Yeni Üyelik
1.
Bölüm
@bilgenurgzl

Herkese merhaba bu benim ilk kitabım. Kitabım için çok uğraştım hala da uğraşıyorum yeri geldi bazı yerleri defalarca düşündüm yeri geldi notlar aldım ama hiç yılmadım. Dilerim beğenirsiniz. Tek isteğim ise bir yayın evinden teklif gelmesi üzerine kitabı basmaktır.

Kitabımla birlikte hem hüzün hem merak hem sinir duyacağınız anlar olacak o yüzden kemerlerinizi sıkı bağlayın ve sağlıcakla kalın. Yorumlar yapar ve düşüncelerinizi paylaşırsanız çok mutlu olurum iyi okumalar...

Bölüm:1

Doğanların evi...

Güzel bir gün, güneş sanki her zamankinden daha parlak çiçekler rengarenk açmış. Zeliha Hanım doğayı ve çiçekleri çok sevdiğinden gününün yarısı bazen yarısından da fazlasını bahçesinde geçirirdi. Bahçesinde ise neredeyse her çeşit çiçek bulunurdu. Zeliha hanım ve İsmet Bey güzel bir kahvaltının ardından bahçelerinde oturmuş kahve keyfi yapıyorlardı ki Zeliha Hanımın telefonu çaldı, arayan kızı Cansu idi.

"Alo günaydın anne, ne yapıyorsunuz?"

"Günaydın kızım, ne yapalım babanla bahçede kahve keyfi yapıyoruz. Sen ne yapıyorsun?"

"O iyi iyi. Bende bavulumu hazırlıyordum bir ariyayım dedim."

"İyi yaptın. Her şeyin hazır mı?"

Bu sırada İsmet Bey Zeliha Hanımın dediklerini dinliyor ve Cansu'nun dediklerini tahmin etmeye çalışıyordu.

"Evet, merak etme."

"Uçağın yarın saat kaçtaydı?"

"11.30 da binip 15.30 da ineceğim annecim. Beni karşılamaya babam mı gelecek, sen mi?"

"Babanın önemli bir toplantısı var o saatte, ben geleceğim."

"Hm... İyi bakım o zaman yarın görüşürüz."Cansu babasının da gelmesini isterdi ancak işi olduğundan yapacak bir şey yoktu.

"Görüşürüz kuzum."

Cansu annesinin ona kuzum demesini sevmezdi arkadaşlarıyla birbirlerine arada kuzum deseler de Cansu annesinin demesini sevmezdi çünkü kendisine bebekmiş gibi davrandığını düşünürdü buna rağmen bir şey demedi. Sebebi büyük ihtimalle anne ve babasını çok özlemiş olmasıydı. Her fırsatta yanlarına ziyarete gitse de görmeyeli baya olmuştu. Cansu her fırsatta gitse de İngiltere'de okuduğundan şok sık gelemiyordu en son görmeyeli de baya zaman olmuştu. Cansu Zeliha Hanım ve İsmet Bey'in tek çocuğuydu Cansu'dan sonra istemiş olmalarına rağmen hiç çocukları olmamıştı.

"Kızımın uçağı saat kaçtaymış?"

"11.30 da binip 15.30 da burada olacakmış."

"Tüh gerçekten de toplantıma denk geliyormuş." Bu duruma İsmet beyin canı sıkıldı çünkü kızını karşılamayı isterdi.

"Bir şey olmaz canım ben karşılarım sende eve gelince görür, hasret giderirsin." Zeliha hanım'ın önerisi İsmet Bey'in istediği gibi olmasa da başka çare yoktu.

"İyi bakalım öyle olsun."

"Duydun mu Fevzi'nin oğlu da İngiltere'den geliyormuş."

"A o da mı yarın geliyormuş?"

Zeliha Hanım İsmet Beyin bir şey den rahatsız olduğunu sesinden anlamıştı. Ancak sebebini anlayamamıştı.

"Evet, niye ki?"

"Ya canım biliyorsun zaten Fevzi ile husumetliyiz, düşmanız."

"E ne alaka şimdi"

"Hayatım işte yani belki karşılaşırlar kızımın canını falan sıkar diye sıkıldı canım."

"Yok ya takma. Merak etme bir şey olmaz hem ne olabilir ki."

"Neyse ben çıkıyorum dışarıda işlerim var biraz."

"Tamam canım. Geç mi gelirsin?"

