Yeni Üyelik
77.
Bölüm

Bölüm 75 - O Dağ Eksik Olmasın

@biceruvar

 

Dikkat okumadan ve yanıtlamadan geçmeyelim!!!

Selamlar tüm gezegenlerin en güzel insanları... Bugün bir miktar tüm kadınları konuşmaya geldim başta. Karakterlere can verenlerden, onları okurken hak veren sizlere kadar hepimizin dilinden dökülsün istiyorum bir şeyler...

Koca bir kalbimiz varken nasıl küçücük gelebiliyor evren mesela?

Birini delicesine severken yutkunmamız nasıl da yırtıp geçmiyor boğazımızı? (Bence ne demek istediğimi anladınız...)

Korkularımız nasıl oluyor da bu kadar üzerine yürüdüğümüz şeyler oluyor?

Üzerimize yıkılan tüm duvarları nasıl da biz inşa ediyoruz?

En çok ihtiyaç duyduğumuz anda nasıl çaremizi yine sadece kendimiz bulup eyvallahımız kalmadığını anlayabiliyoruz?

Yukarıda olan sorulara benimle cevap verin istiyorum. Kırmazsınız beni değil mi? Belki de tanıdığınız kimsenin denk gelmeyeceği satırlarda kendimize başka biriyle çare bulabileceğimizi hatırlatır da, arada bir başına savaşmamakta iyi geliyor deriz hep beraber. Fiziken değmeyen omuzlarımızı birbirine yaslı hissederiz belki de... Çünkü ben bu bölümü yazarken en çok bunu hissettim. Omuzumda görmediğim ama destek verdiğinden emin olduğum bir çok omuz hissettim ve bu paha biçilemezdi. Sizin de benimle içiniz öyle rahatlasın istiyorum. O yüzden çok uzatmayacağım.

Şimdiye kadar hiçbir hikayeye yorum yapmamışlar da dahil olmak üzere, cinsiyetleri yok sayarak birbirimizin sırtını okşamamız gerek belki de.

Hadi bunu beraber yapalım...

Sizleri bölüm duyuruları ve paylaşımımızın daha da çoğalması adına instagrama beklediğim gerçeğini atlamayalım lütfen...

Instagram: BiCeruVar

-------------------------------------------

Asırlarıdır bir gerçek vardı ki kimsenin zihnine kazınmazdı. Bir kadını yok etmek çok kolaydı fakat var etmek, tekrar yeşertebilmek sadece o istediğinde olurdu. Asırlardır bir kadını sevmek sadece sevmek diye tanımlanırdı fakat işin iç yüzü çok daha yorucuydu. Süregelen tüm vakitlerde iş zorlaşmış, sevmek zehirli bir terim gibi anılmaya başlanmış, bir kadını bir adamın koruyabileceği yanılgısına düşülmüştü. Halbuki bir kadın korunmaya ihtiyaç duymazdı. Kadın zaten başlı başına bir koruma mekanizmasıyla büyütülmüştü dünyada. Kendini yargılayıp ötekileştirenlere, yok sayanlara, sevdiklerinin canını yakanlara kendini yakacak kadar hür bir iradeyle beraber meydan okumuştu. Asırlardır korunması gerektiği düşünülen kadın yangının kendisi olduğunu ustalıkla gizlemişti.

'Hangi meseleyi Turan abi?' Deha sinsi gülümsemesiyle mırıldandığında durumun içinde kasılmayan tek kendisi olduğu için sandalyeye iyice yayılarak abisine göz attı. Kıskançlığının arşa ulaşabileceğini biliyordu abisinin, hatta şu an burada iç savaş çıkma olasılığını bildiği kadar iyi biliyordu. Kendisi ise bu konuda rahattı, çünkü adam akıllı olmamış ailesine rağmen ablasının sağlam bir şekilde aile kurmasını isterdi. Kendi izni olsun, arkasında dursun, desteklesinler algısından uzaktı ablası Deha için. O kimsenin müsaadesine de, uzatacağı ele de ihtiyacı olmadan zaten istediğini yapardı. Öyle emindi işte Didem Kalaycı'dan.

'Irmak ve ben, biz yani, Deniz'i öğreneli çok zaman olmadı biliyorsunuz, haliyle söyleyeceklerim garibinize gidebilir. Hatta sen eminim ki, daha kaç gün oldu sen hayırdır Turan diyerek ağzımın üzerine de çarpabilirsin.' Dağhan'ı işaret ederek başını kendini onaylarcasına salladığında onun gergince cebinden çıkardığı sigarayı ateşlemesini bekledi.

'Bir şey içer misiniz?' mutfaktan bahçeye açılan kapıdan başını uzatıp masadaki Dağhan ve Turan'ın gergin, Deha'nın ise saldım çayıra mevlam kayıra haline bakarken konuştu Irmak.

'Gir içeri Irmak.'

'Üstüme iyilik sağlık, ne dedim ben şimdi ya?' şaşkınca Dağhan'a baksa da o dilini dişleri üzerinde gezdirip sertçe nefesini bıraktı.

'Gir diyorum kızım sana.'

'Bana atar gider yapma!'

'Irmak, abini mi dinlesen acaba?' Turan duruma müdahale etmeye çalıştığında tekrar dudaklarını aralamıştı ki Dağhan havalandırdığı işaret parmağıyla kontrol edemediği sesini duyurdu.

'Sen karışma kardeşimle aramdaki konuşmaya.'

'Abilik damarı in, sinir koruma mekanizması out.' Deha durumu açıklamak istercesine Irmak'a gülerek baktığında kadın hala çatık kaşlarıyla beraber iki adam arasındaki bakışmaları çözme çabasındaydı.

'Ablaların bir tanesi, rica etsem bana en uzun sürede yapılacak içecek ne ise onu yapar mısın? Şöyle bir saat uğraşacağın bir içecek olsun mümkünse.' Kadını aradan kaçırma derdinde olsa da onun umursamayan haliyle kalktı sandalyesinden Deha.

'Niye birbirlerini öldürecek gibi bakıyorlar bunlar?' sesi umursamazdı Irmak'ın fakat merak esir almıştı her tarafını da. Onun burada kalıp ortamı daha da kızıştırması Deha'nın da işine gelirdi, hatta çokta eğlendirirdi fakat olay anına dalabilecek yeğenini düşününce içinden gelmiyordu.

'Seni paylaşamıyorlar. Hadi gir sen içeri.'

'Ben niye paylaşılıyorum ya? Kurbanlık dana mıyım ben?' kadının büyüyen gözlerine ve cümlelerine kahkaha atmak istedi Deha. Hatta biraz uğraşarak pay yapacaklar aralarında şimdilik kolların abimde diye ortalığı kızıştırsa çokta iyi olurdu fakat o fırlama ruh halini daha sonra gösterebilirdi.

'Ablası be, bu kadar uzak mısın mevzuya. Sevdiğin adam aşkını abinle paylaşıyor, onlar birbirlerini öldürür gibi de bakarlar, öldürürler de. Çok takılma bu detaya. Yokmuşsun gibi davran.'

'Öyle mi diyorsun?'

'Öyle diyorum, bak beş dakika daha durursan abim yine kükreyecek ben sana içeri gir demedim mi diye.'

'Bende ona kükrerim.' Diyerek omuz silkti Irmak. Bu zamana kadar tek başına herkese meydan okumuştu Dağhan'la mı baş edemeyecekti? Ederdi elbet, hatta çokta güzel mücadeleye girerdi.

'Bak güzel ablacım, bak canım ciğerim...' kadının yüzünü avuçları arasına aldığında Irmak'ın odağı da kendisine dönmüştü çoktan.

'Şu arkamda gördüğün Dağhan Kalaycı'nın en yakın arkadaşı Devrim Ege beyler, yine abimizin yakın arkadaşı Nida ablaya aşık. Ki Devrim abi en yakın arkadaşıdır bak, yediği içtiği ayrı gitmez. Bundan yıllar önce abim Nida'yı üzdüğü için Devrim abiyi tertemiz kılçıksız dövdü. Nida abla durdurmaya çalıştı abim daha çok dövdü. Şimdi, Turan abinin yaşamasını istiyorsun değil mi?'

