14. Bölüm

Bölüm 13

Ceren Öztürk
biceruvar

Selamlarrr... Geç kalan şubat bölümlerine bu bölüm ile nokta koyuyoruz. Sıra mart ayının bölümlerinde... Normal sistemimize dönme zamanımıza geldik. Bakalım bu bölüm karakterlerden istediğiniz verimleri alacak mısınız, bir de artık duygu, düşünce ve bilimum bazı karakterlere atar gideriniz olacak mı... Lafı çok uzatmadan şubat aynın son bölümüyle sizleri baş başa bırakıyorum.

İletişim için ve yeni bölüm haberi için instagram kullanıyorum beybiler... (BiCeruVar)

 

 

🌑🌒🌓🌔🌕🌖🌗🌘🌑

 

 

Bir ezgiydi kulaklarımdaki tüm pası silmiş olan,

 

 

Bir hayattı göğsümü siper etmemdeki sebep,

 

 

Ve bir sendin, beni benden dahi vazgeçiren…

Savaş her neslin kanlı yalvarışı... Savaş her zamanın vicdansız yanı... Savaşın en iyi arkadaşı ise çığlıklardı. Çığlıklar yeri göğü inletse de savaşı çıkarana zevk verirdi ve bu sadece topla tüfekle de olmazdı. Birileri gözyaşı döker, başkaları yardım ister, bazen direniş bazen de kabulleniş olurdu. Savaş her kesimin titreyen elleriyle yapmaları gerekeni yaptıkları yerdi. Yapmak istediklerini değil. O yüzden masumu da yoktu, suçlusu da savaşın içindekiler için. Tek suçlu dışarıdan bir film seyreder gibi olanlardı. Tüm bu savaşı asıl başlatanlar…

Şimdi bir savaşın ortasına yürüyordum. Parmaklarıma kenetlenen parmaklarıyla beraber omuzlarım dikleşiyordu. Aldığım derin nefesle beraber çenemi de hafifçe kaldırdığımda, attığımız adım dakika itibariyle bütün gözlerin bize dönmesine neden olmuştu. Savaş benim içimde başlasa da, herkes kabullenmiş gibiydi.

Yavaş yavaş üzerimize üşüşen şaşkın bakışlar babalarımıza yönelerek hayret dolu fısıldaşmalara neden olurken harelerim babamın gözleriyle kesiştiğinde, bir adım atmak üzereyken kolundan yakalayıp durduran Ilgın hanım dikkatimi çekti. Gözlerim etrafta gezindiğinde Kubilay beyin de aynı halde olduğunu fakat önünde duran Denker abi yüzünden çakılı kaldığını fark ettim.

Fısıldamalar artık uğuldamaya dönüşürken Noyan bistro masanın yanında durmamızı sağladığında derince soluklanmıştım ki sağ olsun gelen servis elemanından aldığı iki kadeh viskiden birisini parmaklarımın stres atması için kullanma imkanım oldu. Noyan’ın gözlerini bana çevirdiğini fark ettiğimde bende ona dönerek rahatlatmaya çalışırcasına hem gülümseyip hem de elimi bırakan parmakları sırt dekoltemdeki boşluğu usulca okşamaya başlayışını hissettim. Noyan sadece bakarken bile bu savaşın galibi olduğunu haykırıyordu fakat ben her yerde kan ve çığlık görüyordum. Onun yanında güvende hissediyordum ancak şu durum güvenle alakalı değildi. Dışarıdan bakanların dik gördüğü omuzlarım içimde çoktan düşmüştü. Bu ortamı oldum olası sevmeyen ruhum, ne olur buradan gidelim, dercesine yalvarıyordu.

‘Sigara?’ tebessümüyle mırıldandığında gülümseyerek başımı salladım yeniden. Sanırım içimi en çok rahatlatan nokta şu an alkol konusunda şarap içmem gerektiğine dair vaazlar vermeyen ve ihtiyacım olan nikotin eksikliğini bilen Noyan’dı. Gözleri başka noktalara döndüğünde ufacık bile kıpırdamayan mimiği bana döndüğü dakika canlanıyordu ve ben bu ayırt edilmişlikten memnundum.

Cebinden çıkardığı sigara paketinden bir dal aldığımda ateşlediği gümüş S.T. Dupont ile tutuşturduğunda zehri derince ciğerlerime doldurdum. Bu davetin açık bir alanda yapılmasına şükürler çekebilirdim. Çünkü olduğum konumdan kıpırdamam gerekmeyecekti. Harelerim Noyan’dan koparken köşede boş bakışlar atar gibi görünse de bekleyen Gökmen abiyle göz göze geldiğimde dudaklarının ufak bir tebessümü bile doğru olanı yaptığımı anlatır gibiydi bana. İçim gittikçe rahatlıyor, gerginliğim buhar olup havaya karışıyordu. Pek tabi usul adımlarla bize yaklaşan Zeren beyi fark edene kadar böyleydi. Noyan’da benim baktığım noktaya döndüğünde sırtımdaki baş parmağı bir kez daha okşadı tenimi.

‘Sakin ol…’ diyerek sonunda yanımıza ulaşmış babama baktı. Başta tepkisiz olan hali usulca tebessüme dönüşmeye başladığında düşündüm bir an. Biz birbirimize gülümseyemezken Noyan babama fazlaca samimi halde gülümsüyordu. Ben koca bir hayal kırıklığı içinde çırpınırken o önce can simidini bana doğru fırlatmış, sonra boğulmamak için çaba sarf eden bedenime acımasızca kurşun yağdıranlara namlusunu çevirmişti. Can kurtarırken, cana kıyıyordu. Noyan tam olarak böyleydi. Bana uzattığı parmakları yaraya merhem olurken, başkasına döndüğünde o el cinayet silahı haline gelebiliyordu.

‘Ne işin var burada, bu herifle.’ Gözlerim sözleriyle usulca Noyan’a kaydı. Duruşu bir an bozulmaz mıydı insanın? Onun duruşu da, bakışı da bozulmuyordu. Samimi gibi görünen gülümsemesi tehditkardı ve karşısındakinin kim olduğunu değil, benim canımı nasıl yaktığını önemsiyordu. Bende bu oyunda eşlik etmeyi istedim ona. İçime sindiremediğim yalancı gülümsememle Noyan’ın yan profilinden gözlerimi çekerek direkt olarak bana bakan, harelerinin diplerinde aşağılayan bir adamı barındıran ancak yüzündeki ifade kızı için çok memnun bir imaj çizen babama baktım. Onu böyle anımsamaktan vazgeçmeliydim. Vazgeçmeliydim çünkü dilime dökülmese de içimden baba demek sinir uçlarımın acı çekmesine sebebiyet veriyordu.

‘Zeren bey, bütün gözler üzerimizde iken sizin için hesaplaşmak makul mü?’ diyen Noyan’la babamın bakışları ona döndüğünde asla ummayacağım o şey oldu. Babam, Zeren İmerler nefret ettiği ve öldürmeye çalıştığı adama elini uzattı. Bakışlarım havadaki parmaklarında olsa da Noyan sigarasını anında küllüğe bırakıp uzattığı elini sıkarken gerginlikten sıktığım dişlerim yüzünden çenem ağrımıştı resmen. İkisinin selamlaşması son bulduğunda babam bu kez bana yaklaşmış ve o gösteriş olsun diye yaptığı şakağıma dudaklarını bastırma eylemini gerçekleştirmeye çalışmıştı fakat aramızdan uzanan Noyan’ın kolu buna da engel olmuştu. Üstelik şaşırtıcı bir şekilde dışarıdan bakan birisi olsam Noyan’ın yanlışlıkla kolunu uzattığını ve ardından da kusura bakmayın bakışı attığını düşünürdüm. Ne kadar kaçmak istesem de kendimi engelleyip olduğum gibi durarak gülümsediğimde hafifçe uzaklaşan Zeren beyin gözleri ikimizde de bir süre gezindi.

‘Bütün bu olanlar karşılıksız kalmayacak.’ Derken Noyan gülerek kaşlarını havalandırdı anında.

‘Ona ne şüphe…’ meydan okuyan sesi arasında gülümsemesini daha da genişletti. Aralarında sessizliğini koruyan sadece bendim.

‘Bu arada-‘ diyerek Noyan babamın kolunu hafifçe tuttuğunda yüzünde kocaman bir gülümsemeyle başını salladı, ‘Saçının tek teli dahi boynunuza urgan olacak Zeren bey. Dediğiniz gibi olanlar asla karşılıksız kalmayacak.’

‘Merakla bekliyorum.’ İkisinin de gözleri birbirine çakılı kaldı son dakika fakat babam geldiği sakinlikte usul adımlarla yanımızdan uzaklaştı. Sanki bu gerginliğin sonu gelmeyecek gibi bu kez Kubilay bey yaklaşmaya başladığında bayılmak istiyordum. Bayılayım ve hızlıca gece bizim için son bulsundu.

‘Noyan.’ Derken sesindeki emrivaki tını kendini belli etse de bakışlarını dikkatle oğlunun üzerinde gezdirdi Kubilay bey. Dışarıdan bakan bir göz olarak yorum yapacak olsam onu burada, yanında benimle dahi görmeye razıydı sanki. Babamın bana olan o itici bakışlarından ziyade Kubilay bey Noyan’a farklı bakıyordu. Hareleri usulca bana döndüğünde gözlerine bir sis perdesi inse de tebessümü kaybolmadı.

‘Belgi…’ kısa bir baş selamlaşmasından sonra harelerini daha fazla üzerimde tutmadan Noyan’a çevirdiğinde dudaklarımı ıslatmak için içkimden bir yudum aldım.

‘Yaraların nasıl?’

‘Çok daha sancılı zamanlarım olmuştu baba, iyi bilirsin.’ Bu kez benim aksime fazlaca gerilen Noyan’dı. Fakat bu gerginliği sadece asabiyetten doğuyordu. Bana yaptığı gibi zaten birleşik duran bedenlerimizi fırsat bilerek usulca sırtını okşadığımda düşmeye başlayan yüzünü hızlıca toparlayıp gülümsedi.

‘O kadar yara ile buraya gelmen…’ bir an duraksadığında gözleri bana yine gülümseyerek döndükten sonra tekrar odağı Noyan olmuş, söyleyeceklerinden vaz geçerek derince soluklanma ihtiyacı hissetmişti, ‘İtibar en nihayetinde.’ Diye devam ederken başını da salladığında Kubilay beyin fiziksel özelliklerinde gram Noyan olmasa da birbirlerine ne kadar benzediklerini gördüm. İkisi de sadece dış dünyadaki kimliklerini koruyorlardı, ikisi de birbirine özlemle baksalar da bunu saklamaya çalışıyorlar fakat göz göze geldikleri anda kontrollerini yitiriyorlardı. İkisinin de duruşu, mizacı, ortalığa yaydıkları enerji sertti ve oyunu kurallarına göre oynamak adına ant içmişlerdi. Noyan onay verircesine başını salladığında alt dudağını ısırarak gerginliğini alacakmış gibi uğraştığı kadehi hafifçe havalandırdı kaşlarıyla beraber.

‘Senden öğrendim. Çok mühim konu itibar.’

‘Öyledir. İyi akşamlar.’ İkimize de hafifçe baş salladığında Noyan ve Kubilay bey arasında olan o gizli saklı atışmanın profesyonelliği beni dumur etmişti. Nazik kelimelerle beraber alttan alta birbirlerini ezmişlerdi ve eğer bu kadar yakın olmasam asla anlamazdım. Bunu bile dakikalar sonra fark edebilmiştim. Baba oğul resmen birbirlerine gizli bir savaş açıyordu, özlem dolu olsa da savaş, savaştı.

