Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Bölüm 2

@birbulutkalemi

Sarsıla sarsıla tüm bedenim titreyerek ağlarken yere eğildim, elbisemin eteğini çektim yukarı "Bak bunlar beni itince oldu. Yola çıktım yine kimse durmadı! En son yeter dedim! Yeter artık daha fazla yaşamak istemiyorum dedim! 15 yaşında girip hapis olduğum o evden de onun ölü bedeninden kurtulmak istedim. Tek yol ölümdü! Attım kendimi arabanın altına ama o kadar beceriksizim ki ölmeyi bile beceremedim!"

"Şişt, tamam geçti artık, sakin ol. Bundan sonra ölüm falan konuşmak yok anlaştık mı? Ben buradayım, yardım edeceğim sana." Sözleri bana yıllarca çektiğim eziyetten sonra o kadar imkânsız geliyor ki... Ama bir yandan da içimdeki büyümesine izin verilmeyen çocuk umut ediyor, engel olamıyorum.

Umutla gözlerimi gözlerine diktim, eğildiğim yerden kalkıp bu sefer onun ayaklarının dibine dizlerimin üzerine çöktüm. "Gerçekten geçecek mi?" yüzünde küçük bir gülümseme oluştu ya da ona benzer bir şey, dudakları ne kadar hareket etti bilmiyorum. O da aynı benim gibi eğildi, elleriyle yüzümdeki yaşları silip kalkmama yardım etti. Dik duracağımdan emin olduğu zaman kollarımı bıraksa da yanımdan uzaklaşmadı.

"Sana söz veriyorum geçecek. Bana en başından her şeyi anlatırsan sana yardımcı olabilirim ama önce burayı halletmemiz lazım tamam mı? Senden sadece biraz daha güçlü durup bana yardımcı olmanı isteyeceğim."

"Tamam, olurum ama lütfen benden bir daha o eve girmemi isteme!" zira bir defa daha o eve girersem tekrar çıkabilir miyim bilmiyorum.

"Önce ben birilerini arayıp bedeni hastaneye morga götürmeleri için çağırayım. Burada böyle kalırsa senin için kötü olabilir. Beden birkaç gündür böyle olduğu için polislerde gelir büyük ihtimalle. Tanıdığım birkaç kişi var polisleri ben hallederim ama sen sadece sana sorulan soruları doğruca anlat olur mu?"

"Tamam." Deyip onu onaylayınca beni belimden destek olarak bahçenin dışında park ettiği arabaya götürdü. Oturmamla kendisi de araç girişini açıp arabayı içeri duvar dibine park etti.

"Burada bekle hemen döneceğim."

Arabadan inip arkasına gitti ve bagajını açtı, bir şeylerle uğraşıp çok beklemeden tekrar yanıma geldi. Elinde küçük bir poşet vardı. "Al bakalım şimdilik bunlardan atıştır biraz, burayı halledince güzel bir yemek yeriz olur mu?" bu nasıl bir adam? Hem dertlerimle uğraşıp bana yardım ediyor hem de bu karışıklıkta, bunu yapmak zorunda olmamasına rağmen en son düşünmemiz gereken şeyi düşünüp karnımı doyurmam için bana yiyecek veriyor.

"Teşekkür ederim. Hakkını nasıl öderim bilmiyorum."

"Teşekkür etmene gerek yok içimden geldiği için yapıyorum. Şimdi kapıyı kapatalım sen biraz burada otur bende gerekli yerlere telefon edeyim olur mu?"

"Tamam, sen ne dersen o." Deyip onu onayladım. Zaten başka çarem de yok.

Kapıyı kapatıp cebinden telefon çıkarınca bende önümdeki poşete baktım. İçinden uzun zamandır yemediğim çikolatalar, gofretler ve adını bile hatırlayamadığım yiyecekler vardı.

Bunları görmek bile beni yaşayamadığım çocukluğuma götürdü tekrar. Babam ve ağabeyimden gizli bakkal Muharrem amcaya yardım ederdim o da karşılında bana bunlardan verirdi hep. Burnumun sızlaması tekrar bir ağlama krizinin geldiğinin habercisi ama umursamadım. Bir kere de artık büyük olmayı bırakmak istedim. Tekrar o küçük Sedef olup mutlulukla bunları yemek istedim. Öyle de yaptım, hem ağladım hem yedim. Üstelik bu sefer kimseye yakalanma korkum olmadan yedim!

