Yeni Üyelik
46.
Bölüm

40. Bölüm: Küçüklüğümün Sözleri

@birbakipcikiyorumm

⭐️Bölümümüzü yıldızlamayı ve yorum yapmayı unutmayınız⭐️

 

.

.

.

 

2 gün sonra

Armina'nın anlatımıyla,

 

Hastaneye üzerinden nerdeyse bir hafta geçmişti. Artık kendimi daha iyi hissediyordum. Canımın acısı umrumda olmazdı genelde, fakat nefes alamayacak kadar kötü duruma gelince elimden gelen bir şey olmamıştı.

 

Kağan neredeyse odadan hiç ayrılmıyordu. Fakat bugün artık iş başı yapması gerekiyordu. İzin kullanmak istediğini söylediğinde karşı çıkmış ve onu işe göndermiştim.

 

Asya ve Barın, okullarına dönmüşlerdi. Korkmaz Kolejinin, İlk okul, ortaokul, lise ve üniversitesi vardı. Abi kardeş, burada okuyorlardı.

 

Araz ve Miraç zaten karargahdaydı. Tüm timi göndermiştim.

 

Rüzgar, bu hastanede çalışıyordu ve 15 dakikada bir yanıma geliyordu.

 

Ilgaz beyde işine dönmüştü.

 

Asya, Rüzgar, Miraç'ın bana karşı değişen tavırları hoşam gitmiyor desem yakan olurdu. Fakat onlar hakkında ne yapacağımı bilmiyordum.

 

Yarım saat kadar önce, kalbimin durduğunu ve sonra tekrara atmaya başladığını, bir mucize gibi yaşama tutunduğumu söylemişti doktor. Bense onun sözlerinden sonra hatırladığım anlarla yüzleşmiştim.

 

 

 

6 gün önce

Armina'nın anlatımıyla,

 

Sırtımda, büyük bir acı hissediyordum. Bütün vücudum zonkluyordu. Kıpırdamak istiyordum fakat başarılı olabildiğim söylenemezdi.

 

Hiç ses duymuyordum, fakat gitgide nefes alamadığımı hissediyordum. Elimi boğazıma götürmek istiyordum. Gözlerimi açmak istiyordum. Ama yapamıyordum. O sırada çok uzaklardan bir ses işittim.

 

"Kağan, Şu iğneyi ver!"

 

Sesin nerden geldiğini anlamak için tekrar gözlerimi açmaya çalıştım. O sırada kapkaranlık bir ormanın içinde olduğumu fark ettim. Etrafıma bakınıyordum fakat kimse yoktu.

 

"Kimse var mı?!" diye bağırdım. Cevap veren olmadı. Yürümeye başladım.

 

Ayaklarım çıplaktı, bakışlarımı kıyafetlerime çevirdiğimde askeri üniformam olduğunu gördüm. Fakat ayaklarım çıplaktı, yerdeki dallar ayağıma batıyordu.

 

Bunun canımı acıtması gerekiyordu fakat ben hiç bir şey hissetmiyordum.

 

Yürümeye devam ettiğim sırada önüme bir kurt çıktı. Korkmadan ben ona, o bana bakarken bir anda uludu.

 

Sesi, insanı korkutacak cinstendi fakat beni rahatlatmıştı.

 

"Elektro şok cihazını getirin!" duyduğum sesle kaşlarım çatıldı. Elektro şok cihazı ormanda ne arasındı?

 

Fakat bu ses çok umrumda olmadı, ben sadece önümdeki güzeller güzeli kurda bakıyordum.

 

Bir kez daha uludu ve arkasını dönüp yürümeye başladı.

 

Onu takip etmek için hızla peşinden ilerlemeye başladım.

 

Kısa bir yürüyüşün ardından kurt, beni küçük bir kız çocuğunun yanına getirdi. Kızın arkası bize dönüktü.

 

Kurt, hızla bana yaklaştı ve bir patisini öne koyarak başını eğdi. Ne yaptığını anlamıyordum ama selamını karşılıksız bırakmayıp bende başımla onu selamladım. Daha sonrasında kurt uzaklaşmaya başladı.

 

Önümdeki kız çocuğunun üzerinde bir elbise vardı. Kız öyle bir parlıyordu ki, elbisesinin ve saçlarının rengini göremiyordum. Üzerine nur inmiş gibiydi.

 

"Merhaba," dedim ve tek dizimi kırarak eğildim.

 

Cevap vermedi, tam tekrar konuşacağım sırada bana yüzünü döndü. Yüzünü görmemle vücudumda bir şok dalgası yankılandı. Çünkü bu kız, benim küçüklüğümdü.

