Yeni Üyelik
51.
Bölüm

43. Bölüm: Khatar

@birbakipcikiyorumm

⭐️Bölümümüzü yıldızlamayı ve yorum yapmayı unutmayınız⭐️

 

.

.

.

 

Şimdiki zaman

Armina'nın anlatımıyla,

 

 

Ne kadar öyle kaldık, bilmiyorum. Tek bildiğim, burada olmanın beni güvende hissettirdiğiydi. Yaşadığım her şey silindi zihnimden bir kaç dakikalığına. Acılar, beni serbest bıraktı kısa bir süreliğine.

 

Affettim, Miraç Korkmazı da affettim. Ayrı kalmazdım, ailemden daha fazla ayrı kalmazdım.

 

Mutluydum, bu mutluluğum ne kadar sürerdi bilmiyordum fakat bu umrumda değildi.

 

Kollarını ilk çeken ben oldum. Ondan uzaklaştıktan sonra gözlerinin içine baktım. Bir şey arıyordum gözlerinde fakat ne olduğunu ben de bilmiyordum. Nefret? Ah hayır, kırıntısı bile yoktu. Pişmanlık? Gözlerinde yer edinen duygulardan biri buydu.

 

"Hadi içeri geçelim, gelirler birazdan." diye mırıldandım. Başıyla beni onayladı ve içeriye doğru ilerlemeye başladık.

 

Salon kapısından içeri geçtiğimde annemin telaşlı sesini duydum.

 

"Kızım, geç kaldınız." dedi ve bakışları arkamdaki Miraç'a çevrildi. İkimizde cevap vermedik ve koltuğa doğru ilerledik.

 

Garip hissediyordum, aslında bakacak olursak ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum.

 

Kimseden çıt çıkmıyordu. Nedenini anlamamıştım. Fakat hepsinin bakışları üzerimdeydi. Ilgaz ve Barın hariç tabii. Son zamanlarda tavır ve davranışları sadece bana karşı olmaktan çıkmıştı, ikiside hiç kimseyle muhatap olmuyordu. Tavırları ve davranışları beni uzun uzun düşünmeye itiyordu.

 

Annem ve babamın benim yüzümden benden uzak durmaya çalıştıklarını biliyordum. İstemeden onları elimin tersiyle itiyordum resmen. Olmuyordu, yapamıyordum. Belki de Jülide Taşkıran'nın dediği doğruydu.

 

Sevmen bile zarar senin!

 

Sesi kulağımda yankılanıyordu. Sevmem bile zarardı. Yapamıyordum, istemeden çevremdeki herkese zarar veriyordum.

 

Evet belki farkında değillerdi tehlikenin, ama bir süre sonra yaşayacakları en ufak şeyden bile benim sorumlu olacağımı biliyordum. Herkese sevgimle zarar veriyordum. Elimde olmadan. Sonrasında canımdan çok sevdiğim komutanım geldi aklıma, Albay Ahmet.

 

Soğuk bir kış günüydü, Kuleli Askeri Lisesinde üçüncü sınıf öğrencisi olan Armina Kırşan, yatağının üzerinde oturmuş derin derin düşünüyordu. Başını elleri arasına almıştı.

 

Birgen değilim, diye düşündü. Artık bir ismim var, gerçek bir isim. Mutluydu. Gerçekten bir ismi olduğu için mutluydu.

 

Yaklaşık üç gün önce Birgen Taşkıranın küçük bir tabutun içinde, baba bildiği adam tarafından toprağın altına gömüldüğü gündü. 9 Ekim. O gün, Taşkıran ailesinin yanından ayrılmadan yaşadıkları bir sis misali zihnini sarmalamıştı. Gözlerinden yaş akmıyordu belki ama yıllar önce, aynı saatlerde yaşadıklarını tekrar tekrar yaşıyordu. Gerçi, hiç bir zaman aklından çıkmıyor, acıları onu daima kovalıyordu. Tıpkı anne bildiği kadının dediği gibi.

 

Bu ada ve soyada sahip olmak istemiyordu. Komutanlarına tekmil verirken, Birgen Taşkıran demek yüreğinin dağlanmasına sebep oluyordu.

 

Yaz tatillerinde, Arif komutanı ve Ahmet komutanının yanında kalacaklardı. Arif ve Ahmet Binbaşı, tüm askerlerini evlatları yerine koyardı. Tıpkı tüm komutanları gibi. Fakat Birgen, onların gerçekten evlatları gibi gördükleri askerleriydi. Gururluydular. Yıllar önce esir düştükleri bir vakitte gördükleri ve bağırlarına bastıkları, tek gayesi asker olmak olan bu küçük kız başardığı için gururlulardı.

 

Küçük kızın hayatını araştırmışlardı o bu liseye yeni geldiği zamanlarda.Yurtta büyüdüğünü, iki çocuğa bakmak için o küçük yaşında saatlerce çalıştığını öğrenmişlerdi. diğer çocukları araştırdıklarında onlardan bir yıl ast olan Şehit Binbaşı Güçlünün kızı olduğunu öğrendiklerinde şaşırmışlardı. Severlerdi Binbaşı güçlüyü. Çok iyi adamdı.

