Yeni Üyelik
15.
Bölüm

13. Bölüm: Mavili

@birbakipcikiyorumm

⭐️Bölümümüzü yıldızlamayı ve yorum yapmayı unutmayınız⭐️

 

.

.

.

 

Hazırlanıp konaktan çıkmıştık. İki araba gitmemek için Ufuk ve Efeyi bagaja atmıştık. Arabayı ben kullanıyordum.

 

"Ya Efe."

 

"Efendim komutanım."

 

"Kay lan azcık. Piştim burda."

 

"Vallaha komutanım bende piştim. Havasız burası havasız."

 

"Efe kes sesini atarım arabadan."

 

"Emredersin Komutanım."

 

"Ferdi babayla konuştunuz mu?" dedim ortaya. Mert cevapladı.

 

"Ben konuştum komutanım."

 

"Tamam aslanım."

 

Ferdi babanın mekanına gelene kadar Efe ve Ufuk'un atışmaları dışında pek bir şey konuşmadık. Mekana gelince kapıda Emreyi gördüm.

 

"Hoş geldiniz komutanım."

 

"Hoş bulduk Emre. Ayarladın mı bize bir yer aslanım?"

 

"Ayarladım komutanım. Gelin siz benle." Time elimle işaret verdim ve yürümeye devam ettik. Etrafı inceliyordum. Tamamen alışkanlıktı.

 

Etrafı incelediğim sırada bir adam gözüme çarptı. Masada oturuyordu. Yanına baktığımdaysa bir kaç adam daha gördüm. Ben tam gözlerimi çekecekken gözlerime baktı. Bakışlarımız kesişti.

 

Yemyeşil gözleri vardı. Hipnoz olmuş gibi gözlerimi çekemiyordum. O da aynı şekilde bana bakıyordu.

 

Yan tarafımdan birinin dürtmesiyle hızla oraya döndüm.

 

"Abla?" Mert'in sesini duymamla rahatladım.

 

"Efendim aslan parçası?"

 

"Daldın gittin." dedi ve adama bir bakış attı. Sonra bakışları bana döndü. Bir sorun mu var dercesine baktı. Onu rahatlatmak için gülümsedim.

 

"Bir şeye baktım ablam, gel geçelim masaya."

 

"Tamam prenses." dedi ve beni kolunun altına aldı. Benden küçük olsada boyu uzundu maşallah.

 

"Mert."

 

"Emredin Komutanım."

 

"Masaya geç Mert, masaya."

 

"Emredersin komutanım." dedi ve masaya oturdu. Sadece adama biraz daha bakmak için onu göndermiştim. Onun oturduğunu görünce adama tekrar baktım. Bakışları üzerimdeydi. Daha sonra gözüm arkasındaki masaya çarptığında sertçe yutkundum. Araz ve diğerleri beni izliyordu, hepsi.

 

Onlara daha fazla bakmadan masaya geçtim.

 

"Ee, canım komutanım doğum gününe 2 saat kaldı."

 

"Yani?" dedim soğuk bir sesle. Korkmazları görünce moralim bozulmuştu.

 

"Yani diyorum ki,"

 

"Kes sesini Egeli."

 

"Emredersin komutanım." dedi. Herkes suspus olmuştu. Ellerimi önümde kavuşturmuş masaya bakıyordum.

 

"Komutanım,"

 

"Ne var Özütürk?"

 

"Komutanım şey,"

 

"Uzatma Özütürk, sabrımın sonundayım şu an."

 

"İyi misin Komutanım?" demesiyle bakışlarımı masadan kaldırdım. Kahkaha attım.

 

"İyi mi?" Gülmeye devam ettim.

 

"Bomba gibiyim, bomba!" dedim ve sinirle masadan kalktım. Lavaboya doğru yürümeye başladım. Fazlasıyla gerilmiştim. Yumruğunu duvara geçirdim.

 

"Ya ben her allahın günü bu insanları görmek zorunda mıyım! Bir gün ya bir gün! Mutlu olamayacak mıyım?" diyip tekrar vurdum duvara. Parmaklarım kanıyordu.

 

"Bıktım artık!"Bir kere daha vurduğum sırada dikişlerimin açıldığını hissettim.

 

"Hayır ya," dedim ve elimi sırtıma götürdüm. elime kan gelince sertçe yutkundum.

 

"Ne zaman geçecek bu, 5 gün oldu ya 5! hastaneye falan gidemem kendi kendine kapansın." dedikten sonra arkamda hissettiğim hareketlilikle durdum. Temkinli bir şekilde arkamı döndüm. Onu gördüm, yeşil gözlü adamı.

