Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Ölmeden Bir Dakika Önce

@biceruvar


Yeniden, yeni bir hikaye ile merhaba millet. Koca bir kasveti kucaklayan hikaye ismi ile buradayım bu kez. Gelin sizinle tanıştırmadan önce ben bu yere nasıl adım attım, bu word sayfaları nasıl bir bir ilerledi hep beraber bakalım aklımda kaldığınca...

Tarih 4 Kasım 2022 ve ben çoktan haberiniz olmadan sizinle çıktım o yola...

Tarih 15 Ocak 2024 yine haberiniz olmadan bir hafta yazdım sildim, ekledim, çıkardım tanıtımı hazırlamaya çabaladım ve biz yine başlıyoruz bir yerlere ulaşmak için satır aralarında yürümeye...

Ben bu masala 2022 Kasım ayında başlamıştım. O kadar aklımdaydı ki bazı noktalar, girişi, gelişmesi değil, ilk olarak aklımda olan sahneleri yazdım. Tamamen çatıdan düşer gibi girdim onların hayatına ve elbette onlar da benim hayatıma. Bu masala başlarken öyle bir ruh sancısı çekiyordum ki konuşmak yetmiyor, hatta konuşmak istemiyordum bile. Ondandır belki geceler sürdü. Bana çok ama çok uzun gelen o gecelerde ben yer yer gözyaşları içinde hıçkırarak, yer yer de dudaklarımda usul bir tebessümle yazdım. Wattpad'de ne zaman paragrafların arasına sıkışmaya çalışsam hepsi şeffaf oldu. Kayıplarımı, sancılı anlarımı, mutluluklarımı, agresif hallerimi asla saklamadan tüm açıklığıyla sizinle paylaştım. Kendimi yalnız hissederken de, aklım çok kalabalıkken de bilgisayarın karşısına oturmaktan alıkoyamadım benliğimi.

İşte bu masalda 2022'nin Kasım ayında fiziken yalnız zihnen kalabalıkken elini uzattı bana. O zaman dilimine dair belleğimde pek bir ayrıntı kalmadı ama karakterler havada uçuşmadan dakikalar önce boğazımdan karın boşluğuma kadar bir bıçak indiriyorlar gibi hissetmiştim. Düşünün ki ne şartlarda doğdular ve kaç kez isimleri, izleri değişti onların. Belgi Deran ve Noyan Cenker'in tüm yaşamış ve yaşayacak oldukları sıkıştı satırlar arasına... İki yılda kaybettiklerim, korkularım, sevinçlerim, yeni başlangıçlarım, yeniden başlamak için sonlandırdıklarım oldu fakat bu hikaye nokta koyduğum bir yere gelmedi hiç. O yüzden belki de benim için çok büyük bir değer var. Çok değişime uğramışlığı da. Sadece bu yüzden bile benim için de bu hikayeye, karakterlere çok iyi bakın. Hatta o kadar iyi bakın ki Vuslat, Buğlem, Hera, Aren, Sencar, Samet, Yavuz nasıl bazılarınıza yaşayan bir insanmış gibi geldiyse bir gün Belgi Deran ve Noyan Cenker'in de köşenin başından dönecekmiş ihtimalini iliklerinize kadar hissedin.

Biliyorum yaşamıyorlar ama onları, kendilerinin sevmedikleri yerlerinden sevin.

Bazen iki satır arasındaki karakterlerin dahi buna ihtiyacı olduğuna inanan,

ruh bozuğu BiCeruVar'dan

size sevgilerle...

----------------------------------------------------

Gök, dolunayla güzelken
siz yıldızlara da göz atmayı unutmayın...

Biliyor musunuz kalbim çok kırılmıştı. Sizin gibi, hepimiz gibi o kadar parçalara bölünmüştü ki üzerine ışık tutulsa dört bir yana dağılırdı yansıması, aydınlık bir alana çıkarılsa mide bulandıracak kadar kan göleti gözükürdü ortalık. Kalbim o kadar çok kırılmıştı ki bu ufacık senelerde kırgınlığımın asırlarca sürmüş gibi hissetmesini bilemezdim. Fakat işin trajik yanı benim kalbimi en çok ailem kırmıştı. Çoğu kadın annesinin saçlarını küçükken nasıl taradığını anımsardı mesela fakat ben hüzünlü gözlerle işaret ettiği yıldızları anımsıyordum. Bir kız çocuğu için babasının sıcak kolları anlam verilmeyecek derecede güvende hissettirirdi ama hayır, benim için o kollar cehennemdi. Bana nefreti, terk edilmeyi, kızgınlığı, küskünlüğü, mutsuzluğu, acıdan iki büklüm olmayı öğreten anne ve babam tüm iyi hisleri sakınmıştı. Ondadır belki de hiç normal bir kadın olamamış fakat daima bunun için çaba harcamıştım.

