Yeni Üyelik
43.
Bölüm

37. Bölüm: Küçük Kız

@birbakipcikiyorumm

⭐️Bölümümüzü yıldızlamayı ve yorum yapmayı unutmayınız⭐️

 

.

.

.

 

 

9 Ağustos 2008

21.49

 

Yazarın anlatımıyla,

 

"Özür dilerim baba!" diye bağırdı küçük kız.

 

"Bıktım senden Birgen! O Türk Askerlerine yaptığımdan daha beterlerini yapacağım sana!"

 

Küçük kızın kafasını yine suya batırdı babası. Kız artık nefes almak istiyordu. Refleks olarak nefes aldığımda ciğerlerine su kaçtı. Suyun içinde öksürmeye başladı.

 

Öksürdükçe sular daha çok boğazına kaçıyordu. En sonunda babası kafasını sudan çıkarttı.

 

"Öldüreceğim seni!" diye bağırdı. Küçük kız bir umut annesi ve abisene baktı. Annesi havuzun diğer ucunda, oğluna meyve soyuyordu. Abisi ise annesinin saçlarını örüyordu. Küçük kıza olanlar pekte umurlarında değil gibiydi. Bir damla daha yaş döküldü küçük kızın gözlerinden.

 

"Baba özür dilerim," dedi küçük kız tekrar.

 

"Ne özrü, Ne özrü! Ulan biz seni boşuna mı çalıştırıyoruz! Sen o paralarla git kendine kitap al diye mi?" dedi. Kızın kafasını tekrar havuza soktu.

 

Küçük kız tutabildiği kadar tuttu nefesini. Artık nefes alması gerekiyordu. Titremeye başladı.

 

Bir kaç saniye sonra babası kafasını sudan çıkarttı küçük kızın. Küçük kız nefes almaya çalışırken babası küçük kızı çimlere doğru fırlatırcasına itti. Kızın titremesi hala geçmemişti, eli boğazından öksürüyordu.

 

"Canlı canlı gömeceğim seni! Boğulmanın nasıl bir şey olduğunu anlarsın belki? Senden de kurtulmuş olurum!"

 

"Baba, yapma." dedi zar zor küçük kız. Sesi titriyordu. Adam umursamadı, bakışlarını oğluna çevirdi ve konuştu.

 

"Servet, Alihan abini çağırır mısın oğlum?" dedi. Oğluyla konuşurken, ilgilenirken melek gibi bir insana dönüşüyordu. En çok da bu acıtıyordu küçük kızın canını, ne yapmıştı da ailesi onu sevmemişti?

 

"Tabii ki babacığım." dedi küçük kızın abisi. Bileğindeki tokayı annesinin saçının ucuna taktı. Tam ayaklanacağı sırada annesi oğlunun ağzına doğru bir dilim mandalina uzattı.

 

"Aç ağzını bir tanem." dedi. Oğlu ağzını açtı ve mandalinayı yedi. Daha sonra annesine gülümsedi ve eve doğru ilerledi.

 

Küçük kız hale çimlerin üzerinde titreyerek duruyordu.

 

Bir kaç dakika sonra Servet, yanında Alihanla beraber dışarıya çıktı.

 

"Beni çağırtmışsın Teka?" dedi Alihan.

 

"Tabur lazım bana." dedi. Servet, gülümseyerek kardeşine baktı. Küçük kız, bakışlarını hızla kaçırdı. Korkudan titremesi artmıştı.

 

"Anladım ağabey, yarım saate hallederim." dedi.

 

"Sağ ol Alihan." dedi adam. Kızına döndü.

 

"Yürü benimle!" diye bağırdı ve kolundan tutarak resmen sürüklemeye başladı.

 

Küçük kız korkudan ve acıdan tir tir titriyordu.

 

Babası küçük kızı arabaya zorla bindirdi. Daha sonrasına kendiside sürücü koltuğuna bindi ve yol almaya başladılar.

 

Küçük kız en sonunda dayanamayarak sordu.

 

"Baba, nereye gidiyoruz?" sesi titriyordu küçük kızın. Babası dikiz aynasından arka koltukta oturan kızına çevirdi bakışlarını,

 

"Gidince görürsün, Birgen." dedi. Küçük kız babasını başıyla onayladı.

 

40 dakika kadar sonra karanlık, çimlik bir alana gelmişlerdi.

 

Arabadan indiler. Beklemeye başladılar. Küçük kız neyi beklediklerini sormak istiyordu fakat korkudan soramıyordu.

