@birbakipcikiyorumm
|
⭐️Bölümümüzü yıldızlamayı ve yorum yapmayı unutmayınız⭐️ . . .
Şimdiki zaman
Armina'nın anlatımıyla,
Annem ve babamla eve doğru gidiyorduk. Onların evi hala harabe durumdaydı ve bizim evde kalıyorlardı. Biyolojik akrabalarımın otelde kaldığını söylediklerinde bizim evde gelmezlerse onlarla asla görüşmeyeceğimi kesin bir dille söylediğimde, bana karşı çıkamamış ve kabul etmişlerdi.
Konak fazlasıyla büyüktü. 7 tane kullandığımız yatak odası vardı. Bunun dışında 13 tane misafir yatak odası vardı. Bazı odalarda çift kişilik yatak varken, bası odalarda iki tane tek kişilik yatak vardı. 2 tane oturma odası, bir tane salonu, 1 tane yemek odası, 1 tane çalışma odası, 1 tane mutfak vardı. her odanın içersinde bir banyo bulunuyordu. 3 katlıydı. Bahçesinde havuzu vardı. Ve arka kısmındada büyük bir içtima alanı vardı. Burayı kendim yaptırmıştım. Fakat biz oturma odasını, mutfağı ve bahçedeki masa dışında evin nerdeyse hiç bir odasını kullanmıyorduk. Ben çalışma odasını da kullanıyordum tabii.
Evin temizliği için her hafta dört kadın geliyordu. Ev fazlasıyla büyüktü. Bu kadar büyük bir almamın bir sebebi yoktu. Konumu güzeldi ve sığabileceğimiz büyüklükteydi. Gerisi çok önemli değildi.
Eve rahat rahat sığabilirdik. Bugün sabah eve gelen hanımlara haber vermiştim. Evi temizlemişlerdi. Bunun dışında, genelde eve pek gelmeyen, müştemilatta kalan Ayşe abla ve Semiha abla vardı. Onlarsa, evin yemeğiyle ve benzeri işleriyle uğraşıyorlardı.
Önceden, yani 8-9 ay önceye kadar, biz konakta yaşadığımız için hep evde oluyorlardı. Fakat sonra biz lojmana geçince onlarda müştemilatta kalmaya başlamışlardı.
Biz Bursa'ya gitmeden önce de ikiside memleketlerine gitmişlerdi. 2 gün önce dönmüş, konağa geçmişlerdi.
Yani her şey yolundaydı, sakin olabilirdim.
"Kızım, iyi misin?"
"İyiyim, Yalçın Bey. Sağ olun." dedim. Sürekli nasıl olduğumu, nasıl hissettiğimi soruyordu.
"Yalçın, kızı bunalttın hayatım. Bende sormak istiyorum ama tutuyorum." dedi Annem sitem edercesine.
"Hayatım, ne yapayım? Ona yaptıkları aklıma geldikçe," devamını getiremedi.
"Yalçın bey," dedim.
"Gerçekten iyiyim. Teşekkür ederim." dedim. Gülümsedi.
"Hep iyi ol bir tanem." dedi. Fakat hala bakışlarındaki endişeyi görebiliyordum. Bende gülümsedim.
Ahsen hanıma baktığımda bana şefkatle bakan gözler görmeyi beklemiyordum. Hızla bakışlarımı kaçırdım.
Bir kaç dakika kadar sonra eve geldiğimizde telefonum çaldı.
Onlara bir dakika beklemelerini işaret ederek uzaklaştım. Arayan Asenaydı.
"Bir şey mi var Üsteğmen?"
"Komutanım, acil görev çıktı. Yarım saate kadar yola çıkacağız. Haber vereyim dedim."
"Asena, ne görevi bu?"
"Üzgünüm komutanım fakat Tuğgeneralim size bilgi vermemi, verirsem gelmek için ısrar edeceğinizi söyledi."
"İkiz," dedim.
"Dikkatli olun, lütfen."
"Merak etme," dedi. Bir kaç saniyelik bekleyişten sonra Ufuk'un sesini duydum.
