Yeni Üyelik
10.
Bölüm

Bölüm 8 - Oku Dağhan

@biceruvar

Tekrar merhabalar pandispanyalarım... Bir tık gecikmeli de olsa Pazartesi bölümü olarak sizlere bunu gönderiveriyorum. Hepinize çok ama çok iyi okumalar...

instagram: BiCeruVar

 

 

'Açıkçası burası İstanbul Elfe. Yani burada dedikodu yapmak için bir araya gelip organizasyon firmasıyla anlaşan cemiyet kadınları var. Haklılar.' Dağhan'da sonunda desteğini gösterdiğinde karşınsında yıllardır dostluğu hiç eksik olmayan kadın başını sallayarak onay vermişti Elfe'ye. Yıllar içinde sadece birbirlerine bakarak arkandayım demeyi öğrenmiş, destek olmuş ya da tehlikeli diyerek itirazlarını göstermişlerdi. Pera'nın bakışları ve duruşu o kadar net bir şekilde yaparsın diyordu ki Elfe'ye an itibariyle dünyayı durdurabileceğine dair bir inancı bile gelişebilirdi aklında.

Günler o kadar hızlı geçiyordu ki yetişemiyordu Pera. Elfe'nin kafasına bir kez fikir oturmuştu. O kadar çok araştırma yapıyordu ki bazen yüzünü zor görüyor, bazen yorgunluktan salonda uyuya kalıyordu kadın. Onlarca kişi ile görüşmüş, defalarca vergi dairesine gitmiş, gerekli evraklarla boğuşa boğuşa bir hal olmuştu. Arkadaşının bu derece tutunup kendini işine vererek avukatla olan konuşmaları dışında Emre ile ilgili olan konulara dalıp gitmemesi işine gelmişti. Yoksa bu rahatlıkla bir planı olduğunu duymadan kalkıp işe gelemezdi kendisi de farkındaydı.

Elindeki dosyaları düzenledikten sonra çantasını kolunun altına sıkıştırıp Dağhan'nın odasına ilerlediğinde anahtarını da çıkarmayı ihmal etmemişti. Adam direkt olarak gidip dolabına bakması gerektiğini söylese de uygunluğu konusunda fikir edinmek ve müdahale etmesini istemediği şeyleri öğrenmek adına bilgi alması şarttı.

'Dağhan bey müsait mi?' sorusuyla Ezgi masasından anında fırlayıp bir kapıya bir de Pera'ya bakmıştı. Yüzündeki gergin hal bile kadına bir şeylerin ters olduğunu söylemek ister gibiydi ancak Pera emindi ki garip bir durum söz konusuysa Dağhan bunu duyurmazdı.

'Maalesef Pera hanım. Bende şaşkınım ama Dağhan bey gelmeyecek bugün.' Kaşlarını havalandırarak gülümsediğinde başını sallayıp geldiği gibi geri dönmüştü. Ezgi'nin yüzündeki gerginliği şu an daha net anlıyordu. Dağhan'ın yapmadığı bir şeydi işe gelmemek, en azından Nida'ya bile toplantıya gelmediği için veya işe geç kaldığı için fırça atan adamın tüm gün olmayışı kişisel asistanına bile garip geliyordu haliyle. Deha'yla adam akıllı ilgilenip çözümlemesi için son işi Dağhan'ın giysileriydi sonuçta. İyi veya kötü bir durum varsa da bir şekilde halletmeliydi çünkü lansmana da fazla bir zaman kalmamıştı. Telefonunu çıkarıp rehberde Dağhan'ın numarasını bulduğunda sinyal sesini beklemişti ki iki defadan sonra yanıtlandı araması. Gelen asansöre de bedenini attığında derin bir nefes almayı ihmal etmedi.

'Efendim Pera?' karşıdan gelen ses bir nebze de olsa yorgun gibi geliyordu. İlk kez karşı karşıya oturup konuştuklarında Pera'nın şeffaflığı kadar şeffaf olacağını belirten adamın fazla umurunda değil gibiydi ses tonu.

'Kusura bakmayın rahatsız ediyorum ama şu kıyafetleri halletmem gerekiyor.'

'Konum atıyorum.'

'Teşekkürler.' Kısacık olan konuşma sonlandığında geldiği otoparkla arabaya attı bedenini hızlıca. Sesinde olan garip yorgun tınıyı daha çok düşündüğünde konuştukları gün aldığı hızlı alkolden de anlayacağı gibi bir nebze çakır keyif olduğunu düşünmekten alıkoyamadı kendini. Sanki bütün bu hazırlıklar anlamını kaybetmişte, işini yap geç der gibi bir rahatlık vardı. Oysa Pera'nın anladığı kadarıyla herkesi dumur etmek isteyen en baştan beri Dağhan'dı. Telefonuna düşen bildirimle gelen konuma göre navigasyonu açtıktan sonra yola koyuldu.

Geldiği siteye göz atmaya başladığında telefonuna tekrar düşen bildirimle mesaja baktığında kapı numarasının yazdığını görmüştü. Güvenlik ise penceresinin önünde Pera'ya baka kalmıştı.

'Merhaba. Dağhan Kalaycı'ya geldim.'

'İsim neydi?'

'Pera Alarie.'

'Buyurun Pera hanım, sağdaki sokağın en sonundaki konut.' İşaret ettiği sokaktan sonra önündeki bariyeri kaldırdığında yola devam ederken etraftaki sakin hale de tebessüm etmişti. Bu kadar karışık bir çocukluğu olmuş adamın böylesine durgun bir yeri seçmiş olmasına şaşırmıyordu Pera. Bir yerden kafasını sakinleştirmeyi istiyordu belli ki.

