@birbulutkalemi
|
Herkese Merhaba, bu hikayemi de okuyup bana destek olan herkese çok teşekkür ederim. Bu henüz ilk bölüm yolun başındayız daha ama umarım hikayemi sever ve bu yolda benimle yürürsünüz...
Özellikle satır aralarına yorum yaparak ve oy vererek destek olmayı unutmayın...
İnstagram ve Tiktok hesaplarında "birbulutkalemi" kullanıcı adı ile aratırsanız hikayelerimden kesit ve fotoğraflara bakabilirsiniz.
Nefes nefese kalmış bir şekilde koşuyordum... Titreyen bacaklarım, tıkanan nefesim, koşmaktan şişmiş ciğerlerim nefes alamaz hale gelmişti. Bedenim artık durmam için bana yalvarsa da koşmaya devam ediyordum.
Yardım bulmam lazım! Birisi bana yardım etmeli artık. Önümdeki dala basmamla dalın ayaklarımın altından kayması ve yere dizlerimin üzerine düşmem bir oldu. Ellerim ve diz kapaklarım parçalanmış olsa da kalkmaya çalıştım. Kalkmaya çalışırken üzerimdeki elbisenin eteği karanlıktan göremediğim bir yere takılmış olacak ki bir yırtılma sesi geldi. Pes etmedim ama kalktım ve koşmaya devam ettim.
Evimin şehirden bu kadar uzakta olması daha önce hiç problem olmamıştı. Çevreden duyduğum sesler beni korkutsa da asıl korkum evde cansız bedeniyle beni bekliyor. Yardım! Evet yardım lazım bana!
Ağrıyan dizlerime rağmen durmadan koştum. Gözlerimden akan yaşlar boynuma doğru yol aldığı için esen rüzgarla titresem de koştuğum için soğuğu hissetmiyorum. Gözyaşlarımdan bulanıklaşan görüşüm beni ikinci kez hezimete uğrattı ve ben yine düştüm.
"Allah kahretsin!" kendimi daha fazla tutamadım ve bağırarak ağlamaya başladım... "Neden? Neden ben? Ben ne yaptım da bunlar başıma geldi?" ağladım, ellerimi yerlere vurarak ağladım. Ağlamam artsa da umursamadım canımın yanmasını, bir kez daha kalktım ayağa, düştüğüm için yönümü şaşırmıştım. Kendi çevremde dönüp nereden geldiğimi anlamaya çalıştım, kolumla gözlerimi silip derin bir nefes alıp tekrar baktım. Bir saat önce kesilen yağmur ilk defa şansım oldu ve yerde ayak izlerimi gördüm, artık ne taraftan geldiğimi biliyorum.
Biraz daha koşmamla çevremde tek tük evler görülmeye başladı, avazım çıktığı kadar bağırdım. "Yardım edin! Kimse yok mu?" koşmaya devam ettim "Beni duyan var mı? Birisi yardım etsin!" sesime birkaç kişi cama çıksa da kimse bana yardım etmedi.
Önüme ilk çıkan kapıyı yumruklamaya başladım, "Lütfen yardım edin!" açılmayan kapıyla yönümü başka eve çevirdim, ben giderken açık olan camların kapandığını gördüm. Nasıl insanlar bunlar böyle, neden kimse yardım etmiyor bana? Çok mu günahkâr biriyim ben.
Buradan bir sonuç alamayacağımı anlayıp tekrar yola koyuldum, koşmaktan titreyen dizlerime yavaşladığım için üşüyen bedenim de eşlik etmeye başladı. Dışarıda olduğum için korktuğumdan kasılan bedenim havanında iyice soğumasıyla daha da kilitlendi sanki. Bedenim bu kadar katıyken nasıl hala ayakta durup koşabiliyorum bilmiyorum.
Karşıdan gelen bir kadın gördüm, koşa koşa yanına gittim ellerimi eline atıp tuttum, "Lütfen yardım edin bana! Yalvarırım size yardım edin!" dedim. Daha fazla dayanamayan vücudum yerle buluştu dizlerimin üzerinde ağlayarak karşımdaki kadından yardım istedim.
