@birbakipcikiyorumm
|
⭐️Bölümümüzü yıldızlamayı ve yorum yapmayı unutmayınız⭐️
. . .
Kardeşlik sadece kanla mı olurdu?
Kardeşlik, bağlılık demekti, güven demekti, sonsuz sevgi demekti.
Kardeşlik, birbirini kırmak değil, kırıklarını onarmak demekti.
Dili lâl olduğunda ona ses olmak demekti.
Canı yandığında ondan daha çok canının yanması demekti.
Endişelendiğinde ondan daha çok endişelenmek demekti.
Düştüğünde kaldırmak demekti.
Nefret dolu gözlerle değil, sevgi dolu gözlerle bakmak demekti.
Kardeşlik, gönülden sevmek demekti.
Yani kardeşlik, yalnızca kanla olmazdı.
Bazen duygular vesile olurdu, bazen bir bardak su, bazense oyun arkadaşlığı.
Bazen yarasını sarmasına yardım etmek, bazense birlikte gülümsemek.
Karşındaki üzülünce ondan daha çok üzülüyorsan, sevinince daha çok seviniyorsan, canının yanma ihtimali bile yüreğini yakıyorsa o kişi senin kardeşin olurdu.
Tim, benim kardeşimdi. Bende onların kardeşiydim.
Korkmazlar benim kardeşimdi. Ama ben onların kardeşi değildim.
İlk gün hissetmiştim bunu. Begah ağa'yı yakaladıktan sonraki gece konuşmalarını duyunca acı ise bir şekilde anlamıştım. Ama bugün Üsteğmen Korkmazın bakışlarında başka bir şey vardı. Sanki nefretle bakmıyordu. Ya da ben kafamda kuruyordum. Düşüncelerimi bölen şey Korkmaz Üsteğmenin bana seslenmesiydi.
"Üsteğmenim, bir bakabilir misiniz?" Demesiyle Timin üzerindeki bakışlarımı Korkmaz Üsteğmene çevirdim.
"Tabii." dedim ve birlikte yürümeye başladık. İkimizde birbirimize bakmaktan kaçınıyor, etrafı inceliyorduk. Söze girdi.
"Adınla hitap edebilir miyim?" dedi.
"Peki." dedim bende. Yürümeyi bıraktı.
"Bak Armina, karıştığını öğrendiğimiz gün hepimiz umurumuzda değilmiş gibi davrandık. Ama içten içe düşündük, biliyorum." dedi. Derin bir nefes alıp devam etti.
"Araz, fazlasıyla mutluydu. Ilgaz abim en büyüğümüz, bize bir şey olmasından korkuyordu, eskiden olduğu gibi. Fakat seni kırmakta istemiyordu. O da sana bir şans vermeye karar verdi."
"Fakat ben ve diğerleri, seninde Onun gibi olabileceğinden fazlasıyla emindik. Bak o, o körü bir insandı." Dediğin de güldüm.
"Pardon Üsteğmenim ama bunlardan bana ne?"
"Lütfen dinle." dedi ve devam etti.
"Asya'nın doğmasına bir ay vardı." demesiyle kaşlarımı çattım. Ne anlatıyordu bu adam?
"Hepimiz çok heyecanlıydık. Lidya yerinde duramıyordu. 'Ben abla olacağım! Hem de kız ablası! Onlarla çok güzel oynayacağız!' diye geziniyordu evin için de." Onlarla mı?
"Hatta isimlerini bile o seçti, Asya ve Alya."
"Alya mı?" dedim şokla. Başıyla beni onayladı.
"Çift yumurta ikiziydiler." Anlamayn gözlerle baktım, Alya nerdeydi o zaman?
"Doğuma 2 ay kala Lidya değişmeye başladı. Hepimize nefretini kusmaya başlamıştı ve ikizleri istemediğini bağırıyordu."
"Psikoloğa götürdüğümüzde "Evde tek kızken bir anda iki kız kardeşi olacağı için onları daha çok seveceğinizi düşünmeye başlamış büyük ihtimalle.' demişti. Bizde Lidya'ya onu ne kadar çok sevdiğimizi, sevgimizin hiç bir şekilde değişmeyeceğini anlatmaya çalışıyorduk."
"Doğuma bir ay kala Lidya hiç birimizle konuşmuyor, bizi gördüğündeyse bağırıp çağırıyordu." Dikkatle dinlemeye devam ettim.
"Bir öğlen, annem odasında Arazla uyuya kalmış, Lidya ise fırsattan istifade mutfağa gidip bir bıçak almış." dediğinde şok oldum. Nasıl yani?
