Yeni Üyelik
79.
Bölüm

Bölüm 76 - Hayat Bana İstediğini Yapsın

@biceruvar

 

8 Mart bugün. Butimar'la sizi tanıştırdığımdan beri üçüncü kez 8 Mart'ı görüyoruz. Emekçi veya kadın olduğumuzu kendimize hatırlattığımız, bugünde başkalarının da hatırladığı veya hatırlattığı bir tarih. Butimar'ın doğma sebebi. Pera'nın, Elfe'nin, Nida'nın, Derya hanımın, Elif hanımın, Afitap sultanın, Deniz'in, Irmak Hale'nin veya sizin için artık Didem'in doğduğu yer Butimar. Hatta ismi bir bölümde geçen Neva ve Sevda hanımda doğdu bu sayfalar arasında. Ve pek tabi Deva ile Meva'da. Büyüdük... O kadar büyüdük ki geçmiş acıları arada sırada onlarla hissedip hatırladık satır aralarında. Çünkü aslında burada doğan onca kadın, bizim içimizde kanat çırpmaya çalışan yaralı kuşlardı. Daha çok sesimizi çıkardık, daha çok susturmaya çalıştılar yıllardır. Fakat umut ettik, burada sesi soluğu çıkmayan kadar çıkan onlarca insanla konuştum. Hepsinin ayrı bir hikayesi vardı, hepsi sıkıca bir kucaklaşma yaşattı bana. Ve bugün üçüncü kez gördüğümüz 8 Mart'ta sizlere yeniden, kocaman ve tüm kalbimle sarılmak istedim.

Varlığımız çok güzel sevgili kadınlar...

Varlığımız çok özel...

Bin bir farklı renkteyiz, bin bir farklı dildeyiz ve yaşam savaşımız bile çok güzel. Hayatınızda bu ve bundan sonraki tüm 8 Martlarda; sizlere çelik yelek giydiren, dövüşmeyi öğrenmek zorunda bırakan, korkutan, üzen, sizi siz olmanızdan tiksindiren, kalbinizin kendinize küsmesine neden olan, yutkunuşunuzu boğazınıza dizen, gerçek sevgiyi tattıramayan tüm insanlar sizlerden çok uzakta dursun.

Bu 8 Martta, 2024 yılının ilk çeyreğinde çoktan şiddet yüzünden hayata gözlerini yummuş 73 kadını hatırlayıp, anıp, hak etmediklerini bilip, kendimizi asla böyle bir zulme layık görmeden dik başlı ve kendinden emin kadılar olup, öyle kadınlar da yetiştirerek geçirelim.

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜMÜZ KUTLU OLSUN...

------------------------------------------------

Kendisi defalarca anne ve babasının arasında kalmıştı, kendisi defalarca bir savaş meydanına çıkmıştı fakat Deniz, Deniz bunun için çok küçüktü kendine göre. Dağhan tüm savaşları göğüslerken yaşı Deniz'den daha küçüktü fakat o böyle yetişmişti. Şimdi dizlerinin üzerinde kendine derin derin bakarak oturan yeğeni kendisi gibi yetişmemişti. En azından Dağhan güçlü olmak ve kalmak zorundaydı fakat Deniz öyle olmayacaktı. O zoraki bir güçlükle başa çıkmak, bir savaşın esiri olmak mecburiyetinde kalmayacaktı.

'Bilmem, annen bir şey söylemedi mi bu konuda? Veya sen annenin evine gitmek mi istiyorsun?' dediğinde asıl istediği Deniz'in hislerini duymaktı. Belki de çocuk bir türlü alışamıyordu Turan'ın varlığına. Çok iyi görünüp, babasıyla bol kahkahalı zamanlar geçiriyor olabilirdi fakat buna zaruri bir gerekçe olarak bakıyor, sadece vasfı, baba olması için susuyorsa gerek yoktu. Evet Turan bu ihtimalde çok yara alırdı ama Dağhan'a kalırsa henüz ergen bile olmayan çocuğun kanamasındansa Turan'ın acı çekmesini yeğelerdi.

'Hem istiyorum hem istemiyorum.'

'Neden ikisi de peki?'

'Gitmek istemiyorum çünkü annemin evine gidersek buraya çok uzak. Ben sizi özlerim, babamı da özlerim. Ama kalırsak da odam annemin evinde.'

'E paşam babanla odanı yaptınız siz, burada da var odan.'

'Öyle ama benim yine de oradaki odama gitmem gerek.' Utangaç haliyle beraber kaşları havlandı adamın anında. Nasıl bir gereklilik vardı da bir giz gibi içinde taşıyordu ki?

'Neden gerekiyor?' başını sağa sola sallayıp kuşkuyla ufaklığı süzmeye devam ettiğinde başta gözlerini kaçırsa da iç çekerek omuz silkmişti.

'Babama bir sürü resim yapmıştım ben, hepsi oradaki odamda kaldı. Hem babamın aldığı bir oyuncağım var, ben normalde onsuz uyumamam ama burada babama sarılıyorum ya o yüzden uyuyorum.'

'Babanın aldığı oyuncak mı var?' kaşları havalanırken Deniz kocaman gülümsemesiyle başını onaylarcasına salladı.

'Aslında oyuncak değil, saat.' Dağhan'da gülümsemeye başladığında başını sallarken tekrar gelen Deva'yla beraber Deniz kucağından inmişti ki derince soluklandı. Turan ne yapacağım diye yana yakıla kafayı bozarken aslında çoktan oğlunun hayata tutunduğu bir halat olmuştu. Sadece farkında değildi adam. Belki tanışmaları seneler sonra birbirlerinden habersizken olmuştu fakat Deniz ufacık boyuyla ömürlük bir sevgiyle bağlı kaldığı babasına defalarca resimler çizmişti.

Bir an bu konuda kızacağı Irmak'ı bile taktir etti Dağhan içten içe. Kaçtığı, çocuğunu kaçırdığı adamı evladına karalama veya öldü deme gafletinde bulunmamıştı kardeşi. Sanki her an bir yerden çıkacakmış gibi çizdiği resimleri saklayacağı kadar aklına babasını işlemiş, belli ki Turan'dan kaçarken Turan'ı da yanında sürükleyerek götürmüştü.

Oturduğu bahçe takımından tebessüm ederek kalktığında içeri girmişti ki Meva'yla uğraş halinde olan kadınlara gülüp, Pera'ya göz kırparak kapıyı işaret etti. İlerlediği sırada ardından geldiğini ayak seslerinden anlarken kapının önünde duraksamasıyla yanına ulaşmış kadını da kollarının arasına çekti.

'Deniz'in Irmak'ın evinden istediği birkaç eşya var, bir de Turan ile konuştum Irmak'la da konuşayım diyorum, yalnız bıraksam seni olur mu?'

'Sıkıntı değil ama Turan ve Irmak konuşmuyor mu şu an?' tek kaşını kaldırıp acaba abilik damarı mı kalktı diye kontrol etmeye çalışan kadının dudaklarına sıkıca kapanıp geri çekildi anında.

'Konuşmuşlardır onlar, bitmediyse de gelince devam ederler.'

'Gidip Turan'ın çenesini eline verme ihtimalin korkutuyor doğrusu.'

'Yapmayacağım güzelim.' Başını gülerek sağa sola sallasa da hala kendine kuşkuyla bakan tavrına gülmeden edemiyordu.