"Deli midir nedir! Git işine bak kızım, yolumdan etme beni hayde!" dedi ve elini tuttuğum ellerimi savurdu. Zaten güçsüz olan bedenim bu hamlesiyle tamamen düştü. Yağmurdan çamurlaşan toprak yol üzerimdeki elbisenin rengini beyazdan kahverengine dönüştürdü.
Ağlayarak ayağa kalktım, buradaki evlerden yardım alamayacağımı anlayınca anayola doğru koştum, belki birisi yardım eder diye. Bir yandan yürüyüp bir yandan da geçen arabalara durmaları için elimi kolumu sallarken kimse beni ciddiye alıp da durmadı.
Bunlar nasıl insanlar anlamıyorum, "Pes ediyorum! Bittim ben artık, yoruldum! Çok yoruldum!" bunca zaman yaşadım da ne oldu? En büyük esaretim artık yok ama bende de artık yaşamak için heves yok! Bu kadar kötü insanların olduğu bir dünyada, bir başıma ben ne yaparım bilmiyorum.
Çöktüğüm kaldırım kenarında ne kadar ağladım bilmiyorum ama hala kimse durup da derdin ne? Neden ağlıyorsun diye sormadı. İnsanlar ne zaman bu kadar kötü oldu ki?
Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama artık ağlamaktan gözüm ne kadar şiştiyse önümü bile göremiyorum.
Artık duran ağlamamla ayağa kalktım, bedenimin titremesi hala geçmediği için bu beni zorlasa da bunu başardım. Yüzümde saçma bir şekilde gülümseme oluştu, sanki bakın yardım bulamadım ama artık ağlamıyorum der gibi.
Titreyen ellerimi bedenime sardım, dönen başım beni zorlasa da biliyorum ki az sonra hiçbir şey kalmayacak. Vızır vızır geçen arabalara baktım hissizce. Burnum sızladı, başımı salladım sağa sola "Hayır! Hayır Sedef artık ağlamak yok!" diyerek kendime kızdım. Yola doğru gidip kaldırımdan indim. Ayağımın dibinde kaldırımı yoldan ayıran beyaz çizgiler vardı. Bir adım daha attım, artık çizginin üzerindeyim. Dibimden geçen arabalar korna çalsalar da umursamadım. Onlar da beni hiç umursamamıştı.
Durdum...
Ölümle yaşam arasındaki o ince çizgide gibiyim şimdi. Öne doğru bir adım atsam ölüp her şeyden kurtulurum, arkaya doğru bir adım atsam nefes alırım belki ama yaşar mıyım bilmiyorum.
Aklımda bu düşünceler dönüp dururken tüm her şey silikleşti, nefes alışverişim düzeldi, gözlerimden akan yaşlar durdu. Kararımı verdiğim o anda yüzümde bir gülümseme oluştu, titreyen bedenim artık titremiyor, ayaklarım yere daha sağlam basıyor. Artık canım acımıyor, ölmeme bile izninin olmadığı o evde, cellâdımın bedeni ruhsuzca yatarken ben de şimdi burada verdiğim kararla artık bu dünyaya veda edeceğim.
Ve attım o adımı, kurtuluşuma doğru olan o tek adımı attım. Yüksek sesle ardı ardına çalan korna, acı bir fren sesi ve yere savrulan bedenim... Her şey bitti sanırım, artık kurtuldum. Dönen başım ve kayan gözlerim başımda konuşan birinin varlığı hiçbir şeye odaklanamıyorum son bir kez göğe kaldırdım kafamı, uzunca bir süre camların arkasından izlediğim yıldızlara bakarak ölmek istedim. Yüzümde kurtulmuş olmanın verdiği mutlulukla gülümsedim ve son kez aldığım nefesi geri verdim benden huzurumu, mutluğumu çalan bu dünyaya. Ardından gözlerimi kapattım sonsuzluğa...
***
"Hayır, işim var bugün gelemem."
"Sen halledersin, sabah uğrarım ben senin yanına."
"Tamam, haberleşiriz tekrar."
"Olur, haber veririm ben sana."
Ağrıyan başım, yabancı olduğum bir sesi duymamla daha ağrıdı sanki. Kim bu? Ben neredeyim? Yoksa Mustafa yine eve arkadaşlarını mı çağırdı. Kapıyı kilitlemeyi unuttu da arkadaşı odama mı girdi? Çok kızacak! Mustafa bana çok kızacak!