'İsterim tabi.' Irmak başını tutan ellere rağmen onaylarcasına salladığında Deha kadının alnına dudaklarını bastırıp gülümseyerek ayrıldı.

'O zaman müdahale etme güzelim. Hadi Deniz'in yanına git, ses duyarsan falan da gelme. Onlar kavga ederek daha iyi iletişim kuruyorlar.'

'Çok şey yapmaz değil mi?'

'IRMAK!' sorusunun ardından Dağhan'ın kükremesi ortama bomba gibi düştüğünde kadın sıçramıştı ki Deha'nın söylemek istediğini anlayarak geriye bir adım attı. Elini hafifçe sallayıp mutfak kapısını örttüğünde Deha derin bir nefes alıp sandalyesine dönerek hala gergin bakışları devam eden iki adamı usulca süzdü.

'Burada kavga etmezsiniz değil mi? Ablam çıkmaz ama Deniz çıkarsa çocuğun psikolojisi bozulur.' Aslında burada kavga etmeleri de umurunda değildi. Deniz maksimum daha önce bağrışmalarını duyduğu anı bire bir görürdü fakat işin özü şuydu ki sohbetin konusu aslında Turan'ın kendileriyle değil tam olarak ablasıyla konuşması gereken bir meseleydi ona göre.

'Turan'a hesabı ayrı keseceğimi söyledim ben zaten ama dur bakalım konuşsun bir.' Dağhan başını sallayıp sigarasından derin bir nefes çektiğinde yıllardır beraber çalıştığı adam yerinde rahatsızca kıpırdandı.

'Abi, kusura bakmayın, gördüğünüz ve bildiğiniz üzere beraber yaşıyoruz. O gün delirdin ne kadar çabuk affettin, için soğudu diyeceksiniz belki ama izniniz olursa Irmak'la aramızdaki meseleyi ilerletmek istiyorum.'

'Ablamın bundan haberi var mı peki?' Deha kolunu masaya yaslayıp eliyle de çenesine destek vererek gülümsediğinde abisinin sıkıntılı halini yok etmek için çaba gösteriyordu aslında. Bu zamana kadar gerildiğini bilirdi de bu derece hiç olmadığından işi fazlasıyla cıvıtıp dağıtma derdine düşmüştü.

'İlk önce sizinle konuşmak istedim.'

'Turan, seni kardeşimi alacağın için zaten dövesim var, sen bir de kadının fikrini sormadan bizimle konuşuyorsun ya daha çok bileniyorum sana.'

'Abi gidip onunla konuşup sana gelsem bu seferde ben burada eşek başı mıyım diye kızacaksın.'

'Lan oğlum!' havaya kaldırdığı elini sıkıca yumruk yaptığında gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı, 'Turan, oğlun var oğlun... Irmak benim kız kardeşim eyvallah, bana gelip müsaade istemen gururlandırır beni ona da eyvallah, kapımı çalar gönül rızamı almak istersin ona da eyvallah ama 34 yaşında bir kadına fikrini sormadan abisine kardeşine soramazsın. Hadi ben tamam dedim, Deha'da tamam dedi, gönül rızamızın onayını verdik, gidip Irmak'la konuştuğunda istemiyorum derse ne yapacaksın? Benimle mi evleneceksin, Deha'yla mı?' kelimelerini özenle seçmeye çabaladığından olsa gerek daha çok sıkıntıya girdi Dağhan. Bir sigara daha yaktığında dumanı derince soluyup bakışlarını Deha'ya çevirdi.

'Abicim, bana bir bardak su getirir misin?'

'Getireyim abi.' Adam uçarcasına yanlarından uzaklaşırken Dağhan sandalyesini daha çok ortalayıp dikkatle baktı Turan'a.

'Bak sen benim kardeşimsin, bu kadar zaman geçmiş, ben otuz dört yıl sonra kız kardeşimi bulmuşum. Bu kadının ne sevdiğini, ne sevmediğini benden daha iyi bilirsin. Tutup üzerinde hak iddia edemem, evlenemezsin diyemem. Ama Turan, güzel kardeşim bak sakin kalmaya çalışıyorum bu fırsatı iyi değerlendir.' Parmaklarını birleştirerek tane tane anlatma çabasına girdiğinde Deha'nın getirdiği sudan bir yudum aldı.

'Siz yıllar önce bir karar vermişsiniz nikah masasına kadar gitmişsiniz, olmamış amenna. Bir tane evladınız var, içeride benden evlenmek için müsaade almaya çalıştığın kadın tek başına aslanlar gibi bir erkek çocuğu yetiştirmiş. Sen bu izni benden almayacaksın Turan. İlk önce oturup kendi kendine düşüneceksin, ki düşündüğünü farz ediyorum, bu içimdeki kaybettiğim yılların acısı yüzünden üzülür müyüz diye. Sonra gideceksin, kız kardeşimle gönlündeki yangını da acıyı da paylaşıp tekrar bir araya gelmek istediğini dillendireceksin, daha sonra oğluna gideceksin, bak oğluna. Onun da müsaadesini alacaksın. Ben senin oğlunu aile çatısı altında birleştirip, eksik bırakmadan büyütmek istediğini anlıyorum ama evladın aile görsün diye içindeki kavgayı yok saymaya kalkarsan bu ev iki gün sonra başınıza yıkılır.' Adamın arkasında kalan yapıyı işaret ettiğinde sinirden kuruyan dudaklarını tekrar ıslattı.

'Ha sen diyorsan ki abi ben hepsini hallettim, kendi içimde de, Irmak'la da, oğlumla da tüm mevzuyu kapattım. İki gün sonra hatırlayıp geçmişe dönüp yaşanılanlar yüzünden kırmayacağız kimseyi, o yüzden sizin de gönül rızanızı almak istiyorum başımla beraber. Yaptın mı sen bunu?'

'Yapmadım abi.' Bakışlarını kaçırarak mırıldandığında Dağhan başını onaylarcasına salladı.

'Ben geçen gece niye o iki karaktersizi öldürmedim biliyor musun Turan?' adam bu kez başını sağa sola sallayıp bilmiyorum dercesine bakmaya başladığında Dağhan derince nefeslendi.

'Karım istemedi. Bak benim ne haltlar yiyebileceğimi, bırak araştırmayı ailemin adını ağızlarına alsalar neler yapabileceğimi biliyorsun. Ben sadece karımın tek bir cümlesi için ona söz verdim, o gece kana bulanmadan evime döndüm. Abicim, aile olmak ne senin ne benim bildiğim bir durum. Fakat yüreğini verdiysen birine önce onun lafı geçmeli. Bir çocuğa baba olacaksan ilk önce o çocuğun annesinin dilinden dökülen kelimeye bakman şart. Bak Deniz senin kanın canın değil mi?'

'Öyle abi tabi ki, ciğerim o benim.'

'Hah işte, şöyle düşün, seni asla bir tutamam bunu yanlış anlama ama lan benden pay biç. Annemin iyi olduğunu görsem, onun dilinden dökülen kelimeye saygı duyduğunu görsem, ben Fuat Kalaycı'yı sevmez miydim oğlum? Şimdi senin evladın zaten seviyor seni ama yapma Turan. İster abisi olayım ister babası, evladının annesinin, sevdiğin kadının lafı üzerine laf söyletme. Benim kalbim kırılsın oğlum, ben abin olarak gönül koyayım, güceneyim, nasıl danışmaz bana diyeyim ama sen git daima ilk önce Irmak'la konuş.' Bakışları önüne eğilmiş adamda gezindiğinde kalan suyu da tepesine dikti Dağhan.

'Lan yeğenin, bak kardeş gibi gördüğüm için yeğenin diyorum, Meva. Oğlum ben Meva'yı öğrendiğimde yengene gidip istiyor musun dedim. Evladım, baba oluyorum, yengen kadar benim de söz hakkım olmalı, belki de baba olacak insanın en son soracağı soru olmalı ama ben bunu yaptım. Sormasaydım ne olurdu biliyor musun?'

'Belki de yenge istemezdi, aranızda sıkıntı çıkarırdı bu durum abi.'