Tertemiz, çiçeklerle süslü, fazla gösterişli olmayan maksimum üç katlı villalardan oluşan bir sitede olmasının yanı sıra kalabalığa uzaklığı da gözüne çarpmıştı kadının. Ancak güvenlik tarif etmese evi bayağı uzun süre arayıp bulması gerekirdi, çünkü gösterişli olmasa da oldukça büyük bir alanı kapsıyordu.

Sokağın en sonundaki evin önüne aracı park ettikten sonra indiğinde ise anında kapı açılmış yaşı maksimum 20lerinin ortasında olan orta boylu, yüzünde de tarifsiz bir şekilde hüzün olan bir kadın zorlukla gülen yüzü ile karşılamıştı kadını. İçten içe görecekleri tedirgin etmeye şimdiden başlamıştı. Öylesine saygıyla bekleyen bir kadının dahi bu derece hüzünlü görünmesi iyiye işaret olamazdı sonuçta.

'Hoş geldiniz Pera hanım. Dağhan bey bahçede sizi bekliyor.' İçeriyi işaret ederek elindeki çantasını aldığında kısa bir beklemede kalsa da hızlıca önden ilerleyişini takip etti.

'Ne alırsınız?'

'Teşekkürler, bir şey almayayım.' İnen iki basamağı gösterdikten sonra bir baş selamı vererek gülen yüzü ile kayboldu ortadan kadıncağız. Basamakları inip salona göz attığında adamın evinin de tıpkı şirketteki odası gibi sade ve ağır olduğunu fark etmişti. Geniş bir salondu ancak simsiyah koltuklar, televizyon ünitesinin iki yanında duran heykel dışında herhangi bir obje barındırmıyordu. Tüm salona bire bir ters olması için ayarlanmış gibi duran beyaz şifon perdeye doğru ilerledikten sonra bahçeye adım atmıştı ki hasır koltukta kendini güneşe adamış gibi yayılmış bedeni buldu gözleri. Yanına ilerlemek konusunda tedirginlikleri olsa da bir şekilde oraya varması gerektiğini fark ederek sertçe yutkundu.

Birkaç adımda adamın yanına ulaştığında ise istemsizce kaşları çatılmıştı. O baktığı magazin haberlerinden çok daha farklı şekilde kendine gri eşofmanı yakıştırmış, üzerine füme bir tişört geçirmiş, bir eli bileğini de kapsayacak şekilde sargılı, diğer kadeh tutan elinde gözle görünür sıyrıklarla dolu kafasını dinler gibi kendini salmış bir adet Dağhan Kalaycı bulmayı beklemiyordu. Nedense adamın uyurken bile üzerinde bir ciddiyet olacağını, omuzlarının hep dik bir halde kalacağını düşünmüştü. Şimdiki hali ise gördüğü o hissedarlardan birinden daha çok yıkık bir adam gibiydi.

'Dağhan bey?' seslenmesiyle beraber tek gözünü aralayan adamın yüzünde ufak bir tebessüm oluşarak hafifçe doğrulması da bir olmuştu.

'Kusura bakma fazla kaçırdım alkolü ayağa kalkamıyorum. Geç otur lütfen.' Boşta duran hasır koltuğu işaret ettiğinde kurumuş dudaklarını önce dişleriyle soyma çabasına girmişti daha sonra fayda etmeyeceğini anlayarak hissizleşme haline girmiş dudaklarını alkolle tekrar ıslatmıştı.

'Deniz'e bir şeyler söyledin mi yoksa alkol mü alırsın?'

'Bir şey içmeyeceğim. Siz iyi misiniz?'

'Olabildiğince.' Yalandan gülümseyerek biraz daha doğrulmaya çabaladığında elindeki bardağı da şükür ki sehpaya bırakabilmişti. Çalışan kadın panik halinde veya şaşkın görünmüyordu. Ne yapacağını bilemez halde de değildi, normal bir iş günüymüşçesine davranıyordu ancak Dağhan'ın bu haline üzüldüğü de gözlerinden anlaşılıyordu. Ancak adamın bu durumuna Deniz'in aksine, Pera net bir şekilde dumur olmuştu. Hatta ne olduğunu için için merak etse de sormaya korkuyordu. Duyacakları bir miktar bugüne kadar olayların ortasına olmak isteyen huyundan vazgeçmeyi isteyeceğini işaret eder gibiydi sonuçta.

'Anlatmak ister misiniz?' anlamazca bakışları Pera'da gezindiğinde kadın gözleriyle ellerinde ve kollarında olan yaraları işaret etmişti ki kaşlarını havalandırarak anladığına dair mırıltılar çıkardı önce. Daha sonra derin bir nefes alarak nereden başlayacağını bir süre düşündü.

'Win win hala geçerli olacak mı?' sorusuyla başını beklemeden onaylarcasına salladığında dirseklerini dizlerine yaslayıp bir sigara yakmıştı. Başı dönmüyordu, en azından artık ilk alkol almaya başladığı zamanlardaki gibi olmuyordu. Yıllar onu bir anda kendini toparlayabilen, alkolün etkisinde de olsa aklını kullanabilecek potansiyelde olan bir adam haline getirmişti. Oysa başlarda duyduklarını unutmak için almıştı alkolü, daha sonra durum iyice gerginleşen sinirlerini rahatlatmak için devreye sokmasıyla devam etmişti. Artık ikisi de olmuyordu. Ne duyduklarını, gördüklerini siliyordu, ne de gerilen sinirleri kendini serbest bırakarak rahatlamasını sağlıyordu.