'Söz, gerçekten gidip ortalık karıştırmayacağım.' Ne kadar istemeyerek de olsa Pera'nın başını sallayarak onay vermesiyle bir kez daha kadının dudaklarının üzerini kapatıp dışarı attı bedenini. Cebindeki telefonu çıkarıp arama başlattığında kapının önündeki arabasına da yerleşerek derin bir soluk çekti. Dağhan'a bu zamana kadar rol biçilememişti adama göre ancak kendisi her durum ve şartta birileri için bir role bürüne biliyordu. Kardeşi için baba dahi olabileceği iradeyle sapa sağlam dururken kendisini geri plana atamazdı. Kırıklar, dökükler arasında kendi kalplerine batan cam parçaları şimdi evlerinde, yuvalarında olan çocuklara batmasın istiyordu.

'Efendim abi.' Irmak'ın yılmış sesiyle beraber arabayı harekete geçirerek ıslattı dudaklarını.

'Kapıya geliyorum, hazırlan çık, senin eve uğrayalım bir.'

'Neden?' şaşırmış tonuyla beş dakika sürmeden gelip durduğu yapıya göz atarak derin bir soluk çekti.

'Deniz'in evden istedikleri var, seninle de bir çıtır konuşmamız gerekiyor.'

'Kesin abilik damarın kabardı senin, geliyorum.' Aramanın bir anda sonlanmasıyla beraber bakışları evin kapısına odaklandığında on dakika geçmeden çıkıp basamakları hızlıca tırmanan kadın yanındaki koltukta yerini almıştı. Kuşkuyla kendini süzen Turan'a başıyla selam verip harekete geçtiğinde siteden çıkana kadar ağzından tek kelime dökülmedi. Irmak'ta sesini çıkarmadığından olsa gerek bakışları sadece uzayıp giden yoldayken arabanın içerisindeki sessizlikten rahatsız olarak müzik açıp sesi hafifçe yükselttiğinde başını koltuğa yasladı. Irmak'la, Turan'la veya bambaşka biriyle konuşmak Dağhan için problem teşkil etmezdi fakat söyledikleriyle yönlendirme yapmak, fikir değiştirmek istemiyordu. Bunun için de söyleyeceği her kelimeyi dikkatle seçmesi şarttı.

İstanbul'un Dağhan'ın en çok yıpratan yönüydü trafiği. Öyle ki normalde mesafe baz alınacak olsa otuz dakika sürecek yolu iki saatte gelmişlerdi. Bazen bu yüzden dahi İstanbul'u bırakıp kaçmak istediği oluyordu. Gerçi normalde hoşuna gitmeyecek trafikte geçen zaman bu defa işine yaramıştı. Fikirlerini sabote etmemek adına Irmak'la konuşacaklarını uzun uzun düşünüp, akla yatkın olan kelimeleri seçmişti. En azından kendisi öyle düşünüyordu.

Oturduğu beyaz koltuk takımından sonra salonu dikkatle süzmeye devam ederken Irmak'ın az önce bıraktığı kutunun kapalı kapağına göz attı. Bir çocuk için standart sayılabilecekten çok daha büyüktü fakat Irmak'ın orta sehpaya bıraktığı kahveyle beraber gözleri bu kez ona döndü.

'Bakabilirsin istersen, Deniz Turan'a çizdi, gerçi Turan'a çizdiğini bilmiyordu ama...' siyah karton kutunun kapağını kaldırdığında içindeki yüzlerce resim kağıdı ve kenarda duran bir başka ufak kutuyla kaşları havalandı. Eline o kutuyu alıp gözlerini Irmak'a çevirdiğinde kadının tebessümü de kendini göstermişti.

'Fotoğraflar, Deniz'in, Deniz ile benim, Turan'la olanlar falan.'

'Bakmamın sakıncası var mı?' ne kadar konuşmak için gelse de kardeşinin de yeğeninin de geçmiş hallerini görmek ağır basıyordu şu dakikalarda. Nasıllardı, ikisi bir arada iken ufacık bir kırgınlıkları var mıydı veya Turan daha önce nasıl bir adamdı, kardeşine nasıl davranıyordu bilmek, görmek istiyordu.

'Sakıncası yok elbette.' Bakışlarını tekrar elindeki kutuya çevirdiğinde bu kez onu açarak binlerce fotoğraf karesi olduğunu fark edip sehpaya bıraktı. Az önce L koltuğun diğer ucunda oturan kadının hareketlenip yanına gelmesinden sonra en üstte duran ufacık bebeğin haline gülümsemesi genişledi.

'Doğduğu gün... Çok çirkin değil mi?' buruş buruş teni, ağlak suratıyla orada öylece olan bebek bugün anlayışlı bir koca adammış gibi konuşan Deniz'le bire bir aynıydı işte. Hayat bu kadar hızlı ve takibi güç olabiliyordu. Bir altta kalan fotoğrafı parmakları arasına aldığında bu kez kız kardeşinin çökmüş olsa da parlayan gözlerine, hafif morarmış gözaltlarına, kucağındaki ufaklığa olan hayran bakışlarına denk geldi.

'On günlük...'

'Çok bitkin görünüyorsun.'

'Yorucu olduğu gerçeğini ben kadar sen de biliyorsun abi.'

'Tek başınaydın bir de...' başını sallarken aklındaki şeyleri silip atmak istercesine farklı bir fotoğrafa geçtiğinde ana kucağında göğsüne bastırdığı oğluyla olan Irmak'a denk gelmişti yine. Bakışlarını uzun uzun fotoğrafta gezdirirken kaşları çatıldığında baş parmağının ucu usulca fotoğraf karesindeki yüzde dolaştı.

'Özür dilerim Irmak.' Elindeki üç fotoğraf karesini sehpaya yüz üstü bırakırken gözleri gülümseyen kadına döndüğünde o hafifçe omuz silkti.

'Senin suçun yoktu, özür dileme o yüzden. Biz bu hikayenin olsa olsa mağdurlarıyız.'

'Keşke daha önce haberim olsaydı, keşke daha önce atağa kalkışabilseydim, daha önce senin için, yeğenim için bir şeyler yapabilseydim.'

'Sen öğrendikten sonra benim için de, Deniz için de elinden geleni yaptın abi.' Gözlerini kaçırıp tekrar ufak kutuya baktığında Turan ve Irmak'ın olduğu fotoğrafı parmakları arasına alarak dikkatle inceledi. Kocaman, olabildiğine temiz, huzurlu gülüşleriyle duran iki bedenin şimdiki iki bedenle alakası bile yoktu. Ruhlarında olan heyecan resmen gözlerindeki parıltılardan belli ediyordu kendisini. Turan şimdilerde olan donuk suratı ve bakışları dışında bambaşka bir adamdı. Irmak ise daha sevecen duruyordu.

'Ne yapmayı düşünüyorsun?' bir anda dudaklarından dökülen soruyla gözleri kardeşini bulsa da Irmak'ın çatılmış kaşları da usulca düzelmeye başladı.

'Sanırım Turan hakkında ne yapmayı düşündüğümü sordun?'

'Turan, Deniz, hayatın, sen, sen kendin için ne yapmayı düşünüyorsun Irmak?'

'Onu çok özlemişim Dağhan.' Duymayı düşünmediği itirafla beraber alt dudağını ısırarak kardeşine bakmaya devam ederken derin bir nefes aldı.

'Bugün biraz konuştuk, Deniz sizde olduğu için tahmin edersin zaten. Biz Turan'la kedi köpek gibiydik hep. En iyi anımızda bile birbirimize laf sokarak anlaşırdık, hala öyle. Büyümüşüz sadece, daha durgun, daha sakin kalabiliyoruz.'