O görmeden hemen odadan göndermem lazım bu adamı, kalkmaya çalıştım ama sanki bedenimin üzerine tonlarca ağırlık koymuşlar gibi hareket edemedim. Gözlerim birbirine yapışmış gibi göz kapaklarım açılmıyor.
Bir kapı sesi geldi, açıldı ve kapandı. "Doktor, neden hala kendine gelmedi? Bir sorun yok demiştin!" dedi az önce duyduğum ses. Doktor mu? Ne doktoru, neler oluyor?
Biraz daha çabayla sonunda gözlerimi açabildim, tavandaki beyaz ışık gözlerimi kamaştırınca açmamla kapatmam bir oldu. "Ah!" ışığın gözlerime vurması başımı biraz daha ağrıttı.
"Hanımefendi, beni duyuyor musunuz?" dedi. Sanırım bu doktor, sesi diğer adamınkinden farklı.
"Evet." Dedim gözlerimi tekrar bu sefer daha yavaşça açtım, "Işık, ışığı kapatır mısınız başımı çok ağrıtıyor." Dedim.
Odada ayak sesleri duyuldu, atılan her adımın sesi beynimde sanki beş katı gürültüde tekrar ediyordu. "Neler oldu, neden buradayım ben?" dedim. Işığın azalmasının verdiği hissiyatla gözlerimi açarken.
"Beyefendi size arabayla çarpmış, şu an hastanedesiniz." Dedi ve o an tekrar gözümde canlandı, gecenin karanlığını yaran arabanın farları, acı acı çalan kornası ve fren sesi... Sonrasında ise benim kendimden geçmem.
Yine olmadı, kurtulamadım...
Hala hayattayım.
"Polis çağırmamı ister misiniz?" dedi doktor gözlerime bakarak.
"Hayır, onun bir suçu yok ben atladım yola." Doktor sözlerimden sonra şaşırdı, ağzı açıldı ve kapandı, kaşları çatıldı. Bir şeyler söylemek istedi ama söyleyecek bir söz bulmadı. Bunlar tam olarak birkaç saniyede olsa da bana şimdi geçirdiğim her saniye saatler kadar uzun geliyor. Sanki zaman benim için farklı bir boyutta akıyor, bir saniyenin bir saate tekabül etmesi gibi daha yavaş...
"Sizi psikiyatri kliniğine yönlendirsem iyi olur, ben size yardımcı olamam ne yazık ki ." Dedi gözlerinde acıyan bir ifadeyle.
"Gerek yok, kötü bir gün geçirdim ve bir an mantıklı düşünemedim. Ne zaman çıkabilirim buradan." bir şey diyecek gibi olsa da duyulan öksürük sesi ile vazgeçip duymak istediklerimi söyledi bana.
"Kendinizi iyi hissediyorsanız serum biter bitmez çıkabilirsiniz. Kolunuzdaki çatlak için alçı yaptık, üç hafta kadar kalması gerekiyor, haftada bir kontrol için gelirseniz duruma göre tam tarih belirlenir."
"Teşekkür ederim." Dedim bana gülümseyip, başıyla görüş açımın dışında olan adama selam verip odadan çıktı.
Adam yaslandığı yerden ayrılıp karşımda durdu, gözleri yüzümde dikkatle beni inceliyor ama ağzından tek bir kelime çıkmıyordu. Bakışları o kadar dikkatli ki yerimde rahatsızca kıpırdandım. "Özür dilerim, ben iyiyim artık gidebilirsiniz beklemenize gerek yok." Dedim bir an önce gitmesini istediğim için.
Bakışları beni rahatsız etti, bunca yıllık ömrümde ilk defa birisi bana böyle bakıyor. Yerimde doğruldum, alçıdaki kolum bana zorluk çıkarsa da umursamadım. Gözlerimi odada gezdirdim, serumun bitmesine az kalmıştı bu da biraz sonra çıkabileceğim anlamına geliyor.
Dikkatimi adamdan çekip başka şeylerle ilgilensem de o aynı yerinde durup hala yüzümü incelemeye devam ediyor.
