.' Masada kimseden ses çıkmamışken Dağhan gülümsemesini daha da genişlettiğinde Devrim elleri cebinde yaklaşmaya başlamıştı. Değişmez kural yine geçerliliğini koruyordu, Dağhan bu masada söylenebilecek kelimeden hareket eden bir parmağa kadar bilirdi, çünkü bu masanın beyniydi. Sadece Irmak'a karşı olan hamleden haberi olmayanlar bu konuda fikir sahibi oldukları için Arjin anında Devrim'e de sandalye çektiğinde o da yerleşip genişçe bacak bacak üzerine attı. Toplantıya katılmak için değil de dalga geçmek için gelmiş gibiydi hali. Sandalyesini sallamaya başladığında da bakışlarını insanlarda gezdirdiğinde de bu vurdumduymaz tavrı bozulmadı. Fakat kısa süre sonra gözleri tamamen Poyraz'a odaklanmadan hemen önce sol tarafındaki Deha'ya kadehini işaret edip onun verdiği onayla aldığı gibi tepesine dikti.

'Sence Dağhan bu kadar aptal olabilir mi Poyraz? Yapma ama senelerce yüz yüze baktık, bu adam sınavları çalışmadan geçen bir tipti. Gerçi, sen üniversite dönemini hatırlamazsın, ne olmuştu o ara ya...' kaşlarını çatıp gözlerini Dağhan'a çevirip izlemeye başladığında onun dudaklarından gür bir kahkaha koptu.

'Aldatıldı ya Ege, ayıp ama bu ortamda yazık değil mi? Gururunu incitme Poyraz'ın.' Derken gülümsemesi hala dudaklarındaydı Dağhan'ın. Masa kuralı 1: Burada tek etik herhangi bir kadına asla ama asla hakaret dahi edilmemesiydi.

'Sen, siz-' Poyraz şaşkınlıkla beraber hala o günü yaşarcasına titreyen sesini ortaya çıkarsa da çok çabalamadan duraksadığında Devrim başını usul usul sallayarak gülümsedi.

'Biz nereden biliyoruz...' Deha göz devirerek zerre katılmadığı muhabbete giriş yaptığında yarım ağız gülmeyi de ihmal etmedi. Bu masadaki insanların ağırlığı farklı olsa da Deha'nın aurası, duruşu, serseri hali hepsini dize getirmeye yeterdi.

'Bizim ensemizde bile gözümüz var be Poyraz. Biliriz çok şey yapma sen, olur arada.' Başını sağa sola sallayarak geriye çekildiğinde Irmak'ın ne olduğunu çözmeye çalışan ama bir yandan da çaktırmayan bakışlarıyla derin bir nefes alıp gülümsemeye devam etti. O sırada ise hepsinin dikkatini çekmek için Dağhan hafifçe öksürüp kollarını masaya yaslayarak hafifçe öne eğildi. Masa kuralı 2: Dağhan konuşuyorsa olan konu ne ise anına kapanmalı ve dediklerine dikkat verilmeliydi. Çünkü Dağhan hiç havadan sudan, bomboş konuşma zahmetine girmemişti.

'Ben genel olarak sizlere açıklamamı yapayım. Açıklamama gerek var mı...' yüzünü buruşturup değer misiniz der gibi baktıktan sonra omuz silkerek devam etti konuşmasına, 'Yok ama neyse... Babam vuruldu, elbette kazaydı, belki de değildi. Ancak ben elime gelen fırsatı geri tepmem, bilirsiniz. Benim evimde ölü bulunmuş olarak tüm basına sızdığında ne yazık ki faili meçhul de olsa prestijim sarsılırdı. Ancak, sadece illegal değil, legal bir dünyamız da var. Bende taktir edersiniz ki hem bu hata sonucu legal seviyemi korudum, hem de illegal dünyaya kapım olmadığını kanıtladım. Öncelikle buradan başlamam daha hoş oldu sanırım.' Başını usul usul salladığında şarap kadehini parmakları arasına sıkıştırarak gözlerini Sevil'in aralık kalmış dudaklarına yönlendirdi.

'Şaşırdın mı Sevil? Yani hiç mi aklına gelmiyordu bana karşı koz bulup çelme takmak? Gelmiyorsa madem... Düşünüyorum da, neden yatının motor bölmesinde beni araştırdığın o dosyaları istiflemeyi tercih ettin. Bana gelsen anlatırdım. Üzüldüm, çok küçük bir alan kullanmışsın, ben o kadar zayıf bir adam değilim halbuki. Bir de-' kadının daha da aralanan ağzıyla derin bir nefes çekerek gözlerini etrafta gezdirdikten sonra tekrar yeşil gözlerine odakladı, 'Daha sonra bir kumpas kuracaksan benden öneridir aptal gibi kendi kanıtlarını da aynı yere saklama, zira bu dönemde kasa şifreleri çok kolay kırılıyor.' Omuz silkerek kırmızı şarabından bir yudum aldığında cebinden çıkardığı sigaradan bir dal ateşleyip gözlerini bu kez sıranın kendisinde olmaması için dualar eden Tuna'ya çevirdi.

'Gelelim başka bir konuya... Kız kardeşimi araştırmanız... Başlı başına bir hataydı, aslında bu benim değil sizin ihmaliniz.' Gözleri direkt olarak Tuna'ya bakarken derin bir nefes alıp sigarasını dudaklarına götürdü. Birkaç saniye cümlelerini tartar gibi zehrini içine çektiğinde dudaklarını ıslatıp havaya karışmasına müsaade etti dumanın.

'Kız kardeşimi araştırmak en büyük ihmaldi aslında. Üstelik ben bunu kimseyle paylaşmamışken?' tek kaşı havalandığında dudaklarını ıslatıp bakışlarını Irmak'ın mavi gözlerine çevirdi.

'Bazı şeyler ihmalkarlık olmuyor Irmak biliyor musun? Gerçi kime soruyorum, sende bir Kalaycı'sın, elbette bileceksin. Bazıları aptallık değil mi sence de?'

'Aptallığın daniskası.' Irmak gözlerini kendine kilitleyen Dağhan'la beraber sonunda umursamazca fakat aynı zamanda tükürürcesine konuştuğunda adam usulca başını salladı.