"Mükemmel ötesi komutanım! Bizsiz sıkılmayın." dedi. Gülümsedim.
"Komutanım, vallaha biz dönünce kendi ellerimizle sarma sararsanız harika olur." dedi bu kez Efe. Sözleriyle gülümsemem büyüdü.
"Komutanım, döndükten sonra benim şu hostes işini halletsek?" demesiyle kahkahayı bastım.
"Kalyoncu, unut o işi. Ayrıca Efe, sarma falan saramam. Ha birde, sizsiz sıkılacağımı kim söyledi? Kafamı dinleyeceğim mis." dedim. Fakat içten içe endişelendiğim kesindi.
"Komutanım, döndükten sonra sizi dürümcüye götüreceğim." dedi Uraz.
"Söz mü?" dedim.
"Söz komutanım." gülümsedim.
"Armina, abim. Sesindeki endişeyi anlamadığımızı mı sanıyorsun?" dedi abim.
"Hayır," diyebildim. Onlar benim kardeşlerimdi. Hepsinin anladığını ve beni rahatlatmaya çalıştığını anlayabiliyordum.
"Merak etme, Allahın izniyle sağsalim döneceğiz." dedi.
"Arminam, Allaha emanetsin." dedi Asena.
"Sizde, sizde." dedim.
"Ecel!"
"'Emredin komutanım!"' telefondan gelen sesle gülümsedim.
"Allaha emanet olun. Allah yar ve yardımcınız olsun!"
"Sağ ol."
"Komutanım kapatmam lazım." dedi Asena.
"Görüşürüz Ecel." dedim ve kapattım. Bakışkarım gökyüzüne döndü.
"Allahım, sen timime sağsalim dönmeyi nasip eyle yarabbim."
Telefonumu cebime koydum. Anne ve babamın yanına doğru ilerledim.
"Bir sorun mu var kızım?" Annemin telaşlı sesini duyunca onu rahatlatmak için gülümsedim.
"Hayır," dedim. İçeriye doğru yürüdüğümüz sırada babam konuştu.
"Kızım,"
"Buyrun Yalçın bey?" dedim.
"Teşekkür ederim." dedi ve beni kendine çekip sarıldı.
Ne yapacağımı bilemedim, ilk kez babama sarılıyordum.
28 yılın ardından, ilk kez. Bu can yakıcıydı, fakat alışmıştım.
Bende kollarımı babama doladım.
"Ne için?" dedim.
"Baban olmama izin verdiğin için." dedi.
"Çok özür dilerim, çok özür dilerim. dedi. Çenesini başıma yaslamıştı.
"Kızım, beraber çok vakit geçiremedik biliyorum ama-" derin bir nefes aldı.
"Ben senin baban olmayı o kadar çok istiyorum ki," dedi.
Bende senin babam olmanı o kadar çok istiyorum ki baba. Canımı yakmayan, beni seven bir babaya o kadar ihtiyacım var ki.
Albay Arif ve Albay Ahmet, bize baba gibi sahip çıkmışlardı. Kendi çocukları gibi sevdiklerini de biliyordum. Fakat ne olursa olsun, onlar üstümdü. Baba demiştim onlara evet ama bir sonraki cümlemde 'Komutanım.' demeyi ihmal etmemiştim.
Evet, onlar bir baba gibi sevmişleri kollamışlardı. Onları babam yerine koymuştum. Fakat Yalçın Korkmaz farklıydı.
Yalçın Korkmaz benim babamdı. Eğer onlarla büyüseydim beni koruyup kollayacak, arkamda dağ gibi duracak, acı çekmeme izin vermeyecek, beni güvende hissettirecek kişiydi. Hiç birini yaşayamamıştık, bu hakkı elimizden almışlardı.
Merak ediyordum, bana baba olur muydu?
Ben baba kelimesinden korkarak büyümüştüm ben. Kendimi hiç bir zaman tam olarak güvende hissetmemiştim, hep tetikte olmak zorundaydım. Sevdiklerimi korumak için daima dik durmak zorundaydım.