"Annemin karnına bıçağı saplamış. Annem acıyla uyandığındaysa Lidya kahkaha atıyormuş. Araz ise sadece annemin karnına bakarak titreyerek ağlıyor ve annemin adını sayıklıyormuş." Dediğinde gözlerim doldu.
"Evdeki çalışanlar hemen ambulansı arayıp babama haber vermişler. Babam alel acele şirketten çıkmış. Onlar hastaneye vardığında şöförümüz gelip bizi okuldan almıştı diye hatırlıyorum."
"O gün Asya sağlıklı doğdu. Alya'nınsa kalbi atıyormuş ve sağlıklıymış. Alya'yı hemen ameliyata almışlar. Sol omzundan kalbine kadar bıçaklanmış."
"Alya o ameliyattan sağsalim çıktı, Asya'dan bir gün sonra onu odamıza getirdiler."
"O kadar güzeller diki Armina, Öyle masumlardı ki."
"Hepimiz ikizleri izliyorduk. Sırayla hepimiz kucağımıza aldık ikisinide. Bir saat kadar sonra doktor odaya geldi ve Alya'yı acilen alması gerektiğini söyleyip gitti."
"Hiç birimiz bir şey diyemiyorduk, hepimiz Alya için fazlasıyla endişeliydik. Lidya hariç."
"Odanın köşesinde sırıtıyordu. Hiç birimiz ona bir şey demiyorduk. Oda küçük bir çocuktu."
"Bir saat sonra doktor geldi. Alya'nın öldüğünü söyledi." dedi ve gözünden bir damla yaş aktı.
"Alya ölmüştü, onun tek suçu doğmaktı." Dediğinde benim de gözümden bir damla yaş düştü.
"Annem, delirmiş gibiydi. Asya'yı kucağına almayı reddediyor, iyi bir anne olmadığını sayıklıyordu."
"Babam kafayı sıyırmıştı. Alya'nın adını sayıklayarak uyuyor, Alya'yı sayıklayarak uyanıyordu."
"Araz odasından çıkmıyordu. Sabahtan akşama kadar ağlıyordu."
"Rüzgar Alya'nın yatağında uyuyordu. Ilgaz abim Alya ve Asya için para biriktirip aldığı oyuncak evin içinde yatıyordu."
"Barın Asya'nın yanından bir saniye bile ayrılmıyordu. Ve onun canının yanmasına asla izin vermeyeceğini söylüyordu."
"Bense sadece bahçeyi izliyordum. Yaşayacak kadar yemek ye, su iç ve bahçeyi izle. Başka hiç bir şey yapamıyordum."
"Aradan bir kaç ay geçti. Eskisi gibi değildik ama toparlanmıştık. Hiç birimiz Alya'nın cenazesine bakamamıştık." Dedi ve zar zor nefes alıyormuş gibi yakasını çekiştirdi
"Anneannemler, babaannemler, halamlar, dayımlar, teyzemler, amcamlar herkes çökmüştü."
"Ama Lidya'ya kimse kızamıyordu. Psikolojisi bozuktu çünkü. İsteyerek yapmamıştı."
"Polisler soruşturma başlattılar, psikiyatri eşliğinde Lidya'nın psikolojik tedavi görmesi gerektiği kararlaştırıldı ve dava kapandı."
"Lidya bir yıl boyunca Yurtdışında psikiyatrik tedavi gördü. Bir yılın sonunda eve geri geldi."
"Asya bir veya bir buçuk yaşındaydı. Ona bir ikizi olduğunu asla söylemeyecektik. Onunda üzülmesini istemiyorduk."
"Lidya eve geldiğinde düzeldiğini düşünmüştük, fakat yanılmıştık."
"Hepimizden nefret ediyordu. Bir gece Asya'nın odasına girip onu beşikten aşağıya atmıştı. Asya neredeyse ölüyordu."
"Araz'ı okulda zorbalıyordu. Araz yıllarca Lidya yüzünden arkadaşsız kaldı."
"Barın'ı saatlerce bodruma kitlemişti bir keresinde. Bir keresinde kardeşimi parka götüreceğim diyerek çöpün içine atıp gitmişti. Ve daha bir çok şey."
"Benim üniversite tercihlerimi değiştirmişti, neredeyse Kara kuvvetlerine giremeyecektim."
"Rüzgar'ın sevgiliyle ayrılmasına sebep oldu. Hatta sevgilisi Rüzgardan şikayetçi oldu. Neredeyse meslekten men edilecekti."
"Ilgaz abimin arabasının frenlerini kesmişti. Ilgaz abim kaza yapıp 1 ay komada kaldı."