'Bak sen de biliyorsun. Hayatımda Pera'dan tek şey sakladım ben Turan, o da yıllardır aşık olduğum. Fakat mevzu şu, eğer ki hayatına müdahale etmiş olsaydım, ucundan kıyısından dokunmuş olsaydım onu da saklamazdım. Ben uzaktan izledim, baktım, sevgimi içime gömdüm, bekledim, kader, nasip oldu evlendim aşık olduğum kadınla. Sen şimdi hayatınızı tümden değiştirecek bir karar için ilk önce sevdiğin kadının kardeşlerinden onay almak istiyorsun. Yapma abicim, yapma koçum, o sular tehlikeli, yapma.'

'Ben böyle düşünemedim abi, yani...' sıkıntıyla söyleyecek bir şeyler bulmaya çabalasa da yapamamıştı ki Dağhan bir kez daha derince oksijeni ciğerlerine doldurdu.

'Normal, ben sana Deniz'i öğrendiğinde ne dedim? Irmak benim kardeşimse, sen de benim kardeşimsin. Yaşadık Turan, sende, bende, Deha'da en pisliğini yaşadık aile olmanın. Fakat sen bunları düşünemeyecek adam değilsin. Niye düşünemediğinin de farkındayım, tek derdin o arkanı döndüğün aileden çok daha iyi bir aile kurmak. Ama sen sen ol yenilme koçum, oğluna aile vereceksin diye enkaz altında bırakıp sürekli kavga eden anne babalardan olmayın. Gerekirse kurmayın aile, ayrı evlerde yaşayın ama aklı başında anne babalık yapın. Bizi zamanında yakan yaktı, üzerimizden tır geçti, sen yapma. Önce Irmak, sonra Deniz. Senin başka birine danışmaya, izin almaya ihtiyacın yok. Anlaştık mı?'

'Benim arkamda dağ gibi babam var kendi adına konuş demiştim ya abi...' Dağhan başını sallayıp gülümseyerek baktığında Turan'da başını sallamıştı.

'O dağ eksik olmasın.'

'Eyvallah, sen de eksik olma.' Diyerek salladı başını Dağhan. Karşısındaki adamı yıllardır tanıyordu, ne tür işkencelerde kıvranmıştı, ne kadar acı çekmişti gözüyle görmüş, hissetmişti. Eğer ki bir gün bir yerlerde Turan iyi bir aile kurmak isterse onu sonuna kadar destekleyeceğini de aklının bir köşesine yazmıştı. O not aldığı kısmı asla unutmamıştı, Dağhan hala Turan'ı destekliyordu ama böyle değil. O kadın kız kardeşi değil başka birisi de olsa, hiç tanımasa da aynı şeyleri söylerdi Dağhan. Çünkü bir kadın kendisi hakkında kimsenin karar vermesine ihtiyaç duymayacak kadar sağlam dururdu dünyada. Bacakları sapa sağlam dururken birileri kırsa yine de başını eğmez acısına, çığlığına rağmen yerini bozmazdı. Kadın zaten başlı başına böyle yaratılmıştı. Muharebe meydanının ortasında saçlarını tarayacak kadar naif, ölülere gülümseyecek kadar vicdansız...

O gecenin üzerinden geçen iki güne rağmen ses seda çıkmasa da Dağhan bir an olsun aklından da çıkarmamıştı konuşulanları. Söylediklerinin hala arkasındaydı ancak Deha'ya nasıl yangınsa bir abi olarak, aynı şekilde Irmak'a da kilitlemişti kendini. Turan'ı tanırdı, yıllardır yüreğinin sağlam, içinin tertemiz olduğunu bilirdi. Bir gün olsun el kaldırmayacak kadar mert bir adam olduğunun da farkındaydı ancak ne olursa olsun yine de içten içe kardeşinin mutlu olmasını istiyordu. Tek bir an daha huzursuz zamanı geçmesin, hak ettiği o mutluluğu tatsındı tek dileği. Vurulan kapıyla ayağa kalktığı gibi ilerlediğinde kapıdaki Deniz'le gülümsemesi büyüdü.

'Dayı!'

'Dayım...' Deniz'i kucaklayıp arkasındaki Turan'a baktığında adamın derin bir nefes aldığını fark etti.

'Abi, benimle bir işin yoksa müsaadeni isteyeyim mi biraz?'

'Tabi koçum, sen git hallet işini, biz de bu canavarla ve kuzeniyle oynarız.' Deniz'i gıdıkladığında ufaklığın kahkahalarıyla beraber Turan'da başıyla ufak bir selam vererek döndü geldiği yolu. Dağhan onun için bire bir dillendirdiği gibi baba vasfı taşıyordu. Belki yıllar sonra, çocuk değilken karşılaşmışlardı, hatta yaşları arasında pek uzak zamanlar da yoktu ancak ne zaman arkasını dönse orada dağ gibi durduğunu, desteklediğini bilirdi. Şimdiye kadar başını fiziken hiç okşamamış olabilirdi ama ruhen kaç defa saçlarının okşandığını kendi bile sayamamıştı Turan. Geldiği evin kapısını açıp içeri girdiğinde salondaki iki fincan kahveyle gülümseyerek oturdu koltuğa. Kısa süre sonra mutfaktan elindeki çikolatalarla dönen Irmak'a baktığında kadının garipsercesine Deniz'i aramasına pek zaman bırakmadan koltuğa elini vurdu usulca. Ki aslında tüm çatışmaların ardından bunun bir konuşma ve hesaplaşma olacağını anlamıştı kadın.

'Kahve yerine viski falan mı koysaydım acaba.' Irmak sıkıntılıca koltuğa yerleştiğinde Turan'ın yüzündeki tebessümle rahatlamaya çabaladı. Bir kadını en zorlayan şey sevdiği insanla yüzleşmek olabilirdi herhalde. Çünkü bir kadın birini severken haklı oluşu değil, iyi olmayı arıyordu. Bu bazen çok sert bir yumruk olarak midesine iniyordu, bazen ise yanağına dokunan tüy hafifliğindeki dudakların busesi kadar huzurlu hissettiriyordu. Ancak öyle veya böyle kadın kendi içinde sürekli kavga ediyordu kendisiyle.

'Eşeklik bende. Yani...' duraksadı Turan, kelimeleri doğru seçmek, arada saçma sapan bir gerilim yaratmamak için, 'Senin yaptığın elbette ağır ve bu ortada fakat ben dümdüz mallık ettim.' Dudaklarından dökülene inanamaz halde kaşlarını havalandırıp adamı izlemeye devam ettiğinde Turan'da konuşmasına devam etti.

'Ben senden önce bağımlıydım Irmak. Sonra hayatıma sen girdin, kahkaha da attık beraber, ağladık da... Yaşadıklarımızı en baştan anlatmayacağım çünkü ne kelimelere dökülür, ne de o kadar zamanımız vardır. Sen hayatıma girdikten sonra bir karar aldım, tedavi olma kararı. Ama gözüme o kadar narin, o kadar kırılmaya müsait göründün ki telaşlanırsın diye sana söyleyemedim.'

'Nasıl? Sen-'

'Evet, o terlemeler, diş gıcırdatmalar, nöbetler, susuzluktan geberecek hale gelmeler, hepsi tedavi olduğum içindi. Aldığım ilaçlar yüzünden.' Diyerek derince nefeslendiğinde bakışları da sehpadaki fincana odaklandı, 'Beni sevmeme ihtimalin o kadar korkuttu ki başlarda bağımlı olduğumu bilirsen gidersin dedim. Sonra, tanıdım seni. Fakat o kadar güzel baktın ki bu kez üzerim diye korktum, gidersin diye değil de.' Devam ederken gözleri fincandan usulca kadının parmaklarına döndü, 'Titreyen ellerin vardı, benim yüzümden daha çok titrer diye korktum.' Artık elleri titremiyordu Irmak'ın. Artık en gergin zamanda bile eli bir kenarda dursun zihni titremiyordu. Öyle yollardan geçmişti ki hepsini kontrol altına alabilmişti, belki de unutmak zorunda kalmıştı. Herhalde Turan'a göre en acısı da buydu. Korkudan, gerginlikten ellerinin titreyişini bir kadın nasıl bir acı sonrasında unutabilirdi? Ne olurdu da bu kadar tepkisizliğe alışırdı? Nasıl lanet bir histi bu? Bir kadının her olaya karşı tepkisiz kalabilmesini sağlamak nasıl bir lanet ve acıydı?

