Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. Bölüm: Tutsaklık

@birbakipcikiyorumm

⭐️Bölümümüzü yıldızlamayı ve yorum yapmayı unutmayınız⭐️

.

.

.

 

"Bedenin tutsaklığı bir tür işkencedir, ama ruhun tutsaklığı,insanın kendine yaptığı en büyük kötülüktür."

Mahatma Gandhi

 

Şimdiki zaman

Efnan Yaman'ın anlatımıyla,

 

Tutsaklık.

Yaşadığım son bir yılı tanımlayan kelime. Yaklaşık bir yıl önce, özgürlüğüm elimden alınmıştı. En azından fiziksel olarak. Ruhum ve zihnim, küçüklüğümün esiriydi. Hiç bir zaman Özgür olamamışlardı.

 

İnsanların gözünde bir çok şeydim; suçlu, tutsak, pislik... Ama kanıma en çok dokunan hitap şekli, vatan hainiydi.

 

Yaşamımı vatanıma bağlamıştım. Bu hayatta iki amacım, iki yaşama sebebim vardı. İntikam almak ve vatanıma layık bir asker olmak. İkisinide başaramamıştım. Ne intikam alabilmiştim ne de varanıma layık bir asker olabilmiştim.

 

Kimsem yoktu, ne annem ne babam ne kardeşlerim ne de dostlarım, Hiç kimsem. Sevenim yoktu, bana değer veren, Göreve çıkmadan önce haber verebileceğim biri yoktu.

 

Yalnızdım, yaşamım boyunca yalnızdım. Sahip olduğum tek şey canımdı. Onu da vatanım için feda etmeye hazırdım. Fakat herkesin beni vatan haini olarak anması kanıma çok dokunuyordu.

 

Tacettin Albayım hariç herkes vatan haini olduğumdan emindi. Ejder timine buraya düşmeden yaklaşık bir yıl kadar önce, teğmenlik zamanlarımda atanmıştım.

 

Çok iyi bir timdi, benimle konuşmaya çalışırlardı. Onlara cevap bile vermezdim, veremezdim. Sevdiğim her şeyin, bağlandığım her şeyin beni bıraktığını veya bana nasıl zarar verdiğini çok acı bir şekilde öğrenmiştim.

 

Her şeye rağmen Ejder timinin beni insan yerine koyduğunu, bana değer verdiklerini zannetmiştim. Fakat yanılmıştım. Bu dört duvarın arasına hapsolduğumdan beri bir kez bile ziyarete gelmemişlerdi. Sevilmeye layık olmadığımı biliyordum ama, yine de seveceklerini sanmıştım. Ne aptaldım.

 

Karanlık hücremin içine giren cılız ışığı fark edince bakışlarımı oraya çevirdim. Hiç ışık yoktu, pencerede yoktu. Kapının kenarlarından sızan ışık dışında ışığım yoktu. Rutubetliydi. Bazen nefes almakta zorlanıyordum fakat alışmıştım.

 

Demir kapının üstündeki minik pencere açılmıştı. Bana bakan iki çift göz gördüm.

 

"Efnan, ziyaretçin var." dedi. Yavaşça ayağa kalktım. Bileğimdeki tokayla saçımı topladım. O sırada kapının önüne gelen gardiyan hücremin kapısını açtı.

 

Ona doğru yaklaştığımda bakışları bileklerimdeki kelepçelere düştü. Gülümsedi.

 

"Yerin burası, layık olduğun ise elindeki o kelepçeler. Bunu biliyorsun değil mi?" dedi. Cevap vermedim. Beni sırtımdan itekledi ve konuştu.

 

"Yürü!" komutuna uydum. Yürümeye başladım.

 

Ortak alandaki herkesin bakışları üstümdeydi. Her şeye rağmen omuzlarım dikti. Bakışlarım nasıl bilmiyordum. fakat göz göze geldiğim herkes hızla bakışlarını kaçırıyor, yanından geçtiğim herkes bir adım geri çekiliyordu.

 

Penceresi olmayan tek hücre, benim hücremdi. Elindeki kelepçe hiç çıkarılmayan tek mahkum bendim. Genelde hücremden pek çıkmazdım. Çünkü insanları korkuttuğumu biliyordum. Anneleriyle beraber kalan minik kız çocukları vardı. En çokta onları korkutmamak için çıkmıyordum.