Tam teslimiyetle gözlerimi kapatıp uyumamıştım hiç. En huzurlu olduğum anda bile tetikteydim. Sevdiklerimi koruyup kollama kaygısıyla büyümüştüm. Onlara bunu hissettirmeden.
Anne olmuştum, baba olmuştum, abla olmuştum. Çınar abime bile.
Hepsi arkasına baktığında, beni görürdü. Arkalarında dağ gibi ben vardım.
Bunun için çabalamıştım. Onlarda benim gibi arkalarına baktıklarında boşluk görmesinler, güvensiz hissetmesinler diye.
Ama sonra fark etmiştim ki, artık bende arkama baktığımda boşluk değil onları görüyordum.
Arkamda onlar vardı, bu güven vericiydi faka benim onların arkasında dimdik durmam gerekiyordu.
"Hadi bebeklerim!" diye bağıran annemin sesiyle babamın kollarından ayrıldım. Oysaki ben günlerce onun göğsünde uyumak istiyordum.
Kapıya doğru yürüdük. Annem, gülümseyerek bize bakıyordu. Yanına iyice yaklaştığımızda yüzümü avuçları arasına aldı. Alnıma bir öpücük kondurdu.
Kapıyı çaldık ve beklemeye başladık.
Geçmiş zaman
Armina'nın anlatımıyla,
Okuldaki tek arkadaşım, Sezenle okul bahçesinde dolaşıyorduk. Çok yakın değildik fakat bazenleri birlikte dolaşıyorduk. Asena, farklı bir okula gidiyordu. Uraz da öyle. Ben onlara sataşan çocukları dövdüğüm için yurt müdürü beni farklı bir okula aldırmıştı. Ve bu okula yurttan gelen tek kişi bendim.
Aklım, Asena ve Urazdaydı. Sıkıntıyla konuştum.
"Uraz ve Asena'nın bir ailesi olmalı Sezen." sesim mutsuzdu. İkisine yetemiyordum ve bu beni fazlasıyla geriyordu. Onlar için elimden gelen her şeyi ama her şeyi yapmaya çalışıyordum fakat yetemiyordum. Sözlerimle Sezen adımlamayı bıraktı ve bana döndü.
"Sen ne olacaksın peki Doğa?" dedi. Sesinde hafif bir kızgınlık vardı.
"Hep çalışır, dinlenmez. Asena ve Urazdan başka kimseyi düşünmez. Hatta kendini bile!"
"Senin sorunun ne? Biraz da kendini umursayamaz mısın?" dedi. Sesi sinirliydi.
Ona döndüm.
"Ne yaşadığımı nerden bileceksin ki Sezen?" dedim. Bende sinirlenmiştim.
"Senin, senin hayatın çok güzel Sezen. Gerçekten beni anlayabildiğini mi zannediyorsun?"
"Benim, annem babam olmadı! Kimse arkamda durmadı! Asena ve Urazdan başka kimsem yok! Ben onların, hem annesi, hem babası, hem ablası oldum! Her şeylerine koştum, arkalarında dimdik durdum!"
"Ama benim arkamda kimse yok!Bu yüzden, dik durmak zorundayım! Yorulamam, oturamam hakkım yok! Sen annenle birlikte kek yaparken ben Uraz hastalandığı ve kimse onu doktora götürmediği için, Onu kilometrelerce çıplak ayaklarımla sırtımda taşıyarak hastaneye götürüyordum!"
"Bizim bizden başka kimsemiz yok Sezen. En azından, onlar arkalarında birinin olduğunu hissetsinler diye uğraşıyorum ama beceremiyorum!" dedim. Daha küçücüktüm, daha sadece 13 yaşındaydım fakat artık ben gerçekten çok yorulmuştum.
"Doğa,"
"Bana Doğa deme! Ne kimliğimde yazan Birgen ismine, ne de Doğa ismine ait değilim ben! Benim bir ismim bile yok Sezen! Bunun ne kadar acı olduğunu anlayamazsın!" Gözümden bir damla yaş düştü.
"Karnım acıktığında, yemek isteyebileceğim bir annem yok! Okuma kitabı istediğimde alacak bir babamda yok! Beni anlayabiliyor musun?" Cevap vereceği sırada sözünü kestim.
