Yeni Üyelik
76.
Bölüm

Bölüm 74 - Erkek Kardeş Terörü

@biceruvar

Selamlar... Bugün biraz Elfe'yle geldim ben. Neşeli mi neşeli, hayat dolu, cıvıl cıvıl bir kadınla. Fırtınalı günlerde dahi yelkenlerini açıp korkmadan okyanusa çıkan bir kadınla. Aslında hepimize benzeyen fakat içimizde sakladığımız o ruhla. Sessiz sakin orada var olduğunu bildiğimiz bir dostla, hayatındaki ayrıntıları dakikalarca anlatacak potansiyele sahip sevgiliyle, korksa da adım atmaktan kaçmayan bir iş kadınıyla, kaos anında yeğen kurtaran bir teyzeyle, kendini çok seven bir kadınla yani...

Bu hikayeye başlarken benimleydi Elfe. En başında, kusursuz bir şekilde zihnimde kayıtlıydı. Duruşu, bakışı, mimiği ne kadar size geçti bilmem ama ben yazarken baş ucumda tüm jest ve mimikleriyle vardı ve bana gülümsemekten asla kaçınmıyordu. Bana da çok iyi bir dost oldu aynı zamanda. Çünkü Elfe ağlarken tek kelime etmeden gözyaşlarını silebilecek fakat bazen de insanın kendisinin silmeyi istediğini düşünebilecek bir karakterdi. Pera'yla olan çocukluğunu adeta benimle yaşadı. O kadar gerçekti ki Deva kendi çocuğum olsa Elfe'ye emanet ederdim.

Çocukluğuyla, ergenliğiyle, annesiz büyüyen kadın haliyle çok sevdim ben Elfe'yi. Tıpkı Almancada isminin karşılığı olan peri gibi bir kadın oldu bana göre. Kaldı ki bu hikayedeki en cuk oturan Butimar'lardan biriydi. Kanatları ve korkularıyla.

O yüzden iyi ki muzur muzur köşede oturup bana göz kırptın Elfe. İyi ki çığlıklar atarak şarkılar söyleyecek o kadın olarak çıktın karşıma. Dilediği yerde insanlara, hayvanlara ve tüm canlılara saygı duyacak şekilde istediğin gibi yaşayabildin. Fakat en çok, iyi ki kendi değerini bilip kendini suçlu yerine koymayan bir kadın oldun. Sana en büyük teşekkürüm kendine saygı duyduğun için. Sevginden de, aşkından da pişman olmadan, özgüveninle aldatılmanın suçlusunu kendin olarak görmeden, yaşadıklarının seni sindirmesine izin vermeden başka bir bakış açısı görmemi sağladın. Sen iyi ki ama iyi varsın sol tarafımda yaşayan o neşeli kadın.

Kendine dair sahiplenmeyi sevdiğin neşen çoğu kadına umut olsun Elfe...

Sizleri bölüm duyuruları ve paylaşımımızın daha da çoğalması adına instagrama beklediğim gerçeğini atlamayalım lütfen...

Instagram: BiCeruVar

---------------------------------------------

'Gözlerindeki benim görebildiğim yıldızlar kadar uzun olsun ömrün iki cihandaki cennetim.' bakışları şaşkınlıkla omuzunun üzerindeki dudaklarıyla fısıldayan adamı bulduğunda yandan gülümseyerek o da kendisine bakmıştı. Kendisinin bile unuttuğu, aklından çıkan, takip dahi etmediği detay. Bugün, bu saatlerde geçmiş bir tarihte dünyaya kavuşan bedeni, yine bugün, bu saatlerde sevdiği adamın kollarındaydı. Parmaklarına kenetlenen parmaklarıyla gözleri dolsa bile bir kez daha teşekkür etti ruhunu üfleyene. İnsan, kendisinden çok kendisini düşünen birine denk gelince teşekkür edip minnettar olmak dışında bir şey yapamıyordu işte.

Elini sımsıkı kavrayan parmaklarla masaya daha çok yaklaştığında bakışları bir bir çevredeki insanlarda gezindi. Tüm gün kendini parçalayan Nida, kendisine daima kız kardeş olmuş Elfe, herkese hırçın kendisine sakin olan Irmak, tanıştığında başka biri şimdi başka biri olan Devrim, tüm sıkıntılarına rağmen sevdiği adam yanında değilken destek olmaya çabalayan Pamir, ortalık karışıkken bile kimseye fark ettirmeden kızının kafasını dağıtmasını sağlayan Turan, küçük bir erkek kardeşi olmasa da var hissettiren Deha, hala kolu belinde olan gözlerinin içine delicesine tutkuyla bakan yanındaki yüreğinin sahibi...

Bakışları bir pastanın üzerindeki mumlarda bir de tekrar masanın çevresinde tebessüm eden insanlarda gezindiğinde Elfe koşarcasına masayı dolaşıp başının üzerine tacı yerleştirerek göz kırpmıştı. Zamanlar ve sırları koca bir çıkmaz olabilirdi. Pera başının üzerine bırakılan o tacı kızını kaybettiğini düşündükten sonraki ilk doğum gününde Elfe'nin kendisini neşelendirmeye çalışmasında takmıştı. Şimdi o zaman içindeki gizli kalan sır dibindeydi, çok yakınında hatta her gün sarılacağı kadar burnunun ucundaydı. Kendi kendilerine verdikleri bir söz de vardı. Eğer ki bir gün tekrar anne olursa o zaman bu başının üzerindeki tacı tekrar takacaktı. Koca koca tarihler sonrasına gittiğinde hıçkırarak ağlayıp pasta üflediği o günden sonra şimdi de hıçkırarak ağlamak istiyordu. Bu kez sadece mutlu olduğu için. Gözyaşları yüzünden bulanıklaşan görüşüyle sıkıca kapattı göz kapaklarını ve hala tuttuğu eli iki eli arasında sıkıştırarak derin bir nefes aldı ve içinden duyabilecek tek yere karşı konuştu.

Hepsiyle her gün, bir önceki günden daha fazla, daha sağlam bir arada olalım. İçinde tuttuğu nefesi savurup geri çekildiğinde kulağında çınlayan alkışlamalarla gülümseyerek baktı Dağhan'a. Elleri arasındaki parmaklar hafifçe çekip tenine dudaklarını bastırdığında ayrılıp sıkıca sarıldı adamın boynuna.

'Sen yeni bir yaşın eskitemeyeceği sevdasın Pera.' Boynuna basılan dudaklar mırıldanırken geri çekilerek baktı ela gözlerine. Çok cümle kurulabilirdi fakat burası için pek ifadeye gerek yoktu. Adama bakışları bile cümle aleme yüreğindeki yerini de teşekkürünü de açıklardı. Çok doğum günü geçirmişti fakat hiçbirini unutmamıştı. Çok pasta üflemişti ama şuan olduğu gibi manevi bir dilek aklına hiç gelmemişti. Yeni yaşını kutlayan çok insana sarılmıştı ancak ilk kez kalbinde bir bağ ile kenetli olduğu adama bu sene sarılmıştı. Tüm bunlar bile büyüdüğünü kanıtlar gibi olsa da Dağhan'a her baktığında ufacık bir kız çocuğunun mutluluk kahkahaları içinin duvarlarına çarpıyordu.

Elindeki bardaktan bir yudum alarak kahkaha atıp Elfe'nin durmaksızın olan konuşmasını dinlemeye devam etti. Dağhan'ın parmakları kolunu okşamaya devam ederken derince soluklanmayı da ihmal etmedi.

'Pera'nın on sekizinci yaş gününü unutmam imkansız zaten. Tam anlamıyla delilikti.' Kahkahalar arasında Elfe pes ederek bedenini geriye bıraktığına Deha elindeki kadehten bir yudum alarak gülümsedi.

'Anlat dememiz şart mı Elfe abla ya, şu saatten sonra anlattığın her şeyin komik olabileceğine inancım tam.' Elfe'nin bakışları adamın talebiyle Pera'ya döndüğünde usulca başını sağa sola salladı. Bir miktar yalvarırcasına da olabilir.

'Ya yenge karışma anlatsın işte. Hem gençlik değil mi adı.' Elfe sırıtmaya başlarken yapma dercesine boynunu büktüğünde omuz silkmişti kadın hızlıca. Bu bir bakıma konuyu açtık devamını elbette getireceğim ve bana kızsan da yapabileceğim bir şey yok demekti.

'Organizasyonu bana aitti. Sınava girdiğimiz ve epey stresli bir seneden çıktığımız için tozutma kararı aldık o sene. Sen şimdi yengenin uslu durduğuna bakma, bir de kendisini gece kulübünde gör.' Derken kaşlarını havalandırıp bilmiş bilmiş başını sallayarak Pera'ya bakan Elfe elindeki kadehten bir yudum alıp dudaklarını ıslattıktan sonra Deha'ya döndü, 'Bizim arkadaş ortamımız kalabalıktır, tüm millet toplandık gece kulübüne gittik. Tekilalar, votkalar havada uçuşuyor. Ufaktan çarpmaya başladı bize tabi gecenin sonlarına yaklaşırken, hal böyle olunca da bizim kızı durduramadık. Gecenin bir vakti kıyafetleriyle suya atladı.' Diyerek devam ettiğinde kahkahalar tekrar yükselmişti ki Elfe ellerini sallayarak durdurdu hepsini.

'Bitti mi dersiniz? Asla... O halde denizden çıkıp tekrar içmeye devam etti. Bardan çıktıktan sonra saçma bir şekilde otostop çekti, ki tek başına değildi, Doğukan'dı değil mi hem başına iş alacaksın deyip hem de seninle otostop çeken?' bakışları Pera'ya döndüğünde onun onaylamasıyla tekrar masadakilere gözlerini çevirdi. Bu sırada Pera'nın Dağhan'ın sorgular bakışlarına masumca gülüp omuz silktiğini fark dahi etmemişti.