Düşünceleri arasında boğulurken gözlerinin önüne gelen sahneler derin bir nefes alarak gözlerini sıkıca kapatmasına neden oldu. Bir türlü alıkoyamıyordu işte zihnini. Akıllı uslu bir adam olmak için onca çaba sarf ederken damarına basıldığı anlar her türlü beyninin bir köşesinde tiyatro gibi oynuyordu. Kapılıp gittiği yerlerden gözlerini aralayarak koptuğunda nereden başlayacağını bilemez haliyle açtı ağzını.

'Yine el kaldırdı. Bu yaşıma geldim, hep saygı dedim. Annem her daim baban dedi, atan, ben susuyorum sana ne oluyor, benim için sus dedi. Hep kendi hatırını attı ortaya. Yine yaptı her zaman olduğu gibi, bu sefer hakkım dedi. Hatır gönül değil, üzerimde olan hakkını kattı işin içine. Annelik hakkımı helal etmem dedi. Yapamadım. Daha doğrusu yapmadım. Bu kez kendimi tutmadım.' Başını kendini onaylamak ister gibi salladığında devamını dinlemek için derin bir nefes almıştı Pera. Az önce istemediği alkolü şişesiyle beraber tepesine dikecek kafaya an itibariyle ulaşmıştı. Bu kadar şeye rağmen bu yaşına kadar kavga çıkarmamış adamın otokontrol sağlamlığından o kadar emindi ki duymaya devam edeceği şeyler şu dakika itibariyle sarhoş olma isteği doğuruyordu.

'Hayatımda ilk kez birine ilk o el kaldırmadığı halde el kaldırdım. O da babam oldu. Bir kez. Sadece bir kez vurabildim. Sonra, cam, kapı, pencere, ne bulduysam indirdim aşağı. Biliyor musun bana hiç nasihat vermedi babam. Hiç alıp karşısına konuşmadı. Saçımı bir kez okşayıp doğrusu bu demedi. Sadece para verdi. Okulda olanı anlatmak isteyip baba dediğimde bile cüzdanını çıkardı. Ama şu an kendimi suçlu hissediyorum. Ona anneme el kaldırdığı için değil, başımı bir kez bile okşamadığı için vurdum.'

'Anneniz iyi mi?' soracak başka bir şey bulamamıştı kadın. Dağhan'ın ara vermeden anlatmasına müsaade ederse cam kapı indirmesinin tekrar edeceğini hissettiğinden olsa gerek girdiği transtan çıkartmak istedi.

'Deha aldı götürdü. İyidir herhalde.' Başını bilmiyorum dercesine sallarken kadının gözleri tekrar açık yaralarda dolaşmıştı. Belli ki kimse görmesin diye büyük olan yaraları acelece sarmıştı. Bakışları hala ortada duran ilk yardım çantasına kaydığında derin bir nefes alıp bir gayret diyerek elini uzattıktan sonra içindeki kremleri, batikonu çıkarıp bu kez adama elini uzatmıştı. İtiraz etmeden sargı bezini çıkarmasına müsaade ettiğinde kısa bir sessizlik olmuştu ki gördüğü cam kesikleriyle derin bir nefes almaktan kaçınmadı Pera. Belli ki aldığı alkolün de etkisiyle kanama devam etmişti. Kendisi de çok temizleme zahmetine girmeden öylece üzerini kapatmakla yetinmişti. Yaraları temizlemeye başladığında ise bunca sırrını paylaşıyorsa benim de bir şeyler anlatmam gerek diye düşünerek dudaklarını ıslattı.

'Çok küçüktüm. 8 belki 9 yaşında hatta daha küçük bile olabilirim. Annem evde bir telaşın içindeydi. Her yeri temizliyordu. Babam yemek hazırlıyordu. Hastaneden gelmiştim. O zaman İstanbul'daydık. Dışarıda öyle bir kar yağıyordu ki, içeride olan bu karmaşaya aklım ermemişti. Kar yağdığı için olsa gerek yılbaşı diye düşünmüştüm. Hava kararmaya başlayınca evde durgunluk olmaya başladı. Her şey hazırdı. Ev tertemizdi, masa tam teşekküllüydü. Babam benimle uğraşsa da annemin üzerinde bir tedirginlik vardı. Sonra zil çaldı. İçeri tanımadığım beş insan girdi. Yanlarında çocuk yok diye çok üzülmüştüm, hatta babama şikayetlenmiştim.' Sertçe yutkunup tekrar dudaklarını ıslattığında diğer eline uzandı bu kez. Onu da itiraz etmeden kadının parmakları arasına bırakıp pür dikkat Pera'yı dinlemeye devam etmişti.

O gün Pera için bekli de çocukluğunun en mutsuz günü olarak tarihe geçebilirdi, o yüzden içinde hep bir hüzün, dert olarak kalmıştı. Oysa karşısındaki adam mutlu bir çocukluk bile görmemişken bunu anlatması kadının kendisine bile bencillik gibi geliyor ve ne derece doğru olduğu veya boğazının düğümlenmesinin ne derece akıl karı olduğunu hesap edemediğinden kafası karman çorman oluyordu.

