Yeni Üyelik
40.
Bölüm

34. Bölüm: Acının Gözyaşı

@birbakipcikiyorumm

⭐️Bölümümüzü yıldızlamayı ve yorum yapmayı unutmayınız⭐️

 

.

.

.

 

Şimdik zaman

Armina'nın anlatımıyla,

 

Bölgeden ayrılmıştık. Şu an, sivillerle helikopterdeydik. Aslında ilk olarak buradaki Tugay'a gidecektik. Ahmet Albayımla uzun zamandır görüşmediğim için bu beni sevindirmişti fakat sonrasında Korgeneral Kemal'in emriyle Mardine dönmemiz gerekmişti.

 

Yani Ahmet komutanımı ve Gülgün Sultanı görememiştim.

 

Herkes kendi arasında konuşuyordu. Siviller birbirlerini teselli ediyordu. Ahsen Hanım yanıma gelmişti fakat onu nazikçe kovup, yanıma gelen biri olursa onu helikopterden aşağıya atacağımın garantisini vermiştim. O da el mecbur gitmiş, ondan sonra da kimse gelmemişti.

 

Başım fena zonkluyordu. Arada sağ elim titriyordu. Ayrıca midem inanılmaz derecede bulanıyordu. Bunları Egeli'ye söyleyip onu endilendirmek istemediğim için Mardin'e kadar sabretmeliydim.

 

Zaten kalmıştı şunun şurasında 3 saatlik yok. Dayanabilirdim, eğer ölmezsem.

 

Karıştığımı öğrendiğimden beri, yanlış saymasıysam 5 kez kurşun yemiştim. Ayrıca ondan öncede, 5 ay boyunca işkence görmüştüm. Vücudum, gerçekten yorulmuştu. Bu hissedebiliyordum. Dinlenmeye ihtiyacı vardı. Fakat ben ısrarla onu zorlamaya devam ediyordum. Artık kısa bir molaya ihtiyacım vardı. Bu operasyonda olanlar, artık vücudum için son damla olmuştu.

 

Kendi kendime düşündüğüm sırada yanımdan gelen seslerle kafamı o yöne çevirdim. Ilgaz Korkmaz gelmişti.

 

"Annenize kimsenin gelmesini istemediğimi söylemiştim." dedim.Onu asla affetmeyecektim. Beni umutlandırmıştı, sevildiğimi hissettirmişti ve sonrasında bütün umutlarımı tek tek yok etmişti.

 

"Oturabilir miyim Üsteğmenim?" dedi.

 

"Bilmem, beyniniz otur komutu verebilecek kadar çalışıyorsa, oturma yetiniz vardır demektir savcım." dedim. Bakışlarımı önüme geri çevirdim.

 

Bunu üzerine o da oturdu. Sinirle iç çektim. Şeytan diyor, at kızım helikopterden aşağı. Elim çarptı dersin.

 

Sakinim, sakinim. Çok sakinim.

 

"Üsteğmenim, lütfen dinleyin." dedi. O Savcıydı sonuç olarak. Hem de Cumhuriyet savcısı. Belki de iş hakkında konuşacaktı.

 

"Peki Savcım." dedim. Fakat bakışlarımı helikopterin camından çekmemiştim.

 

"Armina," dedi.

 

"Kızıl Gölge." diye düzelttim.

 

"Kızıl Gölge, iyi misin?" dedi.

 

"İyiyim savcım, başka?" dedim.

 

"Üsteğmenim, ben sana bir şey mi yaptım?" dedi. Cevap vermedim.

 

"Bana, abi demiştin? Ben, ben yanlış bir şey yaptıysam-"

 

"Yanlış bir şey mi?" dedim.

 

"Seni gerçekten canımdan çok seviyorum Üsteğmen. Öl de öleyim. Biricik kız kardeşimsin sen benim. Gördüğüm gibi alıştım sana. Sana layık bir abi olabilmekti tek amacım. Neden benimle konuşmaya bile teşebbüs etmiyorsun?" dedi.

 

"Asya'nın doğum gününde yaptıklarınız yeterli bir sebep savcım." dedim. Beni en çok sen kırdın abi, en çok sen.

 

"Asya'nın doğum günü mü?" Kaşları çatılmıştı.

 

"Asya'nın doğum gününü kutladığımızda sabahtı. Sen yoktun ki, Barın acil bir işin çıktığı için gittiğini söylemişti, Ondan öncede, saçlarını örüp beraber uyumamış mıydık?" Fazlasıyla düşünceli görünüyordu.

 

Nasıl yani? Bu dediklerinin bir tanesinin bile gerçekleşmediğinin farkında mıydı acaba?

 

"Dalga geçme benle Savcı." dedim. Ayaklandığım sırada kolumdan tuttu. O da ayağa kalkıp önüme geçti. Saçlarımı okşadı.