 

Kim ne derse desin ben, bir zamanlar Özel Kuvvetler askeriydim. Üst düzey bir askerdim, aldığım eğitimde öyleydi. Bu yüzden hücremdeyken dahi dışarıdaki bir çok konuşmayı duyabiliyordum.

 

Çoğu şiddet gördüğü kocasını öldürmüştü, bazıları çocuklarını dövdüğü için karşı koymaya çalışırken öldürmüşlerdi. Bazılarıysa ailelerini. Gerçekten kötü olan kimse yoktu. Hepsi kendini savunmak için yaptıkları şeyler sonucu buradaydılar. Her şeye rağmen aile gibiydiler. Bense onları korkutmak, rahatsız etmek istemiyordum.

 

En sonunda koğuştan çıktığımızda, görüş odasına doğru ilerlemeye başladık. Yanımdaki gardiyan durunca bende durdum. Cebinden bir anahtar çıkarttı. Bileklerimi ona uzattım.

 

Kelepçelerden kurtulduğumda hiç bir şey hissetmedim. Özgür değildim, tutsaktım. Bunun bilincindeydim.

 

Fakat gelenin kim olduğunu çok iyi biliyordum, Tacettin Albay. Onun karşısında hazır ola geçebilmek, burada yaşadığımı hissettiren tek şeydi.

 

"On dakikan var, kısa özgürlüğünün tadını çıkar." dedi. Ona bakmadım. Odanın kapısını ittirdim. İstemsizce daha da dikleştim. Askeri adınlarla Albayımın yanına ilerledim.

 

"Hoş geldiniz Albayım." dedim. Tekmil verecektim, vermedim. Ben artık, Üsteğmen Efnan Yaman değildim. Esirdim, olamazdım. Rütbem, üniformam her şeyim elimden alınmıştı.

 

"Merhaba Üsteğmen Yaman." dedi. Rütbemi duyduğumda derince yutkundum.

 

"Otur." dedi. Başımla onayladım. Karşısındaki koltuğa oturdum.

 

"Nasılsın?" dedi.

 

"Sağ ol." dedim.

 

"Efnan," dedi. Ona bakmayı sürdürdüm. 'Emredin komutanım.' demek vardı. Asker selamı verip gururla olduğum konuma bakmak vardı. Yapamazdım. Askeri değildim artık. Ayrıca olduğum konum, elleri kolları bağlı bir mahkumluktan fazlası değildi.

 

"Cevap vermeyecek misin asker?" dedi. Sesinde kızgınlığın aksine şaşkınlık sezdim.

 

"Albayım," dedim.

 

"Ben Üsteğmen Efnan Yaman değilim, vatan hainiyim. Siz böyle birinin komutanı olmakla gurur mu duyacaksınız?" Uğradığım iftira, bağlandığım her şeyi elimden almıştı. Vatan hainiydim, en azından insanların gözünde. Onuda lekelemek istemiyordum.

 

"Efnan, sen Üsteğmen Efnan Yamansın. Özel Kuvvetler bünyesinde yıllarca görev yaptın."

 

"Evet, Albayım. Yaptım. Yapıyorum değil. Lütfen anlayın, ve benden uzaklaşın. Artık, bir mahkumum. Yaşama haklarımın hepsi elimden alındı. Ne askerim ne de Efnan."

 

"Efnan,"

 

"Albayım, benim için sağladığınız izinler için teşekkürler. Fakat burdan çıkamayacağım aşikar. O üzerinizdeki üniformayı," dedim. Derin bir nefes aldım.

 

"Bir daha giyemeyeceğim. Bir daha size 'komutanım' diyemeceğim. Albayım,"

 

"Burdan kurtulacağımı düşünmeyi bırakalı çok oldu."

 

"Üsteğmen,"

 

"Albayım, Üsteğmen olamam artık. Benim burada yaşadıklarımı bir ben bilirim bir de Allah. Hayatımda konuşmadığı kadar çok konuşuyorum şuan, bilirsiniz pek konuşmam."

 

"Beni bırakın Albayım, zarar göreceksiniz."