 

Daha derin bir araştırma yaptıklarında Binbaşının kızı Asena Güçlü'nün annesinin, Binbaşı öldüğü gün başka bir adamla nikahlandığını öğrenmişlerdi. Oysa Binbaşı Güçlü büyük bir aşkla bahsederdi karısından.

 

Yeni kocası için kızından vazgeçmiş, onu yurda bırakmıştı. Öğrendikleri karşısında şoka uğramıştı ikiside. İkinci çocuğun kim olduğunu araştırdıklarındaysa, Ayşe Göztepe adında yaşlı bir kadının onu sokakta bulduğunu, emniyete ihbar ettiğinde kimi kimsesi bulunamayınca ona bakmayı üstlendiğini, fakat henüz Uraz üç yaşındayken vefat ettiğini öğrenmişlerdi.

 

Son olarak, Çınar Görgülü. Şunda son sınıf öğrencisi olan askerlerininse onlara sahip çıktığını, yanlarından ayrılmadan okul çıkışlarında işe gidip bütün hafta sonlarını onlarla geçirdiğini öğrenmişti. Bu dört çocuğun birbirlerine olan. bağlılığı onları fazlasıyla etkilemişti.

 

Bu dört güzel çocuğun dördünün de yaşadıkları kolay değildi. Ayrıca Uraz'ın üç yaşındayken bırakıldığı yurdun müdüründen dört yıl boyunca şiddet gördüğü ortaya çıkmıştı. O yurdun müdürünü şikayet eden ise Birgende başkası değildi. Yurt Müdürünün yaptıkları ortaya çıkınca görevden alınmış ve hapis cezasına çarptırılmıştı.

 

Ahmet ve Arif Binbaşı, bu dört çocuğa aile olmaya karar verdiler. Yaz tatillerinde gidebilecekler bir evleri yoktu. Özel izinler çıkarttılar ve her yaz tatilinde Asena ve Birgen'i yurda gitmekten kurtardılar. Eşleri onlara annelik etti. Kendileriyse babalık. Uraz'ı ise yaz tatillerinde yine özel izinler sayesinde yurttan kurtarmışlardı. Uraz da ablalarının ve babası gibi gördüğü adamların izinen gitmiş, Askeri Liseye girmişti bu yıl. Henüz hazırlık sınıfı okuyordu.

 

Uraz okula başlayalı henüz bir ay olmuşken; Mert, Efe ve Burak üçlüsüyle çok yakın olmuşlardı. Ablaları ve abisiylede onları tanıştırmıştı. Bu yedi genç, geçen yıllarda kardeşten öte olmuşlardı.

 

Hayatının en güzel anlarını yaşıyordu Birgen. Lise yılları, hayallerinin gerçekleştiği yıllardı. Ailesi vardı ve en büyük hayalini gerçekleştirmişti. Fakat kendi adını duyduğu her an kendini o evde gibi hissediyordu.

 

Bir insan adından nefret eder miydi? O ediyordu.

 

Yalnız kalacağını, acı çekmekten asla kurtulamayacağını hatırlıyordu ismini her duyduğunda. Tıpkı 'anne'nin dediği gibi.

 

İnsanın ismi acı verir miydi? Ona veriyordu.

 

Çığılıklar, bağırışlar yankılanıyordu zihninde adını duyduğunda. O ada ait değildi.

 

O gün, gözlerinden yaş akmasada içi kan ağlıyordu. Saat gecenin biriydi. Dışarıda olmaları yasaktı fakat o dışardaydı. Gelebilmek için her şeyini verdiği okulunun duvarına yaslanmış, ayı izliyordu. Binbaşı Ahmet geldi yanına. Neden bu saatte dışarıda olduğunu sordu sert sesiyle. Cevap veremedi Birgen. Boğazında bir yumru vardı. Konuşamayacak kadar kötü hissediyordu.

 

Binbaşı böyle olmayacağını anlayarak sivile geçmesini emretmişti. Onun gelmesiyle hızla hazır ola geçen genç kız, komutanının sözleriyle daha fazla dayanamadı ve kendine baba bildiği adamın kollarına atmıştı genç kız kendini.

 

''Baba,' demişti. 'Ben bu isimle yaşayamıyorum.' Binbaşı Ahmet, onu kollarıyla sarmalamıştı. Henüz aylardan Ekim olmadına rağmen hava buz gibiydi. Fakat bu ikisininde umrunda değildi.

 

Kızının tek bir cümlesi, canının yanmasına yetmişti Ahmet Binbaşının. Aradan dakikalar geçmişti, ikiside konuşmuyordu. Binbaşı Ahmet söze girdi.

 

"Asker," sert bir sesle konuşunca genç kız hızla ayaklandı ve esas duruşa geçti.

 

"Emredin komutanım." dedi.

 

"Adın, Armina. Soyadın ise Kırşan. Benim o it yuvasında tanıdığım küçük kız öyle cesurdu ki, o küçücük yaşında biz bile ona imrenmiştik. Armina, cesur kadın demek. Sana layık olan tek ad bu."