'Bir yere gideceğinden de değil, durdurup bugün benim doğum günüm diye bağırmak için. En sonunda sahildeki biri haliyle rahatsız oldu. Genç bir adamdı, ileri geri konuştu. Bizim masum çiçekte gelemez öyle durumlara, yani ilk başta yeter dediğinde sessiz kaldı elbette fakat işin içine küfür girince adama girişti. Fakat öyle bir girişmek değil, destansı, adeta bir müzikal havasında. Onu gören ben ve Tuğçe de tutamadık kendimizi. Çünkü birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için.' Kahkaları eşliğinde omuz silkerek derin bir nefes aldı. 'Sonunu tahmin etmek zor olmasa gerek.' Yüzünü buruşturduğunda masadakilerin kaşları çatık olsa da Elfe derin bir nefes alıp sıkıntıyla omuzlarını düşürdü.

'Gözaltına alındık.' Bir anda kahkaha atmaya başladığında masadakiler de eşlik etmişti kadına yeniden. Pera başını sağa sola sallayıp utanarak Dağhan'ın boynuna gömüldüğünde saçlarının arasına gülerek dudaklarını bastırdı adam. Şimdi o yaşını verseler istisnasız aynı şeyleri tekrar ederdi. Eğer ki bu yaşında da aynı barda, aynı çevre ile doğum günü kutlasa, yine tozuturdu. İçinde uslanmak nedir bilmez bir çocuk vardı ve ne kadar aklı başında görünse de Pera asla öyle bir kadın değildi. Sadece biraz gölgesi ağır kısımdan olabilirdi ve bu masadakiler onun içindeki yaramaz kız çocuğuyla hiç karşılaşmamışlardı.

'Ya enişte bey, böyle de bir delikanlı kadındır kendisi.' Diyen Elfe'yle gülümsemesi yüzüne dağıldı hepsinin. Bir türlü Elfe'nin anlattığı kadın olarak Pera'yı göremeseler de... Sığınağı gibi hissetiği bedenden Dağhan'ın çalan telefonu yüzünden ayrılmak zorunda kaldığında adam iç cebinden çıkardığı cihaza göz atıp gülümseyerek harekete geçti.

'Geliyorum hemen.' Fısıltılı haliyle eve doğru ilerlemeye başlarken Pera'da Deha'nın sesiyle tekrar döndü masaya.

'O zaman bu delikanlı kadına.' Deha elindeki kadehi havalandırırken herkes ona yaklaştı. Üzerlerinde stres yokmuşçasına, her şey olabildiğince rahatmış gibi tekrar kutladılar. Pera'nın hayatlarına girişini, girdikten sonra değişime uğrayan tüm güzel şeyleri bir bir tebrik ettiler. Gerek dillerinden dökülen, gerekse yüreklerindeki gerçek hissiyatlarıyla.

Ufak tefek muhabbetlerin döndüğü masada gülüşmeler olsa da Pera göz ucuyla az önce Dağhan'ın girdiği eve göz attı. Beş dakika olmuştu gireli içeri ki herhangi bir aksilik olmaması adına ayağa kalkmak üzereyken patlama sesiyle sıçradı yerinden. Bakışları etrafta gezinse de gökyüzünden aşağı süzülen konfetiler ve çoktan silahını çekmiş Irmak ve Turan'la göz göze geldi. Ardından bir konfeti daha ve bir tane daha, bu sefer saçlarına ulaşmış şekilde. Fakat Pera'nın odaklandığı iki nokta vardı, ortamda hiç kimsenin Irmak ve Turan'ın hallerini fark etmeyişi, bir de onların şaşkınca kendi ellerindeki silahlara bakışı. İkisi toparlanmaya çalışırken Pera koca bir kahkaha attı. Az önce geçmiş hikayelere konu olan onca insan karşısında duruyordu. Doğukan kollarının altına sıkıştırdığı iki konfetiyle, Tuğçe mumları sönmesin diye çaba gösterdiği koca bir pastayla, Ege iki elindeki şampanya şişeleriyle, Derya göğsüne bastığı birkaç paketle, Oktay ince topuklularından çimenlik alanda dahi olsa vazgeçmeyecek kucağındaki Firuze ile, Esin ve Rasim ise sıkı sıkıya tuttukları alkol şişelerinin dizili olduğu kutularla... Dolan gözlerindeki nemi geçiştirmek için gülerek başını havaya kaldırdığında ellerini de kendine gelmek adına yüzünü savurdu. Hepsine rağmen görebileceği ama en arkada olan kollarını göğsüne bağlamış gülümseyen Dağhan gözlerini usulca kapatıp tekrar açtığında kendine yaklaşan Tuğçe'ye birkaç adımda kendisi attı.

'Çok daha önceden arardık ama enişte büyük prodüksiyon istedi.' Tuğçe başıyla arka tarafı işaret ederek omuz silkip anında pastanın üzerindeki mumları gözleriyle işaret etti. 'Doğum günün kutlu olsun Elfe'nin Pera kuşu.' Diye devam ettiğinde Pera gözlerini bir bir tekrar hepsinin üzerinde gezdirdi. En son evlenirken görmüştü onları, en son o zaman kahkahalara boğulmuşlardı ve şimdi buradalardı. Bazı bağlar istemeyince kopmaz ve asla kopması da istenmezdi işte. Bakışlarını tekrar mumlara çevirirken derin bir nefes alarak üfledi hepsine. Ardı ardına patlayan iki şampanyanın sesiyle alkışlamaları yeniden duyduğunda Firuze eline şampanya kadehini tutuşturmuştu ki Ege ve Doğukan az önce patlattıkları şişelerle aynı anda doldurdular kadehi. Bir yudum alıp hepsine tek tek sarıldığında Derya'nın koşarak geride duran Dağhan'ı kendine itmesi ve kenardaki bilgisayarın başına geçmesi bir olmuştu.

Kulaklarına dolan şarkıyla Pera Dağhan'ın kendine uzattığı elini yakaladı. Destek almak, üstelik böyle güzel seven adamdan olunca huzurun ta kendisi olabiliyordu bir kadın için. Birkaç adım masadan uzaklaşarak belini saran kolla hala elini tutan el hafifçe havalandı. Eğer ki şuan kulağı, gözleri, herhangi bir duyu organı Dağhan'dan başkasına odaklanıyor olabilseydi insanların alkışlamaları ve ıslıklarını duyabilirdi ancak pek olası değildi bu durum. Kulağında çınlayan tek şey şarkının sözleri olabilirdi muhtemelen.

Ben seni unutur muyum

Yıkılsa şehir ömrüme,

Bu gözyaşım nehir olsa unutmam...

Kim, nereden, ne kadar kaçabilirdi bilinmezdi fakat Pera olduğu yeri saf bir benlikle seviyordu. Her insan hata yapar, saçmalar, çok ama çok ağlardı ancak Dağhan'ın hayatına girmesi, üstelik böylesine bir kaos arasında kalmasına rağmen şükür konusuydu ona göre. Birini sevmek bir kadına çok ağır bedeller ödetebilirdi. Bir kadına günümüz şartlarında her durum çok bedel ödetebilirdi. Dizlerimizdeki yaralar kabuk bağlarken bir yenisi eklenir, gözümüzdeki yaş kurumamışken başka biri buradayım ben derdi. Fakat bir kadın olduğu kadar vardı. Her tepkisi, her hareketi, her nefes alışıyla. Yok sayılmak lügat dışındaydı kadınlar için. Güçlü olan kanatları yara bantlarıyla doluydu ve bunu asla kabullenmezlerdi. Ellerinin üzerinde onlarca açık yara olsa da yumruk yapıp yerden aldıkları destekle doğrulurlardı. Diş etleri çekilir, nefesleri göğüslerinin orta yerinde bir bomba gibi infilak eder fakat duruşlarından vazgeçmezlerdi. Ta ki o zaafa denk gelene kadar. Kadınların en büyük zaafı değil miydi sevgi? Ruhları tamamen duygulardan oluşurken, her hissi böyle derin yaşarken insanların sarılmasındaki değişimleri bile fark edebilirlerdi. Çünkü dağılmak çoğu patlama etkisine rağmen kadınların kafasında hayal edilemeyecek güçteydi.