"Yok, işim fazla uzun sürmez hadi görüşürüz."

Zeliha Hanım ne kadar sakin ve planlı ise İsmet Bey de o kadar plansız, kuşkulu ve sabırsız bir kişiliğe sahip idi. Zeliha Hanım ne kadar bu düşman olma durumundan rahatsız olsa da bu durum eskilere dayandığı için elinden gelen tek şey konusu açıldığında eşini sakinleştirip takmamasını sağlamaktı bundan başka bir şey yapamıyordu, bu da onu üzüyordu çünkü bu düşmanlığın husumetin bitmesini istiyordu.

*****

Akkayaların evi...

Fevzi Bey sert kişiliği ve otoritesi ile bilinen bir adamdı. Hülya hanım ise Fevzi beyin tam tersiydi. Hülya hanım her zaman sevecen güler yüzlü oluşu ve yaptığı iyiliklerle bilinirdi. Aslında Fevzi Bey de yumuşak kalpli ve yardımsever biriydi ancak bunu kimse bilmez kimseye göstermezdi. Hülya Hanım her olaya pozitif yönünden bakarken Fevzi Bey ise her olaya negatif yününden bakardı. Fevzi Bey ile Hülya Hanım kafa yapısı olarak birbirlerinden baya farklı olmalarına rağmen aralarındaki sevgi daha da önemlisi saygı her şeyi çözerdi. Aralarında olan kavga ve atışmaların çoğu ise çocukları ile ilgili olurdu. Sebebi ise ikisinin de çocukları için farklı gelecek düşüncesi ve farklı kararları olmasıydı. Hülya Hanım oğlu geleceği için akşama oğlunun en sevdiği yemekleri yaptırmakla meşkul idi.

"Betül akşama her şey eksiksiz olsun."

"Tabi efendim her şeyle bizzat kendim ilgileniyorum."

"Fevzi, Emre ile konuştunuz mu Uçağı saat kaçta?"

"Yok, bir şey olmasa aradığı yok ki keratanın."Dedi Fevzi Bey başını olumsuz anlamda sallayarak.

"Dur o zaman ben ariyayım."

İki defa aramasına rağmen telefonu açılmamıştı hülya hanım pes etmişti ki Emre onu aradı.

"Alo anne." Emre'nin sesi uykulu yataktan yeni kalkmış gibi geliyordu.

"Sesinden anladığım kadarı ile seni ben uyandırdım sanırım."

"Evet, dün biraz geç yattım da."

"Hm, iyi bakalım."

"Bir şey mi oldu anne."

"Ne o bir şey olmasa arayamaz mıyım oğlumu?"

"Ararsın ararsın da şey..." sesinden kasıldığı ve ne diyeceğini şaşırdığı belli oluyordu.

"Şaka şaka kasılma o kadar uçak saatini sormak için aramıştım."bunu duyar duymaz rahatlamış bir şekilde Emre'nin derin bir nefes verdiğini duymasıyla gülümsedi Hülya Hanım.

"15.30 da orada olacağım."

"Tamam, bavulun falan hazır mı?"

"Evet annee. Hadi görüşürüzz."

Emre annesinin kendisini sorgulamasını, hala bir çocukmuş gibi davranmasından nefret ederdi o yüzden de konuşmayı uzatmadı zaten. Hülya Hanım ile Fevzi Bey'in iki çocuğu vardı. Emre üniversiteyi yeni bitirmiş babasının isteği üzerine şirketin başına geçmiş kendi istediğini yani tiyatro okumayı da bu yıl açıktan bitirmişti. Hülya Hanım oğlunun istediği tiyatroyu normal okumasını çok istemişti çünkü tiyatro okumayı oğlu kendi seçmişti ancak Fevzi Bey oğlunun şirketin işlerinin başına geçmesini isteyince mecburen işlerin başına geçmiş ama yine de açıktan kendi istediği üzere tiyatroyu okumuştu. Ayça ise ilk sınavda istediği sonucu çıkaramaması sonucu ikinciye çok çalışıp sonraki sınavda istediği İstanbul üniversitesini yeni kazandırmıştı.

"Hülya."

"Efendim."

"Ayça Roma'dan bu gün mü gelecekti yarın mı?"

"Sana söylemedi mi?"

"Neyi?"

"Normalde o da bu gün gelecekti."

"Kötü bir şey yok de mi?"