Ben ağlayıp yerken ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama Ferzan benim için cehennem olan o evden bir elinde küçük bir çanta diğerinde benim olduğunu fark ettiğim kıyafetler ile çıktı. Arabaya yaklaştı ve kapımı açıp, "Ne oldu? Neden ağladın tekrar?" dedi çatılan kaşları ile gözleri bana bakarken bir farklı oluyor sanki, bakkal amca gibi acaba o da bana üzülüyor mu?

"Ben... Bunları en son çocukken yemiştim de o geldi aklıma, tutamadım kendimi. Özür dilerim." Eğdiğim başımı çeneme koyduğu eliyle kaldırdı yukarı, artık göz gözeydik.

"Seninle bir anlaşma yapalım, artık ne yaparsan yap özür dilemek yok tamam mı?"

Kaşlarım çatıldı, bir hata yapıyorsak özür dilememiz gerekir. Neden böyle dedi ki şimdi? Acaba bu artık hata yapma demek mi? Yoksa o da Mustafa gibi kızacak mı bana?

"Hey hey dur! Hemen doldurma gözlerini! Ne kurdun acaba o güzel kafanda?"

"Bir hata yapıyorsam özür dilemem gerekir annem bana böyle öğretti!" dedim net çıkmasını istediğim sesimle.

"Evet, çok güzel bir davranış ama sen hata yapmıyorsun ki! Özür dilemen gereksiz o yüzden." Yapmıyor muyum? Ama annem ben ağladığımda hep üzülürdü ve ben hep onu üzdüğüm için özür dilerdim. Ancak o zaman konuşurdu benimle. Gerçi haklı neden ben ağladım diye üzülsün ki?

Konuşmamızı bahçeden içeri giren ambulans ve polis arabası böldü. Korkuyla ona baktığımda bana güven verir gibi gülümsedi ve "Sen şimdi sadece arabada otur ve beni bekle. Ben her şeyi halledeceğim. Hatta al bunları da giyin üzerine, merak etme camlarda film var dışarıdan içerisi gözükmez."

"Tamam, teşekkür ederim Ferzan Ağa." Dedim minnetle. Bakışları değişti ama ne olduğunu anladım.

"Ağa mı?" dedi garipsermiş gibi. "Evet öyleyim dedin ya ondan söyledim. Kızdın mı yoksa?" dedim korkuyla ona bakarak.

Başını sağa sola salladı, "Hayır, kızmadım. Bunu uzun zamandır duymamıştım o yüzden garip geldi biraz. Neyse, hadi sen ye güzelce ben de şunlarla ilgileneyim." Dedi ve konuşmama izin vermeden kapıyı kapattı tekrar. Hızlıca getirdiği eşofman takımını giyip camdan onu izledim.

Önce bir polisle konuştu, ardından içeri birkaç kişiyle girdi ve çok geçmeden tekrar çıktı. Arkasından da ellerinde siyah büyük bir poşetle Mustafa'nın bedenini taşıdığını tahmin ettiğim iki adam. Çatık kaşlarıyla sinirli bir yüz ifadesi olsa da sanırım hep böyle o. Onu tanıdığım andan beri çok az güldüğünü gördüm. Acaba o da benim gibi kötü şeyler yaşadı da o yüzden mi böyle gülmeyi unuttu?

Tekrar az önce konuştuğu polisin yanına gidip uzun uzun konuştular. En sonunda ikisi birlikte bana doğru yürüyünce arabanın kapısını açıp indim ve yanıma gelmelerini bekledim.

Ferzan endişeyle yüzümü inceliyordu. Polis de indiğimi görünce tıpkı onun gibi beni incelemeye başladı. Rahatsızca yerimde kıpırdandım, yanıma geldiklerinde Ferzan'a doğru biraz yaklaştım. Burada tanıdığım ve güvendiğim tek kişi oydu.

"Kocanızın uyuşturucu kullandığını biliyor muydunuz?" diye sordu karşımdaki polis. Uyuşturucu ne ki? Bilmiyorum öyle bir şey ne gördüm ne de duydum. Yavaşça Ferzan'a döndüm, "O ne?" dedim.

Sorumla ikisi de şaşırıp birbirine baktı. Polis merakla bana bakıp, "Sen ciddi misin?" dedi. "Sen nerede yaşadın bu kadar da hayattan uzak kaldın? Uyuşturucu ne bilmiyor musun gerçekten?" dedi büyük bir hayretle.