 

Babası sakinleşmiş gibi görünüyordu, küçük kız biraz da olsa rahatladı. Başına gelecekleri bilmeden.

 

Bir kaç dakika sonra kasalı bir araba yaklaştı. Arabanın içinden Alihan ve dört kişi daha indi.

 

"Baba?" dedi korkuyla küçük kız.

 

"Alihan, bir metre kadar kazsanız yeter." dedi küçük kızın babası. Alihan başıyla onayladı. Adamlara işaret verdi. Dört adam arabanın kasasına doğru ilerleyip kürek aldı.

 

"Baba, neler oluyor?" Babası bir süre yüzüne baktı küçük kızın. Sonra önüne döndü.

 

Küçük kız, ıslak saçları ve kıyafetleriyle yaz olmasına rağmen üşüyordu. Üzerinde askılı bir elbise vardı. Sarı bir elbiseydi.

 

Toprağı kazan dört adamı izliyordu küçük kız.

 

Aradan yaklaşık 10 dakika geçtikten sonra adamlar arabaya doğru ilerlediler. Bagajdan bir tabut çıkarttıklarında küçük kız korkuyla babasının tişörtünün eteklerine tutundu. Babası kızı sertçe ittirdi.

 

"Baba," dedi küçük kız. Sesinde korku vardı.

 

Dört adam, tabutu kazdıkları o çukurun içersine yerleştirdiler.

 

İki adam küçük kıza doğru yaklaştığında küçük kız korkuyla bağırdı.

 

"Yardım edin!" Çığlıklar attı, yardım dikendi fakat kimse yardım etmedi.

 

Etrafta küçük bir kulübe dışında hiç bir şey yoktu.

 

"Yalvarırım bana yardım et baba!" diye bağırdı küçük kız. Adamlar, kızı babasının önüne götürdü sürüyerek. Çırpınmaktan enerjisi kalmamıştı.

 

"Sana bunu yapandan yardım dilenmen ne kadar doğru?" dedi. Adamlara başıyla işaret verdiğinde adamlar kızın ellerine ve ayaklarına kelepçe taktılar.

 

Kızı tabutun içine koydular, tabutun kapağını kapattılar. Küçük kız, yalvarıyor bağırıyor çağırıyordu fakat kimsenin umrunda değildi.

 

"Baba, baba lütfen! Lütfen yapma!" diye bağırdı kız kalan son gücüyle. Fakat babası cevap vermedi.

 

Tabutun üzerine bir şeylerin düşme sesiyle irkildi küçük kız, o an anladı. Üzerine toprak atıyorlardı.

 

"Hayır, hayır! Yalvarırım! Yapmayın!" diye bağırdı. Tam o an da, esir düşen Askerlerin yaptıkları geldi aklına. Asla yalvarmayışları, daima dik duruşmarı geldi. Sesini kesti. Öleceksede, bir asker gibi ölmek istiyordu.

 

Korkudan tir tir titriyordu. Üzerine atılan her kürekte biraz daha korkuyordu fakat konuşmuyordu. Yalvarmıyordu, belkide asker olamayacaktı ama asker gibi ölmek istiyordu.

 

Bir kaç dakika sonra dayanamayıp ağlamaya başladı. Çok sessizdi yerin altı, yukarıdakilerin attıkları adımlara kadar duyabiliyordu küçük kız.

 

O sırda Yılmaz Taşkıran, arabasına binmiş telefonla konuşuyordu.

 

"Eğer fark eden olmazsa, ölecek."

 

"Eğer ki birisi fark ederse yaşayacak. Gelecekte işimize yarayacak." Karşı tarafı dinledi bir kaç saniye.

 

"Evet, ölmesi işimize gelmeyeceği için derin kazdırmadım." Karşı tarafı dinledikten sonra konuştu.

 

"O salak yaşamının bir yolunu bulur." dedi ve kahkaha attı. Karşı tarafın söyledikleriyle gülümsedi.

 

"Merak etme, bende." dedi ve telefonu kapattı.

 

 

10 dakika sonra

 

Yazarın anlatımıyla,

 

Korkuyordu küçük kız, hayatında yaşadığı en korkutucu andı belkide. Titriyordu, gözlerinden yaşlar akıyordu. Fakat elini kaldırıp gözlerini silemeyecek kadar aciz bir durumdaydı.

 

Ne çok havasızdı burası? Ve de sessiz?

 

Çok korkutucuydu, fazla korkutucuydu.

