@birbakipcikiyorumm
|
⭐️Bölümümüzü yıldızlamayı ve yorum yapmayı unutmayınız⭐️
. . .
Bilinmeyen bir zamanda Yazarın anlatımıyla,
"Abi," dedi genç kız.
"Söyle güzelim."
"Begah abim nerde kaldı?"
"Sana pamuk şeker alacaktı, gelir birazdan." Olumlu anlamda salladı kafasını genç kız.
Bir kaç dakika sonra Begah elinde pembe bir pamuk şekerle onlara doğru yaklaşmaya başladı. Genç kız sevinçle el çırptı.
"Abi!" dedi. Abisine doğru ilerledi.
"Güzelim, al bakalım." dedi ve elindeki şekeri uzattı. Genç kız hızla pamuk şekeri eline aldı ve ambalajını açarak yemeye başladı.
"Toşokkur odorum obi" dedi.
"Ne demek prenses." dedi ve kız kardeşinin başına bir buse kondurdu.
"Abilerim benim, parka gidelim mi?"
"Gidelim, gel hadi." dedi ve parka doğru yürümeye başladılar.
Parka geldiler ve bir banka oturdular. Genç kız, bir kendisine, bir abilerine olacak şekilde sırayla pamuk şeker yediriyordu.
"Tamam güzellik, kalanını sen ye. Biz doyduk." dedi Begah abisi. Buna dünden hazır olan genç kız abisini başıyla onayladı ve pamuk şekeri yemeye başladı.
O sırada onlara doğru yaklaşan dedelerinin asistanını görmek, üçününde beklemediği bir şeydi.
"Fevzi abi? Ne oldu?" dedi Begah. Fevzi bey elini kalbine götürdü.
"Dedeniz, Ziya Bey. Ziya Karan! Evde çıkan yangında alevler içinde yanarak ölmüş!" diye bağırdı.
"Ne?" dedi genç kız. Elleri titriyordu. Semih kardeşini hızla kendine çekti ve kollarıyla sarmaladı.
"Sakin ol bir tanem." diye kulağına fısıldadı küçük kardeşinin.
"Nasıl! Nasıl olur bu!?" diye sinirle bağırdı Begah. Ziya Karan'ın asistanı kararlılıkla konuştu.
"Dedeniz, odasına bir kağıt parçası bırakmış. Kağıtta, tek bir cümle yazıyor efendim. 'Eğer bana bir şey olursa bunun sebebi Korkmazlardır.' Altında da imzası var."
Şimdiki zaman Armina'nın anlatımıyla,
Yatağımda oturuyordum. Annem, ev yemeği yemem konusunda ısrar etmişti. Eve gidip yemek yapacağını söyleyerek odadan ayrılmıştı.
İmha'yı zorla karargahda göndermiştim. Babam, tıpkı annem gibi başımdan hiç ayrılmamış yanımda olmuştu. 3 gündür uyumadığı gözlerinden belliydi. Sürekli saçlarımı okşuyordu. Şirkete gitmemek için ısrar etse de, benim şirketimdeki işlere bakmasını istediğimde beni kırmamak için el mecbur gitmişti. Sena'ya babama şirketteki işleri ve yapılması gerekenleri anlatması hakkında bir mesaj attıktan sonra Barın ve Asya kantinden bir şeyler almaya inmişti. Ilgaz ve Rüzgar Korkmazsa karşımdaki koltuklarda oturuyorlardı.
Konuşmaya çalıştıklarında cevap vermemeye çalışıyordum. Özellikle Ilgaz ve Barınla. Bu değişen tavırlarıyla benimle dalga geçtiklerinden neredeyse emindim. Çünkü sadece bana karşı böylelerdi. Ve bu, sinir bozucu olmaya başlamıştı.
Aklımdaki en büyük soruysa, Kağan'ın nerde olduğuydu. Nerdeydi? Bu iki gündür ondan tek bir haber dahi alamamıştım.
Neden böyle yapıyordu? Bir şey mi olmuştu?
Biyolojik ailemle ise durumlar değişikti. Ilgaz ve Barın dışındaki herkese yavaş yavaş duvarlarım yıkılıyordu. Rüzgar ve Miraç bana Asya ve Barın kadar laf etmemişlerdi. Ama onlara kırgınlığımın en büyük sebebi, kardeşlerini engellemeyip onlara katıldıklarını belirtmeleriydi.
Ama daha önce dediğim gibi, bende onların yaşadıklarını yaşamış olsaydım 'Bu sizin kardeşiniz.' dedikleri kişiye iyi davranmazdım. Ama bana yaptıklarını da yapmazdım.
O yüzden Rüzgar ve Miraç'ı anlayabiliyordum.