Sanırım gerçeği söylemem gerek. Ferzan bana ne sorarlarsa gerçeği söyle dedi. "Şey, biz Mustafa ile ben küçükken evlendik. Sonra düğün dönüşü buraya gelirken kaza olunca onun annesi ve babası öldü. O da bana çok kızdı, ceza verdi. Dedi ki; Bu evden ne olursa olsun çıkmayacaksın! Ben eve gelince odanda olacaksın, ben gidene kadar yemek yemek için bile çıkmayacaksın dedi."

Sözlerimden sonra Ferzan kızarırken polisin de yüzünde farklı bir ifade yoktu. Sanırım ikisini de sinirlendirdim. "Özür dilerim, sizi kızdırdım sanırım ama Ferzan bana polis ne sorarsa sorsun doğruyu söyle dedi." Dedim hızla bana kızmamaları için açıklama yapmaya çalışıp.

Ferzan elini koluma uzatınca korkuyla geri çekildim. Kızdı! O da beni bodruma kilitleyecek! Hızla eğilip ayaklarına kapandım, "Ne olur kızma Ferzan! Özür dilerim. Söz veriyorum bir daha yapmayacağım! Kızdırmayacağım seni! Lütfen sende kilitleme beni bodruma!" bir yandan ağlayıp bir yandan da beni kilitlememesi için ona yalvarıyorken eğilip omuzlarımdan tutup kaldırdı beni.

Sıkıca sarılıp başımı okşadı, hızla nefes alıp vermelerimin ardından, "Sakin ol. Sana kimse kızmadı! Biz sadece sana yaptıkları için sinirlendik. Seni öyle cezalandırmaya hakkı yoktu onun. O yüzden oldu." Sözleri içimi rahatlatsa da ağlamam durmuyordu. Durmasını istiyorum! Ben artık ağlamak istemiyorum!

Biraz duran ağlamamla polis arkasını dönü merakla bize bakan bir kişiyi kafasıyla eve gönderdi. Sonra bana yaklaşıp, "Korkma, artık her şey bitti. Biz sana yardım edeceğiz ama az önce yaptığın gibi doğruyu söylemen lazım tamam mı? Sana birkaç tane soru sormam lazım."

"Tamam, söz veriyorum doğruyu söyleyeceğim!"

"Öncelikle, evde kaç kişi yaşıyordunuz?"

"Sadece o ve ben. Zaten başka akrabası da yokmuş. Arada eve temizliğe gelen birileri var ama ben hiç görmedim onları. Onlar gelince beni hep odama kilitlerdi." İfadesiz yüzü az önceki yüzünden iyidir. Artık beni o kadar korkutmuyor.

"Ne iş yapıyordu biliyor musun?"

"Bilmiyorum, sadece eve sürekli dosyalar falan getiriyordu." Dedim. Gerçekten de bilmiyorum, o benimle hiç konuşmaz ki.

"Tam adı ne demiştin?"

"Mustafa Kurt."

"Hani şu İstanbul'dan buraya yerleşip yerel tarım ve sulama kanalları projelerine destek veren iş insanı Mustafa Kurt mu?"

"Bilmiyorum ki bana bir şey söylemez o, sadece eve geldim ve gidiyorum diye haber verir."

"Ben bir iletişime geçeyim bizimkilerle sorup soruşturalım, sonra haberleşiriz. Biz Ferzan'a ulaşırız o sana bildirir olur mu?"

"Olur, teşekkür ederim yardımlarınız için."

"Ne demek Sedef Hanım işimiz bu." Dedi konuşmamız boyunca hiç sesi çıkmayan Ferzan'a başıyla selam verip ayrıldı yanımızdan.

Ferzan onun gitmesinin ardından bana bakıp, "Sanırım artık bu evde kalmak istemezsin?" diye sordu. Korkuyla ona baktım, lütfen benim bu evde kalmamı söylemesin.

"İstemem." Diyebildim sadece ama ona da daha fazla yük olmak istemiyorum. Zaten kimsenin yapmadığını yapıp bana büyük bir yardım yaptı.

Ben şimdi ne yapacağım? Eve geri dönsem ailem beni kabul etmez ki! Babam gelinliğinle gittiğin o evden anca kefeninle çıkarsın demişti. Ne demek ki şimdi bu? Haber verirsem beni öldürür mü? Ama ben ölmek istemiyorum ki artık... Tam o adamdan kurtulmuşken yeni nefes almışken nefesim kesilsin istemiyorum!