 

Toprağın içinde akan suların seslerini duyabiliyordu. Sadece bu korkutucu ses vardı.

 

"Yardım edin!" diye bağırdı tekrar. Gitgide tabuttaki havanın azaldığını hissediyordu.

 

Nefes almak gitgide zorlaşıyordu.

 

Kelepçe bileklerini öyle çok sıkıyordu ki, bileğinden kanlar süzüldüğünü hissediyordu küçük kız.

 

Bir kez daha zorladı kendini,

 

"Lütfen yardım edin!" diye bağırdı.

 

"Nefes, nefes alamıyorum." diye fısıldarcasına konuştu.

 

"Boğuluyorum! Yardım edin!" diye bağırdı bir kez daha.

 

Elleri ve ayakları buz gibi olmuştu. Dişlerine kadar titriyordu korkudan. Nefes alamadıkça stresleniyordu.

 

Tam o sırada ayak sesleri duydu küçük kız, bağırmak istedi fakat bağıramadı. Boğazına bir yumru oturdu. Bu ayak sesleri, onun yaşamak için son şansıydı belkide.

 

"Yardım," dedi. Nefes almaya çalışıyor, fakat yetersiz havadan dolayı zorlanıyordu. Ciğerleri daha fazlasını hissediyordu.

 

"Yardım edin! Toprağın,". Öksürük krizi tuttu küçük kızı. Dışarıdan telaşlı bir ses geldi.

 

"Nerdesin?" diye bağırdı. Küçük kız cevap vermek istedi, konuşacağı sırada kelimeler boğazına dizildi. Öksürük krizi tekrar başladı.

 

Yukarısındaki kişinin tekrar bağırdığını duydu.

 

"Nerdesin!?" bu kez daha sesli bağırmıştı. Küçük kız kelepçeli ellerini zar zor boğazına götürdü. Boğazını ovdu buz gibi olmuş titreyen elleriyle.

 

Kendini konuşabilecek gibi hissettiğinde son gücüyle bağırdı.

 

"Toprağın, toprağın altındayım!" diye bağırdı. Ses telleri yırtılırcasına bağırmıştı.

 

Titremeleri geçmiyordu. Korkuyordu, çok korkuyordu.

 

"Ne?" dedi genç adam, çaresizce. Daha sonrasında telaşla bağırdı.

 

"Dayan! Dayan küçüğüm! Burası yeni kazılmış, tamam mı? Merak etme! Kurtaracağım seni!" diye bağırdı genç adam.

 

Bir koşuşturma sesi duydu küçük kız. 30 saye kadar sonra toprağın kazılmaya başlandığını işitti.

 

Yukarıda ki kişi çok hızlı kazıyordu. 4 adamın 10 dakika da kazdığı çukuru tek başına 5 dakika da kazmıştı.

 

Genç adam, küreğinin sert bir şeye değmesiyle hızla oranın etrafını temizledi. Karşısına çıkan tabuta baktı 10 saniye kadar. Küçücük kız çocuğuna nasıl kıymışlardı?

 

Titreyen elleriyle açtı tabutun kapağını. Elleri ve ayakları kelepçeli, sessizce ağlayan ve zangır zangır titreyen kızı görünce telaşla konuştu.

 

"İyi misin!?" dedi telaşla. Küçük kız cevap veremeyecek kadar küçük haldeydi. Tabutun kapağı açılınca aldığı oksijen, bir nebze rahatlamasına sebep olmuştu.

 

Çukura doğru eğildi genç adam. Kızı kucağına aldı.

 

"Te-teşekkür ederim. Ölmeme izin vermediğin için." dedi küçük kız. Sesi çatallı ve kısık çıkıyordu.

 

Genç adam cevap veremeyecek kadar kötü olmuştu. Kim kıyardı bu güzelliğe?

 

Asıl amacı olan çiftliğe doğru yürümeye başladı. Küçük kız hala titriyordu.

 

"Benimle konuşabilir misin? Orası çok sessizdi. Bu-bu korkutucu." dedi. Genç adamın gözünden bir damla yaş aktı.

 

"Sakin, sakin ol. Çıkarttım seni ordan. Kim yaptı sana bunu? Annen baban nerde?" dedi genç adam.

 

"Ba-babam." dedi küçük kız titreyen sesiyle. Genç adam bir anda yürümeyi bıraktı.

 

"Anlayamadım?"

 

"Ba-babam yaptı abi." dedi. Genç kız, ilk kez 'abi' kelimesini sevdiği birine söylemişti.

