@biceruvar
|
Bir Kasım'ın sonunda, aralığın ucundayız. Öyle zamanlar geçmişken böylesi bir ana gülümseyip gülünmemesi adına ikilemde kalabiliyoruz fakat benim söz konusu olan ana metnim bugün Didem... Üzerindeki ufacık elbisesiyle, bileklerinde danteller olan beyaz çoraplarıyla, kırmızı ayakkabılarıyla, yüzündeki kocaman gülümsemesi ve bir gökkuşağı kadar renkli gülümsemesiyle oracıkta öylece bana bakan Didem... Kız çocuğu, kadın, anne, tehlike, masumiyet olan Didem. Sımsıkı sarılıp, dizime çekip saatlerce kitap okuyacağım, masallardaki kötü kalplileri dahi sevebilecek kadar iyi niyetli Didem... Seni yazarken içim ne kadar kırılıyor be Didem. Ne kadar yanında olmak istiyorum fakat bir yandan da kahkahaların kulaklarımda çınlıyor bilemezsin. Bu hikayeye girmesem seninle tanışmamış olmamın ağır eksikliğini nasıl tamamlayacaktım ki ben? O kadar güçlüyken bu kadar kırık kanadın nasıl olabilir kim anlatacaktı bana senden başka? Kim anlamlandırabilecekti gözyaşının da bir güç olabileceğini? Kendimde dahi eksik yanlarla karşılaştırdın beni sen Didem. Tek tek hepsiyle sildim yanaklarından süzülen damlaları yere varmadan. Irmak'ı öldürürken bile yanı başındaydım be Didem. Gözlerimin önünde bu kadar kansız ve gülerek nasıl cinayet işlenir sen öğrettin bana. Kılımız bile kıpırdamadı Irmak Hale ölürken. Fakat beraber nefesimiz kesildi. Bir devrin başlangıcıydı içindeki yıkım Didem. Yeni bir kadının dünyaya gözlerini açışıydı... Bu hikayede gizli saklı olan fakat en samimi olduğum kadın çocuktun sen. İç çekişlerini, hıçkırıklarını, gözlerin parlarken gülüşünü, saçın okşandığında nasıl da bir kedi olduğunu gördüm, seyrettim. Olduğun anda, güvendiğin limana o koca duvarı nasıl yıktığını gülümseyerek izledim. Bir şeytanın melek olabileceğini, hatta onun da bir kalbi olduğunu anladım seninle beraber. Seninle tanıştığıma çok memnun oldum Didem. Aşık olunca nasıl da tehlikeli bir kadın olunacağını da, kendine vicdansızca davranılabileceğini de sen öğrettin bana. İyi ki de öğrettin... Ben seni çok sevdim Didem. O kadar sevdim ki çocukluğum koşup sarıldı boynuna ve zamanın oyunlarını oynadı seninle. Kutu kutu pensenin arkasını dönme kısmında dahi yüzüm sana dönük Didem. Seninle de, senin varlığınla da barıştım. Bir kız çocuğu, bir kadın olarak, iyi ki bu hikayedeki Butimar'lardan birisi oldun Didem Kalaycı... Yeniden, yine hoş geldin. Gözlerindeki gökkuşağı mutluluk yağmurlarında parlasın ve ağlamaktan korkma... Sizleri bölüm duyuruları ve paylaşımımızın daha da çoğalması adına instagrama beklediğim gerçeğini atlamayalım lütfen... Instagram: BiCeruVar --------------------------------------------- Girdiği ufak antre Fisun'un evinden daha büyüktü fakat bir o kadar da yabancıydı Irmak için. Hemen karşısında kendilerini karşılayan basamakları bir bir çıkarken biliyordu ki hayatta mutlu olmak evin büyüklüğü, harcanan para, üst düzey okullarda eğitimle olmuyordu. Fiziken Fisun'un evinden beş kat büyük olan bu yalı Irmak'a göre onun evi kadar etmezdi. Ne zaman ki basamaklar bitti, oldukları kattaki koridorda ilerlemeye başladılar işte o an burası da ev olmaya başladı Irmak'a göre. Çünkü duvarlarında kendisi eksik olsa da aile fotoğrafları vardı. Sevecen iki erkek çocuğu, bir adamın yıllarca kahrını çekmiş güzel bir kadın duruyordu o karelerin içinde. Temiz ve düzenli oluşuna rağmen içi çoktan terk edilmiş gibi hissettiren bu evle çok daha önce tanışmış gibi geliyordu aslında. Asla koşmadığı bu uzun koridorda defalarca kez halıya takılıp düşmüş gibiydi. Turan'ın zarar vermeden kapısını açmaya çalıştığı o yerden üstü başı dondurma veya çikolata olmuş halde defalarca çıkmış gibiydi. Asla duvarlarına çarpmamış kahkahaları sanki şimdi yankılanıyor, bağıra çağıra ağlamalarını sindirmek için yastığa yüzünü gömdüğü günler dün gibi burada yaşanıyordu Irmak için. Hiçbiri olmamışken bu kadar var hissetmek akıl karı olabilir miydi ondan da emin değildi... 'Burası benim odam, karşı çapraz da abimin.' Deha sağ taraftaki kapıyla çaprazında kalan diğer kapıyı işaret ettiğinde gülümsemeye çalıştı. Asla beraber çocuk olmadığı iki adamın arasındaydı benliği muhtemelen çünkü Turan'ın yere çökmüş yine sağ tarafta kalıp dakikalardır uğraştığı kapı tam ikisinin kıskacında gibi duruyordu. Üçü de kapının önünde durduğunda Turan'ın uğraştığı kilit sonunda kendini bırakmıştı ki bakışları Irmak'ı bulsa da ufak bir tebessümle açmadığı kapının önünden çekildi. Dördünün bakışları birbiri üzerinde dönerken Dağhan eliyle Irmak'a kapıyı açabileceği yönünde işaret vermişti ki kadın derin bir nefes alarak baktı hala ufacık aralıklı şekilde duran kapıya. Hiç yaşanmamış geçmişin izleri vardı belki de içeride veya annesi tarafından kendisi için tasarlanmış mükemmel bir hayatın ilk durağı olacaktı bu oda. Fakat şu an tek başına bir savaşın içine girmekten deli gibi korkuyordu yüreği. Oysa Irmak korkmazdı, hem de hiçbir halttan korkmazdı o. Şimdi boynu bükük kapıya bakmaya devam ederken sağ eline kenetlenen parmaklarla gözlerini Deha'ya çevirdi. Yüzünde saf bir tebessüm, bakışlarında ben yanındayım iması, bir anlık boyun büküşü... Irmak'ı yıllar önceye götürmüştü. Hayatında ilk kez kapısını çalan beş yaşında bir ufaklık oluvermişti Deha bir anda. Ufacık boyuyla belki de kendini çıldırtacaktı, konuşmasını asla anlamayacaktı ama elini tutan koca adam Irmak için beş yaşında az önce gördüğü fotoğraflardaki gibi bir velet olarak gözüküyordu ve kadın buna baş kaldıramıyordu. İntihar edercesine yanağına süzülen ıslaklığı Deha'nın silmesiyle fark edince iç çekmişti ki bu sefer sol eline kenetlenen parmaklarla Dağhan'a baktı. Yıllarca yalnızlıkta boğulmuş bir kadın olarak, artık yalnız değilsin diye haykırmak ne anlama gelirse, Dağhan'ın bakışları da tam olarak öyleydi. Tam aydınlatmadıkları loş koridorda üçü el ele tutuşmuş ve bu kez feleğin çemberinin kenarından geçmeye niyetlenmişlerdi. Artık içinden atlamak falan yoktu Irmak'a göre. Tek başına, söz yerindeyse kadın başına milatlar içinde yitip giden ve evirilen kimliğinin istifasını koyuyordu ortaya. Kadınlıktan dışarı bir adım atıyor ve ortalama on üç yaşlarında bir kız çocuğu oluyordu. Yanındaki iki adamı da gördüğü fotoğraflarla senenin seyrine göre değiştiriyordu. Derin bir nefes alıp gözlerini kapıya çevirirken Turan'ın bakışlarıyla çarpıştı gözleri. Kendini