 

"Benim, güzeller güzeli kardeşim. Sen ne olursa olsun benim kardeşimsin. Benim kıymetlimsin." dedi. Kıpırdayamıyordum. Tam onu ittireceğim sırada kafamdaki eli titremeye başladı.

 

"Arminam, güzelim, abim. Neden kırıldın bana? Benim zihnim, fazla bulanık." dedi. Kaşları çatılıydı. Bir anda göz bebekleri titremeye başlayınca telaşla konuştum.

 

"Savcım iyi misiniz? dedim. Yapamıyordum. Sert ve duygusuz tavrımı takınamıyordum. Çabuk yumuşuyordum, hemen endişeleniyordum. İçimdeki küçük kız çocuğu bana izin vermiyordu.

 

Beceriksizdim, hiç bir şeyi beceremiyordum.

 

Duygularımı kontrol edemiyordum, bana olan davranışlarına rağmen onları seviyordum.

 

Yapamıyordum, beceriksizdim işte.

 

Ben telaşla ona bakarken tüm vücudu titremeye başladı.

 

"Ilgaz! Ilgaz iyi misin?" dedim. Kolundan tuttum ve koltuğa oturttum. Helikopterin en köşesinde olduğumuz için kimse bizi görmüyordu.

 

Ellerim istemsizce ellerine gitti. Karşısına kilitlenen bakışlarını bana çevirdi.

 

Daha sonrasında elleri tutan ellerimi sertçe ittirdi.

 

"Sevgiye açsın diye acıyıp sevgi gösterdim. Sonradan sıkıldım, Üsteğmen. Bu kadar yeter dedim. Anlamak zor olmamalı? Kırıldın mı, umrumda değil." dedi ve ayağa kalkıp uzaklaştı.

 

Ne olmuştu öyle?

 

Benden özür dilemeye gelmiş gibi görünüyordu oysa ki?

 

Ayrıca, Asya'nın doğum günü hakkında neden yalan söylemişti?

 

Aklıma bombanın patladığı gün Barınla yaşadığımız o değişik konuşmamız geldi.

 

"Barın iyi misin?" Titremesi bir anda geçti. Yüzüme nefretle baktı.

 

"Bundan bahsediyorum!"

 

"Barın bak ben,"

 

"Anlamıyorsun değil mi?" Dedi ve kahkaha attı.

 

"Deli zannediyorsun beni!"

 

"Hayır hayır asla ben böyle bir şey,"

 

"Sen yanımdayken!" dedi ve üstüme yürüdü. Karşımdaki kim olursa olsun, ne halde olursa olsun böyle bir durumdayken ona yaptıklarının cezasını kesemezdim. Bu yüzden ona engel olmadım. Beni omzumdan ittirdi.

 

"Sen yanımdayken, seni her düşündüğümde zihnim yok oluyor!"

 

"Seni ilk gördüğüm andan beri senden nefret ediyorum!" dedi ve bana yumruk atmaya çalıştı. Yumruğunu yakaladım.

 

"Allah kahretsin! Kafayı yiyeceğim! Sus artık!" dedi ve kafasına vurdu. Bir kez daha vuracağı sırada elini tuttum.

 

"Barın, böyle olmaz. Gel oturalım,"

 

"Sen, hepsi senin yüzünden!" Sözünü kesmeden dinledim. Nefretini kussun istedim. Belki rahatlardı.

 

"Senin hakkında hiç bir şey hatırlamıyorum! Ne DNA testi gününü, Ne Begah ağayı! Hepsini annemler konuşurken duyduğum kadarıyla biliyorum! Bozuntuya vermeden hiç bir şeyin yokmuş gibi davranmak ne kadar zor haberin var mı!?" dedi. Bağırmak istiyor fakat bağıramıyor gibiydi.

 

"Ben, ben galiba deliriyorum."

 

Gerçekten anlamıyordum. Numara yapıyorlar diye düşündüm ilk başta fakat Barın'ın ve Ilgaz'ın o hali gözümün önüne gelince bu şıkkı eledim.

 

Ben düşüncelere dalmışken tekrardan yanıma birinin yaklaştığını duyunca sıkıntıyla iç çektim.

 

Kafamı arkama doğru çevirdiğimde gelinin Kağan olduğunu gördüm.

 

"Oturabilir miyim?" dedi. Başımla onayladım. O da oturdu. 1 dakika kadar ikimizde konuşmadık. Sonrasında o konuştu.

 

"Nasıl hissediyorsun? Orada yaşadıkların,"

 

"İyiyim doktor," dedim. Fakat iyi değildim.

 

"Hiç öyle görünmüyorsun, normalde dimdik olan omuzların bugün çökük, ayrıca boynun da. Ellerin arada titriyor ve elin sürekli başına gidiyor. Bu da başının ağrıdığına işaret." dedi. Güldüm.