Olan iki gergin andan sonra yanımıza uğrayan Denker abi, Simay, Noyan’ın iş yaptığı birkaç insan, yönetim kurulundan birkaç kişi daha da gerginliğimizi alırken sahnede kendini gösteren genç kadınla beraber ışıklar loşlaştı. Noyan sırtımdaki elini belime doğru sarıp göğsüne yaslanmamı sağladığında derince bir kez daha nefeslendim.

Sahnedeki kadın yirmili yaşlarının sonunda gözüküyordu, anlattığı kadarıyla bu dernek sayesinde okumuş, bugün de hala ayakta olan derneğin destekçilerinden birisi olmuştu. Yüzünde kocaman bir gülümseme, kendine asla ailesiz olduğunu hissettirmeyen insanlara teşekkürleri, derneğin yapılanması olan yurtta başından geçen iki kısa komik anıyla beraber bu zamana kadar katıldığım ve bana zevk veren tek davetin burası olduğunu fark etmemi sağlamıştı. Anlatacakları sonlanmış olacak ki kendine uzatılan kağıtla beraber çoğu firma ismi olan teşekkür listesini okumaya başladığında viskiden bir yudum daha aldım.

‘…İş dünyasına adım attığı günden beri derneğimizde sürekli ismi anılan bir kişi daha var, ancak öncesinde holding olarak desteğini esirgemediği gibi bireysel olarak ismini ilk kez bizlerle gördüğümüz Belgi Deran hanıma ve yıllardır olan katkılarını hiç çekmemesi ve patronum olduğu için gurur duyduğum Noyan beye teşekkürlerimizi sunuyoruz. Her kız çocuğunu günün birinde güçlü bir iş kadını olarak karşınızda görmeniz dileğiyle. İyi eğlenceler dilerim.’ Sahneden inen kadının bıraktığı boşlukta gözlerim kilitli kalırken kaşlarımın çatılmaması için ciddi bir çaba sarf ediyordum. Ne demişti o? Bireysel bağıştan mı bahsetmişti? Ben daha iki hafta önce kiraladığım evin borcunu nasıl öderim diye düşünüyordum, şu an da benim için durum farklı değildi ama bağış mı yapmıştım? Hem de haberim olmadan…

‘Bağış yapmadım.’ Fısıldarcasına çıkan sesimle sırtımı Noyan’ın göğsünden çekip bakışlarımı ona yönelttiğimde dudaklarını şakağıma bastırdı.

‘Yapmışsındır.’ Dediğinde yapmadım demek için tekrar dudaklarımı aralasam da tebessümüyle beraber elini aramıza uzattı, ‘Benimle dans eder misin?’ nazik sesiyle gözlerim havadaki parmaklarıyla biraz daha aydınlanmış ortam yüzünden ışıldayan hareleri arasına gidip geldi iki kez. Salondaki birkaç bakışın üzerimizde olduğunu hesaba katamayacak halde değildim, belki de bu yüzden uzattığı parmaklarını yakaladığımda usulca ortaya çekti bedenimi.

Olana bitene anlam veremiyordum. Sadece dans ederken bizimle beraber altı çift daha olmasına rağmen insanların tek odağı olmamıza anlam veremediğim gibi. Dün gece Noyan’ın salonunun ortasında olan dansımızı hesaba kattığımda yine ve yeniden Noyan’ın hareketleriyle istemsiz bir uyum içerisindeydim. Arkaya giden ayağını takibim, daha sonra onun yönlendirmesiyle sağ tarafa, arkama ve bir kez de sol tarafa ilerlememe rağmen bakışlarım bir an Noyan’ın gözlerindeki o derin denizlerden kopmuyordu.

Ciğerlerimde bir tarumar söz konusuydu ve bu sadece Noyan’ın çıra kokan teni yüzündendi. Noyan beni bedeninden nazikçe uzaklaştırıp tekrar tek bedenmiş gibi birleşmemizi sağladığı anda gördüğüm ufacık bir an vardı ki Zeren beyin sinirlerini ciddi anlamda germiştik. Elinde tuttuğu kadehi orada parçalasa şaşırmazdım sanırım yüz hatları yüzünden. Hareketlerimiz yüzünden bu kez harelerim Kubilay beyi bulduğunda yanındaki bir adamla konuştuğunu ancak gözlerini bir an bile bizden ayırmadığını fark ettim. Fakat bunların hiçbiri benim için önem taşımıyordu. Noyan, bu akşam şimdiye kadar sarıp sarmaladığı ruhumu sıcacık yapmıştı. Ailesinin evini soğuk bir yurt odası olarak tanımlayacak benim adıma gerçekten ailesi olmayan kız çocuklarına elini uzatmıştı.

Bunun benim için izahı da hissiyatı da anlatılabilecek gibi değildi. Noyan bu gece, bir tarafta kalan kız çocuğu haliyle Belgi Deran’ın saçlarını okşamış, onun gibi tek başına savaşması gereken geleceğin kadınlarının özgürlüklerine katkıda bulunmuştu. Ağzını açtığında itibar diyeceğinden emindim ama bu sadece itibardan ibaret değildi. Bu başka bir düşünce tarzıydı ve sadece parlayan puslu mavilerinden bile kanıtları okuyabiliyordum. Herkes bunun bir gösteriş olduğunu zannetse de değildi, nasıl ki gizli kapaklı Ager’in ailesinin ferdi olduysa Ahter, şimdi burada belki de yüzünü dahi görmediği kız çocuklarının attıkları ilk adımlarda ellerini tutuyordu.

‘İkisi de çıldırıyor şu an değil mi?’ sonunda daha sakin olabilmenin verdiği boşluğa rağmen bakışlarım Noyan’ın hareleriyle çarpıştığında yapılan bağışı mevzu bahis etme der gibi bakmıştı ve benim konuşmam gerekiyordu. Aksi takdirde omuzuna yüzümü gömüp hıçkırarak ağlayabilirdim. Noyan’ın dudaklarındaki tebessüm de kendini gösterdiğinde, daha önemlisi sol yanağında oluşan ufak çaptaki çukur beni içine çektiğinde, dansa başlamadan önce kurduğum cümleyi dahi unutmak zorunda kalmıştım.

‘İkisinden de büyük büyük olaylar bekliyorum.’ Başını hafifçe eğip kulağıma fısıldadığında artık görmediğim gamzesine rağmen tenimi yakıp geçen nefesi dünyaya dönmeme veya dünyamıza düşmeme sebebiyet vermişti, ‘Fakat umurumda mı? İşte o kısım tartışılır.’ Devam ettiğinde başını usulca yüzümden çekip gülümseyerek göz kırpmaktan kaçınmadı. Allah’ım, sanırım kalp krizi geçiriyordum. Bu gerginlikte bile bu adama düşmeye devam ediyorsam vücut fonksiyonlarımda bir bozukluk olması şarttı.

Zaten olağan ortamda Noyan ve beni akvaryuma kapatılmış renkli balıklar gibi hissediyordum. Eğer tasvirim doğru olursa dışarıdan bakan herkes çok güzel olduğumuzu dile getirse de biz bayağı şu dakika dört tarafı cam olan bir kapalı kutunun içindeydik. Tabi bu kapalı kutuya normalde renk vermesi gereken yapay bitkiler, su yoncaları, bir de hava motoru olmalıydı ancak öyle değildi işte. Bu akvaryuma hava da, renkte katan Noyan’ın tebessümü ve kokusuydu.

‘Teşekkür ederim Noyan.’ Mırıldanmamla hafifçe geri çekilip şaşkınlıkla baktığında iç çekip devam ettim, ‘Bağış için.’

‘Kız çocuklarını seviyorum. Ayrıca kolye yüzünden bir miktar gerileceğini tahmin ettiğim için sevgililer günü adına bundan daha iyi bir hediye düşünemedim.’ Açıklaması gülümsememe neden olurken puslu mavileri harelerime odaklandı. Sanki ilk kez bakar gibi öyle uzun ve dip köşe kolaçan ediyordu ki kendine rastladığına emindim.

‘Yine de teşekkür ederim, bu kolyeden daha değerli benim için.’

‘Biliyorum. Benim için de göğsünün genişleyip, yüzünün çiçeklenmesi öyle. Sen baharın, güneşli günlerin kendisi ol Deran. Hangi kurum ve kuruluş olursa olsun adına bağış yapmaya hazırım.’ Parçanın son notaları dansımıza eşlik ettiği sırada Noyan tekrar bana doğru eğilmiş dudaklarını askımdan açık kalan omuzuma basarak derin bir nefes almıştı.

‘Bir dünya kaos yıkılsa üzerime, dünyanın her metrekaresinde seninle dans etmeye devam edeceğim.’ Dediğinde dudaklarım tebessümle kıvrılmış, parça son bulmuş, Noyan’la gözlerimiz yeniden birbirini bulmuştu. Tuttuğu elimin üzerine ufak bir öpücük bıraktığında bana bu gece için son bir kez içinden gelerek gülümsedi. Son bir kez diyorum çünkü o samimi gülüşünden sonra yüzünde benim tanıdığım, bildiğim Noyan’a dair bir tebessüm kalmamıştı. Gözleri de, yüz ifadesi de tamamen başkalaşırken dönmediğimiz masamızla beni başka bir masaya, daha doğrusu İmerler holdingin yönetim kurulunda olan ve o toplantıda başarısız olacağıma dair bir inanca sahip olduğunu belirten Tülay hanıma ilerletmişti. Bunu neden yapıyoruz bilmesem de Noyan’ın konu hakkında epey bilgi sahibi olmasına bırakacaktım işi.

‘Tülay hanım. Fuat bey.’ Kadına başını hafifçe sallayıp, adamın da elini sıkarak selam verdiğinde bende olabildiğince gülümsememi gösterdim. Fuat beyi zerre tanımasam da Tülay hanımı şirkette göz hapsine alabildiğim kadar biliyordum. Fakat dili sivriliğini geçecek olursam gerçekten de bir hanımefendiydi. Duruşu asil, kendinden emin, kendinden olduğu kadar yaptığı işten de emindi. Yüksek topuklular üzerindeki zarafeti yırtıcı bir hayvanla eş tutulabilirdi, ki bu tutum çoğu kadında kendini göstermezdi. Ancak Tülay hanıma hakkını teslim etmem gerekiyordu, o yırtıcı kuş olduğunun da, topukluları üzerindeki gücünün de farkındaydı.

‘Nasılsınız?’ diyen ve isminin az önce Fuat, parmaklarındaki eş alyanstan Tülay hanımın kocası olduğunu anlayabildiğim adamın bakışındaki, gülüşündeki samimiyet bana enteresan gelmişti. Çünkü benim izlediğim Tülay hanım soğuk yüzlü, despot, bir nebze kibirli ve oldukça da kararlı bir kadındı. Samimiyet göstermeyen hali göz önüne alınırsa Fuat bey ile alakası yoktu.

‘İyiyiz, sizler nasılsınız?’ diyen Noyan’dan sonra sadece tebessüm etmemin yeterli geleceğini düşünerek sessizliğimi korudum. Fakat Tülay hanım sessiz kalmayı sevmiyordu anladığım kadarıyla.

‘Yönetim kuruluna daha yeni adım atmışken rakip bir firmanın sahibiyle beraber burada görülmen…’ derken burun kıvırıp yüzünü buruşturarak gözlerini kıstı, ‘Biraz canını sıkar gibi…’ diye devam ederken başını sallamayı da ihmal etmedi Tülay hanım.

‘Bence buna ihtimal vermezsiniz Tülay hanım.’ Ben daha ne cevap vereceğimi dahi düşünmemişken Noyan konuştuğunda bakışlarım ona dönmüştü ki yüzündeki samimiyetsiz fakat aşırı gerçek görünen gülümsemeye rağmen alttan alta ufak bir mesaj verdiğini anlamamam için aptal olmam gerekiyordu. Gözlerim usulca Tülay hanıma döndüğünde allak bullak olan ifadesini anında toparlamaya çalıştığını fark ettim. An itibariyle ayırt ettiğim bir detay vardı. Tülay hanım rakip firma dahi olsa Noyan’dan çekiniyordu. Hem de bu basit bir çekinme değildi. Korkudan çok daha öte şekilde Noyan’a duyduğu saygı bir muma dönüşmesini sağlamıştı. Eline aldığı kadehi dudaklarına yasladığında ise kaşlarımı çatmama neden olacak o cümleyi kurdu.