"Neden?" duyduğum tok sesle serumda olan gözlerimi ona çevirdim. Uzun boylu sarıya yakın kahverengi saçları ve yine kahve renkteki gözleri, hafif kemerli burnu ve bir erkeğe ait olamayacak şekilde pembe dudakları. Onun gibi birisini en son yıllar önce görmüştüm. Mahallemizin en güzel kızı olan Cansu'nun nişanlısıydı. Sonra ise benim kâbusum başladı ve bugüne kadar bir daha o evden dışarı bir adım bile atamadım.
"Kurtulmak istedim." Dedim ona bunu borçlu olduğumu bilerek. Aklım şimdi yerine geliyor, ya bana çarptığında ölseydim ve o bir katil olsaydı! Allah'ım ben bunu nasıl yaptım! Kendime yaptığım şey neyse de az daha bir adamın hayatını karartıyordum.
"Neyden kurtulmak istedin?"
"Kendimden, kalpsiz insanlardan, ben yardım dilenirken bir de onlardan yediğim tekmelerden."
Biten serumla odaya bir hemşirenin girmesi aynı anda oldu. Artık konuşmak zorunda olmamak ben sevindirdi. Bana yaklaşıp hızlı hareketlerle serumu kolumdan çıkarıp yerine bir bant yapıştırdı ve "Geçmiş olsun, kimlik bilgileriniz kayıt için danışmaya verip çıkabilirsiniz. Acil vakası olduğu için girişte sormadık ama gerekli." Dedi.
"Kimliğim yanımda yok, size numarasını söylesem olur mu?" dedim çekingence.
"Olur, ben not alayım yaparım işlemleri." Dedi ve ben söyledikten sonra geçmiş olsun diyerek ayrıldı odadan.
Geçmedi, asla da geçmez diyemedim.
Yataktan kalkıp her hareketimi izleyen adamın bakışlarından kaçmak için hızla çıktım odadan ama kaçamadım. Onun adım sesleri tam arkamdan gelmeye devam etti. Dışarı çıkınca durdum, sağa sola baktım. Neredeydim, nereye gideceğim bilmiyorum. Ne yapacağım onu da bilmiyorum.
Anlamış gibi gelip karşımda durdu, "Yardım edebilir miyim?" dedi bana.
"Edemezsin, bana kimse yardım edemez!" onun durduğu yerin tam tersi yönünde adım atmıştım ama yürümeye devam edemedim.
Elini koluma atarak durdurdu beni. Az ileride duran banka götürüp oturttu. Üzerindeki ceketi çıkarıp omuzlarıma bıraktı ve ardından yanıma geçip oturdu. Bu sefer ben ona baktım, ne yaptığına anlam vermek için ama şimdi de o gözlerini karşıya dikti saat sabaha yakın olmalı ki güneşin kızıl ışıkları karşıdaki dağın arasından sızıyordu usulca.
"Anlat, söz veriyorum yardım edeceğim sana." Dedi.
Durdum, düşündüm. Bu zamana kadar bana kimse yardım etmedi. Hatta ne zaman birinden yardım istesem elinin tersiyle itti beni. Bu adam neden yardım etmek istiyor ki bana şimdi?
"Neden?" dedim. "Neden bana yardım edesin ki?"
"Buralı mısın?" dedi bana dönüp merakla bakarak.
"Hayır, buraya mecburen geldim."
"Ben Ferzan Bager Adar, buranın ağasının kardeşiyim. Ağalık nedir bilir misin?" dedi gözlerime bakarak tane tane anlamamı ister gibi.
"Küçükken izlediğim dizide vardı bir tane ağa onun gibi mi?" dedim merakla ona bakarak.
"Kaç yaşındasın sen?" dedi. Ben kaç yaşındayım, kaç yaşındaydım sahi ben? En son takvime baktığımda 2013 yılındaydık. Sahi şimdi hangi yıldayız biz?
"Hangi yıldayız?" dedim. Soruma şaşırdı, yüzünü endişe kapladı. "Ne demek hangi yıldayız bilmiyor musun? Kafanı çarptığın için mi?" diye hızla konuştu ve ayağa kalktı, "Gel hadi doktora gidelim tekrar anlatalım." Dedi.
Ona engel olmak için eline uzandım, "Hayır kafamı çarptığım için değil, hangi yıldayız bilmiyorum." Çatılan kaşlarıyla bana baktı, "2023 yılındayız" dedi.