her zaman onaylayan, ardında olduğunu gösteren ve destekleyen bakışlarıyla öylece bekliyordu. Bakışlarından o kadar iyi anlıyordu ki Turan'ın, üzüleceksen girme içeri dediğini... Fakat bugün Irmak için üzülmesi gereken değil başka bir kadına dönüşmesi gereken gündü. Ondan belki de dudaklarını ıslatarak bir adım atıp girdi odaya. Kendiyle ikinci kez tanışmaya ihtiyacı vardı ve bunun tam zamanıydı ona göre. Deha'nın aydınlatmaya dokunmasını beklediğinde ilk kez ışık gören oda da kendini göstermeye başlamıştı. Esaretin ardından ne kadar aydınlık gelebilirse gökyüzü bir mahkuma odada o denli parlaktı. Kalbinin ne kadar karardığını düşünse de Irmak, şimdi aydınlanıyordu. Tek başına olduğu bu dünyada Irmak Hale Tütüncü'den başka birisi vardı ve o kalbinin en dibinde gizli, yüzü gözü isten kararmış, tozdan üzeri kapanmış Didem odanın köşesinde seyrediyordu kendini. Yüzünde kocaman gülümseme, üzerinde pembe bir elbise, elbisede ise beyaz bir dantelli cep vardı ve Irmak olduğu ikinci kişiyi ancak bu kadar yakıştırabilirdi bir odaya. O an sarılmak istedi, gizli saklı, bu odaya mahkum edilmiş, ışığın anahtarı hiç gösterilmemiş Didem Kalaycı'yı kendine çekip sımsıkı sarılarak onun kalbindeki ışığı almak istedi tüm ruhuna. Pembe... Renklerin cinsiyeti olmaz denilen dünyada bu zamana kadar kendisine pembe bir çocuk odası hazırlanmadığı için belki de en sevmediği renkti Irmak'ın. Dudaklarını sımsıkı birbirine bastırıp gözlerini o şirin Didem'den kaçırarak etrafta dolaştırdı. Toz pembe duvar kağıtları, beyaz ahşap bir beşik, pembe cibinlik, beyaz çekmeceli şifonyer, beyaz kıyafet dolabı ve beyaz sallanan sandalye, pembe halı... Hayal kurulacak kadar güzel ama hayallerin karardığını hatırlatacak kadar acı. Düşündü kadın. Uzun uzun ellerini tutan ellerle düşündü. Eğer ki şartlar normal olsaydı yıllar içinde odadan kaldırılmasına müsaade etmeyeceği tek şey sallanan sandalye olurdu muhtemelen. Hiç normal bir kadın olamamanın ağır yüküne rağmen gözleri kıyafet dolabına takıldı. Üç kapaklı, iki uçtaki kapağında camları olan, o camların ardında çok sevdiği dantellerle yapılmış perdeyle gizlenmiş dolap... Kendi odasında da vardı o dantel, burası da o evlerdendi işte. İçinde bir ailenin olduğu, evin her yerine gelişi güzel yerleştirilmiş onlarla süslenmiş dantellerle dolu bir ev. Dantel kadar nazik değildi ancak bu aileye ait kalabilseydi muhtemelen yanındaki adamlar ve Elif hanım sayesinde olabilirdi. Alabildiğine naif, çıt kırıldım, her an duygusal, masum, asla kirlenmemiş kalabilirdi en azından. Fakat odadaki her şeye zıt gibi duran siyah güneşlikler sadece buraya değil kendi hayatına da karanlığı buyur etmişti. O an baktığı siyah güneşlikleri kapatmak için çekilmiş yine pembe tül perdeler çekti dikkatini. Kendini bir felsefik yorum içinde buluyordu sanki. O siyah perdeleri açıp dışarıdan kimsenin içindeki pembeyi görmesine izin vermemişlerdi ama zaman öyle bir yere getirmişti ki artık kendi elleriyle o siyah perdeleri çekip indirebilirdi. 'Demiştim...' dolu gözleri Deha'nın mırıldanmasıyla adama yönlendiğinde o sertçe yutkunarak derin bir nefes çekip devam etti, 'Bilmem kaç karat elmaslardan daha değerlisin, hep öyleydin, sadece geç rastlaştık... Hepsi bu.' 'Benimle alakası yok gibi buranın.' Deha'da ki gözlerini çekerek etrafı yeniden süzerek omuz silkti. İkisinin de kendine destek vermek istercesine tutan ellerinden tenini kopardığında usul adımlarla yaklaştı pencereye. Siyah perdeyi açmadan sağ tarafına geçerek kenarından tutup dışarı baktığında ihtimallerin içinde kaybolduğu bu dünyada yeşil ve mavinin harman olduğu bir manzaraya uyanma olasılığının oluşuna gülümsedi. 'Gerçek Irmak'la alakası var çünkü. Sana kalsa simsiyah olur oda herhalde perdeler gibi. Metalica falan da dinliyor musun sen?' Dağhan'ın aşırı duygu yoğunluğundan kaçma çabasına güldüğünde başını sağa sola sallayarak gözlerini pencereden iki adama çevirdi. 'Klasik müzik dinlerim ben.' 'Sen ve klasik müzik... Onun haberi var mı bundan?' Dağhan tek kaşını kaldırarak konuşsa da dudaklarındaki muzur bir çocuk gibi olan gülümsemeyle iç çekti. 'Yok, pek aldırış etmez kendisi zaten.' Ağlamakla gülmek arasında sıkışıp kalmış ruhu dudaklarından dökülen kıkırtıya rağmen gözlerindeki yağmurları da davet ediyordu tenine. Ağlamak istemiyordu fakat ağlamak sadece istenince olan bir eylem değildi işte. Tüm duygular aşırı derecede bünyesine yüklendiğinden belki de karşı koyamıyordu gözyaşlarına. 'Deha'nın söylediğini yapalım, saçma geldi başta ama koca bir günü üçümüze ayıralım. Sanki en baştan yaşıyor ve hep bir aradaymış gibi.' Dağhan'ın yorumuyla dudaklarını ıslatıp gülümsedi. 'Beceremeyiz muhtemelen, ne yapacağımıza dair fikrim yok çünkü.' 'Geliriz eve, annem olur sadece, o herif hiç var olmadı sayarız. Ağaç kavuğundan çıktık farz ederiz. Buraya senin için yatak ayarlarız ama pembe olacak, uyar mı?' Deha konuşurken simsiyah iki güneşliğin ortasına doğru ilerledi. Gecenin karanlığına rağmen yarın gün ışıklarıyla bu odanın artık aydınlık olmasını ister gibi geriye çekilip aşağı baktığında sık ağaçların oluşturduğu yeşil manzaraya bir kez daha gülümsedi. Dudakları acı çektiğini belli etse de camdan yansıyan görüntüsünü sevdi Irmak. Hayatında belki de ilk kez Turan ve Deniz sevdiği için değil de kendini gördüğü, bu odada olduğu, ardında koca kalıplarıyla iki erkek kardeşi var diye sevdi kendini. Açtığı perdeyi önce sağ sonra sol tarafa doğru hızlıca iterek kornişlerden düşürdüğünde yerdeki uzun kumaşlara göz atıp tekrar Deha ve Dağhan'a döndü. Onların da dudaklarında gülümseme vardı ve sadece mutluluk dolu bir tebessüm olduğu söylenemezdi. Kendi içerisinde bu kadar savaş gazisi varken onlarda ne fırtına olduğunu tahmin dahi edemiyordu. Gülümsemeye devam ederek bu kez dolaba ilerleyip açtı kapaklarını. 