‘Ortam şartları Ahter.’ Gözlerim Tülay hanımdan Fuat beye dönerken onun hala profesyonelce gülümsemesiyle beraber tekrar baktım Noyan’a.

‘Bende öyle tahmin etmiştim.’ Poker surat gerçekti. Poker surat gerçekten var olan bir duruştu. Ve bu Noyan’ın suratında an be an yaşıyordu. Fuat beye tekrar elini uzatırken ise o ifadesinden hiçbir şey kaybetmiyordu.

‘Kimi korumanız gerektiğini adınız ve,’ duraksayıp Tülay hanımda döndüğünde kaşlarını havalandırdı, ‘Soyadınız kadar iyi bildiğinizi umuyorum. Beni de düşünün lütfen, koruyacağım insanları iyi bileyim bu sayede.’

‘Hiç merak etmeyin.’ Fuat beyin cevabıyla Noyan’ın sırtımdaki eli hareket etmem için hafifçe dokunduğunda ilerlediğimiz noktayı önemsemeden yönlendirmesini takip ettim.

‘O neydi öyle?’ fısıldayarak konuşsam da dudaklarımı elimden geldiğince kıpırdatmıyordum ki Noyan’ın anında kaşları havalandı.

‘İtibar diyelim.’ Gülümseyip yeniden göz kırptığında derin bir nefes alarak yaklaştığımız masaya baktım. Bir kez daha itibar derse sinirlerim bozulup kahkaha krizine girebilirdim. İtibar falan değildi bu, alenen görüyordum ki tamamen güçtü, Noyan’ın parmakları arasında sıkı sıkıya tuttuğu iplerdi, insanları ürküten meydan okumaydı. Noyan’ın o bakışlarına hiç rastlamasam, onu tanımasam, buraya öylesine bir şekilde gelmiş ve uzaktan olaylara dikkat kesilsem saygın ancak insanlara karşı sevgi dolu bir adam der geçerdim fakat bu tamamen tehditti.

Kafamın içinde dönen tilkilerin kuyrukları yine birbirine değmezken kendime geldiğimde yaklaştığımız masada asla tanımadığım hatta bir kez olsun magazinde rastlamadığım beş insanda gezdirdim gözlerimi. Az önce olanlar kafamı karıştırdığı için tanışma sırasında sadece isimlerini, ne işle uğraştıklarına dair ufak kopyaları ve yönetim kuruluna girdiğim için tebriklerini aklımda tuttum. Noyan’ın hem resmi, hem de o samimiyetsiz samimiyetle konuştuğu üç adam, bir kadın vardı. Bir de az önce sahneden inen genç sarışın kadın.

Esmer olan kadın Noyan’ın şirketi Étoile’de idari işler departmanın başında görev alıyordu ve adı Feyza’ydı. Hem samimi, hem de karşısında patronunun kız arkadaşı olarak gördüğü için olsa gerek bir düzeyi söz konusuydu. Herhalde cemiyet hayatında tanıyıp tanıyabileceğim en normal insan olabilirdi Feyza. Aşırılıktan uzak, kendinden emin, dik duruşlu, güler yüzlü haliyle, ki gerçekten de güzel bir kadın olarak karşımdaydı.

Feyza’nın hemen sağ tarafında duran Noyan’ın epeyce gerçek şekilde övdüğü avukat Murat’a da kaçak göçek bakışları vardı. Baktığım zaman Murat’ta ona ilgili davranıyordu ancak Feyza’nın bakışlarından kesinlikle bir haberdi kendisi. Murat diğerlerine göre daha sakin yapıda, ağır başlı, gerçekten de mesleğinin hakkını verecek derecede ketum bir tip gibiydi. Konuşmalara yetişemiyor olsam da bir ara masadakilerin Murat için diplomalı yalancı dediklerini duymuştum.

Murat’ın sağ tarafında ise asla şirketle alakası olmayan ancak çalışanlarla epey samimi Duvar Grubun CEO’su Görkem Kalıpçı vardı. İnşaat sektörünün daima savaş içerisinde olduğunu düşünen bana ise Görkem’in samimiyeti kapak olmuştu. Babam Zeren İmerler’e kalırsa bu sektörde insanlar birbirlerini çiğ çiğ yemek için an kollardı fakat Görkem’in Noyan’a, Noyan’ın da Görkem’e karşı öyle bir duruşu yoktu. Hatta bir ara ikisi de herkes pastadan bir dilim almak zorunda başlığı altında konuşma geçirmişlerdi.

Görkem’in sağ tarafında da kendiyle beraber sektöre adını altın harflerle yazdıracağına inanılan kardeşi Gökhan vardı. Abisinin aksine durgundu Gökhan, çünkü Görkem onun yerine de yeterince neşeli bir adamdı ve dışarıda görsem bir şirket yönettiğine inanmaz, hatta Gökhan’ın onun abisi olduğuna kanaat getirirdim.

Ve son olarak Noyan’ın hemen diğer yanında duran, isminin İnci olduğunu öğrendiğim az önce sunum yapıp insanlara teşekkür etmiş sarışın genç kadın vardı. Masada olan sohbette en çok İnci’nin adı geçmişti çünkü başarısını sadece bir, iki kişi değil hepsi tasdikliyordu. Hatta şirket çalışanları ve Duvar Grubun başlıca üyeleri dahil olmak üzere. İnci ise utanarak gözlerini sık sık kaçırıp nazikçe gülüyor ve hocasının Noyan olduğundan bahsediyordu. Yaklaşık beş dakika Noyan’a minnettar oluşundan konuştuğunda bunun uzayacağını anlamış olacak ki pek değerli sevgilim anında İnci’yi durdurmuş ve kendisinin bir şey yapmadığını, hatta başarılı olduğu için kimseye kaptırmamak adına okulu bitmeden işe aldığını dile getirmişti. İkisinin arasındaki enerji o kadar hoştu ki gerçekten de öğretmen ve öğrenci sinerjisi yayıyorlardı.

Ortada dönen on beş belki de yirmi dakikalık muhabbet sonrasında onlardan da ayrıldığımızda bu kez yönlendirildiğim noktada babam vardı. İadeyi ziyaret falan mı yapıyorduk acaba? Ne gerek vardı ki gitmemize?

‘Gitmek istemiyorum, seni bu hale getirmişken üstelik.’ Derken adımlarımı da olabildiğince yavaş tutarken Noyan belimi sıkıca sardı.

‘Halletmem gereken bir şey var. Hem herkesin gözü üzerimizde, bunu yapmazsak kötü olan biz çıkarız.’ Göz ucuyla Noyan’a baksam da bu fikirden vazgeçmeyeceğini bildiğim için derin bir nefes alarak gülümsemeye çalıştım. Amcam ortalıklarda yoktu, o olmadığı gibi Simay’da yoktu. Ilgın hanım biraz ileride birkaç kadınla sohbet ediyordu ve Zeren bey yanından ayrılmak üzere olan Çağdaş ve babasının elini sıkıyordu. Onlar masadan uzaklaşırken Çağdaş’ın gözlerini üzerimde hissetsem de biz dibinde bittiğimizde Noyan yanımızdan geçen servis elemanını durdurup üç kadeh daha aldı. Zeren beye uzun süre bakmak istemediğim için gözlerim Noyan’a döndüğünde dudakları sağ tarafa doğru tebessümle kıvrılırken kadehini dudaklarına götürdü. Gözleri babamın beş adım arkasında kenarda bekleyen Gökmen abideyken baktığı üç saniyeden sonra o harekete geçip yanımıza ulaşmış Noyan ise aldığı bir yudum içkiden sonra bardağı masaya bırakmıştı.

‘Nasılsınız Zeren bey?’ derken olan sesindeki rahatlık ve bir nebze de damarına basmak isteyen haliyle babam derin bir nefes alıp gülümsedi.

‘İyidir Noyan, sen nasılsın? Yaraların falan?’ yüzündeki gülümseme bile sinirimi bozuyordu. Yaptığı şeyden neden zevk alıyordu, birini yaralamış, ölüme kadar götürmüş olmak nasıl memnun edebilirdi babamı anlamıyordum. Bu kadar vicdanı yok muydu sahiden? Gerçi kimden bahsediyordum, bana yaptıklarını düşününce Noyan’ı paramparça etseler gözlerinin önünde kılı kıpırdamazdı. Gözlerimi kaçırıp kadehime odaklandığımda Noyan insanların dikkatini çekecek şekilde gülmüştü ki sertçe yutkundum.

‘Çok iyiyim Zeren bey. Fakat bitirici timinize beyefendi gibi…’ duraksayıp babamın bir adım arkasındaki Gökmen abiyi gözleriyle işaret etti, ‘Gökmen’di değil mi?’ diye devam ederken kaşlarını havalandırdığında Zeren bey başını usulca sallamıştı, ‘İki üç kişiyi daha eklerseniz bir dahakine karşınızda göremezsiniz. Hedefi layıkıyla vurabilen sadece kendisi çünkü.’ Dediğinde babamın gözleri önce bizde ardından Gökmen abide dolaştığında yüzündeki gülümseme de kaybolmamıştı ki Noyan derince soluklanmaktan geri kalmadı.

‘Sizin o aptallar tekerimi patlatmasa iki kurşunla hayatıma son vereceğinden emindim. Hedefi güzel, kimde görsem tanırım bu nişancılığı, bende kendisi kadar iyi bir nişancıyım en nihayetinde.’ Kaşlarını havalandırıp gülerek başını salladığında yalancı bir şaşkınlıkla baktı Gökmen abiye, ‘Sahi, yanılmış olmayayım, kalbimi ve başımı hedef almıştın değil mi?’ diye devam etti. Bu devam edişin arasında bakışlarım Gökmen abiyi bulduğunda onun böyle güzel rol yapabildiğini ilk kez keşfediyordum. Eğer o gün o hastaneden kan verip çıkmış olarak rastlamasam, Noyan’ı daha önce uyardığını öğrenmesem Gökmen abinin ıskaladığı için kendisine sinirlendiğini düşünürdüm. Hatta o kadar ki parmakları beline ulaşırken babam anında bileğini yakalamıştı Gökmen abinin. Öldürmek istediği Noyan’ın kafasına şuracıkta sıkmasın diye durdurmuştu resmen. Bu duyarsan inanma türünde bir durumdu.

‘O halde dua et, o gün Gökmen’i tek başına göndermemek gibi bir hataya düşmüşüm.’

‘Zaten tek başına gelmiş olsa bugün burada, tam karşınızda duramazdım Zeren bey. Bazen planlar, plan içine dahil olan adamlar sayesinde bozulabiliyor.’ Diyen Noyan kadehi tepesine diktiğinde babam da gülümseyerek başını salladı. Noyan’ın halletmesi gereken Gökmen abinin üzerindeki şüpheyi kaldırmaktı. Ve Gökmen abi bu oyuna o kadar kolay uyum sağlamıştı ki herhangi bir telepatik bağları falan ortaya çıkarsa şaşırmazdım.