"Asya büyüdükçe ona psikolojik baskı yapmaya devam etti. Asya yıllarca özgüvensiz büyüdü." Demesiyle tam konuşacaktım ki beni susturdu.
"Ve bunlar sadece bir kısmı, bak sen ne yaşadın bilmiyoruz ama biz kolay şeyler yaşamadık. Seni ailen sevmemiş evet ama ne yapmış olabilirler ki? Mutlu büyümüşsün, arkadaşların olmuş." dediğinde kahkaha atma isteğim üzüntümü bastırdı. Kahkaha attım.
"Mutlu büyümüşüm," dedim ve gülmeye devam ettim.
"İnsanları tanımadan yargılamamayı öğrenim siz olur mu? Bende size üzülüyor ya, allahım yarabbim. Ağlayacaktım birde." dedim gülmem bittiğinde. Arkamı dönüp gideceğim sorada beni kolumdan tuttu.
"Armina,"
"Armina değil, Üsteğmen Kırşan." dedim sert bir sesle. Bende özür dileyeceğini düşünmüştüm. Ne aptaldım. Vicdanını rahatlatmak için çağırmıştı beni.
"Üsteğmenim, bak biz 6 kardeştik, bu hep böyleydi. Sende bize zarar verebilirdin. Üzgünüm fakat sağlıklı düşünemedik."
"Sağlıklı düşünemediniz mi? Ah çok özür dilerim. Benim yüzümden oldu. Kusura bakmayın olur mu?" dedim ve. sinirle arkamı döndüm.
"Üsteğmenim, ben gerçekten özür dilerim." dediğinde adımlarım durdu. Bir kaç saniye durduktan sonra konuşmaya devam etti.
"Seninle askeriyede veya görevde tanışsaydık eminimki kardeş gibi olurduk. Sana o lafları etmek istemezdim, ya da kardeşlerimin söylemesine engel olmak isterdim. Ama bu saatten sonra yapabileceğim bir şey yok, geçmiş geçmişte kaldı." dediğinde ona döndüm.
"Yani?" dedim.
"Yani ben gerçekten pişmanım. Sana söylediklerimiz ağıza alınacak şeyler değildi. Diğerlerini bilmem ama ben bana bir şans daha vermeni istiyorum." demesiyle yüzüne baktım uzun uzun. Daha sonrasında arkama bir kez daha bakmadan uzaklaştım oradan.
Gözümden bir damla yaş aktı.
Ben mutlu büyümüştüm öyle mi?
Daha sonrasında göz yaşımı sildim ve başımı dikleştirdim. İçtima alanına doğru yürümeye devam ettim.
24 Ocak 2007
Saat 21.27
Yazarın anlatımıyla,
"Sen, kimsin! Sana çamaşırları yıka dedim! Sense ödev yaptın öyle mi?" diye bağırdı küçük kıza annesi.
"Ama anne, öğretmenim 'mutlaka yarına kadar yapın' dedi." demesiyle annesi kızı ittirdi.
"Sen ödev yapsan ne olur ki! Güldürme beni Birgen." dedi ve küçük kızı yakasından tuttu.
"Bana bak seni iğrenç yaratık, beni iyi izle." dedi ve yakasını bırakıp küçük kızın odasına doğru yürüdü. Odaya girdi ve kitaplarına doğru yürüdü. Küçük kozın odasında eskiciden alınmış iki kapaklı bir dolap, bir komidin ve tek kişilik yataktan başka hiç bir şey yoktu. Oysaki 3 katlı havuzlu bie villada oturuyorlardı.
Küçük kız komidini masa gibi kullanıyordu. Kitaplarıda kitaplık gibi komidinin yanına dizmişti.
"Bunlarla mı çalışıyorsun sen ders!" dedi ve bağırdı.
"Bunlarla mı? Cevap ver!"
"Evet anneciğim." dedi kız korka korka. Kadın, küçük kızın sözleriyle gülümsedi. Ve kızın yazın fırından aldığı paradan gizlice ayırıp aldığı kitaplardan birini eline aldı.
"Al sana ödev!" dedi ve kitabı ortadan ikiye atıp yere attı.
"Bak, çok güzel değil mi?" dedi ve bir tane daha yırttı, bir tane daha, bir tane daha ve bir tane daha. Tüm kitapları yırtana kadar durmadı. Küçük kız ağlıyordu. Ve her şey, odanın köşesindeki kameraya kaydediliyordu. Annesi cebinden çakmak çıkarttı.
"Anne yapma!" diye bağırdı küçük kız. Yırtık olsa bile çözebilirdi ama eğer yakarsa çözemezdi.