'Abimle seni uyandırırız, sonra kahvaltıya ineriz, saçma sapan sabah geyikleri çeviririz, normal bir aile gibi yaparız. Sanki her gün olan şeymiş gibi üçümüz beraber çıkarız dışarı, sahile gideriz belki? Ya da bir kafeye otururuz. Geçmişi hiç bilmiyor gibi muhabbet ederiz. Deli gibi gezeriz akşama kadar, akşam eve geliriz, annemin hazırladığı bir masaya oturur sonra kırk dil dökerek hazırlanıp düşeriz sokağa. Gece kulübüne gideriz, neye güldüğümüzü hatırlamayacak kadar çok içer birbirimize sarılırız, dans ederiz, yaparız çok şey.' Parmaklarını üzerinde gezdirdiği askıdaki elbiselerle başını sallayarak onay verdi Deha'ya. Tüm varoluşu içerisinde hiçbir yere ait hissedemezken şimdi bu bebek odasına ait hissetmesi ne kadar normaldi acaba? Bilmediği kimliği kendine kucak açıyor diye mi ilk kez korunaklı hissediyordu Turan'a sarılmaları dışında? Aile evi çok başka derlerdi ya o yüzden mi kadın hiç yankılanmamış kahkahalarının bu dört duvara sürekli çarptığını düşünüyordu? İçinde kaldığı karanlığa rağmen kalbinin tam ortasına incecik bir fırça pembe darbe atıyordu. Halbuki zamanında kaldığı o yurdun nevresim takımları hep kahverengiydi ve Irmak hiç pembe boyayla resim defterine bir şey yapmamıştı. Irmak kalbinin katran karası siyahlığına alışmışken bu değişimi göz ardı edemezdi. Hiç tanımadığı o pembeyi böyle sevemez, bu kadar çabuk hayatına buyur edemezdi. Fakat bu pembe, ki her yerde görmesine rağmen asla dikkat çekmeyecek bir pembeydi, şimdi tamamen Irmak'ın kendisi gibi hissetmesini sağlıyordu. Uzun uzun baktığı bu odada otuz sene geçirmiş gibi hissediyordu. Beşiğe sarkan ahşap dönenceye bakıp uykuya dalmış gibiydi. Gece ağlamalarında annesi koşarak o beşiğin başına gelmiş gibiydi. O sallanan sandalyede annesinin göğsünde huzurla uykuya dalmış gibiydi. Dağhan ve Deha defalarca parmak uçlarında yükselip tutundukları beşik kenarından kendini izlemiş gibiydi. Didem'di. İlk kez Didem gibi hissediyordu. İçindeki Irmak Hale acıdan geberirken, Didem ailesine gülücükler saçıyordu. Aile... Ailesi vardı. Bir çöp boşaltma alanının tam ortasında parlayan pırlanta gibiydi hal. Kaç sefer güçlüyüm diyerek ayağa kalktıysa Irmak Hale, bir o kadar güçsüzüm diyerek kardeşlerinin omuzunda ağlamıştı Didem. Kaç kez öldüm ve dirildim dediyse, bir o kadar da yaşıyorum diye çığlık atmıştı. Saçının okşandığını ilk kez hissediyordu ve bu psikolojik bir eylem dışında fizikende gerçekti. Başında durduğu, ahşabına dokunduğu, pürüzlü yüzeyde gezerken parmakları ardındaki bedenin varlığını da sıcaklığını da hissediyordu ve çok geçmeden Dağhan ne kadar abi olabilirse tam da o kadar olarak okşuyordu saçını. Artık bir maskeye ihtiyacı yoktu Irmak Hale'nin. Çünkü asıl gerçek olandı Didem. Kadındı, anneydi, bir o kadar da vardı bu hayatta. Her şeyi hallederdi de, bu kez bir şeyleri sarılan çocukluğuyla tamamlamak istiyordu. Güçlüydü, çok güçlüydü fakat bu defa güçlü olmak istemiyordu. Kırık her kanadını güvendiği insanlara dökmekte bir kadın için güçlü olmak değil miydi zaten? Bir kadın ancak ve ancak güvendiği, sığındığı, sarıldığı limana indirmez miydi gardlarını. Belki Irmak'a göre burası ve bu insanlar güvenilecek kişiler değildi ancak Didem'in yıllardır tanıdığı, tutunduğu insanlardı bunlar. Güvenilecek duvarı tutan köklü sarmaşıklardı. Geldikleri sakinlikte odayı da evi de terk ederken Dağhan ve Deha kucaklarına bastıkları siyah perdeleri çöpe bastıklarında bir kez daha oturduğu araba koltuğundan baktı eve. Para mühim olmamıştı Irmak için. O daima çalışıp kazanmış, kendini bir şekilde idare etmişti. Açta kalsa, açıkta da kalsa hep çözüm yolu olmuştu fakat aile, o her zaman dillendiremese de en mühim olanıydı. Yine güçlü, ayakları üzerinde sapa sağlam duran bir kadındı fakat bir de bu gece hissettiği kadar tüm yaşamında kardeşlerini hissetmiş olsa, kesinlikle çok ama çok daha güçlü olurdu. Sadece dışı değil, yıkık dökük içi de sapa sağlam kalırdı. Baktığı yalının temiz dış boyası, yapısı, içindeki yerleşimin tam tersineydi onun içinde yaşayan aile evi. Yıkık dökük, sıvası kavlamış, üzerine bastığı parkeler ahşap gıcırtılar çıkarıyordu. Öylesine yaşarken, şimdi gerçekten yaşadığını hissediyordu. Yerlerine geçen iki adamla beraber araç hareket ettiğinde de uzun bir sessizlik içine çökmüşlerdi zaten. Sanki yol haddinden fazla uzundu ve bir cenaze evinden çıkıp hüzünle suskunluğa bürünmüş gibi. Aslında Irmak'a kalırsa cenaze evinden çıkmışlardı. O kimsesiz Irmak'ı bile isteye, seve seve öldürmüştü ve şimdi yanındaki iki adamla, kardeşleriyle toprağa gömme zahmetine dahi girmeden Irmak'ı boğazın serin sularına atıvermişlerdi ayağına ağırlık bağlayıp. 'Hadi bakalım Irmak hanım.' Dağhan durduğu kapının önüyle gözlerini kadına çevirdiğinde onun dudaklarındaki ufak tebessümle gülümsedi. Bir anda boynuna sarılınca karşılıksız bırakmayıp saçlarının arasına dudaklarını bastırdı. 'Bir durum olursa telefon çak, abin hep yanında unutma.' Fısıldayıp tekrar başına dudaklarını bastığında işittiği hareketlilikle ayrıldılar birbirlerinden. 'Bana yok mu sarılmak?' Deha arkadan uzattığı başına rağmen kadının mavi harelerini dikkatle süzdüğünde güçte olsa ona da sarıldı. 'Seninle çekişmekten hep zevk alacağım abla, kusura bakma küçük kardeş kurallarını layıkıyla yerine getirmem için bana illallah demen gerekiyor.' Onlarda birbirlerinden ayrılınca Irmak başını sallayarak indi aşağı. Deha arabadan inmeden ön koltuğa geçince Dağhan arabayı ilerletti. 'Çok sağlam kadın, ablam diye demiyorum ama... Bizimle büyümüş olsaydı kimse durduramazdı onu.' 'Şimdi birisi durdurabilir mi?' iki yan evin önüne arabayı park edip kontağı kapattığında Deha koca bir kahkaha patlattı. 'Bizim önümüzde kimse duramaz ki be abi. Kendimize bile yeniliyoruz.' 'Benim önümde karım durur, kendi adına konuş.' Deha'nın yinelenen kahkahasıyla arabadan indiklerinde omuz omuza verip girdiler eve. Basamakları tırmanıp odalarına ayrıldıklarında Dağhan açtığı kapıyla endişelice kendini bekleyen kadının kara gözlerini süzdü. 'Çok şükür.' İnce kolları hızlıca boynuna dolanırken kendisi de belini sardığında omuzuna dudaklarını bastırmaktan kaçınmadı. Bir adam elli kez evin çıkışına yürüyüp ellisinde de farklı yerlere giderdi ancak döndüğü zaman tek kişi olurdu ulaştığı. Sevdiği kadın... Her gidişin sonu bir kadına sarılmaya bağlanırsa sevda olurdu adı ve bitip tükenmezdi. Toprak altında kalsa da, enkazı kendisi yapsa da o sevda atmayan yüreğinde çırpınmaya devam ederdi. Üstelik bu kadın mesaj atıp yalıya geçtiklerini söylemesine rağmen böyle endişeleniyorsa Dağhan gözünü kırpmadan canını da feda edebilirdi. 