 

"Merhaba." dedi ve beni süzdü. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Saçları özenle taranmış, örülmüştü. Askılı sarı elbisesi tertemizdi. Ayaklarında bembeyaz babetler vardı.

 

"Burada ne işin var?" dedim. Kızın gülümsemesi büyüdü.

 

"Burası benim yaşadığım yer." diye karşılık verdi küçüklüğüm.

 

"Peki, benim burada ne işim var?"

 

"Beni ziyaret etmek için geldin." dedi.

 

"Anlıyorum," dedim. Fakat anlamıyordum. O ise bana doğru yaklaşmaya başladı.. Küçücük avucunu yanağıma yasladı.

 

"Sence, burada beraber yaşamalı mıyız?" diye sordu.

 

Etrafıma bakındım. Gece olmasına rağmen fazla güzeldi. Her yerde hayvanlar vardı, ağaçlar taptaze meyvelerle doluydu. İleride küçük, pespembe bir kulübe vardı.

 

"Bunu çok isterim." dedim. Ben oldukça heyecanlanmışken onun yüzü asıldı.

 

"Ama yaşayamayız." dedi. Kaşlarım çatıldı.

 

"Neden?" diye sordum. Küçüklüğümle bu cennetten bir parçaya benzeyen yerde yaşamak için nelerimi vermezdim.

 

Cevap vermedi fakat elimden tutarak beni ayağa kaldırdı. Daha sonrasında beni çekerek

bir yere götürmeye başladı.

 

Ona karşı koymuyor, etrafımı inceliyordum.

 

En sonunda bir gölün yanına geldiğimizde ayakkabılarını çıkarttı. Gölün kenarına oturdu ve ayaklarını göle soktu.

 

Bende yanına ilerledim ve yere oturarak ayaklarımı gölün içine soktum.

 

Ay kocamandı, hilal şeklindeydi. Yansıması gölün üzerine düşüyordu. Ayaklarımızı göle sokmamızla su hafifçe dalgalanmıştı.

 

"Benim arkama baktığımda koşup sarılabileceğim hiç kimsem yok." Ayın üstündeki bakışlarını bana çevirdi.

 

"Ama senin var, öyle değil mi?" dedi. Ecel geldi aklıma. Arif babam ve Sakine annem geldi. Korkmazlar geldi, askerlerim geldi. Başımı olumlu anlamda salladım.

 

"Burası, kimsesi olmayanlara kimse olur." dedi.

 

"Eğer sende burada yaşamaya başlarsan, kimsesiz kalırsın. Sadece ikimiz. Anlayabiliyor musun?" diye sordu. Başımla onu onayladım.

 

"Ama ben seni burada bırakamam. Sende benimle gel." dedim. Onu yalnız bırakmak istemiyordum. Onu seven, koruyan kimsesi yoktu.

 

"Olmaz." dedi. Bakışlarını tekrar aya çevirdi.

 

"Benim düşlerim burası, bana acı verebilecek kimsenin olmadığı hayallerim. Benim için hayallerimde yaşamamak demek, ölmek demek."

 

"Büyüyüp seni olabilmem için ölmemem gerekiyor."

 

"Ama çektiklerimiz?" dedim. Sesim titremişti.

 

"Yaşadıklarımız ve yaşayacaklarımız bizi biz yapan unsurlardır."

 

"Bir kez daha!" çok çok uzaklardan gelen sesle kulaklarım uğuldamaya başladı.

 

"Seni çağırıyorlar." dedi küçüklüğüm.

 

"Ama,"

 

"Aması yok, gitmelisin. Yoksa öleceksin." dedi. Sonrasında merakla konuşmaya başladı.

 

"Gelecekte, mutlu oluyor muyuz? Yine bizi kuran insanlar var mı büyüyünce?" dedi. Sesinde umut vardı.

 

"Evet, mutlu oluyoruz. Kalbimizi kıranlar var elbette fakat her şeye rağmen yanımızda olanlarda var." İçtenlikle gülümsedi.

 

"Buna sevindim." dedi. Daha sonrasında ayaklandı. Bense oturmaya devam ettim.

 

"Benim için üzülme çünkü ben büyüyünce senin gibi," dedi ve üniformamın üzerindeki türk bayrağını okşadı. Daha sonrasında bayrağımıza bir öpücük kondurdu.

 

"Bu yurdu koruyan bir asker olmak, sevdiklerime kavuşmak için yaşayacağım. Sana söz veriyorum." dedi.

 

"Ben seni bırakmak istemiyorum." diye ısrar ettim. O da benimle gelse, ona çocukluğunu geri versem olmaz mıydı?