 

"Bundan böyle, benim kızımsın. Binbaşı Ahmet Kırşan'nın kızı Armina Kırşan." dedi ve kızının omzunu sıvazladı. Binbaşı uzaklaşacağı sırada Armina konuştu.

 

"Komutanım," dedi. Ahmet komutan ona döndü ve yüzüne baktı, konuş dercesine.

 

"Teşekkür ederim." dedi. Sesindeki saf sevgi, Binbaşının içini ısıtmıştı. Gülümsedi Binbaşı. Armina da öyle.

 

Sonra aklına bir şey gelmiş gibi gülüşü soldu.

 

"Komutanım," dedi.

 

"Söyle Armina." dedi. Genç kıza ilk kez adıyla seslenilmişti, bunun için havalar uçması gerekiyordu fakat bunu düşünecek durumda değildi.

 

"Sevmeyin komutanım, beni sevmeyin. Benim sevgim bile zarar. Siz beni severseniz, ben uzak duramam. Zarar gelir, size de zarar gelir. Benim yüzümden." dedi. Binbaşının kaşları çatıldı.

 

"Sana böyle düşündüren nedir?" diye sordu. Kızına bunları yaşatanların acıdan kıvranarak yok olduklarını, onun böyle düşünmesine sebep olanların sonunu görmeden rahat edemeyecekti.

 

Sessiz kaldı Armina, sevdiği her şeyin sonu zihninde canlandı. Sevdiği, aile bildiği bu insanlarada bir şey olamaması için dua etti içinden. 'Allahım,' dedi. 'Ne olur onlara bir şey olmasın. Kendimi asla affetmem.'

 

Armina konuşmayınca, Ahmet Binbaşı onu daha fazla zorlamadı. Yanına yaklaştı. Bir elini Armina'nın çenesinin altına koydu. Baş parmağıyla yanağını okşadı.

 

"Senin sevgin, bir insanın bu dünyada sahip olabileceği en güzel şey. Senin sevgin," dedi Binbaşı.

 

"Senin sevgin zarar vermez, iyileştirir kızım." dedi ve gözlerinin içine baktı.

 

"Bu saatte burada görmesinler seni, hadi odana." dedi ve uzaklaştı Binbaşı. Arkasında ise gözleri dolu dolu ama kocaman gülümseyen bir genç kız bıraktı.

 

İki gün sonra, Armina'ya bir kargo geldi. İçinden bir nüfus cüzdanı çıktı. Ad, Armina yazıyordu. Soyad, Kırşan. Anne adı, Gülgün. Baba adı, Ahmet yazıyordu. Saatlerce ağlamıştı Armina. Kimliği göğsüne bastırarak.

 

Yüzümde bir tebessüm oluşmuştu. Düşüncelerimen sıyrılmamın sebebi ise çalan kapıydı.

 

"Ben bakarım." diyerek dakikalardır süren sessizliği bozan ben oldum. Ayağa kalkıp kapıya doğru ilerlemeye başladım. Kapının önüne gelince elim kapının kilidinde gitti ve kilidi çevirdim. Kapıyı açtığımda karşımda bir insan sürüsüyle karşılaştım. En önde, Halam olduğunu düşündüğüm bir kadın vardı. Babamla olan benzerliklerinden dolayı böyle bir çıkarım yapmıştım.

 

"Hoş geldiniz." dedim ve kapının önünden çekilerek kapıyı sonuna kadar açtım.

 

"Hoş bulduk canım, ben halan Sedef." dedi ve kollarını bir anda bana doladı. HEnüz geçmeyen yaralarım bu sarılış karşısında acımaya başlasa da ses etmedim. İlk bir kaç saniye ne yapacağımı bilemedim fakat sonra bende kollarımı doladım.

 

İlk geri çekilen, Sedef Hanım oldu.

 

"Maşallah, ne kadar güzelsin sen." dedi.

 

"Ee, kimin yeğeni." dedi ve göz kırptı. Hafifçe tebessüm ettim.

 

"Buyurun içeriye geçin." dedim. Ayşe abla ona salona doğru yönlendirirken arkasından içeri gelen adam elini uzattı.

 

"Merhaba, ben Barbaros. Halan Sedefin eşiyim." dedi. uzattığı elini sıktım.

 

"Hoşgeldiniz." dedim. Hepsiyle kapının önünde selamlaşırsak işimiz uzundu. Hayır yani, hepsini kapının önünde padişahın eteğini öpmeye gelen insanlar gibi dizmek ayıp olacaktı. Tam o sırada altmışlarının sonlarında bir kadın sesi duydum.

 

"De herkes içeri! Bayramda şeker isteyen çocuklar gibi dizilmişiz kapıya." duygularımın tercümanı olan sesin geldiği yöne baktığımda, babaannem olduğunu düşündüğüm kadınla gözgöze geldik.

 

Onun sözüyle herkes baş selamı vererek içeriye doğru ilerlemeye başlamıştı. Sona kalan yüzü gördüğümde istemsizce yutkundum.

 

Sert bakışları üstümdeydi. İlk bir kaç saniye olduğum yerde kalakaldım fakat sonrasında farkındalıkla esas duruşa geçtim.

 

"Kıdemli Üsteğmen Armina Kırşan, Bursa. Emredin komutanım!" sesim sert ve duygudan arınmıştı.