Kadın çakmağı yaktı ve kitaplardan birini tutuşturdu. Küle dönünce yere attı. Tüm kitapları tek tek yaktı.
"Beğendin mi kitaplarını!?" dedi ve kahkaha attı kadın. Küçük kızı kitaplarının külleriyle oracıkta bıraktı.
"Neden yaptın bunu?" dedi küçük kız fısıltıyla. Sonra ağlaya ağlaya kitaplarının küllerini topladı, odayı temizledi ve havalandırdı. Daha sonrasında çamaşırları yıkamaya gitti.
Çamaşırları yıkadı ve daha sonrasında da odasına gidip uyudu.
18 Temmuz 2024
Armina'nın anlatımıyla,
Aklıma gelen anıdan hızla sıyrıldık ve yürümeye devam ettim. Arkamdan Üsteğmen Korkmaz geliyordu. Onu takmadan iki timin önüne geçtim ve bağırdım.
"Asker!"
"Emredin komutanım!"
"Tek sıra halinde dizil!" Dememle hepsi dizildi. Bende kendi timimin yanına geçtim.
"Komutanım, neredeydiniz?" dedi sessizce abim.
"Anlatırım." dedim be önüme bakmaya devam ettim. Üsteğmen Korkmaz da yerine geçti ve 3-4 dakika sonra Yüzbaşı bize doğru yaklaşmaya başladı.
"Evet, parkurdan başlayalım. Kalyoncu, Şimşek pozisyon al!" demesiyle ikiside parkurun başlangıcına doğru yürüdü.
18 Temmuz 2024
Saat 5.38
Kağan Arslan'ın anlatımıyla,
Ayna'nın karşısında saçlarımı düzeltiyordum. Zorunlu görevim şansıma abimin askeriyesine çıkmıştı.
Üzerime bir gömlek giymiştim. Altımda da siyah bir pantolon vardı.
Dün gördüğüm mavi gözler tekrar aklıma gelince gülümsedim. Çok güzeldi.
Son kez kendime baktım ve çantamı alıp çıktım. Mutfağa girdiğimde annem abime zorla bir şeyler yediriyordu.
"Oğlum ye şunu!"
"Anne vallâhi billahi doydum!"
"Ye dedim." dedikten sonra beni gördü abimi bıraktı.
"Oyy benim doktor oğlum mu gelmiş. Oy oy oy. Aç mısın annem?"
"Vallaha açım annem." dediğimde annem hemen ağzıma poğaça soktu.
"Ye oğlum, ye ohh." dedi. 10 dakika kadar kahvaltı yaptıktan sonra evden çıktık.
"Aslan parçası,"
"Efendim abi."
"Heyecanlı mısın?" dedi. Evet heyecanlıydım.
"Vallaha heyecanlıyım,"
"Heyecanlanma heyecanlanma. Bak bizim bu askeriyedeki doktorlar, bir tim göreve gitmedikçe ya da yaralı olmadıkça pek işleri yoktur. Genelde hafta bir kere bir tim mutlaka göreve gider ama şu an bir komando timi dışında görevde kimse yokmuş. O yüzden bugün pek yoğun geçmez. Altı buçuk yedi gibi içtima alanına gel bence."
"Neden abi?"
"İki tane bordo bereli time eğitim vereceğim bugün. Ve yaralı illa ki olur aslanım."
"Tamam abi." Arabaya bindik ve askeriyeye geldik.
"Abim ben bir albayın yanına geçiyorum,"
"Tamam abi, bende bir gideyim revire."
"Tamam aslanım." dedi ve uzaklaştı abim. Bende Revire doğru yürüdüm. Kapıyı tıklatım içeriye girdim. Bir hemşire vardı.
"Buyrun, neye bakmıştınız?" dedi.
"Şey merhaba, ben doktorum da,"
"Ah, siz Kağan Bey olmalısınız, hoş geldiniz doktor bey."
"Hoş bulduk, adınız neydi acaba?"
"Beste."
"Memnun oldum Beste," devam edeceğim sırada sözümü böldü.
"Ben size buradan biraz bahsedeyim, kahve?"
"Olur." dememle telefonunu çıkarttı.
"Güzin, iki kahve kap gel hadi." dedi ve telefonu kapattı.
"Doktor Bey, biz sınır bölgesindeyiz ve Türkiyenin en çok başarıya imza atan bordo bereli Timi şu an burada görev yapıyor." demesiyle gözlerim büyüdü. Ne?
"Evet, Türkiyenin en başarılı bordo bereli timi diyorum, ayrıca sayılı en iyi diğer timlerinden ikisininde buraya tayini çıktı." dediği sırada Galiba adı Güzin olan hemşire kahve getirip önümüze bıraktı. Teşekkür ettim.