Ilgaz, başlı başına hayal kırıklığıydı. Ben üçüncü kez birine içtenlikle 'abi' demiştim ve o beni hayal kırıklığına uğratmıştı.
Asya, daha 19 yaşındaydı. Bu asi tavırlarının, abilerinin baan olan yaklaşımları dolayısıyla olduğunu düşünüyordum. Yıllarca 5 abisine güvenmiş, onların biriciği olmuştu. Onların istemediği ve sevmediği birini pekala oda sevmek istemeyecekti. Abilerinin davranışlarıyla bana bilendikçe bilinmiş, normalde yapmayacağı şeyler yapmıştı. Gözlemlerim bu yöndeydi.
Çünkü Asya, küçücük bir çocuğu bile kırmaktan korkan biriydi. Hastanede gördüğü hasta çocuklara asla acıyarak bakmıyor, onları kırmamak için çaba sarf ediyordu. Yeni tanıştığı insanları kırmamak için de elinden geleni yapıyordu.
Ama bunlar, benim kalbimin kırıldığı gerçeğini değiştirmezdi. Ama davranışlarının altında yatan psikolojik sebebi fark etmiştim son zamanlarda.
Abilerinin sevmediğine, daha tanımadan ön yargıyla yaklaşacak kadar çok güveniyordu abilerine. Arazla ikiz olduğumuz için Araz'ın hemen bana kanın kaynadığını ve bende ki kötülüğü fark edemediğini düşünmüş olmalıydı.
Barın, başlı başına aklımı bulandırıyordu. Değişen tavırları, bazen iyi çoğunlukla kötü olması, benimle yaptığı o değişik konuşma ve daha bir çok şey zihnimi bulandırmaya yetiyordu.
Barın ve Ilgaz da bir gariplik vardı ve bunu çözecektim.
Araz, annem ve babamsa en başından beri bana yaklaşmaya çalışmışlardı. Araz'ı hemen kabullensemde, anne ve babamı hemen kabullenememiştim. Elimin tersiyle itmiştim onları.
Anne ve baba kavramı, benim canımı en çok yakan şeylerdi.
Korkularım, kabuslarım hepsinin sebebi anne ve babamdı.
Onlara hala anne ve baba diyordum çünkü, küçüklüğüm onları çok seviyordu.
Yılmaz Taşkıran'dan o küçücük haliyle nefret ediyordu. Vatana ihanet eden ve zarar veren kimseyi sevmezdim o yaşımda bile.
Ama onu baba yerine koymuştum. Jülide Taşkıranıysa anne. Onlar, ruhumdaki dikiş izleri olarak sonsuza kadar kalacaklardı.
Abim, benim en korkulu rüyalarımın çizeriydi. Babam ve annemden çok abimden korkmuştum. Fakat Çınar abim, abi kavramını benim için öyle güzelleştirmişti ki, abimin yaptıklarının acısını, abi korkumu unutturmuştu.
Anne ve babama tamamen teslim olduğum günse, esir düştüğümüz gündü. Bana asla zarar vermeyeceklerini, kalbimi kırmayacaklarını o zaman anlamıştım. Onlara kapattığım tüm kapıları tek tek geri açmıştım.
Aklıma gelenlerle hızla duvardaki bakışlarımı Rüzgar'a çevirdim.
"Rüzgar,"
"Efendim güzellik?" dedi.
"Telefonumu uzatır mısın?"
"Al bakalım," dedi ve telefonu uzattı. Teşekkürler anlamında kafamı salladım ve önüme döndüm.
Telefonu açtım, Abimi aradım.
"Abi,"
"Efendim güzelim, bir sıkıntı mı var?"
"Yok yok, ben senden bir şey isteyecektim."
"Ne isteyecekmiş bakalım benim fıstığım?" Küçük bir çocukla konuşur gibi konuşmasıyla güldüm.
"Kağan Arslan, telefon numarası ve adresi dahil her şeyini bulabilir misin?"
"Yarım saate elinde güzelim."
"Sağ ol abim."
"Ne demek bebeğim, görevim." dedi. Telefonu kapattım. Sosyal medyaya girdiğim sırda karşıma çıkan posttaki kişi Begah Karandı. Hızla postun açıklamalarını okumaya başladım.
Geçtiğimiz haftalarda Özel Kuvvetler tarafından vatana ihanet ve daha bir çok şuçtan yakalanan Begah Karan'ın sevkedildiği hapishane yaklaşık bir saat kadar önce bombalandı. 4 mahkum, 2 polis ölürken, 18 mahkum, 5 polis yaralandı. Yaralı polislerden ikisinin hayati tehlikesi sürüyor.
Begah Karan ve o hapishanede bulunan, vatan hainliği suçundan içeriye giren tüm mahkumlar kayıplara karıştı.