'Söz verdiğim gibi fakat iki bira içtik, duşa alıp geliyorum.' Gülümseyerek Pera'dan bedenini ayırdığında göz kırpıp banyoya yöneldi Dağhan. Aklını meşgul eden çok şey vardı, içini korkutan, elinin ayağına dolaşmasına neden olabilecek bir sürü olasılık fakat kendi gözüyle Pera'yı, çocuklarını gördüğünde bütün hengame bir toz bulutu misali dağılıyordu. Duşa girip çıktıktan sonra yatakta kızıyla uzanan bedene yaklaşıp usulca sokuldu yanına. Elini kadının karnına doğru sarıp boynuna dudaklarını bastırdığında derince nefeslendi. İlk kez soluk alır, ilk kez yaşar gibi. Çünkü bir kadın hayatın bir adama verebileceği en aromatik oksijen olabilirdi. 'Senin kokun ciğerlerimle selamlaşınca kalbim dünyanın daha güzel bir yer olduğuna inanıyor.' İşaret parmağının dışıyla Meva'nın ufacık elini okşayarak konuştu Dağhan. Başını hafifçe kendine çeviren kadının kara gözleri kendi elalarıyla çarpışınca yüzündeki tebessümü içini rahatlattı. Güven başka bir durumdu, sevdiği kadının güveni ütopik bir durum. Geldiğinden beri bir kez olsun ne yaptığını sormayışı o ütopyada ruhunun çalkalanmasını sağlamıştı. 'Gözlerin gözlerimle muharebeye girince miladım oluyor.' Dudaklarını çenesine basıp hafifçe bedenini geriye çekti bu kez. 'Dudaklarım tenine ne zaman değse, diyorum ki kendi kendime, bu kadın benim tek zaafım.' 'Beni gönlüne yakıştırdığın için teşekkür ederim güzelim.' Hala kendine dipsizce bakan kara harelerin ışıltılarına gülümseyerek başını yastığa bıraktı. Kadının tekrar kokusunu ciğerlerinde doldururken farkındaydı Dağhan. Bir kadını sevmek, sadece değer vermekle başlar ve biterdi. Pera'nın gözlerinin içindeki o ışıltı bu zamana kadar hiç dolaşmadığı bir semtin en güzel sokağıydı. İki çocuğunun annesi, yüreğinin daimi sahibi, aslında başını soktuğu bu çatının da en sağlam direğiydi. Yıllarca bilinen bir cümle vardı. Erkek evin direğidir derlerdi. Fakat kimse aslında onun kadın olduğunu fark etmezdi. Aslına bakılırsa kadın yoksa ne çatı, ne duvar kalırdı. Kadın evin her şeyiydi. Bir kış vakti bile penceresinde çiçek olurdu gönlünde olduğu gibi mesela. İçinde uçuşan perdeleri olan, yaza karışmış, çekilen bir nefesle yaşanılabildiğini anımsatan evdi kadın. Tüm üzerine yüklenen vasıflardan daha çok kendisiydi. Kendi olabilmesinin ağır sorumluluğu altında biraz deliydi kadın, bir miktarda utangaç. Yerli yerinde kahkahalara boğulandı, çıplak ayaklarla sokakta çılgınlar gibi dans edendi. Her kadın farklıydı ancak hepsi bir miktar ruhlarındaki kuşların kanatlarıyla özgürlüklerine bağlıydı. Çünkü kadın başlı başına önü alınamamış bir edebi eser olmaktı. Pera gözlerinin arasından sızmaya çabalayan aydınlıkla bedenini diğer tarafa çevirdiğinde yüzüne değen nefesle gülümseyerek araladı göz kapaklarını. Bakışları Dağhan'ın yüz üstü yastığa gömülmüş haliyle karşılaştığında huzurun içinde kaybolduğunu hissetmeye başladı. Adamı sevmeyi sevmişti, nedensizce, sorgusuzca, korkusuzca sevmeyi kendine iş bilmişti. İliklerine kadar ilmek ilmek işleyerek aslında ne kadar da güçlü olduğunu kanıtlamıştı kendisine. Usulca doğrulup adamın belini saran kolunu uyandırmamaya çabalayarak üzerinden çektiğinde indiği yataktan kızına yaklaştı. Uyanmasına rağmen sesi çıkmadığından olsa gerek gülümseyerek kucağına çekti ufacık bedeni. 'Günaydın meleğim...' beşikten daha çok hareketlenen elleri ayaklarıyla gülümsemesini büyüttüğünde adımları da pencerenin önündeki berjere yöneldi. 'Acıktık mı biraz?' işaret parmağıyla kızının yanağını okşayarak koltuğa yerleştiğinde göğsünü açıp emzirmeye başladı. Ufacık parmakları anında tenine uzanan, şimdilik simsiyah görünen gözlerini merakla gözlerine diken, sanki milyonlarca kelimeyi bakışlarıyla aktaran haline şükür çekti. Dünya dönmeyi bırakabilirdi belki, hatta zaman cayabilirdi ilerlemekten, fakat Pera gözlerine baktığı bu ufaklıkla bir kez daha kayboluyordu kendinde. Duyduğu sesle bakışları sessiz olmaya özen göstererek kapıyı aralayan Deva'yı bulduğunda onun teklif bekleyen haline gülümseyip onay verircesine salladı başını. Geldiği sessizliği korumaya çalışır gibi kapıyı usulca örtüp parmak uçlarında yaklaştığında berjerin önündeki pufa oturarak kendini meraklı meraklı izleyişi bir oldu Deva'nın. İki kızı vardı Pera'nın. Hayatını adayabileceği. Kendisi çocuk olmuştu, öğrenci olmuştu, iş kadını olmuştu, şimdi öğreten olacağı zamandaydı. İnsanların tercihlerini bilemez, bilse de yargılayamazdı. Kendisi anne olmayı sevmişken bunu özgür iradesiyle istemeyenler de pek ala olabilirdi fakat Pera öğreten olacağı şu zamanlarda bir kadın olarak üzerindeki sıfatı sevmişti. Kendi cinsiyetinde iki ufaklığı tüm özgürlükleriyle, umutları veya hayal kırıklıklarıyla yanlarında olmaya çalışarak büyütecekti. Belki de kızları kendinin aksine anne olma yanlısı olmayacaklardı, belki de evlenmeyi akıllarından dahi geçirmeyeceklerdi, belki kitap okumayı sevmeyecekler, belki delicesine okumaktan haz alacaklardı. Ancak ne olursa olsun Pera destek olacak ve bunu hissettirecekti. Belkiler çok olsa da, kızlarının gerçekten iyi yüreklilikle verdikleri her kararda yanlış olduğu zaman doğruyu göstererek destek olacak, onlardan kendilerini seven kadınlar yetiştirmelerini isteyecekti. Çünkü bir kadın ancak kendisini sevebilirse güçlü kalırdı. Titreşimin tınısıyla gözleri etrafta gezinse de Deva puftan hızlıca inip komodinde duran telefonunu aldığı gibi tekrar yaklaştı kendisine. Uzatılan telefonu alıp gelen mesajı açtığında Elfe'nin Pamir'le havuz başında çekilmiş fotoğrafına gülümseyerek uykuya dalmış Meva'ya çevirdi gözlerini. Üzerini düzelterek Deva'ya da yanını işaret ettiğinde kendisi de üçünün olduğu bir fotoğraf çekerek gönderdi kadına. Döndüğünüzde tüm raporu detaylarıyla alacağım. Bizde her şey yolunda merkez. Altına yazdığı mesajı da gönderdiğinde sabırsızca bekleyen Deva'ya gülümsemesini büyütüp ayağa kalktı. 'Hadi otur bakalım.' Sanki bunu bekliyor gibi Deva'da berjere yerleştiğinde kollarındaki ufaklığı dikkatle bıraktı kızının kucağına. 'Uyurken dudakları bükülüyor.' Deva gözlerini ufaklığın üzerinden çekmeden mırıldandığında Pera gülümsemesini daha çok büyüttü. 'Ne zaman büyüyecek anne? Deniz ile beraber oyun oynarken o da bize katılsın artık.' Şikayet edercesine olan haliyle beraber olağan gülümsemesini bozmadan kızının başına dudaklarını bastırdı. 'Birazcık daha zamanı var Deva'cım.' Yanıtıyla ufaklık başını sallasa da kuşkulu gözleri önce Meva'da ardından annesinde gezindi. 'Peki ya büyüdüğü zaman benimle oyun oynamak istemezse?' merakla annesine tamamen odaklandığında Pera anlamamış halde kaşlarını havalandırarak baktı kızına. 