 

"Yalvarırım gitme mavilim, seni daha yeni bulmuşken gitme." duyduğumuz sesle gökyüzünü gösterdi.

 

"Onları bırakırsan, beni de bırakmış olursun. Eğer sen ölürsen, ben de ölürüm." dedi.

 

"Mutlu olma ihtimalimi alma benden." dedi. Gözümden bir damla yaş düştü.

 

"Bunlar gerçekten yaşanıyor mu?" dedim.

 

"Bilemeyiz. Ama bu konuşulanlar eğer sen istersen gerçek olur, istersen unutulur. Seçimler hayatımıza yön verir." Daha sonrasında bana yaklaştı ve gözümden düşen yaşı sildi.

 

"Unutma, gömdüğün her şeyi öldüremezsin. Geçmişimizi ve bu yaşadıklarımız kalbinin derinliklerine göm, fakat sakın öldürme. Onlara ihtiyacın olduğunda utanma, bizi biz yapan geçmişimizdir." dedi ve ayakkabılarını eline aldı. Son kez yüzüme baktı. O sırada beni küçüklüğüme götüren kurt yaklaştı ve küçüklüğümün yanına geldi. Küçüklüğüm, kurdun başını okşadı. Kurdun başına bir buse kondurdu. Sonrasında beraber uzaklaşmaya başladılar.

 

Tamamen gözden kaybolduklarında bakışlarımı gökyüzüne çevirdim, ayın yanında bir yıldız vardı. Türk bayrağına benziyorlardı. Gülümsedim. Ayaklarımı gölden çıkartmadan arkama doğru eğildim ve toprağın üstüne yattım. Saçlarım toprak olmuştu fakat umursamadım.

 

Gözlerimi kapattım ve tekrardan karanlığa hapsoldum. Fakat bu kez hissettiğim, huzurdu.

 

Tam o sırada alnıma kondurulan bir buse hissettim. Sonrasında ciğerlerime oksijen doluşunu.

 

Şimdiki zaman

Armina'nın anlatımıyla,

 

Ölümün eşiğindeyken küçüklüğüm bana ölmememi söylemişti.

 

Ölmek istemiyordu, küçük kız çocuğu yaşadıklarına rağmen yaşamak istiyordu.

 

Düşüncelerimden sıyrılmama sebep olan, kapımın açılmasıydı. Bakışlarımı çevirdiğimde elinde yemek tepsisiyle içeriye giren annemi ve sakine annemi gördüm.

 

"Kızım." dedi annem.

 

"Hoş geldiniz." dedim.

 

"Kız daha yarım saat oldu biz gideli." dedi Sakine annem.

 

"Hm hm kesin. Siz iyi ikili oldunuz ha, beni satıp duruyorsunuz. Kırılıyorum." dedim. Üçümüz birden gülmeye başladık.

 

"Aşk olsun meleğim," dedi annem.

 

"Ya sen büyüdün de kıskanmayı mı öğrendin?" dedi Sakine annem.

 

"Dalga geçmeyin benimle!" dedim sinirle. Yine güldürler. Bense sinirle onlara bakıyordum.

 

Annem elindeki yemek tepsisini önüme koydu. Tepsi sarma doluydu.

 

"Allah allah! Sarma!" dedim ve elimi tepsiye uzattığım sırda Annem konuştu.

 

"Aa, elini temizlemeden olmaz bebeğim." dedi. O günkü konuşmamızdan sonda bana yaklaşmasına izin veriyordum.

 

Annem, ıslak mendille elimi sildiği sırada Sakine annemin telefonu çaldı.

 

"Efendim Arif?" bir kaç saniye karşısını dinledi.

 

"Sen ciddi misin? Ya sen niye benden habersiz misafir çağırıyorsun! Eve gel, seni döveceğim!" dedi ve sinirle telefonu kapattı.

 

"Arif, ah Arif." diye kendi kendine söyleniyordu.

 

"Ne oldu sultanım?" dedim.

 

"Arif akşama misafir çağırmış. Benim gitmem lazım. Yemek yapacağım daha!" dedi telaşla.

 

Annemle aynı anda kahkaha atmaya başladık.

 

"İyi Sakinecim, sen koş o zaman. Armina bende, için rahat olsun." dedi annem. Sakine sultanım gülümsedi.

 

"Kaçtım ben!" dedi ve çantasını aldı. Hızla alnıma

bir öpücük kondurdu ve odadan çıktı.

 

Önümdeki sarmaların yarısından fazlasını bitirdiğimde annem konuştu.