Yeni getirilen sandalyelerle tekrar masanın çevresinde yerlerini aldıklarında dudaklarındaki ufak tebessüm bir an kaybolmadı Pera'nın. Gözleri sırtını Oktay'a yaslamış kahkaha atarken başını geriye bırakıp adamın omuzuna yerleştiren Firuze ile buluştuğunda az önce umut dolu olan içine bir duygu daha eklendi. Yıllar çabuk geçiyordu, yıllar o kadar hızlı geçiyordu ki seneler önce ilkokul arkadaşı olduğu Firuze ile İzmir'de üniversitenin kampüsünde karşılaştığında da fark etmişti bunu. Neşeyle gülen çocuk hali çok uzaklarda, diplerde köşelerde giz gibi kalmış Firuze'nin bal köpüğü hareleri acıyla bakıyordu ve ona dair bu his hiç tanıdık olmasa da Pera o garip hissiyatla elini boynuna götürdüğünde karşısındaki genç kadında aynı hareketi tekrar etmişti. O an çocukluğuna dair biriyle karşılaşmanın mutluluğu ve o birinin acıyla bakmasının midesine kramplar girdirmesi arasında kalmıştı. Firuze güzel kadındı, Pera'ya göre her kadın güzeldi fakat Firuze belki de isminin o farklı ahengi yüzünden Pera'ya herkesten daha güzel görünmüştü. Gök mavisi gözlerinin, utandığında, sıcakladığında veya üşüdüğünde pembeleşen yanaklarının, kumral hep omuzunun üzerinde olan saçlarının da etkisi vardı belki ama farklıydı Firuze. Durduk yere arada aklına düşen çocukluğu, gamsız kahkahalarıydı, belki de o yüzdendi. Fakat o kampüsün çimenleri aralarındayken ikisi de karşı kaldırımlarda öyle dururken anlamıştı Pera, hayat Firuze için o kadar da kalender değildi. Boyun kaşımakla ayırt edebildiği kadına koşar adımlarla ilerlediğinde, sarıldığında, dersi asıp kahve içmek için kendilerini üniversitenin kafeteryasına attıklarında hepsinde ancak hepsinde bir terslik vardı. Öğretmen anne ve babanın küçük kızıydı Firuze. Hatta annesi kendi okullarında başka bir sınıfın öğretmeniydi. Bir de abisi vardı, ondan iki yaş büyük olan. O kafeteryada o kadar uzun süre oturmuşlardı ki Pera ne olduğunu öğrenmeden kalkmak istememişti. Elinden gelen ne varsa yapıp Firuze'nin eskisi gibi gözlerinin parladığını görmek isteyerek, 'Neyin var?' dediğinde yüzündeki yalancı tebessümde kaybolmuştu kadının. Dudaklarını sımsıkı birbirine bastırsa da çenesinin titremesine engel olamamış, gözlerinin buğusunu daha fazla hapsedememiş, 'Kanadımın biri kırıldı Pera.' Demişti. Pera'nın ise bunu anlaması için uzun uzun düşünmesine gerek kalmamıştı. Firuze'nin kanatları anne ve babasıydı. Çocukluğundan beri 'Onlar benim kanatlarımın var olduğuna inanıyorlar.', diyerek gezerdi sonuçta. Dilinin dahi varmadığı sorular beyninde korkuyla dönerken 'Annemi kaybettim, geçen hafta.' Diyerek tüm soruları tek kalemde silmişti Firuze. Acısını anlayamadığı, adlandıramadığı bu şey hakkında öylece kalakalmıştı Pera ve o an anlamıştı ki gerçekten de Firuze'nin kanadı dengesini bozacak şekilde kesilmişti. Çünkü Firuze'yi uzun zaman sonra görmesine rağmen sol bacağının aksadığını, üzerine basmakta zorlandığını görecek kadar dikkatliydi. İnsanların sol tarafı anne ve anne atalarını, sağ tarafı ise baba ve baba atalarını temsil eder inanışını da o günden sonra benimsemişti Pera. Firuze'nin sol kanadı kırılmış, yıpranmış, çok acımıştı. Yıllardır da arada sırada Firuze'nin sol bacağına anlamsız bir ağrı saplanır olmuştu. Zaten Firuze kaybettiğini söyledikten sonra da neden, nasıl olduğu önemini yitirmişti. Fakat Pera o kafeteryadan kalktıktan sonra sürekli fikirlerinin çakıştığı, tavırlarının birbirine çarpıp havada parçalara bölündüğü Derya hanıma, annesine çok uzun süre bakmıştı. Kavgalar edip atıştığı o kadının aslında kendini zorlasa da bir merdiven olduğunu görmüştü. Şimdiye gelmesine sebebiyet veren, onu yetiştiren, büyüten, bazen dizlerini ağrıtan fakat artık çok yorgun olsa da kırılmayan merdiven...

Kadınlar her zaman kendini büyütenlere benzerlerdi. Öyle benzerlerdi ki aslında cevapları aynı olsa da söyleme şekilleri farklı olduğu için çarpışırdı cümleleri. Öylesine bir olurlardı ki göbek bağlarını bir doktor asla kesmemiş gibi. Sürekli birbirlerini farklı yönlerdeki aynı şeylere çekiştirmekti belki anne kız olmak ve kadınlar o acılı sürece kızdıkları kadar aşık olurlar, bir adamı dahi annelerinin babalarını sevdikleri gibi severlerdi. Bir kadın en çok annesi olmaktan korkarken, aynısı olarak kapatırlardı defterlerini. Kaybettikleri zaman, kaybolmuş hissetmeleri ise belki de bu yüzdendi...

Firuze zaman içerisinde içindeki yangını söndüremese de o ateşin acısına alışmış, bir yıl sonra Oktay'la tanışmıştı. Görüp görebileceği en güzel çiftlerdendi zaten Firuze ve Oktay çifti. Bazı ilişkiler birbirini tamamlayan veya öğreten halde olurdu. Onlar da öyle olmuştu. Firuze, Oktay'a daha ağır başlı bir adam nasıl olunuru öğretmiş, Oktay ise Firuze'ye daha iyi nasıl boş verilir dersleri verilmişti. Hatta bir süre sonra her yere uygun giyinen Firuze yanında Oktay'ın olduğundan emin şekilde giyinmeye başlamıştı. Tıpkı bu gece çimenlik alana ince topuklu bir ayakkabıyla gelip Oktay'ın onu taşıyacağından emin oluşunun rahatlığıyla. Veya bu gece Oktay'da arabayı her türlü Firuze'nin kullanacağından ve epey sağlam olacağının farkında olup zil zurna sarhoş olabilme güvencesiyle kadehine ara vermeden yoluna devam edişiyle. Kendi konfor alanlarını kendileri oluşturmuş, o konfor alanını da birbirlerine güvenerek açtıkça açmışlardı.

Herkesle bir bir vedalaştıktan sonra, daha doğrusu Dağhan herkesin kalması adına yerin hazır olduğundan bahsettikten sonra önlerindeki üç basamağı çıktıklarında Pera duraksadığında Dağhan'da el mecbur durup baktı kadına.

'Bir şey mi oldu güzelim?'

'Yürüyelim mi?' gözlerini bir arabada bir kendinde gezdirdikten sonra adam usulca başını sallamıştı ki eğilip topukluları çıkarmaya çalışırken önüne diz çöken adamla duraksadı. Dağhan sıkıştırmaktan korkarcasına bir incelikle ayakkabılardan kurtulmasını sağladığı yetmez gibi şeritlerini parmaklarından geçirerek yeniden elini yakalamıştı. Usul adımlarla bomboş bir şehir gibi duran sitede ilerlemeye başladılar. Ellerinin birbirinden kopmasına müsaade etmeden başının üzerinden geçirip bedenine sarılan kolla daha çok sokuldu adama.

'Sen benim şansımsın.' Sessizliğin içinde kelimeleri firar ederken adam omuzuna dudaklarını bastırdı anında.

'Bunu düşünmen yüreğimi onore eder.' Kolunu adamın beline sarıp yürümeye devam ettiğinde asfalta düşen damlalarla gülümsemesi daha çok büyüdü. Yağmuru severdi, bomboş bir sokakta hasta olmayı önemsemeden gezecek kadar severdi üstelik. Fakat Dağhan kendine parmaklıkların ardındayken mektup yazdığında ve o mektubu şakır şakır yağan yağmurlu günde okuduğundan bu yana yanında Dağhan yoksa huzursuz hissetmişti kendini.

'Yağmur yağıyor, çocuklar başındadır arabanın, söyleyeyim getirsinler.' Diyen adamla bakışlarını ona çevirdi. İçinde oluşan o Dağhan olmadığındaki huzursuzlukla, o varken yağmurun hissettirdiği huzuru bilse de aynı şeyi düşünür müydü acaba?

'Getirmesinler.' Derken başını hızlıca sağa sola salladığında Dağhan dikkatle süzdü yüzünü. Bedenini saran adam dışında yanında yürüyen o genç Pera'nın da, o Pera'nın kaşlarını havalandırıp kendine gülerek baktığını da biliyordu. Başını hafifçe sol tarafına çevirdiğinde artık onu yargılamayan Pera'ya gülümsedi.

'Hasta olursun güzelim.'

'Islanalım, severim ben yağmurda yürümeyi.' Sırtındaki kola doğru başını bırakıp gözlerini sol tarafından gökyüzüne çevirdiğinde yüzüne çarpan her damlayla daha çok gülümsedi. Hava sıcaktı, sıcaktan da öte nemli ve yanındaki adama aşıktı, bir tek sırılsıklam olması gerekiyordu. Hava durumundan daha önemli olan nokta yanındaki adama aşık olmasıydı muhtemelen. Yüreği dalaverenin çok ötesinde bir dalgaya kapılmıştı ve biliyordu ki tüm hayatı boyunca o dalgaya tutunacaktı. Bir yaz akşamında denk gelen yağmura yanındaki adamla teslim olacaktı. Omuzuna bastığı dudaklarının sıcaklığı ruhuna karışacak, bir kez daha minnet etmek için sebebi olacaktı yaratana. Tüm yaşanmışlıklar, yaşananlar ve yaşanacaklar için... Dağhan'ın varlığı, sevgisi ve sağlayabildiği güven için... Kalbine gelip kurulan sevda, verdiği kararlar ve sahip olduğu aile için...

Sallana sallana yürüdükleri için henüz iki sokağı geçebilmişlerdi ki çoktan saçlarından süzülmeye başlamıştı yağmur. O kadar ki Dağhan'ın beyaz gömleği vücuduna yapışmış, tenini gösterecek hale ulaşmıştı. Arjin bir kez arayıp arabayla gelmek istese de Pera'nın başını sağa sola sallamasıyla reddettiklerinde yürümeye devam ettiler.

'Irmak Turan'ın evine gidene kadar fark etmemiştim, sitede kimse yaşamıyor mu?' derken başını yasladığı omuzdan baktı Dağhan'a. Onun yüzündeki şaşkın ifadeden anladığı kadarıyla bunu merak edip çoktan araştırması gerekiyordu fakat Pera zaten içinde olduğu yeri değil öğrenemeyeceğini araştıran bir kadın olmuştu hep. Bunu Dağhan'a sorarak kolayca öğreneceği için araştırmak adına bir hamlede bulunmamıştı.

'Bizim çocukların evleri hepsi, bazıları eşleriyle, bazıları tek, bazıları beraber yaşıyorlar.'

'Çok sessiz...' memnun gülümsemesi yüzüne dağıldığında hala geriye atılı şekilde duran başı Dağhan'ın duraksamasıyla düzeldi. Gözleri adamın ela harelerine döndüğünde parmakları birbirinden kopmuştu ki iki koluyla bedenini saran adama gülümsemekten de bir an geri kalmadı. Şakır şakır inen yağmura inat, öylece durmuş, aydınlatmaları yanmasa bomboş gibi görünecek evler arasında kilitlendiler birbirlerine. İnsan sadece alkol alınca sarhoş olmuyordu işte, sevince de olabiliyordu.