'Aranızdaki ilişkiyi değil, senin ne hissettiğini soruyorum.' Lafı farklı yerlere çekerek değiştirmeye çalışmasıyla mırıldandığında Irmak bakışlarını kaçırsa da Dağhan elindeki fotoğrafı da diğerlerinin üzerine bırakıp fincanını alarak geriye çekildi. Tek dizini katlayıp altına çektikten sonra ısrarlı gözlerle bakmaya başladığında Irmak'ta onun gibi kahvesini alıp yüzünü kendine dönerek oturdu.

'Korkuyorum.'

'Ne korkutuyor seni?'

'Biz önceleri birbirimizi dengelerdik, şimdi dengeleyemezsek diye korkuyorum. Dağhan, sevgi çok önemli bir şey, bunu kesinlikle göz ardı edemem ama her şeye yetmez. Eskisi gibi alel usul yaşayamam, buna razı gelemem, Deniz var ortada. Önceden sinirlenince kapıyı çekip çıkardık birimiz, sesimizi yükseltirdik, sonra dönüp dolaşıp gelirdik fakat şimdi bu kadar özlem sonrasında bizim eski halimiz Deniz'e göre değil.'

'Peki çözümün var mı buna?'

'Bilmiyorum... Ben eskisi gibi değilim, Turan... O da eski Turan değil. Korkutuyor bu beni. Oğlumu kavganın arasında bırakmak istemiyorum, yapamam. Ama...'

'Ama Turan'dan da tekrar vazgeçemezsin.' Yorumuyla Irmak gülümseyerek başını salladığında Dağhan kahvesinden bir yudum alıp tebessüm etti.

'Turan'ın sana karşı fiziksel veya psikolojik bir şiddet gösterdiği oldu mu?'

'Hayır.' Beklemeden verdiği cevapla adam usulca başını sallayıp fincanı sehpaya bıraktı.

'Yıllar önce kopmasaydınız da hayat bir şekilde sizi değiştirecekti Irmak. Şuan birbirinize yabancı bile gelebilirsiniz, çok normal, benden daha iyi biliyorsundur. Turan'a da söyledim, yıkılan bir evde büyüyecek çocuktansa ayrı ayrı olun evladınızı öyle büyütün dedim. Size tartışmayın gibi garip bir cümle kuramam, kavganız da olacak, kahkahanızda, yeri gelecek ağlayacaksınız, yeri gelecek siktiri çekeceksiniz derde tasaya. Fakat mesele şu, ben bunu Turan'a söylemedim ama sana söyleyeyim. Deniz ikiniz için de önemli, siz de Deniz için değerlisiniz, birbirinizin hayatlarında yerinizin ne olduğuna karışamam ben ancak kavganız, tartışmanız oğlunuzun gözünün önünde olmasın, tek temennim bu olabilir.'

'Abi.' Kararsız mırıltısıyla başını sağa sola salladığında Irmak dudaklarını ıslatıp derince soluklandı.

'Turan'la evlenmeyi düşünüyorum ve bu kez ben ona evlenme teklifi etme taraftarıyım.' Demesiyle bir dakikalığına sessiz kaldı Dağhan. Çoğu insana bu mantıksız gelirdi, bir üstünlük kaybı veya zayıflık gibi ama öyle olmadığını en azından Turan'ın bunu kullanmayacağını biliyordu. Ve şuan karşısında oturan, kararlıca konuşan kız kardeşini eğer birazcık tanıdıysa Turan bunu kullanacak olduğu dakika kolunu bacağını kırıp eline verirdi.

'Böyle iyi olacağını düşünüyorsan yap gitsin.'

'Nasıl yani sen köpürmeyecek misin?' kaşlarını çattığında Dağhan anlamaz haliyle uzunca izledi kadını ki kendisi konuşmadan devam etti Irmak, 'Ne demek evlenmek, daha kaç gün oldu siz arayı bulalı, en basit şekilde bir de sen mi evlenme teklifi edeceksin falan diye?'

'Daha fazla aynı evde yaşamınıza evlenmeden devam ederseniz bende şarteller kısa devre yapacak o yüzden evlenmeniz en mantıklısı. Ha, evlenme teklifi mevzusuna gelecek olursak kız kardeşimle gurur duymamı sağlarsın, bir kez daha.'

'Neden gurur duyacaksın?' kadının parlayan gözlerinin üzerindeki kaşları derince çatıldığında gülümseyip göz kırptı Dağhan.

'Bir adamın karar verip teklif etmesini beklemek yerine kendi kararını vererek uygulamaya koyduğun için. Tek başına veya ailenle fark etmeksizin Irmak olduğun için. Sen bire bir Irmak'sın çünkü. Verdiğin kararlar, yaptıkların ve hissettiklerinle. Neden sana abi de diye diretmiyorum sence Irmak?'

'Neden?'

'Çünkü bunu hissettiğinde zaten söyleyebilecek bir kadınsın sen. İstediğin zaman gidip Turan'a evlenme teklifi edebilecek, istediğin zaman baş kaldırabilecek... Buna karar verdiysen arkandayım, git yap sadece kalbinin kırılmasına ve kalp kırmamaya dikkat et bana yeter de artar.' Yüzünde usuldan oluşmaya başlayan gülümsemeyle başını omuzunun üzerine düşürdüğünde bir kez daha anladı Irmak. Hayatı boyunca bir kadının arkasında durduğundan haberdar olduğu aile başka bir evrendi. Geç tanışmış, geç tatmış olsa da daha önceleri kendinden ve oğlundan aldığı o gücü şimdi ailesinden alıyordu. Yıllarca tanımadığı, bilmediği ailesinden.

Irmak için bu aslında bir şoktu. Ailesi vardı. Bir ailesinin olmasının anlamını asla bilmeden büyümüş bir kadındı ve bu yüzden belki de haddinden fazla ağır tepkiler vermişti. O tepkiler Dağhan'ın yaralanmasına, Deha'nın çıldırmasına neden olmuştu fakat sadece aile nasıl olunur bilmediği için hırçınlaşmıştı. En başta Dağhan kendisine haberlerinin yeni olduğunu ve bunu öğrendikleri dakika araştırmaya başladıklarını söylemişti, Irmak bunu anlamış, kabullenmiş, hatta söyler söylemez inanmıştı. Çünkü Dağhan ve Deha'nın kardeşliğine şefaflıkla şahit olmuştu. Fakat ne yapacağını bilememek çokça bocalamasına sebebiyet vermişti. Kadın tek başına büyüyünce birine ihtiyacı olmuyor değildi de, ihtiyaç duymaktan korkuyordu. Belki de sadece bu yüzden daha da zıvanadan çıkmıştı Irmak.

'Irmak, seninle asıl konuşacağım konu bir hislerindi, bir de Deniz.' Diyen Dağhan'la rahatca oturan hali anında dikleşti. Bir kadının belki de en çok yıpranacağı noktaydı evlat. Ondandır ki en hassas oldukları konu da buydu.

'Ne oldu Deniz'e?'

'Bugün birkaç şey konuştuk, sadece... Nasıl yaşamınıza devam edeceğinizi bilmediğim için aklıma takılmıştı ama ayrı olmaktan korkuyor. Turan'la yani, uzaklaşmak, bizimle olduğu ortamdan kopmak istemiyor. Kararın ne olursa olsun arkandayım ancak çocuk psikolojisinden benden daha iyi anlıyorsundur, Deniz'le konuşun olur mu? Sizin adınıza cümleler kurup, belli düşüncelere kapılmasını istemediğim için fazla cevabım yoktu ama merak ediyor. Size de sormak istemiyor anladığım kadarıyla, daha doğrusu duyacaklarından çekiniyor da olabilir.' Dağhan dudak büküp omuz silkerek konuşsa da Irmak az önceki rahat haline tekrar dönerek gülümsedi.