'Dağ evinde aileme karşı yapılan suikast benim işim olabilir mi mesela? Düşmanları görmek ve açık kartlarla oynamak için ufacık bir yaralanma geçirmiş olabilir miyim sizce? Bunu yapacak kadar delirmiş olma ihtimalim yüzde kaçtır sence Sevil? Veya acaba kardeşimi hiç aramamış olabilir miyim? Bunca zaman Kalaycı'ların iki erkek kardeş olduğunu insanların düşünmesini sağlamış olabilir miyiz? Kız kardeşimi sizce nasıl böyle gizlemişimdir? Irmak'la, ailemin göz bebeğiyle bir plan kurup o frenleri kestirmiş daha sonra da o canından çok sevdiği abisi için bile bile arabaya binmiş olabilir mi Poyraz? Düşünün bakalım bir, Irmak'ın bu dünyaya düştüğü o bomba akşamı geçirin aklınızdan. Bugün aramızda olmayan Cahit bey bana o suikastı düzenlediğinde beni neden ormandan kız kardeşim çıkardı? Ne dersiniz, sizce hepsi tesadüf mü?' bakışları usul usul masadaki gözlerde gezinmeye başladığında yüzünde de insanı gerginlikten patlatacak kadar bir tebessüm oluştu. Masa infilak ederse net şekilde Dağhan'ın bakışı ve gülüşünden olabilirdi.

'Neyse, ben asıl konuşmak istediğim olaya geleyim. Deha zaten sizlerden pek hoşlanmaz, açıkçası herhalde biraz müsaadem olsa gözünü kırpmadan öldürür sizi. Fakat Irmak... Irmak benim gizli servetim, biricik küçük kız kardeşim. Yıllardır kimsenin nereden çıktığını bulamadığı, pırıl pırıl bir işleyişe sahip zekasıyla, güzelliğiyle göz kamaştıran, hepinizin dikkatini dağıtan göz bebeğimiz. Belki bilmezsiniz diye söylüyorum annem kendisini ikimizden de daha çok sever. Kolay değil tabi iki erkek çocuğunun yanında kızını öyle muntazam yetiştirdi ki hiçbiriniz var olduğunu dahi fark etmediniz. Toparlayalım...' bakışları etrafta gezinirken kadehinde bir yudum daha aldığında Turan'ın işaretiyle gülümsedikten sonra bakışları tekrar masada gezindi.

'Irmak benim kız kardeşim ve bu masada hiçbir şekilde benim altım olarak oturmayacak. Kayırmak mı dersiniz, yoksa doğru seçim mi bilemem. Ben canavar gibi zekası olan bir kadının hakkı olduğunu düşünmenizi tercih ederim orası ayrı. Ki zaten bileğinin gücüyle burada. Açığını isterseniz, benden daha akıllı olduğu için onu tercih ettim. Kadınlar daha cesurdur sonuçta, güzel bir işleyiş ve planlı yaşamı severler. Sevil, seni almak isterdim fakat-' bakışları kısa bir anlığına kadına döndüğünde onun kur yapan gülümsemesiyle başını sağa sola salladı, 'Aşık olduğumu bilerek seninle zaman geçireceğimi düşündüren nedir anlam veremiyorum. Kur yapmak yerine gücünü gösteren bir kadın olsaydın, ki aptal olduğunu kesinlikle söylemiyorum, Irmak'tan önce o koltukta otururdun. Sen benimle bir birlikteliğin olmasını ve bu sayede yer sahibi olmayı tercih ettin. Fakat kötü haber şu ki bir kızım daha oldu, her ne hikmetse çocuklarım ilginç şekilde karıma daha çok bağlanmama neden oluyor.' Başını umutsuzca salladığında tekrar Irmak'ın parıldayan mavi gözlerine baktı. Kendisinin övülmesini beklemediği gözlerinin içinden okunuyordu fakat bunu muhtemelen abisi, erkek kardeşi ve Devrim dışında kimse göremiyordu.

'Bundan sonra sevkiyatlar, anlaşmalar, bana ulaşamadığınız durumda Irmak hanımdan müsaade alacağınız şeyler. Çevrenizdeki hainlere rica ediyorum iletin, eğer ki Dağhan Kalaycı'nın kanı akarsa, o kanda boğar.' Sandalyesini geriletip ayağa kalktığında masada patlamak üzere olanlar da onunla beraber kalkmışlardı. Dağhan tam karşısındaki Irmak'ın hala tebessüm ederek oturuşuna baktığında gurur duymadığını falan düşünse kendisi bile yalancı çıkardı muhtemelen.

'Bir de unutmadan ekleyeyim. Bu gece ihanet edenleri öldürmeyeceğim. Karıma bir söz verdim ve ben ona verdiğim sözleri tutarım. İçiniz rahat olsun. Kızımın size dünyaya ben geldim hediyesi olarak düşünün.' Kenardan geçip ilerlemeye başladığında hala oturan Irmak'a elini uzatmıştı ki sıkıca kavrayan parmaklarla bu kez kolunu hafifçe kaldırıp girmesini sağladı. Geldikleri gibi sessiz sedasız önce büyük kapıdan ardından koridordan yürüdüklerinde çıkıştaki araca da yerleşerek derin bir nefes alıp pencereyi araladı.

'Abi, sinyaller tamam. Sevil ve Tuna'yı takipteyiz, Poyraz zaten haber uçurmaya başladı dönüşün hakkında, Fatih, bildiğimiz Fatih. Eve mi geçiyoruz başka bir işimiz var mı?' Arjin'in açıklamasıyla beraber bir sigara yakıp Deha ve Irmak'a baktıktan sonra gülümsedi. Henüz bitmemiş bir işi vardı. Henüz evini bilmeyen bir kız kardeşi, o evin bahçesinde hiç adım atmamış bugünün dik duruşlu kadını vardı.

'Yalıya uğrayacağız.'

'Emredersin abi.' Arjin arkadaki araca ilerlediğinde Dağhan tekrar sigara yakıp kemerini bağlayarak arabayı hareket ettirdi. Bakışları yolda olsa da yanındaki kadının sessizce düşünüyor olmasıyla eli radyoya gittiğinde içeriyi dolduran şarkıyla üst dudağı kıvrıldı. Deha'yı severdi, Deha'yı canını yok sayacak kadar severdi Dağhan. Fakat belki de yaşasa bile hatırlayamadıklarından, belki de içten içe hissettiğinden devamlı bir kız kardeşi olmasını istemişti küçük yaşlardayken. Henüz Fuat beyden nefret edecek kadar kararmamışken mesela veya ağlamayı unutacak kadar buz tutmamışken içi. Belki en başından beri yanında olsaydı Irmak her şey çok farklı olabilirdi. Mesela sevdiği adamı Turan'ı kendine anlatırdı belki, Deha ve kendisinin yaptıkları gibi üçü birbiriyle sırlarını paylaşırdı, Turan şart değildi, bir çocuktan hoşlanırdı Irmak ve Dağhan abi olarak omuzunda ağlamasına izin verirdi. En azından tek başına hissetmezdi. Kim bilir eğer ki sadece doğduğu anda rastlaştığı bu genç kadın kendiyle beraber büyüyor olsaydı saçını çekip onu kızdırdığına, birbirlerine hediye aldıklarına dair anıları olurdu. Bundan da gurur duyardı.