 

Yüzünü inceledim, Yeni tıraş olmuştu, saçlarını dağınık bırakmıştı.Herhangi bir yara izi yoktu. Ben onu incelemeye devam ederken konuştu.

 

"Merhaba,"

 

"Merhaba?" dedim sorarcasına.

 

"Şey, ben lavaboya giderken sizi duyunca bakayım dedim." demesiyle yüzüne bakmaya devam ettim.

 

"Yani hastaneye falan dediniz ya ondan." Anlıyorum dercesine başımı salladım.

 

"Yok bir şeyim." dedim ve arkamı döndüm. Elimi kapı koluna uzattığım sırada elimi tuttu.

 

"Bakın, ben doktorum. Yani,"

 

"Yani ne doktor?" dedim. O da elimi bıraktı. Ona doğru döndüm.

 

"Bakın eliniz kanıyor ve az önce sırtınızı tuttunuz." dedi ve elini sırtımdaki yaraya götürdü. Parmağını dokundurduktan sonra elini sırtımdan çekti. Ve eline baktı. Elinin kan olduğunu görünce yüzüme baktı.

 

"Hanımefendi, sırtınız!" dedi.

 

"Bir şeyim yok benim." dedim ve lavabonun kapısını açıp içeriye girdim. Üzerimdeki bol tişörtü kaldırıp sırtıma baktım.

 

"Allah kahretmesin." dedim ve yaranın üzerindeki bandajı açtım. Dikiş patlamıştı.

 

"Yarın hallederim." Dedim ve çantamdan yeni bandaj çıkarıp yaranın üzerine yapıştırdım. Baya sızlıyordu. Yapıştırdığım gibi bandaj kan oldu. Timi telaşlandırmamak için söylemeyecektim. Eve geçerken hastaneye uğrardım.

 

Ellerimi kandan arındırdım ve aynaya baktım. Yüzüme su çarptım. Gerginliğim biraz olsun azalmıştı.

 

Yüzümde bıçak izi ve bir kaç yara izi dışında bir şey yoktu. Kapıyı açıp lavabodan çıktım. Ama karşımda yeşil gözlü adamı görmeyi beklemiyordum.

 

"Bakın, lütfen yaranıza bakmama izin ver-"

 

"Allahım sabır ver."dedim ve masaya doğru yürüyeceğim sırada hızlıca yürüyüp önüme geçti.

 

"Lütfen." dedi.

 

"Gel benimle." dedim ve çıkışa doğru yürüdüm. Arkamdan geldiğini duyabiliyordum. Arabanın önüne gelince durdum. Araba açıldı. Torpidodan tıbbi kit'i aldım. Ne olur ne olmaz diye görevlere giderken götürdüğümüz tarzda tıbbi kit taşıyordum arabada.

 

"Al bunu." dedim ve daha sonrasında arabayı kilitleyip tekrar içeriye doğru yürümeye başladım.

 

"Siz iyi misiniz?" Arkama döndüm.

 

"Merak etme doktor, iyiyim. Ama beni tedavi edersen daha iyi olacağım. Hastaneye şu an gidip geceyi mahvedemem." dedim ve Emre'ye döndüm.

 

"Ablam,"

 

"Bir şey mi istedin abla?

 

"Ferdi babanın odası müsait mi?"

 

"Müsait müsait abla, buyurun geçin." Dedi. Arkamdakine döndüm.

 

"Geliyor musun doktor?"

 

"Geliyorum tabii." dedi ve odaya girdik.

 

"İyisin değil mi abla?"

 

"İyiyim aslanım, arkadaş doktor. Dikiş attı da."

 

"Ne kadar dil dökersem dökeyim dinlemeyeceğin için hiç bir şey demiyorum. Ama yarın baktır olur mu?"

 

"Tamam aslanım." Dedikten sonra Emre odadan çıktı.

 

"Teşekkür ederim doktor." dedim.

 

"Ne demek, görevim fakat hala yaraya bakamadım." Demesiyle koltuğa oturdum. Arkama geçti ve sırtımı açtı. Daha sonrasında hemen geri kapattı.

 

"Bu, bu çok kötü! Nasıl oldu? Polisi aramamı ister misiniz?"

 

"Gerek yok, sen şunu hallet lütfen."

 

"Ama uyuşturucusuz olmaz, canınız yanar."

 

Beni düşünüyordu.

 

Kalbim hızlandı.

 

Beni düşünüyordu.

 

Terlemeye mi başlamıştım?

 

Beni düşünüyordu.

 

Kızarmış mıydım?

 

"Adın ne senin yeşil gözlü çocuk."

 

"Kağan."