"Yok ya arkadaşıyla daha fazla gezmek için haftaya ertelediler."

"İyi bakalım gezsin çoktan hak etti çok çalıştı."

"Aynen haklısın hak etti."

Ayça ve en yakın arkadaşı Nil birbirlerini ortaokuldan beri tanırlardı ve birbirlerini çok severlerdi. Arada herkes gibi ufak kavgaları olmuş olsa da hiç birbirlerini bırakmadılar. Onların tanışması biraz farklı olmuştu. Ortaokulda aynı kişiden nefret etmelerinden dolayı Tuhaf bir tanışmaydı onlarınki. Birbirlerini hiç bırakmadılar sonra da bırakmamak için ikinci sınava beraber hazırlanıp aynı üniversiteyi yazıp İstanbul'a beraber taşındılar. Güzel bir ev de bulup arkadaşlıklarına ev arkadaşlığını da eklediler.

Ayça beline gelen kahve dümdüz saçı anlına düşen kahkülü siyah gözleri ve orta boyu ile tatlı sempatik çekici ve güzeldi. Ayça'nın dostu Nil ise omuz ile bel arasında bir uzunlukta olan kıvırcık saçlı ela gözlü ve al yanakları ile tatlı bir kızdı. Ayça'nın bir sevgilisi yoktu ancak Nil'in var. Ayça 'sapım sapım' diye dolanır ama her gelen teklifi de hiç düşünmeden reddederdi. Nil'in sevgilisi Bora Malatya da yaşıyordu. Şimdiye kadar rahat buluşabiliyorlardı ancak Nil okumak için İstanbul'da olacağından daha çok telefonda konuşabileceklerdi. Bora sevgilisinin okumak için İstanbul'a gitmesini istemiyordu hatta bu yüzden kavga ettikleri bile olmuştu ancak sonuç değişmemişti. Bora sevgilisinin kendinden o kadar uzakta olmasını istemiyordu kendince haklıydı da özleyecekti ve yanında olmasını istiyordu ancak unuttuğu bir şey vardı istediği kadar gitmesini istemeye bilirdi bunu dile getirebilirdi tavsiyede buluna bilirdi ama karışamazdı bu onun vereceği bir karar değildi. Saygı duymayı bilmeliydi. Nil ile kavga ettiklerinde bora o kadar uzatmıştı ki Nil en son 'Yeter bak sen benim sahibim falan değilsin ne yapacağıma karar veremezsin sadece kendi fikrini dile getirebilirsin sen benim sahibim falan değilsin kendine gel istediğim yere gider ve istediğim yerde okurum' demişti. Bora bu sözlerden sonra saygı duymamaya devam etse de mecburen karışmamayı öğrenmişti.

*****

Roma...

Ayça ve Nil'in otel odası...

Bu bir hafta uzatmanın daha iyi olduğunu düşünüyorlardı. Roma da gezecek o kadar çok yer vardı ki geçirdikleri zaman su gibi akıp geçmişti. Ve hala gitmeyip gitmek istedikleri yerler vardı. Roma da Türkçe bilen birkaç kişi ile karşılaşmış ve bunlardan iki kız ile arkadaş bile olmuşlardı. Zaten çok uyumlu ve sevecen kişiliklere sahiplerdi. Bu arkadaş olduğu kızlar onlarla yaşıt ve Türklerdi ancak Roma ya o kadar hakimler idi ki Roma da doğup büyümüş gibi her yeri biliyorlardı söylediklerine göre her yıl buraya gelir ve tatil yaparlarmış. E bu da onlara rehber buldukları anlamına geliyordu. Şuan da otelde yeni gezecekleri bir yer için hazırlanıyorlardı. İki tane ayrı oda tutmak yerine çift kişilik tek oda kiralayıp beraber kalmayı tercih etmişlerdi. Ayça saçını mısır örüğü yapmaya çalışırken Nil de makyaj yapıyordu. Hazırlıkları bitince yeni arkadaşları ile buluşacak ve arkadaşları onları gezdirecekti.

"Ayça canım ben yanıma ojemle aynı tondaki kırmızı rujumu yanıma almamışım. Sende var mı?" Nil eli havada bir şekilde tırnağındaki ojeye bakıyor. Ayça ise ayna bakarak saçını örmeye çalışıyor ve bu şekilde konuşuyorlardı.

"Olması lazım eğer ojen kuruduysa benim makyaj çantama bak olması lazım."