'Küçük yaşlarda ve ergenlik döneminde abiliğin nasıl bilemem ama çok iyi bir dayısın sen.' İçtenlikle konuştuğu gözlerinin parlamasından bile belliydi. Karşısındaki adamı yıllarca düşman gibi görmüş, dişlerini ve pençelerini göstermiş bir kadın olmasına rağmen şimdi her kelimesi samimiceydi. Dağhan çok zamanların ötesinde nasıl bir abi olurdu bilmiyordu, hatta Dağhan'la çocukken aynı evde olsa birbirlerine girmeyeceklerinden de emin değildi, çünkü ikisi de kafasının dikine giden ve kararlı insanlardı, bir de kolayca insanların söylediklerini yapacak kişiler değillerdi. Ancak bir dayı olarak oğlu bugün gidip kendisine içini açtıysa eğer mükemmel bir dayı olduğunu dillendirebilirdi. Çünkü Deniz kolay kolay içinden geçenleri diline vuran, sakladığı o duygularını ortaya saçan çocuklardan olmamıştı. Deniz bugüne kadar uzun zamandır tanıdığı Aden'e veya Övünç'e koşup sarılmamıştı. Övünç'ü anlardı, Deniz belki de o saf çocukluğun kendine sunduğu imkanla tehlikeli olduğunu hissederek onun boynuna atlamamıştı ancak Aden... Onu bir abla gibi görmüştü Deniz, çok sevdiğini, özlediğini defalarca dile getirmişti ama hayır, hiç biri bugün Dağhan veya Deha'ya koşup dayı diyerek boynuna sarıldığı kadar güven duyan halde değildi.

'Yeğenim zehir gibi sadece, o öyle olmasa ben dayılık falan yapamam. Hem ben de merak ediyorum, nerede yaşayacaksınız siz? Kaçıp gitmezsiniz değil mi bir anda?'

'Turan gider mi sence abi?' sorusuna Dağhan kaşlarını havalandırıp indirerek hayır dercesine yanıt verdiğinde Irmak gülerek sarıldı adama. Kendinden daha iyi tanıyordu sevdiği adamı sonuçta. Turan'ın Dağhan'ın peşini bırakmayacağını kendisi de çok net bir şekilde biliyordu. Oğlunun doladığı kolları gibi kollarını sımsıkı doladı abisinin boynuna. Sırtını saran iki kolunun kendi kaslarıyla beraber sıkılaştığını hissetti, birisinin onu sırtından bıçaklamak için bekleyenleri engellemek adına dahi kollarıyla koruyabileceğini hissetti. Bir adamın kız kardeşi olmak nasıl güvenilir bir yermiş ayırt edebildi. Kendisi ne kadar kollarını sıkarsa sıksın bir an itiraz etmeden kendisi de sıkıca sarılan Dağhan'ın aslında ne tür özverilerde bulunup, nelerle çabaladığını tüm hücreleriyle hissetti. Bazen sarılmak insanlara duygu aktarımı sağlardı ve Irmak bu düşünceyi destekleyen bir kadındı. Öyle duyumsadı. İçinde yanan ateşi, kor gibi olan kalbini, şefkatini, pişmanlıklarını, mutluluğunu, hatta verdiği değeri bile iki kolunu bir boyna insan öldürmek için olmayan bir eylemle sararken iliklerine kadar hissetti.

Belki yeterli geldi bu süreç belki de uzatılmak istemedi ama ikisinin de kolları gevşerken Irmak saçlarının arasından şakağına ulaşan öpücüğü hissetti. Dolan gözlerini kaçırmadan, ilk kez yenilgiye uğramışcasına olan halini saklamaya ihtiyaç duymadan tam olarak ayrılmayan bedenleriyle baktı Dağhan'a hafifçe uzaklaşıp.

'Çok acı çektin.' Alt dudağı ufak bir çocuk gibi düşerken Dağhan gülümsemeye çabalıyordu. Fakat bu mutlu olmaktan çok beni anlıyorsun dercesineydi.

'Takma kafana bunları.'

'Nasıl böyle olabiliyorsun ki?' dedi Irmak sertçe yutkunurken, derin bir nefeste aldığında dudaklarını ıslattı, 'Canilerin asıl sebebi bir başka canidir. Sen nasıl oluyor da canileşmiyorsun?' yüzüne dökülen saç tellerini usulca kulağının arkasına sıkıştırdı Dağhan. Irmak'ın bir yerde bu sarı rengi değiştireceğini, ona civciv gibi bakmaktan vazgeçip Didem olacağını biliyordu. Didem'i de şuan olan Irmak'tan çok daha başka birisi olarak karşısına çıkaracağından emindi. Irmak, Irmak olan haliyle herkesin aklına bir cellat olarak kazınacaktı ve eğer Dağhan bu zamana kadar olduğu gibi şimdi de tahminlerinde yanılmazsa kendi içinden doğacak Didem çok daha samimi, gerçek ve masum olacaktı.

'Çünkü sen benim ailemsin Didem. Çünkü sen benim kız kardeşimsin ve bir cani değil, sana sadece sığnak olabilirim. Senin için kapıları her zaman sonsuza kadar açık olacak bir sığnak.' Dediğinde aslında Irmak'ın tepkisini bekliyordu. Fakat kadına Didem demesi ufacık bile rahatsız etmemişti onu. Hatta dudaklarında bir tebessüm asılı kalmıştı.

'Gittikçe alışıyorum bu isme.' Diyerek kıkırdadığında Dağhan'da öyle olacak tabi dercesine kaşlarını havalandırıp indirerek göz kırptı. Hayatı boyunca uzak kaldığı kız kardeşini bir başkası olarak tanımıştı Dağhan. Tanıdığı o uzun süreçte ise gözü kara bir deli olduğu dışında fikir yürütmemişti. Zaten o sadece sevdiklerine empati yapabilen bir adam olmuştu. Bu vakitten sonra Irmak'ta o sevdikleri arasında olduğu için anlayıp hissedebiliyordu kadının. Yaşadıklarını anlattığı kadar anlatmadığı detaylar olduğunu da biliyordu, nasıl izah edilir bilemediği için cümle kuramadığını da anlayabiliyordu. Çok kadın görmüştü, iş hayatında, sosyal yaşantısında, eğitim süreci boyunca fakat en çok ailesindeki kadınlara dikkat kesilmişti. Kızgın demirlerle dövülselerde ayağa kalkabilecek kadar güçlü ancak yüksek bir sesi dahi onlara yaklaştırmayacağından emin olduğu ailesindeki kadınlar...

Koca bir kabuk nasıl kırılır onu izliyordu her saniye mesela. Irmak onun için çetin bir ceviz olmuştu daima. Elini önce yeşile sonra siyaha boyamış, tırnaklarını içini görebilmek adına kabuğunu açmak istediğinde paramparça etmişti. Fakat öyle veya böyle sonunda avuçlarında tertemiz, ince kabuğu soyulunca beyaz bir parça kalmıştı. İşte tam olarak iki kabuğundan arınmış, ince zarı çıkarılıp atılmış Irmak onun masum ve tüm hayatı boyunca arkasında dimdik duracağı kız kardeşi Didem'di.