 

Genç adam küçük kızın başına bir buse kondurdu.

 

"Seni asla onlara vermeyeceğim, korkma." dedi küçük kıza. Küçük kız, hayatında ilk defa içten bir şekilde gülümsedi.

 

"İyi ki beni buldun." dedi. Moreli biraz düzelmiş olsa da hala yaşadıklarının etkisindeydi. Zangır zangır titriyordu. Bağırmaktan sesi kısılmıştı.

 

"İyi ki güzellik, iyi ki." dedi. Küçük kız aldığı iltifatla utandı. Yanakları kıpkırmızı oldu.

 

Bağ evine geldiklerinde genç adam kızı kanepeye yatırmış, ona sıcak bir bitki çayı ve kurabiyeler yedirmişti. Bileklerine ve vücudundaki diğer yaralara merhem sürmüştü. Küçük kızın aç olduğunu düşünüp yemek yapmak istediğini söylediğindeyse küçük kız onu yalnız bırakmaması için resmen yalvarınca küçük kızın ayak ucuna oturmuştu.

 

O an herkes aklından çıkmıştı, kimseyi aramayı akıl edememişti.

 

Aklına gelenlerle küçük kıza bir dakika işareti yaptı ve babasıyla konuştu. Babası, kızı bir yetiştirme yurduna bırakmasını, gerisini polislerin halledeceğini, Başkomiser arkadaşıyla bu konuyu görüşeceğini söyleyince telefonu kapatmıştı.

 

"Ee, küçük hanım. Emin misin yemek yemek istemediğine?" diye sordu genç adam. Küçük kızın ayak ucuna oturdu.

 

"Hm hm." dedi küçük kız. Ve konuşmaya devam etti.

 

"Sen,"

 

"Burada ne arıyordun?" dedi. Sesi az çıksada onlardan başka kimse olmadığı için duyabiliyordu genç adam.

 

"Ben, dedemin bağ evine yani buraya geliyordum. Arabam arıza yapınca, yürümek zorunda kaldım. İyi ki arıza yapmış." dedi genç adam. Küçük kıza baktıkça gözleri doluyordu. Genç kız dolu gözlerle gülümsedi.

 

"Teşekkür ederim, her şey için. İyi ki beni buldun." dedi küçük kız. Asker olabilecekti, en sevindiği şey buydu. Hayallerine gerçekleştirilecekti. Kahramanı sayesinde.

 

Genç adam kızın sözleriyle gülümsedi ve kızın saçlarını okşadı.

 

"Artık teşekkür etme," dedi. O sırada küçük kız konuştu.

 

"Benim adım kimliğimde Birgen Taşkıran. Ama ben Doğa ismini kullanıyorum. Sende Doğa dersen sevinirim. Diğer ismimi sevmiyorum."dedi. Genç adam duyduğu isimi anlamaya çalıştı.

 

Birgen; yanlızlığa alışmak zorunda bırakılmış, yalnızlığa alışmış kişi anlamına geliyordu.

 

Bir aile, nasıl bu kadar acımasız olabilirdi?

 

Kızına böyle bir isim verecek kadar nasıl küçücük bir bebekten nefret edebilmişlerdi?

 

Küçük kız genç adamın yaşını merak ediyordu. Merakla konuştu.

 

"Ben 11 yaşındayım, peki ya sen?" dedi.

 

Genç adam, kızın daha bu yaşında çektiklerini düşündü, kızını canlı canlı gömen daha neler yapmazdı? İçi acıdı genç adamın. tüm kötülüklerden korumak istedi küçük kızı. Sımsıkı sarıp, herkesten ve her şeyden korumak.

 

Küçük kızın meraklı bakışlarını görünce gülümsedi ve konuştu.

 

"19 yaşındayım." dedi genç adam.

 

"Ben adımı söyledim, senin adın ne?" dedi bu kez genç kız.

 

"Adım Ayhan, Ayhan Korkmaz."

 

 

Şimdiki zaman

 

Armina'nın anlatımıyla,

 

Gözlerimi yavaş yavaş araladım. Gözüme vuran beyaz ışık sinirlerimi bozmaya yetmişti. Yüzümü buruşturarak sinirle söylendim.

 

"Ben bu ışığı buraya koyanın!" dediğim sırada bakışlarım elime kaydı.

 

"Ahsen hanım?" dedim şaşkınca. Elimi tutmuş, kafasını diğer eline yaslayarak uyuyakalmıştı. Gözleri şişmişti.

