@birbakipcikiyorumm
|
⭐️Bölümümüzü yıldızlamayı ve yorum yapmayı unutmayınız⭐️
. . .
Şimdiki zaman
Armina'nın anlatımıyla,
"Ben Armina Korkmaz, sen de Doğa Taşkıran olmalısın." dedim. Sesim buz gibi soğuktu. Bakışlarım keskindi. Elindeki şarap kadehi yere düştü ve kırıldı.
"Ne demiştin bana?" dedim. Dudağımın kenarı kıvrıldı. Cevap vermeyince konuşmaya devam ettim.
"Oyun daha yeni başlıyor Lidya, yoksa Doğa mı demeliyim?" Sözlerimin bitmesiyle Lidya'nın yüzüme bir yumruk çakması bir oldu. Kulağım zonklamaya başladı.
"Sen!" diye bağırdı. Bir yumruk daha attı.
"Ne ben? Aşkını itiraf mı edeceksin?" dedim. O sırada çevremden gelen sesleri işitmeye başladım. Korkmazlar, bağırıyor iplerden kurtulmaya çalışıyordu.
İmha timi ve Yüzbaşım bu tarz durumlara alışıktı. O yüzden bağırmıyorlardı fakat gözlerindeki şok olmuş ifadeyi görebiliyordum.
"Mavili!" Kağan'ın haykırışını duydum.
"Lan çözün şu ipleri!" diye bağırdı Kağan bir kez daha. İplerden kurtulmak için debeleniyordu. Tam o sırada Lidya yakama yapıştı ve bir yumruk daha attı, bir yumruk daha ve bir yumruk daha." Beş dakika kadar bir süre bana vurduktan sonra son vuruşuyla dudağım patlamıştı. Ağzımın içine dolan kanı Lidya'nın yüzüne püskürttüm. Hızla geri çekildi.
"İğrenç!" diya bağırdı. Ve odadan çıktı. Böyleleri Türk kanını eline bile sürmek istemezdi. Küçüklüğümden biliyordum.
O odadan çıkınca bakışlarımı Korkmazların, Arslanların ve Timimin üstünde gezdirdim.
"Biliyorum," dediğim sırada öksürük krizi tuttu. Kafamı omuzuma gömdüm ve öksürmeye başladım. Öksürmem bittiğinde hırıltılı bir sesle konuşmama kaldığım yerden devam ettim.
"Biliyorum hepiniz şaşkınsınız fakat lütfen bağırmayın. Lütfen." dedim. Hepsi yine sesini kesti.
"Mavili," Kağan'ın hüzün dolu sesini duyunca bakışlarımı o tarafa çevirdim.
Ve belki de herkesin sormak istediği o soruyu sordu.
"Canın yanıyor mu?" Gülümsedim.
"Benim canım yanmaz." dedim. Tam konuşacağı sırada içeriye birisi girdi. Bakışlarımı oraya çevirdiğimde bu kişinin Lidya olduğunu gördüm.
"Seni öldürücem Armina. Ama önce bildiğin her şeyi ötmen lazım." dedi. Yanıma yaklaştı.
"Rüyanda bile görmezsin." dedim.
"Göreceğiz." dedi. Arkasından iki adamın büyük bir kova getirdiğini fark ettim. Kovayı Lidya'nın arkasına bıraktılar ve bir tamesi bana doğru yaklaşmaya başladı. Lidya önümden çekildi.
Tavana bağlı olduğum zincirleri çözdükten sonra bileklerime kelepçe taktı. Şu an hiç bir şey yapamazdım. Yapacağım her bir hareket, sivilleri tehlikeye atmaktan başka bir işe yaramazdı.
Beni o kovaya doğru yürüttü. İçinin su solu olduğunu gördüm.
Beni Lidya'nın önüne fırlatırcasına itti. Lidya beni saçımdan kavradı ve diz kapağıma sert bir tekme attı. Ben de dizlerimin üzerine çökmek zorunda kaldım.
"Hala hiç bir soruma cevap vermedin Birgen." dedi. Bana hitap ettiği kelimeyi duyunca kelepçeli ellerimi kafasının arkasına geçirdim ve karnına tekme atarak onu yere yatırıp üstüne çıktım.