Düzene girmeye başlayan her detayla beraber rahat bir nefes almış olmaları gerçeğini es geçemiyordu Pera. Uzun zamandır diken üzerinde olan sevdiği adamın bir nebze kendisine gelmesi, dahası itirazsız şekilde bende geliyorum dediğinde şirket konusunda sıkıntı çıkarmayışı resmen yüreğine su serpmişti. Kısa bir ara gibi görünse de Pera'ya göre epey vakit olmuştu çalışmayalı. Tüm gün kendisini adarcasına verdiği dosyaların ve program listelerinin arasından gelip odasının ortasında dikilen Dağhan'la kopmak zorunda kaldığında da arabada buldu bedenini.

Gözleri sahildeki insanların günlük işleyişinde gezinirken akşam trafiği de resmen izlemesi adına gün batımı manzarasına sebebiyet veriyordu. Parmakları arasından geçen parmaklarla gözleri Dağhan'a döndüğünde gülümsemesini genişleterek baktı onun da manzarayı izlemesine. Kızıllık tüm denizin üzerine yansırken bazen zamanın içerisinde kayboldukları gerçeğini göz ardı edemiyordu.

Hayat öyle hızlı akıp geçiyordu ki Deva'nın boyunun daha da uzamış olması, Meva'nın kendini toparlamış ilk başlardaki huzursuz halinden çıkışı, tüm koşuşturma ve kaos halinden sonra hala bir akşam iş çıkışından sonra sevdiği adamın elini sıkı sıkıya tutuşu gerçeklere gülümsemesine sebebiyet veriyordu. Ufak hareketlenme yaşayan trafikle beraber Dağhan'ın bakışları yola döndüğünde şakağını koltuğa yaslayıp izlemeye devam etti. Ne olduğunu anlamadığı anda u çekip park alanına giren arabayla kaşlarını havalandırdı.

'Ne oldu?' derken etrafta bir problem olup olmadığını anlamak için çevreye bakınsa da Dağhan'ın cümlesiyle şaşkın gözleri ona döndü.

'Yürüyelim mi biraz?' sahiden istemiş miydi adam bunu? Üstelik Pera ağzını açıp tek kelime bile etmemişken veya daha önce sık yaptıkları bir eylem halinde değilken. Dağhan insanların olduğu, epey açık bir sahil boyunda yürümek mi istiyordu? Buna şaşırmaması saçma olurdu zaten.

'Hem şirkete gelmeme ses çıkarmadın, hem kendin sahilde yürümeyi teklif ediyorsun... İyi misin hayatım?' dediğinde kaşları da şaşkınlıkla havalandı.

'Uzun zamandır birbirimize vakit ayıramıyoruz. Akşam yemeğinde Elfe ve Pamir gelecek, yabancı değiller, bugünlük ayarladığımız bakıcıyla beraber Deniz evde nasılsa. Yarım saat yürüsek dünyanın sonu gelmez herhalde.' Sesindeki çocuksu rica eden tınıya Pera'nın itiraz edebileceğini düşünmüş müydü Dağhan. Elbette yürürlerdi. Hatta tek kelime etmeden saatlerce ilerleyebilirlerdi çünkü Dağhan tanıştıkları günden beri ikinci kez Pera'ya sahilde yürümeyi teklif etmişti.

'Yürüyelim.' Başını usulca salladığında emniyet kemerlerini açarak indiler arabadan. Arkalarında park halinde olan iki arabadan da birkaç adam indiğinde Dağhan belini sarıp kendine çektiği Pera'yla beraber adımlarını deniz kenarına daha çok yaklaştırdı. Sakin sakin yürümeye başladıklarında ikisi de sessizlik yemini etmiş gibi olsalar da arkasından gelen seri adım sesleriyle başını geriye çevirip Turan'a baktı. Adamın elindeki iki karton bardağa tebessüm ettiğinde aldığı gibi birini Pera'ya verip yanlarından ayrılmak adına harekete geçen adama seslendi.

'Eyvallah.' Adımları tekrar ilerlemeye başlarken Turan başını salladığında Pera'nın belindeki kolunu omuzuna çıkararak işaret parmağıyla da boş bankı gösterdi.

'Düzelmeye başladı bazı şeyler sanırım?' otururken mırıldanan Pera'yla başını onaylarcasına salladı Dağhan. Öyle veya böyle bazı şeyler için yapılan uyarılar dikkate alınıyordu. Alınması da gerekiyordu ki içi son dönemde yaşananlara rağmen bugün oldukça sakindi.

'Toparlıyoruz diyelim. Kafam rahatlıyor, kafam rahatladıkça seni özlediğim her anı tekrar ve tekrar düşünüyorum. Sanki evli değiliz, hatta farklı şehirlerde yaşıyormuşçasına özlüyorum seni, enteresan değil mi?' Pera şakağını Dağhan'ın omuzuna yaslarken gülümsemesini büyüttüğünde başının üzerindeki dudaklarla derin bir nefes aldı. Hayat koşturması denilen zırvanın içinde kayıp hisseden ruhuyla beraber Dağhan'a uzak kalmak ve bunu şimdi adamın cümleleriyle hissedebilmek enteresan geliyordu. Dengesiz şekilde bazen kendilerini bile unutabilir hale gelmişlerken bir an önce koşup sarılma derdindeydi aslında adama. Şuan kolu bedenine sarılı olsa da daha sıkı, daha çok, durmaksızın sarılmak istiyordu.

Dakikaları saymadıkları zaman zarfı içerisinde oturdukları bankta artık iyice kırmızıya çalan gün batımı tüm çevreyi de esir almaya başladı. Sessizliğin içinde bu kadar çok konuşulur mu bilinmez fakat Pera kesinlikle Dağhan'la dakikalardır dudaklarını kıpırdatmadan, ses tellerini canlandırmadan muhabbet ediyordu. Yaslandığı omuzdan başını usulca kaldırıp kara harelerini kırmızıya bulanmış elalara çevirdiğinde yüzündeki tebessüm sanki ayna varmış gibi Dağhan'ın çehresine dağıldı. Yorgunluğu gözbebeklerinin çevresindeki kızarıklıktan, gözlerinin altındaki çöküklükten anlaşılıyordu, bütün gün ne kadar işe odaklandığı belki de dakikalarca göz kırpmadan ekrana baktığını görüyordu Pera fakat ne zaman birbirlerine değse hareleri Dağhan'ın elalarına çekilir gibi hissediyordu. Adam kendine çekip alnına dudaklarını bastırarak tekrar birbirlerine bakmalarını sağlarken iç çekti Pera. Kocaman bir iç çekti hemde. Dağhan'a karşı bir şeyler hissettiği günden beri onun için içi çekilen bir kadın olarak çokta büyük bir olay değildi bu ona göre.

Adamın bakışları bir anlığına arkasında kalan bir noktaya odaklanırken kaşları derinlemesine çatılmaya başladığında henüz dönmesine fırsat kalmadan fırlarcasına yanından kalkan adamla kendi de ayaklanıp nereye ilerlediğine göz attı. İlk başta tek gördüğü sırtı kendine dönük ilerleyen Dağhan olsa da ilerideki noktada dizlerinin üzerine düşüp yüzünü tutan kadın ve hala kendine yaklaşan Dağhan'ın farkında olmadan kadının üzerine yürüyen bir erkek varken kendisi de arkasından ilerlemeye başladığında yanında biten Turan'a şaşkınca dönse de adımlarını devam ettirdi.

'Yenge dur.' Turan'ın durdurma çabası tuttuğu koluyla sonuç verirken Dağhan henüz yanına yaklaştığı herifin suratına sertçe indirdiği yumrukla beraber yere serilmesine sebebiyet vermişti. Allak bullak olan yüz dirseklerinden destek alsa da Pera bir kez daha adım attığında yanlarından koşarak geçen Ceyhun'da bir oldu.