'Neden istemesin ki?' 'Bilmem, ister bence ama ya istemezse?' 'Bence de ister. Hem istemezse seninle oyun oynamayı değil, seçtiğin oyunu istememiştir. Yoksa sen o kadar güzel ona ablalık yapıyorsun ki seninle oyun oynamama gibi bir düşüncesi bence olamaz.' 'Bir an önce kocaman olsun anne. Hem o kocaman olunca babama söylerim benim salıncağımın yanına bir tane daha yapar. Beraber sallanırız.' 'Olur tabi... Başka ne yaparsınız?' 'Okumayı bilmeyecek ya hani, kitap okurum ona. Ama seninle babam gibi okuyamam ben, baştan söyleyeyim.' Omuz silkip Meva'da olan gözleri ışıldadığında Pera'nın kaşları havalandı. 'Neden bizim gibi okuyamazsın?' 'Siz sesinizi değiştiriyorsunuz. Ben öyle yapamam, dümdüz okurum.' 'Nasıl istersen öyle oku, ablası onu sevdiği için her zaman mutlu olacaktır.' 'Olsun tabi. Zaman ayırıyorum ona ama kıyafetlerimi vermem.' Başını sağa sola salladığında kaşları çatılmaya başlamıştı ki Pera kahkaha atmamak için dudaklarını dişledi. 'Paylaşmak güzel bir şey, bence vermelisin, o da sana verir.' 'Küçücük onunkiler, ben sığmam ki.' Pera'nın atamadığı kahkaha Deva'nın dudaklarından firar ederken en sonunda kadında gülmüştü. 'Büyüyünce belki de aynı bedenlere sahip olursunuz... O zaman paylaşır mısın?' 'O zaman olur ama benden izin alacak. Ablayım ben.' 'Birbirinizin kişisel eşyaları için ikinizde izin almalısınız zaten.' 'Keşke şimdi büyük olsa.' Deva omuzlarını düşürüp bakışlarını annesine çevirdiğinde Pera kıkırdayarak başının üzerine tekrar dudaklarını bastırdı kızının. Kardeşliği Elfe'den görmüş birisi olarak emindi ki bahsi geçen zamanlara geldiklerinde evde kaos olacaktı. Bir tişörtle başlayan çatışma Allah bilir nerelere kadar ulaşacaktı. 'Babam kardeşin olmasının çok güzel olduğunu söylüyor. Senin yok, sence tek olmak nasıl?' 'Sıkıcıydı.' 'Şimdi değil mi? Ama dur dur!' neşeli sesi odada yankılanırken yataktaki hareketlenmeyle gözleri koltuğun arkasını buldu kulağı Deva'dayken, 'Sen şimdi tek değilsin ki, teyzoş var! O zaman sende seviyorsun tek olmamayı.' Diyerek devam edip aynı zamanda başını onay vererek sallarken Dağhan araladığı gözleriyle gülümseyerek çıktı yataktan. 'O zaman istemiyorum diye kavga çıkarmamakla iyi yapmışım ben.' 'Demek öyle fındık.' Adam da koltuğa yaklaşıp Deva'nın başına dudaklarını bastırdığında kızın mavi boncuk gözleri kaldırdığı başıyla onu buldu. 'Öyle baba! İnsanın kardeşi olmalıymış, Deha amcam da öyle dedi.' 'Bak sen şu Deha amcana, niye olmalıymış?' 'Hayat öyle çok daha eğlenceli dedi.' Deva'nın yüzünde kocaman bir gülümseme olurken Dağhan tekrar başının üzerine dudaklarını bastırıp Pera'dan kalan yere ilerleyip yerleşti. Kadının belini sarıp başını onaylarcasına salladı. 'Doğru söylemiş Deha amcan. Hem sana bir sır vereyim mi?' fısıldar gibi konuştuğunda Deva gözlerini anında büyütmüş annesine dönmüştü. 'Anne, Meva'yı alsana, babam sır söyleyecek, duymasın.' Derken Pera kahkaha atarak Meva'yı kollarına almıştı ki Deva dizlerinin üzerine çıkarak Dağhan'a eğildi. 'Şimdi ver...' sanki gizli bir konuşma içinde gibi fısıltıyla konuştuğunda Dağhan hafifçe eğildi kızına. 'Dünyada benim sizin gibi iki tane güzel kıza sahip olmamdan ve senin kardeşini çok sevmenden daha güzel bir detay yok.' 'Ben daha çok severim onu o zaman. Sende hem bizi hem annemi daha çok sev, olur mu?' kendini tasdiklemek istercesine başını salladığında Dağhan serçe parmağını havaya kaldırdı, Deva'da anında incecik parmağını kenetlediğinde Dağhan yüzündeki tebessümle baktı mavi boncuklara. 'Her gün, bir önceki günden daha fazla fındık. İkimiz de?' 'Söz.' 'Söz kızım.' Parmakları birbirinden koparken Dağhan Pera'nın şakağına dudaklarını bastı anında. Her gün, bir önceki günden fazla... Daha derin, daha sarsılmaz, daha aşık... Hiç bitmeyecek kadar sağlam, bir avuç toprağa düşse bile kaybolmayacak kadar nazik sevecekti. Pera omuzuna ufacık başı düşmüş bedenle Dağhan'ın üzerindeki gömleği düzeltmesini izlediğinde evdeki sessizliğe gülümsemeden edemiyordu. Afitab sultan isyan çıkararak yeter nidaları atıp eve döneceğini açıklamış, Elif hanım da baş başa kalın diyerek kadına hak vermişti. Öyle veya böyle iki kadın da ayak direterek Dağhan'a durumu kabul ettirdiğinde kahvaltıdan sonra çıkmışlardı. Kapıya vurulmasıyla ikisinin gözleri de o tarafa dönmüştü ki kapıyı aralayan Deniz'le, sırıtarak kolundan çekiştirdiği Irmak'ı yanlarına sürükleyen Nida'yla karşılaştılar. 'Nida vallahi nazik kadınsın diye ses çıkarmıyorum ama basacağım yaygarayı!' Irmak sinirle mırıldandığında sonunda salonun ortasına kadar gelen Nida kadının kolunu bırakıp gülümseyerek Pera'nın kollarındaki ufacık bedeni aldı. 'Prenses hazretleri, bugün biraz daha anne ihtiyacını kısman gerekiyor.' 'Ne oluyor Nida?' Pera'da şaşkınlıkla koltuktan kalkınca Nida ufaklığın boynundan derince bir nefes çekip Meva'yı boşluğundan faydalanarak Dağhan'ın kollarına bıraktı. Adamın şaşkınlığı gün gibi ortada olsa da saçlarını hızlıca omuzundan arkaya savurup gülümsedi. 'Bugün ciddi anlamda kendimize gelmemiz gereken zamanlardayız.' Avuçlarını hafifçe birbirine vurduktan sonra Meva'ya uzaktan öpücük atmıştı gözleri yıllardır tanıdığı bildiği dostuna döndü, 'Dağhan, yakın arkadaşım olabilirsin ancak şirkette kritik bir toplantın olmadığı için yukarı çık ve kızlarınla ilgilen. Birazdan Turan, Deniz'i getirecek zaten.' Diyerek devam ettiğinde verdiği direktifle adamın kaşları çatılırken Pera'ya ne oluyor dercesine baksa da kadının dudak büküşünün farkındaydı. 'Siz ikiniz de hemen bahçeye. Deniz, tatlım bir bakar mısın?!' Pera ve Irmak'ın sırtlarından destek verip dışarı doğru yönlendirdiğinde koşarak gelen Deniz'e gülümsemesini büyüterek döndü. 'Buyurun Nida hanım.' 'Boş ver sen hanımı beyi. Senden bunları bir kutuya koymanı ve bahçeye getirmeni rica ediyorum, bir de o muhteşem limonatanı yaparsan minnet duyarım. Öncesinden de biz kadınlara Türk kahvesi, anlaştık mı tatlım?' Deniz'in gözleri önce Pera'ya ardından Dağhan'a şaşkınlıkla dönse de onların onaylamasıyla kendine uzatılan çantayı alıp mutfağa yöneldi. Nida'nın bakışları ise şaşkınca ne olduğunu algılamaya çalışan Dağhan'ı bulmuştu çoktan. 