'Sen ne güzel bir doğrusun...' bakışları bir an kopmadan kalbine ılık ılık akan o hissiyatı fark ediyordu Pera. Zaten Dağhan ne zaman kendisine baksa o hissediş ve varoluş gösteriyordu kendini. Aşktan çok başka bir durumun içine düşmüş gibi hissediyordu kendisini. Bir insan yıllar geçse, çocuk sahibi olsa, hatta yaşlansa bile yüreğindeki o kıpırdanma yerli yerinden kalabilir miydi? Pera o kıpırdanmanın asırlar boyu oracıkta kalacağını düşünmekten de öte emin olarak yaşıyordu.

Yıllar boyunca babası ve annesinin aşkından istemişti çocuk yüreği. Şimdi tıpkı babasının annesine baktığı gibi bakan bir adamın kolları arasındaydı. Sırılsıklam bir gecede tüm yanlışları tek bir doğruyu tebrik ediyordu, Dağhan'ı... Nefesi adamın nefesine çarparken buluştu tenleri. Tüm ruhu, teni, kalbi, hatta ilikleri bile kapanan gözlerine rağmen şahit oluyordu adama olan sevdasına. Dudakları birbirinden koparken adam sırtını kavrayan elini çekti. Pantolonunun cebinde iki saniye oyalandıktan sonra tekrar havaya kaldırdığında ucunda bir mavi bir çiçek sallanan kolye parlamıştı gece karanlığına rağmen.

'Kamelya çiçeği...' diyerek duraksadı Dağhan, bakışları bir kolyedeki mavi parıltıda bir de Pera'nın zindan karası gözlerinde dolaştığında iç çekti, 'Dediklerine göre, kaderim senin ellerinde anlamını gizlermiş içinde.' Derin bir iç daha çekip usulca yaklaşarak kadının yanağına dudaklarını bastırıp geri çekildi, 'Sadece kaderim değil ellerinde olan, aynı zamanda tüm varlığımda parmakların arasında.' Diğer eli de belinden koparken kolyenin ucunu açıp kadının boynuna takarak bu kez alnına dudaklarını bastı.

'Sen benim içimdeki terk edilmiş şehrin rengarenk ışıklarısın.' Baş parmakları kadının yanağını okşarken yüzüne süzülen yağmur damlasını da silerek gülümsedi.

'Doğum günün kutlu olsun tek dayanağım.'

'Doğum günüm hep senli olsun...' yağmura karışan gözyaşlarıyla gülümseyerek konuştu kadın. Sanki Lao Tzu'nun dillendirdiği gibiydi her şey; birisi tarafından derinden sevilmek size güç verirken, birini derinden sevmek size cesaret verir. Öyle delicesine bir güç ve cesaretle kavruluyordu kadın. Başta bir okyanusun ortasında kalmış ateşi, şimdi çepeçevre sarılmıştı aşık olduğu tuzlu suya.

Tepeden tırnağa ıslandıklarından olsa gerek eve girer girmez kendilerini duşa attılar. Etraftaki sükût tüm evi çepeçevre sararken oturduğu puftan bakışlarını beline bağladığı siyah havluyla bir yandan da saçlarını kurutma çabasında olan adama çevirdi. Tüm günü öylesine düzenli ve standart ilerleyiş dışında geçmişti ki omuzlarında hissettiği ağırlığa rağmen uyuyası gelmiyordu. Dağhan yaklaşıp başının üzerine dudaklarını bastırdıktan sonra giyinme odasına geçtiğinde gülümseyerek kenardaki tarağı aldı. Uzun ve katran karası saçları arasında gezdirmeye başladığında tekrar yanına dönen adam tek kelime etmeden tarağı kavrayarak aynadaki yansımadan süzdü kendilerini. İncitmekten korkarcasına, her telle aşk yaşarcasına saçlarını taramaya başladığında ne kadar gülümsese de gözlerinin dolmasına engel olamamıştı.

'Geceyi ağlayarak mı kapatıyoruz?' sonunda Dağhan işini bitirdiği tarağı kenara bırakıp çenesini kadının başına yaslayarak dikti elalarını gece kadar siyah gözlere aynadan.

'Tekrar aşık olarak kapatma yanlısıyım.' Ağlamak üzere olan halini hızlıca savuşturup kıkırdadığında belinden karnına doğru dolaşan kollarla ayağa kalktı. Her daim kolları arasında huzurlu hissettiren bir adama aşık olmayıp ne yapacaktı ki zaten. Usulca dönerek Dağhan'ın parmaklarının beline gelmesini sağladığında adam arka arka yürüyerek yatağa kadar gelmelerini sağladığında bir çırpıda uzandılar. Gözleri bir an birbirlerinden kopmadan, tenleri birbirlerine temastan vazgeçmezken son verdiler geceye. Kirpikleri birbirleriyle çatışmaya girerken adamın güçlü kolları arasında bir kez daha anladı Pera. Kadın, sevildiği kadar güçlü oluyordu.

Yataktaki kıpırdanmayla gözlerini aralama çabasına girdiğinde gözüne vuran ışık haddinden fazlaydı. Sıkıntılıca bedenini diğer tarafa çevirip Dağhan'a sokulmak istese de o kadar da yakın olmadıklarını fark ederek araladı gözlerini. Eline şakağını yaslayıp kendini gülümseyerek seyreden Dağhan, bedeni bir an duymayı dahi reddeden Meva ve onun ayak ucuna oturmuş kucağında koca bir buket beyaz zambakla kendini meraklıca süzen Deva. Dirseğinden destek alarak doğrulduğunda bakışları tekrar üçünün üzerinde gezinse de Deva hızlıca kollarına atlamıştı.

'Günaydın anne! Doğum günün kutlu olsun!' şaşkınlıkla bakışlarını Dağhan'a çevirse de Deva'ya sıkıca sarıldığında kız kollarının arasından kurtulup hala tuttuğu buketi kucağına bıraktı.

'Kardeşimle sana hediyemiz.'

'Siz bana en güzel hediyesiniz zaten bebeğim. Teşekkür ederim.' Anında Deva'nın çenesini parmakları arasına alıp yanağına sıkıca bir öpücük kondurduktan sonra hala ayakları ve elleri durulmayan Meva'nın da koluna bastı dudaklarını. Buketin derin kokusunu ciğerlerine çekerek üzerindeki zarfı açtığında içindeki dörde katlanmış kağıdı çıkararak katlarını açtı. Nerede görse tanıyacağı şekilde Deva'nın çizdiğinden son derece emin olduğu resimde gezdirdi bakışlarını. Dört beden, yan yana, elleri birbirine geçmiş halde yüzlerindeki kocaman gülümsemelerle duruyordu.

'Ben çizdim ama Meva'da yanımdaydı, o da yaptı. Bir de yazı yazarken ben söyledim babam yardım etti.' Bakışları dün geceki inci tanesi gibi dizilmiş harfleri bulduğunda dudaklarını sıkıca birbirine bastırdı.

Dünyanın en güzel annesi doğum günün kutlu olsun. İnsan daha fazla bir detay ister miydi bilmiyordu ancak Pera'ya kesinlikle bu yeterdi, hatta artardı bile. Kucağındaki zambak kokusu odayı esir alırken bir sabaha ailesiyle uyanmak en iyi seçeneğiydi. Bugün birisi çıkıp önüne farklı onlarca seçenek sunsa kadın yine bu sahneyi isterdi.

Zambak, saflıktı, aşktı. Her şeyin ötesinde kadınlığı temsil ederdi. Hera ve Zeus efsanesinden dolayı tatlı, naif, nazik güzelliği taze bir yaşam, yeniden doğuş ile ilişkilendirilir, Çin'de 100 yıllık aşkla bağlı oldukları için düğünlerde kullanılır, Asurlar ve Babillere kalırsa bereket tanrıçası İştar ile alakası kurulurdu. Zambak otuzuncu yıl çiçeği diye anılır, adanmışlıkla harmanlanırdı. Bakıldığı zaman bir çiçek ancak bu kadar kadın olabilirdi. Her yaprağında, kokusunda, varlığında bire bir kadın olmak diye açıklanabilirdi. Sert gibi görünen taç yaprakları sert bir görüntü çizse de o kadar nazikti ki bir tek görmek isteyen anlardı, tıpkı bir kadını da görmek isteyenin anlaması gibi. Fakat tek fark vardı zambaklar yazın çiçek açardı, kadınlar sevildikleri her mevsim...

Hala uzandıkları yatakta Deva'nın kahkahasını bölen zil sesiyle ufaklık anında yataktan atlayıp koşarak kapıya yöneldi.

'Ananem ile dedem geldi!' bağrışıyla beraber odadan çıktığında Pera'nın hareleri de Dağhan'ı bulmuştu.

'Dün sürpriz olunca, e bir de gece kaçta son bulur bilemedikleri için arayamadılar, gelin dedim ama siz baş başa eğlenin dediler, o yüzden kahvaltıya davet ettim.' Diyen Dağhan'ın açıklamasıyla Pera sırtını yasladığı yatak başlığından ayrılıp adamın dudaklarına ufak bir öpücük kondurdu.

'Teşekkür ederim.'

'Asıl ben teşekkür ederim. Bu arada, akşam yemeğine de çocuklar gelecek hep beraber. Gitmeden oturup adam akıllı muhabbet ederiz, ağırlarız dedim, her zaman gelmiyorlar sonuçta İzmir'den.' Açıklamasının ardından Pera gülümsemesini genişleterek başını sallayarak çıktı yataktan. Dağhan detayları düşünen bir adamdı. O yüzden belki de Pera'nın hayatı genellikle bir düzen içinde ilerliyor, fazla farklı aksiyona da denk gelmiyorlardı. Çıktığı yataktan sonra üzerini değiştirerek siyah eşofman takımını giydiğinde hala yatakta eli ayağı durmaksızın mücadele eden Meva'yı kucağına almak için hamlede bulunsa da Dağhan daha önce davrandı. Önce odadan çıkıp ardından basamakları indiklerinde bakışları önce babasıyla çarpıştığında kucağındaki Deva'yı gıdıklamaktan gülme krizine sokuşuna gülerek annesine ilerledi. Kocaman açtığı kollara ona öyle bir ev oluyordu ki Pera her sarıldığında derinden hissediyordu. Derya hanım Pera'ya göre görünmez duvarları olan bir yuvaydı. Onu koruyan fakat bunu kimselere göstermeyen, dışarıdan sert bir kabuğu varmış gibi hissedilen fakat hislerini bir şekilde gösterenlerdendi o.