"Anlayamazsın!" Ağzımdan bir hıçkırık kaçtı.
"Ama onların olmalı! Karınları acıktığında gidecekleri biri olmalı! Ben onlara, gerekirse aç kalır yine de yediririm! İstediklerini söyleyebilecekleri biri olmalı! Ben aylarca çalışır, bir şekilde alırım."
"Ama yetemiyorum, yetemiyorum işte! Anne ve babaya ihtiyaçları var." Arkamı döndüm ve hızla ordan uzaklaştım.
Sınıfa doğru yürüyordum. Az önce ağlayan ben değilmişim gibi soğuk bir ifade vardı yüzümde.
Yorulduğunu, üzüldüğünü kimseye belli etme.
Hayatın bana öğrettiği en önemli şeylerden biri buydu.
Arkanda duran kimse yoksa, sende kendin dim dik durursun. Öyle dik durursun ki insanlar, senin tek bir bakışında senden korkar olur.
Bunu yapacaktım, insanlar benim adım geçtiği an büyük bir hayranlık ve korku duyacaktı.
Ve bir gün, yaşadıklarımın hepsinin bedelini ödetecektim.
Sınıda geldiğimde hızla eşyalarımı topladım ve okulun çıkışına doğru ilerlemeye başladım. İşe gitmem gerekiyordu.
Bu yüzden etüte kalmıyordum. Ayrıca etütler paralıydı. Bu da nedenlerden biriydi.
Etütte aldıkları notları, öğretmenimden istiyordum. Normalde verilmemesi gerekiyordu fakat benim durumum farklı olduğu için öğretmenim bana notları veriyordu.
Asena ve Uraz'ın okuduğu okuldada etüt vardı fakat yurt, etüt ücretlerini karşılamıyordu. Benden onların etüte kalabilmesi için, her gün işe gidiyordum.
Aynı zamanda, yurdun bize sağladığı kıyafetler oldukça yetersizdi. Hem çok incelerdi, hem de çok az. Ben bunlarla yetinebiliyordum, fakat onlara yetmezdi. Üşürlerdi, sarılabilecek bir yorganımız bile yoktu.
Bu yüzden daha kalın kıyafetlere ihtiyaçları vardı.
Çalıştığım gırına geldiğimde gözlerimin dolmasına engel olamadım. Bir yıldan fazla süredir burada çalışıyordum. Fakat Taşkıranların yanındayken de fırında çalıştığım için aşinaydım. Zaten bu yüzden işe almışlardı beni. Fakat ne zaman bir fırın görsem, aklıma eski zaman geliyordu.
Kafamı havaya kaldırdım ve göz yaşlarımı saklamak istedim.
Daha iyi olduğumu hissedince içeriye geçtim.
Galoş giymek için eğildiğimde ayakkabımın yırtılmış olduğunu gördüm. Yurda giderken bir marketten yapıştırıcı alsam iyi olacaktı.
Üzerinde ki ince montu çıkarttım. Fazla kirliydi. Onu da yıkamalıydım.
Yurda gidince yapacaklarımı aklıma not ettikten sonra fırının içine geçtim.
"Doğa! Sen misin yavrum?" Nazmiye ablanın sesini duyunca gülümsedim.
"Evet Nazmiye Abla!" dedim.
"Gel kızım, içeriye geç. Sen şu hamuru yoğurmaya devam et. Ben bir fırına bakayım."
"Tamam abla." dedim ve yoğurduğu hamuru önüme çektim. O da içeriye geçti.
Saatler geçmişti. 6 tane pasta yapmıştık. Ayrıca gelen müşterilere servis de yapmıştım. Fazlasıyla yorulmuştum. Hava karalalı 2 saate yakın olmuştu.
"Kızım, sen çık hadi. Yorulduk bugün. Hatta, bu karanlıkta gitme tek başına. Ben seni bırakayım." Her gün aynı şeyi söylüyordu, her gün aynı yalanla karşılık veriyordum.
"Yurttaki hizmetli ablalardan biri beni almaya geliyor, sağ ol Nazmiye abla."