Olay yeri inceleme ekipleri alana yönlendirildi.
Gördüğüm haberle şokla gözlerimi açtım. Begah Karan, karıştığımızı öğrendiğimiz gün yemek yerken Korkmazların evine resmen baskın yapan o itin ta kendisiydi. Onu yakalamış, sorguya bile çekmiştik, tabii ben sorgu yapılırken hastaneye kaldırılmıştım ama en sonunda hapishaneye sevk edilmişti.
Telaşla yerimde doğruldum ve kolumdaki serumu söküp attım.
"Armina! Ne yapıyorsun?" diye telaşla bağırdı Rüzgar Korkmaz. Ilgaz ise karşısını izlemeye devam ediyordu.
"Karışma bana!" dedim ve hızla Albayımı aradım. Bir kaç çalıştan sonra telefon açıldı.
"Kıdemli Üsteğmen Kırşan." dedim.
"Ne oldu Üsteğmen?" dedi Albay.
"Komutanım, Begah Karan-"
"Haberim var Üsteğmen."
"Komutanım nasıl? Şehit vermişiz! Şehit!"
"Armina,"
"Komutanım, biliyorduk! Karanlarda bir şey olduğunu biliyorduk."
"Ama bu kadarını beklemiyorduk." diye sözümü tamamladı Albay.
"Kızım, İCO sandığımızdan da güçlü. Bunun farkına varmamızı istiyorlar. Bazı ülkelerdeki önemli siyaset insanlarını kaçırıp işkence ettikleri görüntüleri medyaya sızdırmaya çalışmışlar."
"Kapatmam lazım Armina, Tuğgeneralim çağırıyor."
"Emredersiniz." dedim. Telefon kapandı. Arkamı döndüğümde telaşla bana bakan Rüzgar'ı gördüm.
"Aklımı aldın Armina!" dedi ve beni kendine çekip sarıldı.
Öylece duruyordum. Oysa bana sıkıca sarılıyordu.
"Abicim, özür dilerim. Çok özür dilerim. Telafisi yok ama,"
"Ben çok kırıldım biliyor musun?" dedim. Başım göğsüne yaslıydı. Artık dayanamıyordum. Acımı haykırmak istiyordum.
"Çok kırıldım, ama ben kırıldığımı belli etmemeyi öğrenmek zorunda kaldım çok önceden. Anlamadınız belki kırıldığımı, umursamadığımı zannettiniz ama ben sadece gizlemeyi iyi biliyordum." Ellerini saçlarıma koydu.
"Özür dilerim, özür dilerim." dedi. Kafama bir buse kondurdu.
"Özürlerin ruhumdaki yaralara dikiş atmaktan başa bir işe yaramıyor." dedim.
"Armina, bak o kızın bize yaptıklarından dolayı-"
"İkizin hepsini anlattı. Bak, umurumda değil biliyor musun? Ben o kız değilim! Beni istemeyebilirsiniz ama beni kırmak zorunda değildiniz!" dedim. Bunları ben söylemiyordum, bunlar benim cümlelerim değildi. Bunlar küçüklüğümün cümleleriydi.
Kafamı elleri arasına aldı.
"Sana yemin ediyorum ki, bu saatten sonra kimsenin seni incitmesine izin vermeyeceğim. Geç anladım ama anladım Armina. Ben senin abinim."
"İzin ver, sevgimi sana gösterebileyim güzelim."
Cevap vermedim, ama boşlukta duran kollarımı beline doladım. Beni daha çok bastırdı göğsüne.
Artık çok yorulmuştum, aileme ihtiyacım vardı. Ayetlere sığındım.
Kim affeder ve düzeltirse, onun mükafatı allaha aittir. Allah, zalimleri sevmez. Kötülüğün karşılığı ona denk bir kötülüktür. Fakat kim bağışlar ve bağış yolunu seçerse, onun ödülü Allah'a aittir.
Affetmek istiyordum, unutmak istiyordum. Aileme sığınmak istiyordum, çünkü ben gerçekten çok yorulmuştum.
. . .
~1325 kelime~
Merhabalar!
Nasılsınız, iyisinizdir inşallah.
Bir günde iki bölüm💪
Ya ben hani bölüm atmayacaktım? Ne oluyor bana?
Her neyse, yine fazla uzatıyorum. Açım aç, yemek yiyeceğim. KDKDKDJDKDJJD
Ayrıca, yazım hatalarım varsa, affola.
Geldik en merak ettiğim kısma!
Bölüm hakkındaki düşünceleriniz👉🏻
🚨Fikirlerimizi yorumlarda belirtmeyi ve oylamayı lütfen ihmal etmeyelimm
Bir sonraki bölüme kadar, sağlıcakla kalın! |
0% |