 

"Üsteğmen!" Albayımın bağırışı odayı doldurdu. Ağzımdan refleks olarak çıkan sözler ve ayağa kalkıp hazır ola geçmek benimde beklediğim bir şey değildi.

 

"Emredin komutanım." Albayımın dudağı hafifçe kıvrıldı.

 

"Hala benim askerimsin, Efnan. Otur geri." dedi. Emrine uydum.

 

"Komutanım," dedim. Az önceki sözlerime zıt olarak.

 

"Benim yaşama amacımı aldılar elimden. Ne kaldı geriye? Sizden başka hiç kimse. Nerde Ejder? Komutanım,"

 

"Ben iyi değilim,"

 

"Biliyorum, kızım." dedi.

 

"Ejder," dedi. devam etmedi.

 

"Albayım," dedim.

 

"Ejderden, haber alınamıyor Efnan." Kaşlarım çatıldı. Boğazıma bir yumru oturdu.

 

"Anlamadım?" dedim.

 

"Şehit, şehit düştükleri düşünülüyor." dedi.

 

"Komutanım, nasıl?" dedim. Tekrardan.

 

"Sen hastaneye kaldırıldıktan bir kaç gün sonra, çıkacağınız 'Yok Et.' operasyonunu başarıyla tamamladılar fakat, kendilerinden haber alınamıyor."

 

"Komutanım," sesim titredi. Uzun bir zamandan sonra ilk kez sesim titredi.

 

"Efnan,"

 

"Komutanım, nasıl?" dedim. Yanıma neredeyse her hafta geliyordu. Hiç sormamıştım, cesaret edememiştim çünkü. Alacağım cevaptan korkmuştum. 'Timim nerde komutanım?' diyememiştim.

 

"Efnan, haber alınamıyor dedim. Şehit düştüler demedim. Yaşıyor olabilirler." dedi. Zihnimin en derin odalarına sakladım Ejder'i.

 

"Anlaşıldı." dedim.

 

"Efnan, bir arkadaşımın oğlu Türkiyenin en iyi avukatlarından bir tanesi seninle görüşmeyi kabuk etti." dediğinde başımla onayladım.

 

"Sağ olun." dedim. Ayağa kalktı.

 

"Kendine dikkat et." dedi.

 

"Siz de komutanım." dedim. Komutanım dememle gülümsemesi bir oldu.

 

"İşte böyle Üsteğmen. Sana olan inancım sonsuz. Seni kurtaracağız burdan." dedi. Çok küçük bir tebessüm gönderdim ona. Kapıyı açtı ve odadan çıktı.

 

Bense ayağa kalkmadım. Oturmaya devam ettim. Bir dakika kadar sonra kapı sertçe açıldı.

 

İçeriye giren, bana buraya kadar eşlik eden gardiyandı.

 

"Bahçeye." dedi. Ayağa kalktım. Kelepçeleri elime takmadı, çünkü şu an iki günde bir olan iki saatlik izin sürem içersindeydik. Tacettin Albay, benim için özel izin çıkarttırmıştı. İki günde bir, iki saat boyunca spor yapabiliyordum. Zihnimdeki düşüncelerden uzaklaşamama yardımcı olan bu saatler, omzumdaki yükleri bir nebze azaltıyordu.

 

Gözlerimi kapatıyordum bile bile. Bu iki saat boyunca, kendimi Tugay'ın bahçesinde üzerimde üniformayla içtima yaptığım zamanlarda hissediyordum.

 

Odadan çıktık, yürümeye başladık. Açık havaya geldiğimizde fazla ışık gözlerimi aldı. Uzun süre ışıksız kalınca ışık beni rahatsız etmeye başlamıştı.

 

"2 saatin var." defi. Diğer mahkumlarda avludaydı. Ben sağ köşedeki bir kaç ağırlık, barfiks çubuğu ve boks torbası olan kısma doğru ilerlemeye başladım. Barfiks çubuğu hep burada kalıyordu fakat diğerlerini sadece ben çıkacağım zamanlarda getiriyorlardı. Tacettin Albay bu izni nasıl almıştı hiç bir fikrim yoktu.

 

O kısma doğru ilerlediğim sırada herkesin bakışlarının üstümde olduğunu gördüm.Fakat bunu umursamadım.