--------------------------------------------

Bir. Bir. Bir... Bitmek bilmeyen bir, defalarca tekrarlanan, kulaklarımda yankılanan bir. Rakamla 1, yazıyla bir.

Orman. Kocaman, upuzun çam ağaçları, patika yol ve tüm orman. Yeşilin dengesiz dengesi, uyumsuz ahengi ve ona eşlik eden kahverengi ağaç gövdeleri. Alabileceğim en temiz koku, eşlik eden hafif esinti ve tümüyle beni çepeçevre saran soğuklukla beraber kaç hektar olduğunu hesaplayamadığım orman...

Kuş sesleri, insanı çileden çıkacak kadar çok üstelik. Kulaklarımın çınlamasını, onları sıkı sıkıya kapatmak isteyeceğim kadar çok kuş ötüşleri. Yer gözetmeksizin çığırtkan halleri neden şuan ruhumun acıyla kıvranmasına neden oluyordu? İnsanlar kuş sesleriyle meditasyon dahi yapabiliyorken, bunu odaklanmak adına kullanıp huzurlu bir uykuya dalmak adına adet ediniyorsa eğer ben neden kafatasımı patlatmak isteyecek kadar rahatsızdım bundan?

Karanlık sanki uzay boşluğunda yuvarlar gibi bedenimi esir alıyordu. O yüzden tekrar bir. Sesli şekilde de söylemeye ihtiyacım vardı. Var olduğumu hissetmek için konuşmaya ihtiyacım vardı. Kendi kendime bile olsa, dudaklarımdan bir kelime dökülmesine muhtaçtım. Öyle ki bana şu dakika tek kelime edersen ölmek zorunda kalırsın gibi bir şart koysalar umurumda olmazdı, çünkü o tek kelimeye dahi ihtiyacım vardı. Ölümü göze alacak kadar istiyordum o tek kelimeyi.

'Bir...' dudaklarımı oynattığımı hissediyor fakat sesimi duyamıyordum. Çıldırmak üzereydim, tüm vücudumu esir alan kaygı öldürecek gibiydi beni ancak tekrar denemeliydim. Kaygıdan, endişeden kurtulmalı, kendimi zorlamalı, hissedebildiğimi hissetmeliydim.

'Bir, bir, bir... BİR!' çığlım bile çıkmıyordu, koca orman içerisinde en çok yankı bulması gereken sesimi resmen karanlık yutuyordu. Bacaklarımı korkuyla hareket ettirmeye çalışsam da elime geçen koca bir sıfırla beraber gözlerimi etrafta dolaştırdım. Her şey en başta, henüz dünyaya gelmeden önce olduğu gibiydi sanki. Koca bir sıfırdan ibaret şekilde öylece duruyordu karşımda. Nemli toprakla bezeli patika yol, büyük çam ağaçları, kuş sesleri... Kuş değil, kargaların sesleri... Gözlerimin adam akıllı seçebildiği, ruhumun karanlık gibi hissettiği o masmavi, berrak gökyüzünde uçuşan kargaların sesleri... Onların seslerini bu kadar işitirken neden kendi çığlığımı duyamıyordum? Kargalar... Onlar birçok anlam ifade ediyordu fakat neden o kötü hurafeler üşüşüyordu beynime? Neden şu dakika ölümü çağrıştırıyordu? Kurtulmam gerekiyordu bu kapandan, kargaların da ölümü haber verdiğini unutmalıydım. Bu bir hurafeydi ve ben çok daha farklı anlamlar yükleyebilirdim. Mesela Yunan mitolojisine göre ölümsüzlüğü temsil edişine tutunabilirdim. Veya İskandinav kültürünü ele alıp kutsal sayılmalarını düşünebilirdim. İslam'da olduğu gibi Allah'a inanan kişileri temsil edişine sıkı sıkı sarılabilirdim. Fakat ben öylece durmuş simsiyah, gösterişli ve parlak tüyleriyle uçan kargaların ölüm habercisi olduğunu zihnimden atamıyordum. Silmeliydim bunu. Unutmalı, bırakmalı, o ruhuma göre karanlık olan yere bir çırpıda fırlatmalıydım.

Bir kez daha o uzay boşluğuna sürüklenmeme neden olacak şeyi yapmaya çalıştım. Gözlerimi sımsıkı kapattım, tekrar açtım. Değişen bir şey yoktu. Tekrar kapattım, sımsıkı, buradan bir an önce kurtulmak ister gibi, sanki bir anda ışınlanabilecekmiş gibi.