Hala çalan parçada belki de Dağhan için Irmak'a hitap edebilecek nokta;

Sakin olmaya hiç vaktim olmadı ki,

Duyduğumdan beri,

Bu yüzden durgunmuş kaç zamandır,

Küçük kardeşim, tıpkı benim gibi... olmuştu. Tüm hayat kartları tekrar dağıtmış, oyunu baştan kurmuş, bir şekilde zarf atmaya çanak tutmuştu. Dağhan derin bir nefes alıp radyoyu kısarak telefonundan Arjin'in numarasını bulduğunda aramaya başladı.

'Buyur abi.' Karşıdan ses gelmesi çok vakit almamışken göz ucuyla tekrar Irmak'a bakıp derince soluklandı.

'Altı bira alsın herhangi biriniz.'

'Emrin başım üzerine, hallediyorum.' Konuşmayı sonlandırdığında kısık seste başka şarkıya geçmiş radyoyla dikiz aynasından Deha'ya baktı bu kez. Her zaman olan umursamaz, boş vermiş görüntüsünün altında bir karmaşa yatıyordu Deha'nın. Fark edilmeyecek gibi değildi, imkansızdı Dağhan'ın bunu görmemesi hatta. Vurdumduymaz zengin çocuğu tavırlarının altındaki kalbi de, beyni de o kadar iyi biliyordu ki Deha'nın sessizliği her zaman üzmüştü Dağhan'ı sadece bu yüzden.

'İskelede oturalım mı?' Deha'nın varla yok arası konuşmasıyla başını onaylarcasına salladığında geldikleri evde açılan kapılarla arabayı taş yolda ilerletip merdivenlerin önüne gelecek şekilde park etti.

'Neden geldik buraya?' Irmak dışarı çıkma zahmetine bile girmeden kaşlarını çatarak yalıyı incelemeye başladığında Dağhan hafifçe dirseğini kadının koluna dokundurdu.

'Kafa dağıtacağız.' Başıyla dışarıyı işaret ederek araçtan indiğinde arka arkaya giren arabaların en sondakinden Arjin çıkarak elindeki poşetle yaklaştı.

'İskelenin oraya bırak Arjin.' İçinden üç şişe alıp ilerleyerek arabaya yaslandığında şişeleri de ayak ucuna yerleştirdi. Arjin bahçenin yan tarafına ilerlediğinde Deha ve Irmak'ın yaptığı gibi arabaya yaslanarak önlerindeki büyük yapıya baktı. Anlatılacak bir şey var mıydı, hem de çok. Ağlatacak kadar güldürecek şeyler de vardı. Bu yalıda içi çürümüş koca bir hayat vardı. Sırlar, yasaklar, gizli saklı ağlamalar, insanın teninden çok içinde iz bırakmış yaralar, diş sıkmalar, tahammül sınırları, artık tahammül edemeyip kaçmalar saklıydı her köşesinde. Ve Dağhan ne tarafa başını çevirse devamlı bir kaçma-kurtulma hikayesiyle yüzleşiyordu.

'Abim benim hep kız olmamı istemiş, adamın kalbi ne kadar temizse piyangodan çıktın geldin sen de.' Deha gülerek konuştuğu sırada Dağhan hafif bir tebessümle dopdolu bir çöplüğe baktığını hissederek kaçırdı gözlerini büyük yapıdan. İnsan doğduğu, büyüdüğü, yetiştirildiği yeri çöplük gibi görür müydü? Görüyordu işte.

'Ben senin kız olmanı istemedim oğlum, ben keşke kız kardeşimiz olsaydı belki biraz insana benzerdik ergenlikte dedim.' Derken kaşlarını havalandırarak yarım ağız gülümsediğinde Deha koca bir kahkaha patlattı.

'Hayvan olduğumuzu bu kadar kibar açıklayamazdın herhalde abi?'

'Sus kazandibi sus.' Dese de aslında Deha'nın sessizliği onu daha fazla yorardı biliyordu. Henüz ilkokul zamanlarında Deha'nın ne denli sessizlik içerisinde kalabileceğini görmüştü çünkü. Sadece bir akşamda konuşmama kararı alan kardeşi yıllarca suskunluğunda boğulmuş, Dağhan'ın defalarca kez çaba harcamasına rağmen sadece mimikleriyle tepki vermişti. O akşamüzeri ne yaşamıştı Deha hala bilmiyordu, içinde bir sır gibi saklamıştı fakat canının acımasının sadece fiziksel olmayacağını o koca üç senede öğrenmişti.

'Sultanım gibi başladın sende, değilim ben kazandibi falan. Ailenin kazandibi şimdilik Meva.' Deha birkaç adımda yaklaşıp Irmak'ın yanına gelerek bu kez yaslandığında kadının başını omuzuna düşürüp süzmesini izlediler.

'İyi ki yoktum diyecek kadar kötü müydü?' sonunda konuşmaya karar vererek kaşlarını çattığında Deha başını onaylarcasına sallasa da Dağhan derin bir nefes aldı. Asla ama asla Irmak için iyi ki yoktu diyemezdi. Korurdu o, kendini biliyordu Irmak burada olduğunda belki başka şeyler olurdu ve başka hayatlar yaşanırdı fakat keşke olmuş olsaydı da hayat bu kadar geç bir zamanda birbirlerini tanımak zorunda bırakmasaydı onları.

'Şahsen o kaosa rağmen olmanı isterdim. Çocukluğumuzu paylaşırdık, belki hayallerimizi. Üçümüz nevresimden çadır yapardık, belki çok ağlardık ama bir arada olurduk. Şahsen Turan'a kıl olamıyorum maalesef ama zamanın birinde Irmak kendi odasında ilk aşkını anlatırken abi olarak omuzumu siper etmek isterdim. Gömleğimin kirlenmesini umursamadan.' Derken tek kolunu Irmak'ın sırtına sarıp iç çektiğinde Deha başını hafifçe kaldırıp göz kırptı Irmak'a.

'Şanslısın, nefret eder kirli gömlekten.' açıklamasından sonra Irmak'ın koluna hafifçe dirseğiyle vurduğunda üçü de gülmüştü.

'Mezarlık gibi değil mi bu ev?' sanki yeni fark ediyor gibi Deha kaşlarını çatarak konuştuğunda iki beden de omuz silkti anında.

'Annemin hiç izin vermediği bir oda vardı. Muhtemelen senin için hazırlatmıştı, kapısı hep kilitli dururdu. Merak eder Deha'yla kapının altından ne var diye görmeye çabalardık ama siyah perdeler olduğundan gündüz bile görünmezdi içerisi.' İşaret parmağını kaldırıp üçüncü kattaki hala perdeleri siyah olan soldaki pencereyi işaret ettiğinde Irmak'ın dudakları da hafifçe kıvrıldı.