'Kahretsin.' Ellerini anında koltuğa indirirken gözlerini de kabustaymış gibi sımsıkı kapattı. Bütün yaşadıkları ve korkuları sadece korkmaması adına sakladıklarındandı yani. Oğlunun ilk kelimesini, ilk adımını, ilk kahkahasını, ilk göz yaşını babasından sadece bu yüzden esirgemiş, öylece kaçıvermek en kolayı gibi gelmişti. Yumrukları hala koltuğun üzerinde dururken duyduğu kumaş sesinden sonra parmakları üzerindeki sıcaklığı hissetti. Gözlerini araladığında ise Turan'ın özür diler gibi olan bakışları her an yağmur gibi yağmaya hazır gözlerine odaklıydı. Oysa Turan'ın aklından neler geçiyordu da kendisi sadece ona çektirdiği acı sayesinde yine kendisine düşman kesiliyordu.

'Bunu sana anlatmam gerekiyordu ama o zamanlar korkacağını düşündüm, tedirgin olmanı istemedim. Sen zaten yanımdayken bana ilaç oluyordun, eğer telaşlanırsan zehir olursun diye düşündüm. Çünkü ben seni üzmenin hep zehir zemberek olduğunu düşündüm. Hatalıyım, evet sen Deniz'i sakladın, ben bilmezken kilometrelerce uzak tuttun ama bende hatalıyım.'

'Turan... Ben sanırım safi salağım.' Titreyen sesi iliklerine kadar işledi adamın. Sanki tüm ruhu baştan sona bir kadın için yaratılmıştı ve o kadın her zaman yanı başındaydı. Çok kızmıştı, çok küsmüş, gücenmiş, bitap düşmüştü fakat derdine çare her zaman Irmak olmuştu.

'İkimizde bir miktar salağız.' Gülmeye çalışarak mırıldandığında derin bir nefes alarak dudaklarını ıslattı.

'Şimdi tamamen temizim. İçimde nedenini öğrendikten sonra ufacık bile olsa sana kırgınlık, kızgınlık kalmadı Irmak. Ama... Senin varsa bana dargınlığın onu da duymak istiyorum.'

'Ben çok korktum. Deniz'i öğrendiğimde korkudan öldüm, yani, birbirimizi seviyorduk ama bağımlılık benim bilmediğim bir şeydi. Neler yapacağını, neler olacağını kestiremediğim için çok korktum. Deniz'i aldırmak istemedim, hiç ama hiç istemedim hem de. Kahretsin... Özür dilerim Turan.' Adamın boynuna sarıldığında sırtındaki ellerin okşamasını hissederek hıçkırıklarını durultmaya çalıştı. Fakat bir türlü beceremiyordu, adamın her destek verircesine sırtındaki parmaklarını hissedişinde yılların acısı var gibi gözyaşları daha çok intihar etmeye hevesleniyordu. Limanını bulmuştu, limanına demir atmıştı ve tüm yorgunluğu adamın omuzlarına dökülüyordu. Bir kadın güvenli hissettiği yerde ağlayabiliyordu fakat o kollar sarmayı bilmeyince ağlamaktan da vazgeçiyordu. Çünkü artık anlamı kalmıyordu. Gözyaşı silinsin diye atmazdı yüklerini kadınlar zaten. Anlaşılmak isterdi, görülebilmek, içindeki yangını birinin hissedebilmesini, o kapanına düştüğü kolların seni tanıyorum diyerek sıkılaşmasını. Eğer ki o da olmazsa kendine sarılmayı hep en başında olduğu gibi anımsardı. Irmak ise yaşadığı tüm lanet günlere rağmen şuan şanslıydı. Turan'ın kolları onu tanıdığını anlatmak ister gibi sıkılaşıyordu. Tek kelime söylemiyordu fakat milyonlarca cümle kuruyordu. Zaten kadınların da sessiz cümlelere ihtiyacı vardı.

'Yapamazdım Turan. Senin kanından olsa da gözün kararırsa düşüncesiyle oğlumuza zarar verebileceğini düşünerek duramazdım. Sana çok sordum, defalarca sordum sana. Keşke...' iç çektiğinde boğazına dizilen kelimelerle sertçe yutkundu, 'Keşke, söyleseydin tedavi oluyorum diye.'

'Keşke deniz gözlüm ama diyorum ya ikimiz de bir miktar salakmışız.'

'On yıl... Turan ben senden de, oğlumdan da on yıl çaldım.'

'İyi tarafından düşünelim, eğer ki tedavi olmuyor da gerçekten bağımlılığa devam ediyor olsaydım en iyisini yapmış olacaktın.' Hala adamın omuzundaki başını bir iç çekişiyle daha gerilettiğinde gözlerine bakıp dudaklarını sertçe ısırdı Irmak.

'Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?'

'Samimiyim. Eğer ki bağımlı olmaya devam etseydim ve sen bırakıp gitmeseydin hiçbirimiz böyle olmazdık Irmak. Çok ama çok kötü olurduk.'

'Abim, Dağhan, Dağhan seni şırıngayla bulduğunu söyledi, her yerin mosmormuş...' derken kaçırdı gözlerini korkuyla. Duyacaklarından korkuyordu, öyle bir korkuyordu ki bedeninde kıpırdanma olmasa da ruhu zangır zangır titriyordu.

'Tedavinin çetin dönemi senin evlendiğin zamana denk geldi, bir geri zekalı nasıl davranırsa öyle davrandım. Sağ olsun sonra ağzımın üzerine vura vura, ki sağlam dayak çeker, benzetti beni. Kapattı hastaneye, tamamen kurtulana kadar da çıkarmadı.'

'Seni öylece sokakta bulup tedavi olmanı mı sağladı yani?' kaşları çatıldığında Turan gülümsemeye çalışarak başını salladı.

'Valla yaptı, insanı şok eden bir durum ama benden daha iradeli. Abim konusunda hassasım ben Irmak, hayata tekrar döndürdü beni. Hani insan bazen körü körüne birine güvenir ya, abim benim için o noktada. Öl dese gözümü kırpmam sıkarım kafama ama öl demeyeceğinden de bir o kadar eminim. Patron mevzusunun tamamen dışında benim için. Dost, sırdaş, abi, kardeş, hatta baba de. O derece... Hep doğru olanı göstermeye çalıştı.'

'Abime aşık oldun diye korkmaya başlıyorum.' Kadının dudakları arasından dökülen kıkırtıyla Turan'da kendini tutamadan çekmişti zayıf bedeni. Göğsüne yaslanan baş çok başkaydı Turan'a. Yıllar geçmişti, on yıl olmuştu fakat göğsüne bir başka başın bu anlamda yaslanmasına müsaade etmemişti. Ona Irmak'tan sonra Deniz sığınmıştı, o da sevdiği kadın gibi sığınmamıştı zaten. Bir kız kardeş gibiydi Turan için Deniz. Nasıl Dağhan kendisine abi, baba olduysa, Turan'da Irmak yokken eksik olan ailesini Deniz yapmıştı.

'Ulan Irmak... Bir yangına atıldık, köz olmadan da çıkamadık be.' Dedi fısıldarcasına acı çeken sesi.

'Peki şimdi ne olacak? Köz olmuşuz, tükenmişiz...' o kadar umutsuzdu ki yaşadıklarını bilmeyen çoğu insana rağmen Turan bir bir görüyordu onun gamını kederini.

'Tükenmedik... Köz olmak ateşin en tehlikeli hali.' Göğsüne yaslı başın üzerine dudaklarını bastırdığında neticeye ulaşmış olmanın azmiyle bedenine yaslı kadını geri çekip tekrar yakaladı elini.

'Hazır közüz, kül olmayalım istiyorum ben.' Derin bir nefes aldığında avucunun içindeki zarif elin üzerine dudaklarını bastırdı, 'Eğer ki, gönlün benden razıysa, ki benimki senden razı, bizi yaşayalım Irmak. Bıraktığımız yerden daha iyi, daha sağlam yaşayalım. Başka insanlar olarak yeniden başlayalım. Kimsesiz iki insanın birbirine sığınması olmayalım da aileleri olan iki insan olarak yapalım. Ben ardında dağ gibi babası olan Turan olayım, sen aslan gibi annesi, erkek kardeşleri olan Didem ol. Fakat değişmeyen tek şey olsun, hep olduğun gibi ailem ol, kabul edersen.'