'Senin karakterini sikerim! Anladın mı lan beni!' Dağhan'ın bağrışı tüm sahilin ona odaklanmasına neden olsa da o durmadan bir kez daha yerdeki bedenin suratına yumruğunu geçirip tişörtünü elinde topladı.

'Senin olmayan şerefini de sikerim! Var oluşunu da sikerim!' bu zamana kadar doğru düzgün küfür duymadığı Dağhan'ın ağzından çıkanları şaşkınlıkla dinlerken Turan'ın himayesinden sıyrıldığında koşar adımlarla dizleri üzerindeki kadına yaklaştı. Yanına çöküp bileğini yakaladığında sırılsıklam gözleri ve dudağıyla kaşının kenarından süzülen kanla bakan yeşil harelere sertçe yutkunarak karşılık vermekle yetindi. Gözleri tekrar Dağhan'a döndüğünde onun hızını alamadan yerdeki pert olmuş bedene kaçıncı kez yumruk geçirdiğini hesap dahi edemedi. Sadece az önce kendi içine kapanmış kadının irkilişini fark ederek dikkatini bileğini tuttuğu yeşil gözlü kadına çevirdi.

'Bir şey yapamaz sana. Sakin ol. Turan!' az önce kendini tutan adama bakışlarını çevirirken Ceyhun'la beraber kollarını göğüslerine bağlayarak Dağhan'ın attığı meydan dayağını izlediklerini fark etti.

'Buyurun Pera hanım.'

'Kadın korkuyor! Durdurun Dağhan'ı.' Turan'ın seyretmesi problemmiş gibi irdelercesine olan bakışlaırnı ayaktaki iki adama dikse de Turan'da, Ceyhun'da bu meydan dayağının rahatsız olacak bir husus olmadığını düşünüyorlardı belli ki. Turan'ın bakışları önce Dağhan ve yerde bayılmak üzere olan bedende ardından da yeşil gözlü kadında dolaştı.

'Arabaya kadar size eşlik etmem daha iyi olur.' Şaşkınca kaşlarını havalandırıp dudaklarını aralasa da Turan dizleri üzerindeki kadının sırtından destek verip yerden kalkmasını sağlamış başıyla da ileriyi işaret etmişti ancak Pera çenesiyle onun yaptığı gibi arabayı gösterdiğinde sinirle gözlerini Dağhan'a çevirdi. Gram siniri geçmemiş, hatta ilk baştaki deli kuvveti hala üzerindeydi adamın.

'Şeref yoksunu piç! Sen kimsin lan! Sen kimsin o kadına el kaldırıyorsun!'

'Dağhan!' sinirle kükrerken az önce kendi sesini dahi duymayan adam Pera'nın tınısıyla hala havada duran yumruğunu bir kez daha indirdi yerdeki bedene. Avucunun içindeki tişörtü sertçe bırakıp üzerinden kalktığında gözleri Pera'dan önce Ceyhun'un diş bileyen haliyle çakıştı. Bakışları ne yapacağını anlatırcasına birbiriyle iletişime girerken Ceyhun tek kelime etmeden yerdeki bedenin kolunu kavradığı gibi sırtına almış Dağhan ise ilerleyen adamın sırtından gözlerini çekip derin bir nefes alarak Pera'ya dönmüştü.

Kadının şok içinde bakan haline sık nefeslerle karşılık verirken çevredeki toplanmış insan kalabalığı çekti dikkatini. İnsan demeye bin şahit gerekti. Gelip dümdüz kıl kıpırdatmadan izleyecek yüzleri varsa insan bile diyemezdi. Bir kadın güpegündüz işlek bir sahil kenarında tokat yiyordu ve kendisi tepki gösterdiği zaman insanlar bunu izliyordu ya Dağhan için artık onlar insan vasfı bile taşımıyordu.

'Gözünüzün önünde tokat attı karaktersiz, üç beş kişi bir olup durmadınız önünde.' Sertçe yutkunup çenesinde seğiren kasa rağmen devam etti konuşmaya, 'Az biraz vicdan lan, fazla bir şey değil, biraz insanlık.' Hala kendine merakla bakanlara konuşup başını sağa sola sallayarak Pera'ya tekrar döndüğünde onun nabzını ölçmek istercesine elini uzattığında kısa bir anlığına gözleri ve eli arasında gidip gelmişti katran karası hareler. Sonunda nasıl olduysa Pera elini boynuna atıp fularını çekerek uzattığı elini yakalayıp kanı sildiğinde arabaya ilerlemeye başladılar.

Bir anda dönen nevriyle beraber görmemişti gözü, ne Pera'yı ne çevrede basın var mı hiç ama hiç fark etmemişti. Tek bilincinde olabildiği şey bilinçsiz kaldığıydı. Fuat beyin annesine attığı tokat dışında hiç ama hiçbir şey o an zihnine düşmemişti. O kaos dolu günlerden sonra bir sokak ortasında bu leş sahneye şahit olmak midesini bulandırmış, aklının bulanmasına neden olmuştu. Pera'nın kararlı bağrışını duymasa, kalbi durması için çırpınmasa dakikalarca döverek parçalara ayırırdı o herifi.

'Kimin o senin?' gözyaşları kurusa da gözlerindeki kanlanmayla kendini belli eden ,ağlayışına rağmen arabanın basamağında oturan kadına göz attığında sertçe yutkunup dudaklarını ıslatmaya çalışan kadına Arjin su şişesini yeniden uzattı.

'Eski sevgilim.' Hala korkudan titreyen sesi bile tepesinde dikilen üç adamın içini acıtmıştı. Bir kadını sözde güçle sindirmek, böyle delicesine korkuya sürüklemek, ne insanlığa sığardı, ne vicdana, ne de karaktere. Yıl 2024'ü gösteriyordu ve hala bu kadına zarar veren tipler yaşayabiliyordu. Asıl acıtan buydu işte. Bu kadınlar daha naif ve kırılgan olması gerekirken böyle karaktersizler yüzünden savaşa çıkan bir askere dönüşüyorlardı. Oysa karşılarında oturan kadının bedeni cılız, bakışları dahi korkaktı ama Dağhan az önce tepki vermemiş, o herifi hiç etmeyecek olsaydı seneler sonra ismini bile bilmediği bu genç kadın belki de o karakter yoksununu öldürüp bir de üzerine ceza almış olacaktı. Eğer burada hayat denk getirmeseydi onları, Dağhan bir sabah gazetede rastlayacaktı tutuklanma veya cinayet haberine ve içi titreyerek gözlerine baktığı iki kızının geleceğinden korkacaktı.

'Var mı gidecek sağlam bir evin barkın?' gözleri üç adamda dolaşsa da arabaya yaslanmış elindeki ıslak mendille eklemlerini temizleyen Ceyhun'dan gelen soruyla bir an Pera'ya döndürdü harelerini.

'Bakma böyle olduklarına, korkma.' Pera gülümsemeye çabalayarak konuşsa da Dağhan'ın düşünceli hareleri ne tebessüm bırakıyordu, ne heves. Adam resmen dipsiz bir kuyuda kalmış gibi derin derin düşünürken Pera'nın da aklından bin bir şey geçiyordu. İyi olup olmadığını sorgulamakta dahil olmak üzere, aklına gelen tüm geçmiş ama acı hisleri hücrelerinde Dağhan'ın haliyle yaşıyordu.

'Evim var ama...' çekingen mırıldanmasıyla az önce gözleri önünde diğer bedenin fırlatıldığı arabaya baktığında sertçe yutkundu genç kadın.

