@birbakipcikiyorumm
|
⭐️Bölümümüzü yıldızlamayı ve yorum yapmayı unutmayınız⭐️
. . .
Şimdiki zaman Armina'nın anlatımıyla,
Affetmek istiyordum, unutmak istiyordum. Aileme sığınmak istiyordum, çünkü ben gerçekten çok yorulmuştum.
"İçeriye geçelim, hem sen serumunu söküp attın!" dedi. Bakışları koluma indiği sırada az az kan sızdığını gördü. Bende yeni fark etmiştim.
"O bir anlık sinirle oldu." dedim.
"Acıyor mu?"
"Hayır." dedim. Gerçekten nerdeyse hissetmeyeceğim kadar az acıyordu. Gülümsedi.
"Acımasın."
"Gel içeriye geçelim." dedi. Başımla onayladım.
Kollarının arasından çıktım. Birlikte içeriye geçtik.
"Ben hemşire çağırıyorum. Koluna baksın." dedi. Başımla onayladım. Yatağa geçtim ve bakışlarım istemsizce Ilgaz'a çevrildi. Hala duvara boş boş bakıyordu.
Tam ona sesleneceğim sırada kapı açıldı. Kimin geldiğine bakmak için kafamı çevirdiğimde Rüzgarla göz göze geldik. Gülümsedi.
Onun arkasından da içeriye hemşire girdi.
Hemşire yanıma geldi ve diğer koluma damar yolu açıp serumu bağladı. Kanayan kolumunsa kanlarını temizledi ve yara bandı yapıştırdı.
"Teşekkürler." dedim.
"Ne demek, görevim." dedi ve odadan ayrıldı. Telefonumdan bildirim sesi gelmesiyle bakışlarım telefonuma kaydı. Tuş kilidini açtıktan sonra abimin mesaj attığını gördüm.
Abişkomm: *Belge
Abişkomm: Erişebildiğim her şey burda komutanım.
Sağ ol Üsteğmen.
Cevap yazdıktan sonra hemen abimin attığı belgeye tıkladım.
Kağan Arslan.
Cinsiyet, erkek.
Doğum Tarihi; 1997, 21 Ocak.
Meslek, Uzman Cerrah.
Adres, adrese erişim için yazılı izniniz olması gerekmektedir.
Cep telefon numarası: 05*********
Anne adı, Sevgi.
Anne doğum tarihi: 1968, 17 Kasım.
Sevgi Arslan hakkındaki diğer bilgiler için, tıklayınız.
Baba adı: İbrahim.
Baba doğum tarihi: 1967, 7 Nisan.
İbrahim Arslan hakkındaki diğer bilgiler için, tıklayınız.
Kardeş sayısı: 3
Çetin Arslan, hakkındaki bilgi erişimi için yazılı izniniz olması gerekmektedir.
Gökçe Arslan, hakkındaki bilgi erişimi için yazılı izniniz olması gerekmektedir.
Göksel Arslan, hakkındaki bilgi erişimi içni yazılı izniniz olması gerekmektedir.
Okumayı bitirdiğimde kaşlarım çatıldı. Göksel kimdi?
Çetin komutanım, asker olduğu için verileri gizli tutuluyordu. Gökçe hatırladığım kadarıyla Savcıydı.
Peki ya bu tanımadığım kişinin yani Göksel Arslan'ın neden bilgilerine ulaşım engeli vardı?
Ve bütün Arslanları kaçırmalarına rağmen onu neden kaçırmamışlardı?
Aslında ben kendi adım la aratsaydım bilgilere ulaşabilirdim. Çünkü ben Kızıl Gölgeydim.
Tam o anda zihnimde bir şimşek çaktı ve Lidya'nın sözleri aklıma geldi.
"Evet, merak ettiğiniz soruyu cevaplayayım. Göksel'i ben öldürdüm. Son sözleri çok acıklıydı. Anlatmamı ister misiniz?"
Göksel'i öldürmüştü, Göksel şehit düşmüştü. Bir şehit daha vermişti bu vatan.
Aklıma gelenlerle duraksadım. Göksel Arslan, Teğmen Göksel Arslan. Hatırla kızım, hadi.
Ejder timinde yardımcı komutanlık yapan Göksel Arslan. Olabilir miydi?
"Bir sorun mu var?" diye sordu Rüzgar telaşla.
Rüzgar'ın sesini duymamla düşüncelerimden sıyrıldım. Çatılı kaşlarımı düzelttim ve bakışlarımı telefonumdan çektim. O anda Rüzgarla göz göze geldim.
"Hayır," dedim ve bakışlarımı geri telefona çevirdim.