'Görmek ister misin?' bir nebze olsun meraklı parıltılar gözlerinde kendini gösterse de Irmak derin bir nefes alıp omuz silkti.

'Kilitli dedin.'

'Oğlunun babası açar işte.' Deha göz devirdiğinde Dağhan dalga geçercesine baksa da Irmak derin bir nefes daha aldı. Buna hazır mıydı bilmiyordu. Bunu istiyor muydu ondan da asla emin değildi. Asla aitmiş gibi hissetmediği bu ev, duvarlar, bu bahçe çocukluğundan çalınmıştı ve içinde o kadar kin biriktirmişti ki gördüklerine karşı bir tepki bile verebileceğinden emin değildi. Çünkü hayat Irmak'a hissetmemeyi öğretmişti. İçinde kor yanar gibi olsa da o kini unutabilmeyi, bir olay ve duruma söz konusu oğlu değilse sevinebilmeyi, hatta hüngür hüngür ağlamak istediği anda hüznünü unutmayı dahi öğrenmişti.

'Nasıl, demek isterdim biliyor musunuz? Nasıl yapabildin, nasıl bırakabildin, hiç mi özlemedin... Daha onlarca böyle soru sormak isterdim. Bugün yaşıyor olsa gırtlağına yapışırdım muhtemelen ama bu sorular kafamın içinde dönerdi. Fazlalık mıydım derdim mesela...' Dağhan anında kadının sırtını saran kolunu sıkılaştırıp derin bir nefes aldığında Deha başını Irmak'ın omuzuna yeniden bıraktı.

'Sen fazlalık değildin Irmak.' Derken sesinde bir an acaba bile olmamıştı. Çünkü Dağhan biliyordu, Irmak fazlalık olamayacak kadar gerçekti. Irmak ona göre muhakkak olması gereken fakat dokunulması katiyen yasak bir mücevher gibiydi.

'Peki neydim Dağhan?' sesindeki kırgınlık iki adamın da iliklerine işlerken Irmak'ta başını Dağhan'ın omuzuna bırakmıştı ki adam anında saçlarının arasına dudaklarını bastırdı.

'Aksine sen o kadar değerliydin ki... Belki de paha biçilemez olduğun için sakladı seni. Çünkü biliyordu, karısı kızını bulduğunda hayat eskisi kadar yaşanılabilir olmayacaktı Fuat için, Dağhan küçük kız kardeşini bulsaydı eğer onunla büyüseydi çok daha önce ölüm kararını yazmış olacaktı, Deha ablasıyla erken vakitte tanışmış olsa sadece okulda saçını çeken kendinden iki katı büyükleri değil, Fuat'ı da dövmek zorunda kalacaktı.' Deha abisinin anlattıklarına başını sallayarak onay verdiğinde Irmak'ın dudaklarından kaçan hıçkırıkla daha sıkı sarıldılar.

'Öyle mi olurdu?' derken burnunu çekip telaşla gözlerinin altını temizlemeye çalıştığında tuttu Deha kadının ellerini. Burada olmazsa bir daha içindeki zehri dökemezdi ablası. Çünkü abisi de, kendisi de aynı şekilde çok acının üzerini kapatıp duygularını bir cehenneme sürüklemişlerdi. O yüzden ağlayacaksa, gülecekse veya bağıracaksa bile tam da şimdi, iki kardeşi yanındayken olmalıydı.

'Daha fazlası olurdu, mesela saçını çekenlere bit kadar boyumla kafa tutardım ama senin saçını kesin ben de çekerdim.' Deha'nın yorumuyla kadın ağlamak ve gülmek arasında arafta kalırken Dağhan derince oksijeni doldurup iç cebinden çıkardığı sigarayı ateşleyerek Irmak'a, Irmak ise Deha'ya uzattı. Bir dal daha yakıp onu da Irmak'ın parmakları arasına bırakınca bir de kendisi için ateşledi zehrin ucunu. Aslında üç dal sigarada üçünün de yanıp giden çocuklukları vardı. Hayalleri, oyunları, olmadık zamanda akılları yetmesi için mecbur bırakılışları. Her derin nefeslerinde ciğerlerine zehir dolarken aslında sigaranın ucundaki köz yüreklerine değiyordu. Yıllar sonra üç tane beden karşılarındaki koca malikaneye içten bir küfür savursalar bile kıyamıyorlardı. Muhtemelen olmayan anılara değil de, hep omuz omuza kalamayışlarına.

'Bana ilk aşklarınızı anlatsanıza.' Uzun sessizliği Irmak bozarken Dağhan'ın dudakları hafif bir tebessümle kıvrılsa da Deha sıkkın bir nefes bıraktı anında.

'Çok damardan girdin be abla!' üçü tekrar aynı anda güldüğünde Dağhan ayağının dibindeki biraları verdi bir bir bu kez.

'Ben başlayayım o zaman...' diyen Deha ikisinin bedeninden kopup tam karşılarına geçerek gözlerini büyüttü, heyecanı belki de o zamanı hatırlayıp üzüldüğü anları şu dakika gülerek hatırlaması veya ilk kez üçünün beraber bir paylaşımda bulunacak olmaları heyecana sürüklemişti bedenini, 'İlkokulda bir kız vardı, turuncu saçlı, çilli, yemyeşil gözlü. Sempatik bir tipti, üçüncü sınıftım sanırım, silgimi vermiştim ona. O geri verince bakıp gülümsemişti. Ben o dönem konuşmayı tercih etmiyordum fakat o kız bana bakarken sanki bir daha asla konuşmama ihtiyaç kalmayacak gibi hissetmiştim. Deli gibi havalara uçmuştum, sonra yılbaşı hediyesi için çekiliş yaptık okulda. İlk silgiyle bana güldüğü için özel bir şey olsun istedim kokulu silgi aldım.' Dağhan ve Irmak kahkahalara boğulurken Deha kaşlarını çatarak omuz silkti.

'Gülmesenize, üçüncü sınıftayım. Çocuğum işte, ne anlarım ben hediyeden!' isyan edişiyle ikisi de dudaklarını yemeye başladığında Irmak karşısında heveslice duran Deha'ya göz kırptı.

'İlkokulda senin gibi biri bana kokulu silgi alsaydı ona aşık olurdum.' Dediğinde Deha dalga geçip geçmediğini anlamak için bir süre baksa da Irmak kendini onaylarcasına başını salladığında onun tekrar yanına geçip başını omuzuna yaslayarak birasını parmakları arasına almasıyla kadın dirseğiyle Dağhan'ı dürttü bu kez.

'Matematik hocama aşık oldum, e siz de hak verirsiniz ki pek bir olayı olmaz bu durumun. Fakat o aşkın bana en büyük katkısı matematiği sevmem oldu. Tüm derslerini bayık bayık dinlerdim. Yeni mezun bir hocaydı ama sağlam bilgi sahibiydi.' Dağhan'ın açıklamasıyla Deha kimsenin görmeyeceğini bilerek göz devirdiğinde Irmak harelerini direkt olarak Dağhan'a dikti.