 

"Bak Kağan, bugün benim için hiç iyi bir gün değil. Seni terslediysem kusura bakma fakat gerçekten iyi değilim." Dedim ve koltuktan kalktığım sırada kolumu tuttu. Önüme geçip balını bana doğru eğdi. Benden rahat 15 cm uzundu. Kafamı kaldırıp bende ona baktım.

 

"Mavili." Dedi gözlerimin içine bakarak.

 

"hm?"

 

"Mavili," dedi tekrar. Gözlerimi üstünden çekemiyordum.

 

"Adımı sormayacak mısın?"

 

" Hayır, sen mavilisin." dedi ve sonra iç çekti.

 

"Bak mavili, seni anlayabiliyorum. Tamam mı? Bugün benim içinde kötü bir gün. Ama yarana bakmamız gerekiyor. Yarana bakmama izin ver." Kafamı tamam anlamında salladım. Koltuğa oturdum. Yarama baktı. Dikmek için iğneyi eline aldığında nefesini kulağımın yanında hissettim.

 

"Emin misin? Acımasını istemiyorum." dedi. Kafamı salladım. Dilim lâl olmuştu. Dikmeye başladığında yüzüm ifadesizdi fakat canım yanıyordu. sona doğru geldiğin de ağzımdan ufak bir 'ah' kaçtı.

 

"Özür dilerim özür dilerim, acıttım değil mi?"

 

"Hayır, acıtmadın doktor." dedim ve gülümsedim. Görmeyeceğini bile bile. Daha sonrasında bir şeyler sürüp yarayı kapattı. Daha sonrasında elimi temizledi ve bandajla sardı. Ona doğru döndüm. Yüzüne baktım. Oda benim yüzüme baktı. Boğazını temizleyip konuştu.

 

"Yarın mutlaka kontrole gitmelisin mavili. Bu yaranın nasıl olduğunu sormayacağım çünkü öldürecekmiş gibi bakıyorsun. Birazdan silah çıkartırsan şaşırmam." dedi ve güldü.

 

"Peki doktor giderim. Teşekkür ederim." Yüzüne bakamadan odadan çıktım. Kapıya yaslanıp soluklandım.

 

"Ne yaşadım ben ya." dedim ve içeriye doğru yürümeye başladım. Bizimkiler beni fark edince hemen ayağa kalktı.

 

"Komutanım, iyi misin?"

 

"İyiyim iyiyim." dedim ve oturdum.

 

"Komutanım,"

 

"Efendim Güçlü?"

 

"Komutanım biz niye resmiyetteyiz ya?"

 

"Vallaha siz öyle gidince ben bir tırstım komutanım." diyen Uraz'a döndüm.

 

"Biraz sinirim bozuldu." dedim ve arkamı işaret ettim kafamla. Arkama baktıklarında Korkmazları görmüş olmalılar ki gözleri şokla açıldı.

 

"Yok artık!" dedi Asena. Abim sinirle yumruğunu geçirdi masaya.

 

"Bir bunlar eksikti!" dedi sonrada.

 

"Sen o yüzden sinirliydin."

 

"Her neyse." dedim ve Elimle Emreye işaret yaptım. Hemen yanımıza geldi.

 

"Gönder aslanım bir müzik."

 

"Emredersiniz komutanım." dedi ve Ferdi babanın yanına doğru yürüdü. Bir anda mekanı müzik doldurdu.

 

"Ay durun durun! Bizim bunda dansımız var!" dedi Efe. Ufuk'u kolundan tutup ayağa kaldırdı. Mert'e de eliyle gel gel işareti yaptı.

 

"Gel kardeşim! Dansı öğretelim şunlara!" dedi Ufuk ve çantamı aldı. Mert'te ayaklanınca gülmeye başladım.

 

"İçti mi bunlar?"

 

"Yok, normal halleri vallaha komutanım." dedi Uraz.

 

"Ay allahım ya." dedi Asena. Ufuk çantamdan Kırmızı Ruju çıkarıp bir anda dudağına sürünce dördümüzde şok olduk.

 

"Ufuk?!"

 

"İzleyin komutanım." dediği sırada şarkı başladı. Ufuk hemen Mert'in koluna girdi. Efe önümüze geçip dans etmeye başladı. Sonra Ufuk'u ve Mert'i gösterdi

 

 

Takmış koluna elin adamını beni orta yerimden çatlatıyor.

 

 

Ağzında sakızı şişirip şişirip arsız arsız patlatıyor.

 

Ufuk sakız çiğniyor gibi yaptı.

 

 

Belkide bu yüzden vuruldum, sahibin olamadım ya!

 

 

Sığar mı erkekliğe seni şımarık? Değişti mi bu dünya?

