@bilinmeyen6096
|
Ertesi sabah, gözlerim daha uykusuz, daha yorgundu. Mark’ın verdiği okul üniformasını giyerken, içimde bir gariplik vardı. O mini etek, beyaz gömlek, yeşil süveter ve kravat... Okulun kuralları ne kadar katı olsa da, bu kıyafet bana hiç uymuyordu. Kravatımı bağlarken zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. Bir anda saate baktım, gözlerim açıldı; okula geç kalıyordum. “Hayır, hayır!” diye mırıldandım. Aceleyle çantamı alıp, kapıyı çarparak dışarı çıktım. Mark’ın arabasının hemen önünde durduğumu fark ettim. Hızla koşarak yanlarına geldim, nefesim hızla ve düzensizce alıyordu. “Geç kaldım, lütfen geç kalmama izin verme,” diye rica ettim, ama patronun bakışı benden hiç de hoşnut değildi. Lütfen, patron, gerçekten geç kaldım!" dedim, ısrarla. Patron , biraz düşündü ve sonunda bagajda gelmem şartıyla izin verdi. Elbette, başka çarem olmadığı için kabul ettim. Arabaya geçip bagajı açtım. Kendi halime kahroldum, ama başka seçeneğim yoktu. Arabada ne kadar süre kaldım, gerçekten bilmiyorum. Çıkarın beni buradan!" Ne kadar sinirli olduğumu bile tam anlayamıyordum, ama nefes almakta zorlanıyordum. Şoför, patronun verdiği emirle bagajı açtı ve ben sonunda dışarı çıkabildim. Hızla nefes aldım, rahatlamaya çalıştım. Ama dışarıda fark ettiğim bir şey vardı: Okulun kızları, patronun etrafında pervane olmuş, ona ne kadar yakışıklı olduğunu söyleyerek çığlıklar atıyordu. "Ne oluyor burada?" diye düşündüm, gözlerim biraz genişledi. Bu kadar dikkat çekici biri mi gerçekten? "Burası bana ait değil,"diye geçirdim kafamdan, ama yapacak bir şeyim yoktu. O kadar dikkat çekici bir adamdı ki, her hareketi etrafındaki insanları büyülüyordu. Bu bana fazlaydı. Zihnim bir anda okula geç kaldığımı hatırladı. "Geç kaldım!" diye fark ettim ve hızla koşarak sınıfı bulmaya başladım. Sınıfın kapısını açıp içeri girdiğimde öğretmen hemen gözlerime odaklandı. "İlk günün olduğu için bir şey demiyorum ama bir daha geç kalma " dedi. İçimde bir rahatlama dalgası olsa da hâlâ gergindim. Öğretmen kendimi tanıtmamı söyledi. “ Merhaba ben Laura “ Öğretmen “ Bu kadar mı?” dedi. “Evet“dedim. Hemen boş bir sıraya oturmamı söyledi. "Kravatını düzgün bağla," diye de uyardı. Kravatı bağlamak zaten bir dert olmuştu, şimdi bir de öğretmen uyarınca iyice zorlaştı. Elleri titriyordu, bir türlü düzgün bağlayamıyordum. "Neden bu kadar zor?" diye düşünerek canhıraş bir şekilde uğraşmaya devam ettim. Ders sırasında, kravatımı bir türlü düzgün bağlayamadığım için sinirlerim iyice bozulmuştu. Parmaklarım titriyor, her seferinde yanlış bağlıyordum. Tam o sırada, bir çocuk gülerek bana bakıp alaycı bir şekilde dedi ki: “Durmazsan kendini boğucaksın.” Ona öyle bir bakış attım ki, gözlerim ateş püskürüyordu. Bu çocuk ne kadar sinir bozucuydu! Ama o da ne? “Mafyanın arabasından indiğini gördüm,” dedi, yüzünde kötü bir gülümseme ile. “Metres misin?” diye sordu. Sadece “Metrese benziyormuyum,” dedim sinirle, ama içimden fışkıran öfkeyi tutmaya çalışıyordum. Çocuk, gülerek “Haklısın, metres olacak kadar iyi değilsin,” dedi. Bu söz, içimdeki öfkeyi daha da alevlendirdi, ama tam cevap verecekken, öğretmenin sesi araya girdi. “Siz iki kişi, ne hakkında konuşuyorsunuz?” diye bağırdı öğretmen, sınıfta hepimizin dikkatini çekerek. “Hadi bakalım, sessiz olun!” Öğrenciler birbirine bakarak sustu, ama ben hala o çocuğun söylediklerini kafamda çeviriyordum. Ders arasında, o sinir bozucu çocuk yanıma geldi. Hemen cebinden bir kağıt çıkarıp, bana doğru uzatarak ciddi bir şekilde söyledi: “Ateşkes imzalayalım mı?”Gözlerim yuvalarından fırlayacak gibi oldu. “Ne?” dedim, şaşkınlıkla. Ama o, kağıdı benim önüme koyarak gülümsedi. “Hadi ama, bu kadar da sinirlenme. Barış yapalım,” dedi. Bir an ne yapacağımı bilemedim, ama sonra gülümsemeye başladım. “Tamam,” dedim, kağıdı alıp imzaladım. İmza attıktan sonra, çocuk birden daha ciddi bir tavır takındı. “Benim adım Danny,” dedi ve elini uzattı. “Senin adın ne?” “Laura,” dedim, biraz garip bir şekilde ama onu fazla takmamaya karar verdim. Bu çocukla uğraşmak istemiyordum ama en azından şimdilik barıştık gibi görünüyordu. Danny, gülümseyerek “O zaman, beni affetmiş oldun mu?” diye sordu. Ben de başımı salladım. “Her neyse, hadi seninle bir anlaşma yapalım,” dedi. “Yemek ısmarlamak isterim, ne dersin?” Açıkçası hiç canım istemiyordu ama onunla takılmak bir şekilde rahatlatıcıydı. “Peki, ısmarlıyorsan hay hay,” dedim ve ikimiz de kantine doğru yürümeye başladık.
Bir sonraki ders başlamıştı, öğretmen tahtaya yazı yazarken ben kafamda ne yapacağımı düşünüyordum. Kravatım hâlâ düzgün bağlanmamıştı, ama artık buna takılmamayı tercih ediyordum. Birden kapı açıldı ve iki adam içeri girdi. Gözlerim bir an onlara kaydı, her ikisi de ciddi, soğuk bakışlarla bana yaklaşıyorlardı. Biri bana doğru adım attı ve sert bir şekilde söyledi: “Patron seni çağırıyor.” İçimde bir şeyler kıpraşmaya başladı, gözlerim büyüdü. “Ne?” dedim, bu kadar ani bir şekilde ne istediklerini anlamaya çalışarak. Hemen sırtımı dikleştirdim, tedirgin bir şekilde. “Bırakın beni!” diye bağırdım, sesimdeki panik belirginleşmişti. Diğer öğrenciler, ne olduğunu anlamadan birbirlerine bakıp sıradan bir durum gibi görüyorlardı. Ama ben, her ne kadar bağırarak dirensem de, ikisi de sert bir şekilde beni tutup sınıftan çıkarmaya başladılar. “Bırakın beni! Gitmek istemiyorum!” diye bağırdım ama bu bağırışlarım sadece sessiz bir odada yankı yaptı. Kimse bana yardımcı olmuyordu. Patronun odasına götürülürken içimde bir korku vardı ama dışarıdan sakin kalmaya çalışıyordum. Adamlar beni odanın kapısına kadar getirdi, ardından kapıyı açıp içeriye soktular. O an patronun odaya girmesiyle içimdeki gerginlik biraz daha arttı. Mark, derin bir nefes aldı ve sakin bir şekilde konuşmaya başladı. “Laura, çok önemli bir adamla iş yapmamız gerekiyor. Bu işi senin yapman lazım,” dedi, sesinde kararlı bir ton vardı. “Neden ben?”diye sordum, bir yandan kafamda deli sorular dönüyordu. Neden bu kadar önemli bir işi bana veriyordu? Ama mark hemen yanıtladı.