"Peki kızım, dikkat et kendine." dedi. Ayakkabılarımı giydim. Yırtık olduğunu görünce yüzüm düştü.
Ceketimi giydim, çantamı sırtıma taktım.
"Yarın görüşürüz Nazmiye abla."
"Görüşürüz kızım." dedi. Kapıdan çıktım. Zifiri karanlık sokakta yürümeye başladım.
Biraz ilerideki marketten yapıştırıcı almalıydım.
Marketin önüne geldiğimde çantamı sırtımdan çıkarttım ve yere koydum. Çantamın içindeki zarfa baktım. 22 lira 25 kuruş vardı. Aylık, 100 tl alıyordum. Fakat Nazmiye abladan rica etmiştim ve o bana haftalık olarak veriyordu.
Markete girdim, yapıştırıcı aramaya başladım. Gördüğüm bir sıvı yapıştırıcıyı elime aldım. Fazla büyüktü, fiyatıda 3 liradan, 1 lira 75 kuruşa düşmüştü. Yırtılan diğer şeyleride bununla yapıştırabilirdik.
Yapıştırıcıyı elime aldım ve yürümeye devam ettim. Asena ve Uraz'a bir şeyler almak istiyordum. Çikolata reyonuna yöneldim.
Sevdikleri çikolata, 4 liraydı. Biraz pahalıydı ama zaten haftada sadece bir kez alabiliyordum. İki tane o çikolatadan aldım. Gözlerim, reyondaki en ucuz çikolatayı arıyordu.
Bir dakika kadar sonra en ucuz çikolatanın 1 lira 25 kuruşluk olan olduğuna kanaat getiridim. Bir tanede ondan aldım.
Daha sonrasında kasaya doğru ilerlemeye başladım.
Aldıklarımı ödedikten sonra marketten çıktım. Karanlık sokaklarda yürüyerek yurda ilerliyordum.
Normalde böyle bir şey kesinlikle yasaktı. Fakat yurt müdürümüz bizi çok umursamıyordu. Aylık bize 20 tl harçlık veriyordu. Ben bu harçlığı bana vermemesini, fakat karşılığında yurda geç geleceğimi söylediğimde seve seve kabul etmişti.
Yurdun önüne geldiğimde güvenlik abiyi görmedim. Bunu umursamadan içeriye geçtim.
Kızlar ve erkekler, aynı binada kalıyordu. Sadece yatak odalarımız ayrıydı. Bu yüzden yatana kadar Urazla da ilgilenebiliyorduk.
On kız kaldığımız odaya doğru ilerledim. Asena ve Uraz'a görünmemek için ekstra çaba gösteriyordum. Beni bu halde görmelerini istemiyordum.
Her gün, huzurevine gidip oradaki büyük anneannemi ziyaret ettiğimi ve bu paraları onun harçlık olarak verdiğini zannediyorlardı. Bilselerdi, çalışmamam için ısrar ederlerdi fakat ben çalışmazsam ihtiyaçlarımızı karşılayamazdık.
Odaya geldiğimde üstümü değiştirip ayaklarıma çoraplarımı giydim. Terliklerimi de giydiğimde aşağı inmeye hazırdım.
Çikolataları cebime sokuşturdum ve ortak salona ilerlemeye başladım. Burası bir sürü koltuğun olduğu, oyuncaklarla dolu büyük bir odaydı. Geceleri hep orada otururduk.
Kapıdan içeriye girdiğimde en köşedeki koltukta, birlikte oyun oynadıklarını gördüm.
Onlara doğru ilerlediğim sırada beni ilk fark eden Uraz oldu.
"Abla!" dedi ve elindeki kalemi bırakıp bana doğru koşmaya başladı. Ben de kollarımı açtım.
Karnıma sıkıca sarıldığında ben de onu kollarımla sardım.
"Nasılsın aşkım?" dedim. Bakışlarını yukarıya çevirdi ve konuştu.
"Bomba gibiyim bomba!" Saçlarını karıştırdım.
"Okulun nasıl geçti?"
"Harika!" dedi. Asena da yanımıza gelmişti. Kollarını boynuma doladı.