 

Mert bir anda kadrajdan çıktı. Efe ve Ufuk bakışmaya başladı. Ufuk olmayan saçlarıyla oynuyordu. Biz kahkaha atmaktan ölecektik. Sadece biz değil, bütün maslar izliyordu. Herkes gülmekten patlamak üzereydi. Efe söze girdi. Şarkıda aynı anda başladı.

 

 

Çekmiş kaşına gözüne sürme dudaklar kıpkırmızı kırıtıyor.

 

Ufuk sırıtmaya başladı ve göz kırptı. Efe devam etti.

 

 

Birde karşıma geçmiş utanması yok inadıma inadıma sırıtıyor.

 

 

Biz böyle mi gördük babamızdan? Ele güne rezil olduk,

 

 

Yeni adet gelmiş eski köye bak dostlar mahvolduk.

 

Efe ve Mert dizlerini dövmeye başladı. Sonra Ufuk kıvırtmaya başladı.

 

Efe ayağa kalkıp tekrar söze girdi. Ufuğun etrafında dönüyordu. Ufuksa kıvırtmaya devam ediyordu.

 

 

Seni gidi fındıkkıran,

 

 

Yılanı deliğinden çıkaran,

 

 

Kaderim püsküllü belam.

 

 

Yakalarsam,

 

 

Dedi ve Ufuk'a iki kere öpücük attı. Sonrasında Tekrar dönmeye başladı. Biz artık gülmekten ölecektik. Ufukta kıvırtmayı bırakmış utanmış gibi etrafa bakıp sırıtıyordu.

 

 

 

Seni gidi fındıkkıran,

 

 

Yılanı deliğinden çıkaran,

 

 

Kaderim püsküllü belam.

 

 

Yakalarsam,

 

 

Dedi ve tekrar öpücük attı. Şarkı devam ediyordu ama onların şovu bitmişti. Eğilerek selam verip masaya geldiler.

 

"Siz." dedim nefes nefese. Gülmekten karnım ve karnımdaki dikiş acıyordu.

 

"Siz," dedim tekrar ve gülmeye devam ettim.

 

"Ne yaptınız?" diye tamamladı abim ve gülmeye devam ettik. Gülmemiz bitince nefeslendim.

 

"Mükemmeldiniz." dedim ve alkışladım.

 

"Daha bizde neler neler var." dedi Ufuk cilveli cilveli ve olmayan saçını savurttu.

 

"Sen önce dudağındaki ruju sil canım." dedi Asena ve peçeteyle Ufuk'un dudağını sildi.

 

"Ayrıca, sen nasıl bu kadar düzgün sürdün bu ruju?" dedi.

 

"Meslek sırrı." dedi ve göz kırptı Ufuk. Tekrar güldüm. Şarkı hala çalıyordu.

 

Ağzında sakızı şişirip şişirip arsız arsız patlatıyor.

 

Biz böyle mi gördük babamızdan ele güne rezil olduk!

 

Ufuk söze girdi.

 

"Vallaha ben babamı görmedim,babamdan da görmedim. O yüzden sıkıntı yok." dedi ve güldü.

 

Ufuk'u ve Mert'i doğdukları gibi yetimhaneye bırakmışlardı. İkisi beraber büyümüş ve daha sonrasında MSÜ'ye girmişlerdi. Orada önce Efe ve Urazla, daha sonrasında da bizimle tanışmışlardı.

 

Yetimhanede büyümüşlerdi. Ailelerini tanımıyorduk. Araştırdak bulabilirdik ama istemiyorlardı. Ufuk, Mertten üç ay daha büyüktü.

 

Mert söze girdi bu sefer.

 

"Vallaha bende." dedi. Hepimizin yüzü düştü. Abim konuştu.

 

"Vallaha baba konusunda Efe ve Asena dışında şanslı olan yok. En azından sizin babalarınız iyi insanlardı." dedi.

 

Asena'nın babası Asena 12 yaşındayken şehit düşmüştü, Üsteğmen Kadir Güçlü. Daha sonrasında Annesi babasının cenazesinden bir ay sonra evlenmişti. Evlendiği adam Asena'ya az çektirmemişti. Daha sonrasında da yetimhaneye bırakmışlardı.

 

"Ya kapatın şu konuları." dedi Uraz.

 

"Bencede." dedim ve tam o sırada Efe Emre'ye seslendi.

 

"Emre, gönder oğlum ankaralı namık!"

 

...

 

 

17 Temmuz 2024

 

Saat 23.59

 

Armina'nın anlatımıyla,

 

İki saate yakındır gülüp eğleniyorduk. Bir saat önce yeşil gözlü çocuk ve arkadaşları kalkmıştı. Kalkarken Korkmazlara selam vermişti. Galiba tanışıyorlardı. Korkmazların bakışlarını arada burda hissetsemde oralı olmuyordum.