 

"Merhaba, torun." dedi.

 

"Sağ ol." demekle yetindim. Başım dikti, hala esas duruştaydım.

 

Önüme doğru geldi. Tam önümde dikildi ve gözlerimin içine baktı.

 

"Üsteğmen." dedi.

 

"Emredin komutanım."

 

"Bana içeriye kadar eşlik et."

 

"Emredersiniz." demekle yetindim. Koridoru işaret ettim ve önümden yürümesine izin verdim. O yürümeye başlayınca bende bir adım arkasında yürümeye başlamıştım.

 

Tuğgeneral Kemal Korkmaz. Tabii ya. Nasıl aklıma gelmemişti?

 

"Askerim olduğunu belli etme içeride. İçeridekilerin asker olduğunu kendiliğinden öğrendiklerindeki tepkilerini merak ediyorum." dedi. Kaşlarım çatıldı. Değişik adam, diye düşünmeden edemedim. Fakat cevabım tek bir kelimede ibaretti.

 

"Emredersiniz." Tuğgeneralimle fazla konuşmuşluğumuz yoktu. Bir kaç göreve gitmeden önce, odasına çağırmış ve kısaca konuşmuştu.

 

Salon kapısına yaklaştığımızda normal duruşuma ve yürüyüşüme dönemem gerek yoktu. Ben zaten her zaman sırtım dik, bakışlarım düz bir şekilde yürürdüm.

 

Salon kapısından içeriye girdik. Boş olan tekliği koltuğu gösterdim.

 

"Buyrun, efendim." dedim. Tuğgeneralim gülümsedi.

 

"Sağ ol, kızım." dedi. Minik bir tebessümle karşılık verdim.

 

Herkesin oturduğundan emin olduğumda bakışlarım Ayşe ablaya döndü.

 

"Siz içeri geçin Ayşe abla."" dedim. Samimi çıkan sesimle Ayşe abla gülümsedi. İkisi birlikte odadan çıktı.

 

"Ay, maşallah ya. Benim yeğenim işte." diyen Sedef Hanıma döndü bakışlarım. Bunun üzerine amcalarımdan biri olduğunu düşündüğüm adam konuştu.

 

"Canım ablam," dedi ve hafifçe güldü, uyarırcasına.

 

"Bunu konuştuk ya en çok benim yeğenim." demesiyle gülmemi bastırmak epey zordu. Tuğgeneralimin karşısında kahkaha atmak kadar yapabileceğim saçma bir şey olamazdı.

 

Neredeyse herkes buna gülmüştü. Babaanne hanımın bakışları bana döndü.

 

"Öncelikle, evini bizlere açtığın için sağ ol yavrum. Gerçi, bu gereksizlere gerek yoktu. Ben gelsem yeterdi ama." dediği sırada başka bir adam konuştu.

 

"Anne," dedi. Sesi bıkkındı.

 

"Sus Necip! Torunumla konuşuyorum." demesiyle Necip amca ofladı.

 

"Heh, nerde kalmıştım yavrum?" dedi. Ve devam etti.

 

"Kaybettiğimiz yıllarımız var, fakat bu bizim aile olduğumuzu değiştirmez. Her şeye rağmen bizi kabul ettiğin için teşekkürler. Ben babaannen Nermin." dedi. Gülümsedim.

 

"Memnun oldum, Nermin Hanım." dedim. Resmiydim fakat resmi olabildiğince sesimi yumuşatmaya çalışıyordum. Ne kadar yumuşatabiliyordum bilinmezdi fakat şansımı deniyordum.

 

"Hanım kelimesini bu günlük kullan bakalım. Yarın sabah babaanne demezsen bozuşuruz." diyince başımla onayladım.

 

"Of, niye sus pus olduk? Ben konuşacağım." diyen adama çevirdim bakışlarımı. Hafızamı yokladım. Yanlış hatırlamıyorsam, ki genelde asla olmaz, adı Mustafa olan amcamdı.

 

"Ben Mustafa kızım. Mustafa Korkmaz." dedi. Başımla onu onayladım.

 

""Memnun oldum efendim."

 

"En en en çok seveceğin amcan şu an karşında. Vallaha billaha bak." demesiyle hafifçe güldüm.

 

"Siz öyle diyorsanız," dedim. Hevesle gülümsedi. Bakışlarım koltuğun en köşesinde oturan, bakışlarını asla benden ayırmayan kandına döndü.

 

"Merhaba," dedim. Aramızda olsa olsa on yaş vardı. Otuzlarının ortalarında, dalgalı açık kumral saçlı, koyu kahverengi gözlü çok güzel bir kadındı.

 

"Bade," dedi. Seside kendisi gibi naifti.

 

"Memnun oldum, Bade Hanım." dedim. Bir kaç kişi kendi arlarında konuşuyordu fakat umursamadım. Odağım tamamen karşımdaki kadındaydı. O anda zihnimde bir ses yankılandı.

 

"Bir de Ayhan amcanın eşi Bade var."

 

Ayhan amcamın eşi.