"Hoş geldin, ikiz." dedi ve yanağıma bir buse kondurdu. Belli etmemeye çalışsada son bir kaç gündür hiç iyi değildi, bunu görebiliyordum fakat konulmaya çalıştığım her an kaçıyordu.
"Hoş buldum Asena." dedim.
"Hadi koltuğa geçelim." dedim ve Uraz'a sarılı olan kollarımı çözdüm. Üçümüz beraber kaptıkları koltuğa doğru yürüme başladık.
"İkiz." dedi Asena.
"Hm?"
"Sen büyük anneannene falan gitmiyorsun değil mi?" dedi. Uyarırcasına yüzüne baktım ve bakışlarımla Uraz'ı gösterdim.
"Abla?" dedi Uraz.
"Asena işte ablacım, saçmalıyor." dedim ve başını kendime çekip omzuma yasladım.
"İkiz,"
"Asena." dedim.
"İkiz bak, ben-"
"Senin ödevin yok mu? Hemen gidip ödevini yap." dedim.
"Benim ablam değilsin."
"Evet,"
"Bana karışamazsın!"
"Sana karışan yok." dedim.
"İstediğimi yaparım!"
"Buna engel olmam." dedim. Varsın öfkesini sinirini bana kussundu. En sonunda rahatlardı.
"Bıktım!" dedi. Sinirle ayağa kalktı.
"Benim ablam, annem değilsin! Bana karışamazsın anladın mı?" dedi. Fazlasıyla sinirlenmişti.
"Asena, tamam."
"Uraz sana emanet. Ben gidiyorum." dedim. Koltuktan kalktığımda beni sertçe kolumdan kavradı. Ve kendine çevirdi.
"Kendi annenden göremediğin ilgiyi bize göstermeye çalışma Birgen! Çünkü yapamıyorsun!" Sözleri bir hançer misali kalbime saplandı. Bu, canımı yakmıştı. Hem de çok.
Gözlerimin dolmaması ve sesimin titrememesi için kendimi zorluyordum.
"Asena,"
"Ne Asena!"
"Gel elini yüzünü yıkayalı-" Sözümü kesen, Sevgi'nin bizim olduğumuz tarafa doğru seslenmesiydi.
"Asena!" diye bağırdı ve bu tarafa doğru yaklaşmaya başladı.
"Hep beraber parti yapacağız, sende gelmek ister misin?" yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Sonrasında bakışları bana düştü.
"Sende mi burdaydın?" sesindeki memnuniyetsizlik beni rahatsız etmişti.
"Bakışları, is olmuş saçlarıma kaydı.İsten dolayı saçlarım sanki tozlanmış ve on gündür yıkanmamış gibi görünüyordu. Ayrıca duşa girmediğim sürece ne kadar yıkarsam yıkayayım isin kokusu çıkmıyordu.
"İğrençsin." dedi ve güldü.
"Hadi Asena! Bu iğrenç yaratıkla mı kalacaksın yoksa?" dedi.
"E, peki gelirim." bakışları ilk önce Uraz'a sonra da bana düştü.
"Hadi gidelim o zaman!" dedi Sevgi. Asena son kez yüzüme baktı ve kolumu bıraktı. Sevgiyle birlikte uzaklaşmaya başladıkları sırada bir damla göz yaşı yanağımdan akmasına engel olamadım.
"Abla?" Uraz'ın sesini duymamla dolu dolu olan gözlerimi sildim ve yüzüme bir gülümseme yerleştirdim.
"Efendim, bir tanem?" dedim ve ona döndüm.
"Hadi gel." dedi ve koltuktan kalktı. Koltuğun üstünden geçen ay ona aldığım oyuncak arabasını aldı. Diğer oyuncaklar yurdundu.
Sonrasında diğer eliyle elimi tuttu ve beni bir yere götürmeye başladı.
"Uraz?" dedim. Cevap vermedi, bende ona karşı koymayıp peşinden ilerliyordum.
Yurdun koridorunda bulunan çift kişilik koltuğun önüne gelince durdu ve koktuğa oturdu.