"Sen versen." Ayçanın kendisi çantama bak demesine ve kardeş gibi yakın olmalarına rağmen Nil Ayçanın çantasından Ayça'nın vermesini isterdi.

"Tatlım ben sana kardeşim diyorum sen çantamdaki bir şeyi almıyorsun ayıp be. Aşk olsun."

"Ay ben ondan demedim." Dedi Nil kendinden utanmış bir şekilde.

"Ne diye dedin ya? Ay neyse al işte çantamdan zaten bir türlü yapamadım örgüyü hiç bırakamam şu an.

*****

Cafe...

Cansu İngiltere'den gitmeden önce tüm arkadaşlarını görmek istediğinden akşam canlı müziği olan hoş bir mekan da toplandılar. Aslında çok sık buluşup bir şeyler yapmazlardı ancak bu defaki buluşmanın sebebi veda etmekti. Okul bittiği için herkes ayrılıp gidecekti.

"Arkadaşlar sizleri çok özleyeceğim."

"Bizde canım bizde. Bakma ilk giden sensin ama bir bilemedin iki haftaya hepimiz dağılmış ailelerimizin yanında olacağız." Herkes farklı yerlerden okumaya gelmiş okulun bitmesiyle de memleketlerine gideceklerdi.

"Cansu'm ben zaten seni bırakmıyorum ki sürekli telefonda konuşur bazen de birbirimizi görmeye gideriz." Bunu zaten Cansu biliyordu en yakın arkadaşını kardeşim dediğini bırakacak değildi.

"Tabi canım. Canıma minnet."

Cansu'nun iki tane yakın arkadaşı var biri az önce Cansu'ya seni bırakmam diyen Alya öbürü ise memleketinden Pelin. Cansu'nun Alyayla da Pelinle de arasından su sızmazdı. Alya buğday tene siyah saçlara ve simsiyah gözlere sahipti. Annesi ile babası boşanmış Alya da annesi ile kalıyor babası ile de sık sık görüşüyordu. Pelin ise sapsarı saçlara koyu kahve gözlere sahipti. Pelin ile Cansu uzaktan akraba oluyorlardı.

Masada kızlar kendi aralarında, erkekler kendi aralarında koyu bir sohbete dalmıştı. Ancak Cansu'nun içinde kötü bir his vardı sebebini bilmediği bir his. Arkadaşlarından ayrılacağı için olduğunu tahmin etmiş ve bu hissi unutmak istiyordu. Ancak arkadaşlarının yanındaydı en yakın olduğu arkadaşları Pelin ve Alya ile de görüşmeye devam edecekti. O zaman bu his neydi? Bu düşüncelerden kurtulmak için kalkıp elini yüzünü yıkamak istedi.

"Canlar ben lavaboya kadar gidip geleceğim."

"Tamam."

"Tamam canım."

"Tatlım senle gelim mi?"

"Gerek yok canım."

"Peki."

Cansu masadan kalktı lavabonun nerede olduğunu bilmiyordu. Lavaboyu ararken mekanı daha yakından inceleme fırsatı buldu. Normalde hep bildiği yerlere gider başka yerlere pek gitmezdi ancak bu defaki buluşma fikri ondan olsa da nerede olacağını arkadaşlarına bırakmıştı. Duvarlara asılı resimler ortama hoş bir katar iken tavanın duvarla birleşen yerdeki led ışık resimleri ön plana çıkarırken ortamın samimiyetini de arttırmıştı.

Sonunda personellerin girip çıktığı bir kapı gördü birini bulup lavaboyu sormayı düşünürken biraz daha yaklaştığında lavabonun az önceki gördüğü kapının hemen yanında olduğunu fark etti. Gitti elini yüzünü yıkadı. O sırada tuhaf sesler ve birkaç çığlık duydu. Hızlıca yanındaki peçeteliğin tuşuna basıp gelen peçeteyle elini kuruttu. Sesin nedenini ve sebebini öğrenmek için normalden o kadar hızlı davranıyordu ki. Elini kuruttuğu peçeteyi çöpe atıp kapıdan dışarı çıktı ki ne görsün. O kadar şaşırmıştı ki gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Gördüğü şey canının sıkıntısının ve bir şey olacakmış gibi olan hissin gerçekliğini ve bir işaret olduğunu anladı. Öyle büyük bir kavga çıkmış ki resmen az önceki sakin, hoş ve loş görüntün gitmiş yerine korku filmi sahnesinin bir görüntüsü gelmiş gibiydi. Bir an durdu ne yapacağını düşündü. Sonra düşünmesinin saçma olduğuna karar verip kapıya yönelmeye karar verdi.