'Bana öyle bakma, ayarlarını düzeltmem lazım. Ay ben bu Irmak'ı cemiyet yemeklerinde, partilerinde görürdüm, uyurken bile abiye giydiğini düşünürdüm. Karını geçen gün toplantıda gördüğümde Pera'yla tekrar karşılaşmak beni çok memnun etti. Kızını al ve tüm gün onunla ilgilen çünkü ben arkadaşlarımı istiyorum. Biraz kendimize gelme seansına ihtiyacımız var. Sadece gece bakarak olmaz çocuk büyütmek.' Gözlerini belertse de olağan hali kabullenmiş Pera ve onun bahçeye yönlendirdiği Irmak'ın arkasından bakıp tekrar Dağhan'a dikti harelerini, 'Detaylar için seni Devrim arayacak. Hadi.' Başıyla anında yukarıyı işaret etse de Dağhan derin bir nefes aldı öncelikle. 'Hoş geldin Nida. Fakat karımla akşam yemeği saatinde işim var unutma olur mu?' Dağhan neler olduğunu yeni anlayarak gülümsediğinde kadın da sırıttı. 'Hoş bulduk Dağhan, çok hoş bulduk. Devrim anlattı bazı mevzulardan dışarı çıkamıyorlar madem bu partiyi ben ayaklarına getiririm. Sende akşam yemeğini geniş geniş organize edersin.' Göz kırptığında adamın da bu durumdan şikâyetçi olmadığını görerek omuz silkti anında. Hayatında Pamir ve Dağhan dışında gerçek dostu olmamıştı. Ta ki Pera ile tanıştığı akşama kadar. Üzerlerindeki serseri hale rağmen kendilerini yargılamadan bakan haliyle, naif ancak bir o kadar da güçlü duruşuyla Dağhan'ın şirket için her zaman doğru kararlar verdiğini bir kez daha anlamıştı fakat kendi için de çok iyi bir arkadaş bulduğunu öğrenmesi gecikmemişti. Bugün resmi olarak kadınlar günü ilan ediyordu. Olan bütün sıfatlardan sıyrılıp kafalarına göre vakit geçirip eğlenebilecekleri, dinlenecekleri, gülüp ağlayıp, hatta dedikodu yapabilecekleri bir gün. 'Nasıl istersen, ihtiyacınız olan herhangi bir şeyde Arjin'e haber ver. Ceyhun burada değil haberin olsun.' 'Sen benim garantici olmadığım kaç ana denk geldin be arkadaşım.' Sırtına hafifçe vurduğunda kendisi de bahçeye çıktı Nida'nın. Pera ve Irmak'ın yerleştiği oturma gurubundaki boş yere bedenini bıraktığı gibi topuklularının bantlarını da çözdü. 'Nida biz ne yapıyoruz?' Pera daha fazla dayanamadığından olsa gerek sonunda konuştuğunda Deniz kahve fincanlarını bıraktı. Daha sonrada koluna taktığı hasır sepeti kenara yerleştirdiğinde Nida dudaklarını ıslatıp gülümseyerek orta sehpaya bacaklarını uzattı. 'Kadınlar günü yapıyoruz. Önce kahvelerimizi içelim, biz kahveleri bitirene kadar masözler gelir aşağı ineriz, sonra duşa geçeriz, ardından manikür için gelecekler. Tabi Cilt bakımı mevzusu var ama onu da bu güzellikler ile halledeceğiz.' Hasır sepeti işaret ettiğinde kendine şok içinde bakan iki kadına gülümsedi. 'Son olarak kuaför gelecek, madem olaylar yüzünden dışarı çıkamıyorsunuz pek fazla, o halde stres atmamız lazım. Hem arkadaşlarımı özlemiş olamam mı?' rahat halini bozmadan zorlukla kahve fincanını da parmakları arasına aldığında Irmak'ın omuzlarını düşürüp umutsuzca bakmasıyla gülümsedi. 'Sen anlatırken ben yoruldum, bütün bunların sadece masaj kısmına katılma opsiyonum yok mu?' Irmak yüzünü buruşturduğunda Pera'nın da Nida'nın da yüzünde tebessüm oluşmaya başladı. Onların ilk samimiyetleri kapının önünde alkol şişesiyle oturan Nida'yla, asansörden inen Pera ve Elfe'nin durumu asla garipsemeyen halleriyle başlamıştı. Şimdi eğer bir aksiyon alınacaksa bu da hep beraber olurdu ve Nida bunu tam da o gece öğrenmişti. Çünkü kural birbirlerine yurt olup gerektiği zaman aşırı rahat bir ev dahi kurabilmekten geçiyordu. 'Standartlarda bu girls night olur Irmak'cım. Fakat sizinle gidip barda şuan erkek tavlayamayız, o yüzden bu kızlar gecesi durumunu tüm güne çekiyorum ve her bir adımda olacaksın. Emin ol gün bittiğinde bana teşekkür edeceksin.' Parmakları arasında tuttuğu fincanı hafifçe havalandırıp Pera'ya uzaktan göz kırparak öpücük attığında onun da duruma adapte olmasına gülümsedi. 'Senin de itiraz etmen gerekmiyor mu?' Irmak Pera'ya döndüğünde onun yüzündeki gülümseme daha çok büyüdü. Bu itiraz edilecek bir teklif değildi. Bu teklif dahi değildi. Kadınların arasında bu ana ihtiyacı olan tek bir birey varsa koşulsuz şartsız yapılırdı. 'Bu reddedilmeyecek bir tekliftir. Tadını çıkar, negatiften arın.' Göz kırpıp kendisi de ayağındaki ev sandaletlerini çıkararak Nida gibi bacaklarını orta sehpaya uzattı. Nida bu kez telefonunu eline aldığında birkaç çabaya girip kulağına götürdü. 'Ege...' ne yaptığını anlamasalar da kadını izlemeye devam ettiler. 'Rica etsem bizimkilerle iletişime geçip akşam acil bir şekilde bir yemeğe çıkarmanızın organizasyonunu yapar mısın?' sorusundan kısa bir süre sonra kaşlarını çatmaya başladığında gözleri şeytani bir parlamayla kısılırken gülüşü de tüm yüzünü esir almıştı. 'Dışarı çıkmak tehlikeli diye bundan kaçamazsınız Ege, beni tanıyorsun, ya o organizasyonu yaparsınız ya da ben bara gider organizasyonlardan organizasyon beğenirim. Ki senin zamanında yaptıklarını izlediğim için konu hakkında antrenmanlıyım.' Az önce olan şeytani parlamalar yerini kabullendirmenin verdiği zevke bırakırken iç çekti Nida. 'Ne kadar naziksin... Çok teşekkürler.' Telefonu bir anda kapatıp kenara bıraktığında Irmak elindeki kahve fincanıyla süzdü kadını. 'Sen az önce kendini zorla yemeğe çıkartmak için tehditte mi bulundun?' Nida sigarasını ateşleyip anında başını sallayarak onayladı. 'Kafaları bu ara fazla dolu olduğu için sadece ne yapması gerektiğini hatırlattım. Bu arada bir tane daha ekibe katılacak arkadaş var.' Diyerek gözlerini kapıya çevirdiğinde gördüğü bedenle gülümsemesi daha da büyüdü. Her şey planladığı gibi mükemmel ilerleyecekti bugün. 'Kim?' Pera kaşlarını havalandırsa da yeniden yanlarına gelen Deniz gülümsemişti ki ne olduğunu anlamadan üzerindeki kot şort ve ip askılı sarı büstiyerle kendini gösteren Elfe gözlerini büyütmesine neden oldu. 'Bensiz parti mi olur! Aşk olsun!' Pera anında bacaklarını çekip fincanını kenara bırakarak arkadaşının boynuna atladığında bedenini sağa sola sallayıp ayran kıvamına getirecek seviyede sarıldı kadına. 'Daha sabah fotoğraf attın! Dün akşam uzatacağız tatili demiştin.' Hala çekilmeden konuştuğunda Elfe'de sıkıca sardı arkadaşını. 'Sabahki fotoğraf sahteydi, Nida ile konuştuk ve hem senin anneliğini kutlayalım, hem de Irmak'a bizim gibi delilerle tanıştığı için bir sürpriz hazırlayalım dedik.' Bedenleri birbirinden ayrılınca Elfe bu kez kendisine garip bakışlar atan Irmak'a çantasını kenara fırlatır gibi atıp sarıldı. Ardından Nida'yla da sarmaş dolaş olarak kendisini Pera'nın yanındaki boşluğa bıraktı. 