Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@biranonim

Herkese merhaba. Ben, Türkiye'nin nüfusu az bir köyünde dört kişilik bir ailenin beşinci çocuğu olarak dünyaya geldim. Bana babam baktı, büyüttü. Annem ise bildiğim kadarıyla hep çalışan bir kadındı. Bu yüzden babamla aramda, abimle ve ablamla olduğundan birkaç kat daha güçlü bir bağ vardı. Doğruyu söylemek gerekirse, babama çok düşkündüm. Sonuçta bir çocuktum, o zamanlar babamı kahraman gibi görürdüm. Ama insan büyüdükçe bazı şeyleri fark ediyor, yaptıklarının aslında ne kadar büyük bir yanılgı olduğunu anlıyor. Neyse, maddi durumu iyi olan bir ailede dünyaya gelmedim. Aksine, annemin bize yemek verebilmek için aç kaldığı günler olmuş. O zor zamanlarda annem, bazı anılarını anlatırdı. Her anlattığında gözlerindeki hüznü ve derin duyguları hissederdim. İşte, o anılardan biri hâlâ aklımda, sizinle paylaşmak istiyorum.

Bir kış günüymüş, köyümüze o zamanlar çok kar yağardı. Öyle ki, dizime kadar çıktığı günleri hatırlıyorum. Annem, o gün sobayı yakacak bir şey bulamamış. Evde ne varsa yakmış ama soğuk, hâlâ evin her köşesini işgal ediyormuş. Cebinde beş kuruş para yok. Çaresiz bir şekilde kömürcüyü aramış, “Abi, bana iki üç çuval kömür atar mısın?” demiş. Kömürcü gelmiş, kömürleri indirirken annem parası olmadığını, maaşını aldığında ödeyeceğini dile getirmiş. Fakat adam, kömürleri geri kamyona yükleyip gitmiş. Annem o gün saatlerce ağlamış, ne yapacağını bilememiş. Çözüm bulmak için her yolu denemiş. Tüm plastik kasaları, eski kıyafetleri yakmış. Elinden başka ne gelirdi?

Babam neredeydi derseniz, babam iyi bir insan değildi. Sürekli bir yerlere gider, başka kadınlarla görüşür, alkol kullanırdı. O yüzden babamla ilgili hatırladığım iyi şeyler sadece beni büyüttüğü zamanlarla sınırlı. Yıllar geçse bile, bu acı gerçek değişmedi. O günlerde evimizde orta boy bir duvar saati vardı, ışıklıydı. O saatin evimize nasıl geldiğini bilmiyorum ama karanlık gecelerimi aydınlatan bir şeydi. Geceleri en çok o saatin ışıklarını izlemeyi severdim.

Bir gün, annemle babam yine tartışırken babam sinirlenip eline aldığı küllüğü saatin üzerine fırlattı. Belki de annemi hedef almıştı, kim bilir? Ama o küllük saati vurdu. O andan sonra o ışık bir daha hiç yanmadı. O saatle birlikte içimde de çok şey söndü. Her gece abime saati tamir edip edemeyeceğini sorardım. Abim de küçüktü tabii, sadece pilini değiştirebiliyordu, başka bir şey yapamazdı. Ama ne kadar denesek de o saat bir daha çalışmadı. Ne etrafı aydınlattı, ne de bana doğru zamanı gösterdi. Artık çalışmayan bir eşya haline gelmişti. Fakat her şeye rağmen o saat duvarda asılı kaldı. Ben de her gece, umutla çalışmasını bekledim. Ama çalışmadı.

Zamanla anladım ki, çalışmayan şeyleri hayatta tutmak için çaba göstermek boş bir uğraş. Artık çalışmayacak olan o saati atmak gerekiyordu. Ama ben, o saati atmadım. Onu orada bıraktım ve çalışacağı günü bekledim. Bu bekleyiş aptallıktı, çünkü bazı şeyler bir kere bozulduğunda düzelmez. Aynı zamanda hayatımın bir metaforu gibiydi: Çalışmayan saatleri beklemek yerine, onları geride bırakmak ve ilerlemek gerek.

Siz de hayatınızdaki çalışmayan saatleri atın, arkadaşlar. Çalışmasını umutla beklemek, sadece sizi yorar ve ümitleriniz boşa gider.

Loading...
0%