Belgedeki numarayı aradım. Uzun bir bekleyişten sonra telefon kapandı. Rüzgar bana dikkatle bakıyordu.
Umutsuzlukla iç çektim ve telefonu kenara bıraktım. Daha sonrasında bakışlarımı camdan dışarıya çevirdim. Hastanenin önünde dalgalanan bayrağımı görünce yüzümde bir tebessüm oluştu.
"Bayrak," dedim. Rüzgar dikkatle beni dinliyordu.
"O bayrağın orada dalgalanabilmesi için, binlerce insan canını feda etti."
"Gerekirse, bende canımı feda ederim." dedim. Bakışlarım Rüzgar'a döndü.
"Benim küçüklüğümden beri, yaşama tutunma sebebim bu ay yıldızlı kan kırmızısı bayrak. Beni yaşama bağlayan tek şey, gelecekte o bayrağı koruyan yegane askerlerden biri olmak istememdi. Başardım, her şeye rağmen." dedim. Neysen bahsettiğimi anlamıyordu ama benim zihnimde küçücük yaşımda yaşadıklarım bir film şeridi gibi oynatılıyordu.
Aklıma gelen bağırışlar, vuruşlar, kırışlar, sözler gözlerimin dolmasına sebep oldu. Yaşadığım sevgisizlik, çaresizlik duygusunu kalbimde yaşattığımdan habersizdim. Üzerine toprak etmiştim hepsinin ama unuttuğum bir şey vardı,
Üzerine toprak atılan bazı şeyler ölmezdi. Tıpkı, benim gibi.
Küçüklüğümden bana kalan anılar, beni hiç bir zaman bırakmamıştı. Gömmüştüm, yakmıştım, unuttuğumu, acımın geçtiğini sanmıştım ama hep yanılmıştım.
Acılar unutulmazdı, acılar saklanırdı.
Acılar yok edilmezdi, acılar zorunlu bir şekilde yaşatılırdı.
"Ben," dedim titreyen sesimle. Rüzgar'ın gözlerindeki acıyı gördüm. Hiç bir şey bilmeden nasıl canı yanmıştı?
Devamını getiremedim. Konuşmak istedim, konuşamadım. Anlatmak istedim, anlatamadım. Acımı ve yaşadıklarımı bağıra bağıra anlatmak, ağlamak istedim.
İlk kez tüm şeffaflığıyla her şeyi anlatmak istedim. Yapamadım. Yine gömdüm, acımı yine gömdüm. Her zaman yaptığımı yaptım. Kendimi kandırdım.
Dolu gözlerimi sildim, başımı dikleştirdim. Yüzüme bir gülümseme yerleştirdim.
"Bu bayrak için yapmam gereken her şeyi yapmaya hazırım." dedim.
Bu bayrak için yapabileceklerim, akıl işi değildi.
Ama şimdi söylemek istediğim cümle, bu cümle değildi.
Cevap vermedi, ama anlamıştı. Asıl söyleceklerimin bundan ibaret olmadığını anlamıştı.
Bakışlarımı kaçırdım. Bakışlarım cama döndüğü sırada telefonum çalmaya başladı.
Bakışlarımı hızla telefona çevirdiğimde gördüğüm numarayla heyecanlandım. Az önce aradığım numaraydı. Hızla telefonu açtım.
"Alo," karşı taraftan gelen boğuk sesle kaşlarımı çattım.Ben konuşmayınca devam etti.
"Önemli bir şey yoksa-" dediği sırada sözünü kestim.
"Merhaba." dedim. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Karşı taraftan bir kaç saniye ses gelmedi. Daha sonrasında şaşkınlıkla konuştu.
"Armina," dedi.
"Evet benim," dedim. Gerçekten heyecanlanmıştım. Armanın sesini kıstım ve konuştum.
"Abini alıp dışarı çıkar mısın? Bu önemli. Ben çıkardım ama kimsenin bu konuşmaları duymaması gerek" dedim. Ne var yani, birazcık yanlış bilgiden kim ölmüş canım?
Olumlu anlamda kafasını salladı ve Ilgaz'ı dürttü. Ilgaz'ın bakışları Rüzgar'a döndü. Bir kaç saniye sonra ayağa kalktı ve odadan çıktılar.
"Alo?" diyen sesi duymamla aramanın sesini açtım ve kulağıma yaklaştırdım.
"Nerdesin sen?" dedim, kırıldığımı belli etmemeye çalışarak.
"Numaramı nerden buldun?" dedi.
"Nerdesin?" dedim bir kez daha.
"Ben,"
"Sen ne?" dedim.