 

Bir anda mekanın ışıkları söndü.

 

Ferdi baba elimde pastayla bizim masaya yaklaşmaya başladı.

 

"Yaa, tim." dememle hepsi gülmeye başladı.

 

 

'"İyi ki doğdun, komutanım!

 

 

İyi ki doğdun, komutanım!

 

 

İyi ki doğdun, iyi ki doğdun.

 

 

Mutlu yıllar sana!"'

 

Dediler ve tüm mekan alkışlamaya başladı.

 

"İyi ki doğdun güzel kızım." dedi Ferdi baba.

 

"Sağol Ferdi baba." dedim ve gülümsedim. O da gülümsedi. Pastayı masaya bırakıp gitti. Emre geldi hemen.

 

"İyi ki doğdun komutanım!" dedi ve sarıldı. Bende ona sarıldım.

 

"Sağol aslanım." dedim ve o da uzaklaştı. Ufuk konuştu.

 

"Şimdi mükemmel komutanım, Armina desek ayıp olurdu, komutanımızsın sonuçta. Abla desek sen Çınar abimin ablası değilsin. En mantıklı seçenek komutanımdı."

 

"Komutanın seni yer." dedim ve güldüm.

 

"Ee dilek tutmayacak mısın kuzum?" dedi Asena.

 

Pastaya döndüm.

 

Allahım, sevdiklerime ve bana upuzun sağlıklı ömürler ver.

 

Dedim içimden ve ilk mumu üfledim. İkinci muma yöneldim.

 

Beni sevsinler.

 

Derin bir nefes aldım. Bakışlarımı kaldırdığım sırada Ilgazla göz göze geldik.

 

Dün dediklerini hatırlamış olmalıydı.

 

Yüzüme pişmanlıkla bakıyordu.

 

Kafamı hemen time çevirdim.

 

"Pasta! Pasta! Pasta!" diyen Mert'in ağzına bir çatal pasta tıktım. Bayır onları düşünmeyeceğim. Hayır, hayır hayır.

 

"Al sana pasta bebeğim." dedim ve gülümsedim.

 

Hepimiz pastaya çatalla dalınca pasta iki dakikada bitti. Arkama yaslandım.

 

"Oh be, çok güzeldi vallaha."

 

"Aslında biz yapacaktık ama en son pasta yaptığımızda olanlar aklımıza gelince Ferdi babadan rica ettik, o da sağolsun bizi kırmadı." dedi abim.

 

"Ama allah muhafaza siz pasta falan yapmayın. Tadilatla uğraşmak istemiyorum." dedim.

 

 

18 Temmuz 2024

 

Saat 01.47

 

Armina'nın anlatımıyla,

 

Hep yaptığımız gibi Ufuk ve Efeyi bagaja atmıştık.

 

"Ya ben bıktım bu kaderden ya, bizim suçumuz neydi?"

 

"Egeli,"

 

"Efendim komutanım?"

 

"Sus Egeli, ayağımın altına almayayım Egeli."

 

"Şey komutanım."

 

"Ney Egeli ney!"

 

"Zaten ayağınızın altında oturuyorum komutanım."

 

"Egeli Kes!"

 

"Emredersin komutanım."

 

Aradan bir kaç dakika geötikten sonra Efe tekrar konuştu.

 

"Komutanım,"

 

"Ne var Egeli?"

 

"Komutanım biraz kaysanız-"

 

"Egeli!"

 

"Emredin komutanım."

 

"Allahım sen bana sabır ver."

 

"Neden komutanım?"

 

"Kes Egeli!"

 

"Emredersin komutanım!"

 

Eve gelince arabadan indik. Herkes odasına çekildi. Bende odama geçtim. Pijamalarımı giyip yatağa uzandım.

 

 

18 Temmuz 2007

 

Saat 8.18

 

Yazarın anlatımıyla,

 

Birgen her sabah olduğu gibi 8'de kalkmıştı. 9.30'da dersi başlıyordu. Okula yürüyerek gittiği için 9'da evden çıkması gerekiyordu. Ve okula gitmeden öncede kahvaltı hazırlaması. Yaz tatillerindeyse her gün 9.30'da fırında çalışmaya gidiyordu. Kazandığı tüm parayı ailesine vermek zorundaydı. Aslında varlıklı bir aileydiler ama Doğa'yı çalıştırıyorlardı.

 

Küçük kız aynada kendisine bakıyordu. Bugün doğum günüydü. Kısık bir sesle mırıldanmaya başladı.

 

"İyi ki doğdun, Doğa. İyi ki doğdun, Doğa. İyi ki doğdun iyi ki doğdun, mutlu yıllar sana."

 

Küçük kız adının anlamını öğrendiğinden beri herkese kendisininden Doğa diye bahsediyordu.