'Biraz sapyoseksüeliz sanırım.' kaşlarını havalandırırken Dağhan anında başını sallayarak onay verdi. Bu hayatta en tehlikelisi yönetilebilen zeka değil miydi zaten? Elbette sevecekti zekayı. Kaldı ki hayatı boyunca aşık olduğu kadın da, Pera'da manipülatif bir zekaya sahipti.

'Zekanın hastasıyım, eğri oturup doğru konuşalım.' Elindeki birayı tepesine diktikten sonra derin bir nefes aldı.

'Karından belli.' Mırıldandıktan sonra başını yeniden Dağhan'ın omuzuna yasladığında gözleri de yalının merdivenlerini buldu. Basamaklar o kadar yüksek görünüyordu ki sanki Irmak şu dakika koca bir kadın değildi de elinden tutulması ve o basamakları çıkmasına yardım edilmesi gereken bir kız çocuğuydu. Saçları iki yanından örülmüştü belki de o kız çocuğunun çünkü Irmak'ın saçlarını şimdiye kadar kimse örmemişti. Üzerinde güzelce ütülenmiş mavi bir önlük ve kolalanmış dantel bir yakayla dönmüştü belki de okuldan. Çünkü o bunu da yaşamamıştı. Her zaman düzenli bir kadındı Irmak fakat birileri kendisi için bunu düşündüğünden değil, tek başına bütün bunları halletmesi gerektiğinden öyleydi. Belki de sadece bu yüzden dış cephesi bakımlı, merdivenleri kaliteli mermer, budanmış ağaçlarıyla yeşil bahçeli bu ev gözüne çok büyük görünüyordu. Bu evde yaşayamadığı zamanlarda varmış gibi hissettiği fakat bir o kadar da o kapıdan girince ne yaşayacağını tahmin dahi edemediği hal korkutuyordu ruhunu.

'Gecenin bir vakti evden üçümüz kaçabilseydik keşke...' Deha mırıldanırken Dağhan'ın yüzü yine tebessüm etti.

'Yaşlarımız tutmuyor diye gece kulübüne gidemeyip sahilde kıçımız donana kadar gezseydik. Sen iki erkek kardeşin var diye naz yapsaydın, ikimiz de sen üşüme diye montlarımızı verirdik kesin, bir tek senin naz yapman bana pamuk şeker yedirirdi herhalde.' Deha'nın çatlamış sesiyle mırıldanmasının üzerine Irmak'da kolunu onun sırtına attığında üçü de aynı anda iç çekti.

'Sevmez misin pamuk şekeri?' Irmak'ın sorusuyla beraber Deha başını olumsuzca salladı anında.

'İkiniz okula giderken ben evde kalıyorum diye ağlasaydım ama akşam siz gelince kapıda karşılayıp boynunuza atlasaydım... Veya... En kötü Deniz doğduğunda yanında olabilseydik keşke... Ulan en büyük azabım o olacak herhalde. Yeğenim doğduğunda onun şimdi Meva gibi olan halini görmek isterdim, elinden tutup yanındayız abla demek isterdim, sen salya sümük ağla biz sana sarılalım isterdim.' Deha çatık kaşlarıyla Irmak'ın omuzundan başını çektiğinde onun dudaklarındaki tebessüme rağmen dolu gözlerine gülümsedi.

'O benim de en büyük keşkem...' Dağhan iç çekerek çoktan ağlamaya başlamış Deha'ya destek verdiğinde Irmak'ın başı da Dağhan'ın omuzuna düşmüştü. Bu yaşına kadar kimseden destek hissetmemişti. Ona destek veren bir tek Turan vardı, onu da kurban seçmişti. Fakat şimdi iki yanında iki adam duruyordu. İkisi de ona sarılıyor, asla bilmedikleri zamanda olmak istiyorlardı. Hayalleri çok güzelken o gün, Deniz'in ne şartlarda doğduğunu bilseler bu kadar sakin kalabilirler mi fikir dahi yürütemiyordu.

'Bende ister miydim yanımda olmanızı onu bilmiyorum. Fakat olsaydınız sizinle kavga ederdim eminim ki, Deniz'de zaten çok başka hallerde, çok daha iyi standartlarda dünyaya gelirdi, muhtemelen ilk söylediği kelimede dayı olurdu.' Ne kadar ağlasalar da gülme çabasına girdiklerinde Dağhan kolunu sıkılaştırarak yaslandıkları arabadan çekilmelerini ve yan bahçeye doğru ilerlemelerini sağlamıştı. Geldikleri ahşap iskelenin ucuna kadar ilerleyerek oturduklarında Irmak iç çekip birasını önce Dağhan'ın ardından Deha'nın şişesine vurdu.

'Biz ergenlik dönemindeyken, daha doğrusu ben, abim değildi ergen olan... Kavga çıktığında duymamak için buraya gelirdik, abim dayanamaz içeri girerdi, ortalığı dağıtırdı, o şerefsizin karaktersiz söylemlerini duyardı, bilirdim, gitsem bile kendi üzerine siniri toplar benden gözlerin çekilmesini sağlardı... Sonra o karaktersiz it kemerle-'

'Deha...' Dağhan'ın sesiyle sertçe yutkunduğunda kardeşinin sırtını okşamayı da ihmal etmedi.

'Neyse işte, sonra gelirdi, dört şişe bira elinde. Gün ayana kadar otururduk burada. Ben biraz vurdumduymazım ama abim hep okurdu, devamlı, durmadan, pes etmeden. Bazen okuduklarını anlatırdı bana, bazen şiirler uçuşurdu havada, bazen öğüt verirdi bir baba gibi ama ben unutana kadar o arka plandaki kavgayı girmezdik içeri. Böyle söyleyince şey oldu... Olmasan daha iyi gibi, çünkü sen abimle benziyorsun, inatçı deli damarı olan birisin, sana da zarar verir gibi oldu bu. Sevmedim.' Deha kendi kendine tespit yaptığında Irmak başını yasladığı omuzdan çekerek Dağhan'a baktı.

'Yok mu bir şiir bize?'

'Olmaz mı...' mırıldanıp tekrar Irmak'ın omuzuna başını yaslamasını beklediğinde birasını bir kez daha tepesine dikerek derince soluklandı Dağhan.

'Beni bulamazsan üzülme,

Eşyalarımı bulacaksın.

Kestiğim taşları, açtığım yolları,

İşlediğim heykelleri bulacaksın.