'Belgi...' kuş cıvıltılarına karışmış ormanın derinlerinden gelen sesle sımsıkı kapattığım gözlerimi açıp etrafa panikle baktım. Kimse yoktu, hektarlarca ormanın ortasında tek başımaydım ve birisi sesleniyor olsa da koca bir boşluk içerisinde kalakalmıştım. Üstelik birisi de seslenmiyordu, o kadar çok ses aynı anda ismimi söylüyordu ki tek bir ses gibi çıkıyordu. Çıldırmak üzereydim fakat burada imkanım yoktu, burada çıldıramazdım dahi. İnsan rahat rahat aklını kaybedebilmeliydi ancak ben onu bile yapamıyordum!

'Belgi...' yine aynı sesleniş, bir türlü yerine oturmayan, oturmadığı için de kim olduğuna anlam veremediğim sesleniş... Onlarca kişi gibi gelen ama tek gırtlaktan çıkarcasına senkronize sesleniş... Başımı yukarı kaldırdım, ormanın tam aksine geceyle buluşmuştu gökyüzü. Saniyeler önce masmavi, berrak, bulutsuz olan gökyüzü kapkara bir şekilde yıldızları yutuyordu fakat bir o kadar da aydınlıktı sanki hava. Bir sürü parıl parıl parlayan, sanki göz kırpar gibi duran yıldızlar. Gökyüzünün karanlığı ile savaşan yıldızlar... Çığlığımı dahi kulaklarıma ulaşmasın diye engellediğini düşündüğüm dudaklarım usulca kıvrıldı. Yıldızlara aşık olabilirdim, onlar ne zaman gelirler ve ne zaman giderler belirliydi. Bu yüzden en çok yıldızlara tutunabilirdim ormanın içerisinde. Benden bağımsız hareket eden kolum sanki o göz kırpan ışıkları yakalayabilecek gibi uzandı gökyüzüne. Kaşlarım çatılmaya başladığında zihnim artık gerçekliğe dönmem için bana onlarca küfür ediyordu. Elim, parmaklarım ufacıktı, sanki şu an olduğum yaştan yıllarca küçükmüşüm gibi miniciklerdi.

'Rüya...' en başından beri bir türlü çıkmayan sesim çıkmıştı. Sanki bir kapının kilidiymiş gibi tek kelime tüm gerçekliğe itmişti ruhumu.

'Belgi...' yine o ses, hala aynı uzaklıktan, hala aynı tonda, hala aynı şekilde senkronize. Kızgın mı, küskün mü, korkak mı, neşeli mi? Hiç ama hiçbir bilgim yoktu ama emin olduğum tek gerçek vardı.

'Rüyadayım...'

------------------------------------------------

Birlerini öldürürüz içimizde, sadece nefes alabilelim diye...

Bir isyan, başkaldırı, darbe gibidir cenazeler. İşte tam da öyle cenazelerde birbirimize sıkı sıkıya sarılır, sırtımızdan itenlere karşı düşmeyelim çabasına gireriz. Çünkü biliriz ki onların ayağı kayarsa biz de yuvarlanırız. Ondandır belki de ölüm hayatın en saf hali olarak kalır zihnimizde, tıpkı doğum gibi. Bir nefesin bu kadar mücadeleye değip değmeyeceği konusunda kuşkular sarar etrafımızı. Sayfalarca yazılara dökeriz içimizi, milyonlarca şarkı çalar zihnimizde, hepsinden bir soluk ile kurtulmaya çalışırız. Çabalar, çabalar, daha çok çabalar ama ansızın yeniden karşılaşırız.

Bir bakıma akıl cinayetidir bu. Üzerimize kimse silah doğrultmaz veya birileri canımıza kastetmek için çaba harcamaz ama bizi bir yerde çoktan öldürmüş olur.

Kim bilir... Belki de kendinizi öldürmüşüzdür.

Peki bir intiharın naif olduğunu düşünebilir miyiz?

Mesela bazıları urganı boynuna geçirir. Bakıldığı zaman naziktir urgan, ince kıvrımlarla dolu, incecik ip parçaları birbirini çepeçevre sarmış haldedir. Öyledir de, urgan gerçekten boynunda iken insanın naif midir?

Peki ya tedavi için kullanılan ufacık kapsülleri su ile bir anda yutmak? Tedavi için, yaşamak için kullanılan o bitki bileşenleri ile oluşan haplar, insanın hayatını kurtarmayı amaçlarken kendisi nereden bilsin son vermek adına birinin avuçlarına düşeceğini. Eğer bilseydi haplar da intihar eder miydi? Sahi o haplar çok masum mudur?