 

Saçlarını örmüştü, okul kantininden aldığı pembe barbieli tokaylada ucunu bağlamıştı. Odasındaki saatten saate baktı Doğa. Saatin 8.21 olduğunu görünce hemen mutfağa koştu. Evde hizmetli yoktu. Geçen sene hepsini kovup ev işlerini Doğa yaptırmaya başlamışlardı.

 

Doğa kahvaltılıkları çıkarıp masaya dizdi. Tabakları, çatal kaşıkları ve peçeteleri de dizdi. Peynirleri, domatesleri, salatalıkları doğradı. Çay koydu. Dolaptan sucukları çıkarıp doğradı. Tavada onlar pişerken diğer tavada da yumurta kırdı. Daha sonrasında çayları koydu ve mutfaktan çıktı.

 

Duvar saatinden saate baktı. Saat 8.57'ydi. Birazdan ev halkı aşağıya inerdi.

 

Kapıya doğru yöneldi Doğa. Kapıyı açıp dışarıya çıktı. Ve Fırına doğru yürümeye başlamıştı. O sırada sokakta oynayan sınıf arkadaşlarını gördü.

 

"Bakın, kimler gelmiş!" dedi ve güldü Hakan.

 

"Oo, bizim öksüz gelmiş." dedi Sude.

 

Öksüz müydü, değil miydi bilmiyordu Doğa. Sadece ailesinin ondan sebepsizce nefret ettiğini biliyordu.

 

Bahar elindeki topu atıp Doğa'ya yaklaşmaya başladı. Doğa'yı sertçe yere ittirdi. Doğa acıyla bağırdı.

 

"Yaz tatilinde nereye gidiyorsun böyle?" dedi Bahar.

 

"Aa, doğru. Mahallenin en zengin ailesinin kızı olmana rağmen seni çalıştırıyorlardı değil mi?" dedi ve kahkaha attı. Doğa hiç bir şey yapamıyordu. Bahar Doğa'nın tepki vermemesine sinirlenip saçını çok sertçe çekti.

 

"Konuşsana! Konuş! Cevap ver bana!" Saçlarını daha sert çekereke kafasını yere vuracağı sırada bir ses geldi.

 

"Napıyorsunuz siz!" Herkesin bakışları oraya döndü.

 

"Hoş geldin kuzen." dedi Bahar ve gelen çocuğa doğru yürüdü.

 

"N'oluyor burada Bahar?"

 

"Bir şey olduğu yok kuzen, bu salak kız bana cevap vermiyor." dedi ve Doğa'ya doğru sinirle döndü.

 

"Bana hala cevap vermedin!" Doğaya vuracağı sırada çocuk Bahar'ı tuttu.

 

"Dokunmayın ona! Gidin burdan." dedi çocuk.

 

Doğa ise çocuğun yemyeşil gözlerine bakıyordu.

 

Çocuğun sert sesiyle herkes dağıldı. Yeşil Gözlü çocuk Doğa'ya doğru yaklaşıp eğildi.

 

"Merhaba," dedi. Doğada kısık sesle yanıtladı.

 

"Merhaba."

 

"Adın ne senin yeşil gözlü çocuk?" dedi Doğa topladığı cesaretiyle.

 

"Kağan." dedi çocuk. Ve ekledi.

 

"Mavili,"

 

"Anlamadım?" dedi Doğa.

 

"Gözlerin, mavi ya. Ben sana mavili diyeceğim."

 

"Beni bir daha göreceğinden bu kadar eminsin yani?" dedi Doğa.

 

"Göreceğim mavili, göreceğim." Küçük kız karnına saplanan ağrıyla iki büklüm oldu.

 

"Ah!"

 

"İyi misin?"

 

Küçük kızın dünden kalan yarasına ara ara kramp giriyordu.

 

"İyiyim,"

 

"Ben büyüyünce doktor olacağım. Bir yerin acıyınca gelirsin." dedi. Doğa hevesle gülümsedi.

 

"Bende büyüyünce asker olacağım, sende korktuğunda bana gelirsin." dedi ve güldü. Kağan da güldü.

 

"Adımı soramayacak mısın?" dedi Doğa.

 

"Hayır, Sen mavilisin." dedi. Tam o sırada arkadan bir ses geldi.

 

"Kağan, hadi oğlum!"

 

"Benim gitmem gerekiyor, sonra görüşürüz mavili."

 

"Görüşürüz doktor."

 

...

 

Doğa Fırından çıkıp eve gelmişti. Daha sonrasında akşam yemeği hazırlamıştı. Fakat hazırladığı şeylerden yemesi yasaktı. Salçalı ekmek yemişti. Babası yanına geldi.