Yanımıza yaklaştığını hissettiğim üç beden yüzünden şaşkınlığımı gözlerimden silmeye çalıştığımda harelerim Levent, Gamze ve Levent’in annesi Semra teyzeyi buldu. Normalde Levent’in gözlerinde görmeye alışık olduğum abi şefkati yoktu, Gamze ise benim arkadaşımmış gibi değil de hiç tanımadığım biriymişim gibi bakıyordu. Semra teyze, ne zaman Levent’i Gamze şurada müsait diye arasam telefondan; Belgi çok özledim, diye seslenen Semra teyze yüzüme bakmıyordu. Nişandan sonra konuştuğumuzda Levent, Noyan’ı çocukluğundan tanıdığını dile getirmişti. Sevdiğini, saydığını anlamam için de gerekli ve yeterli cümleleri kurmuştu. Peki şimdi? Bunun sebebi neydi, bu bakışların?

‘Zeren amca… Noyan bey.’ Babama gülerek baş selamı veren, Noyan’a ise tek kaşını havalandırıp bakan Levent… Ne dönüyordu be burada! Normalde bırak yanına gelmeyi yüzüne dahi bakmazdı Levent babamın.

‘Levent, oğlum…’ tıpkı Levent gibi babamın da samimiyetsiz gülüşüyle mideme bir ağrı saplandığını hissettim. Olmazdı. Levent babamla iyi falan geçinemezdi. Olanı o biliyordu. Babama nefret kustuğu ve sinirden cayır cayır baktığı zamanlara şahit olmuştum. Çıkmayan sesime rağmen benim için nasıl bağırdığını, isyan ettiğini işitip, görmüştüm. Şimdi bu samimiyetleri, kabus falan görüyor olmalıydım…

‘Hayırdır Levent, gövde gösterisi mi?’ Noyan’ın gülerek söylediği cümle kalakalmamı sağlarken harelerim usulca Gamze’ye döndü. Az önce yüzüme tanımadığı birine karşı olan tavrını takınsa da sadece saniyelik bir göz kırpmayla sözde gerilen Levent’in göğsüne elini yerleştirdi. Bir haltlar dönüyordu. Artık kesindi.

‘Bende aynı soruyu sana soracaktım. Gerçi sana neden sorayım, asıl Belgi’ye sormam gerek.’ Levent’in bakışları bana dönerken başını umutsuz bir vakaya bakar gibi sağa sola salladı.

‘Yanına yakıştırdığın bu mudur yani, uzun zamandır tanırım seni. Sonuç Visam’la olman mı olacaktı?’ aşağılarcasına mı konuşuyordu o? Yoksa benim kulaklarım kopmuştu da başka bir evrene falan mı savrulmuşlardı?

‘Levent, sen karışma oğlum. Zeren bey uygun görmese burada olabilirler miydi?’ Semra teyzenin müdahalesiyle bu kez ona dönsem de Noyan ufak bir gülüş savurdu.

‘Anneni dinle Levent. Gerçi Zeren bey beni pek yakıştıramıyor kızının yanına Semra hanım ama halledeceğiz. Sonuçta kız babası, onu da anlamak gerek.’

‘Desene biricik kızını sana layık görmüyor, haklı da ama…’

‘Haklı haksız bilmem de, biricik kızını şu ambiyansa yakışmayacak bir üslupla olsa da davulla zurnayla alırım. Yeter ki gönlü bende olsun.’ Ne davulu, ne zurnası? Semra teyzenin içine ne kaçmıştı? Noyan ne diyordu? Burada ne dönüyordu Allah aşkına biri bana açıklasındı. Fakat kimse açıklamadı. Hepsi birbirine kısa bakışlar atarken ben yüzüme bir maske gibi yapışmış o gereksiz tebessümle ve gözlerimdeki afallamış bakışlarla Noyan’ı süzüyordum. O bakışmaları sonunda Noyan baş selamı verip belimden destekleyen elinin yönlendirmesiyle sonlandırdı.

‘Fazla meşgul ettik sizleri, iyi akşamlar.’ Der demez adımlarımız ilerlemeye başladığında aklımdaki sorulardan ilkini savurdum.

‘Gökmen abi için miydi?’ ilerlediğimiz yönde karşımızda Kubilay bey olsa da Noyan gülümseyerek başını sağa sola salladı.

‘Borcum kalsın istemem.’ Dediğinde derin bir nefes aldım.

‘Levent’lere ne oldu? Semra teyze yüzüme adam akıllı bakmadı, beni çok sever o? Levent seni övüyordu en son, şimdi sanki düşman. Gamze benim yakın arkadaşlarımdan fakat tanımıyor gibi davranıyor. Ne halt dönüyor Noyan?’ ardı ardına sıraladıklarımla ilerlemeye devam etsek de kısmi olarak göğsüne yaslanmış omuzuma eğilip dudaklarını bastırdı.

‘Bazen doğaçlama yaparsın, müttefikin rakibin gibi davranmak zorunda kalır. Levent, Gamze ve Semra teyze hala senin bildiğin insanlar, için rahat olsun.’ Belimdeki eli usulca okşarken adımlarımız sonunda Kubilay beyin durduğu alana ulaştı. Bu gece kaç kez dumur olacaktım acaba? Bu gece inme inecek miydi bana? Bu gece tanıdığım, sevdiğim insanların düşman bakışlarına rol icabı dahi olsa şahit olacak mıydım yine? Aklımdan zır deliymişim gibi neler geçmişti farkında mıydı Noyan? Olan biteni çözememek ne kadar zordu, tanıdığım insanlara anlam verememek, bir anda onları karşımdaymış gibi görmek beni şoka uğratmıştı bilincinde miydi? Dahası o masada olan muhabbet zıtlaşır gibi devam etse ve terk etmesek tüm duruşumu bozar oturup ağlardım. Bunu biliyor muydu?

Kafamın içinde halay ekibi tepinirken geldiğimiz masanın daha gözden uzak bir kısımda olduğu ve Noyan herkesi arkasına aldığı için yüzünde artık bir gülümseme olmadığını fark ettim. Artık hareleri bir nefretle bakıyordu fakat karşısındaki adamın kendine epeyce özlemle baktığını göremiyordu. Neden Kubilay beyden bu imajı alıyordum asla bilmesem de Noyan’ı çok özlediğini hissediyordum. Bu bakışları görmediğim için tanıyordum zaten. Oğluna kırk yıldır hasretmiş, şu dakika istese canını verirmiş gibiydi bakışları. Görünüş olarak birbirine bu kadar zıt baba oğulun, birbirlerine karşı bakışları da bir o kadar ters orantılıydı. Aklımda asla konumlandıramadığım bir şekilde Kubilay bey, Noyan’ı onun düşüncelerinin aksine özlüyor, epey de seviyordu. Noyan ise özlüyor ama aynı zamanda nefret ediyordu.

‘Dün abimden bir şey öğrendim.’ Derken kısılan sesi, gerilen yüz hatlarıyla Kubilay bey ne der gibi kaşlarını havalandırdı. Ortamın gerginliğini dağıtmak ister gibi Denker abi de hızlı adımlar ve gülümseyen yüzüyle yanımıza ulaşsa da Noyan asla onu şu an önemseyecek gibi durmuyordu.

‘Noyan.’ Sesindeki tını yeri burası değil dercesine uyarırcasına olsa da Noyan dönüp bir saniye bile bakmadı Denker abiye.

‘Sen karışma abi.’ Derken dahi gözleri babasındaydı ve olan gerginliği artık çenesindeki kasların da gerilmesine neden olmuştu, ‘Ben o hastanede canımla uğraşırken sen canım saydığım insanı suçlamışsın.’ Diye devam ederek duraksadı. Bu duraksamanın bir nebze ses tonunu ayarlamak ve malzeme vermemek için olduğunun farkına varıyordum ancak Kubilay beyde usulca masaya kollarını yaslayıp Noyan’a doğru eğildi.

‘Ben kimseyi sebepsiz suçlamadım. O hastanede canınla uğraşmanın sebebi bu kadın.’ Derken gözleri bir an bana dönmese de bu kadının kim olduğunu hepimiz tahmin edebiliyorduk. Bu gece bir bu kadın olmadığım kalmıştı sağ olsun onu da Kubilay bey halletmişti. Benim dernek davetinden çektiğim neydi bir gecede ya? Zır deli çıkacaktım buradan vallahi. Fakat şu an delirip Bakırköy’e kapatılmamdan daha mühim bir şey vardı. Noyan…

Noyan’ın masanın üzerine yerleşen parmakları yumruk halini alırken sinirden artık alnındaki damarda belli olmaya başlamıştı. Az sonra bir yerlere uçarsa asla şaşırmazdım ki o hedefte bire bir babası duruyordu.

‘Sen sevgi ne demek bilmezsin, kabul unuttun sen sevginin, aşkın ne olduğunu ama bu kadın dediğin Deran’ı seviyorum ben.’ Derken tıpkı Kubilay bey gibi Noyan’da masaya biraz daha eğildi, ‘Ve sen benim sevdiğim kadına saygı duyacaksın.’ Diye devam etti. Konunun kendisi için sonuna geldiğini belli edercesine eğildiği masanın üzerinden çekilip yumruk yaptığı elini de indirerek parmaklarımızı kenetlediğinde yüzüne o gülümsemeyi yine yerleştirdi.

‘Aksi taktirde büyüttüğün canavar karşına çıkmaktan çekinmez. İyi akşamlar. Baba.’ Son kelimesinin üzerine baskı kuran ses tonundan sonra masadan ayrıldığımızda Kubilay beyin hayal kırıklığı için ben nefes almaya çalıştım. Benim bir çocuğum olsa ve bu cümleler bana kurulsa ağırlığı altında yok olurdum. Öyle yok olurdum ki bir daha yaşamak ne demek hatırlamazdım. Çok ağırdı, bu durum beni hastaneden attırmaya çalışan Kubilay beye dahi fazlaydı çünkü o babam gibi bakmıyordu.

‘Dilersen artık ayrılabiliriz. Halletmemiz gereken her şeyi hallettik çünkü.’ Noyan’ın herkese sert olan fakat bana geldiğinde yumuşayan o sesiyle başımı sakince aşağı yukarı salladım. Cevap verebilecek kadar potansiyelim yoktu. An itibariyle olabilecek en gereksiz bilgileri düşünmem şarttı. Yoksa birazdan herkes hakkında yorum yapıp hemen akabinde Kubilay beyi savunabilir ve Noyan’a seni özlüyor diyebilirdim. Bu benim karışmam gereken en son konu bile değildi. Çünkü Noyan sadece o hastaneden beni kovdu diye değil, başka nedenler yüzünden de Kubilay beye kin besliyordu. Hissediyordum ancak o nedenlerden bir haberdim.

Sırf bu yüzden dahi tüm bunlar arasında aklıma gelebilecek en saçma şeyi düşünebilirdim. Marie Curie, ki konuyla alakası olmasa da, hem fizik hem de kimya dalında Nobel ödülü alarak iki farklı alanda ödül kazanan tek kişi olarak tarihe geçmişti ve bence bu mükemmeldi.

Kafamı temizlemeliydim. Bu gece için kafamı tamamen temizlemeliydim.

Şu an saçma olsa da ruh durumumu bir ren geyiğinin göz renginin değişmesi gibi değiştirmeliydim. Sahi ne kadar garipti şu ren geyikleri. Yazın altın rengi olan o bakışları kışın maviye dönüyordu. Mevsimler yüzünden hangi hayvanın göz rengi değişirdi ki. Enteresan bir güzellikti bu ve ren geyiği değişime sahip o canlıydı.

Gerçi filler de garip olsa bile altı saat aralıksız yüzebiliyorlardı. Fil yani sonuçta, tonluk bir hayvansın sen. Yürürken yer oynuyor, yüzerken tsunami çıkma olasılığı olmaz mı? Gerçi ne düzgün ki dünyada? Olacaksa da bir fil yüzerken mutlu oluyor diye çıksın tsunami. Koymaz herhalde. İnsanlar böyle azap çektirirken altı saat yüzüp birkaç saat güneşlenmek onlarında hakkı sonuçta.