 

"Bade Korkmaz ben. En küçük amcanın eşiyim." dedi. Bana o kadar dikkatli bakıyordu ki, bana bakarken içi gidiyormuş gibiydi.

 

"Çok benziyor," diye bir fısıltı duydum. Çok kısıktı, asker olmasam duyamazdım belki de ama duymuştum.

 

"Onun kız versiyonu gibi." dedi başka bir ses.

 

"Bende Armina, memnun oldum." dedim. Gözünden bir damla yaş aktı.

 

"Bade!" diyen telaşlı sesler duyuyordum.

 

"Bade abla!"

 

"Yenge!" bir sürü ses vardı, hepsi birbirine karışıyordu. Bade'nin bu seslerden rahatsız olduğunu anlayabiliyordum.

 

"İyiyim," diye mırıldandı. Kimse onu dinlemezken telaşlı minik bir hengame olmuştu. Armina ayağa kalktı.

 

"Korkmaz ailesi, sizden ricam yerlerinize oturmanız. Bade hanım iyi görünmüyor." dedim.

 

"İzninizle," diyerek önümdekilerin arasından geçerek Bade'nin yanına ulaştım. Bir dizimi kırarak önünde diz çöktüm. Herkes yerlerine geçmişti. Kimseden ses çıkmıyordu, pür dikkat bizi izliyorlardı.

 

"Armina," dedi. O naif sesindeki çaresizlik içimi yakmaya yetti.

 

"Bir kez sarılabilir miyim sana?" diye sordu. Sanki bana sarılmazsa ölecekmiş gibi söylemişti bunu . Hiç tereddüt etmeden başımla onayladım onu.

 

Ayağa kalktım, o da öyle. Kollarını sıkıca bana doladı. Öyle çok sıkıyordu ki beni, bana sarılmaya muhtaç gibiydi.

 

Bende sıkıca sarmaladım onu. Boyu tahminimce 1.65'ti ve benden oldukça ufak bir cüsseye sahipti. Benim boyum hem 1.77'ydi hemde kas kütlem oldukça fazlaydı. Buda onu benim yanımda inik kılıyordu.

 

Bağrımın ıslandığını hissettim, ağlıyordu. Koruma iç güdüsüyle daha sıkı sarmaladım onu. Bir elimi saçlarının arasına geçirdim,

 

"Geçti," diye fısıldadım. Herkesin bakışlarının üstümüzde olduğunun farkındaydım pek ala fakat bu umrumda değildi. Şu an aklımda iki şey vardı. Ecel ve bu kadın.

 

"Onun gibi kokuyorsun." dedi. Sesindeki mutluluk, içimin ısınmasına sebep oldu.

 

"Belki onun kokusunu bulamadım ama senin konunda onu buldum Armina." dedi.

 

"Teşekkür ederim," diye fısıldadı. Cevap vermedim, ne yapacağımı bilemiyordum.

 

"Bade abla dememden rahatsız olur musun?" dedim. Sesim, yumuşacıktı.

 

"Aksine bu beni mutlu eder." dedi.

 

"Bade abla, hadi gel elini yüzünü yıkayalım." dediğimde beni ağır ağır başıyla onayladı.

 

"İzninizle, hemen döneriz." dedim ve Bade'ye önümden gitmesini işaret ettim. O yürümeye başladığında bende arkasından ilerlemeye başladım.

 

Beraber lavaboya geldi, elini yüzünü yıkamasına yardım ettim. Bu sırada Ayşe abla gelmiş, yemeğin hazır olduğunu söylemişti. O gittikten sonra Bade ablanın bakışları bana döndü.

 

"Armina," dedi.

 

"Efendim Bade abla?" dedim.

 

"Ben, özür dilerim. Bir anda seni karşımda görünce-" devam etmesine izin vermeden konuştum.

 

"Bade abla, özür dileyecek bir şey yok. Ama biraz daha oyalanırsak yemekler soğuyacak." dedim Gülümsedi. Bende tebessüm ettim.

 

"Hadi gel, içeri geçelim." dedim. Tamam anlamında başını salladı ve beraber içeriye yöneldik.

 

Salon kapısının önüne gelince sohbet eden herkesin bakışları bize çevrildi. Babaanne Hanım konuşmaya başladı.

 

"Bade, iyi misin güzel kızım?" dedi. Bade abla başıyla onayladı. Kimse Bade ablanın üstüne gitmemeye çalışıyor gibiydi.

 

"Yemekler hazır, haydi sofraya buyrun." dedim. herkes ayaklandı. Onları yemek odasına doğru yönlendirdiğim sırada kimsenin sesi çıkmadı. Burada daha önce hiç yememek yememiştik. Otuz kişilik devasa bir masa olan, oldukça şık bir odaydı.

 

Herkes sofrada yerini aldığında bende Tuğgeneralimin yanına oturdum. En baş köşeye o oturmuştu. Masanın diğer baş köşesinde ise babaanne hanım oturuyordu.

 

Yemekler servis edilirken bazı kişiler aralarında konuşuyordu. Bakışlarım babamla kesiştiğinde onun zaten gülümseyerek bana baktığını gördüm. Bu içimi ısıtmıştı.

 

Bakılarımı ondan kaçırdığım sırada bütün yemeklerin servis edilmiş olduğunu gördüm.