"Benim. Adım. Armina!" diye bağırıp kafasına kafa attım. Sinirden ellerim titriyordu.
Odadaki tüm adamlar bu tarafa doğru gelmeye başladı. Ve birisi sırtıma çok sert bir şekilde odunla vurunca ağzımdan bir çığlık kaçtı. İstemsizce yere yığıldım. Lidya da üzerime çıktı ve kafasını kollarımın arasından çıkarttı.
"Bana bak! Karşında ben varım! Senin olmak istediğin kişi! Doğa Taşkıran! Haddini bil!"
"Ben pek had bilmem. Ama bildiririm." dedim. Ve sonrada sanki arkadaşımla sohbet ediyormuşum gibi bir ses tonuyla konuştum.
"Ve ben, sen olmayı hiç bir zaman istemedim. Karşındaki Armina Korkmaz. Bence sen haddini bil tatlım." dedim ve göz kırptım. Sinirle saçımı kavradı ve kafamı suya daldırdı.
Kağan'ın 'Mavili!' diye bağırışını duymuştum fakat sonra dediklerim aklına gelmiş olacak ki sustu. Yaklaşık iki dakika kadar sonra kafamı sudan çıkarttı. Derin bir nefes aldım ve sonrada öksürmeye başladım.
"Sevkiyattan. Nasıl. Haberiniz. Oldu?!" diye bağırdı.
"Bir şey soracağım." dedim. Cevap vermeyip saçımı geriye doğru çekmeye devam ettiği sırada konuştum.
"Bu su içme suyu mu? Ona göre içeceğim. İçme suyu dışında su içince mideme dokunuyor da." dedim ve gülümsedim. Sinirinin an be an arttığını yüz ifadesinden gördüm. Kafamı hırsla suya soktu. Hazırlıksız yakalandığım için boğazıma su kaçtı ve suyun içinde öksürmeye başladım.
Nefes almam lazımdı fakat dayanabilirdim. Tam bir tık daha iyi olduğum sırada bacağımdan vücuduma elektrik akımı verildiğini hissettim. Titremeye başladım. Boğazıma daha çok su kaçtı.
Çok kötü olmuştum. Nefes almalıydım.
İki dakikadan daha fazla bir süre geçmişti. Artık ölüme yaklaştığımı hissediyordum. Tam o sırada Lidya kafamı sudan çıkarttı ve öksürmeye başladım.
"Ne oldu? Canın mı yandı?" dedi. Nefes nefeseydim. Hala zangır zangır titriyordum. Ağzımdan kan akıyordu. Berbat bir haldeydim.
Etrafımdan gelen sesleri algılayamıyordum. Fakat herkesin bağırmaya çalıştığını duyabiliyorumdum.
"Devam et. Çünkü konuşmayacağım." dedim. Kafamı tekrar suya soktu. Daha nefes bile alamadan suya girmiştim. Vücudumu yine elektrik akımı verdi. Titremem hiç durmamıştı, daha da artmıştı.
Kafamı sudan çıkarttı ve saçlarımdan beni geriye doğru çekti. İşkenceye başladığından beri ağzımdan hiç acı dolu ses çıkmamıştı fakat kafamı sertçe zemine vurup vücuduma tekrar akım verdiğinde artık dayanamadım ve çok yüksek bir sesle bağırdım.
"Hani canın acımazdı!?" diye bağırdı. Kafamı bir kez daha geriye vurdu.
Nefes nefese konuştum.
"Canımın acıdığını mı zannediyorsun?" dedim. Sesim hırıltılıydı.
"Asın şunu tavana!" diye bağırdı.
"Burda yapma." dedim. Yüzüme alay dolu bir ifadeyle baktı.
"Yalvaracak mısın Üsteğmen?" dedi.
"Ben yalvarmam." dedim. Hala nefesim düzene girmemişti.
"Sivilin önünde yapma, başka bir yerde istediğin kadar devam et. Çocuk var lan çocuk." Her ne kadar bazıları beni sevmesede ailem vardı burda, canları yanardı.