'Kadın gücü kuşlarım!' Deniz'in kendine uzattığı fincanı alarak ortaya uzattığında Pera ve Nida kendi kahvelerinin çarpışmasını sağlasalar da garipseyen Irmak'a döndürdüler gözlerini. 'Bakma Irmak öyle, hadi!' Elfe'nin içindeki şakıyan kuş bir türlü susacak gibi durmuyordu. El mecbur o da fincanını yaklaştırdığında çarpıştırarak gülümsedi. Bazen insan hemcinsine ihtiyaç duyardı. Üstelik kimseden istemediği onaylamayı bazen sırf aynı cinsteler ve aynı aşırı duygu patlamaları yaşıyorlar diye mutlu olurlardı. Elfe ve Pera yıllarca birbirlerine bu konuda destek olmuşken şuan olan dört kadın hallerini geriden uzun uzun izliyorlardı. Ortada oje renginden, saç bakım kremlerinden, erkeklerin bazen problemli olduklarına kadar onlarca farklı muhabbet dönerken Deniz'in haber vermesiyle yarım saat içerisinde evin alt katına inerek masaj yataklarına serildiklerinde Elfe'nin sesi yine duyuldu. 'Hepinizden dedikoduları istiyorum.' Pera anında başını kaldırıp bakmıştı kadına. 'Bence biz senden daha çok bekliyoruz dedikoduları.' 'Pera'ya hak veriyorum. Nasıl geçti Pamir'le tatil? Finansman konularıyla boğdu mu seni bari? Bize hep aynı azabı çektirirdi çünkü.' 'En ufak iş konusu açılmadı. Resmen ütopya gibiydi. İzmir'i o kadar özlemişim ki, deli gibi eğlendim.' 'Pamir ve iş konusu açmamak... Elfe, bu çocuk sana gerçekten abayı yakmış.' Dördü de gülmeye başladıklarında Elfe sırtındaki parmakların işini bitirdiğini fark ederek doğrulup havluyu bedenine sıkıca sararak oturdu yatakta. 'Valla abayı yaktıysa da tatil sonunda beni uzunca süre görmek istemeyeceğini düşünüyorum. O kadar çok konuştum ki bir an takip edemediğini düşündüm.' Pera'da sırtındaki parmaklar çekildiğinde doğrulup havluya sarıldığında gülerek Elfe'ye baktı. 'Bence bir süre sonra takip etmeyi bırakmıştır zaten. Sen benim yıllardır arkadaşımsın ben bile bazen anlamıyorum.' 'O niye?' Irmak'ta oturduğunda Pera kahkaha attı bu kez. 'Elfe konuyu değiştirmek adına bir üstat. O kadar duruma adapte ki günlük yaşamında da aynı olayla ilerleyebiliyor.' 'Ona bende denk geldim.' Nida'da sonunda masajdan koparken Elfe anında omuz silkti. 'Ne yapabilirim, kafam farklı işliyor. Fakat muazzam tatildi. Tam kafa dinlemelik... Faruk ve Sevgiyle karşılaştım, evleniyorlarmış bu arada.' Az önce Elfe'yi anlatmaya çalıştığı Irmak'a gördün mü diyerek başını salladı Pera. 'Onlar bitirme kararı almamışlar mıydı ki?' 'Almışlardı fakat yapamamışlar ayrı ayrı. Kordonda bir kafe açılmış, portakallı keki mükemmel Pera. Dördümüz herkesi ekip kalkıp İzmir'e gitmeliyiz.' Kadınlara bir bir baktığında onların kahkaha atan haliyle Elfe'de gülmeye başladı. Gündemi hızlı değişebiliyordu fakat bu önceki konuyu önemsemediğinden değil, aklındakileri unutmadan ortalığa dökmek içindi. Elfe'yi tanıyan herkes bir süre sonra doğal haline alışırdı zaten. Bir bir duş için odadan çıktıklarında Pera üst katın yolunu tutarak girdi odaya. Gözleri göğsüne Meva'yı yatırıp berjere oturarak elindeki tabletten belge okuyan adamı bulduğunda derin bir nefes aldı. Dağhan şu haliyle ne kadar karizmatikti fikir yürütebiliyor muydu acaba? Normalde yığılmış gibi bir profil çizecek halde olan oturuşunda dahi dik duruşu, odağı, bir taraftan işiyle ilgilenmesi ancak boşta olan elinin durmaksızın kızının sırtını okşayışı nasıl olur da bir kadına karizmatik gelebilirdi acaba. Öyle dalmıştı ki tabletin ekranına odaya girdiğinin farkında dahi değildi. Gözlerini tabletten çekmeden Meva'nın şakağına dudaklarını bastırdığında yanına yaklaşıp yanağına sıkıca dudaklarını bastırdı. Dağhan ise gözlüğünü çıkarıp yüzüne döndü. 'Akşama sizi yemeğe çıkarmamız için Nida, Devrim'i tehdit etmiş sanırım?' 'Ona göre tehdit değilmiş sevgilim. Bu ara kafanız dolu olduğu için ne yapmanız gerektiğini hatırlatmaymış.' Dağhan tableti kapatıp kadının beline kolunu sardığında berjerin kolçağına çökmesiyle gülümsedi. 'Güzel yapmış o zaman hatırlatarak. Senin istediğin bir mekan var mı?' 'Bence şu gergin günlerde girmeyelim o işlere, hem çocuklar var.' Pera sıkıntıyla yüzünü buluşturduğunda Dağhan koluna dudaklarını bastırıp gülümsedi. 'Çocuklar için akşam iki tane bakıcı gelecek, Deniz'de başlarında olacak zaten. Fakat dışarıda yemek konusunda bende pek istekli değilim.' 'Bahçede olalım hep beraber?' 'Dur bakalım, orası da size sürpriz olsun...' Pera başını sallarken dudaklarından ufak bir öpücük çalarak kalktı koltuktan. Bedenini duşa atıp üzerindeki yağdan kurtulmaya çabaladığında düşündü. Zamanın sanılanın aksine nasıl da hızlı aktığını, bir anda evlendiğini, göz açıp kapayana kadar ikinci kez anne oluşunu, tüm bu olanların arasında birçok tehdit unsuruna rağmen sevdiği adamın gözlerine bakınca nasıl da kaybolduğunu düşündü. Dağhan yüreğini öyle talan etmişti ki dönen olaylardan korkusu da yoktu, çekinecek kadar halsiz bir yüreği de. Aşağıda kendini bekleyen üç kadın vardı, farklı hayatlara, farklı karakterlere, farklı yaşamlara ait üç arkadaşı. Elfe zaten başlı başına hayatındaki dolu dizgin arkadaşı, hatta kız kardeşiydi. Nida ise bugüne kadar daha sakin düşündüğü ancak içinde tam anlamıyla bir deliyi barındıran arkadaşıydı. Irmak... Irmak hepsinden de farklıydı, tüm yaşadıklarına rağmen sert bir kaya gibi duran kadındı. Sevdiği adamın kız kardeşiydi, birazda kendine kız kardeş arayan bir ruhtu. Duruşu tamamen bu hale ters gibi olsa da zamanla açılacağının bilincindeydi. Onlar koca zaman içerisinde küçücük dört kadındı ve bugün Nida'nın el atmasıyla bir araya gelerek bir kez daha anımsayacaklardı. Birbirlerinin ellerini sıkı sıkıya tutmalıydı kadınlar. Daha güçlü, yıkılmaz, sarsılmaz ve neşeli olabilmek için... Taradığı saçlarından sonra üzerine şortunu ve askılısını geçirdiğinde bakışları da hala bıraktığı yerde duran adamda gezindi. Onun da gözleri kendisine dönerken yaklaşmıştı ki ayağa kalkmasıyla dudaklarını ıslattı. 'Meva hanım sensiz beş dakika geçiremiyor gibi ama biz başaracağız, inanıyorum.' Açıkmış kızıyla kıkırdayarak Dağhan'ın kalktığı yere oturduğunda ufaklığı da kendine çekerek emzirmeye başladı. Çok geçmeden saçlarını kulağının arkasına iten adamın gözlerine döndü Meva'dan bakışları. 'Çocuğumu beslerken sizi izleyince tekrar aşık olmam normal mi?' adamın sorusuyla kıkırdadığında Dağhan hafifçe eğilip dudaklarını dudaklarına bastırdı. Geriye çekilip parmak uçlarıyla yüzünü okşarken parlayan hareleri de cümlesini destekler nitelikteydi. 