'İsmin ne?' sanki kadının korkusunu almak ister gibi Arjin sorusunu kısık sesle mırıldandığında iç çekip gözlerini ona çevirdi bu kez.

'Liya.' Ayakta dikili olan adamların bakışları anında arabaya yaslanmış tuttuğu ıslak mendil öylece elinin üzerinde kalmış Ceyhun'a döndüğünde o olduğu noktadan, elinden bir an gözünü çekmemişti. Pera'da ne olduğunu anlamasa da dudaklarını ıslatıp kadının yanından ayaklanırken az önce şaşkınca Ceyhun'a bakan adamlar kendine dönebildiler.

'Ailen var mı peki? Burada veya başka şehirde, yanlarına gönderebiliriz seni?'

'Annem vefat etti, babamla da uzun zamandır görüşmüyorum.'

'Çocuk bakmayı biliyor musun Liya?' genç kadının gözleri şaşkınlıkla gece karası harelere döndüğünde onun az önce güç vermeye çalışan halinden tebessüm eden tavrına dönüşüne bire bir şahit olmuştu.

'Pek bilmem aslına bakarsanız.' Diyerek omuz silkse de Pera bu kez tek kaşını kaldırıp gülümsedi.

'Öğrenmeyi sever misin?'

'Çok...' genç kadın bu durumun bir sohbet olduğunu düşünse de çevrede izbandut gibi dikilen adamlar gözlerini bir an olsun Pera'dan çekmiyorlardı.

'Güzel... Hadi eve.' Sanki o an orada olan herkes bunu bekler gibi harekete geçtiğinde Dağhan tek kelime etmeden arabanın yolcu koltuğunun kapısını açarak karısının yerleşmesini kırgın gülümsemesiyle izledi. Kırgınlığının kendine olmadığını bilerek Pera açılan kapıdan bindiğinde hızlıca yan tarafına geçip oturan Dağhan'a bakmaya devam etti. Arabayı park ettiği alandan çıkaran adam sonunda dizindeki parmaklarını yakalarken elinin üzerine dudaklarını bastırmayı da ihmal etmemişti.

'İş teklif etmeyi düşünüyorsun sanırım?'

'Yanlış mı düşünüyorum peki?' fikrini bile sormadan atıldığı düşünceyle Dağhan'a odaklandığında o anında başını sağa sola sallamıştı.

'Günün birinde bir kafede ürkek bir genç kadın görmüştüm. Çekingence iş öğrenmeye çabalıyor, fakat sürekli mobbing görüyordu. O genç kadın yıllarca yanımda durdu, kendini geliştirdi. Yemek yapmayı bilmezdi öğrendi, iki kardeştik üçüncü oldu, evimden gelin çıktı. Şimdi de karımla gözümü kapatıp kızlarımı aynı evde bırakıyorum o genç kadına. Bir hala nasıl davranırsa, nasıl canı görürse o da iki kızımı öyle canı görüyor. Bugün bir genç kadın daha gördüm, sokağın ortasında gururu çiğnendi ve karım ona iş teklif etti, henüz o farkında olmasa da. Umarım Deniz gibi uzattığın eli tutmasını bilir. Ben pişman olmadım Deniz'e yol göstermekten, dilerim ki sen de pişman olmazsın.' Başını umut edercesine sallarken gözleri tekrar yola odaklansa da derince iç çekip elini kavramış parmakları okşadı.

'İyi misin sen?' sesi mırıldanır gibi olsa da Dağhan tekrar elinin üzerine dudaklarını bastırdığında başını geriye atmayı da ihmal etmemişti.

'Cehennem...' diyerek başını usul usul sallarken devam etti, 'Cehennem insanın içinde yaşayan cinnet hatıralarıdır.'

'Kendini o cehennemde gibi mi hissediyorsun?'

'Kendimi cehennemin kendisi gibi hissettim. Yaratılışım, sebebim, varoluşumun sırrı birleşmiş ve buz soğukluğunda yangın yeri olmuşum gibi.' Durduğu trafik ışığıyla gözlerini Pera'ya çevirdiğinde kadının kendini ilgiyle dinleyen haline gülümsedi.

'Dinlemek mi istiyorsun?' sorusundan sonra Pera başını onaylarcasına salladığında dudaklarını ıslatıp derin bir nefes daha aldı. Ciğerleri konuşacağı kelimelere asla oksijen yetiremezmiş gibi bir kez daha soluklandığında sertçe yutkundu.

'Yorgunum.' Dediğinde değişen ışıkla arabayı harekete geçirip dudaklarını ıslattıktan sonra devam etti konuşmasına, 'Fakat...' gözleri sanki bir detay arar gibi Pera'ya dönüp tekrar yola odaklandığında aracın hızını sabitleyerek boynunu önce sağ sonra sol omuzuna yavaşça düşürdü, 'Öğreniyorum. Her gün yeni bir şey öğreniyorum Pera.'

'Nasıl yani?'

'Şöyle...' sertçe yutkunduğunda gülüşü yüzüne dağıldı. Histerik bakışlarından ziyade gözlerindeki ufak parlamalar işliyordu Pera'nın içine.

'Dün, tüm çabaların az veya çok sonuç vereceğini ve seni özlemenin ne güzel şey olduğunu öğrendim çalışırken. Bugün ise sana kavuşmanın...' başını sanki kendine onay vermek ister gibi salladığında dudaklarını ıslatıp iç çekti.

'Dün daha sağlam bir hayat kurmak istedim iki kızımıza. Bugün o tokada şahit oldum ya hani... Sağlam bir hayat için çocuklarıma vermem gereken en son şeyin para olduğunu öğrendim.' Yaklaştıkları evle beraber Pera'nın havalanmış kaşlarının da farkındaydı ki girdiği siteden sonra arabayı evin önünde durdurarak kendisi de kara bakışları süzdü.

'Erdem, özgüven, hakikat, bileği kadar yüreği güçlü, haksızlığa baş kaldıracak şekilde yetiştirirsem, aslında hem Deva'ya, hem de Meva'ya dünyadaki en büyük mirası bırakabileceğimi gördüm. Para, kas, eğitim hepsi olur. Ancak, iyi bir insanı bu dünyada miras olarak bırakmak, milyonlardan daha önemli.'

'İyi insanlar yetiştiriyoruz zaten Dağhan...' dolu hareleriyle mırıldanıp omuz silken kadına başını onay verircesine sallayıp bakışlarını tavana çevirip bir nefes daha aldı.

'Kızlarım 40 yaşına geldiklerinde de yürekleri çocuk olsun, tek temennim bu.' Derken sakalını kaşıyıp parmaklarını ensesine doğru sürüklediğinde dudaklarını ıslatarak nefesini usulca bıraktı, 'Akılları her şeye ersin fakat yürekleri hep masum kalsın. Yoksam, daha çok var olsunlar, yok etmeye çalışan olursa kırk kez düşseler de bıkmadan ayağa kalksınlar.' Derken aslında içinde olup biteni tamamen döküyordu Dağhan. Bugün o tokat ve o herifi dövdüğü esnada hep annesine gözünün önünde inen ilk darbe vardı. Fakat Pera bağırıp irkilmesine neden olduktan sonra Liya'nın sakinleşmesini beklerken tek başına oturduğu o acı masada tam karşısına kızları yerleşmişti.

'Hayat bana istediğini yapsın Pera. Hatta bunu aklımdan geçirdiğim için kendime dahi küfür edeceğim ama hayat sana da bir şeyler yapabilir.' Omuz silktiğinde yanağına süzülen damlayı elinin tersiyle silip kirpiklerini yaşların kuruması için hızlıca hareket ettirdi, 'Ama kızlarımın ayaklarına taş değdirmesin.'