Ve göreceksin ki binlerce yıl öteden,

Parmak izlerimiz değecek birbirine...' Soluğunu sertçe bıraktığında bakışları açık denizdeki gemilerde gezindi. Hayatının uzun bir kısmında izlediği manzara, kaçmak isteyip kurtulamadığı noktaya dönüp kendi ayağıyla gelmişti Dağhan. Nefret dolu anıları yüzünden zorlukla adım attığı yalının içine belki girmemişti ama yıllar önce tüm azapların içinde boğulduğu vakitlere balıklama dalmıştı. Geçmiş zamanlarda ortalarında oturan kız kardeşlerinin nefesinden haberleri bile yokken Deha'yla defalarca bu suya kafalarını sokup boğulmak istedikleri anılar olmuştu. Şimdi ise belki iyi bir anısı olur diye, bir ihtimal merak eder diye kafasında kurduğu için kendini buraya atıvermişti. Bu kez iki kardeş değillerdi, bu kez üç kardeşlerdi ve ikisi erkek birisi kadındı. Bu gece tüm geçmiş üzerlerinden bir tır gibi geçerken üçü de kendilerine göre ağır sebeplerden ezilmişlerdi.

İnsan ölürdü de yaşarken içinde olan ruhu öldürmek basit bir eylem olmazdı. Fiziken bir güç kullanılmadığından olsa gerek karşılık bile verilmezdi mesela. Buna gerek olduğu düşünülmez, yıllar sonra belki akla gelir çatar profesyonel destek alınırdı. Halbuki farkına varana kadar çoktan ruh bedeni terk ederdi. O alınan destek ise aslında kaybı olan ruha bir saygı duruşuydu. Koca bir servetin önünde üç kişinin sığabileceği ahşap bir iskelede hayat yeniden başlayabilirdi. Gözle görünen üç kişi olsa bile aslı çok farklı çıkardı. Dağhan'ın kalbindeki kadın ve iki kızı, Irmak'ın sevse de kaçtığı adam ve oğlu, Deha'nın henüz belki de hayatına bile girmemiş yüreğini çalacak kadın... Fiziken üç, ruhen dokuz kişi sığmışlardı daracık alana. Sanki bir kez daha bırakmamak, kaybolmamak, yitip gitmemek için sıkı sıkıya sarılıp, kıyamasın diye omuzlarına da başlarını yaslayıp senden alıyorum destek der gibilerdi.

'Maça gidelim mi?' Deha mırıldanıp başını Irmak'ın omuzundan çektiğinde ikisinin de çatık kaşlarını anlam veremeyen bakışlarını görerek kahkaha attı.

'Ne bakıyorsunuz ya. Bir gün çocukları yıkalım, sanki tüm bunlar olmamış, biz çocukmuşuz gibi üçümüz maça gidelim işte!' diyerek devam ettiğinde bakışları abisi ve ablasında geziyor olsa da asıl odak Irmak'tı. Çünkü kadının neyden hoşlanıp hoşlanmadığı hakkında en ufacık fikirleri dahi yoktu ikisinin de.

'Onun ardından Irmak'ın alışverişini kaldırabilecek mi bünyen?' Dağhan tek kaşını kaldırıp alınmış kardeşine baktığında Deha omuz silkti.

'Kaldırırım. Kuafördeyken de beklerim. O saçma salak kozmetik mağazalarının önünde bekleyip kartımı da veririm.' Kararlı haliyle beraber Dağhan kahkahasını bir anda savuruverdi. Karşısındaki kesinlikle Deha olamazdı. O sürekli parasını lüks yaşama harcayan ama insanlara aynı zamanda beş kuruşu kalmadığını anlatan adamdı. Enteresan bir tipti Deha, Dağhan ona baktıkça birikim yapan sağlam bir adam görse de dışarıdan savurgan duruyordu.

'Senin ne zaman elin açıldı oğlum?' kaşlarını çatıp Deha'ya odaklansa da kahkahasından geri kalmadı.

'Bu vatandaş arabamı haşat ettikten sonra.' Diyerek Irmak'ı başıyla işaret ettiğinde onun kaşlarını çattığını fark etti.

'Ben ne alaka be!' yüzü allak bullak halde çemkiren Irmak'la Dağhan girecekleri mücadeleyi izlemek için sırıtıp ikisine de göz atmıştı.

'Senle çok alaka. Geldin bodoslama girdin kalp krizi geçiriyordum. Ayarsız!' isyankar hali ne olursa olsun Deha'nın sineye çekme çabasındandı belki de. Çoğu sır gizli kalırdı fakat birilerini kaybetmek Deha'ya son yıllarda daha ağır ve yolsuzca gelmeye başlamıştı. Çocukluğu, ergenliği, gençliği, şuan olan yaşına rağmen abisinin kılına zarar gelme ihtimali kadar artık ablasını ve onun canını da düşünüyordu. Bu düşünce oldukları dünyada başlı başına bir kaostu zaten.

'Niye kalp krizi geçiriyordun pardon? Arabanın hasar kaydı olacak diye mi? Lüzumsuzsun işte, alayım araba da sus.' Kadının da çemkirmesi kendini gösterirken Deha'da kaşlarını çatarak eşlik etti Irmak'a.

'Sikeyim arabayı. Ödüm patladı kızım o gün! Abime bir şey olacak, sana bir şey olacak, arabada yenge var, yeğenler var diye attı tepemin tası!' gözlerini gecenin siyahıyla kaplanmış denize çevirse de bir çocuk gibi omuz silktiğinde Irmak'tan bir tepki beklese de kafasına atılan tokatla bakışları abisini buldu.

'Kızım ne lan!' Dağhan anında kaşlarını çatsa da tam da şimdi Deha çıldırmanın seviyesindeydi. Öyle ki burada oldukları saniyeleri bir gün yaşama ihtimallerinin varlığına bile inanmıyordu. O Irmak'ın öğrendiği gece ablasının yaşadığına ihtimal dahi vermemişti. Bir gün huzurla şurada kavga edebilme seçenekleri asla yokmuş gibi gelirken bir daha böyle özgürce ne zaman güleceğini planlayamamıştı. Belki de sırf bu yüzden aklını kaçırmış gibi gülmeye başladığında kendisini şaşkınlıkla izleyen iki bedene bakıp gülüşünü daha da yükseltti. Irmak'ın kaşlarını çatıp Dağhan'a dönerek konuşması ise tuzu biberi oldu durumun.

'Bir birayla kafayı buluyor mu bu? Bende bu bilgi yok baştan söyleyeyim.' Irmak bira şişesini bacakları arasına sıkıştırıp ellerini havaya kaldırarak zerre sorumluluk kabul etmiyorum dercesine bakarken Dağhan göz ucuyla kardeşini süzüyordu.

'Her gece alemlerden alemlere uçuyor, bir bira dişinin kovuğuna yetmez onun. Ne oldu Deha? Neye gülüyorsun oğlum?' kahkahaları arasında bir anda duraksadığında alt dudağını sertçe ısırıp baktı Irmak ve Dağhan'a. Kollarını açtığında anlamasalar da ikisine de kendine çekip sarıldığında derin bir nefes aldı.