 

"Doktor, doktorluğunu konuşturdu. Aferin sana fakat istesem hepsini gizleyebilirim. Sadece,"

 

"Gizleyemeyecek kadar yorgunsun." dedi.

 

"Nerden çıkarttın bunu?" dedim.

 

"Ben anlarım." dedi. Güldüm.

 

"Öyle mi çok bilmiş?" dedim.

 

"Öyle." dedi. Güldüm. Fakat gülmemle kalbime bir ağrı saplanması bir oldu.

 

Elim istemsizce kalbime gitti.

 

"İyi misin?!" dedi ve bana yaklaştı. Elimle onu durdurdum.

 

"Bir şeyim yok," dedim.

 

"Kağan,"

 

"Hm?" dedi.

 

"Ben sana bir şey soracağım."

 

"Sor bakalım." dedi.

 

"O gün, Gökçe neden-" Bir anda yüzü asıldı.

 

"Bunu, daha sonra konuşsak?" dedi.

 

"Peki," dedim.

 

Ve sohbet etmeye devam ettik. Aradan bir saat kadar geçmişti, onunla sohbet etmek bütün sıkıntılarımı yok etmişti.

 

"Kağan," dedim.

 

"Efendim güzellik?" dedi. Dediği şeylerle kıpkırmızı oldum.

 

"Şu yemek işini, müsait olduğum bir güne ayarlayalım." dedim. Ve ayağa kalktım. O da heyecanla ayağa kalktı.

 

"Vallaha mı? Vallaha de!" dedi. Aslında yanıma geldiğinden beri söyleyecektim fakat sohbete o kadar dalmıştım ki aklımdan çıkmıştı.

 

"Vallaha." dedim. Güldü.

 

"Buna sevindim mavili." dedi.

 

"Emin ol yüzünden anlayabiliyorum Doktor." dedim. Kulağımın arkasındaki saç yüzümün önüne gelince onu kulağımın arkasına geri sıkıştırmak için elimi kaldırdığım sırada eli elimi tuttu.

 

Daha sonrasında saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Arkamı dönüğüm sırada bize bakan Uraz'ı gördüm.

 

Nasıl fark etmemiştim?

 

Ee, Kağan olunca bütün duyular ona odaklanıyor. dedi içimden bir ses.

 

"Komutanım, bir maruzatım var." dedi.

 

"Nedir?" dedim. Ellerimi arkamda birbirine kavuşturdum.

 

"Albayım, karargaha değil, hastaneye gitmemizi söyledi. Helikopter, hastanenin önünde duracak."

 

"Neden?" dedim.

 

"Sakine Sultan." dedi.

 

"Ne olmuş anneme Aktan, uzatmasana!" dedim.

 

"Komutanım, annem."

 

"Aktan!" diye bağırdım.

 

"Sakine Bozkurt kalp krizi geçirmiş komutanım." demesiyle ellerim çözüldü.

 

"Neden?" dedim. Sesim, neredeyse çıkmamıştı.

 

"Teka'nın adamları, bir kaç gündür takip ediyormuş. Bugünde, kaçırmaya çalışmışlar komutanım. Sakine Bozkurt da onlara bıçak çekmiş. Albayım tam zamanında gelmiş fakat yediği ve içtiği bir şeye attıkları ilaç, kalp krizine yol açmış." demesiyle içimde kopan fırtınayı dışarıya yansıtmamak için kendimi zorladım.

 

"Durumu?" dedim.

 

"Bilmiyoruz komutanım." dedi.

 

"Ecel!" diye öyle yüksek bağırdım ki bir kaç kişinin irkildiğini gördüm. Hepsi ayağa kalktı.

 

"Emredin komutanım." dediler. Hepsinin sesi yorgundu.

 

"Kendinize gelin! Hemen!" diye bağırdım. Omuzlarım dik, ifadem dümdüzdü.

 

"Emredersiniz." dediler fakat seslerinde ki hüzünü hissedebiliyordum.

 

İki saat boyunca hiç konuşmadım. Ecel de öyle. Diğerleriyse bizim neden bir anda böyle olduğumuzu düşünüyorlardı bence.

 

Tabii bilemezlerdi; anne dedikleri, sığındıkları kişinin acısını anlayamazlardı.

 

Sakine Bozkurt, bizim annemiz olmuştu, başımızı okşamış, sonsuz sevgisini sunmuştu.

 

Onun ölüme bu kadar yakın olması, hepimizin içini yakıyordu.

 

Kendim umrumda değildim, fakat ailem dediğim insanların acısı beni öldürmeye yeterdi.

 

2 saat sonra

Armina'nın anlatımıyla,

 

"İmha," dedim.