O an tüm geçmişi gözleri önünde oynayan, acısını sinire dönüştüren Dağhan daha sonra Liya'nın ailesinin olmayışı yüzünden kırık kanatlarını gördüğünde zihnine sadece iki yüz düşmüştü işte. Pera için dünyayı yakacak Dağhan, o iki yüz için gezegeni patlatacak kafa yapısında gibi hissetmişti kendisini. O an orada Liya değildi karşısındaki genç kadın, bire bir derdine Deva'sı, kaçarken saklandığı Meva'sı bakmıştı yüzüne kırgınlıklarıyla. Kendine defalarca hesap sormuştu iki kızı, bizi korumalıydın diye yüzlerce kez yüzüne yüzüne bağırmışlardı. Tüm zaman kaybolurken kendine ilk tanıştığında öğütler sıralayan Alain'i yeterince net şekilde anlamıştı. Anladığı için yanmıştı.

Masayı esir alan sessizlik iyice kendini gösterirken Elfe kaşlarını havalandırıp Deva'ya göz kırparak dostuyla Dağhan'ı işaret etti. Ufak kız gözlerini ikisinde de gezdirdiğinde dudak büküp omuz silkmişti ki Elfe daha fazla sabır çekemeyeceğini anlayarak nefesini seslice bıraktı. Kendine dönen bakışlarla gülümsemesi genişlediğinde elindeki çatalı bırakıp dirseklerini masaya yerleştirdi.

'Neyiniz var sizin?'

'Günü gergin kapattık sadece.' Pera her gün gerginmiş gibi bir rahatlıkla konuşurken Pamir'in parmağı da kendisi ve Dağhan arasında gidip geldi.

'Tartıştınız mı? Yani, hiç sanmıyorum ama...'

'Ağzından yel alsın, ne tartışması.' Dağhan anında kaşlarını çatarak karşılık verdiğinde Pamir iki elini de teslim olurcasına havaya kaldırdı. Arka taraftan geçen Liya ise ilk önce Elfe'nin gözüne çarpmıştı ki kadının dikkatle inceleyen haliyle Pera'da son anda bahçeye çıkan bedeni gördü.

'Liya, Meva ile ilgilenecek artık.'

'Yüzüne ne oldu?' meraklı gözleri iki bedende de dolaştığında Dağhan gerilen bünyesini saklamak istercesine yakaladı su bardağını. Her hatırladığında kanın beynine sıçraması mümkün olabilir miydi? Adam için aynen öyle oluyordu işte. İçinde sanki kaynar bir kazan vardı da taşan sular kalbinin kavrulmasına neden oluyordu.

'Hadsizin birisi zarar verdi, halloldu ama. Neyse... Boş verelim bunu şimdi.' Pera'da gerginliği fark ederek anında konu değiştirme girişiminde bulunurken Elfe'ye tamamen odaklanarak kaşlarını havalandırıp gülümsemesini serdi ortalığa, 'Günlerdir konuşmadık, bir anda akşam sizdeyiz dediniz, sesiniz soluğunuz çıkmıyordu, bu akşam yemeğini neye borçluyuz?' sorusu Elfe'nin gözlerinin Pamir'e dönmesini sağladığında sanki sen anlat der gibi başıyla tebessüm edip işaret vermişti.

'Şöyle ki Pera kuşum beraber uzun dedikodular yapamaz olduk, o yüzden de detaylardan seni haberdar edemedim ancak... Biz bir karar aldık.' Pera başını onaylarcasına sallayıp devam etmesi adına beklerken Dağhan sanki gelecek cümleyi tahmin eder gibi tek kaşını kaldırıp dikkatle baktı arkadaşına ve sevdiği kadının dostuna.

'Evlenmek gibi bir karar.' Cümlesiyle beraber Pera gözlerini büyüterek iki bedeni süzmeye devam ettiğinde hızla açılan kapının gürültüsü ve içeri uçar gibi dalan Deha'nın seslenişiyle şaşkın bakışları ona dönmüştü.

'Abi!'

'İyi misin Deha?' Dağhan anında sandalyesinden ayaklanırken bir yandan da kardeşini baştan ayağa süzmeye başladığında nefesini düzene girdirme çabası da işin asıl dramatik tarafıydı herhalde. Pera ise bir yandan evleneceğini söyleyen Elfe'ye mi şaşırsın, yoksa kaos varmışçasına içeri dalan Deha'nın iyi olup olmadığını mı kontrol etsin kararsızdı. Hepsi bir kenarda dursun, dostu evlenme kararı almıştı ve bu evreye nasıl ulaştıklarına dair en ufak bir gıybet yapmamışlardı Pamir hakkında.

'Bana bir şey oldu, sağlık anlamında değil, aslında sağlıkla ilgili de olabilir, emin değilim.'

'Ne oldu oğlum, korkutmasana insanı! Adamın yüreğine mi indireceksin?' Pamir'de Dağhan'ın usul usul gerilen halini fark eder etmez konuşarak sandalyesinden kalktığında iki kardeşin yanına kadar ulaştı.

'Kalbim, çok hızlı atıyor, düşünme yetimi kaybediyorum, mantıklı düşünemiyorum, çok istiyorum ama yok, olmuyor.'

'Panik atak mı geçiriyorsun diyeceğim ama çığlık çığlığa panik atak geçirene hiç rastlamadım.' Elfe'de yüzünü buruşturup Deha'yı incelerken adam anında başını sağa sola sallamıştı.

'Yok, arada bir oluyor bu. Her zaman değil.'

'Ne zaman oluyor, gel otur şöyle.' Dağhan anında kardeşinin kolunu yakalayıp sandalyeye yerleşmesini sağladığında parmakları da adamın bileğini bulmuştu.

'Deniz! Su getirir misin hemen!' içeri seslenip tekrar kardeşine baktığında onun üzerindeki tişörtün yakasını biraz daha çekmesiyle kaş çattı.

'Nefesin mi daralıyor?'

'Yok abi, şuan iyiyim. Bir şeyim yok şimdi, sadece ne olduğunu anlamadım ben, belki sen bilirsin diye geldim.'

'Doktor muyum lan ben! Bana koşacağına hastaneye gidip haber versene geleyim yanına! Kalk gidelim bir baksınlar.'

'Doktor ne yapsın bana ya!'

'Deha kardeşim, canım kanım demem çökerim gırtlağına, ne demek doktor ne yapsın!' sinirle adamın tekrar kolunu yakaladığında Deha durdurup Deniz'in getirdiği suyu bir çırpıda tepesine dikti.

'Tövbe estağfurullah... Allah'ım, sen günah yazma ama bu kadarı biraz fazla değil mi?' Deha'nın neden bahsettiğini anlamadıkları için Dağhan'ın mümkünmüş gibi kaşları biraz daha çatıldığında adam anında gözlerini kapatıp başını sağa sola sallamış tekrar gözünü diktiği noktaya odaklanmıştı.

'Ne diyorsun Deha sen? Abicim iyi olduğuna emin misin? Yok bir şeyim diyorsun ama kendi kendine konuşuyorsun.'

'Abi ben sanrı görüyorum.'

Kimine göre bir rüya kimine göre kabus olurdu hayat. İnsan nereden bakarsa oradan görürdü dünyayı ve ona göre şekillenirdi dünyası. Öyle ki bakmak sadece bir eylem değil devrim de olabilirdi. Bir devrim ise oturulan koltuğun sallanması, olan kişinin değişmesi, düzenin yıkılıp yeniden yapılmasıydı.

 

Loading...
0%