'Yemek masasına oturuldu, o kadar gergindi ki ortam 3 erkek 2 kadından çıt çıkmadığı gibi benim konuşmayı seven babam, onun esprilerine gülen annem tek bir mimik bile oynatmıyordu. Yemekte çok sessizdi ortalık, sonra oturma odasına geçtiler o dönem evde eğitim alıyordum, annem beni ödevlerim için gönderdi odaya. O adamlardan en büyük olanı ile konuşmak zaman geçirmek istemiştim ama annemin uyarılarını ciddiye alırdım. Babam ne kadar benimle oyunlar oynasa da disiplinli bir adamdı çünkü. Odada ödevlerimle uğraşırken önce ufak ses yükselmeleri duydum, sonra o yükselmeler bağrışmalara dönüştü. Merak edip çıktım odadan, hiç unutmam yatak odalarına giden koridorun orada iki tane basamak vardı, oraya oturup olanları izlemeye başladım. Bağrışma kavgaya dönüştü. Babamı ilk kez öyle sinirli, babama diş gösteren annemi de ilk kez öylesine çekingen görüyordum. Yüksek sesiyle ikna etmeye çalışır gibiydi. Sanki hem meydan okuyordu hem de orta yolu bulmaya çalışıyordu. Sonra o gelenlerden yaşı en büyük olan, konuşmak istediğim adam anneme tokat attı. Babamın son sınırı oymuş gibi Fransızca küfür etmeye başladı. Hepsini kovdu evden. Ben çok sonra öğrendim bu durumun aslını, dedemler, arayı düzeltmek için gelmiş, yani öyle söylemişler. Asıl istedikleri sadece annemi alıp götürmekmiş. O gün tepkisiz olan iki kadın da dedemin eşleriymiş. Biri annemin öz mü öz annesi, annemin öz annesi kapıdan çıkarken annemin eline bir kağıt sıkıştırmıştı. O geceden sonra babam bir hafta içerisinde taşınmamızı sağladı. İzmir'e yerleştik. Ama annemi ne zaman sessiz görsem o akşam geldi aklıma. Oysa üzerinde çok tatlı bir telaş vardı, dolabımı defalarca karıştırmıştı en güzel kıyafetlerimi bulmak için. Ellerimi öpüp geleceklerin mutlaka ellerini öp diye defalarca tembihlemişti.' Temizlediği yaraları kapatıp bakışlarını Dağhan'a çevirdiğinde sertçe yutkunup başını omuzunun üzerine doğru hafifçe yatırmıştı.

'Sizin anlattıklarınızın yanında ne anlatacağımı bulamam ben. Yani şu win win meselesi. Benim en büyük acım bu olur olsa olsa. Ne kadar karşı gelebilir ki anlattıklarınıza.' Omuzlarını yukarı kaldırıp gözlerine baktığında, gülümseyerek elini kadehe uzatmıştı adam.

'Benim sırlarım kötü diye seninki de öyle olacak diye bir kural yok. Tanındığım kadar tanımak isterim.'

'Dağhan bey, istediğiniz bir şey var mı?' kapıdan kendini gösteren Deniz hanımla bakışlarını kadında kısaca gezdirdi.

'Bir kadeh daha alabilir miyiz Deniz hanım.'

'Tabi hemen.' Aradaki sessizlikten sonra sehpaya bir kadeh ve buz kovası bırakıldığında boş olan kova da alınmıştı ki iki kadehi de tekrar doldurdu Dağhan.

'Beni hep annem destekledi. Yani, nasıl desem... Okuldan yüksek bir sınav puanı ile döndüğümde babama koşsam hep tabi verecekler, onca bağış boşuna mı derdi. Oysa sınavlara babamın bağışları girmiyordu, ben giriyordum. Annem de her zaman başımı okşar, çok zeki bir çocuksun, büyüdüğün zaman çok başarılı bir adam olacaksın derdi. Okuldan karne alıp geldiğimde babamın aldığı tonlarca para döktüğü hediyelerin yüzüne bile bakmazdım. Koşa koşa annemin yaptığı yemeklere giderdim. Hep en sevdiklerimi yapardı. Erinmez, gücenmez, bana da Deha'ya da ayrı ayrı şeyler hazırlardı. Daima tek hediye alırdı. Babamın aldıklarının paketini açarken sıkılırdım ama annemin gece yatmadan önce verdiği hediye paketini sevinçten çıldıra çıldıra merakla açardım.' Pera'da kadehi eline alıp dizlerine kollarını yasladığında, adam bardağı tepesine dikip yeniden doldurmuştu.

'Her sene aynı şey olduğunu bilirdim. Kitap. Okumayı bilmezken resimlerine bakardım sabaha kadar. O kadar yüksek sesle bağırırdı ki babam ben bir tek o resimlere bakarak hayal kurarken duymazdım sesini. Okumayı öğrendikten sonra da defalarca, her kelimesine kadar ezberlerdim. Kitabı açıp mutlulukla anneme sarıldığımda tek bir şey söylerdi bana. Oku Dağhan, oku ki kim günahkar, kim haklı ayırt edebil. Oku ki hiçbir sebebiyeti yokken kimsenin canını yakma.' Bakışları Pera'yı bulduğunda gülümsemesi de genişlemişti.

'Her doğum günümde, başarımda hala aynı hediyeyi alır. Artık o öğüdü kullanmaz ama.'

'Ne der peki?'

'Oku Dağhan. Oku ki güç bileğinde değil aklında olsun. Oku ki sabır nedir insan değil kitaplar öğretsin sana.' Bir anlığına sessizliğe gömüldüğünde derin bir nefes alarak dönmüştü kadına. İçini tedirgin eden, bu yaşta onu ölesiye korkutan tek şey vardı.