'İyi ki doğdun güzel kızım.' Diyen Derya hanım kollarını sıkılaştırıp sırtını okşadığında Pera kadının yanağına derin bir öpücük bıraktı.

'İyi ki doğurdun anne.' Dediğinde gülerek ayrıldılar birbirlerinden. Pera'nın bakışları bu kez babasına döndüğünde Alain oturduğu koltuğa Deva'yı bırakıp ayağa kalkmıştı ki yanaklarına yerleştirdiği elleriyle beraber gözlerini izledi bir süre.

'Koca kadın oldun, anne oldun ama yok, büyümüyorsun kızım işte. Ben bakınca beş altı yaşında saçlarını iki yanından at kuyruğu yapmış prensesimi görüyorum.' Diyen Alain'le başı omuzuna doğru düşerken adam saçlarının arasına dudaklarını basarak kendine çekti bedenini, 'İyi ki doğdun Pera'm.'

'İyi ki varsın babam.' Sıkıca sarılırken mırıldandığında Alain hafifçe uzaklaşıp Derya hanımın uzattığı paketi almasını bekledi Pera'nın. Kadının gözleri saman rengi ambalajdan sonra ikisinde dolaştığında derin bir nefes alarak yakalayıp açmaya başladı.

'Deniz kenarında otururken babana hep şikayet edermişsin, yutacak gibi duruyor diye.' Diyen Derya hanımla Pera başını onay verircesine salladığında sonunda açtığı ambalajdan çıkan kutunun kapağını kaldırdı. Cam dikdörtgen kutunun içindeki su ve tam ortasındaki gemi minyatürü ile gözleri babasını bulduğunda başıyla göğsüne Meva'yı yaslamış, bir yandan da Deva'yla konuşan Dağhan'ı işaret etmişti adam.

'Kendi gemin var artık, denizlerin açıldığı okyanusun dahi sevgin sayesinde seni yutamayacağı bir gemin. Çok sevsin, çok saygı duysun o gemi sana prensesim.' Diyen adamla dolan gözlerine rağmen başını gülümseyerek salladı. Ailesiyle olan anıları çoktu Pera'nın. Çocukluğunda hastalığı yüzünden o kadar bol vakitleri vardı ki. Annesiyle evde, babasıyla dışarıda olan o tutsak fakat özgür yaşamını hep sevmişti, bazen kızsa bile. Ancak ne zaman babasıyla dışarı çıksa normal çocuklar gibi koşamadığı için babasıyla deniz kenarında oturur saatlerce izler, annesinin paketli gıdaya hayır seremonisine rağmen kağıt helva yer, geçip giden gemileri sayardı. Hava ne zaman kapalı olsa deniz o vakit Pera'yı yutacak gibi gelirdi. Çok sever fakat bir o kadar da korkardı. Havanın kapalı olduğu günler sisten zor seçilse de geçen en büyük gemiyi gösterip öyle bir gemisi olduğu durumda yutacak gibi hissetmeyeceğini söylerdi. Şimdi ise vardı. O gösterdiği gemilerden çok daha büyüğüne sahipti artık. Üstelik çelikten veya ağaçtan değil, kanlı canlı insandan yapılmış bir gemisi vardı.

On dördüncü yüzyıldan beri insanlar gemilerine kadın isimleri koyardı. Okuma yazma bilmeyen denizciler ise kadın figürleri çizer ve gemilerini böylelikle tanırlardı. İnanç boyutunda gemiye bir kadın ruhu yüklemek amacıyla yapılırdı bu. Kadının doğurganlığı, bereketi, sevgiyi ve koruyuculuğu temsil etmesi gemiye yüklenen bir nitelik halini alırdı. Kadın ruhuna sahip gemilerin denizcileri felaketlerden koruyacağına inanılırdı. Çünkü denizciler kendilerini güvende hissettirecek bir şeye ihtiyaç duyarlardı ve bunun en içlerine yatkın olanı anne şefkatiydi. Bu da çoğuna göre anne şefkati olan hissiyatın yani geminin kendilerini korumasını beklerken anne şefkati gibi güvende hissettirmesi amaçlanırdı. Tüm parçalarıyla var oluşuyla her kadının denizde veya karada tam da böyle bir gemisi vardı.

Oturdukları kahvaltı masasında Dağhan'ın gözleri sürekli sevdiği kadının üzerindeyken onun harelerindeki parlamalar gününe can katıyordu. Kahve fincanını parmakları arasına sıkıştırıp derince nefeslendiğinde kendine dönen kara bakışlara göz kırptı. Koca adam oldu denildiği sırada küçücük çocuktan farkı yokken şimdi ailesi vardı. Kendi kurduğu, sevdiği, bir an sevmekten vazgeçmeyeceği... Başka türlü bir hayat yaşanılabilir gibi dahi gelmiyordu adama. Hayatının sonuna kadar şu kahvaltı masasını izlese mesela dönüp itiraz etmezdi. Huzursuz bir evde büyüyen çocuk olarak, böyle huzurlu kahvaltı masasında bulunmak onurdu onun için. Telefonuna düşen bildirimle mesajı kontrol edip gülümsemesini genişletti.

'Ben kaçıyorum. Siz de kahvaltı etmeden kalkmıyorsunuz.' Sandalyesinden kalkıp Pera'nın sakağına dudaklarını bastırdığı gibi geri çekilip Deva'ya ilerledi. Onun da saçlarının arasına derin bir öpücük bıraktığında bu kez pusette duran Meva'yı aldı kollarına. Sakalları batmasın diye derince kokusunu içine çekip tekrar yatırdığında gözleri Alain ve Derya hanıma dönerken başını hafifçe salladı.

'Afiyet olsun.' Dedikten sonra Pera'ya döndü.

'Şu kardeşler gününü yapacaktınız değil mi?'

'Evet güzelim. Bugün Deha beyin organizasyonuyla ergenlik dönemine gideceğiz birazcık. Kusura bakmayın lütfen sizde.' Dediğinde durumun sıkıntı yaratmayacağını göstermek ister gibi gülüyordu ikisi de.

'Kardeşlerinle ilgilen sen oğlum.' Diyen Alain'e başını gülümseyerek yeniden salladı. Pera'da kendisiyle harekete geçip koluna girerek kapıya doğru yürümeye başladığında cümlesi gülümsemesine yetmişti.

'Ergenliğinize benden de selam söyleyin Dağhan bey. Ve o ergen Dağhan'a söyleyin beni arasın her adımda.'

'Emin olabilirsiniz Pera hanım, her adım değil, her nefeste sizleri arayacak aşık olmak için.' Kadının da başının üzerine dudaklarını bastırdığında kenardaki telefonu ve anahtarını alarak çıktı evden. Bakışları arabaya yaslanmış Irmak'ı bulurken ceketinin cebinden gözlüğünü çıkarıp burnunun üzerine yerleştirerek yanağını sıktı.

'Gerçekten yapacak mıyız bunu? Hem evde ayarlayalım dedik her şeyi, yani Deha öyle hayal etti.'

'Deha isterse deveye hendekte atlatır, aslanın ateş çemberinden geçmesini de sağlar. Hadi bakalım.' Arabanın diğer tarafını işaret ettiğinde bakışları da Arjin'e döndü Dağhan'ın.

'Sevil ve Tuna, ne alemdeler?'

'Hala aynı abi, sıkıntı yok, senden onay bekliyoruz. Karım öyle istedi deyince sen bizde dokunmadık.' Başını usul usul salladığında gülümsemesi de yüzünde dağılmaya başladı.

'Hanım ne derse o bizde ama verdiğim sözü tuttum sonuçta. Yok et Arjin, o dünyanın benim yaptığımı bileceği şekilde yok et. Anlasınlar ki aileme yaklaşamazlar ve ben planlarını zaten biliyorum.' Arjin'in de yüzünde memnun bir gülümseme oluşmaya başladığında başını onaylarcasına salladı.

'Abi, bir şey soracağım.'

'Sor tabi.' Arabanın kapısını açıp adamı süzdüğünde kararsız kalışıyla başını onaylarcasına salladı tekrar sor der gibi.

'Bundan sonra biz işleri önce yengeye mi sorsak?'

'Emir komuta zinciri Arjin. Çocuklar size, siz bana, ben en üst makam olan karıma sorarım. Bozma emir komutayı.'

'Tamam abi.' Arjin gülmeye başlasa da Dağhan'da tebessümle yerleşti koltuğa. Kapıyı kapatıp arabayı çalıştırırken gözlüğünü çıkarmış Irmak'ın garipçe kendini süzen haline baktı.

'Ne oldu yeni sürüm?'

'Gerçekten yapacaklarını Pera'ya mı soruyorsun?' sinyal verip siteden çıkarken soruyla dudak büküp başını salladı.

'Kısmen evet. Mesela ben o gece Sevil ve Tuna'yı öldürmem gerektiğini, o dağ evi ve senin kazanla uzaktan da olsa alakası olduğunu biliyordum. Fakat karıma bir söz verdim ve tuttum, o gece kirlenmedim. Açık açık sormasam da son karar ondan çıkıyor.'

'İyi de orada öldürmek şimdi öldürmekten daha kolay olurdu. Şimdi elinden kaçabilirler?' sorgulayan haliyle Dağhan'ın tebessümü de gülümsemeye dönüştü.