 

"Birgen!"

 

"Efendim baba?"

 

"Yürü gidiyoruz."

 

"Nereye?"

 

"Dağa Birgen." Babası kötü bir adamdı Doğa'nın. Askerleri öldürüyor, onları dövüyordu.

 

"Tamam baba, sofrayı toplayayım gideriz." dedi.

 

"10 dakikan var Birgen." dedi ve salona geçti babası. Doğa hemen mutfağa koştu. 4 dakikada mutfağı topladı. Bulduğu ekmek ve meyveleri hemen cebine doldurdu. Dört şişede su aldı. Hemen odasına koştu. Sırt çantasının içine doldurdu. Ve kapıya çıktı.

 

"Ödevlerimide aldım babacığım."

 

"Senin ödev yapman bir işe yarayacak sanki." dedi ve arabaya doğru yürüdü.

 

...

 

Kampa gelmişlerdi. Kamptaki binaya doğru yürüdüler. Babası bir adamını yanına çağırdı.

 

"Şunu kapatın bir yere." dedi ve Doğa'yı gösterdi.

 

"Tamam heval, hemen." dedi ve kızı kolundan tuttu. Kilidi olan tek oda askerlerin olduğu odaydı. İçeriden bağırma sesleri geliyordu.

 

"Yalvar! Öldür beni de!"

 

"Biz yalvarmayız it, biz yalvarmayız." dedi biri.

 

"Ayrıca, sen buna işkence mi diyorsun?" dedi başka biri. Kapıyı açıp içeriye resmen fırlattı. Küçük kız acıyla bağırdı.

 

"Buna vurmayın, Teka'nın kızı." dedi ve gitti.

 

Askerler kız geldikten sonra bağırmamaya çalışıyorlardı. Küçük kız askerlere her vurulduğunda içinden bir şeyler kopuyormuş gibi hissediyordu. Gözleri dolu doluydu. Askerlerse kızla göz göze geldiklerinde gülümsemeye çalışıyorlardı. Bir saat kadar sonra adam yorulup çıktı. Doğa kolları önünde bağlı odanın köşesinde oturuyordu. Herkesin çıktığını görünce sırt çantasından mendil çıkarıp askerlere doğru yaklaştı.

 

"Merhaba." dedi ince ve naif sesiyle.

 

"Merhaba güzellik." dedi askerlerden bir tanesi. Kız vücutlarındaki kanları temizlemeye başladı.

 

"Kirletme ellerini sen güzellik." dedi biri.

 

"Asker kanından el kirlenmez." dedi ve kocaman gülümsedi küçük kız. Tüm yaralarını temizledikten sonra askerlerin tam önüne oturdu

 

"Sen," dedi asker.

 

"Evet, Teka'nın kızıyım." dedi üzgünce. Daha sonrasında kocaman gülümsedi.

 

"Biliyor musunuz! Bende asker olacağım. Ama babam bunu duyduğunda fazlasıyla sinirleniyor. Bu yüzden kimseye söylemiyorum. Ama sizde askersiniz, beni korursunuz değil mi?" dedi küçük kız. Askerlerin gözleri doldu.

 

"Ko-koruruz tabi." dedi. Doğa sevinçle el çırptı.

 

"Bu harika!" dedi ve çantasına koştu.

 

"Size yiyecek bir şeyler getirdim." dedi ve çantasından ekmekleri, meyveleri ve suları çıkardı. İlk önce suları içirdi, sonrada askerlerin karınlarını doyurdu.

 

"Sen çok güçlü bir asker olacaksın." dedi sağdaki asker.

 

"Sizin gibi mi?" diye sordu Doğa umutla.

 

"Bizdende güçlü olacaksın." dedi ve zorlukla gülümsedi. Bir saat kadar sohbet ettiler ve sonra odanın kapısı gürültüyle açıldı. Teka içeri girdi. Daima yüzünde maskeyle gezerdi. Kimse yüzünü bilmezdi.

 

"Benim kızım, asker mi olacakmış!" dedi ve küçük kızı yakasından tutup sertçe duvara çarptı. Doğa acıyla bağırdı.

 

"Benim kızım, askerleri mi doyuruyormuş!" dedi ve bir kere daha duvara vurdu. Doğa tekrar bağırdı. Askerler kurtulmaya çalışıyor ve bağırıyordu.

 

"Bırak lan onu!"

 

"Seni lime lime edeceğim puşt!" Teka onlara aldırış etmeden kızını dövmeye devam etti. Küçük kızın o minicik vücuduna elektrik bile vermişti. Askerlerin bağırmaktan boğazları kurumuş, zincileri çekiştirmekten el ve ayak bilekleri kanamaya başlamıştı. Teka ise küçük kız bayıldığında odadan çıkıp gitti. Askerlerse günlerdir gördükleri işkence ve küçük kızı kurtarma çabalarından dolayı oldukça yorulmuşlardı. İkiside bir süre sonra uyuya kaldı.