O anda çantasının ve telefonunun Masada bıraktığı için kendine kızdı. Eşyalarımı alıp hızlıca dışarı çıkarım diye düşündü. Hızlı olursa eşyalarını alıp hemen dışarı çıkabilirdi. Hızlı adımlarla Masaya doğru ilerlemeye başladı. Ne kadar sakin görünse de her an daha çok korkuyor korktukça da daha hızlı yürüyordu. Masaya sadece bir adım kalmıştı. O adımı atacakken tam önüne bayılmış birinin düşmesi ile yerinden sıçraması ve küçük bir çığlık atması bir oldu. Gözlerinden korku akıyordu artık istediği tek şey bir an önce dışarı çıkmaktı. Ancak Masaya sadece bir adım kalmışken eşyalarını almadan dönemezdi. Baygın adama bakmamaya çalışarak adamın üstünden geçip eşyalarını aldı. Arkadaşlarım büyük ihtimalle çoktan dışarı çıkmıştır diye düşündü çünkü Masada hiçbirine ait bir şey yoktu. Kendi eşyaları elinde dışarı kapısına doğru baktı. Bu sırada kavga büyümüş kargaşa da artmıştı. Bu sırada duyduğu küfürler hakaretler onu o kadar çok geriyordu ki. Birkaç kişi ayırmak için kavgaya girmiş ancak gümbürtüye gittiklerini anlayınca kendilerini korumak için onlar da kavga etmeye başlamışları. Dışarı kapısına ulaşması çok zor olacaktı. Cansu acaba bende birkaçına çakıp itsem sıvışıp çıkabilir miyim diye düşünürken bunun ne kadar saçma olduğuna karar verdi sonuçta o kadar erkeğin içinde kavga halinde kalmak kadar saçma bir şey olamazdı Cansu bunları düşünürken yanında kavga edenlerden biri başka birinin itmesi sonucu Cansu'ya çarptı. Cansu o sırada o kadar korkmuş ve ne yapacağını bilmez haldeydi ki imdat diye bağırmaktan başka çare bulamadı.

"İmdatt..."

"Yardım edinn..."

Tam o sırada omzunda bir el hissetti. Kafasını çevirip kişinin kim olduğuna baktı. Bu yüzü hayatında ilk defa görüyordu. Kahverengi gözleri, temiz yüzü ve gözleri gibi kahverengi saçlarıyla uzun boyluydu ayrıca çok yakışıklı görünüyordu.

"Merak etme seni dışarı çıkaracağım."

Gencin sesi yumuşak ve güven vericiydi. Genç Cansu'yu kolundan tutmuş bir şekilde kapıya doğru gitmeye başladılar. Zarar görmeden kapıya ulaşma çabaları dışarıdan bakan biri için yarışmada parkur koşarken engelleri geçmeye çalışan yarışmacıları anımsatıyorlardı. Sonunda kapıya sadece birkaç adım kalmıştı. Kavga eden iki kişi kavga ederek önlerine gelmişlerdi. Cansu korku ve stres içindeyken birden kafasında bir karıncalanma hissetti. Ne olduğunu anlamak için arkasına döndü biri elinde cam bir şişenin ağız kısmını tutuyor olduğunu gördü şişenin kalan kısmı kırıktı yoktu o an şişeyi kafasına yediğini anladı. Başındaki karıncalanma canını acıtmış ve başını döndürmüştü. Önce hafif sendeledi en sonunda dengesini kaybedip bayıldı.

Yanındaki genç Cansu'yu düşmek üzereyken yakaladı ve kucağına aldı. Genç artık bu parkurda yalnız idi hem de kucağında biri var iken. Genç kucağında Cansu ile zor da olsa önünde kavga eden kişilerin yanından geçerek kapıya ulaştı. Dışarı çıktığı gibi Cansu'nun arkadaşları olduğunu tahmin ettiği kişiler sardı etraflarını.

"Cansu?"

"Cansu'ya ne oldu?"

"Cansu?"

"Cansu iyi mi?"

"Durun, açılın ambulans nerede?"

"Gelmek üzere."