'Benim elimden kimse kaçamaz. Fakat farz edelim ki kaçtılar, yakalarız. Karımdan daha mühim değil uzayacak zaman.' Geldikleri yalıyla beraber tekrar sinyal verdiğinde açılan büyük demir kapıdan girerek merdivenlerin başına park etti arabayı. İkisi de aşağı indiğinde merdivenlerde oturan Deha çarptı gözlerine. Kareli gri pijama altı ve gri tişörtüyle daha yeni yataktan kalkmış gibi duruyordu. Basamakları çıktıklarında iki kelime etmeden Deha ikisinin de bileğini yakalayıp eve girdirmiş ardından üst kata sürüklemişti.

'Odalarınıza hadi. Üzerinizi değiştirin.'

'Hazırdık, direkt hazır olduğumuz yerden başlayalım?' Irmak kaşlarını havalandırarak gülümsediğinde Deha başını sağa sola salladı. Çok geçmeden de itiraza mahal bırakmamak adına ikisinin sırtından iterek odalarına girmesini sağlamıştı bile. Dağhan'ın yanına geçtiğinde ise kaşları çatıldı.

'Sen değişme abi üzerini.'

'Niye?'

'Sen sabah altı da giyinmiş olursun zaten. Pijaman şart değil, doğuştan böylesin sen.' Diyerek burun kıvırıp güldüğünde Dağhan derin bir nefes aldı.

'İyi bakalım, değişmeyeyim. Peki anlat şu planını.'

'Annem kahvaltı hazırlıyor. Şimdi, normal şartlarda sabahları beni sen uyandırırdın okula geç kalacaksın diyerek. Fakat gördüğün üzere ayaktayım, peki bizim kız kardeşimiz olursa ne yapardık?' diyerek ellerini birbirine çarpan adamla Dağhan bakışlarını koridorda ardından da Irmak'ın odasının kapısında gezdirdi.

'Gidip ona salça olurduk?' sorarcasına baksa da Deha gülümseyerek başını salladı.

'Hadi gidip ablama salça olalım.'

'Sen her şeyi ayarladım dedin ama odada hala beşik mi var?'

'Yoo... Gayet yatak odası var.'

'Bir günde nasıl ayarladın lan?' Dağhan kolunu kardeşinin omuzuna atarak odadan çıktığında Deha çapkın bir gülüş gönderdi anında.

'Bana imkansız de otur izle abicim. Kardeşini tanımıyor musun?' kahkahaları koridoru esir alırken geldikleri kapıya vurdu Dağhan.

'Ne!' Irmak'ın sesi kulaklarına ulaştığında Deha tek kaşını kaldırıp abisini dikkatle inceledi.

'Teste gerek yokmuş, sende her sabah ne diye bağırıyordun. Net bir şekilde kardeş olduğumuzun kanıtı.'

'Gıdıklayarak kendine getirelim mi?' Dağhan gözlerini kısıp sinsice gülümsediğinde Deha başını sallayıp hızlıca açtı kapıyı. Giydiği pembe pijamalarla yatağa bedenini atmış hala ayakları yere değen kadına yaklaştıklarında iki yanına yerleşip gıdıklamaya başladılar.

'Ya eşek kadarsınız! Ne yapıyorsunuz! Bıraksanıza oğlum!' kahkahaları arasında Irmak kaçmaya çabalasa da imkan bulamayınca Deha parmakların arasındaki telefonu çekip aldığı gibi kalktı ayağa.

'Deha versene telefonumu! Ya abi! Abi bırak!' kahkahası, cırlaması, tepinmesi koca iki adam arasında küçücük kalan bünyesiyle tamamen boş bir çabaydı. Fakat Irmak'ın asıl haberinin olmadığı detay bu ev cehennem azabı gibi gelse de çocukluklarından beri birbirleriyle itişe kakışa anlaşan iki erkek kardeşi olduğuydu.

'Var mı Deha bir durum! Bacıma yazılan olursa yakarım çırasını!' Dağhan kadını hala gıdıklarken son anda elinin altından kaçmasıyla yakaladı belini fakat Deha'da pes edecek gibi değildi.

'Deha! Ya senin boyun bu kadar uzun muydu! Ver telefonumu! Özel hayat var!'

'Bize yok ablacım özel hayat! Sevgilin mi var senin yoksa?' gözlerini kısıp ablasını tutan abisiyle bir adım geriye çekildiğinde kadının anbean büyüyen gözleriyle bir adım daha kaçtı.

'Sana ne benim sevgilimden! Küçüksün sen kendine gel! Ya abi bırak!'

'Bırakmam! Sevgilin mi var senin!' Dağhan kadını belinden yakalayıp kaldırarak geriye çektiğinde Irmak burnundan solumaya başlamıştı bile. Dağılan saçlarını elleriyle geriye taradığında sıkıntıyla bıraktı nefesini.

'Size ne! Versene telefonumu!' bir kez daha atağa kalktığında Dağhan hala kıpırdamasına engel oluyordu.

'Evi başımıza yıktınız sabah sabah! Ay ne oluyor?' üçünün de gözleri kapıdaki Elif hanıma dönerken Irmak anlık boşluktan faydalanmak istese de yine çabası boşuna çıktı.

'Oğlum ne yapıyorsun! Ay ikiniz bir oldunuz kızıma illallah mı çektireceksiniz! Dağhan bıraksana kardeşini!'

'Sevgilisi varmış kızının!' Dağhan hala tuttuğu kadının çırpınışına rağmen sonunda sesini çıkardığında Elif hanım kaşlarını çattı.

'Size ne oluyor canım! Varsa var! Ver telefonu Deha.' Elif hanım oğluna elini uzattığında Deha kararsızlıkla önce annesine sonra abisine bakmıştı ki onun başını sağa sola sallamasıyla gülüp koşarak kaçtı odadan.

'Sıpa desem bana yazık! Ay hiç büyümüyorsunuz siz!' oğlunun arkasından bağırsa da gözleri Dağhan ve Irmak'a döndüğünde hala çatık kaşlarıyla süzüyordu iki bedeni.

'Yok vallahi akıllanmazsınız siz.' İsyan ederek kadın da odadan çıktığında Dağhan Irmak'ın yanağından koca bir öpücük çalarak göz kırptı.

'Günaydın yeni sürüm.' Son anda sırtına yediği tokatla kadının yanından kaçarken Irmak'ta koşar adımlarla ilerlemeye başladı. Merdivenleri uçar gibi inip etrafa bakındığında Dağhan elleri ceplerinde sallana sallana iniyordu basamakları.

'Nereye kayboldu Deha?'

'Ya kahvaltı masasındadır ya da arka bahçede.' Kadın bu kez salona yönlenirken bahçeye açılan beyaz kapıda telefonunu elinde sallayan kardeşiyle çarpıştı gözleri. Adımları hırsla ilerlerken Deha telefonu kendine doğru attığında şaşkın olsa da havada yakaladı.

'Kızım çıplak ayakla dolaşma hasta olursun. Hadi, gelin masaya.' Elif hanımda uyarısını yaptığında sanki hiç suçları yok gibi sırıtarak oturan Deha ve Dağhan'ı süzüp boş sandalyeye yerleşti.

'Gençliğim sizinle geçse delirirmişim sahiden. Sabah sabah cinnet geçirtirsiniz siz insana.' Dil çıkarıp Elif hanımın uzattığı ince belliyi aldığında Deha derin bir nefes alarak ablasının yanında oturan abisine çevirdi gözlerini.

'Turan diye bir gereksiz var onunla mesajlaşıyor.'

'Sana ne ablanın kiminle mesajlaştığından Deha. Karışamazsınız.'

'Ne demek karışamayız anne ya! Benim kardeşim değil mi bu. Abisiyim ben, tabi karışırım. Hayırdır, kimmiş Turan, sabah sabah... Daha yarım saat olmadı mı ayrıca siz ayrılalı, ne mesajlaşması bu?' Dağhan kaşlarını bu kez gerçekten çattığında Irmak gözlerini devirip döndü kahvaltı masasına.

'Abisi değilsin mi dedim ben sana oğlum. Rahat bırakın kızı, iki lokma yiyecek sizinle didişmekten yiyemedi.'

'Didişmesin zaten, sözümü dinlesin, konuşmasın Turan'la.'

'Kaç yaşında kadınım, sana hesap mı vereceğim?'

'Vereceksin tabi. İstersen verme, bende Turan'la hesaplaşırım.' Dağhan omuz silktiğinde Deha gülerek bakmaya başladı.

'Bende hesabı keserken yardımcı olurum abi.'

'Anne bunlar sürekli böyle mi gerçekten?' Irmak yüzünü buruşturup bir anda Elif hanıma döndüğünde kadının şaşkın yüzüyle burun buruna kalmıştı. Az önce celallenen kadın şokla gözlerini üç çocuğunda dolaştırdığında en son tekrar Irmak'a döndü.

'Abi kardeş susmazlar bunlar kızım. Sen yap kahvaltını, duymazdan gel bunları da. Siz de çok abarttınız, rahat bırakın artık.'

'Bütün gün belası olacağım sevgili ablamın annecim. Kusura bakmayı verin artık. Erkek kardeş terörü diye bir gerçek var yeryüzünde.' Az önceki koşuşturmalarına rağmen ortalık sakinleşmeye başladığında kahvaltıya tam anlamıyla odaklanabilmişlerdi. Dağhan üzerindeki tişörtü düzeltip kolunu yanındaki kardeşinin sandalyesine attığında Irmak yan yan baksa da dudaklarını ıslatıp Deha'ya göz kırptı.

'Koşuya çıkalım mı yarım saat sonra?'

'Ciddi misin? O kadar eve kapandım ki eğer gerçekse bu teklifin abiliğini kalbimde tasdikleyebilirim.' Başını geriye atıp adamın koluna bırakırken mavi gözleri de minnetle parlamaya başladı.

'Çok ciddiyim, kahvaltıdan sonra yapılmaz ama idare ederiz.'

'Kralsın sen kral!' Irmak bir anda kalkıp adamın yanağını öptüğü gibi salonun çıkışına ilerlediğinde iki kardeşin gözleri de Elif hanıma döndü.