'Sikeyim yazdığı geçmişi o kahpenin! Ulan, lan var ya, baba değil düşman. Karaktersiz.' İkisinin omuzlarının üzerine yerleştirdiği başıyla bu kez göz yaşı dökmeye başladığında Irmak'ın başını tek eliyle tutup saçlarının arasına dudaklarını bastırdı.

'Sen şu dünyadaki bilmem kaç karat elmastan daha değerlisin, o ciğersiz almasaydı, o ciğersiz almasaydı, azıcık kendimizde olsaydık bir sana dokunmaya kalksaydı da ellerimle gırtlağını parçalasaydım onun!' sesindeki hezimete karışmış kin ikisinin de içlerine işlediğinde hafifçe geriye çekilip Irmak'ın gözlerine baktı Deha. Dağhan o bakışlardan hep çok şey anlardı da bu kez koca bir özlem ve babalarına bitmesi gerekirken daha da çoğalmış öfkeyle karşı karşıyaydı.

'Deha... Abim tamam, sakin. Geçti koçum, kalmadı bir halt, üçümüz bir araya geldik sonuçta.' Dediğinde adamın gözleri kendine dönmese de sert yutkunuşunun adem elmasını titrettiğini görebiliyordu.

'Geldik abi geldik. Oldu olmasına da imanımız gevredi be!' tükürürcesine konuştuğunda iki bedenden de kollarını gevşetip tamamen geri çekilirken burnunu çekerek gece karası denize çevirdi bakışlarını. Gözleri tekrar dönüp usulca Irmak'ın mavi harelerinde dolaştığında yanaklarındaki ıslaklıkları sertçe parmaklarıyla temizleyerek gülümsemeye çabaladı Deha.

'Sende ne ablan olsun istemişsin be Deha. Anında abinin pabuç dama atıldı.' Dağhan dalga geçen gülüşüyle konuştuğunda Deha anında göz kırptı adama.

'Hiç kıskanma huyu da yoktur abimizin. Yaz bunu bir yere, görürsek söyleriz.' Bu kez ikisinin haline Irmak kahkaha attığında duraksayan gülüşüne rağmen tebessümle baktı iki adama.

'Dışarıdan üçümüzü biri izlese akıl sağlığımızdan şüphe eder.' Kadının yorumu ikisinin istemsizce gülmeye başlamasına neden oldu. Az önce olduğu gibi tekrar birbirlerine sarılıp gözlerini gece karanlığındaki denize diktiler.

'Niye o kadar iltifat ettin abi?' Dağhan son kelimenin gazabıyla bir an duraksadığında kaşları çatılmıştı ki Irmak kaşlarını havalandırıp bir yudum bira içti. Kırk yıl düşünse Dağhan'ın kendine dair bir övgüde bulunacağını aklına getiremezdi. O masanın sandalyesi ilk çekildiğinde dumur olmuştu fakat söylediği cümleler, kendine ne kadar güvendiğinden bahsetmesi yıllardır hissettiği bir şeye denk getirmişti kadını. Irmak hep tek iken ilk kez daha fazla hissetmişti. Daima yalnızlığın içine çakılı ruhu Dağhan'ın dudaklarından dökülen her kelimeyle kalabalıklaşmıştı.

'Övgüler yağdırdın resmen, abimsin diye bu kadar kayırmak olmaz ama, iş başka aile başka.' Diyerek hafifçe omuz silktiğinde yanıtı sağ tarafındaki adamdan beklese de tam tersi yönden almıştı.

'Kayırmadı ki.' Deha da Dağhan gibi kaşlarını çattığında Irmak şakağındaki öpücükle gülümsedi.

'Senin iltifata da övgüye de ihtiyacın yok. Kardeşim olduğunu bilmeden önce de taktir ederdim seni, yüzüne karşı, hala aynı. Ayrıca zeki olman benim suçum değil, aptal olsan övsek neyse de...'

'Gerçek düşüncelerindi yani?' tek kaşını kaldırıp Dağhan'ı süzdüğünde o anında başını onaylarcasına salladı. Doğru düzgün insanlar Irmak'a güvenmezdi ki. Kaldı ki o da güvenilecek birisi diye kendini tanımlamazdı. Irmak başlı başına güvenilmez, her türlü kaosun bekleneceği, zeki fakat aklı daima felakete çalışan bir kadın olarak tanımlardı kendisini. Ki normal biri olmadığının teşhisini koyacak kadar da dışarıdan bakarak yorum yapar, objektif gözle değerlendirmesini ortaya koyardı.

'İkimizin gerçek düşünceleriydi. Sana o kadar güvenmesem, sağlam bir kadın diye düşünmesem Deniz'i düşünmeden toplantıya alır mıydım sanıyorsun? İstediğin kadar kavga et, bağır, bir şeyin altından kalkamayacağını düşünürsem önceliğim yeğenim olur, kusura bakma. Kaç yıl sonra babasıyla buluştu, şimdi de annesiz mi kalsın? Geç o fasılları Irmak hanım...' diyerek Dağhan bir sigara daha yaktığında Irmak'ın dudaklarındaki tebessümle başını çevirdiğini görerek gülümsedi.

'Teşekkür ederim, yani ikinize de.' Savunulmamış bir kadın kendini savunmayı öğrenirdi. Eğer ki bir savaş söz konusuysa onun devresi, badisi olmazdı. Tek başına üzerinde taşıdığı onlarca cephaneyle beraber öleceğini bilerek çıkardı meydana. Eğer bir kadının saçları çocukken okşanmamışsa büyüdüğünde de kimsenin sırtına dayanak gibi yaslanmasına izin vermezdi. Çünkü bazı kadınlar tek doğar, tek büyür, tek ölürlerdi, keskin pençeleri ve sivri dişleriyle.

'Turan abiyle ne oldu?' Deha fısıldar gibi sorsa da Dağhan anında kaşlarını çatıp bir kez daha ensesine vurdu kardeşinin.

'Abiniz var lan burada. Turan abi ne olmuşmuş, ayağından tavana çivilenecek Turan paşam.'

'Abi aynı evde-'

'Deha cinlendirme beni, Deniz olmasa nah yaşarlar aynı evde. İki dakika kardeş muhabbeti yapalım dedik tepemin tasını attırdınız. Yürüyün eve gidiyoruz.' Ayaklanıp Irmak'a elini uzattığında onun da gülerek kalkması bir oldu. Ardından Deha'da harekete geçince arabaya doğru tekrar yaklaşmışlardı ki Irmak durup bakışlarını siyah perdeli pencereye dikti.