‘Deran…’ kolumu tutan parmaklarla başımı sağa sola sallayıp irkilerek kendime geldim. Dünyadan epey uzaklaşmayı başarmıştım. Fakat benim uzaklaşmam Noyan’ın şaşkınlığına mal olmuştu. Arabaya bindiğimizi dahi fark edememişken kendime gelmemin şerefine gülümseyerek baktım ona.

‘Efendim?’ dediğimde yüzündeki şüpheci tavır dikkatle inceledi bakışlarımı.

‘İyi misin?’

‘İyiyim, ren geyikleri ve filleri düşünüyordum.’ Cevap verirken gülümseye devam ederek omuz silktiğimde Noyan’ın kaşları çatıldı, ‘Çok garip değil mi, ren geyiklerinin göz renkleri mevsime göre değişiyor.’ Diye devam ettiğimde Noyan’ın kaşları hala çatık olsa da sürücü koltuğuna yerleşmiş Adel’in hareket etmesi için omuzuna dokundu.

‘Nereden aklına geldi bu?’ ruh halimi değiştirmekten. En azından onların göz rengi gibi bende yaşadıklarımı değiştirmeyi umarak aklıma getirdim. Ama sana bunu açıkça dillendiremem Noyan. Çünkü böyle bir açıklama yapsam beni ruh ve sinir hastalıkları için bir hastaneye götürürsün. Şu dakika oturduğum koltuğa bile bağlarsın hatta kafayı yediğim için sırf kendime zarar vermeyeyim diye.

Fakat benim de baş etme yöntemim bu Noyan, o yüzden kusura bakma, ben dünya üzerindeki filleri ve ren geyiklerini düşünmeye devam edeceğim. Üstelik ren geyiklerini daha çok kışın olan halleriyle hayal edeceğim çünkü onlar da senin gibi o vakitlerde mavi bakıyorlar.

Ben bunu bile sana böylesine karışık anda nasıl bağladım Noyan?

Herkesi elindeki güçle avucunun içine alan sana, nasıl elimde olmadan kapılıp gidiyorum bir anda? Eğer sen anlarsan bana da açıklar mısın? Geçmişte yaşadığım kaoslara rağmen sen yanımda durduğunda neden önceki gibi korkutamıyor babam? Oysa ne zaman bana yaklaşsa haddinden fazla gerilirdi vücudum fakat bugün bana gösteriş için bile olsa şakağımdan öpmek için yaklaştığında hafif ürperme dışında etki etmedi ruhuma.

Ruhuma bile böyle etki ediyor olabilir misin sahiden?

Fakat aklımdakiler benimle kalsın olur mu Noyan? Sen şimdi olduğu gibi tedirgince gözlerimde oyalama bakışlarını, bunun yerine tebessüm etsin puslu mavilerin bana, bende içimdeki karman çorman savaşı bir süreliğine durdurayım. Sen gülerken tüm savaşıma ateşkes ilan edebiliyorum ben. Halbuki yine kendimle savaşıyorum fakat iki tarafta bir süreliğine durabiliyor. O yüzden bırak ateşkes ilan edelim bir süre ve sen bana o destek veren gülümsemenle bak.

‘Bilmem, öyle bir anda geldi. Lofonten adalarına gidelim mi seninle bir ara?’ sorum daha çok dumur olmasını sağlarken derin bir nefes aldım, ‘Aklımı kaybetmedim, bakma öyle. Kuzey ışıklarını izlemeye gidelim, gerçi görememe ihtimalimiz de var… Olmadı gece yarısı güneşini izleriz.’ Diye devam ettiğimde başını onay verircesine salladı. Tedirgince beni tarumar eden hareleri gerçek bir gülümsemeyle bakmaya başladığında mesele içimde olsa da anlaştığımızı görmek mutlu etmişti beni. Halbuki bu pazarlıktan Noyan’ın haberi dahi yoktu.

‘Adel eve geçiyoruz.’ baktığı dikiz aynasından tekrar bana çevirdi gözlerini, ‘Gideriz tabi, gidelim, neden olmasın.’ Diye devam ederek olayın şokunu atlatmaya çalışıyordu. Şimdi psikolojik seans çekemezdim. Noyan bunu romantik bir istek olarak görüp konuyu kapatırsa çok memnun olurdum. Öyle de oldu. Aksi halde psikolog bul, psikiyatri mevzusuna dal, ilaçtı, seanstı falan fazla uğraşırdık. Sadece ruh halimi düzeltmek için bu yöntemi kullanırken deli vasfı altında ezilmek işime gelmiyordu. Ki az önce babasına benim yüzümden rest çeken Noyan ruh halimdeki karmaşayı çözme yöntemimi öğrenirse panik olurdu eminim ki. Fakat kötü veya karışık anlarda kafamı başka yerlere yormak da benim tedavi yöntemimdi...

Geldiğimiz evle beraber Noyan’ın bir önceki gece verdiği kıyafetleri tekrar giydiğimde derince soluklanarak kenardaki çantamı omuzuma taktım. Adımlarım yatak odasına yönelirken terasta telefonla konuşan Noyan’ın bakışları beni bulmuş ardından usulca kaşları çatılmıştı.

‘Yük gemisini de ben taşıyayım Gizay, hatta ne yapalım biliyor musun? Teslim edileceklerle beraber gidip şantiye teslimatı yapıp kolaylıklar dileyeyim. Ne dersin?’ derken işaret parmağı bir dakika müsaade istediğini belirtircesine havalandığında omuzumdaki çantamı yatağın üzerine bırakıp terasa yanına çıktım. Şortun cebine attığım paketimden çıkardığım sigarayı dudaklarım arasına sıkıştırıp ucunu ateşe teslim ederek derince soluklandım zehirden. Gözlerim simsiyah ormana dikilirken Noyan Gizay’la olan çatışmasına devam etmiş, ufak tefek homurdanmalarla da konuşmayı sonlandırmıştı.

‘Duş almak istersen…’ diyerek banyoyu işaret ettiği esnada başımı sağa sola salladım. Yarın bir şekilde iş vardı ve ben bu gece nerede olmuş olursam olayım eve gitmeliydim. İyi bir intiba çizdiysem bunu devam ettirmem gerekiyordu. Üstelik artık mecburi olarak yönetim kurulundan birinin arkamda olduğunu biliyordum.

‘Eve geçsem iyi olur yarın iş var.’ Dediğimde sigaramdan bir nefes daha çekmiştim ki bakışları önce odada dolaşmış ardından kaşlarını havalandırarak bana dönmüştü. Belime sardığı kolu nedeniyle içeri yöneldiğimizde elimde kalan izmariti kenardaki küllüğe bastıktan sonra Noyan’ın terasa çıkan sürgülü kapıyı örtmesiyle çantamı yataktan alıp tekrar omuzuma taktım.

‘Burası da ev.’ Diyerek omuz silkerek yanıma yaklaştığında yüzündeki usul gülümsemeyle oluşmuş gamzesine dudaklarımı bastırdım.

‘Seninle yaşamayacağım Noyan.’ bedenlerimizin ayrılmasını sağladığımda göğsüne de iki kez vurup göz kırparak kapıya yönelmiştim ki yakaladığı kolumla bedenimizin birbirine çarpması bir oldu. Ellerim dengemi korumak adına göğsünden destek alırken parmakları çoktan belimde yerini almış dudaklarında ise belki de çoğu insanın rastlamadığı o gülüş kendini göstermişti.

‘Seninle uyanmak günü sevmemi sağlıyor, daha dinç oluyorum gün boyunca.’ Yüzünde masum bir hal vardı ama içten içe güldüğünü de sinsice davrandığını da fark edebiliyordum. En azından gözlerindeki ışıltı bunu bana gösteriyordu.

‘Ben vitamin değilim ama.’ Derken elleri usul usul sırtımı okşarken başını sağ omuzuna düşürdü. Bazen Noyan’ın gözlerine bakarken kaybolmak istiyordum. Olduğumuz dünyadan da, bulunduğumuz zeminden de tamamen farklı bir ütopyaya doğru geçip adımı, sanımı unutturmak en cezbedici yanmış gibi geliyordu. Bakışlarındaki o puslu maviler beni bilinmedik diyarlara ruhani olarak nasıl götürüyorsa orada sonsuza kadar barındırabilmeliydi de. Teninden yükselen çıra kokusu nasıl hücrelerimi tarumar ediyorsa tüm ömrüm boyunca da bunu devam ettirebilmeliydi. Bazı insanlara doğru erimek gerçekse eğer ben şuan onu yaşıyordum.

‘Antidepresanımsın.’ Dediğinde dengemi korumak adına göğsüne yerleştirdiğim elimin birini kaldırıp yüzüne götürdüm. Yanağını usulca okşarken o gülümsemesi daha da derinleşti. Noyan derin bir adamdı. Dipsiz kuyular gibi baktıkça karanlığa çeken fakat anladıkça suya gökyüzünden yansıyan dolunayı görecek kadar huzur veren bir adam…

Fakat Noyan benim hislerimin dışında da bir kimliğe sahipti. Durduk yere aklıma düşüp, Kimsin sen?, sorusunu araştıramaya kalkınca internette hakkında bir sürü saçma sapan haber olan üstü kapalılardandı. Jet sosyetenin ağır başlı karizmatik çocuğuydu. Olduğu mekanda kendine bir güvenlik çemberi oluşturmasa dahi bakışlarıyla o sınırları sağlayabilecek iş insanıydı. Kurduğu ve yürüttüğü iş kolları, ülke ve ülke dışında yaptığı atılımlar, start-up projelerine yatırımlarıyla sadece magazin değil ekonomi dünyasında da büyük bir şekilde söz hakkı olan girişimcilerdendi. Sadece koca ülkede değil tüm dünyada bir şekilde ismi duyulmuş karşımdaki bu adam işiyle değil üzerinde olan hatırı sayılır mal varlığıyla da yankı uyandırıyordu. Türkiye’nin sayılı isimlerinden olan Visam ailesinin ultra zeki kabul edilen ortanca çocuğuydu. İyi bir ailede yetişmişti. Ailesi hakkında da sadece bu kadar bilgi vardı. Bir de abisi, onun dışında kimseciklerin adı geçmiyordu isminin yanında. Birkaç yerde insanı ürperten bir aurası olduğundan dahi bahsedilmişti. Noyan internette anlatıldığı gibi bir adamdı fakat aynı zamanda o adam asla değildi.

‘Evin dursun, orası senin yaşam alanın anlıyorum fakat neden beraber yaşayamıyoruz bunu hiç anlamıyorum.’ Sesindeki durgun halle içimdeki ses, İtiraz etme be kızım kal işte!, dese de bunun evrileceği durumlardan haberdardım. Bu işin sonunda o eve artık gerek yok diyebilirdim, adım attığım o yeni hayatın kapısını kilitleyebilirdim. Fakat ben Zeren İmerler’in kıskaçlarla dolu havuzundan ayaklarım üzerinde durmak adına kaçmıştım. Kıskaçta hissetmek istemiyordum. Noyan bunu şimdilik hem anlamak istemiyor, hem de hissettirmiyordu fakat olabilme ihtimali de her zaman vardı ve ben emin olmalıydım. Yaşam alanımın gerçekten benim kendi başardıklarımla kurulmasının taraftarıydım.

‘Kendi çabamla neler başardığımı görmek istiyorum. Bu dünyaya daha yeni adım attım Noyan. Ne kadar başarılı veya başarısız olacağımı izlemek istiyorum.’ Dediğimde derin bir nefes alarak omuzuna doğru düşürdüğü başını kaldırıp hafifçe salladı. Gözlerindeki anlamaya çalışan ifadenin farkındaydım, kendi kendine bu düşüncemi bir yere konduramadığının farkında olduğum gibi. Sırtımı saran kolunu harekete geçirdiğinde elinin dışıyla yanağımı usulca okşadı.

‘Ben bırakayım o halde.’