 

'"Emredin komutanım!"' dediler hep bir ağızdan.

 

"İnişe geçiyoruz, sivillerin hepsini indirin!" dedim.

 

"'Emredersiniz!" dediler. Bende maskemi yüzüme taktım.

 

Bir kaç dakika sonra helikopter piste indiğinde pervanelerin durmasını bekledik. Sonrasında kapıları açtım ve ilk inen ben oldum.

 

1 doktor ve 3 hemşire bizi bekliyordu.

 

Onlara doğru ilerledim. Arkamdan sıra sıra herkesin helikopterden indiğini duyabiliyordum.

 

Biz helikoptere daha yakınken, Tim ve siviller binaya daha yakındı. Arkamda bir bina vardı.

 

Doktor bir adım öne çıktı. Sakine annem için endişelendiğimi anlamaması gerekiyordu. Bu yüzden belli etmemeliydim. Direkt sorarsam çok belli olacağından ilk önce tanışmalıydık.

 

"Merhaba, ben Kızıl Gölge." dedim. Elimi uzattım.

 

"Memnun oldum, bende Uzman Cerrah Tarık."

 

"Bende memnun oldum."

 

"Bozkurt Albayın eşi,"

 

"Durumu şimdilik stabil komutanım." dedi. Başımla onayladım. Gülümsedim, kocaman hem de. O görmedi. Sevinçle Ecel'e döndüm.

 

"Ecel timi, durumu stabil." dememle hepsinin yüzündeli ifade aydınlandı. Tam o sırada yandaki binanın tepesinden buraya yansıyan, yuvarlak küçük ışığı gördüm.

 

Daha dikkatli baktığım sırada bunun bir uzak mesafe silahı olduğunu gördüm.

 

"İmha!" dedim. Onlar ses tonumdan anladı ve hızla silahlarını havaya kaldırdılar. Neler olduğunu anlamak için etrafa bakıyorlardı. Bense silahın hedefinde kimin olduğunu anlamaya çalışıyordum.

 

"Görgülü, Çetin! Sivilleri ve sağlıkçıları içeriye götürün hemen!" diye bağırdım. Onlar tam sivillere yöneleceği sırada silahın hedefinde Kağan'ın olduğunu gördüm. Gözlerim korkuyla açıldı. Tam Kağan'a bağıracakken silahı tutan kişinin elinin tetiğe gittiğini gördüm.

 

"Kağan!" Sesim korku doluydu. Ona bir şey olmasına izin vermezdim.

 

Hızla arkamı söndüm ve koşmaya başladım. Bunların hepsi saniyeler içersinde gerçekleşmişti.

 

Kağan'a yaklaştığımda üstüne atladım. Tam o sırada, biz yere düşmeden bir kurşunun havayı deldiğini duydum.

 

Kurşun sırtıma saplandı, sesler kesildi. Çığlıklar bağırışlar, hepsi yok oldu. Kulaklarım, etraftaki sesleri duymayı reddetti. Kağan hızla oturur pozisyona geldi, beni kucağına yatırdı. Bir şeyler söylüyordu, bağırıyordu fakat duyamıyordum. Hiç bir şey duyamıyordum.

 

Gözlerimi Kağan'ın gözlerine kenetledim. Onun kollarında ölmek, güzel hissettirmeliydi.

 

Konuşmak istedim, dudağımı kıpırdatamadım. Saçlarına dokunmak istedim, ellerim kalkmadı. Sadece baktım, o yemyeşil gözlerine. Kaydoldum gözlerinin içinde, sığınmak istedim onun kollarına. Sarılmak istedim ona, kollarım hareket etmedi. Gözümden bir damla yaş döküldü.

 

Yavaş yavaş görme yetim kayboldu, sonrasında ise yavaş yavaş vücudumu hissetmemeye başladım.

 

Hissettiğim tek şey, yavaşlayan nabzımın atışlarıydı.

 

Duyular kayboldu, zaman yok oldu. Geriyeyse sadece acının göz yaşı kaldı.

 

.

.

.

 

~1646 kelime~

 

Merhabalar.

 

Nasılsınız, iyisinizdir inşallah.

 

Bölüm hakkında tek bir kelime dahi etmeyeceğim, fazlasıyla üzüldüm zaten.

 

Bildiğiniz üzere, haftaya yazılılar başlıyor. Bu yüzden bölümler gecikebilir.

 

Ama yazarınızın sizi bölümsüz bırakmayacağını unutmayın lütfen.

 

Anlayışınız için teşekkür ederim.

 

Ayrıca, yazım hatalarım varsa, affola.

 

Gelelim en merak ettiğim kısma,

 

Bölüm hakkındaki düşünceleriniz👉🏻

 

Bir sonraki bölüme kadar, sağlıcakla kalın!

Loading...
0%