'Çok güzel bir dostsun, sevgilisin, eşsin, annesin, hatta biliyor musun, kız kardeşimle arandaki bakışmalara denk geldim de çok güzel bir kız kardeşsin aynı zamanda.' Yorumuyla başını adamın avcuna hafifçe eğdiğinde Dağhan'ın baş parmağı okşadı yanağını. 'Ve biz dünyanın en güzel annesini kızımla beraber tüm günlük tatile yolcu etmeliyiz.' 'Başarabileceğinden emin misin?' emmeyi bırakmış kızıyla üzerini düzelttiğinde Dağhan alnına dudaklarını sıkıca bastırdı. 'Başarırız. Sen şimdi buradan mükemmel bir anne olarak kalkıyorsun, kapının dışına çıkar çıkmaz anne olduğunu unutup mükemmel bir arkadaş olup tüm gün kafanı dağıtıyorsun. Aklına Meva ve Deva'yı getirmiyorsun, anlaştık mı?' kısaca ela gözleri süzdüğünde gülümsemesi de yüzünde dağıldı. 'Mükemmel bir adamsın.' 'Sana layık olmaya çalışıyorum sadece.' Gülerek kızını kollarından aldığında başıyla da hadi dercesine kapıyı işaret etti Dağhan. Tebessümü bir an yüzünden silinmeden dışarı çıktığında aklından çıkaramayacağını bilse de merdivenleri sekerek inip bahçeye attı bedenini. Koltuklara kurulmuş kadınların yanına yerleşip ortadaki tepsiden limonata bardağını aldığında sanki dakika dakika programlanmış gibi gelenlere bıraktı kendisini. İnsan bazen ödüllendirmeliydi vücudunu, onunla beraber de ruhunu. Nida yapmasa aklının ucuna bile gelmeyecek şeylerden o kadar uzak kalmıştı ki yapılan manikür esnasında kendisini bile garipsemişti. Fakat Pera kadındı. Her kadın için olabileceği kadar zamana, boşluğa, hatta bomboş oturmaya ihtiyacı vardı. Kadınların yaptıkları üzerine yük gibi gelmezdi, hele ki evladına bakmak asla gelmez, yorulduğunu bile fark edemezdi. Ancak öyle veya böyle herkesin böylesine zamanlara ihtiyacı olurdu. Günün karanlığa karışmaya başlamasıyla üst kata çıktığında girdiği odayla beraber içerideki boşluğa göz atsa da bakışları yatağın üzerindeki elbise ve hemen dibinde yerde duran ayakkabılara kaydı. Meva'nın aşağıda Deniz'in kucağında olduğunu hatırlayarak Dağhan'ın ne zaman evden çıktığını bilmese de yaklaştığında lacivert saten elbisenin üzerindeki kağıt ilişti gözüne. Demek ki Deniz yukarı çıkacakları sırada herkese hangi odada hazırlanacaklarını bu yüzden belirtmişti tekrar tekrar. Ufak not kağıdına uzanıp parmakları arasına aldığında yüzündeki tebessümde istemsizce gülümsemeye dönüştü. Sana karışırken varlığım, her seferinde yarınlarımın sahibi olduğunu hatırlattı ruhum... Seni düşünürken kendimi tebessüm ederek bulduğum kaç an oldu sayamadım dahi... Bazı zamanlar, insanlara Allah'ın en büyük hediyesini getirebiliyormuş onu anladım. Fakat biz tüm bunların sonucunda emin olalım ki; olağan düzeni yıkıp, yerine seni koydum... İnci tanesi gibi dizilmiş el yazısını bırakmadan kendi tarafındaki komodine yaklaşarak çekmecesine yerleştirdiğinde üzerindeki şort ve askılıdan kurtularak elbiseyi giyindi. İnce şeritli lacivert ayakkabıları da ayağına geçirip boy aynasından kendisini süzdüğünde kuaförün yaptığı dalgalı saçlarını omuzundan geriye atıp sağ tarafını kulağının arkasına sıkıştırıp kenardaki kahverengiye çalan rujunu sürerek derince soluklandı. Gözleri kadife kutu ve üzerindeki notla karşılaşırken o notu da aldı. Bırakalım gün geceye, gece sonraki güne kavuşsun. Bu vakitlerde her şeyi aklından sil sevgilim, bir tek ben kalayım. Sanki ilk kez rastlaşmışız gibi her şeye, her gün yeniden başlayalım. Önümüzdeki bütün yolları seninle el ele yürümeye tekrar başlayalım... İçinde telaşlı bir çocuk heyecanı çırpınıyordu Pera'nın. Tıpkı Dağhan'ın yazdığı gibi ilk kez karşılaşacakmışçasına tepki veren ruhu elinin ayağının dolaşmasına sebebiyet verebilirdi herhalde. Kadife kutuyu araladığında ucunda kendi gözleri kadar siyah bir taşla duran kolyeyi alıp taktı boynuna. Kutunun hemen kapağına işlenmiş yazıyla gözleri dolsa da derin bir nefes almaya çabaladı. Senin gözlerinin karasının bana nasıl ışık olduğuna kimse anlam veremez. Elinde hala duran bir önceki notu içine bırakıp kapağını örttüğünde kirpiklerini hızlıca kırpıştırıp kapıya yöneldi. Basamakları birer birer inerken lacivert bedenini saran takım elbisesiyle kendine gülümseyen adam parmaklarını uzattığında sıkıca yakaladı elini. 'Ama olmaz böyle...' kaşlarını havalandırıp son iki basamağı da indiğinde Dağhan elinin üzerine dudaklarını bastırıp baştan ayağa süzmüştü bedenini ki devam etti konuşmasına, 'Sen sarhoşluk sebebisin resmen.' 'Peki sen?' gülümsediğinde Dağhan elini bırakıp beline sarılarak yani der gibi başını sağa sola salladı. 'Takıldığım küçük taşlardan sonra zevk alarak yuvarlandığım büyük uçurumsun.' Adamın sol omuzuna naifçe parmaklarını yerleştirdiğinde Dağhan'ın lansman gecesinde kendini öptüğü gibi baktığına yemin edebilirdi. Dudaklarından dökülen her kelimeye imza atabilirdi Pera. Çünkü onu kendisi yapan bu kadar sevilmesiydi. Dağhan onun uçurumuydu, düştüğü, düşeceği ve buna itiraz etmeyeceği kadar gerçekti. Kollarında yaralar, ruhunda çizikler bıraksa bile bir an şikayet etmezdi. Aksine temizlemezdi bile o yaraları sadece izleri kalsın diye. Çünkü bir kadın sevince bıraktığı yaralara dahi aşık olabiliyordu. Bazı kadınlar ise sevilmek nasıl bir duygu bilmediğinden aşık oluyordu celladına. Geldikleri eve şaşkınlıkla bakmaya başlamıştı bile. Sadece dört sokak ötede, siteden çıkmadan diğer ucuna gelerek ulaşmışlardı. Evde olmasalar bile evde hissedecek kadar yakın mesafedeydiler. Dağhan'ın yönlendirmesiyle evin yan tarafından dolaşarak bahçeye ulaştığında duyduğu kapı sesleriyle diğerlerinin de geldiğini anlamıştı. Sonunda arka bahçeye ulaştıklarında gözleri daha da garipser halde gezindi etrafta. Bire bir kendi evleri gibi olan yapının arka bahçesi tamamen İstanbul'u ayakları altında hissetmelerine sebebiyet veriyordu. Bahçenin herhangi bir yerinde olan aydınlatma çalışmıyor sadece tam ortaya hazırlanmış büyük yemek masasının üzerindeki mumlar ve sandalyelerden sarkan peri ledler ortamı loş şekilde gösteriyordu. Koca masanın iki ucuna sandalye yerine servis masaları yerleştirilmiş, onun dışında çevresine on tane sandalye yerleştirilmişti. Hala belini sıkıca kavrayan adam birkaç adım daha atmalarını sağladığında açık omuzundaki dudakları hissetti. 'Gözlerindeki benim görebildiğim yıldızlar kadar uzun olsun ömrün iki cihandaki cennetim.'
|
0% |