Yanını pat patladı. Bende hemen yanına oturdum.
Yanına oturmamla başını dizlerime kıyarak uzanması bir oldu.
"Abla," dedi. Cevap vermedim. Ellerimi saçlarına daldırdım ve okşamaya başladım.
"Canın yanıyor mu?" dedi. Daha 9 yaşındaydı, bunları düşünmemesi gerekiyordu.
"Neden canım yansın ki?" dedim.
"Asena ablam,"
"O kendini son zamanlarda iyi hissetmiyor. Bazen, iyi hissetmediğimiz zamanlarda çevremizdekileri kırabiliriz. Fakat bu onları sevmediğimiz anlamına gelmez."
"Emin misin? Asena ablam seni,"
"Eminim. Biz kardeşiz unuttun mu?"
"Ben hep yanındayım abla. Bunu hiç unutma olur mu? Belki yaşım senden küçük, sana faydam dokunmaz sanıyorsun ama yemin ederim elimden gelen her şeyi yaparım sizin için." dedi. Sözleri beni gülümsetti.
"Uraz,"
"Ben hep burdayım. Korktuğunuzda, üzüldüğünüzde, endişe ettiğinizde, birine ihtiyaç duyduğunuzda sadece arkanıza bakmanız yeterli. Hep buradayım."
"Bende öyle," dedi. Bir elimi saçlarından çıkarttım ve burnunu iki parmağımın arasına kıstırdım.
"Ödev yapıldı mı bakayım?!" dedim. O ise hep gülüyor, hem de burnunu kurtarmaya çalışıyordu.
"Evet abla!" dedi. Burnunu kapattığım için sesi daha kalın çıkmıştı. Bunun üzerine bende gülmemi tutamadım ve gülmeye başladım. Bir süre sonra burnunu serbest bıraktım.
"Şimdi," dedim 'i'yi uzatarak. Uraz heyecanla başını dizlerimden kaldırdı.
Elimi cebim attım ve Uraz'a aldığım çikolatayı çıkarttım.
"Abla!" diye heyecanla konuştu.
"Al hadi Urazım." dememle hızla çikolatayı aldı ve yemeye başladı. Bende cebimden kendime aldığım çikolatayı çıkarttım ve paketini açtım.
"Teşekkür ederim!" dedi ve boynuma sarıldı.
"Sen iste, dünyalar senin." dedim. Güldü.
"Bir tane dünya var yalnız."
"İyi ki bir fen dersi görmeye başladın Uraz!" dedim. Çikolatasını bitirdikten sonra tekrar dizlerime uzandı.
Bir saat kadar sonra Uraz'ın artık yatması gerektiğini fark ettim.
"Uraz, hadi yatağa ablacığım."
"Peki abla." dedi ve dizimden kalktı. Yanağıma bir buse kondurdu.
"İyi geceler abla!" dedi ve koşmaya başladı.
"Pijamanı giydikten sonra atletini içine sok Uraz!" diye bağırdım.
"Tamam abla!" dedi ve gözden kayboldu. Bende kaldığımız odaya doğru ilerlemeye başladım.
Kafam da yankılanan ses, Asena'nın sesiydi.
"Kendi annenden göremediğin ilgiyi bize göstermeye çalışma Birgen! Çünkü yapamıyorsun!"
Onlara yetemediğimi biliyordum ama keşke yüzüme vurmasaydı. Elimden gelen her şeyi yapmaya çalışıyordum.
Birgen demişti, bana Birgen demişti.
Gözlerimden yaşlar boşalıyordu. Asena'nın sözlerinden dolayı değildi ağlamam. Ama vesile olmuştu.
Ne olursa olsun kardeştik, zor bir zamandan geçiyordu onu anlayabiliyordum. Gerçi, bizim hayatımızın kolay olan bir kısmıda yoktu.
Bile isteye söylemediğine emindim. Canımı yakan, Birgen dediğinde zihnimde canlanan anılardı. Bu isimin canımı ne kadar yaktığından bi haberdi gerçi. Sadece o ismi sevmiyorum, kullanmayın demiştim.