'Razı, gönlüm senden razı Turan. Kül olup savrulmayalım.' Gözyaşlarına yenisini eklememek uğruna kendini sıksa da Turan işaret parmağıyla yanağını okşayıp tebessüm etti.

'Yalnız Deniz beye de bir sormak lazım, bakalım anne baba olarak sayacak mı bizi, izni var mı annesini almamda.'

'Şu yaşıma geldim hala izin alıyorum. Deniz bitse büyük dayısı, büyük dayısı bitse küçük dayısı. Ya çöpsüz üzümken daha kolaydı bu durum.'

'Zor olanı da hallederiz, şu elin avucumun içinde olsun da...' gözleri kenetli ellerine döndükten sonra tekrar Irmak'ın mavi bakışlarını bulup dudaklarını ıslattı Turan.

'Şu elin avucumun içinde olduğunu bileyim de kırk kat bina altında kalsam yine de hallederim. Ama Irmak...' kararsız haliyle iç çektiğinde kadının merakla bakan gözlerine gülümsemeye çabaladı.

'Ben yokken ne yaşadın, ne gördün, her harfini bilmek istiyorum. Edebileceğimiz geçmişe dair ne kadar kavga varsa tam da şimdi yapmak istiyorum. Yarına geçmişin yükünü taşımak bize iyi gelmez.'

'Sen yokken olanları yok saysak?' boynunu büküp bir çıkış kapısı arar gibi bakmaya başladığında parmaklarını tutan el usulca koluna kaymış, Turan hafifçe eğilip dirseğine dudaklarını bastırmıştı.

'En çok dirseğini vurunca yanardı senin canın onda bile hüngür hüngür ağlardın. Seni yerden yere vurmaya kalktılar yaprak kıpırdamadı Irmak. Ne oldu ben yokken de o ağaçta kıpırdayacak yaprak kalmadı?'

'İyi zamanlar değildi sadece ve...' derince soluklandığında yüzündeki o belli belirsiz gülümseme büyüdü, 'Yapraklar için suya ihtiyacım vardı. Senden giderken tüm yapraklarımı yollara bıraktım ben.'

'Yürüdüğümüz yollara haritalar açacaklar ama bize hiç rastlayamayacaklar.' Hatırladığı cümleyle mırıldandığında Irmak başını onaylarcasına sallamıştı ki kadını kendine çektiği gibi sarıldı.

'Giderken böyle söylemiştin. Şimdiden sonra bize hep rastlayacaklar ama asla bir harita açamayacaklar.'

'Beni İstanbul'da gördüğünde, Dağhan'ı o ormandan çıkardığımda ne hissettin?' göğsüne yaslanmış kadının mırıldanmasıyla gülümseyip koltuğa yaslandı.

'Beynimden vurulmuşa döndüm. Çok değişmiştin, yürüyüşün, duruşun, ifadesizliğin, hepsi farklıydı, sadece gözlerin, onlar aynı kalmıştı. Ben o gün haberi alıp yola çıktığımda içimde deli bir ateş vardı, abime bir şey oldu diye aklımı kaybedecek gibiydim. Sonra bir baktım, fiziksel olarak zayıf bir kadın yükünü almış, o ormanın karasından çıkarıyordu. Abimle Deha'yı niye birbirleri için tehdit ettin Irmak? Hiç anlam veremedim biliyor musun buna. Hatta o gün, abimleri ararken sadece benim sevdiğim kadına benzediğini düşündüm.'

'Onları çözmeye çalıştım.' Dedi acıyla. O gün, o anı bire bir hatırlayıp. Aklını kaybedip, oğlu için bu kayıptan tedirginlik duyduğu anları zihni yeniden oynattı.

'Ya o an denk getiremeseydin, abim kafasına sıksaydı?'

'Tek ben değildim ki abimin elini nişan alan.'

'Peki neydi aklındaki de onları çözmeye çalıştın.'

'Bazı insanlar ya hep yaşamalı ya da hiç yaşamamalı Turan. O konsolosluktan çıkarken iliklerime kadar işlemişti bu. Eğer ki Deniz olmasa, yaşamama gerek kalmadığını düşünürdüm. Abim farklıydı, inatçıydı, garipti, enteresan bir şekilde bana bir şeyleri anımsatıyordu. Yıllarca anlam veremedim, bulamadım anımsattığı o şeyleri.'

'Sonra öğrendiğinde fark ettin ki sana kendini anımsatıyor...' yorumuyla usulca başını sallayarak onay verdiğinde Turan'ın hareketlenmesiyle adamın göğsüne yaslı başını çekerek yüzünü süzdü. Gözlerindeki o ciddiyet akan bakış çok soracağı olduğunu kanıtlar gibiydi.

'Seni Deniz'e hamileyken gördüm. İtalya'da...' gözlerindeki sis perdesi daha da yoğunlaşırken alt dudağını sertçe ısırdı adam. Zihninin tarumar oluşunu hala hissediyordu, bir denk geliş bu kadar isabetli bir kurşuna dönüşemez demişti o zaman kendisine. Şimdi ise bir kurşun bu kadar sevdaya denk gelemez diyebilirdi. Yüzünde kırgın bir gülümseme olsa da Irmak'ın kaçırdığı bakışlarıyla iç çekti.

'Sahilde yürüyordun, tek başına. Evlendikten sonra hiç peşine düşmedim, yapamazdım, biliyorsun beni, huzursuz edemezdim seni ama o tek taraflı rastlaşma yıktı geçti beni. Aklımdan türlü türlü cümleler geçti, sana söylediğim her cümle. Ailemin bana yaptığını asla kendi çocuğuma yapmayacağıma, erkek olursa çocuğumuz seveceğime ama kız olursa daha çok seveceğime, onların yanında seni defalarca öpeceğime, sevginin yeri, usulü, zamanı olmadığını öğreteceğime, gerekirse it gibi çalışıp en iyi yerlerde yetişmelerini sağlayacağıma ama sadece ve sadece seninle yetiştireceğime dair söylediklerim...' gözleri karanlığa dalar gibi bakmaya başlarken dudaklarında acı çektiğini anlatır gibi bir tebessüm belirdi.

'İnsanlar canları acıyınca göğsünün ortasında bir el hisseder ya hani... Ben sırtımda hissettim o eli. Kaburgalarımı kırdı, o kırık kaburgamın birini alıp sırtımın sol tarafına onlarca, yüzlerce kez sapladı. Sana kızmadım ama kırıldım. Giderken, yani konsolosluktan sen çıkarken arkandan bensiz de olsa sen mutlu kal yeter demiştim, kendi dileğime kırıldım.'

'Özür-'

'Dileme... Yapma Irmak, dileme özür falan. Bunun için anlatmıyorum, eğer ki içimde kalırsa, durmaya devam ederse ben bu mevzudan kavga çıkarırım. Eteğimdeki her taşı dökeyim, iyi kötü, kırgın, kızgın her zerre dağılsın sokaklara da bu eve girmesin.' Derken salladı başını sağa sola. Parmakları Irmak'ın saçlarının arasında gezinirken kısıldı gözleri tebessümle.

'Çok yakışmıştı ama...Çok güzeldin, kim der ufak tefek senin öyle güzel bir hamile olacağını...'

'Çirkin mi diyorsun sen bana? Hani çok yakışırdı, hep öyle derdin?'

'O göbekle rampa aşağı bıraksam yuvarlanırsın diye düşünmüştüm hep ama gerçekler öyle olmuyormuş.'

'Ben ufak değilim, sen besili bir öküzsün Turan.'

'En çok uyumayı özledim seninle.' Yarım ağız gülümsemesiyle beraber Irmak kaşlarını havalandırdığında başını onay vermek istercesine sallamayı da eksik etmedi.

'Uyuyalım mı o zaman?'

'Uyumayalım Irmak. Ben... Saçma gelecek ama uyursam ve bir anda uyanırsam, aslında tüm bunlar bir rüyadan ibaretmiş gibi çıkmasından korkuyorum.'