‘Yoruldun sende, çıkma. Taksi çağıralım veya Adel nasılsa gelecek o bıraksın.’ Desem de kaşlarını havalandırıp indirdiğinde kapıya yönlendirdi. Evlerimizin arasındaki mesafe epey vardı, bu saatte gidip gelmesine gerek olmasa da o nasıl benim eve gitme isteğimi kabullendiyse bende onunkini kabullenebilirdim.

Tüm yol boyunca ikimizden de ses çıkmazken Noyan’ın arada sırada kaçamak bakışları beni bulmuş ardından tekrar yola odaklanmıştı. Muhtemelen hadi dönelim eve desem zaman kaybetmeden bayıla bayıla bu isteğimi yerine getirirdi. Yaklaştığımız evle hızını yavaşlatırken girdiği ara sokaktan sonra derince soluklandığında bakışlarım Noyan’a döndü. Yavaşlayan araba sonunda dururken Noyan önce etrafta gözlerini gezdirip ardından bana baktı huzursuzca.

‘Bu gece kavalyen olmamı kabul ettiğin için teşekkür ederim.’ Dediğinde gülümsemem kendini gösterirken yaklaşıp dudaklarından ufak bir öpücük çaldım.

‘Bana eşlik ettiğin için de ben teşekkür ederim. İyi geceler.’

‘İyi geceler Deran.’ Başını onay verircesine sallarken arabanın kapısını açıp emniyet kemerimi çıkardığımda hala el ele olduğumuzu hareketim kısıtlandığında fark etmiştim. Gözlerim ellerimiz ile Noyan’ın hareleri arasında gidip geldiğinde dudaklarını ıslatarak iç çekip gevşetti parmaklarını, ‘Bir durum olursa muhakkak arıyorsun.’ Diye devam ettiğinde başımı sallayıp indim arabadan. Ben bahçeden içeri girene kadar arkadaki arabayla bizi takip eden Adel gözünü üzerime dikse de içeri adım attığım anda Noyan’ın arabasına yaklaştı. Fakat bu beni pek ilgilendirecek, daha doğrusu bilgi alamayacağım bir konudan hallice olduğu için tüm günü üzerimden atmak istercesine banyoya yöneldim.

Mışıl mışıl uyumanın gerçekten var olduğu bir evrende yaşadığımı ancak fark edebiliyordum. Ne zamandır ilaçsız uyuyamayan ben belki de aşırı sosyallik yüzünden duşun ardından öylesine sızmıştım ki sabah uyanmanın bir problem haline gelebileceğine ilk kez şahit oluyordum.

Yarı açık gözlerimle üzerime geçirdiğim acı kahve dar etek, sütlü kahve dantelli büstiyer ve o büstiyeri gösterecek kadar düğmeleri ilikli olan gömleğimi giydikten sonra her zaman olan kahvaltı yapmama zevkimle şirkete gelmiştim. Normalde hafta sonları zaten çalışmayan koca plaza dahi bugün olağan hali dışındaydı. Belli ki dün olan davet insanları dedikodu için işe getirme mecburiyetinde hissettirmişti. O kadar ki Ebru bile benden daha erken saatte masasında yerini almıştı, bugün izinli olmasına rağmen. Tabi durumun rehavetinden faydalanan Zeren beyde hiç çekinmeden anlık toplantılar sıralamıştı üst üste.

Çıktığım dördüncü kısa süreli durum değerlendirme toplantısından sonra odama geçmek için yürürken yanıma hızlı adımlarla yaklaşan Ebru’ya gülümsediğimde elindeki dosyayı uzattı anında.

‘Birkaç dergi bunları gönderdiler Belgi Deran hanım.’ Derken uzattığı dosyayı alıp açtığımda geldiğim odaya girerken Adel oturduğu koltuktan anında ayağa kalktığında başımı tekrar oturması için sallarken dosyadakilere göz atmaya başladım. İzin istiyorlardı, istedikleri izinler içerisinde dört dergi sadece benim olduğum fotoğrafları seçmem için atmış olsa da birinde Noyan’la olan karemiz vardı.

‘Ekonomi dergisinin röportaj talebi var sizlerle. Bu kareleri de o esnada paylaşmak istiyorlar. Beğenmediğiniz durumda yeni çekim de yapabilirler elbette. Diğerleri de bu ay daveti konu alacak sayfalarında yer vermek istiyorlar, magazin dergileri.’ Gösterdiği ekonomi dergisinden sonra gözünü üzerime diktiğinde derin bir nefes alıp döndüm Ebru’ya.

‘Düşündükten sonra sana haber vereyim.’ Dediğimde anında başını sallayıp gülümsemişti.

‘Nasıl isterseniz. Kahve içer misiniz?’ odadan çıkmadan önce gözleri benimle Adel’in arasında gidip geldiğinde başımı onay verircesine salladım. Ortamı terk ederken ise derin bir nefes daha alıp hala elimdeki dosyaya göz atmaya devam ederken koltuğuma bıraktım bedenimi.

‘Noyan yoğun mudur şu an?’ sorumla Adel’in bakışları bana dönse de anında cebindeki telefonunu çıkarıp bir süre gözlerini ekranda gezdirdi.

‘Pek yoğun olduğu saatler değil Belgi hanım.’ Verdiği cevap gülümsememi sağlarken bu kez ben telefonumu alıp ilk sayfada ismi ve talepleri yazan dört derginin fotoğrafını çekip Noyan’a gönderdim. Mesajımın açılması saniyeler içinde olurken fikir istediğimi yazacağım esnada ekrana düşen aramayla gülümseyerek yanıtladım.

‘Pek değerli plaza sözlüğüne ihtiyacım var.’

‘Ekonomi dergisine onay ver gerisine ret gönder.’ Kaşlarım şaşkınlıkla havalandığında geriye yaslanıp Ebru’nın getirdiği kahveyi bırakmasını bekledim. Odadan çıktığında ise dudaklarımı ıslatıp iç çektim.

‘Neden?’

‘Sen bir old moneysin güzelim. Magazin senin işin değil, ekonomi dergisi kim olduğunun farkında. O yüzden teklifleri istediğin gibi yönlendireceğini bilerek hareket etmişler.’ Konuştuğu esnada hareket halinde olduğunu da kapı sesinden fark ediyordum. Bu kadar ağır bir saldırı geçirmişken, üstelik yaraları henüz iyileşmemişken neden evinde oturup keyfine bakmıyordu ki? Sahiden gitmese şirket batar mıydı acaba?

‘Anladım… Peki şu dönemde magazin de makul olmaz mı?’

‘Magazin bize hiçbir zaman makul değildir. O kendini göstermek isteyenlerin, tanınmayanların işi, sen merak edilensin.’ Dediğinde çakmak sesi duyduğumda ki iç çekip gülümsedim.

‘Nasılsın peki?’

‘İyiyim, koşuşturmaca, sen nasılsın?’

‘Hafta sonundan beklenmeyecek kadar hareketli.’ Dediğimde gülüşünü işitsem de kısa sürede kendini toparladı. Konuya uzak olmam muhtemelen konu hakkında bilgiye ihtiyaç duyduğumda Noyan’ı aradığım için işine geliyordu. Arka plandan gelen kapısına vurulma sesi ve asistanının söylediği birkaç şeyle beraber iç çekti.

‘Güzelim, misafirim varmış, ben seni biter bitmez arayayım olur mu?’

‘Kolay gelsin.’

‘Sana da…’ konuşmayı sonlandırdığımızda kenardaki telefonu alarak Ebru’ya tıpkı Noyan’ın dediği gibi bilgi verip koruyucuya geçmiş bilgisayarın ekranını aydınlattım. Bugün şirkete gelmemin tek sebebi dün Adel’le olan konuşmamdı. Çünkü dün saçım ve makyajım yapılırken olan arada uzun uzun düşünmüştüm savaşı, ablukayı, istilayı ve işgali. Sonuç ise birkaç kişiyle mesajlaşmamdı. Yavaş hareket edecektim. Fark edilmesine fırsat tanımayacaktım. O yüzden konuştuğum kişilerden sadece birisiyle bugün görüşecektim. Diğerleri zamanla, benim kılım dahi kıpırdamadan bu istilaya eşlik edecekti.

Maillerde dolaşırken vurulan kapıyla bakışlarım o tarafa dönerken önde Ebru’nun hemen ardındaki Ilgaz’la gülümsedim. Başımı onay verircesine sallarken Ebru kapıyı açtığında bende koltuğumdan usulca ayaklandım.

‘Ilgaz bey sizinle görüşmek istiyor, sanırım bilginiz varmış Belgi Deran hanım.’

‘Var Ebru, bize bir kahve daha söyle sen.’ Diyerek bakışlarımı arkasında kalan kumral adama çevirdim, ‘Hoş geldiniz Ilgaz bey.’

‘Hoş buldum Belgi hanım.’ İçeri girdikten sonra Ebru kapıyı çekip çıktığında Ilgaz çattığı kaşlarıyla yüzünü buruşturdu.

‘Bu ne böyle? Baban o kadar sevgiliyi mürebbiyelerin arasından mı buldu?’ o dakikaya kadar kılı kıpırdamayan Adel başını şaşkınlıkla kaldırıp bir bana bir Ilgaz’a baktığında yetinmemiş devam etmişti konuşmasına, ‘Hemşire falan diyor mu bunlar birbirine?’

‘Tekrar hoş geldin.’

‘Hoşta bulsaydım keşke…’ diyerek uzattığım eli sözde resmiyetle sıkarken göz devirerek gösterdiğim koltuğa oturdu. Bakışları odada olduğunu yeni fark ettiği Adel’le çarpışırken bir anlığına takılı kalsa da pot mu kırdım dercesine bana baktığında gülümseyip koltuğuma yerleştim.

‘Adel, Ilgaz. Ilgaz, Adel.’

‘Suç hissedarlarından biri mi?’ Ilgaz’ın sorusu anında kaşlarımı çatmama neden oldu.

‘Ortak değil mi o?’

‘Senin bahsettiklerini düşününce birden fazla olacağız diye hissedar dedim.’ Hafifçe omuz silkmesinden sonra Ebru hanım yeniden kapıya vurup içeri girmiş ve getirdiği kahveyi Ilgaz’ın önüne bırakarak geri çıkmıştı.

‘Neyse, iş konuşalım.’ Değişen şu ruh hali beni bile dumur edebilirdi Ilgaz’ın. Gerçi onu tanıdığımdan beri böyleydi. Üniversitenin ilk senesinde bizim fakültenin kantininde rastlaşmıştık. Ilgaz o sırada bir çocukla uzun soluklu tartışma içindeydi. Kendini ifade edişine, itirazlarına ve en sonunda da kendini bir mahkemede gibi savunmasına denk gelince çalışmam gereken konuları unutup dakikalarca dinlemiştim. En sonunda haklı çıkmıştı ve yetmemiş gibi izlediğimi fark ederek savaşıp kazandığı son kalmış çikolatası, kahvesi ve kafam kadar anayasa kitabıyla karşımdaki sandalyeye selamsız sabahsız oturmuştu. Başka birisi onu herhangi bir şeyi savunurken görmese aklı uçarı, umursamaz ve züppe diye tanımlayabilirdi. Ki üzerindeki takım elbise olmadığı durumda giyim kuşamı da bir o kadar dağınıktı. Fakat güvenilirdi. Ona dair emin olduğum en net kanı güvenilir ve sır saklayabiliyor olmasıydı. İnsan dolandıracaksan bile asla duymamış gibi davranabilirdi.

‘Plan ne? Ne yapıyoruz babana?’

‘Şirketini istila ediyoruz.’ Diyerek bakışlarımı Adel’e çevirdiğimde hala olayı anlamaya çalışan yüzü anında aydınlandı. Gözleri şok içerisinde bana döndü, ardından da Ilgaz’a.