'Çok korkutuyor Pera. Bir gün annemi babam yüzünden kaybetme ihtimali çok korkutuyor. Küçük çocuk değil ki sürükleyip götüreyim. Alıp getiriyorum iki gün sonra gidiyor. Kaç kez beni dinlemiyor diye polisin kapılarına dayanmasını sağladım ben sayamadım. Aylardır iyi diye biliyordum, düne kadar işte. Dün Deha aradığında abi eve gel dediğinde gidene kadar aklımda neler neler döndü bir bilsen. Fiziksel şiddetine şahit asla olmadım ama attığı bir tokat bile gözümde canlanıyor. Görmediğim halde üstelik. Kim bilir daha neler yaptı anneme.' Başını sağa sola sallarken bile içinde bir yerlerde ufak çocuklar gibi duruyordu. Bunca yıl, iki tane boyundan büyük evlat, nasıl yapabilirdi insan aklı almıyordu Pera'nın. Bir insan nasıl katlanırdı bu eziyete onu da anlamıyordu. Cehalet dese, evladına her fırsatta oku diyen bir kadına asla cahil diyemezdi. Dağhan'ın annesinin neyi beklediğini de düşünemiyordu ki. Bu tür şeylerin sonu hep belli değil miydi? Otuz küsür senedir sözde yaşamış olması bundan sonra o kadar şanslı olabileceği anlamına gelmiyordu, ki buna yaşamak denir miydi? Pera sırf bir adam kendine sesini yükseltme hatasında bulunduğu için ortalığı birbirine katmış kadındı. Şimdi o kadının böylesine gereksizce sırtlanması için ne neden bulabiliyordu, ne de mantıklı bir açıklama.

Sıranın kendisinde olduğunu aklındaki düşüncelerden sıyrılmasını sağlayan uzun bir sessizlik olduğunda anlamıştı. Derince soluklandığında aslında ne kadar zıt hayatlarda olduklarını bir kez daha gördü kadın. Aşırı malları, mülkleri, paraları yoktu ama bin türlü servet değerinde bir çocukluğu vardı Pera'nın. Zenginliği parayla asla olmazdı, olamazdı, kendine konduramazdı bunu. Kendine alınan hediyelerle değil onu nefesi kesilircesine gıdıklayan annesi ve babasıyla kahkahalara boğulmuştu sonuçta.

'Bizimkiler beş sene önce İtalya'da bir adaya yerleşme kararı aldılar. Benim için zor bir dönemdi bu. Eğitim süreçlerim dışında onlardan hiç ayrı yaşamadım denebilecek haldeydim. Toparlanmaları uzun zaman almadı. O yüzden de terk edilmiş hissetmemem adına beni de peşlerinden sürüklediler. Evlerine yerleştirdim, orada kendime bir oda bile hazırladım. Hatta bir ara gelmemeyi dahi düşündüm Türkiye'ye. Bu düşüncemi paylaştığımda ikisi de karşısına aldı beni, resmen suçlu çocukmuşum gibi oturttular beş saate yakın konuştular. Çocukluğum, ergenliğim, ağlamalarım, sızlanmalarım, gerginliklerim, inatçılıklarım. Hepsinden açıldı konu. Beni ne kadar sevdiklerinden bahsettiler. Ne kadar uzakta olurlarsa olsunlar bunun hiç değişmeyeceğinden ama kendi hayatımı kurup, kendi kararlarımı alabilmem gerektiğini anlattılar. Çok kızmıştım, hatta inanır mısın bir ara beni artık istemediklerini düşünmüştüm. Birbirlerini o kadar çok seviyorlardı ki aralarına bunca zaman ben bile girememiştim. Düşünsene. Ergenliğim bile geçip gitmişti ama ben tıpkı bir ergen gibi beni artık istemediklerini düşünmüştüm.' Gözlerini kocaman açarak konuşurken Dağhan arkaya yaslanıp gülümsemişti. Kendini düşünmekten ziyade başkalarının ne yaşadığını, ne hissettiğini düşünmek iyi geliyordu ona anlaşılan.

'Bu düşüncem aylarca devam etti, yanlarından İzmir'e döndükten sonra da devam etti hatta. Sonra fark ettim ki neredeyse her gün arıyorlardı, beni sevdiklerini söylüyor ve kendilerini suçlasam da özlediklerini dile getiriyorlardı. Onların istemedikleri şey tek başıma kaldığımda korkmamamdı. Kendi ayaklarım üzerinde durabilmem. Bir gün tek başıma kalacak ve kendim için bir hayat kuracaktım çünkü. Bazen insanın seçim yapması gerekir hani. Benim de o seçim önümdeydi, ya İtalya'da bir adada ailemle çok sevdiğim işimi yapmadan hayatımı sürdürecektim. Ya da onları özlesem de beni mutlu eden şeyleri yapmaya devam edecek ve canım her istediğinde onlarla konuşabilecektim.' Konuşması telefonunun sesiyle kesildiğinde çantasında telefonu çıkararak ekrandaki isme bakıp gülümsemesini büyüttü. Uzun süredir konuşmuyorlardı, gerçi onlara göre uzun süredir konuşmuyorlardı demek daha doğru olurdu.

'Bizimkiler, konuşsam-'

'Sıkıntı yok.' Sessiz sedasız kadehini alıp arkasına yaslandığında görüntülü aramayı da yanıtlamıştı.

'Annecim.'

'Bir tanem...' arkasına müthiş sahil manzarasını almış, elinde bir fincan kahve yaşadığı her zorluktan sonra mükemmel bir mükafat gibi olmuştu bu kadına. Fazla şehir dahi değiştirmeyi sevmese de İtalya ona iyi gelmişti. Yüzü mükemmel şekilde aydınlıktı. Her zaman gözlerinde olan gururlu bakışlar kendine odaklanmıştı.

'Sizi ne kadar özledim anlatamam. Babam yok mu?'

'Ah ah... Nasılsın annecim, iyiyim kızım sen nasılsın, bende iyiyim teşekkürler neler yapıyorsun falan yok, babam yok mu anında.' Pera gülüşünü gizleyemeden baktığında annesinin hemen omuzlarının üzerine bir çift el yerleşmiş başına da çenesini yaslamıştı babası.