'Çıkmayacak söz.' L koltuğun köşesine kendini çekip Turan'a gel dercesine elini uzattığında adam derin bir nefes aldıktan sonra yaklaştırdı bedenini. İkisine göre küçük olan koltuğa yerleştiklerinde sırtına dokunan parmakların usul usul kaşımasıyla gülümsemeye çabaladı. Alnı Irmak'ın alnına rast gelmişken gözlerini kapattığında derince soluklanmaya çalıştı.

'Seni o sahilde gördükten iki hafta sonra yaralandım. Biraz ciddiydi, çok değildi ama yine de ameliyat falan. Hala kaç gün uyuttular net bilmem, abim saati saatine biliyordur eminim ki... Neyse. Yoğun bakımda uyutulurken defalarca gördüm seni. Hep rüya değil dedin, buradayım dedin... Kokun, tenin, saçların, hiçbiri hissedilmiyordu fakat sırtımı kaşıyor, göğsümde uyuyordun. Bir gün sırtımı kaşımadın Irmak. Göğsümde de uyumadın. Ben dışarıdan geldim, ortada birkaç valiz, hazırlanmış sen... Ne olduğunu sordum sana, gitmem gerek dedin. Gitmem gerek ama sende benimle gel dedin. Gitmeyelim diye yalvardım, gitmemiz gerek diye direttin... Ben gidiyorum Turan sen de gel, kalma burada dedin, arkanı dönüp gittin. O rüyalarda ilk kez tek başıma uyudum ben. İlk kez sensiz uyudum ve gerçeklikte açtım gözlerimi. Herkes ölecek korkusundaydı benim için ama ben uyandığımda öldüm, hiç kimse göremedi. Abim dışında kimse fark edemedi.'

'O nasıl fark etti?'

'Günlerce sabahlamış başımda. Arjin denk gelmiş bir kere, ezilen yüreğinin çaresini bulayım kardeşim ama ölme Turan diyormuş o sırada.'

'Anlattın mı ki?' fısıltılı sesiyle Turan başını tebessüm ederek sağa sola salladı anında.

'Üç kez sordu, Allah hakkı üç der hep o. Üç kere öğrenmeye çalıştı, anlatmadım ama aşık aşığın halinden anlar derler ya, en son sorduğunda nasıl bir kadın ki böyle tarumar oldu için lan diye kızdı. Ben seni birine anlatacak kadar bile paylaşamam Irmak.'

'Turan.' Kadının titreyen sesiyle kollarını iyice sıkılaştırdığı gibi derince soluklandığında sertçe yutkunmayı ihmal etmedi.

'Ağlama kadın, ağlama valla şirazem kayıyor.'

'Her haltı arkada bırakıp gitmek istiyorum. Seninle ve Deniz'le, kaçmak istiyorum.'

'Ama?'

'Ama bırakıp gidemeyeceğim kadar güzel her şey.'

'Niye gitmek istiyorsun peki?'

'Tüm yediğim haltlar, geçen zaman, kaçırılmış anılar, hepsinden kurtulup sıfırdan başlamak için.'

'Bizim ailemiz olmadı, birbirimize aile olduk. Düştük, kalktık, yaralandık, ağladık, kahkaha attık ama hepsini ikimiz yaşadık. Şimdi koca bir aile var, sen böyle düşünüyorsun ama ben bir adım öteye gitmek istemiyorum.'

'Hiç mi kaçmak gelmiyor içinden?' hafifçe geri çekilip adamın gözlerine bakmaya başladığında başını sağa sola salladığını görerek havalandırdı kaşlarını.

'Kaçsam da aileme geleceğim. Senin için her şey yeni başta bende garipsedim ama şuan olan durum çok farklı. Biyolojik annem yurda geldiğinde griptim ben anlatmıştım sana hatırlıyorsun değil mi?' uzandığı yerden doğrulup başını sallayarak bağdaş kurduğunda Turan sırt üstü dönerek dudaklarını ıslattı.

'Doğru düzgün hastalanan bir tip değilim zaten, biliyorsun. O hastaneden abim çıkardığında kendi evine getirdi direkt beni. Tek kelime etmeme müsaade etmedi, evleneceğini anlayana kadar da yerleştirdiği o odada kalırdım ben. Gelemezdim evime, vardı ama giremezdim eve işte. Duş falan aldım, aşağı indim, Elif anne, ki kimsenin yanında hala anne demem, çorba yapmıştı. Hayatımda ilk kez anne çorbası içtim Irmak. Biraz direncim kırılsa kendi eliyle içirirdi yemin ederim ki. Deha, çok umursamaz görünür ama ben normal hayata adapte olana kadar peşimden ayrılmadı. Benim o biyolojiklerden kardeşim var mı bilmem ama Deha gibi sapa sağlam bir kardeşim var eminim. Sonra Deniz, o sırada Arjin yoktu piyasada, bir gün bahçeyle uğraştığımı fark edince sonraki gün kapımın önüne bahçe için eşyalar bırakmıştı. Abim... Onu hiç söylemiyorum. Kanını taşıdığım adam bir kez başımı okşamadı Irmak ama abim yirmi küsür yaşındaki halime aldırış etmeden babam gibi, sanki sekiz yaşındaymışım gibi başımı okşadı, öyle eliyle falan da değil bakışıyla yaptı. İnsan ailesini bırakıp gidemez.' Derken başını Irmak'ı da ikna etmek istercesine sağa sola sallasa da dudakları tebessümle kıvrıldı, 'Gidelim diyeceğim sana ama olacağı biliyorum.'

'Ne olacak?'

'Ben senede bir kez bile olsa o çorbayı isteyeceğim, elli yaşımda olsam başımın okşanmasına ihtiyacım olacak, laf söz dinletemeyeceğim bir velet arayacak gözlerim, birilerinin konuşmama ihtiyacı olmadan beni anlamasını isteyeceğim. Biz ailesizdik Irmak, seninle kafa kafaya verdik tüm eksiklikleri attık kenara, yine yapar mıyız? Yaparız. Yeter mi? Yeter. Fakat oğlumu dayılarından, ananesinden, kardeş gibi olacağı kuzenlerinden ayrı tutup bizim yaşadığımızı yaşatamam. Var gücüm çok şükür. Şimdi kalkıp gideyim, abi işi bırakıyorum ben diyeyim Allah yukarıda bir kez ağzını açıp itirazı olmaz helallik ister biliyorum ama ailemi geride bırakamam. Senin de bırakmana izin veremem.'

'Bırak, tüm eksikliklerin içerisinde biz tam kalalım.' Başını sallayıp onay veren kadınla gülümsediğinde bakışları kısa bir an duraksamış dudaklarını ıslatma ihtiyacı hissetmişti.

'Ne oldu?'

'Seni abinden isteyeyim mi?'

'Ne?'

'Duydun işte, isteyeyim seni abinden?'

'Neyim ben Turan? Bir kaşık tuz mu? Ne istemesi ya, beni benden istedin işte.'

'Damarın sıkıntılı senin Irmak. Standart manyaklardan değilsin.'

'Ben mi manyak oldum şimdi? Abimden isteyecekmiş, katıksız kalas mısın acaba sen?'

'Ne var yani, isteyeyim işte. Düzgün yapalım bir şeyleri, herkesin gönül rızası olsun'

'Ya vermezse?'

'Kaçırırım diyeceğim de kendi evimden kaçıramam... Verir ya, iyi adamım bende şimdi.' Gülerek mırıldandığında Irmak tek kaşını kaldırıp dikkatle süzdü Turan'ı.

'Allah var sen iyi adamsın da abim sana kıyıp beni vermez bence.'

'Bak o konuda haksızsın diyemem.' Gür kahkahasının arasından konuşmasına Irmak'ın sertçe omuzuna vurması eşlik ettiğinde zorlukla sakinleştirdiği gülüşüyle dudaklarını sıkıca birbirine bastırıp inceledi kadını. Sanki yüzünün her santimi değişime uğramışta tekrar ezberlemesi gerekiyor gibiydi Turan. Gerçi söz konusu Irmak'ken onun da durumu farklı değildi. İçindeki körüklenmesi bir an durmayan yangın yıllar sonra hatalarıyla ayakuçlarına dökülmüştü. O yangın tümüyle yutmuştu kadının ruhunu. Çevresiyle iç organları çepeçevre ateş tufanıyla sarılıyken Turan'a bakmak, ona dokunabiliyor olmak tüm ruhunu anlamsızca bir rüzgara esir kılıyordu.