 

"Afiyet olsun herkese." dediğim sırada herkesten teşekkürler tarzı nidalar döküldüğünü duydum.

 

Yemek yemeğe başladığımız sırada babaanne hanım konuştu.

 

"Kızım, ben sana ailemizi tanıtayım." dediğinde yüzünde buruk bir tebessüm vardı.

 

"Babam, Yalçın. En büyük o. Kendi kardeşlerini ve anneni zaten biliyorsun." dediğinde hafif bir gülümseme eşliğinde onu onayladım.

 

"Bir küçüğü, Sedef Halan. Onun eşi Barbaros." dediğinde bakışlarım yanyana oturan çifte kaydı. Hafifçe tebessüm ettim.

 

"Onların çocukları Kaya, Sevde ve Lale. Sevde en büyükleri, senden bir yaş büyük. Kaya bir küçüğü, Barınan bir yaş büyük. Lale de Asyayla yaşıt." dediğinde bakışlarımı yanyana oturan üç kardeşe çevirdim. Oldukça tatlı görünüyorlardı. Kaya, ortalarına geçmiş, ablası ve kardeşini kolları altına almıştı.

 

"Memnun oldum." dedim.

 

"Bizde öyle kuzi." dedi Kaya. Güldüm.

 

"Bir küçüğü, Mustafa amcan. Onunda eşi Nazan." dediğinde bakışlarım Mustafa amcamın yanındaki neredeyse sarı saçlı olan, sapsarı gözlü kadınla göz göze geldik. Gülümsedi.

 

"Memnun oldum hayatım." dedi.

 

"Favori amcanın eşi, unutma bunu yeğen." dedi ve göz kırptı Mustafa Amca.

 

"Unutmam, merak etmeyin." dedim. Güldü.

 

"Onların üçüzleri; Çağrı, Çağan ve Çağla. Senden iki yaş küçükler." demesiyle bakışlarım yanındaki iki çocuğun ağzına yemek tıkıştıran kızda durdu. Adlarını duymuş olmalılarki önce babaannelerine, sonra ise bana çevirdiler bakışlarını.

 

"Tanıştığıma sevindim, üçüzler." dedim. Elimden geldiğince sesimi yumuşak tutmaya çalışıyor, tebessüm ediyordum. Kendimi zorluyordum fakat ne kadar başarılı olduğum konusunda pek bir bilgim yoktu.

 

"Bizde, Armina abla." üçü senkronize bir şekilde konuşunca güldüm.

 

"Necip amcanın eşi, Beste." dediğinde bakışlarım simsiyah saçlarının aksine masmavi gözleri olan kadın döndü. Yanında ise, Esmer neredeyse siyah denebilecek renkteki gözlü amcam oturuyordu.

 

"Merhaba. yeğen." dedi. Yine gülümsedim.

 

"Merhaba, efendim." dedim ikisine hitaben.

 

"Son olarak, onların ikizleri, Pamir ve Emir. Asyadan bir yaş küçükler." dedi.

 

"Tanıştığıma sevindim, ikizler." dedim. Gülümsediler.

 

"Bizde, Armina abla." dediler. Dayanamadan ekledim.

 

"Bu ailede ne kadar çok ikiz var. Hatta üçüz bile." dememle herkes gülmeye başladı.

 

"Biraz öyle gerçektende." dedi Beste abla.

 

"Son olarak, evin en küçüğü Ayhan amcanın eşi Bade." dedi.

 

"Onunla zaten tanıştık, değil mi Bade abla?" dedim. Gülümsedi.

 

"Evet canım." dedi.

 

"Ve ailenin en önemli kişisi, canın babaannen yani ben varım." demesiyle güldüm.

 

"Memnun oldum efendim." dedim.

 

"Seni babaanne demeye alıştıracağım, vaktimiz bol nede olsa." dedi. Sesi hırslıydı.

 

"En son olarak, deden. Kemal. Kendisi asker." dedi. Hiç bilmiyormuşum gibi ona döndüm.

 

"Memnun oldum, Kemal bey." dedim.

 

"Bende, kızım." dedi. Ve ekledi.

 

"Senin mesleğin ne?" dedi. Konuştum.

 

"Mücevher tasarımcısıyım, efendim." dedim. Anlıyorum anlamında başını salladı. Sonra Sedef halanın en büyük kızı Sevde konuştu.

 

"Sen, The bright şirketinin hissedarı..." dedi farkındalıkla.

 

"Evet, Sevde hanım." dedim. Masadaki herkesten şaşkın nidalar yükseliyordu.

 

"Medyada defalarca görmüştüm, tabii ya." dedi üçüzlerden Çağla.

 

"Annene çekmişsin." dedi Mustafa amcanın eşi Nazan abla. Bakışlarım ona döndü. Aklıma, ilk tanıştığımız günkü annemin sözleri düştü.

 

"Kızım ben sana ailemizi tanıtayım. Baban, Avukat aslında ama şu an şirketimizi yönetiyor. Ben, mücevher tasarımcısıyım, şirketimizde çalışıyorum.