'Prensesim...' Kendine has, hala yok edemediği o aksanıyla beraber Pera daha çok gülümsediğinde havadan bir öpücük göndermişti bile ki anında gözleri ekranı taradı.

'Neredesin kızım? Hiç tanıdık değil orası. En son evin de bahçeli değildi?' babasının sorgular haliyle omuzlarını kaldırıp indirmekten geri kalmamıştı. Bu muhabbetin sonunu biliyordu ve belki de aramayı hiç açmamalı, daha sonra evden aramalıydı ama emindi ki kendisi onları arayana dek meraktan bilet almış olurlardı.

'Patronumun evindeyim baba. Unuttun mu ben hem halkla ilişkiler çalışanıyım, hem de özel danışmanım.' Kaşları havalanırken içinde tutmak istese de açık sözlülüğü sayesinde asla başaramayacağı cümleleri döküverdi dudaklarından telefonunun diğer ucundaki adam. Ah ah... Herhalde bir iki değil, elli tane çocuğu olsa değişmeyecekti Pera'nın hayatı için merak duygusu. Babası kendisi için olan endişesini belli etmezdi ama kızının hayatı, arkadaş çevresi, duyguları söz konusuysa çekinmeden burnunu sokardı duruma.

'Ne güzel. Bizi de tanıştırma imkânın olacak sanırım bu sayede.' Annesi ne kadar itiraz etse de, babası her seferinde olduğu gibi inatla tanımak istiyordu. Ağzını daha sonra demek için aralasa da telefonun arkasındaki Dağhan'ın kendine gelmek için bedenini dikleştirdiğini ve elini telefonu istercesine uzattığını görünce stresli haliyle gülümsedi. İtiraz edecek bir durumu kalmamış, adam da hali hazırda onay vermişti ki gülümseyerek telefonu Dağhan'ın parmakları arasına bırakmak zorunda kaldı. Yüzünde istemsizce olan af diler ifade olsa da adamın durumu hiç önemsemediğini ve rahatsız olmadığını görebiliyordu.

'Merhabalar efendim. Kusura bakmayın, böyle tanışmak elbet istemezdim ama lansman için kıyafet seçiminde Pera'ya ihtiyacımız vardı. Malumunuz moda evlerini şirkete taşımak absürt kaçıyor biraz. Ben Dağhan Kalaycı. Nasılsınız?' az önce zil zurna sarhoş olmaya ramak kalmış adam anında kendine gelmiş, dağınık halinden beklenmeyecek halde gayet özverili şekilde konuşmaya başlamıştı ki Pera'nın anlamaz gözleri yüzünde gezinmeye kulakları ise annesi ve babasının seslerini duymak için dört açılmaya başladı.

'Merhaba Dağhan bey. Ben Alain, eşim Derya. İş için koşturuyorsunuz sonuçta ne kusuru.' Babasının nazik tınısı... Herkesi suya götürür susuz getirirdi. Buna kanmayan bir arkadaşı dahi yoktu. Bütün her şeylerini paylaşabilirlerdi bu adamla resmen, gerçi paylaşmak istemeseler dahi Alain'in tatlı dilinin oyununa bir şekilde düşerlerdi. Babası öyle bir seviyedeydi ki bazen arkadaşlarının kendine anlatmadığı şeyleri babası ile paylaşırken duymuşluğu vardı. Adam arkadaş çevresinde her daim akıl hocası olmuştu Pera'nın.

'Çok memnun oldum. Bildiğim kadarıyla İtalya'dasınız. Çok sevdiğim bir ülkedir. Yemekleri ve şarabı kadar adaları da...' tebessüm eden yüzüyle bir anda karşısında babası oturuyormuş gibi hissetmesi doğru muydu? Bu hissiyatı bir tek Pera almamıştı ki babasının sesi kesilmiş annesinin hal hatır sorması devreye girmişti. Muhtemelen babası kendisi gibi birini karşısında görünce olduğu gibi kalmıştı ama annesinin şoktan çıkması zaman almamıştı.

Kısa muhabbetlerinin ardından neredeyse kızlarının çok yakın arkadaşıymış gibi Dağhan ile muhabbetleri sürdüğünde şaşkındı Pera. Dahası Dağhan'da kendini salmış, koltukta iyice yayılmıştı. Sanırsın kırk yıllık dostuyla konuşur gibi rahat bir tavra bürünmüştü. Yaklaşık on dakika önce olan kederli hali tuzla buz olup havaya karışmıştı.

'Eline ne oldu oğlum?' bir anlık rahatlığın verdiği hezimet ile Alain adamın sarılı kolunu gördüğünde Dağhan gülüşünden yine ödün vermedi.

'Ufak bir kaza sadece, sıkıntı yok. Buradan sohbet etmek çok güzel ama umarım kısa süre içerisinde yüz yüze görüşebiliriz. Sizi mutlaka ağırlamak isterim.'

'Aslında biz onun için aramıştık. Pera yanında mı?' başını usulca sallayıp son kez elini havalandırarak veda ettiğinde telefon yeniden kadına dönmüştü ki ikisinin de muzur surat ifadesine içten içe kahkaha atmak istedi kadın. Şu an kendisiyle dalga geçebilecek iki beden vardı karşısında ancak Dağhan'ın duyduğunu bildiklerinden olsa gerek sadece sinsice gülüyorlardı. Bu gülüşün nedeni de aslında Pera için çok açıktı. Ne zaman arkadaşlarıyla otursa ve ailesi arasa daha sonra görüşürsünüz derdi kadın, onlar da birkaç kez ısrar etseler bile kabullenirlerdi. Ancak şu an daha ilk isteklerinde amaçlarına ulaşmışlardı. Ve Alain ile Derya'nın yüzündeki gülüş bunun kötü bir durum olmadığını kanıtladık der gibiydi.