'Ulan Irmak...' iç çekişiyle harekete geçen göğsündeki parmaklarına gözlerini kaçırarak dudaklarını ıslattığında alnına yerleşen tenle beraber sıkıca kapattı gözlerini.

'Hayalini kurup içine dahil olmadığım anların için o kadar yandı ki ciğerim, aldığım nefes katran gibi çürüttü içimi. Deniz'i ilk gördüğümde küçücüktü, baktım ne erkek var etrafta ne de Deniz'i arada bir bıraktığın birisi. Ulan kafamın içi savaş yerine döndü. Benden başkasını nasıl böyle sever dedim, her sormamda o savaş alanında kafamda kurşunlar çarpıştı.' Göğsüne sığınan kadının sırtındaki parmaklarını sıkıştırıp yumruk yaptığında adem elmasını titretecek şiddette yutkundu.

'Bir adamı ondan çocuk yapacak kadar nasıl sevdi dedim. Piyasada kimse olmayınca Allah var yukarıda Deniz'in babası öldü diye düşündüm. O daha çok koydu. Ölmüş, bir tane evlat var ortada, sen varsın ama hayatına kimseyi almamışsın. Oysa benden sonra gidip evlenmiştin. Ölü bir adama ihanet edemeyecek kadar sevmiş olman düşüncesi kızgın şişlerle ölmek gibi hissettirdi. Çığlık çığlığa ama sesini duyuramayacak kadar nefes kesici...' dudaklarını dikmek istercesine yeniden birbirine bastırıp derince soluklanırken sanki hayat üçgeni kurmuş gibi alnını göğsüne yaslamış, cenin pozisyonu alarak ellerini de aralarına sıkıştırmış kadın kıpırdanmıştı. Ağladığını bilecek kadar tanıyordu Irmak'ı. Turan'a göre Irmak hayatında tanıdığı en garip kadın olabilirdi hatta. Kendine gecelerce ağlayıp sığınan hali ilk gün tanıdığında da, şimdi de dışarıya karşı bir buz dağı oluyordu. Hayat onu öyle sürüklemiş, zihnini öyle şartlandırmıştı ki abisine, kardeşine karşı dahi bu kadar şeffaf ağlamazdı. Şimdi hıçkırıklarını saklamak isterken olan hali iki şekilde dağılabilirdi, ya derin bir nefes alıp konuşacak yada yutkunmaya çabaladığı o yaşları serbest bırakmamak için garip sesler arasında gizlice yaşlar dökecekti.

'Oradan abimi çıkarırken seni görünce kanım dondu biliyor musun?' iç çekmeleri arasında çatlamış sesiyle mırıldanan kadına gülümsemeye çabalasa da devam edeceğini bilerek sessizliğini korudu.

'Sanki hayal görüyordum, sanki sen orada hiç yoktun da ben gerçekten aklımı kaybediyordum. Tanımam etmem daha Dağhan'ı, gecenin bir vakti, ormanın ortasından geçen bir yolda pusu atmışlar, bir an ister his de, ister şans yardım etmek istedim. Sonra seni karşımda görünce artık gerçekten hastaneye kapatmaları gerektiğini düşündüm. O an orada Dağhan falan olmasa çığlık ata ata beni hastaneye götürün derdim. Sen vardın ama hiç sen değildin. Saçların üç numaraydı, kısacık, bakışların buz kütlesinden hallice, duruşun... Duruşun bile sen gibi değildi.' Başını geriye çekip yüzünü süzdüğünde kaşları da çatılmaya başlamıştı.

'Kaçar gibi yanınızdan ayrıldıktan sonra eve gider gitmez doktor aradım. İyi olmadığımı, sanrılar gördüğümü anlattım. Sabaha kadar uyku uyumadım, belki de yorgunluk tetikliyor, bir anda evin orta yerinde karşılaşırım seninle, gelirsin karşıma ama bu kez gerçekten sen olursun diye. Sonra...'

'Sonra?'

'Sonra abim iki gün geçince muhtemelen hesaplarını kapattıktan sonra ofise geldi. Teşekkür etti, hayatını borçlu olduğunu falan zırvaladı sanırım tam anımsamıyorum, sen ofisin kapısında sırtın bana dönük dikiliyordun. Mantığım sadece Dağhan varken orada olmanı almadı, hala kafamın içinde bir canavar var ve onun oynadığı oyun diye düşünüyordum. Tabi abim kalkıp giderken seninle konuşana kadar. Seninle konuştu Turan, benim hayal ürünü, sanrı zannettiğim seninle konuştu. Dağhan'a nefretim ilk o anda baskın geldi, kendini gösterdi. Nefret ettim adamdan resmen, seninle konuşabiliyor, seni bir piyon olarak kullanıyor düşüncesi o kadar içime işlemeye başladı ki eğer Dağhan direkt arabaya binmek yerine dönüp bana baksa attığım bakışlardan dost değil düşman edindiğini anlardı.'

'Arkamda bir masada oturduğunu bilmek ama normalmiş gibi davranmak çok zordu açığını istersen.'

'Dağhan'ı vurduğum gün, daha doğrusu Deha ile tehdit ettiğim gün...' kısacık bir nefes alışıyla duraksadığında dudaklarını ıslatıp devam etti, 'Vurduktan sonra yanına gidip ondan birkaç adamını istediğimi söyledim. Tek derdim maşası olmamandı ama direkt seni söylersem zayıf karnım olduğunu anlayıp daha kötü şeyler yapabilirdi. Seni, bir de tipini anımsadığım iki kişiyi tarif ettim ona. Kan kaybediyordu, kafasına sıksam bir halt yapamazdı ama diğer iki adamını vereceğini, senin hakkında ise kılını kıpırdatmayacağını söyledi bana. O kadar delirdim ki yeniden üçünüzü istediğimi söyledim. Sık kafama yine de kardeşimi sana vermem dedi. Daha kötüsü iyice kavrayayım diye aptal gibi sağlam eliyle silahı alıp kafasına yasladı namluyu. Deha ne ise Turan'da o, Turan için de sıkarım kafama yine de kardeşimi senin eline çöpmüş gibi vermem dedi.'

'Abim falan ama dümdüz bir geri zekalı Dağhan. Bir erkek hem bu kadar akıllı hem nasıl aptal olur hiç anlamıyorum.' İsyan edercesine konuşmasına devam ederken Turan tek kaşını kaldırarak gülümsemeye çabaladı.

'Ama biliyor musun orada senin için canını ortaya koydu ya o dakika aklıma senin söylediklerin geldi. Ne demiş olabilirsin bu konuda sence?'

'Ne dedim?'

'Öyle bir aile kuracağım ki Irmak, iyi ki geçmişte kalanlar bugüne gelmemişler diyebileceğim. Öyle baba, anne, kardeş bulacağım ki, kim gelse yerini dolduramayacak onların... Böyle demiştin.' Kadının söylediklerine başını sallayarak onay verdiğinde gülümsemesi de yüzüne iyice yerleşti.

'Sözümü tutarım bilirsin.'

'Sonra Dağhan'ın seninle konuştuğunu görünce benim balatalar yandı tabi uzun süre izledim sizi. Deniz'i gördüm yanında, markete gittiğinizde, sitenin önünde. Arjin'de vardı ama Deniz senin kolunun altındaydı hep. Gerçekten aile kurduğunu anladım. Deniz'le evlendin sandım, içim kıskançlıkla kavrulurken daha çok sinirlendim, kontrolümü kaybettim.'

'Arjin benim yanımda Deniz'e yakın duramaz fazla, karısı bile olsa öyle. Deniz kız kardeş gibi benim için, o da abisi gibi görür. Hatta Arjin evlenecekleri zaman abime gitmiş, her şey tam olsun istiyorum Deniz senin evinde abi, senden isteyeceğim demiş, o da git Turan'dan iste benden daha çok kayın babalık yapar sana demiş.'

'Senden mi istedi peki sonunda?'

'Evet, dört kez istedi benden.'

'Dört?'