'Çok değerli bir şey yapıyorsunuz, sizinle ne kadar gurur duysam az.' Elif hanım iki oğluna da dolu gözlerle baktığında Deha'da sandalyesinden kalkıp öptü annesini.

'Elimizden bu kadarı geliyor, keşke daha fazlasını yapabilsek.'

'Irmak bana kızım olduğunu söylerken ağlasa bile ciddiydi, şimdiki haline bakıyorum da çok güzel çocuklaşıyor.'

'Dağhan ve Deha'nın kız kardeşi olmak ayrıcalıktır Elif sultan. Ağlama sen de, bugün geçmişe dair olsa da ilerde daha güzel zamanlarımız olacak.' Annesinin kolunu okşadığında Elif hanımın bakışları Dağhan'ın onaylayan gülümsemesini buldu.

'Deha haklı anne, bundan sonra daha da iyi olacak her şey.'

'Siz iyi olun, bir arada olun da iyi kötü fark etmez.' İki oğlunun da ellerini okşadığında tekrar salona dönen Irmak'ta yanlarına yaklaştı. Deha tamamen söylediğini yapmış, Irmak'ın belki de hayatı boyunca giymeyeceği kadar renkli kıyafetler almıştı. Bu üzerindeki koyu pembe tayt ve toz pembe tişörtten dahi anlaşılıyordu.

'Duygusal konuşma mı yapıyoruz?'

'Konuşma olmasa da bir dal sarılma alabiliriz.' Deha sırıtarak kolunu açtığında Irmak gülerek daha çok yaklaştı adama. Kolunun altına girdiğinde Dağhan'da sandalyesinden kalkıp diplerinde bitmişti ki Elif hanıma üçü beraber sarıldılar. Hasret, uzaklık, çekilen acılar, umutsuzluk, hepsi ama hepsi insanı tüketirdi. Elif hanım yıllarca kızının kokusuna hasret bir gün kavuşma umuduyla beklerken kara bir bulut misali Fuat beyin ölüm haberini almıştı. Daha sonra ise oğlunun yaptığı haberini. O gün o adamın ölmüş olmasına değil, oğlunun bir kapana kısılıp, kızının bir daha izini bulamayacak oluşuna küsmüştü.

Daha önce tıpkı Irmak'ın şimdi olan hali gibi şen şakrak eğlenceli bir kadınken evlenmişti Fuat beyle. Yıllar içerisinde anlaşılamaz bir evreye girmişti evlilikleri. Başlarda ilk göz ağrısı, Dağhan'ı bir daha görememekle tehdit edilmişti, yaşadığı geçtiği yollar ağır gelmişti de sırf evladı için öldürememişti kendisini. Yıllar içerisinde kurtardık zannedilen evliliğiyle bir de kızı olacağını öğrenmişti. Kendisine melekler gibi bakan oğlunun yanında bir de kız kardeşi olacağı düşüncesi içini istemsizce ferahlatmıştı. Fakat çok geçmeden henüz bir kere ciğerlerine kilitlediği kokusuyla kızı elleri arasından kayıp gitmişti. O günden sonra ise hiçbir şey eskisi gibi olmamıştı. Cüzdanında olan limitsiz kartlar, başının üzerindeki milyon dolar değerindeki yalı, istediği dakika istediği arabaya binebilme lüksünün oluşu zerre önemli değilken ne yollara başvurmuştu kızını bulabilmek için de bir türlü imkanı olmamıştı. Her şey bir kenarda dursun tek başına mücadele etmişti, herkes kızının doğum sırasında öldüğünü düşünürken içindeki acıyla da, karşısındaki canavarla da tek başına mücadele etmişti. Annesi zamanında kendine destek olmaya çabalamıştı, Afitab hanımın hakkını asla yiyemezdi, o kadar çok ayrılmaları, kendisinin destek olacağını söylemişti ki her seferinde gidersen kızını göremezsin, oğlunu da alırım diyen bir kan emiciyle yaşamına devam etmek zorunda kalmıştı. Elif hanım için en kötüsü ise annesinin pes ettiği nokta olmuştu. Küçük oğlunu, Deha'sını öğrendiği zaman 'Böyle bir adamdan nasıl tekrar çocuk yaparsın, hiç mi akıllanmayacaksın sen Elif!' cümlesi yıkıp geçmişti kadını. Bile isteye sahip olduğu düşünülen küçük oğlunun tecavüz eseri bu dünyaya el uzatmasını dahi anlatamamıştı. Yıllarca Dağhan'ı da sorgulamıştı kendisini, her şeyi anladığını fakat bu kadar şiddet görürken nasıl olur da tekrar çocuk sahibi olduğunu bire bir oğlu bile sorgulamıştı sinir krizi esnasında. Fakat dili çözülüp de söyleyememişti. Elif hanım için yıllar boyunca içinde bir giz olarak kalacaktı tüm hikaye. Nedenler, sonuçlar, acılar, kırgınlıklar hep bir yerlerde sızısını hissettirecekti fakat şu an başının üzerinde durup kendine sarılan üç evladının verdiği huzur ve dayanma gücünü başka bir şeyle yarıştıramazdı. Kendi yaşarken öldürülmüş bir kadındı ancak evlatları kendi gibi olmasın diye elinden geleni yapacaktı.

Dağhan elindeki kahveyle banka daha çok yayıldığında gözlerini kapatıp güneşi hissetmeye çalışan Irmak'a baktı göz ucuyla. Ortalama bir saat koşmuşlardı, en sonunda bir banka üçü birden bedenlerini atarak önlerindeki uçsuz bucaksız denizi izlemeye başlamışlardı. Yanlarından beş dakika önce ayrılan Deha hala gelmemiş olsa da etraftaki tüm gürültüye rağmen sessizliği dinlemeye çabalıyorlardı.

'Ne olacak şu Turan meselen?' sonunda içinde tutamadığı soru pat diye ağzından çıkınca Irmak kahkaha atarak çıkardı gözlüğünü.

'Hani abiyim ben benim yanımda konuşmayın senfonisi?'

'O ayrı, muhabbeti çok yapılsın istemem ama aynı evdesiniz Irmak. Yani oğlunuz var kızım. Boyunuz kadar evlat, ben güvenliğin için susup yutuyorum da böyle gitmez. Eğer ki bittiyse ikiniz için, sadece Deniz için bir aradaysanız sitenin içindeki her ev benim. Başka birine aldırayım seni.'

'Bitmediyse?'

'O zaman gelsin istesin.' Kesin yanıtıyla Irmak tekrar kahkaha attığında Dağhan derin bir nefes alarak göz devirdi.

'Bitmediyse ama aynı zamanda evlenmeyi düşünmüyorsam?'

'Başka eve geçer uzaktan yaşarsınız aşkınızı.'

'Beraber yaşamak istiyorsam?'

'İlla ki döv Turan'ı diyorsun yani?'

'Hayır Turan diyor demiyorum, ben öyle istiyorsam diyorum.'

'Bende sen öyle istiyorsan dediğini biliyorum ama bu zamana kadar hiçbir kadına el kaldırmadım, en makulü hala Turan'ı dövmek.'

'Sen bir şekilde Turan'ı döveceksin değil mi?' Irmak gözlerini kısıp bedenini hafifçe döndürerek Dağhan'ın yüzünü süzdüğünde adam başını onaylarcasına salladı.

'Raconu bu işin.'

'İnsanların yapması gerektiği gibi oturup konuşmak gibi bir eylemle taçlandırsan sinirini?'

'Valla Irmak, ben iyi sabrediyorum. Tamam sen bazı atraksiyonlara girmişsin, melek değilsin ancak bu adam seni sevmiş, beraber olmuşsunuz, çocuk yapmışsınız, şimdi aynı evin içindesiniz. Ben tüm bunları düşününce sinirimi dayaktan başka bir yere yönlendiremiyorum.'

'İnsan kız kardeşini seviyor diye adam mı döver Dağhan?'

'Bence dövmeli. Yani, baştan döveyim ki ileride seni üzmeye kalkarsa başlangıcı hatırlayarak düşmesin o hataya.'

'Ben onu daha çok üzdüm ama.' Bakışlarını kendi gözleri gibi maviliğe tekrar çevirdiğinde sıkıntıyla nefesini bırakmıştı ki aralarından uzatılan pamuk şekerle ikisi de arkaya baktı. Deha gülerek Irmak'a tekrar elindekini işaret ettiğinde kadın tebessümüyle beraber aldı. Paketini açıp Deha'nın da yanına yerleşmesini beklediğinde ilk önce ona ardından Dağhan'a uzatıp derin bir nefes daha doldurdu ciğerlerine.

'Üzmüşsün...'

'Sen nerede tanıştın Turan'la?' gözleri denizde olsa da sorunun Dağhan'a olduğu çok netti aslında. Adam sıkkın nefesini savurup Irmak'ın bir parça koparıp uzattığı pamuk şekeri aldığında yüzünde de kırgın bir gülümseme oluşmaya başladı.

'Londra'da tanıştım. Sizin için hangi güne tekabül ediyordu bilemem ama mayıs ayıydı, bir dava için gitmiştim Londra'ya. Akşam da oradaki arkadaşlarla görüşüp kahve içip eve dönüyordum, ara sokakta inlemesini duydum. Başta tereddütte kaldım, polise mi haber versem diye falan ama sonra Türkçe konuştuğunu fark ettim. Bulduğumda durumu çok kötüydü.' Yüzünü o anı hatırlar gibi buruşturduğunda Irmak iç çekti.

'Kolları mosmor, gözleri çökmüş, kötüydü işte. Kolunda hala şırınga vardı. Şimdiki Turan'la göz göze gelince o zamanki adam milattan önceye ait gibi hissediyorum. İğrençti. Sen? Sen kullandın mı hiç?' kaşlarını çatıp Irmak'a baktığında o başını anında sağa sola salladı.

'İşim olmaz o meselelerle benim. Alkol ve sigara dışında başka bir şey kullanmam, kendime o kötülüğü yapmam zaten.' Ne kadar içi rahatlasa da dışarıdan derin bir nefesi havaya savurmak gibi görünmüştü Dağhan'ın tepkisi.