 

O an o kadar gergindim ki, söyledikleri tamamen aklımdan çıkmıştı. Hatta babamın aslında Avukat olduğu da.

 

"Ah, evet." dedim. Bakışlarım anneme döndü. Gözleri dolu doluydu.

 

"Ama ne annene ne babana ne de bizlere benzemişsin. Ayhan amcanın kız halisin resmen." dedi Sedef halanın eşi Barbaros abi.

 

Masada derin bir sessizlik oldu. Sormak istiyordum, fakat masada Bade abla olduğu için soramıyordum.

 

"E hadi, yemekler kaldı." dedim ortamı bir nebzede olsa canlandırmak için. Yavaş yavaş herkes yemeğine döndü. Masada bir sohbet başladı. Herkes sohbet ediyordu, iki kişi hariç. Tuğgeneralim ve ben.

 

Hepsini çok sevmiştim, çok tatlı insanlardı. Hemen kanım kaynamıştı hepsine. Fakat aklımdan Fıstıkçının mesajı çıkmıyordu.

 

Korkuyordum, ölesiye korkuyordum. Elim bardağıma uzandı. Bardaktaki tüm suyu içtim. Bakışlarım yemeğime döndü. Çok bir şey yememiştim ama doymuştum.

 

Bakışlarımı tabağımdan kaldırdığımda Tuğgeneralimle göz göze geldik. Koyu kahve gözleriyle kendinden emin bir şekilde bakıyordu gözlerime. Fakat gözlerindeki sevgi, görülmeyecek gibi değildi.

 

Yemek bitti, aradan saatler geçti. Gençler olarak bahçede oturuyorduk. Diğerleriyse içeride oturuyordu. Arada yanlarına gidiyordum fakat gençlerle oturmam için beni geri gönderiyorlardı. En sonunda Korkmaz Komutanım 'Askerim olsaydın, bir kez daha içeri geldiğin taktirde uzun bir süre göreve çıkamazdın.' diyerek kapalı bir tehtit mesajı iletince dışarıda kalmak zorunda kalmıştım.

 

Herkes sohbet ediyordu, bende arada sohbetlerine dahil oluyordum. Çayımdan bir yudum daha aldım.

 

"Armina abla, sen iyi misin?" diyen Laleyle bütün bakışların üstüme döndüğünü hissettim.

 

"Ah, evet. Dalmışım. Siz devam edin, geliyorum." dedim ve ayaklandım. Sorularına cevap vermeden uzaklaştım.

 

Derince yutkundum. Bakışlarımı gökyüzüne çevirdim. Uzun uzun baktım. En sonunda cebimden telefonumu çıkarttım ve saate baktım. Epey geç olmuştu. Rehberime girdim ve Sena'yı aradım. Bir çalışta direkt açıldı.

 

"Merhaba Armina hanım." dedi.

 

"Merhaba, Sena. Kusura bakma rahatsız ettim bu saate." dedim. Hemen cevap verdi.

 

"Ne rahatsızlığı Armina hanım, estağfurullah." dedi.

 

"Yarın sabah, en erken kaçta müsait olursan konağa gel. Toplantıya burdan katılacağım." dedim.

 

"Tabii, Armina hanım." dedi.

 

"İyi geceler Sena."

 

"İyi geceler, efendim." dedi ve telefonu kapattım.

 

Yanlarına doğru ilerledim.

 

"Sonra biz dedikki. Çağlayı denize atalım." herkes kahkaha atmaya başladı.

 

"Ya bir kes!" diye sinirle bağırdı Çağla.

 

"Sonra, Çağla mışıl mışıl uyurken aldık." dedi üçüzlerden bir diğeri.

 

"Biz Çağlayı denize attık ama, sonrasında o da bizi tekneden aşağı fırlattı."

 

"Of ya, keşke bizde gelseydik." dedi Asya. Yanlarına iyice yaklaştığımda Miraç konuştu.

 

"Gel abicim." dedi ve yanını pat patladı. Başımla onu onayladım ve yanına oturdum.

 

"Armina, eline ne oldu?" Sevde ablanın sorusuyla elime çevirdim bakışlarımı.

 

"Ufak bir mutfak kazası diyelim." dedim. Güldüler.

 

"Armina abla," dedi Pamir.

 

"Efendim?" dedim.

 

"Neden bu kadar, soğuksun? Yani, iyi değil gibisin." dedi. Sesinde hafif bir endişe vardı.

 

"Normalim bu." diye yanıtladım.

 

"Ya bak döverim!" diye sinirle konuşan Emire döndü bakışlarımız.

 

"Kes." dedi Pamir.

 

"Yine ne oldu? Diye bezgin bir sesle konuştu Kaya.

 

"Benim projemi beraber yaptık diye hocaya atmış! Bıktım bundan!" diye sinirle soludu.

 

"Benimde katkım oldu, sallama." dedi Pamir.

 

"Evet, doğru ya. Bilgisayar sakın kapanmasın dediğimde başında beklemiştin!" diye sinirlenen Emirle hepimiz gülmeye başladık.

 

"Barın, Ilgaz abi siz iyi misiniz?" dedi Çağrı.