Kafamdan kısa bir hesap yapıp, "O zaman ben 25 yaşındayım." Dedim. Kafası karıştı, kimin karışmaz ki zaten.
"Ne demek bu? Sen bana en başından her şeyi anlatır mısın?" dedi.
"Önce bana yardım eder misin? Madem ağasın herkese yardım ediyorsun bana da et." Dedim olanlar aklıma geldiği için yine kendimi tutamadan gözyaşlarım aklamaya başladı, burnumun sızısı geçsin diye elimle sıkıca bastırdım.
"Ne yapabilirim senin için?" dedi. Sanırım gerçekten bana yardım edecek.
"Kocam..." dedim üzerimdeki cekete daha da sarılarak, yerinde dikleşti ve kaşları mümkünmüş gibi daha da çatıldı. "Kocam, öldü. Evde şimdi, yardım istedim ama kimse gelmedi yardıma." Yüzündeki ifade neydi bilmiyorum, belki acımaydı belki de üzüldü halime ama kalktı ayağa.
"Evin nerede?" dedi. Evim... Bana hiç yuva olmayan kâbuslarımın sahibi evim...
"Bilmiyorum adresini." Her sözüm onu daha da şaşırtırken devam ettim. "Beni, bana çarptığın yere götürürsen seni evime götürebilirim, yolu hatırlarım." Dedim.
Gözlerinde bir kararsızlık olsa da kafasını sallayıp onayladı beni ama güvensizliği de gizleyemedi belki de deli sandı bilmiyorum. Fakat sonunda o adamdan tamamen kurtulacak olmanın heyecanıyla birlikte umursamadan hızla kalktım yerimden elbette gidince anlayacak doğru söylediğimi. Onun büyük adımlarını bende koşar adımlarla takip ettim. Ayak seslerimi duyup arkasını dönüp koştuğumu görünce adımlarını yavaşlatıp ona yaklaşmamı bekledi.
Siyah bir arabanın yanına varınca durdu ve kapıyı açtı, onun açtığı kapıdan içeri girip oturdum. Bir arabaya en son on yıl önce binmiştim. Arabayı hızla bana çarptığı yere sürmeye başladı. Oraya gelince aklıma kaza gelip midem bulansa da umursamadım. Kurtuluşun verdiği heyecanla çevreye bakıp geçtiğim yerleri göstererek orman girişine gelmemizi sağladım. Ev ormanlık bir alan içinde çiftlik eviydi.
"Buraya kadar, kalan kısmı ağaçlı arabayla nerden gidilir bilmiyorum ben yürüyerek geldim." Dedim o telefonunu çıkarıp bir şeyler yaptı ve "Sanırım kaldığın yeri buldum gidelim bakarsın." Dedi arabanın yönünü çevirip birkaç dakika sonra gerçekten de beni eve getirdi.
"Burası ama sen nasıl buldun?" dedim şaşırarak.
"Telefondan haritalara baktım civardaki tek ev burası, yakında başka yerleşim yeri yok."
Anlamadım ne demek istediğini ama başımla onaylayıp indim arabadan. Babam evde telefonuna dokunmama izin vermezdi, evlenince de kocam. O yüzden hiç bilgim yok bu konuda.
Ben önde o arkada eve yürürken çevreye bakıyordu, kapıya gelince çıkmadan kilitleyip anahtarı sakladığım yerden tekrar aldım ve açtım kapıyı. Kapıyı açar açmaz kötü bir koku etrafı kapladı, Ferzan önce bana sonra eve bakıp içeri girdi. Ben giremedim bir daha onun o halini görmek istemedim. Çok geçmeden kapıda göründü tekrar, yüzü beyazlamış, rengi atmıştı. Çıkıp evden uzaklaştı, bende yanına gittim. Biraz nefes alıp verince bana dönüp konuştu.
"Bu yeni olmuş olamaz, kaç gündür bu halde niye kimseye söylemedin?"
Dört Gün Önce
Duyduğum araba sesiyle hemen kaldığım odaya geçtim. Eve gelince beni ortalıkta görürse çok kızar bana, yakalanmamam lazım. Yemek de yapamadım zaten, niye erken geldi ki?
"Ben geldim, odadan çıkarsan neler olur biliyorsun!" diye bağırdı. Biliyordum... Kötü olur, hem de çok kötü olur. Beni yine o karanlık yere kapatır, ne yemek ne de su verir, bir hafta da çıkarmaz dışarı.