 

"Sarmayı çok seviyormuşsun," dedi. Evet anlamında başımı salladım.

 

"Neleri sevdiğini bile bu yaşımda öğrenmek canımı o kadar yakıyor ki," dediğinde hızla ağzımdaki sarmayı yuttum ve elimi sildim.

 

"Ahsen hanım," dedim. Ona içimden anne diyebiliyordum fakat yüzüne söyleyememiştim.

 

"Kızım ben çok özür dilerim." dedi ve başını eğdi. Elimle çenesinden tuttum ve başını kaldırdım.

 

"Asker annesisin sen, başını eğme." dedim. Gözünden akan bir damla yaşı elimle sildim.

 

"Dayanamıyorum, bizden çaldıkları yılları, yaşayamadığımız anları düşündükçe-"

 

"Anne," Ağzımdan çıkan kelimeyle ikizimde duraksadık. Önümdeki yemek arabasını ittim ve annemi kendime çekip sarıldım.

 

"Anne," Başını omzuma yasladı. Ağzından bir hıçkırık kaçtı.

 

"Kızım." dedi. Sesi titremişti.

 

"Seni çok sevdiğimi bil olur mu? Ben," dedim.

 

"Anne ve baba konusunda biraz," Nefes aldım.

 

"Her neyse, sevgimi gösteremeyebilirim, korkabilirim sebepsizce. Ama sen, seni canımdan çok sevdiğimi unutma olur mu?" dedim. Cevap vermedi. Omzumda ağlamaya devam ediyordu.

 

"Küçükken, anneliğin ne olduğunu bilmezdim. Annem yoktu." dedim.

 

"Bak, benim güzeller güzeli annem. Artık dayanamıyorum. Aile kavramından korkmak istemiyorum. Ecel ayrı, ama” nefes aldım.

 

“Sadece sizin yanınızda olmak istiyorum. Duvarlar yıkıldı, kapılar açıldı. Son kez. Eğer bir kez daha kapanırsa bu kapılar," dedim. Devamını getiremedim.

 

"Annem," dedi. Daha sıkı sardı beni. Kokusunu içime çektim. Huzur kokuyordu. Güvende hissettiriyordu.

 

1 saat sonra

Armina'nın anlatımıyla,

 

Annem bana bir bebekmişim gibi yemeğimi yedirmişti. Şimdi ise, sohbet ediyorduk.

 

"Senin halan var ya, biz ikimiz onla bu Korkmaz erkeklerine neler neler yaptık." dedi. Gülümdüm. Aklıma gelenlere merakla konuştum.

 

"Halam, evli mi?" dedim. Başıyla beni onayladı.

 

"Evet kuzum, hatta üç çocukları var. Ege, en büyükleri, Rüzgarlarla yaşıt. Ortanca Tomris. Oda seninle yaşıt. Bir küçüğüde Arın."

 

Başımla onayladım.

 

"Anne," ona her anne diyişimde karnımda kelebeklerin uçuştuğunu hissediyordum.

 

"Efendim annem."

 

"En küçük amcam, Ayhan." dedim. Yüzüne bir hüzün düştü.

 

"Ona ne oldu?"

 

"Bunu dedenden öğrensen daha iyi olacak."

 

"Dedemin adı ne?"

 

"Akşam öğreneceksin." dedi. Daha sonrasında yanlış bir şeyi ağzından kaçırmış gibi elini dudaklarına götürdü.

 

"Akşam mı?"

 

"Ay? süprizi mahvettim değil mi?" dedi. Ne dediğini anlamaya çalışıyordum.

 

"Dedenler bir hafta kadar önce döndüler. Bugün taburcu oluyorsun ya, sana sürpriz yapacaktık ama ben sürprizi bozdum yanlışlıkla." dedi.

 

"Buna sevindim." dedim. Dede, babaanne, hala, amca, kuzenler... Bunlar daha önce deneyimlemediğim ilişkilerdi. Bu yüzden ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Ama birazcık heyecanlanmıştım sanki.

 

Akrabalar, bakalım neler olacaktı?

 

.

.

.

 

~1628 kelime~

 

Merhabalar!

 

Nasılsınız, iyisinizdir inşallah.

 

Bölüm hakkında diyecek bir şey bulamıyorum, yorumu size bırakıyorum.

 

Lütfen fikirlerimizi yorumlarda belirtmeyi unutmayalım!

 

Ayrıca yazım hatalarım varsa, affola.

 

Bölüm hakkındaki düşünceleriniz👉🏻

 

Bir sonraki bölüme kadar, sağlıcakla kalın!

Loading...
0%