 

"Evet, abilikler. Bir şeyler var sizde." dedi Pamir. Ne Barın, ne de Ilgaz bize bakmıyordu. Bakışları bahçedeydi.

 

"Bir tek ben fark ettim sanmıştım." Dedi Lale.

 

Ilgaz başını bize doğru çevirdi. Yavaş yavaş gözlerini üzerimizde gezdirdi ve hiç bir şey demeden uzaklaştı.

 

Barında hiç birinize bakmadan kalktı ve içeriye adımladı. Kimse konuşmuyordu fakat herkesin bakışlarındaki şaşkınlık bariz belliydi. Sessizliği bozan Asya oldu.

 

"Abilerin son günlerdeki değişimini fark eden yalnızca ben miyim?" dedi.

 

"Onlar için korkmaya başladım." dedi.

 

"Bilmiyoruz ne olduğunu ama çözeceğiz." dedi Araz.

 

Bir süre daha bu konu üzerinde konuştular. Ben sessiz kalmayı seçmiştim. Daha sonrasında hızla sohbet etmeye devam ettik.

 

Ecel için endişeliydim. Falat endişemi rafa kaldırdım. Düşünmemeye çalışıyordum. Arada sohbetlerine dahil oldum.

 

Saat artık gece yarısını bulduğunda, Korkmaz komutanım hepimize yatmamızı söylemişti. İyi de yapmıştı çünkü yarın sabah erken kalkmam gerekiyordu.

 

Bütün kuzenlerimi, halayı ve amcaları, eşlerini, babaanneyi yani kısaca hepsini sevmiştim. Hemen kanım kaynamıştı.

 

Herkesin odasında ve rahat olduğundan emin olduğumda Ayşe abla ve Semiha ablayıda müştemilatta uğurladıktan sonra odama geçmiştim.

 

Yatağa uzandım, düşünmemeye çalıştım. Hiç bir şeyi. Gözlerimi kapattım. Dua ettim, her gece ettiğim duamı.

 

Allahım, sen bu gece dağlarda bu vatan uğruna çatışan tüm askerlerimize güç, kuvvet ve kolaylık ver.

 

Bilinmeyen bir zamanda

Yazarın anlatımıyla,

 

"Bana Khatar'ı çağır." dedi yanındaki kadına.

 

"Tabii efendim." dedi ve odadan çıktı. Yaklaşık on beş dakika sonra kapı tıklatıldı.

 

"Gel,"dedi adam. Kapıdan içeri giren Khatar'ı görüncü konuştu.

 

"Otur Khatar." dedi. Katar onu başıyla onayladı.

 

"Nasılsın?" dedi.

 

"İyiyim amirim. Teşekkürler." diye yanıtladı Khatar'ın bariton sesi.

 

"Khatar, bu haini bir an önce bulmamız gerekiyor. Her şeyi ama her şeyi iletiyor pezevenklere." dedi Khatar başıyla onayladı.

 

"Amirim, şüphelendiğim bir kaç kişi var ama kesin olmadan bir şey söylemek istemiyorum. İnceliyorum amirim." dedi Khatar.

 

"Sana güvenim sonsuz, Khatar."

 

"Sağ olun amirim." dedi Khatar. Sesi duygudan yoksundu.

 

"Çıkabilirsin." dedi. Khatar, başıyla selam verdi ve odadan ayrıldı.

 

Koridorda ilerlerken tüm bakışlar onun üstüneydi. Herkes hayranlıkla bakıyordu ona.

 

Bakışlarıyla bile insan öldürür o derlerdi onun için. Sivil hayattaki halini tanıyanlarsa bilmezdi bu yönünü. Başarısız olduğu hiç bir görev yoktu. Kimseden korkmazdı çünkü o tehlikenin ta kendisiydi, Khatardı.

 

.

.

.

 

~3796 kelime~

 

Merhabalar!

 

Nasılsınız, iyisinizdir inşallah.

 

Daha önce dediğim gibi, her cuma yeni bir bölümle sizlerleyiz!

 

(Arda sürprizler olabilir BELKİ)

 

Ahmet Kırşan, Armina'nın hayatında o kadar büyük bir yere sahip ki... Sizler henüz onların arasındaki bağı okumadınız fakat Ahmet Kırşan ve Armina arasındaki bağ, gerçekten beni o kadar çok duygulandırıyor ki... Sizinde Ahmet Kırşanla tanışmanızı dört gözle bekliyordum, yavaş yavaş o bölümlete geliyoruz🥳

 

Bu ‘Khatar’ kim sizce?

 

Onu da uzun zamandır kurguya katacağım zamanı bekliyorum, nerdeyse kurguya başladığımdan beri satırlara dökülmeyi bekliyordu ‘Khatar’ ismi, sonunda yazdım.

 

Aralarda yazım hatalarım vardır illaki, o yüzden klasik sözümü söyleyeyim.

 

Yazım hatalarım varsa, affola.

 

Ayrıca, WhatsApp kanalına katılmayı lütfen unutmayalım!

 

Şimdii, gelelim en merak ettiğim kısma!

 

Bölüm hakkındaki düşünceleriniz👉🏻

 

Bir sonraki bölüme kadar, sağlıcakla kalın!

Loading...
0%