"Ses ver lan!" diye bağırdı bu sefer korkarak yerimde sıçradım.
"Anladım." Dedim. Diyecek başka bir şeyim de yok zaten. Benim onunla konuşabileceğim birkaç kelime var sadece; tamam, evet ve yaparım başka bir şey söylemem yasak.
"Aferin, ben gidiyorum diyene kadar çıkma sakın odandan." Dedi ve çok geçmeden de tekrar duyulan zil sesi ile evden çeşitli sesler gelmeye başladı, önce yüksek sesli bir müzik ve ardından kahkaha sesleri. Yine arkadaşları gelmiş olsa gerek.
Kapımı kilitleyip önüne her ihtimale karşı komodini ittim ve yatağıma geçip uzandım. Bir an önce sabah olsa da gitseler. Karnım açtı, daha gelmelerine çok olduğu için yemek de yememiştim.
Zamanın hızlı geçmesi için uyumak yapabileceğim tek şey. Yoksa açlıktan ve bu boş odada yapacak bir şeyin olmamasından dolayı zaman hiç geçmiyor. Yattığım bu yatakta buraya geldiğim ilk zamanlar çokça hayal kurardım. Bir gün buradan çıkıp yine sokaklarda yürüyeceğimi, anneme kavuşacağımı, o çok sevdiğim pamuk şekerlerden yine yiyeceğim gibi hayaller ama artık yapmıyorum. Ben sonsuza kadar burada hapis kalacağım.
Ne zaman kapattığımı bilmediğim gözlerimi güneşin yüzüme vurmasıyla açtım. Kapının ardından gelen tıkırtılar hala evden gitmediklerini gösteriyor. Susuzluğumu odamdaki lavaboya gidip musluktan akan suyu içerek giderdim ama karnım hala aç ve guruldamaya başladı.
Tekrar oturdum yatağıma, bekledim...
Öylece hiçbir şey yapmadan bekledim. İçeriden yine sesler yükselmeye başladı, kahkahalar arttı. Gün geceye döndü ama onlar hala gitmedi evden. Artık iyice acıkan karnımı sadece suyla doldurup bir umut belki yarın giderler diye tekrar kapattım gözlerimi.
Sabah gözlerimi çarpan kapının sesiyle açtım. Hemen yerimden kalkıp cama koştum. Üç tane adam Mustafa'nın arabasının yanında duran arabaya binip hızla gözden kayboldular.
Onlar gitse de Mustafa henüz evden çıkmadığı için odadan yine çıkamadım. Yatmaktan ağrıyan bacaklarımı biraz odada gezerek açmaya çalıştım. Evden hala ses gelmezken uyuyor olsa bile yine de çıkmaya cesaret edemedim. Güneş tepeye yükseldi, ışıkları odama doldu ama evden hala ses çıkmadı. Çok acıktım, artık karnıma kramplar girmeye başladı. Daha fazla dayanamayacağım. Hem belki de uyuyordur ve ben hızlıca gidip bir parça ekmek alıp geri odama geçerim.
Korka korka önce kapının önündeki komodini çektim. Çıkan sesle biraz bekleyip evden ses gelmeyince kildi yavaşça çevirip kapıdan dışarı bir adım attım. Evdeki sessizliği dinleyip çıplak ayaklarımla parmak uçlarımda yürüyerek yakalanmamak için hızlı adımlarla ahşap merdivenlerden aşağı indim.
Geçtiğim her yerde ayrı bir pislik, yemek çöpleri ve içki şişeleri vardı. Salona gelince duraksayıp kafamı uzattım, Mustafa burada mı diye baktım. Mutfağa geçmek için salona girmem gerek.
Koltukta yattığını görünce hızlıca mutfağa geçtim. Her yere baktım ama evde hiç ekmek kalmamış. Aklıma dolaptaki börek gelince açıp hızlıca bir dilim yiyip tekrar kapattım. Mutfak kapısına gelip tam karşımda yatan bedene baktım.
Her zamanki halinden farklıydı, teni bembeyaz kesilmiş, kolu boşlukta öylece sallanıyor. Koltukta garip pozisyondaydı. Bana kızmasından korkarak yaklaştım yanına, normalde olsa şimdiye hemen uyanır ve bana kızmaya başlardı bile ama şimdi hiçbir şey yapmadı.