Genç kucağında Cansu, ambulansı beklemeye başladı. Cansu'yu tanımıyordu hatta kendisini ile defa görüyordu. Cansu açık kahve dümdüz saçı, dolgun dudağı ve küçük burnu ile hem tatlı bir yönü vardı hem de baygınken bile çok güzeldi. Genç bunları düşünürken polis ve ambulans sesi ile kendine geldi. Ne kadar belli etmese de genç korkmuştu. En çok ta kim olduğunu bilmediği halde kucağında baygın olan kıza bir şey olmasından korkuyordu. Tanımadığı biri için bu kadar endişelenmesi ve korkması normal miydi? Bu sorunun cevabını o da bilmiyordu. Ancak merak ediyordu. Kucağındaki kızı ambulansa götürdü ve kafasındaki yaraya bakıldı. Çok derin bir yara değildi. Ambulanstaki sağlık görevlilerinin dediğine göre bir şeyi yoktu. Genç buna sebebini bilmeden çok sevindi.

*****

15 Dakika sonra...

Biraz süre geçmesi ile kız gözlerini açtı. Genç Cansu'nun başında bekliyor Alya ise az ileride arkası dönük telefonda bir şeyler konuşuyordu.

"Ne-neredeyim ben?"

"Merak etme şu an kavga çıkan kafenin önünde ambulanstasın. Durumun da gayet iyi" Başındaki kim olduğunu bilmediği biliyor ise de hatılamadığı kişi söyleyince hatırladı kavgayı.

"Başım çok ağrıyor."

"Başınıza darbe almışsınız ancak ağrı kesiciler yapıldı ağrı kesiciler birazdan etkisini göstermeye başlar."

Cansu'nun uyandığını gören Alya koşarak Cansu'nun yanına gitti.

"Cansu bebeğim, canım iyi misin?"

"Evet, evet sadece biraz başım ağrıyor."

"Kıyamam sana. Ay çok korktum senin için"

"Merak etme. İyiyim ben."

Genç kızın adının Cansu olduğunu öğrenmişti. Ne güzel isim ona ne de yakışıyor diye düşündü. Aslında kafeden ilk çıktıklarında da adını arkadaşları söylemişlerdi ancak anın şoku ve Cansu'ya bir şey olma olasılığından genç bunu fark edememişti. Cansu kendine geldiğinden ayaklandı. İlk kalktığında hafif başı dönmüş ardından dengesini sağlamıştı.

"Hadi gidelim."

"Emin misin? Biraz daha dinlenseydin."

"Gerek yok, dedim ya iyiyim."

"Peki, öyleyse hadi seni ben bırakacağım."

"Gerek yoktu. Kendim de gidebilirim."

"Yok yok. Aklım sende kalır ben bırakacağım seni. Zaten seni bu halde de yalnız bırakmam. Hem aynı yere gidiyoruz."

"Peki tamam."Uzatmak istemediğinden kabul ettiği belli oluyordu.

Cansu başının ağrısı ve yaşadığı şoktan onu kurtaran genci görememişti. Alya Cansu'yu kaldığı odasına bıraktı iyi olduğundan emin olduktan sonra o da kendi odasına gitti.

Cansu'nun baş ağrısı dinmese de baya azalmıştı. Demek ki yapılan ağrı kesiciler işe yaramaya başlamışlardı. Ancak hiç uykusu yoktu bu yüzden her zamanki kahvesinden yaptı sakin bir müzik açtı ve olanları düşünmeye başladı. Arkadaşlarıyla olan sohbeti, mekanın hoş görüntüsü ve sonra çıkan kavga. Sonra birden aklına onu o korku sahnesi gibi gördüğü yerden çıkaran genci hatırladı. Resmen onu o genç kurtarmıştı ancak Cansu onun adını bile bilmiyordu hatta bırak adını bilmeyi bir teşekkür bile edememişti. Bir teşekkür bile edemedim diye hayıflanırken aklına gencin kahverengi gözleri ve saçı o bakışı sesindeki yumuşaklık aklına geldi. Sebebini bilmeden yüzü gülmüştü. Zor bir günün ardından dinlenmenin ve biraz uyumanın iyi geleceğini düşünüp uyumaya karar verdi. Bu ona iyi gelecekti. En azından öyle düşünüyordu.

*****

Herkes kitabımı okumaya başladığı tarihi yoruma yazabilir mi? Lütfen

Sizce nasıl başlangıç?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%