"Nerdesin ya sen! Bir kere ya, bir kere gelir insan. Nasıl oldun der! Gördün, halimi gördün! Hiç mi kalp yok sende!" dedim. Benim saatlerce işkence görmeme şahit olup bir kez 'Nasılsın?' bile demeyecek kadar vicdansız insanlar vardı.
"Ben,"
"Ben, gelemedim." dedi.
"Ben, yan odadayım." dedi. Kaşlarım çatıldı.
"Yapamadım! Benim yüzümden vurulmuşken karşına çıkamadım tamam mı!?" dedi. Bağırmasıyla sesini hem telefondan hem de uzaktan bir yerden almam bir oldu.
"Senin yüzünden deği-"
"Benim yüzümden ölebilirdin! Bu ne kadar ağır anlayamazsın! Gözlerinin içine nasıl bakacaktım?"
"Uyurken hiç fark etmedin ama ben hep ordaydım."
"Hoşlandığım kadının nerdeyse ölümüne sebep olacaktım!" Ağzından sinirle çıkan kelimelerle birlikte elimdeki telefon yeri boyladı. Ne demişti o?
Bir dakika kadar karşımdaki duvarı izledim. Yüzümün kireç gibi olduğundan emindim.
Hoşlandığım kadın mı demişti o?
Bir dakika kadar sonra kapının açıldığını işittim. Bakışlarımı oraya çevirdiğimdeyse Kağan'ın içeriye girdiğini gördüm.
"Kağan," dedim. Yavaş yavaş bana yaklaştı. En sonunda hasta yatağının yanındaki sandalyeyi çekti ve oturdu.
"Senin yüzünden değildi."
"Benim yüzümdendi." sesindeki acıyı hissedince kalbimin sızladığını hissettim.
"Kurşunun önüne atlamayabilirdim. Bu benim seçimimdi."
"Neden yaptın?" sesinde çaresizlik vardı.
"Başka bir yolu vardı! Sen bir şey yapabilirdin!" dedi.
"Evet, o adamdan önce davranıp onu öldürebilirdim."
"Ama yapmadım, bilmiyorum. Ya başka biri daha var olsaydı? Ben diğer adamı vururken seni vurabilirdi."
"Risk alamadım." dedim.
"Neden?"
"Ben," hazırdım.
"Ben senden galiba hoşlanıyorum." kolumdaki serumda olan bakışları yüzüme çıktı.
"Sen beni,"
"Evet," dedim.
"Ben sanmıştım ki," elimi dudağına yasladım.
"Şş." dedim.
"Mavilim." bana hitap ettiği kelimeyle dudaklarımdaki gülümseme genişledi.
"İyi ki girdin hayatımıza." dedi. Yaslandığım yerden doğruldum ve kollarımı boynuna doladım.
Sıkıca sarmaladım kollarımla onu.
Bir kaç saniye sonra o da kollarını bana doladı.
Saçlarıma bir buse kondurdu.
"Beni çok korkuttun." kısık sesle güldüm.
"Biliyorum."
"Nerden biliyorsun?" dudakları saçlarıma yaslı olduğu için sesi boğuk çıkıyordu. Sesindeki acı ve yorgunlu uçup gitmişti sanki.
"Orasını karıştırma." dedim. Bu kez o güldü. Gülüşünü saçlarımda hissettim. Bu güzel hissettiriyordu. En sonunda boynuna doladığım kollarımı çözdüm ve kafamı hafifçe kaldırarak gözlerimizi hizaladım.
"Özür dilerim."
"Ne için?" dedim.
"Gelemediğim için." Gülümsedim.
"Bir daha olmasın."
"Emredersin." dedi. Daha sonrasında heyecanla konuştu.
"Yemek için ne zaman müsaitsin, mavilim?"
"Her zaman." dedim.
Yemyeşil gözlerine bakmaktan kendimi alamıyordum. O da benim gözlerimin içine bakıyordu. Hipnotize olmuş gibi bakıyordum gözlerine.
Şehit düşmek, batan uğruna kendini feda etmek her askerin hayaliydi.
Ama her insanında yaşamak için bir sürü sebebi vardı.
Benimde öyle.
Bu gözlere bir kez daha bakmak, yaşamak için sebeplerimden bir tanesine dönüşmüştü fakat ben bunu yeni fark ediyordum.
. . .
~1264 kelime~
Merhabalar!
Nasılsınız, iyisinizdir inşallah.
Ya ben bu bölümü yazarken çok duygulandım🥹
Sizden ricam, bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yorumlarda belirtmeniz. Bundan sürekli bahsediyorum çünkü yorumlarınız benim için çok önemli💞
Ayrıca, yazım hatalarım varsa affola.
Bölüm hakkındaki düşünceleriniz👉🏻
Bir sonraki bölüme kadar, sağlıcakla kalın!
|
0% |