Öylece yattı...
Yanına gidip uyandırmak için dokunmaya kalktım ama hemen korkuyla elimi geri çektim. Şimdi uyandırsam kızar ama uyandırmasam burada böyle uyursa her yeri ağrıyacağı için daha çok kızar.
Korkuyla koluna dokundum hafifçe, buz gibiydi teni...
O ara aklıma bir ihtimal düştü, o gelmeden önce izlediğim bir dizide adam ölünce aynı böyle rengi değişmiş, vücudu kasılmış nefes almamıştı. Titreyen parmaklarım burnuna uzattım. Korkudan buz kesilen ellerim sıcak nefesini hissedemedi.
Bu sefer korkuyla sarstım bedenini ama uyanmak şöyle dursun sarstığım için yana savrulup yere düştü.
Ölmüştü...
İşte kurtulmuştum artık ondan...
Yere düşen bedeninin karşısına çöktüm artık derman kalmayan dizlerimle... Bu güne kadar susan ağzım öyle bir çığlık attı ki ben bile şaşırdım. Sesim çıkıyormuş benim... Ve kalkıp hiçbir şey diyemiyor bana.
Onun tepkisizliğini fark edince onun karşısında hep güldüm hem ağladım... Yıllarca süren sessizliğimin acısını çıkartırcasına hem de saatlerce sürdü bu. Şimdi ben yapacağım? Onun gömülmesi lazım. Haber vereceğim kimse yok! Ailem bile burada değil ki. Onlar Konya'da ben Şırnak'tayım.
Dışarı çıkıp birilerinden yardım istemem lazım ama ya kaybolursam. Düşüncelerimi bölen gök gürültüsü oldu ardındansa bardaktan boşalırcasına yağan yağmur... Bekledim az daha, belki birisi gelir diye ama saatteki akrep ve yelkovan birbirini kovalarken kimse gelmedi. Yağan yağmur durdu, gün geceye geçti ama ben ve onun ruhsuz bedeni burada kaldık.
Kalktım yerimden, sağa sola baktım. Ellerimi saçlarıma atıp çekiştirdim. "Düşün! Düşün! Düşün!" kendime kızarak kafama vurmam bu da yetmeyince elime kenardaki vazoyu aldım. Tam kaldırıp yere atacaktım ki daha önce yanlışlıkla kırdığım vazo için bana kızması ve cezalandırması geldi aklıma, artık ölü olsa bile korkuyla koydum geri vazoyu yerine. Koştum, çıkış kapısına koştum. Yıllardır bir kere bile yaklaşmadığım bu kapıya koştum.
Titreyen elimle tuttum kulpunu, ilk denemede başarısız olup açamadım. Bu sefer iki elimle birden tutup indirdim aşağıya ve oldu! Artık burada mahkûm değilim. Bir adım attım dışarı sonra bir tane daha ve bir tane daha.
Evin bahçesinden de çıktım, artık sadece camdan baktığımda görebildiğim o ağaçların arasındaydım. Ağlamaya başladım ve bu sefer yürümek korkakça adım atmak yerine koştum. Hem ağladım hem koştum.
Günümüz
"İşte böyle oldu. Ne zaman öldü bilmiyorum, kaç gün oldu hiç bilmiyorum. Eve geldikleri ilk an mı oldu yoksa arkadaşları gidince mi oldu bir fikrim yok. Ben sadece korkup kapımı kilitledim ve odamda durdum. Artık açlığa dayanamadığım için çıktım onda da bu halde buldum. Kimse bana yardım etmedi! Çok yalvardım ben, ayaklarına kapandım. İtti, düşürdü beni."
Sarsıla sarsıla tüm bedenim titreyerek ağlarken yere eğildim, elbisemin eteğini çektim yukarı "Bak bunlar beni itince oldu. Yola çıktım yine kimse durmadı! En son yeter dedim! Yeter artık daha fazla yaşamak istemiyorum dedim 15 yaşında girip hapis olduğum o evden de ölü bedeninden kurtulmak istedim. Tek yol ölümdü attım kendimi arabanın altına ama o kadar beceriksizim ki ölmeyi bile beceremedim!"
|
0% |