Bir kadın olarak fazlaca tek başına zaman geçirmişti, kendi için kurulan hayattan, odadan bir haber o kadar uzun yollar aşmıştı ki şimdi o siyah perdeli odanın içini merak edip etmemek ikilemi daha çok yoruyordu onu. Küçük yaşlarda okula giderken çocuklarını kapıya kadar getiren veliler görürdü, genelde de öğlenci olduğu için ev hanımı olan anneler bırakabilirdi çocuklarını ve Irmak o yaşında dahi merak ederdi. Ölüp kaldığından bir haber olduğu annesi eğer yanında olsaydı çalışır mıydı, yoksa o anneler gibi okula kadar getirip uslu olmasını söyleyerek kendini sınıfa göndererek eve dönüp iş mi yapardı hep ama hep aklında bu dolaşmıştı.

Bir kere proje ödevi için yurdun da bilgisi dahilinde arkadaşının evine gitmişti. Annesi ev hanımı ancak bir o kadar da hem kendine bakan hem de neşeli bir kadındı. Kendini bildi bileli yurtta olan haliyle ilk kez ev ortamıyla karşılaşmış Irmak'ı şimdi hatırlıyordu da kocaman olan gözleriyle aşırı derecede düzenli, temiz olan evi dakikalarca incelemişti. Arkadaşıyla proje ödevi yaparken oturdukları yemek masasının tam karşısında ceviz rengi, cilalı bir konsol vardı. O konsolun üzerinde de hala dün gibi hatırladığı dantel örtü ve bir sürü fotoğraf çerçevesi. Yurttan geldiği için bazı arkadaşları da, o arkadaşlarının ebeveynleri de aşırı derecede acımasız olup kendine vebalı gibi yaklaşabiliyorlardı. Fakat onların haricinde bu durumu garipsemeyen hatta onun çok zeki olduğunu söyleyen ebeveyn ve aşırı sevecen arkadaşları da olmuştu. Zaten o proje ödevini yaptığı arkadaşı da şansa öyle bir denk gelmişti ki şimdi olduğu gibi tüm okul hayatı boyunca arada sırada hatırlamıştı Füsun'u. Fisun'un annesi de tıpkı onun kadar kendine sevecen yaklaşmış, ders çalışırken kurabiye getirmiş, içecekleri ne zaman bitse tazelemiş, hatta akşam yemeğine kalmasını da istemişti. Tabi yurtta belirli kurallar olduğu için kalamamıştı fakat konsoldaki çerçevelerde gözlerinin kaldığı sırada kadın bunu fark edip içindeki kasveti dağıtmak istercesine fazlaca neşeli halde fotoğraflarını çekmişti. Irmak'a bu kadar saygı ve sevgi bile yeterli gelirken Fisun'un annesi yetinmemiş, bir hafta sonra tab ettirdiği o gün çekilen fotoğrafı arkadaşıyla kendine göndermişti.

'Bakalım mı?' fısıltıda kalmış sesiyle mırıldanırken bakışları hala siyah perdeli penceredeydi. Kendine bu yaşında Fisun'u, onun her fırsatta kendine de beslenme gönderen sevecen annesini hatırlatan pencerede. Hırçınlaşmaya başladığı dönemde yurtta temizlik görevlisi olarak çalışan Döndü teyzeden dantel nasıl yapılır öğretmesini istemesine sebep olan günde.

'İstiyor musun ki?' Dağhan'da Irmak gibi pencereye göz attığında kadın anında omuz silkti.

'Siz de benimle gelin, beraber bakalım.' Yüzündeki tüm kırgınlıklar gün gibi ortada olsa da bir şekilde durumun üzerini kapatabiliyordu Irmak. Gözlerindeki hüznü silebiliyor, gülümseyebiliyor, o seneler öncesinde kalan ufak anı için Fisun'a da, annesine de minnet duyabiliyordu. Şükürsüz insan değildi zaten fakat o kadar az şükür edecek olay yaşamıştı ki arada kendi bile şaşırabiliyordu. Bugün Deha'ya da, Dağhan'a da sadece yanında oldukları için şükredebiliyordu mesela.

'Hoş geldin Kalaycılara kız kardeş nazı...' Deha gülerek Irmak'ı kolunun altına çekip basamaklara ilerledi bu kez.

Hayat çoğu zaman matruşka bebeğine benziyordu belki de. İç içe geçmiş şekilde sekiz tane bebeğin yeniden doğumuydu. Her daim en üstteki tabakadan başlanırdı fakat belki de asıl olan en içten başlanmasıydı hayatla kıyaslanınca. Öncelikle en küçük bebek vardı, ilk doğum, var oluş, aile üzerine ikinci kat takılırdı, dersler, sınavlar, okul hayatı, eğitim, bireysel yaşamın ilk adımı. Daha sonra bir kat daha üçüncü, arkadaşlıklar, toplum kaygısı, belki de ilk darbe. Sonra bir tane daha, dördüncü olurdu, aşk, eğlence, bireysel yaşamın özgürlüğü. Tam rahatladık derken beşincisi gelirdi, mezuniyet kaygısı, iş bulma seremonisi, sana vakit harcamış insanlara minnet borcunu ödeme ve gururlandırma çabası. Hemen akabinde altıncısı, bulunan işe tutunma, evlilik, kendini sorgulama. Durmadan altıncı kat gelirdi üzerine, aile kurma, sorumlulukların artması, doğru yerde olduğuna dair kaygı ve daha doğrusunun olma ihtimalini düşünme. Ve yedinci kat, sorgulamamaya başlama, olağan düzeni devam ettirme, artık sorumlulukların farkında olarak bilinçli hareket etmeye programlanma. Son olarak da sekizinci kat gelirdi, en sert olanı, en büyüğü, yavaş yavaş çevrendeki insanların ölümü, büyüttüğün ailenin huzuru ve yavaş yavaş duygulardan çıkıp mantığa yönelerek artık zamanın da azaldığına dair inanç.

Sert bir kabuk çepeçevre etrafının sarardı, birisi seni eline alıp sallasa tüm geçtiğin katmanların sesi gelirdi içeriden fakat kimse seni parçalara bölmeden, sen dahi daha öncesine dönemezdin. Matruşka bebeği gibi yüreğin kat kat olur, sevdiğin veya sevmediğin hayatının tam içinde olduğunu ancak artık ona dokunamadığının farkına varırdın. Fakat Irmak matruşka bebeğinin o hizalı halini bile hayatına yerleştirememiş devamlı farklı parçaları birbirine takmaya çalışacağı yollardan geçmişti. En acısı da tüm bunlar olurken matruşkanın kurallarını, acılarını, mutluluklarını kimse birkaç kelimeyle dahi açıklayarak kendini uyarmamıştı. Tek başınalık, başlı başına Irmak'ı yıllarca yok edip tüketmişti, şimdi ise asla yıkık gözükmese de harabeden farkı yoktu onun da her kadın gibi...

Loading...
0%