Yüksek yerlerden çakılırken son kez özgür hisseder insan, kimisi hissetmek istemez... Rüzgarın suçu var mı bu konuda?

Peki ya zihnen intihar edenler? Zihnen olan intihar naif ve nazik midir?

Fakat yıllarca yaşamış bir insanın hayat konusunda hep farklı bakış açısı vardır. Bana göre çocukken elimden kaçıp gökyüzüne doğru usul usul süzülen balon gibidir hayat. Ardından bakarken başımı kaldırmam şarttır fakat uzun sürerse boynumda çekilmez bir sancı içinde kalır. Yine de bakmak isterim, o kadar ki gözden kaybolana kadar.

Fakat asla tutmaya kalkmam, çünkü bilirim, artık o balonun ipi parmaklarımın arasından kaçmıştır. Başta usul bir şaşkınlık peydah olur yüzüme, ardından ruhum üzülmeye başlar, özlem duyarım ama öyle veya böyle gülümseyip arkamı dönerek devam ederim yoluma. O benim içimde hep bir hatıra, hüzün, acı fakat bazen tebessüm olarak kalır.

Asıl meselenin balon olmadığının bence benim kadar hepimiz farkındayızdır...

Pekala canavarlar her durum ve şartta var mıdır?

Her çocuğun yatağının altında gizlidir canavarları ama ben aynı masada yemek dahi yemişimdir. Canavarımla yıllarca aynı çatı altında yaşamış, onun kanıyla hayatta kalmış, acıtan sevgiyi ondan öğrenmiş, en çokta sevgisizlikle yüzleşmiş bir kadınken, hayata da olduğu kadar güleç yüzle bakamam. Bazen o canavar bileklerime kelepçeler takar ve bunu kimsenin görmesine izin vermez, ben bunun dahi farkındayımdır. Bazen nefes alırken sorgular ve ben bunun da farkındayımdır. Öyle ki artık herkesi olduğu gibi kabul edecek ama canavarım olmadan nasıl yaşarım bilmeyecek haldeyimdir. Artık canavarlar yeryüzünde insan suretindedir, kelepçeler boğmaya başlar bileklerimi, intihar ise lükstür. Ben bunun dahi farkındayımdır.

Belki de sadece canavarı yüzünden masallarda yaşamayı diler insan. Sahiden öyle midir?

Bazı masalların renkleri var mıdır sizce? Mesela çok sevmenin, çok üzmenin, hatta nefret etmenin rengi, kokusu, dokusu olabilir mi? Bir insanın deli gibi korktuğuna aşık olması mümkün mü? Veya bir insan aşık olduğu adamdan korkar mı? Sanırım hayatımdaki en büyük soru işareti bu olarak kalacak. Geçmiş veya gelecekten, hiç yanıt bulamamış çelişkilerden ziyade, sevdiğim adamdan korkabilmek büyük bir meziyet olarak kabul edilmeli bana kalırsa. Oysa sevmek veya aşk, korkmadan özgürce yaşamakla eş anlamlı olmalı.

Çok uzun bir geçmiş ve çok kısa bir gelecekten geldim sizlere. Adım Belgi Deran ve soyadım İmerler. Adım kısa bir gelecek olacak, soyadım ise uzun bir geçmiş. Kısa gelecekler heyecan verirken, uzun geçmişler can alacak kadar acıtıcı olabiliyormuş sizinle anlayacağım. Kabuslarım kabuslarınız olacak, gözyaşlarım da hepimizin boğazında takılı kalacak eminim ki. Çünkü karşımda duran adam bana güvenilir bir durak, sonu bilinmez bir de acı bıraktı.

'Ben yıkımım.' dediğinde anlamalıydım aslında onu. O cümleyi ilk duyduğumda zihnim kavramalıydı. Bir doğal afet nasıl ki dünyaya ait olmayanı sürükleyip götürüyordu, o da öyleydi. Ben çok uzun bir geçmiş ve çok kısa bir gelecekten gelmiştim fakat o tamamen savaşın kendisiydi. Geçmiş veya gelecek değil, ismiyle soy ismiyle, kanıyla kemiğiyle, Noyan Cenker Visam olarak, savaşmanın kendisiydi.

Ve savaşlar insanlara her daim çok şey öğretirdi.

O da bana öğretmişti.

Savaşlar, gözyaşlarının ev sahibiydi.

O da benim ev sahibim...

 

Loading...
0%