“Çünkü baban için, büyük bir anlaşmayı halletmişsin ve baban bu anlaşmadan inanılmaz paralar kazanmış. ” dedi. “Sadece şanstı”dedim. Mark “Şans olmadığını çok iyi biliyorum. Bilmediğimiz bir yeteneğin var ve bunu kullan” dedi. “Ben bu işi bağlarsam benim çıkarım ne olacak?” diye sordum, endişeyle. Gerçekten ne kazanacağımı bilmeden adım atmak istemiyordum. O sırada patron konuştu “Eğer bu işi başarıyla bitirirsen, borcundan 100 bin silerim,” dedi. İçimde bir umut ışığı yanmaya başladı. “100 bin mi?" diye düşündüm. Bu kadar büyük bir borçtan kurtulmak, neredeyse tüm hayatımı değiştirebilirdi. Ama hala kafamda bir soru vardı. “Türk parasıyla mı, yoksa dolar mı?” diye sordum, çünkü bu işin büyüklüğü ve ödülü hakkında tam bilgi sahibi olmak istiyordum. Patron yüzünde hiçbir duygu belirginleşmeden “Dolar,” diye cevap verdi. O an gerçekten ne kadar büyük bir fırsatla karşı karşıya olduğumu fark ettim. Eğer bu işi halledebilirsem, tüm borçlarımın neredeyse dörtte birini silebilirdim. Ama, o kadar büyük bir sorumluluktu ki... Patron odadan çıkarken, Mark elinde birkaç dosya ile odaya girdi. “Bu dosyaları incelemen gerek. 4 saatin var, Laura,” dedi. Dosyaların içeriğini bilmeden, bu kadar kısa bir süre içinde nasıl bir iş yapabileceğimi düşünmek bile beni zorluyordu. 4 saat... sadece 4 saat... Bu kadar kısa bir sürede bir anlaşmayı nasıl çözebilirdim? Mark dosyaları masanın üzerine koydu ve gözlerim bir an dosyalara odaklandı.2 saatim çoktan dolmuştu ama ben bu dosyalardan hiç bir şey anlamıyordum. Marktan adamla ilgili her türlü bilgiyi istedim. Ailesi, dostları, düşmanları , işi, yasa dışı işleri, sorunları gibi her şey ….
Mark, beni anlaşmanın yapılacağı mekâna getirdiğinde, içinde bir tuhaflık vardı. Her şey ne kadar ciddi ve gizemliydi. Patronun verdiği dosyalarla kafam karışmıştı, ama bir şey daha vardı. Her adımımda bana eşlik eden bir baskı, bir ağırlık hissi... Asansöre bindiğimizde, patron bir anda gözlerini bana çevirdi ve kıravatımı fark etti. O anda, biraz gerginleşmiş olmalıydım, çünkü patronun bakışlarında bir soğukkanlılık vardı. Gözleriyle, adeta bu anı biraz daha derinlemesine analiz ediyordu. “Kıravatını düzgün bağlamadın,” dedi, sesindeki soğuklukla beni biraz geriye itti. “Bir kez bağlayacağım, dikkat et. Öğren.” Ne demek istediğini çok iyi anlamıştım. Kıravatımın düzgün bağlanması, bu toplantının ciddi geçmesi için bir şeydi. Patron, başımı hafifçe eğip kravatımı düzeltmeye başladı. O an, her şeyin çok yakından geçiştiğini fark ettim. Yüzlerimiz neredeyse birbirine çok yakındı ve bir anda gözlerim, onun dudaklarına takıldı. Tam o sırada, bir tür çekim hissettim. Sanki o an, tüm dünyadan uzaklaşmıştık. Gözlerimi bir an için kapadım. Bunu yapmamın ne kadar yanlış olduğunu biliyordum ama kendimi durduramadım. Patron, bana iyice yaklaşarak, dudakları neredeyse dudaklarıma değecek kadar yaklaştı. Bütün vücudumda bir titreme, bir huzursuzluk başladı. O kadar yakın, o kadar derin bir çekim... Bir saniye bile olsa, o anın büyüsüne kapıldım. Tam o sırada, patron yutkunarak geri çekildi. Beni ani bir şekilde tekrar gerçekliğe döndürdü. Gözlerimi açtığımda, o soğuk bakışlarını bana çevirdi. Ama bir şey vardı, gözlerinde bir anlık bir şey... Bir şey anlamadım. O an, hiçbir şey söylemeden devam ettik. Asansör durdu ve patron kapıyı açtı. Bu anı geride bırakmaya çalıştım ama hala o çekim, hala o duygular, beni takip ediyordu. Ve ben, hala ne olduğuna tam anlam veremediğim bir şekilde, patronun peşinden ilerledim.
|
0% |