‘Tamam… Cv vereyim mi, götürecek onay alacak mısın?’ başımı sağa sola salladığımda kaşları çatılsa da kimsenin itiraz edemeyeceğinden emin olduğum o şeyi yaptım. Telefona uzanıp insan kaynaklarını aradım. Ardından da Ebru’yu çağırıp Ilgaz’a eşlik edip şirketi tanıtmasını istedim. Ebru artık kararlarımı sorgulayacak veya koşa koşa Zeren beye yetiştirecek kadar rahat değildi, insan kaynakları ise Zeren beye gidip biricik kızının kararlarını sorgulayacak kadar aklını kaybetmemişti. Zaten yavaş olmasını istememin nedeni de tam olarak buydu. Üst üste çok hızlı hareket edersem dikkat çekerdim. Ancak bugün benim onayımla işe başlayacak Ilgaz Yüksel uzun vadede ve yavaş yavaş iki kişi aldırabilirdi işe. Sonra gelenler de aynı şekilde. Ve bir süre sonra istila istediğim noktada olurdu, ben burada kalmayacak olsam da…

Kahvemden bir yudum alarak bakışlarımı hala şaşkın olan Adel’den çekerek bilgisayar ekranına döndüğümde hala bende olan harelerine sabırlı davranamadım.

‘Bir şey mi oldu?’ dediğimde derin bir nefes alarak kararsızca baksa da oturuşunu dikleştirdi.

‘Ilgaz beyin görevi ne olacak?’ sorusuna hafifçe omuz silkip gülümsedim.

‘Şirket avukatlığı yapacak.’ Dediğimden tam olarak bir şey anlamamış olacak ki usulca çatılan kaşlarıyla koridora bir bakış atıp yeniden bana döndü.

‘Peki istilanın neresinde diye sorsam haddimi aşmış olur muyum?’ kahvemden bir yudum daha alırken iyice geriye yaslandım. Aklıma zehir gibi sızan fikrinin nerelerde seyir aleminde olduğunu merak ediyordu. Merak etmekte de haklıydı çünkü muhtemelen bu kadar hızlı harekete geçmemi ummamıştı. En nihayetinde Adel’in gördüğü kadarıyla tıp öğrencisi, yirmi altı yaşında, babasının zorbalığına katlanmış, iş dünyası hakkında bir fikri olmadığı için sürekli patronundan destek alan bir kadındım. Ancak Adel’in bilmediği veya gözden kaçırdığı bir nokta vardı, zulmüne susup dayandığım kişi tarafından yetiştirilmem. Hayatımın o azap dolu dönemlerinde sessiz kalabilmek adına Zeren beyi o kadar izlemiştim ki ona kendi ellerimle güveneceği birini teslim ediyordum. O ise bunu sadece aptal kızının okuldan arkadaşı olan bir adama vicdani olarak yardımı olarak görüp, kozu olduğunu düşünecekti.

‘Ana kumanda merkezinde. Evrakların tam ortasında.’ Zevkle gülümseyip harelerimi tekrar ekrana çevirdim. Bir yılan büyütmüştü Zeren bey. Sinsi, soğuk, haddini savaşın tam ortasında unutacak bir yılan. Üstelik kendine karşı zehri için bir panzehir de geliştirmemişti. Ona dair sürekli beklediğim, umut ettiğim sevgisini vermemesi, tedavisini yok etmesine sebebiyet sağlamıştı. Halbuki en çok zarar gören yılan eğitmenleri olurdu.

‘Çok benziyorsunuz.’ Aklımdaki düşüncelerden Adel’in mırıldanmasıyla koptum.

‘Kime?’ şaşırma ve merak sırası bendeydi sanırım.

‘Noyan beye. Şu an, haliniz, tavrınız, hatta düşünce tarzınız, sanki karşımda Noyan bey var gibi.’ Başını asla konduramazmış gibi sağa sola usulca sallarken iç çekerek mailimi açtım.

‘Cellata mezar taşı bile verilmez Adel.’ Ne demek istediğimi anlamadığının farkındaydım, nasıl konuyu buraya getirdiğimi de kavrayamamıştı muhtemelen fakat cümlem benim için netti. Benim celladım Zeren beydi ve çocukluğum, gençliğim, tüm mutlu anlarım mezarını bulup zarar vermesin diye mezar taşı olmayacaktı. Hatta o kadar ki ölmeyecekti ama kendisini öldü diye bilecekti. Çünkü ben esiri olmadığım bir mahkimiyetin içinde alışılmış çaresizlikte kalmıştım. Ölmek için doğmamış, doğmak için ölmüştüm. Herkes yaşar gibi görürken öldürdüğü ruhumla kedinin fareyle oynadığı gibi oynamıştı. Onun için gerçekten öldüğümde ise farklı bir Belgi olarak doğmuştum. Öğrettikleriyle canını alabilecek bir kader olarak. Celladımın, celladı olacaktım. Henüz haberi olmasa da…

Adel hala ne demek istediğimi anlamaya çalışırken mailde gezindiğim esnada gözüme çarpan başlıkla kaşlarımı havalandırdım. Aklımdan tamamen çıkmıştı, böyle deli divane üzerine düştüğüm bir konu son yaşadıklarım ve hızlıca değişen gündemim yüzünden tüm dünyam diye kabul ettiğim fakat böyle bir davet beklemediğim o hafta karşımda koca bir davetiye olarak duruyordu.

Ne zamandır beklediğim sempozyum haftası nihayet gelmişti ancak ben öyle kendimi kaybetmiştim ki farkına bile varamamıştım. Üstelik zor bela araya tanıdıklar girdirmeme de gerek yoktu, alenen elimde davetiye vardı. Yazıcıya gönderip iki tane çıkardıktan sonra elime alıp ayağa kalktım. Adel aceleci tavrıma şaşkınlıkla bakıyor olsa da suratımda nasıl bir gülümseme varsa ona daha çok dumur olmuştu.

Kafama göre gidemeyeceğimin bilincinde olarak odadan çıkıp Zeren beyin odasının önüne geldiğimde gözlerim asistanına dönse de bir şey demeden kapıyı vurup içeri girdim. Herhalde elimi kolumu sallayarak şirketin herhangi bir yerine girip çıkma özgürlüğümün bilincindeydi asistan çünkü Zeren beyin misafirini söylemek zorunda bile hissetmemişti.

‘Kusura bakmayın, ben sonra geleyim.’ Sıkıntılı gülümsememle geldiğim gibi dönecek olsam da onun sesi olduğum yere çakılmamı sağladı.

‘Gel kızım, gel. Bak işte Mithat, bu da benim biriciğim.’ Bu işin içinde bir iş yoksa eğer bulunduğumuz on beşinci kattan kendimi aşağı atmalıydım, biri beni öldürmeden ben yapmalıydım en azından. Zeren beyin ortam ne olursa olsun bana biriciğim demesi muhtemelen bilmediğim bir hastalığımdan falan kaynaklıydı. Son dönemde yaptığım atılımlar bir kenarda dursun hala boyunduruğu altında eziliyor olsam dahi bu derece samimi davranmazdı. Kesinlikle bu odada burnuma kötü kokular gelmesine sebebiyet veren planlar konuşulmuştu.

‘Demek öyle. Maşallah… Senelerdir görüşmüyoruz ailece tabi. Epey büyümüş Belgi.’ Senelerdir görüşmüyoruz diyen sarışın ama saçlarına beyazlar düşmüş adamın daha önce yüzünü görmediğime neredeyse emindim. Gözlerimi kısıp incelediğimde sırtımda hissettiğim babamın eliyle irkilsem de o koltuğa kadar yönlendirmişti beni. Yok kesinlikle Mithat ismini de, karşımdaki adamın da yüzünü anımsamıyordum.

‘Büyüdü tabi, sen en son beş yaşındayken görmüştün. Çocuklar çabuk serpiliyorlar, biz de yaşlandık haliyle.’ Zeren beyin babacan tavırla olan konuşmasını kafaya takacak değildim. Benim rol yapma yeteneğim ondan gelirdi zaten ancak karşısındaki adamı en son beş yaşında görmüş bana da bir açıklama yaparlarsa çok iyi olurdu.

‘Tolga görmüş geçen gün, sana bahsettim ya.’ Neler oluyorsa birisi de bana açıklasın acilen. Çünkü ikisinin suratına da aptal bakışlar atmakla meşguldüm. Ve Tolga kimdi?

‘Tolga da epey yakışıklı bir adam olmuş ama. Gerçi Belgi pek hatırlamayabilir, bu ara hem okul, hem şirket temposu yoğun. İnanır mısın şirketten o kadar geç saatte dönüyor ki biz yavaş yavaş emekli olalım kafa dinleyelim diye ayrı eve çıktı. Gerçi benim de içim rahatladı, yeni evi şirkete daha yakın, en azından akşam uzun yol yapıp daha fazla yorulmuyor.’ Açıklaması yüzümde sinsi bir gülümsemeye sebep olurken ağzımı açmama fırsat dahi bırakmıyordu sağ olsun, ‘Mithat amcan, İzmir’den. Tolga da büyük oğlu, hani çocukken zeytinlikte oynardınız Belgi, hatırladın mı?’ diyerek devam eden babamla zihnimi tekrar yokladığımda başımı sağa sola sallamak üzereydim ki bakışlarıyla gülümsemeye başladım. O kızgın gözler tanıyor gibi davran demekti ve benim hatırlamadığım sevgili Mithat amcacım da belli ki yeni bir iş kolumuz olacaktı.

‘Hatırladım tabi… Nasıl unuturum…’ yalan bu yalanlar yüzünden cehennemde bile beraber yanmak zorunda kalacağım Zeren İmerler… Cehennemin dibine bile kaçsam bu adam beni bulup gözleriyle şeytanla anlaş derdi. Halbuki bilmiyordu bunca zamandır yetiştirdiği kızının şeytana ceketini ilikletecek düşünceleri olduğunu. Yüzümde en samimiyetsiz gülüşümle bakmaya başladığımda dudaklarımı ıslattım, ‘Nasılsınız? Tolga nasıl? Çoluk çocuk falan.’ Gelişine nasıl topa vuruluyorsa bende şimdilik yeşil sahanın ortasında öyle lafları atıyordum. Her şey elindeki sempozyum daveti için Belgi, Zeren bey memnun olsun, daha fazla drama çıkarma, sempozyuma kaçabil mantığıyla ilerleme taraftarısın şuan kızım. Ayağını sakın gazdan çekeyim deme ve sanki her hafta aile dostunuz olan Mithat beylerle yemek yiyor gibi davran.

‘İyiyim Belgi’cim. Çoluk çocukluk halleri kalmadı, dördü de büyüdü. Tolga’da işle güçle uğraşıyor. Senin gibi bir dünya güzeli bulup evlense bende rahatlayacağım annesi de.’ Yine samimiyetsiz gülüşümle teşekkür eder, bir miktar da utanır gibi başımı salladığımda Zeren bey ilk defa taktir eden bakışlar atıyordu bana ki elimdeki çıktıları işaret ettim.

‘Onlar ne kızım?’

‘Bunlar şey… Hafta sonu sempozyum varmış, benimde yoğun olmadığım tek zaman olunca seninle konuşayım istedim.’ Ortamda bozulsa da çaktırmayacağı nadir anlardan biriyken gülümseyip kağıtlardan birini masaya bıraktığımda kaşlarımı havalandırdım.

‘İzmir’de miymiş?’ başımı sallayarak onay verdiğimde gülümseyerek gözlüğünü takıp davetiyede bakışlarını gezdirmeye başlamıştı ki odada olduğunu hatırlatmak istercesine Mithat bey tekrar konuştu.