'Kız evi naz evi, dört kez bahane ürettim. İlk geldiğinde araştıralım çevreye soruşturalım dedim mesela.'

'Her dakika dip dibe değil misiniz? Kime sordun adamı?'

'Bahane... Kimseye sormaya ihtiyaç yok aslında ama insanın içi el vermiyor. Sonra çocukları ayarladım, mevzu varmış gibi çıkardım evden, sonra kızımızla konuşalım bir dedim, en sonunda da abim bokunu çıkarma Turan diye azarlayınca boyun büktüm.'

'En azından Dağhan insaflıymış.'

'İlk iki defada o da eğlendi. Üçüncüde abime konuş Turan'la yoksa kaçırırım abi, Deniz'i kaçırmazsam keçileri kaçıracağım demiş, gerildiğini anlamış tabi.'

'Peki şimdi Dağhan'a hangi yüzle gidip kardeşini istiyorum diye çıkacaksın? Seni kim kollayacak?'

'Deha...' omuz silkip gülümsediğinde Irmak tek kaşını kaldırıp dikkatle süzdü adamı. Erkek kardeşi tutup Turan'ı abisine karşı koruyacaktı. Güzel komedi filmi olurdu bu senaryodan.

'Erkek kardeşim olan Deha'dan bahsetmiyorsun herhalde?'

'Onu hallederim ben, bir de Ceyhun var işte. Arjin kesin abimin safında yer alır.' Hala havadaki kaşıyla adamı süzmeye devam ederken Turan derin bir nefes alarak uzandığı koltukta doğrulup bir sigara yakarak kedi gibi kıvrılmış bedeni süzmeye başladı. Tüm geçip giden kırgınlıkları, acıları, hatta kahkahaları bile kirpikleri arasında gizli gibiydi. Turan olaysız dağıtılmış bir adamdı ancak onun yerine Irmak epey olaylıca parçalara bölünmüştü. Tırnaklarından saçlarının ucuna kadar zarar ziyan verdikleri kadına baktıkça kendisinin hala ufak bir kız çocuğu görmesi ne derece doğruydu bilemese de istediği kadar kendini koruyabilsin Irmak bire bir yüreğinin korunmasına ihtiyacı olan çocuktu Turan'a göre. Onu ilk tanıdığı zamanlar da yüreğini koruyamayan hali vardı, hali hazırda şimdi de. Sadece yıllar önce, ki adama asırlar gibi gelen bir zaman diliminde o korkan halini ustaca saklamayı öğrenebilmişti.

Kadınlar belki de bir cevizden hallice olabildikleri için bu kadar güzel kalabiliyorlardı. Dışarındaki sert kabuk en hassas noktaları olan, sevilmekle kırılırken içindeki müthiş şaheser ortalığa dökülürdü. Bazıları parça parça kalır, bazıları ise oldukları gibi bütünlüğüyle sergilerdi kendilerini. Ceviz gibi ağacı da garipti aslında. Uzun süre altında kalan, dibinde bekleyenler ceviz ağacının salgıladığı sülfür gazına maruz kalınırdı. Sülfür gazı ağır bir yapıda olduğu için dibe çöker ve insanı sersemletirdi. Kadınlar da aslında fazlaca benzer şekilde uzun uzun zarar vermek için yanlarında duranları sersemletmeyi severlerdi. Hiçbir şey yok gibi düşünen o ziyankâr kişiler aslında en çok zarara uğrayanlar olurdu. Ancak kadınlar sevdikleri adamları dallarında taşımaya milatlar kadar önceden beri niyetliydi. Sadece gölgesini değil, hayatındaki her yerin dalını, dalından görünen en neşeli anılarının manzarasını, dışı kabukla çevrili acılarının tatlısı olan cevizini, tüm varlığını sunardı sevdikleri adamlara kadınlar.

'Aslanım.' Dağhan içeri kaçmış kızını fırsat bilerek Deniz'i anında kucakladığında ufaklığın parlayan gözleri de kendi harelerini bulabilmişti. Elindeki ahşap parçayla son on dakikadır oyalanmak bir yana epey ilgisini çekmişti ki bir an elinden bırakmıyordu.

'Efendim dayı?'

'Var mı canını sıkan bir durum bakalım?' kucağındaki bedenle bahçe takımına yerleştiğinde Deniz'in boncuk boncuk bakan gözleri gülümsemesinin etkisiyle kısıldı.

'Neden canım sıkılsın ki? Çok eğleniyorum ben.'

'Öyle değil dayım, üzüldüğün bir şey var mı? Kalbini kıran, seni mutsuz eden?'

'Bazen annemle babam kavga ediyor gibi oluyorlar.' Ufaklığın gözleri düşüncelice etrafta dolaştığında Dağhan'ın bakışları dikkat kesilmişti ufacık bedene ki o çok geçmeden gülümseyen haliyle tekrar baktı kendine.

'Bir kere anneme kızdım, seni üzmesine izin verme diye ama benim düşündüğüm gibi kavga etmiyorlarmış. Biz öyle anlaşıyoruz dedi.' Baktı Dağhan bir süre. On yaşında bir çocuğun annesine birisinin onu üzmesine izin vermemesi gerektiğini öğütlemesini düşündü. On yaşında bir çocuğun annesinin ruhunu, kalbini böylesine el üstünde tutmasına gülümsedi.

'Nasıl yani?'

'Babam sinirleniyor bazen, ulan Irmak diyor.' Başını onaylarcasına salladığında Deniz dudaklarını ıslatıp derin bir nefes aldı, 'Annem de dönüp söyle öküzcüm diyor. Ben acaba beni kandırıyorlar mı diye düşündüm ama kandırmıyorlar sanırım.'

'Neden kandırmadıklarını düşündün?'

'Çünkü ikisi de öyle anlaştıklarını söyledi. Hem onlar birbirlerine öyle söylerken de sarılabiliyorlar. Gerçek kavga olsa sarılmazlar değil mi dayı?'

'Sarılmazlar dayıcım, sarılmazlar...' göz devirip yıllardır tanıdığı Turan ve ne kadar yeni içli dışlı olsa da asabiyetini tattığı kız kardeşiyle derin bir nefes alma ihtiyacı hissetti. İkisinin de ayarı yoktu, ikisi de akıllarından geçen düşünceyi esirgemezlerdi, hal böyle olunca onların sakin sakin kavga edebileceklerini düşünüyordu. Kaldı ki sarılarak, özellikle sarılarak kavga ediyor olmalarını es geçmek istiyordu.

'Dayı, biz evimize gidecek miyiz?' duyduğu soruyla sarılmak kısmından çıkmak istercesine kendine geldiğinde kaşlarını havalandırdı.

'Eve mi gitmek istiyorsun ki? Sıkıldın mı bizden?'

'Hayır... Öyle değil.' Boynunu büküp harekete geçerek bacaklarını Dağhan'ın iki yanından sarkıtırken elindeki ahşap parçayı da ortalarına yerleştirip gülümseyerek devam etti konuşmasına, 'Hani burada babamın evindeyiz ya, annemin evine gidecek miyiz diye sordum.' Çekingen haline rağmen Dağhan karşısında kız kardeşinin hareleriyle aynı renk olan bakışların altındaki korkuyu görüyordu. Deniz bu soruyu sorarken bile korkuyordu ancak alacağı cevap ufaklığı daha çok ürkütüyordu. Tanırdı Dağhan. Bu korkuyu tanırdı. Kendisi on iki yaşındayken hastanede yatan annesinin gelip gelmeyeceğini aynı korkan gözlerle ananesine sormuştu. O gün nasıl kendisi annesini kaybetmek istemiyorsa, bugün Deniz'de Turan'dan uzak kalmak istemiyordu. Ufacık kalbi yıllardır yanında olmayan, tanımadığı Turan'ı öyle güzel seviyordu ki bunu baba veya annesine sorarak iki yoldan birini seçmelerine mecbur bırakıp o seçeneklerin açılmasını istemediği için kendisiyle konuşmuştu. Eğer bu soruyu anne ve babasına sorsa onların seçmesi için iki seçenek sunacağını düşünmüştü muhtemelen. İki yolun ucunda da birisinin eksik olduğu tercihler vardı saf ve temiz aklında.

 

Loading...
0%