Ecel'in yüzünden canlarının nasıl acıdığını anlayabiliyordum. Onların canının yanmaması için ölebilirdim.
"Yaa, öylemi?" dedi. Ve bana vurmaya başladı.
Tahminlerime göre 2 saat boyunca aralıksız bir şekilde işkenceye devam etmişti. Arada bağırıyordum çünkü acım dayanılmayacak kadar fazlaydı. Elektrik akımı, daha önce deneyimlemediğim bir şeydi ve gerçekten vücudumun dengesini alt üst etmişti. Onun üzerine vurması, boğması ve daha bir çok şey yapması gerçektende tükenmeme sebep olmuştu. Zar zor nefes alacak hale gelmiştim.
"Sorularıma cevap vermezsen seninle ömrüm boyunca eğlenirim Üsteğmen! Tabii, sen o kadar dayanabilirsen!" diye bağırdı ve yüzüme bir yumruk daha attı.
Ağzımdaki kanı tükürerek çıkarttım. Sadece Lidya'yı duyuyordum. Etraftan gelen diğer sesleri duymuyordum.
"Sana cevap vereceğime bir ömür esir kalırım daha iyi." dedim. O sırada kapıdan içeriye bir it girdi.
"Heval, Tekayla Mühendis seni çağırıyor." dedi.
"Geliyorum." demesiyle it kafa salladı ve odadan çıktı.
"Gönül isterdi ki kafana sıkayım ama," dedi ve silahını çıkartıp koluma sıktı. Ağzımdan ufak bir inleme kaçtı.
"Bırakın lan beni! Ona dokunan ellerini kırarım senin!" Kağan debeleniyordu. Etraftan gelen diğer sesleri ayırt edemiyordum fakat o kadar yüksek sesle bağırmıştı ki, ayırt edememek imkansızdı.
"Aa küçük Kızıl Gölge'nin canı mı yanmış?" dedi. Ve adamlardan birine döndü.
"Rüzgar'ı çözün, tıbbi çantayı verin ve hepiniz odadan çıkın. Kardeşine yardım edeceğini zannetmiyorum ama," dedi ve güldü. Bütün itler aynı anda güldü. Bense ağırlığımı sağ koluma vermiştim. Acımı biraz azaltıyordu. Fakat tavana asılı olduğum için bu pozisyonda 20 dakikadan fazla duramazdım. Vücudum her yeri acıyordu.
"Ulan çözün şu ipleri! Hepinizi nasıl öldürüyorum izleyin!" diye bağıran Kağan'a çevirdim gözlerimi. İpleri çözmeye çalışıyordu. Bakışlarım Rüzgar'a doğru ilerleyen adamlara döndü.
Adamlar rüzgarı çözdüler ve dışarıdan bir tıbbi çanta getirdiler. Benim tavana asılı olduğum zincirleri çözdüklerinde yere yığıldım. Ellerimi kelepçeleyip odadan çıktılar. Herkesin bağırışı zihnimi bulandırıyordu. Rüzgar hızla yanıma geldi ve yere eğildi.
"Abicim! İyi misin?" dedi. Sesinde telaş vardı. Ne dediğini anlamam 10 saniyemi aldı. Başımı olumlu anlamda salladım.
Bir dakika, bana abicim mi demişti? Yok kafam bulanık olduğu için yanlış duymuşumdur; dedim kendi kendime.
"İyi değilsin, ama olacaksın." dedi. Üstümdeki üniformayı çıkarttı. İçimdeki yeşil tişört vardı ama o engel değildi. Pazılarımın olduğu yere sıkmıştı.
Eliyle yarayı kontrol etmeye başladı.
"İyi mi? Rüzgar abi iyi mi? Bir şey söyle!" diye bağırdı Kağan.
"Kağan kes sesini! Hepiniz susun! Bu kız kaç saattir elektriğe ve işkenceye maruz kalıyor! Sesiniz onu rahatsız etmekten başka bir işe yaramıyor! Zaten ağızlarınız kapalı! Uğultudan başka bir şey olmuyor!" diye bağırdı. Herkes sus pus oldu. Bakışlarımı anneme çevirdiğimde ağladığını gördüm. Babama baktığımdaysa onunda ağladığını gördüm. Rüzgar'ın yaramdaki ellerini hissettim.