‘Tıp sempozyumu mu? Bizim Tolga’da çok meraklı, o da gidecek diye biliyordum.’ Bana beş dakika rahat nefes aldırmadığın için teşekkürler Mithat amca. Ben senin yedi ceddine ağır laflar söyleyeceğim ima ve düşüncelerinin farkındayım ama sabrımı zorlayıp bence çizgimden kaydırma beni. Zeren beyin gözlerine de o pırıltıları yerleştirdiğin için ayrıca şak diye alnından öpesim var seni be adam.

‘E Tolga zaten Belgi ile fırsat yakalayıp görüşsek demişti sana, en azından orada zamanları olur.’

‘Tabi… Çok sevinir bu duruma. Ben artık kalkayım Zeren, zaten haftaya toplantıda görüşeceğiz.’ Babam başını sallayıp koltuğundan kalkarak elini sıktığında bende zorlukla kalkıp elini sıktım adamın. Neden o büyük oğlanın bela olacağı hissiyatıyla doluyordum bilmesem de beş yaşımdan sonra tekrar rastladığım Mithat amcayı hem sevmiş hem de nefret etmiştim. Adamın çıkışını beklediğimde babamın uzattığı kağıdı alarak derince soluklandım. Yüzümdeki yapmacık gülümsemeyi sildiğimde gözlerim de benim aksime ela olan harelere döndü.

‘Tolga’larla iş yapacağız, İzmir’de iyi geçin çocukla. Hem nazik çocuktur.’

‘Çocuk dediğin yirmili yaşlarda bir birey farkındasın değil mi?’ tek kaşımı kaldırıp izlemeye devam ederken aslında o gözlerin bana neler anlattığının farkındaydım. Resmen ilgilen der gibi bakıyordu. Noyan’ın varlığı onun için o kadar bir şey ifade etmiyordu ki başka bir herifle ilgilenmemi ima edercesine bakıyor, hatta bunu alenen bekliyordu. Üstelik dün geceye rağmen…

‘Boşuna çabalıyorsun. Mithat’ta Tolga’da kim bilmem. Sadece gidip sempozyuma gireceğim ardından eve döneceğim. Kimsenin çocuğuna bakıcılık yapamam.’ Derken sesimdeki baş kaldırıyı ben bile tebrik etmek istedim. Dışarı ses çıkmasına izin vermeyen ve Zeren bey ile yalnız olduğum odada bu cesaret ne yiğidim diye kendimi sorgulasam yeriydi herhalde.

‘Yaparsın, öyle bir yaparsın ki senin bile aklın almaz Belgi.’ Gülümsemesi gerçeklikten uzakken kaşları havalandı, ‘Dün geceye rağmen hala hiçbir yerinde bir şey yok, o yüzden çok güzel yaparsın emin ol.’ Baş kaldırım sert yutkunuşumla bölünürken çatıldı kaşlarım.

‘Bu sefer ne ile tehdit edeceksin?’ ellerimi kumaş pantolonumun cebine atıp başımı merak edercesine sağa sola salladığımda yüzünde o gergin gülümseme daha da büyüdü. Tedirginliğimi belli etmemem gerekiyordu. Ona bu fırsatı vermeyecektim.

‘Sen seç. Okulla, zeytin bahçeleriyle, İzmir’de ki babaannenin eviyle… Daha aklıma gelmiyor ama çok şey var. Bu kez kesin bir infazla?’ midemin bulandığını hissediyordum. Midem zehirlenmemişti ama zihnimi zehirleyen adamın tehditleri midemi bulandırıyordu.

‘Zeytin bahçeleri ve babaannemin evi benim üzerime. Hiçbir söz hakkın yok. Okul konusuna gelirsek, o hakkını bana tokat atarken kullandın. Hem Noyan’a artık o kadar yaklaşabileceğini düşündüren ne sana?’ kibirli halimi o kadar bilmiyordu ki kısacık bir anda afallayan suratını toparladı anında. O hataya bir kez düşmüştüm, onun canı ile tehdit ederken verdiği söze ilk ve son kez kanmıştım, şu saatten sonra beni asla aynı şeyle tehdit edip, sözüne inandıramazdı.

‘Hala kullanabildiğime göre avantajım var, bahçe ve ev için de bir kibrit yeter. Bu kez o herifi şansa da bırakmayabilirim…’

‘Pisliğin tekisin.’ Yüzümü buruşturup odanın kapısına yöneldiğimde arkamdan da sesiyle adımlarımı yavaşlattım.

‘Bugünden git, Tolga İzmir’deymiş.’ Çıktığım kapıyı gürültüyle çektiğimde kapının önündeki asistan şaşkınlıkla baktı, Adel ise şüpheyle.

‘Dön önüne!’ hırsımı ondan çıkarmaya niyetli değildim ancak ne halt yemeye orada oturduğunu da bilmiyordum. Aklıma gelen Ilgın hanımın otuzlu yaşlardaki asistanla aldatılma ihtimalinden başka bir şey de değildi zaten. Topuklarımı vura vura odama kadar ulaştığımda özel eşyalarımı çantama tıkıştırırken Adel bir şey dememe gerek kalmadan peşimden adımımı kaçırmadığı için kapıya çıkmıştı ki bende hışımla onu takip ettim. Kapıyı kilitledikten sonra katta olan asansöre ilerleyerek kabine bindiğimde derince soluklandım. İnsan ağaç yakmakla, ev yakmakla tehdit edilir miydi? Daha da önemlisi bu insanlığa sığar mıydı? Gerçi daha ne kadar olmuştu ki Noyan’ı öldürmeye çalışalı? Kimden bahsediyordum ben? Zeren İmerler’den!

İnsanlığı bilmem ama Zeren İmerler’in olmayan vicdanına sığardı ve evet söylediyse yapardı da. İndiğim otoparkta arabama yerleşip harekete geçtikten sonra çantamın içine elimi daldırıp aradığım telefonu buldum. Noyan’ı aramaya başladığımda ise sinirden sıktığım dişlerimi kendine getirmek adına soluklanmaya başladığımda yan koltuğa yerleşip araba kullanmam konusunda tedirgin olan Adel’e göz attım. İstediği kadar tedirgin olabilirdi çünkü gergindim ve o da bu gergin halimle bana ben kullanayım diye seçenek sunma yanlısı değildi. Oksijen, bol oksijen istiyordum.

‘Güzelim…’ sesindeki yumuşak tınıyla kendime gelmeye çabalasam da olmuyordu. Çıldırtacaktı bu adam beni. Baba değil düşman kuvvetti resmen.

‘Salona geçecek misin bugün?’

‘Evet, de… Sesin niye garip?’

‘Ben şimdi geçiyorum, anlatırım.’

‘Çıkıyorum o zaman, dikkatli kullan arabayı.’ Konuşmayı sonlandırıp dudaklarımı ıslattığımda bu durumdan gerçekten Noyan haberdar olmalı mı bilmiyordum. Bir yanım söyleyip boşuna delirtme derken diğer yanım Zeren bey Tolga’yla görüştükten sonra yeni bir plan yapar ve ortalığı talan eder diyordu. En makulü ise baştan Noyan’a açıklayıp sonra da yakalandığım herhangi bir magazin bülteninden çekilen fotoğraflarıma bakmak olsundu. En azından mantıklı ve kimsenin ölmeyeceği bir fikirdi bu.

Otoparktaki boş alana arabayı yerleştirip sertçe el frenini çektikten sonra indiğimde bagajı açıp spor çantamı da alarak ilerledim. Turnikeden geçer geçmez gözlerim Gizay’la çarpışınca kaşları çatılmıştı bile. E burnumdan soluyor olunca haliyle kaş çatardı adam.

‘Belgi, iyi misin sen?’

‘Sinirliyim, çok sinirliyim.’ Diyerek ellerimi havalandırdığımda bakışları önce yoğun salonda sonra da bende gezindi, ‘Gizay tutma beni tüm üyeleri korkutacak kadar sinirliyim.’ Konuşmasına fırsat bırakmadan merdivenlere yöneldim.

‘Noyan depoda.’ Aşağıyı işaret ettiğinde başımı sallayıp basamakları ayağımdaki topukluları önemsemeden indim. Son basamakta kıvrılan bileğimle sinirle dişlerimi daha çok bastırdım birbirine.

‘Özel yapıldığınız halde böyle dangalaksınız ya!’ eğilip ayakkabıları çıkardıktan sonra demir kapıya ilerlediğimde açık bekleyen şalter oyuntusundan geçerek kum torbasına eziyet çektiren Noyan’a yaklaştım. Elimdekileri hızlıca yere bıraktığımda çıkan sesten olsa gerek gözleri bana döndü. Ben ise yaklaşıp sarılmakla sınırlı kaldım. Sanırım şimdilik beni sakinleştirecek sadece Noyan’dan derin derin gelen çıra kokusu olabilirdi.

Kendimi güçsüz hissediyordum. Haksızlıktı bu. Avuçlarım arasında onlarca veya yüzlerce insan varken, birçok kesime hitap edebiliyorken bu denli bir güçsüzlük zihnimi tarumar ediyordu. Kendime kızıyordum, ben zaten sürekli kendime kızardım. İnsan babası için bile doğru kişi olmayınca olayı, kişiyi önemsemeden sadece kendini suçlayabiliyordu ve ben kendime çok kızıyordum.

Benim de kemiklerim vardı, bende vücudunda kan olan, sinir uçları mevcut bir insandım. Ben insandım ve bu asla kayda alınmıyordu. Neden kıyamet olmam için çabalarlardı ki! Herkes herkesi anlayışla karşılayabilirken neden yanlış ben olurdum? Kıyamet olmak istemiyordum! Birilerine zarar vermek istemiyordum fakat birileri de artık bana zarar vermekten vazgeçmeliydi. Bugün kılıma dokunulmamıştı, saçımın tek teli incitilmemişti fakat ben bütün tutamları kökünden kazımış gibi bir sancının içerisinde bırakılmıştım.

Babam neden kahramanım değil de katilimdi ki benim! Olmazdı! Böyle vicdanda, insanlıkta olmazdı! Olmamalıydı… Aynı evin içinde, aynı pencereden bakmak bile bizi bir şekilde aile yapmalıydı ama beni sadece güçsüz bir kadın yapmıştı. Çok şey anlatmak isterken sustuklarım o kadar çoktu ki bunun için bile kendime güceniyordu çocukluğum.

Bazen bazı anlarda yaşayan babaya rağmen babasız kalabiliyordu insan. Bazen bazı anlarda sadece hayatınızın ilk sekiz yılında gördüğünüz annenizin gözyaşlarını akıtan adama hem sevgi, hem kızgınlık büyütebiliyordunuz kendinizle beraber. Bazen aile olmaktan vazgeçebiliyordunuz. Sol tarafta öyle ağır yükler biriktiriyordunuz ki o ağırlık sadece affedemediklerinizden olabiliyordu. Bazen affedemediğiniz babanız olması gerekirken suçu kendiniz üstlenebiliyordunuz. Boyun eğdiğiniz kadar baş kaldırabildiğinizde ise artık bir başınız dahi kalmadığını fark ediyordunuz.

Ben elleri de ayakları da soğuk o kadındım. Ben ne annesinden, ne de babasından sevgi ve şefkati görmemiş o kız çocuğuydum. Ben saçlarını kendisi okşayarak uykuya dalan, gözyaşlarını peçeteyle kurulayan, düştüğünde ağlayacağı bir sıfat dahi bulamayan, annesiyle babasına iyelik eki asla ekleyememiş, çocukluğuna mahcup o kadındım. Ben çocukluğuma o kadar mahcuptum ki kimsenin yapmadığını yapıp onu dizlerime yatırıp saçlarını okşamak, dizlerindeki yaralara üflemek, kahkahasına ışıldayan gözlerle bakmak istiyordum.

Beni olduğum gibi sevebilen bir adamın kollarına atılırken, onun hissettirdiği kadar çocukluğumu sevebilmek istiyordum.

Bölüm : 06.03.2025 03:24 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...