 

"Ahsen hanım," dedim tekrar. İrkilerek uyandı. Bir kaç saniye yüzüme baktıktan sonra hızla geri çekildi.

 

"Kusura bakma kızım, ben-"

 

"Ben gerçekten uyuyakalmışım, özür dilerim. Senden izinsiz elini-"

 

"Ahsen hanım, ne kusuru." dedim. İçten bir şekilde gülümsedi.

 

"Kızım," dedi Ahsen hanım.

 

"Buyurun Ahsen hanım?" dedim. İki eliyle elimi kavradı.

 

"Bak, ben sana bir şey olunca nefes alamıyorum. Yaşayamıyorum. Sensiz yapamıyorum. Ama kardeşlerinin o aptal davranışlarını fark etmeyip müdahale edemediğim allıma gelince korkuyorum kızım. Beni istememenden korkuyorum."

 

"Anne olamadım sana güzel kızım, benim canımdan bir parçasın sen. Çok özür dilerim, sana layık olamadım."

 

"Ama eğer diyorsanki, ben siz olmadan daha mutluyum, sizi istemiyorum. O zaman yemin ediyorum giderim. Yeter ki sen iyi ol." dedi. Derin bir nefes aldı.

 

"Ama öyle bir düşüncen varsa, bana arada mesajda olsa at olur mu?" dedi. Sesi titriyordu. Gözünden bir damla yaş düştü.

 

"Ahsen hanım,"

 

"Bölme beni kızım." dedi. Başımı elleri arasına aldı.

 

"Kızım, eğer bizi istemiyorsan bile yalvarırım beni sensiz bırakma."

 

"O gün, karıştığınızı öğrendiğimiz günden beri babanla sana her yaklaşmaya çalıştığımdaki ciddi tavrın, umursamazlığın beni çok korkutuyordu. 'Yalçın,' diyordum. 'Neden istemiyor bizi, sevmedi mi yoksa? İyi bir anne değil miyim?' gecelerce ağladım, gecelerce."

 

"Baban sana bu kadar üzüldüğümüzü belli edersek bize acıyacağın için yaklaşacağını söyledi. Söyleyemedim gelipte sana. Kızım," dedi. İkimizinde gözlerinden yaşlar akıyordu.

 

Alnıma bir buse kondurdu.

 

"Özür dilerim, fark edemedim sana söylediklerini. Çok özür dilerim. Telefi edemem biliyorum ama," dediği sırada gözümden bir yaş daha aktı. Göz yaşımı sildi.

 

Annemdi o benim. Kızıydım ben onun.

 

İçimden geleni yapmak istedim. Ve çok sık yapmadığım bir şeyi yaptım, aklımın değil kalbimin sesini dinledim.

 

"Anne," acıyla çıkmıştı bu kelime ağzımdan. Küçükken annesini arayan o küçük kız çocuğu konuşmuştu sanki.

 

"Kızım," dedi ve beni kendine çekti. Hissettiğim acıyı umursamadım. Kollarımı sımsıkı sardım, anneme.

 

"Anne, beni bırakma olur mu?" dedim. Sesim titriyordu.

 

"Daima yanında olacağım güzel kızım, söz veriyorum sana."

 

Anne sıcaklığı, küçüklüğüm aç olduğu duygulardan bir tanesiydi. Küçüklüğümün hep istediği, ama hiç bulamadığı anne sıcaklığı.

 

O an ben orada Ahsen Korkmazı kabullendim, o benim annemdi.

 

.

.

.

 

 

~2079 kelime~

 

 

Merhabalar.

 

 

Nasılsınız, iyisinizdir inşallah.

 

 

Bölüm hakkında konuşmayacağım çünkü, siz anladınız.

 

 

2-3 bölümdür söylediğim gibi, yazılılarım başlıyor. Bu yüzden fazla bölüm atamayacağım. Bunu sürekli söylememin sebebi, tam artık bölüm atmayacağım dediğimde bir bölüm daha yazmam🤭

 

 

Unutmadan, size bir şey söylemek istiyorum. Kitabı düzenlemeye almayı düşünüyorum, yazım hataları ve varsa devrik cümleler, mantık hataları için.

 

 

Ayrıca unutmadan yazım hatalarım varsa affola.

 

 

Geldik en merak ettiğim kısma!

 

 

Bölüm hakkındaki düşünceleriniz👉🏻

 

 

Bir sonraki bölüme kadar, sağlıcakla kalın!

Loading...
0%