Bakışlarım Asya'ya çevrildi. Asya'nın gözlerinden yaşlar akıyordu. Barın bir şeyler sayıklıyordu. Ilgaz bey titriyordu ve kendi kendine konuşuyordu.
Rüzgar bir şeyler söylüyor ve yarama müdahale ediyordu fakat ne dediğini anlamıyordum. Bilincimin kapanmak üzere olduğunu hissediyordum.
Bakışlarım timime döndüğündeyse hepsinin gözlerinin dolu dolu olduğunu gördüm. Yüzbaşıyla içtima yaptığımız gün bana lef eden o iki askerin bile.
Kalplerinde kötülük olmadığını biliyordum. Biz Türk askeriydik. Birbirimize düşman olamazdık. Gözlerinin önüne bürünen hırs onları bu hale getirmişti.
Eminim ki onlarda tıpkı bizim gibilerdi. Yani kardeş gibi. Lidya'nın onlara yaşattıklarından sonra benimde yapacağımdan korkmuş, onları kırmamı istememişlerdi. Tepkileri yanlıştı fakat yapabilecek bir şeyim yoktu. Bir çift laf ettiler diye kendi askerime küsecek halim yoktu. Zaten bakışlarındaki pişmanlık çok bariz bir şekilde okunuyordu.
Bakışlarımı Arslanlara döndüğünde Gökçe'nin ve annesi olduğunu düşündüğüm kadının ağladığını gördüm. Yüzbaşı'nın gözleri de doluydu. Adam, oldukça üzgün görünüyordu. Ağlamamak için kendini sıkıyordu. Türk milleti, kim olursa olsun askerine üzülürdü.
"Abim, iyi olacaksın." dedi Rüzgar. Kendi kendine sayıklıyordu. Söylediklerinden anladığım tek şey buydu.
Kağan'a baktığımda ellerinin titrediğini gördüm. Göz göze geldiğimizde gözünden bir damla yaş altı. Gülümsedim.
"Doktor," dedim fısıldayarak. Rüzgar önce ona söylediğimi zannetti fakat baktığım kişiyi görünce söyleyeceği söz yarım kaldı.
"Mavili," dedi o da benim gibi. Hiç kimseden çıt çıkmıyordu.
"Adımı öğrendin, o işi hallederiz burdan çıkarsak." dedim.
Bir şeyler söyledi fakat anlamadım. Rüzgar beni sarstı, bir şeyler o da söyledi fakat onun da ne dediğini anlamadım. Gözlerim yavaş yavaş kararmaya başlamıştı.
Git gide etrafta ki uğultuların şiddeti azalmaya başladı. Görüşüm bulanıklaştı. Kafamın yana doğru düştüğünü hissettim. Bir el kafamı tuttu.
"Abi," dedim sessizce.
Uğultu tamamen kesildi, görüntüler tamamen yok oldu.
Belki de gözlerim bir daha açılmamak üzere kapandı.
. . .
~1581 kelime~
Merhabalar!
Nasılsınız? İyisinizdir İnşallah.
Ya ben dayanamadım, yazdım yine bölümü🤭
Kısa falan demeyin, bir önceki bölümü atalı daha 24 saat bile olmadı. Ayrıca bir günde yazılmış bir bölüme göre gayet uzun oldu.
Bölüm hakkında hiç bir şey demeyeceğim çünkü beni dövmenizi istemiyorum🏃♀️
Ama vallaha kendi kendine gelişti olaylar, klavyeye dokunduğum an kendi kendine yazılıyor gibi oluyor.
Hem çok bişey olmadı zaten bölümd-
Her neyse; ben daha fazla üzülmek istemiyorum, zaten bölümü yazarken fazlasıyla kötü hissettim🥹
Şimdii gelelim en merak ettiğim kısma!
Bölüm hakkındaki düşünceleriniz👉🏻
Bu arada, lütfen yorumlarınızı benden esirgemeyin. Yorumlarınız benim motivasyon kaynağım💞
Bir sonraki bölüme kadar, sağlıcakla kalın! |
0% |