'Tatlım, bazı evraklar için hafta sonu İstanbul'da olacağız.' Annesinin sesi resmen yüzünde güller açmasına neden olmuştu. Aylardır yanlarına gidememişti haliyle onları öylesine özlemişti ki, bahsi geçen hafta sonu muhtemelen bir türlü gelmek bilmeyecekti.

'Ne olur bana uzun süre kalacağınızı söyleyin...' ufak mızırdanan bir kız çocuğu edasıyla boynunu büküp yalvarırcasına bakmaya başladığında annesinin sesi de tekrar duyuldu.

'Ortalama 2 hafta.'

'Yapabilirseniz daha uzun ayarlayın. Sizi o kadar özledim ki, üstelik Elfe'de burada.'

'Hafta sonu görüşmek üzere o zaman. Bu arada, Dağhan'a da söyle geldikten sonra bir akşam sende yemek yiyelim, müthiş şeyler hazırlarız annenle teminatımızdır.' Babasının yorumuyla arkadan Dağhan'da güldüğünde başını olumlu anlamda sallamaktan geri kalmamıştı.

'Alain bey ve Derya hanım Elfe'den o kadar çok yemeklerinizi dinledim, Pera bizi o kadar güzel ağırladı ki mutlaka geleceğim. Bende sizleri ağırlamak isterim mutlaka.' Konuşma sonunda bittiğinde bakışları kendine gelmiş adama döndü. Bir nebze bile olsa rahatlamış, kafası dağılmış gibi duruyordu.

'Gerçekten çok güzel bir ailen var. Ve bu yemek davetim sadece lafta değil. Mutlaka uygun bir gün ayarlayalım.' Kadın başını usulca sallarken eline aldığı kadehi tepesine diktiği gibi ayaklandı adam.

'Hadi şu kıyafet işini çözelim.' Bu kadar ani ruh hali değişimi çok hızlıydı Pera'ya göre. Resmen on dakika önce bitik olan adam bir anda kendini bilen bir beyefendiye dönüşmüş, şimdi ise tamamen uğraş içine girmişti. İtiraz etmeden ayaklanıp adamı takip ettiğinde bir kat yukarı çıkıp ince koridorda ilerlemiş ardından sürgüsünü ittiği kapıdan içeri dalmışlardı. Eliyle kapağına vurduğu dolaba baktığında derin bir nefes aldı kadın.

'Burası tamamen gidecek. Yani rezillik oldukları için mecburen.' Omuz silktiğinde bu kez camlı dolaplara dönüp kapaklarını tek tek aralamış ardından ortadaki aksesuarlarla dolu cam sehpanın kilidini açmıştı.

'Göster bakalım atılması gerekenleri.' Pera telefonunu kenara bırakıp kıyafetleri tek tek askılarından çıkarıp bakmaya başladığında atılması gerektiğini söylediği her parçayı itirazsız direkt olarak elinden alıp katlayarak kenardaki pufun üzerine bırakmıştı. Çok bir parça yoktu ayrılacak, adam resmen hayatını ikiye bölmüştü. Bir tarafta karalama kampanyası için olan Dağhan, diğer tarafta da gerçekten kendini bilen adam. Ancak Pera bir noktada anlamıştı ki rahat şeyler giymeyi seviyordu Dağhan. Dolabın çoğunluğu tişörtler ve eşofman altları ile doluydu. Ayakkabılara göz gezdirdiğinde de aynı şekilde spor ağırlıklı olduğunu görerek geçtiği her adımda kenarda duran kağıda da eksikleri not almıştı ki en son aksesuarların olduğu dolaba gelerek göz atmaya başladılar. Pera görünüşüne göre çok ağır kravat ve saatler kullanan adamla derin bir nefes aldığında en azından iltimas gösterilecek halde olan kol düğmelerine gülümsemişti, ancak kravat iğneleri... Emin olamamıştı bu durumdan. Kravat iğnesi her daim moda olacak bir detaydı ama böyle ağır olup olmamaları konusunda net bir karara varamıyordu.

'Açık söyleyeyim. Saatler ve kravatlar görünüşten çok daha yaşlı duruyor. Çalışırken kullanmadığınızı biliyorum ancak daha modernize etmemiz gerek. Bunun yanında takım elbise ve gömlekleri birazcık bile olsa çoğaltmamız gerek. Kol düğmelerine itirazım yok fakat kravat iğneleri... Nasıl desem...'

'Abartılı. Farkındayım. Aksesuar açısından desteğini talep edebilirim.' Başını usulca salladığında gözleri ayakkabı dolabına dönmüştü kadının ki Dağhan'ın diz çöküp kot pantolonlarının olduğu dolabın en altındaki kasayı açmasıyla derin bir nefes aldı.

'Klasik ayakkabı almamı istediğini söyleyeceksin.' Maalesef dememek için kendisini zor tutuyordu Pera. Bu kadar spor şeyin arasında giyecek daha klasik şeyler bulmak emindi ki lansman sonrası kendisinin de gerilmesine neden olacaktı. Bakışlarıyla adımları da adamın çıkardığı kutuyla beraber o tarafa yöneldiğinde Dağhan kadife kutuyu açıp Pera'nın yüzüne bakmıştı.