"Yani çok aktif bir askeriye burası, her görevden sonra tetikte beklememiz gerekir."
"İçtimalarda pek çetin geçer. Birazdan Yeni gelen yüzbaşı iki time içtima yaptıracakmış Albay bir hemşire ve sizin orda olması gerektiğini belirtti."
"Benim işim var, size Berk hemşire sizinle gelecek." Dediğinde başımla onu onayladım.
"Bunun dışında anlatmam gereken pek bir şey yok, zamanla alışırsınız zaten."
"Teşekkür ederim Beste hemşire." dedim.
"Ne demek doktor bey, yardımcı olabildiysem ne mutlu bana." yarım saat kadar sohbet ettikten sonra bir erkek hemşire içeriye girdi.
"Merhaba, ben Berk." dedi bana hitaben.
"Bende Kağan, memnun oldum." dedim. Daha sonrasında kolumdaki saate baktım. Saat 6.45'ti.
"Berk,"
"İçtimaları başlamıştır, gel gidelim."
"Tamam abi," dedi ve ilk yardım çantasını aldı. İçimde yara bandı, gazlı bez, batikon falan vardı. Çok kapsamlı değildi.
İçtima alnına vardığımızda 14 asker vardı ve hepsinin yüzünde balaklava vardı.
*balaklava, sadece gözlerin açık olduğu, boynu ve tüm yüzü kapatan siyah veya kamuflaj rengimdeki kumaş maskeye denir.
5 kadın asker, 9 erkek asker vardı. Hepsi özel kuvvetlerdi.
"Hay maşallah." dedi Berk.
"Neden öyle dedin?"
"Ben burada geçen senden beri çalışıyorum abi, bir tane bordo bereli tim vardı, şimdi ikiye çıkmış hatta üçe çıkacak. Onları böyle dimdik görünce gururlandım." dedi.
"Bende." dedim ve gülümsedim. Banka oturduk.
"Berk,"
"Efendim abi?"
"Bu bir tane tim, şu Beste hemşirenin bahsettiği tim mi?" dediğimde güldü.
"Türkiyenin en başarılı bordo bereli timini mi diyorsun?" dedi. Evet anlamında başımı salladım.
"Evet, hatta şu mavi gözlü Kırşan komutanı görüyor musun? Soldan ikinci." dedi. Soldan ikinci askere baktığımda kahverengi saçlarını örgü yapmış olan askeri gördüm. Evet anlamında başımı salladım.
"Heh işte, o Ecel Timinin komutanı." dediğinde yüzüne baktım.
"Ecel Timi işte, bahsettiğimiz." dediğinde bakışlarımı hızla o tarafa çevirdim. Oda konuşmaya devam etti.
"Onun sağındaki Görgülü komutan onun timinde. Ve solundaki diğer altı kişide öyle." dediğinde gözlerimi onların üstünde gezdirdim.
"Yanındaki diğer yedi kişi ise Alaca timi, onlarda çok iyi bir timmiş diye duydum, gerçi Türk askerinin kötü olma ihtimali yok zaten ama." dedi ve güldü.
Alaca timinin komutanı Miraç ve kardeşi Araz bizim aile dostumuzdu. Beraber büyümüştük, her gün görüşürdük eskiden. Fakat sonra onlar memleketlerine Mardin'e geri dönmüşlerdi. Ama İstanbula her geldiklerinde mutlaka görüşürdük. Şimdi bizde Mardin'e taşınmıştık. Yine eskisi gibi olacağımız kesindi. Gülümsedim. Onları fazlasıyla özlemiştim. O sırada abimin sesi duyuldu.
"Evet, parkurdan başlayalım. Kalyoncu, Şimşek pozisyon al!"
. . .
~2207 kelime~
Merhabalar!
Nasılsınız canlarım?
Bu bölümde başlayacaklardı içtimaya aslında ama yine başlayamadılar😅
Bir sonraki bölümde göreceğiz, Merak etmeyin.
Ayrıca bu bölümü diğerlerinden uzun yazdım, almış bana👏🏻👏🏻
Alya hakkında be düşünüyorsunuz?👉🏻
Peki ya Korkmazların yaşadıkları?👉🏻
Korkmazlar davranışlarında haklı mıydı sizce?👉🏻
Lidya peki, neden bir anda değişti sizce?👉🏻
Kağan😍👉🏻
Birde son olara bölüm hakkındaki düşünceleriniz👉🏻
Bir sonraki bölüme kadar kendinize iyi bakın, sağlıcakla kalın! |
0% |