 

Bir saat kadar sonra küçük kız uyandı. Babası gelip küçük kızı saçından tuttu ve sürüye sürüye arabaya bindirdi. Ve kızı ve götürdü. Yoksa yarın kahvaltıyı kim hazılayacaktı? Ayrıca 9.30'da Fırına kim gidecekti? Küçük kız çok yorgundu. Yeşil gözleri düşünerek gözlerini kapattı.

 

"Kağan." dedi kısık sesle ve gülümsedi. Yüzündeki gülümsemeyle uykuya daldı. Araba eve geldiğindeyse hızlıca odasına çıktı. Uyumak için 4 saati vardı. Hemen yatağa girdi ve uyudu.

 

 

18 Temmuz 2024

 

Saat 3.42

 

Armina'nın anlatımıyla,

 

Gözlerimi nefes nefese açtım. Nefeslendim. Hayır, bu kabus değildi. Bu gerçekti.

 

Teka, yani babam. Şu anki bölge sorumlusu.

 

Yıllardır arkadında tek bir iz bırakmıyordu, tek bir iz. küçücük bir şüphe uyandıracak bir şey bile yoktu. Hiç bir şey yoktu.

 

Albayımda oradaydı. Kulaklarıyla duymuştu Teka'nın babam olduğunu. Ayrıca 13 yaşındayken polise gitmiştim. Defalarca sorgulanmıştı fakat hiç bir şey çıkmayınca tutuksuz yargılanmıştı.

Ve bir kaç sene sonra delil yetersizliğinden dava düşmüştü.

 

En ufak bir açığı bile yoktu. Bu yüzden hiç bir şey yapamıyorduk.

 

Ama illa ki bir açığı olacaktı ve ben bana, askerlere ve masumlara yaşattıkları için onu yok edecektim.

 

Onun kaybettiği güne de gelecektik.

 

O kaybedecekti, ben kazanacaktım.

 

O kaybedecekti, biz kazanacaktık.

 

Gözlerimi hırsla kapattım ve kendimi uykunun kollarına bıraktım.

 

 

19 Temmuz 2007

 

Yazar'ın anlatımıyla,

 

O gece askerle uyandıkları gibi küçük kızı aradılar gözleriyle. Fakat bulamadılar. Zincirleri kızı kurtarma içgüdüsüyle baya gevşetmişlerdi. 1 saat kadar uğraştıktan sonra zincirleri çözdüler.

 

"Kız daha çok küçüktü. Çok küçüktü Ahmet." Dedi Arif.

 

"Ve o kadar güçlü bir kız ki. Her şeye rağmen hayalini gerçekleştirecek. Onu bulacağız Arif, 10 yıl sonrada olsa, 20 yıl sonrada olsa bulacağız."

 

İki askerinde gözleri doldu. Ne kadarda masumdu, ne kadar da güçlüydü. Kader, onun yüzüne gülmemişti ama o her şeye rağmen asker olmak istiyordu. Bunu başaracağına inancı tamdı askerlerin.

 

"Doğa için kardeşim. 19 günüdür yapmadıkları işkence kalmadı. Ama o kız geldi ve bize umut verdi. Bir kaç saat içerisinde kızım gibi sevdim onu." dedi Arif.

 

"Ona yaptıkları için." dedi Ahmet.

 

O gün o iki asker yaralı halleriyle katliam yaptılar, kampı ateşe verdiler. Ertesi gün doğayı aramaya başladılar. Küçük kız adım Doğa demişti ama kimlikte Birgendi. Bu yüzden kızı yıllarca aramalarına rağmen bulamadılar. Ta ki kız 16 yaşında, Maltepe Askeri Lisesinde okurken karşılaşana dek. O günden sonra küçük kız, baba sevgisini bu iki adamda tattı.

 

 

-3353 kelime-

 

 

Merhabalar,

 

Nasılsınız? İyisinizdir inşallah.

 

 

KENDİMİ TEBRİK EDİYORU. ÇÜNKÜ BU EN EN EN EN UZUN BÖLÜMDÜ👏🏻

 

 

Ben Armina'nın geçmişini yazarken ve okurken çok üzülüyorum fakat aynı zamanda da gururlanıyorum. Her şeye rağmen dimdik durduğu için.

 

 

Fikirlerinizi yorumlarda belirtmeyi ve oylamayı unutmayınız.

 

 

Kendinizie iyi bakın, sağlıcakla kalın.

Loading...
0%