'Aksesuar konusunda hala çok iyi olduğumu iddia edemem ama gerçek zamanlı kullandıklarım bunlar.' Gözleri ortadaki cam sehpanın içindeki parçalardan çok çok uzakta olan kol düğmeleri,kravat iğneleri, birkaç parça bileklik, yüzük ve son olarak küpeler ile çarpıştığında kaşları havalansa da Dağhan gayet sakin şekilde oldukları yerden çıkardı.

'Fazla şahitlik eden olmasa da kullanıyorum.'

'Çok kötü değilsiniz bu konuda. Daha doğrusu doğru şeyleri bildiğiniz halde yanlış olanı seçtiğiniz için güveniyorum size. Sadece, lansman için takım seçimini ve aksesuar seçimini beraber yapmalıyız. Üzgünüm ama buna katlanmanız gerekecek. Diğer detaylar için zaten kendinize göre takım elbise seçebilecek birisiniz, fakat o gece daha mühim.' Umudunu yitirmiş, ikna olmayacağını düşünürcesine konuştuğunda gülümseyerek başını sallamıştı adamcağız. Bu zamana kadar kimseye müdahalede bulunma şansı vermemişti. Maksimum ailesinden ayrılıp eve çıktığından beri yanında çalışan Deniz'e kravat konusunda fikrini sormuştu ki o da genelde iki parça arasında olurdu.

Şimdi Pera'nın müdahale edecek olması işine gelmese de başta söylediği tüm kurallara uyan birine bu konuda itiraz etmek işine gelmiyordu. Daha lansmana zaman olmasına rağmen kadın şimdiden önüne işine yarayacak mekanlarla dolu bir liste çıkarıp, kesinlikle gitmemesi gerekenleri de özellikle farklı bir listeye dökmüştü bile. Pera'ya ne kadar itiraz ederse etsin bu kuralları kendisi koyduğu için kabul görmeyeceğini biliyordu.

Kısa günün kârı dedikleri bu olsa gerek işleri halletmişti Pera. Arabasına yerleşip eve gitmek için yola koyulduğunda içi biraz olsun rahatlamıştı. İlk başta oluşan o kasvetin bir anda dağılması, kıyafet meselesini kolay ve yarasız olarak atlatmak içindeki huzursuzluğu kaldırıyordu. İşini yapmak kadına iyi geliyordu ama bir yandan da Dağhan'ı bulduğu gibi bırakmaması kafasının rahatlamasına neden olmuştu. Deniz'in çıkarken kendisine gülen gözlerle bakması bile fark etmeden doğru bir şey yaptığını gösterir gibiydi.

Ne yaparsa yapsın bazen vazgeçemiyordu. İnsanlara yardımcı olup o huzuru üstlenmek, birilerinin derdini dinlemek, çare olamasa bile insanların kendisiyle sıkıntılarını paylaşmayı sevmesinin içinde oluşturduğu o rahatlama hissinden kopamıyordu. Bazen dinledikleri ağır bir yük gibi üzerinde, omuzlarında kalıyordu ama kendine baktığında şükür ediyordu. Fakat Dağhan'da durum öyle olmamıştı. Onun kendisine yaşadığı acı olayları anlatacağını hiç tahmin etmemişti. Sadece basit bir şekilde medyatik durumunun basına yansımasını istemediğini düşünmüştü ama eğer ki söz gelimi doğruysa dağ gibi adamın içinin çürüdüğünü bire bir görmüştü. Garip geliyordu bu durum, çünkü Dağhan enteresan bir şekilde baktığı yerde taştan yıkılmaz bir duvar gibi durabiliyordu ve bu tür mücadeleleri sanki hiç görüp geçirmemiş hali tavrı vardı.

Geçen iki günün üzerine bakışları lansmanın olacağı salonda gezindikten sonra elindeki servis listesine döndü. Oturma planı hazır haldeydi, etrafta yoğunlukta gümüş ve siyah kullanılmış, koca salon içerisinde yaklaşık 50 kişi tıkır tıkır çalışmasını sürdürüyordu. Bakışları tekrar etrafta gezindiğinde kenarda duran listeye de ışıklandırmalar için tik attı. Gündüz gözüyle bile salon gayet şık ve zarif görünüyordu. O boy boy gazete ve dergilerde olan kendini bilmez adamlardan böyle bir lansmanı kimse beklemezdi. İşe kendisi el atmadan önce çalışmalara başlandığı için bir nebze de olsa aslında ne kadar naif ve bir o kadar da kendini gösteren şeyleri sevdiklerini de anlamıştı haliyle.

Saçlarına taktığı güneş gözlüğünü çıkarıp yakasına iliştirdiğinde derin bir nefes almaktan da kaçınmadı kadın. Sabahtan beri koca salon içerisinde her detayı incelemişti ve Deha'nın birkaç dakika sonra burada olacağını biliyordu. Kıyafet anlamında Pera'yı en son yoracak kişiydi o. Çünkü gerçek anlamda ne giyeceğini, nasıl yakıştıracağını biliyordu. Nida, Pamir ve Dağhan gibi kendini yerin dibine sokma gayretinde bulunmamıştı çünkü henüz kimse onun ortak olduğundan bile haberdar değildi. Haliyle ne imajını düzeltmesi gerekiyordu, ne de bunun için ikna etmesi. Ortaklar arasında manşetlerde sadece zengin züppe olarak görünüyor oluşu biraz yoracaktı Pera'yı ancak o da zaten kadının alışık olduğu bir detaydı. Onun dışında çözebilecekleri fazla bir nokta yoktu. Sadece artık daha çok iş için ön planda olması gerektiğini kabullendirmek kalmıştı, ki Dağhan'ın söylediğinde göre en zor olan da bu konuydu.

'Deha bey.'

'Pera?'

'Deha bey...'

 

Loading...
0%