'Hala evleneceğiniz zaman gibi seviyor musun onu?'

'Ben böyle şeyleri söyleyebilen bir kadın değilim.'

'Seviyorsun...'

'Ne kadar karmaşık aşk hayatın var ya.' Deha sonunda sessizliğine son vermek istercesine yüzünü buruşturarak mırıldandı. Aralarına girmek istememişti ancak hali hazırda var olan bir Turan söz konusuyken ki adamın sessizliğinin de bilincinde olarak istemsizce konuşuyordu işte insan.

'Senin aşk hayatın bile yok Deha.'

'Ne biliyorsun olmadığını abla?'

'Olsa bizim değil kadının yanındaydın.'

'Bugün Kalaycılar günü, olsa da sizi bırakmazdım ama sanırım haklısın, yok.' Deha'nın tepkisine Dağhan ve Irmak gülmeye başladığında adam omuz silkti anında.

'Sizin var da ne oldu? Biriniz nikah masasında terk eder, biriniz asırlarca takip eder. Size ne hayrı olmuş ki bana olacak.'

'Ben evli ve mutlu bir erkeğim kardeşim, hatırlatırım.'

'Bende evli olmasam bile mutlu bir kadınım Deha'cım.'

'Ben hem bekar, hem çocuksuz, hem de çok mutluyum.'

'Hadi abimizin efsanevi aşkını biliyoruz, sen sahiden istemiyor musun?' Irmak gözlerini kıstığında Deha anında başını sağa sola salladı.

'İşim olmaz. Başımın ağrımasına da baş ağrıtmaya da gerek yok bence.'

'Aşk veya sevgi baş mı ağrıtır diyorsun yani?'

'Yani tam olarak öyle değil. Fakat geniş açıdan bakalım biraz, birini bulacaksın, tanıyacaksın, tanıman yetmeyecek bir de anlaşacaksın, zaman ilerleyecek kavga edeceksin, küsüp aşk acısı çekeceksin, sanki acısı yetmez gibi bir de barışıp o acıyı unutacaksın, evleneceksin, ki abim evlenirken ortalıkta bir kaos vardı, çocuk, iş, sorumluluk, sorumluluk.' Yüzü sıkıntıyla buruşurken başını kendine gelmek istercesine salladı Deha, 'En kötüsü sorumluluk.'

'Bazı çamları devirmiş, dağları yakmış olabilirim ama Turan'la yaşadığım acı veya tatlı hiçbir şeyden pişman değilim. Senin de denemeni öneririm yani.'

'Ya genetik gerçekse?' Deha'nın kendini sorgulayan haliyle ikisinin de kaşları havalandığında adam derin bir nefes alarak ıslattı dudaklarını.

'Ya o herif gibi birine dönüşürsem yani... Hani, dönüşmem ama yaptıkları hastalıklı şeylerdi. Ya genetik bir hastalıksa?'

'Daha aşık olmadığın kadına karşı kendini sorguluyorsun, bir de aşık olsan ne kadar mükemmel seveceğin konusunda yorum yapıp seni şımartmak istemiyorum.' Irmak omuz silktiğinde Deha yarım gülümsemesiyle ablasına çevirdi gözlerini.

'Senin ablalık görevin beni şımartmak.'

'Hiçte bile.' Kadın omuz silkerken Deha kahkaha atarak Dağhan'a baktı.

'Turan abiye söyleyelim de gelsin istesin. Alsın başımızdan yoksa dert açar bu vatandaş bize.'

'Benim kardeşimi kimse kolay kolay alamaz.'

'Bak, gör, abi işte.' Birbirleriyle dalga geçiyor gibi görünseler de Deha ve Dağhan kolay kolay alamayacağı konusunun gerçekliğinden eminlerdi. Geç bulmuş, bazı yanları eksik kalmış olabilirdi fakat Dağhan kan bağı olmamasına rağmen Nida konusunda bile hassas bir adamken bir de kız kardeşi bahis olunca durum ve şartlar daha ağır olurdu.

'Aman abi kardeş yaşayın siz sevginizi.' Deha anında burun kıvırdığında Irmak adamı kendine çekip sırtını da Dağhan'a yasladı.

'Sen kıskanabiliyor muydun?'

'Kıskanırım tabi.' Çocuk gibi omuz silkmesine aldırış etmeden kahkahayı bastıklarında Dağhan Irmak'ın omuzunu sararak başını öptü.

'Herkese yıkılmaz bir duvar ol da bizimle çocuklaş. Şu saatten sonra senden tek istediğim bu Irmak. Abin olarak her durumda arkandayım fakat herkese olduğun gibi buzdan kalelerin bize olmasın.' Yüzün kadının başına yaslayarak mırıldanırken Irmak'ın dudaklarındaki kırgın gülümseme de kendini göstermeye başladı.

'Şımarayım istiyorsan başın yanar abicim.'

'Şımar be, şımar. Yansın başımız, sıfır sıkıntı.'

'Eminsin değil mi?' Deha ablasının omuzundan başını çekerken sorusuna da kuşkuyla bakmaya başladı. Bir kadının emin misin sorusuna pek cevap verilmesi gerektiği taraftarı değildi çünkü.

'Eminim.'

'Kalkın o zaman, sıkıldım ben alışverişe gidelim. Akşam da eğleneceğimiz bir mekan buluruz.' Anında iki adamın arasından sıyrılırken Dağhan kaşlarını havalandırsa da Irmak omuz silkti.

'E hadi, boş boş oturacak mıyız?'

'Muhabbet ediyorduk?' Deha tek kaşını kaldırdığında Irmak ikisinin de ellerini yakalayıp oturdukları banktan kalkmalarına neden oldu.

'Alışveriş yaparken de ederiz. Siz kız kardeşe sahip olunca ne yaşayacağınızdan bir habersiniz, ben kardeşim olunca ne yaşayacağımı zerre bilmiyorum. Madem nazıma oynayacaksınız bu fırsatı değerlendireyim bari.' Yürümeye başlarken hala tuttuğu adamlarla konuşmasına da devam etti. Bunca zaman içinde kalan detaylar vardı kadının. Sır gibi sakladığı, gizlediği hatta kendisinde bile sakındığı detaylar. Şimdi ise çok uzaklarda kalsa ve haberi olmasa dahi ailesi mevcuttu. Bir abi, bir erkek kardeş olmak üzere madem onlara şeffaf olmalarını istiyorlardı o da aynı şekilde davranırdı. Çekingen bir kadın olmadığı kadar kapalı bir kutudan ibaretti Irmak. Herkese karşı sınırları, çizgileri, kapalı kapıları, hatta içinde timsahlar yüzen hendekleri vardı. Fakat kaçamayacağı bir gerçekte karşısında duruyordu. Öğrendikleri ve kendine söyledikleri ilk andan beri ellerinden geldiğince nazik davranıp sarıp sarmalamaya çalışan kardeşleri. İçerisindeki yıkım bu saatten sonra önemli değildi, hali hazırda kendine güvenildiğini açık açık kan bağı olan kişilerden duymak bu hayattaki mucizesi olabilirdi. Zaten pek akıllanabilmiş bir kadın da değildi o, sadece dışarıdan görünen taviz vermez kadınla içinde yetiştirdiği kız çocuğu birbirinden bağımsızdı o kadar.

'İçinden canavar çıktı resmen.' Deha elindekileri kapının önüne bırakarak Turan'ı süzdüğünde tek kaşını kaldırıp daha da dikkatli baktı adama.

'Sen gerçekten ablamı sevdiğine emin misin? Çünkü kendisi bana epey çift karakterli geldi.'

'Ablanın arkasından konuşmaya utanmıyor musun Deha.' Irmak'ta elindeki çantalarla yaklaşırken Turan kahkahasını tutmak adına dudaklarını dişlemeye başlamıştı bile ki ufuktan Dağhan'ın da pert olmuş hali göründü.

'Dayı!' Turan'ın bacakları arasından sıvışıp kollarını açan Deniz'i anında kucakladı Deha.

'Dayısının aslanı! Oğlum bu annen seni alışverişe sürüklerse haber ver kurtaralım tamam mı?'

'Ben annemle alışveriş yapmayı seviyorum. Çok eğlenceli, sen sevmedin mi?' ufaklık kaşlarını havalandırarak Deha'ya bakmaya başladığında Dağhan elindeki çantaları Turan'ın eline tutuşturarak baktı Deniz'e.

'Annenin iradesinin vücut bulmuş halisin yeğenim.'

'Bence özel kampta yetiştirmiş ablam.' Irmak arkasını döner dönmez Deha fısıldadığında Turan ve Dağhan kendilerini tutamayarak kahkaha attı. Gerçi kadının pek önemsediği de söylenemezdi. Elbette sert duran bir görünüşü vardı ancak alışveriş yapmayı sevmesi ve iki kardeşinin ayaklarına karasular inmesi pek mühim değildi.

'Sen bakma dayılarına annecim, hadi gel bakalım.' Irmak Deniz'i kendine çekip içeri girdiğinde üç adam kısaca birbirlerine baktılar.

'Turan, az biraz konuşalım mı kardeşim?'

'Bende sizinle konuşmak istiyordum zaten abi, bahçeye geçelim eğer istersen?'

'Bizimle?' Deha abisiyle kendini işaret ederek kaşlarını havalandırdığında Turan başını sallamıştı ki ikisinin de onay vermesiyle önündeki paketleri arkaya bırakarak çekti kapıyı. Üçü beraber yan bahçeye doğru ilerledikleri gibi ortadaki masaya da oturdular.

'Kahve içer misiniz?'

'Boş verelim kahveyi sadede gelelim Turan, bu mevzu beni gerer biliyorsun.' Dağhan omuzları şimdiden kasılmış gibi boynunu hareket ettirmeye başladığında adam usulca başını sallayıp onay verdi.

'Abi, meseleyi ikiniz de biliyorsunuz zaten-'

'Hangi meseleyi Turan abi?'

 

Loading...
0%