"Hayır, ağlamak istemiyorum." dedim keni kendime. Fakat gözyaşlarım beni dinlemiyordu. Yorulmuştum, gerçekten. Neden yaşadıklarım peşimi bırakmıyordu?
Kaldığımız odanın önüne gelince içeriye geçtim ve Asena'nın çantasına yöneldim. Oda da 6 kişi vardı fakat hepsi uyuyordu.
Cebimdeki çikolatayı çantasının içine attım ve çantasından test kitabını çıkarttım.
5 test ödevi vardı. Masanın üstünden bir tane kalem aldım ve yatağın üzerine oturup ödevini yapmaya başladım.
Aradan bir saatten fazla geçmişti. Çok yorulmuştum. Bugün fırına da epey müşteri gelmişti. Ve saat çok geç olmuştu. Vücudum isyan ediyordu, uyumak istiyordu. Fakat bu ödevi bitirmeden yatmayacaktım.
Son soruyu da çözünce rahat bir nefes aldım. Kitabı kapattım ve kitabı elime alarak Asena'nın çantasına doğru ilerledim.
Kitabı çantasına koyduktan sonra yatağıma doğru ilerledim ve yatağa uzandım.
Tahminimce aradan 10-15 dakika geçtikten sonra, ben tam uykuya dalmak üzereyken, odanın kapısından içeri üç kız girdi.
5 dakika kadar sonra açtımları ışıkları kapattıklarını hissettim. Uykuya dalmak üzereydim.
Yanıma birinin yaklaştığını hissettim. Elimi tuttu.
"İkiz," bu Asenaydı galiba.
"Çok özür dilerim. Çok özür dilerim." dedi. Elimin ıslandığını hissettim. Gerçeklikle riya alemi arasındaydım sanki. Hareket edemiyordum. Uykuya dalmama ramak kalmıştı.
"Ben, bugün babamın şehitlik yıl dönümü." babası hakkında hiç konuşmazdı Asena. Sadece şehit oldu demişti.
"Ben," dedi ve hıçkırdı.
"Hiç iyi hissetmiyordum, fakat sinirimi senden çıkarmamalıydım. Özür dilerim." dedi.
"Bugün babamın şehitlik yıl dönümü ama ben mezarına bir çiçek dahi ekemedim." dedi. Ağlıyordu.
"Sen olmasaydın, siz olmasaydınız ben yaşayamazdım. Ben, anne sevgisine alışık değilim ikiz."
"Yoruluyorsun görebiliyorum, ama sana hiç bir faydam dokunmuyor." Nasıl böyle düşünürdü?
"Yorulma istedim, o yüzden sana engel olmaya çalıştım. Nereye gidiyorsun dediğim de ebeni geçiştirdin, yardım etmek istediğimde engel oldun. Çok yoruluyorsun ve ben buna engel olmak istiyorum sadece."
"He şey üst üste geldi. Çok özür dilerim kardeşim."
Sonrasında dediklerin duymadım, uyku beni sarmaladı.
Bilincim kapandı, kendimi uykuya teslim ettim.
. . .
~3096 kelime~
Merhabalar!
Nasılsınız, iyisinizdir inşallah.
Çocuklarımın küçüklüğü🥹
Daha önceden dediğim gibi, bir sıkıntı çıkmazsa haftada en az bir bölüm gelecek canlarım.
Unutmadan, yazım hatalarım varsa affola.
Geldik en merak ettiğim kısma!
Bölüm hakkındaki düşünceleriniz👉🏻
‼️Düşünceleriniz yorumlarda belirtmeyi ve bölümümüzü yıldızlamayı unutmayınız‼️
Bir sonraki bölüme kadar, sağlıcakla kalın!
Bugün, 10 Kasım. Bugün, Türk milletinin ulu önderi Mustafa Kemal Atatürk’ün bu dünyadan göçüp gittiği gün.
Atam, Türk gençliği daima izinde. Bize bıraktığın emaneti korumak için buradayız.
Gözün arkada kalmasın. Türk gençliği, bu ülke için elinden gelen her şeyi yanaya hazır.
Biz, senin izindeyiz atam.
|
0% |