 

Oraya doğru ilerledim ve 1,5 kiloluk ağırlıklardan ikisini alarak gölge boksu yapmaya başladım.

 

Yazarın notu; gölge boksu, hayali bir rakibe karşı gerçekçi vuruş ve savunma teknikleri kullanılarak yapılan spor türüdür. Belirli bir spor türünün vuruş kalıpları kullanılmaz, farklı branşların tümüne ait karışık hareketler uygulanır.

 

Elinde ağırlıklarla bu boksu 15 dakika yapmak, bir saatlik bir ağırlık çalışmasına bedel olacak kadar zordu.

 

Herkesin gözleri benim üstümdeydi. Duvardaki saatten on beş dakika olduğunu görünce ağırlıkları bıraktım ve boynunu kütlettim. Daha sonrasında mekik çekmeye başladım.

 

750 mekiğin sonunda bir dakikalık bir mola verdim. Sonrasında barfikse yöneldim. Albayla olan konuşmamız ve Ejder'in zihnime doluştu. Aklıma dolan düşünceleri hızla uzaklaştırdım.

 

Bir saat elli sekiz dakika olmuştu. Yalnızca iki dakikam kalmıştı. Spor yapmayı bıraktım. Bakışlarımı etrafımdaki mahkumlara değmesin diye hızla yere çevirdim. Fakat o bakışlar hep ordaydı. Bir gölge gibi beni takip ediyordu. Fakat bu iyi hissettirmiyordu. O bakışlardaki tiksintiyi ve korkuyu görmek istemiyordum.

 

İki dakikalığınada olsa ellerimde kelepçeler olmadan, gökyüzünü izleme fırsatım vardı. Güneş gözlerimi fazlasıyla alıyordu fakat umrumda değildi. İki gün boyunca, yaşayacaklarımı tahmin etmek zor değildi. Rutubetli odalarda nefes alamayacaktım, ışık görmeyecektim. Bu yüzden temiz havayı içime çektim, bakabildiğim kadar baktım güneşe. Kısa bir süreliğine özgür kaldım, sonrasında mahkumiyetin geleceğini bilerek.

 

Buraya düştüğümden beri çok fazla düşünecek vaktim olmuştu. Ve özgür olduğum anlardada özgür olmadığımı fark etmişti. Beni tutsak yapan kelepçeler değil, düşünceler ve geçmişimdi.

 

Gardiyan bana yaklaşmaya başladığını işitince bakışlarımı gökyüzünden indirdim ve ona bakmaya başladım. Bileklerimi ona doğru uzattım. Kelepçeleri bileklerime taktı ve ilerlemeye başladık.

 

Tutsaklık.

Acı ama gerçek olan bir şey vardı, tutsaklığı buraya düştükten sonra değil doğduğum gün öğrenmiştim. Mesele dört duvar arasına tutsak olmak değildi, acılara tutsak olmaktı.

 

.

.

.

 

~1480 kelime~

 

Merhabalar!

 

Nasılsınız, iyisinizdir inşallah!

 

Şimdiki zamana güzel bir giril yaptık bence, ne dersiniz?

 

Efnan, çok yararlı bir karakter. Gerçekten yazarken oldukça zorlanıyorum.

 

Her şeye rağmen dik duruşu, umudunu yitirmemesi...

 

Eğer bir aksilik olmazsa bir sonraki bölüm en geç cumartesi günü sizlerle!

 

'Gözyaşımın Düşleri' ve 'Sangre Roja'nın bağlantısınıda öğrenmiş oldunuz.

 

Unutmadan, yazım hayalarım varsa affola!

 

Gelelim en merak ettiğim kısma!

 

Bölüm hakkındaki düşünceleriniz👉🏻

 

Bugün bir soru daha eklemek istiyorum,

 

Kitap hakkındaki düşünceleriniz👉🏻

 

‼️DÜŞÜNCELERİNİZİ YORUMLARDA BELİRTMEYİ VE BÖLÜMÜMÜZÜ YILDIZLAMAYI LÜTFEN UNUTMAYALIM‼️

 

Bir sonraki bölüme kadar, sağlıcakla kalın!

Loading...
0%