Koluma değen elle irkildim, geriye doğru bir adım atmamla bedenim arkamdaki arabaya çarptı "Şişt bak bakalım bana, niye doldu yine o gözler?" farkında bile değilim ki! Ben uzun zaman önce bıraktım gülmeyi. Çoktandır sadece dolu gözlerle, yüzümde yaşlarla yaşadım ben. Son birkaç gündür de sadece ağladığımdan artık fark bile etmiyorum, alıştım burnumda sızı gözümde yaşla yaşamaya.

Eğdiğim başımı kaldırıp gözlerine baktım, "Şimdi ne olacak?" sorum onda da bir bilinmezlik doğurdu. Gözlerini gözlerimden çekmeden bir süre bana baktı. Çok garip bir şey oldu, ilk defa hayatımda bir insanın gözlerinin içinde hareket eden parıltılar vardı.

"Gel önce gidip karnını doyuralım, sonra konuşuruz. Olur mu?"

Onu onaylamaktan başka çarem yok ki. Mecburen başımı salladım. Hemen arkamda duran kapıyı açıp arabanın içine oturmamla kapıyı kapatıp, karşıda eve girip çıkanların başında bekleyen az önce benimle konuşan polise başıyla selam verip arabanın çevresinden dolanıp yanımdaki koltuğa oturdu ve arabayı çalıştırdı.

"Ne yemek istersin, nereye gidelim?" dedi gözleri yoldayken arada bir bana bakıp.

"Fark etmez, yemek seçmem ben." Başımı önüme çevirip akan yolu izledim. Sanırım o da konuşmak istemedi ki başka bir şey söylemeden arabayı sürmeye devam etti. Tek fark ara ara üzerimde hissettiğim bakışlarıydı.

Geçirdiğimiz kısa olmayan bir yolculuk sonunda biraz daha şehir içinde küçük bir lokanta önünde durduk. Ferzan arabayı park edince bana dönüp, "Genelde ev yemeği çıkar burada, rahat edersin diye düşündüm ama beğenmezsen başka bir yere de gidebiliriz." Dedi.

Utançla ona bakarak, "Biz buraya geldik ama benim hiç param yok ki. Hep evdeydim ben o alırdı eve bir şeyler o yüzden bana da hiç para vermedi." Dedim başımı aşağıya eğerek.

Parmaklarını çenemin altına koyup eğdiğim kafamı kaldırdı. "Sakın, sakın böyle bir şey için eğme başını! Senin hiçbir suçun yok! Sen değil sana bunu reva gördüğü için o utanmalı. Gel her şeyi içeride konuşur bir çözüm yolu buluruz."

"Tamam."

Arabadan inip içeri girince en köşedeki nispeten daha sakin olan bir masaya oturduk. Masaya gelen garsona Ferzan bana bakıp bir şey söylemediğimi görünce çorba, pilav ve güveç söyledi. Benimle ondan sonra hiç konuşmadı, sanırım konuşmak için yemek yememizi bekliyor ya da aynı benim gibi ne konuşması gerektiğini bilmiyor.

Garsonun elindeki tabakları önümüze bırakıp "Afiyet olsun, efendim." deyip uzaklaşınca Ferzan'ın yemeğe başlamasını bekledim. Uzun zamandır tek başıma yesem de yemeklerimi biz küçükken masadaki büyük ya da erkek yemeğe başlamadan biz yemezdik.

Sessizlikle önümüzdekileri yedikten sonra kalktı masadan. Bana bakıp, "Yukarıda bir teras var orada konuşalım." Dedi. Ayağa kalkıp peşinden yürüdüm bende. Merdivenlerin başında garsondan çay istedi ve öyle çıktı.

Yukarı çıkınca cam kapıyı iterek açıp küçük bir masaya doğru gidip oturdu, bende tam karşısına geçtim. Konuşmadan o konuşsun diye bekledim. Cebinden sigara çıkarıp bana baktı, "İçsem rahatsız olur musun?" dedi.

Başımı salladım sağa sola, "Olmam, babam da içerdi." Dedim. Paketin içinden bir dal çıkardı, dudaklarının arasında yerleştirip eliyle rüzgârı kesti ve ateşlediği çakmağı dudakları arasındaki sigaraya yaklaştırdı. Derin bir nefes çekmesiyle yanakları içe doğru göçtü. Ucunun tutuştuğuna emin olunca çakmağı masaya bırakıp sigarayı ağzından çekti ve nefesini başını diğer tarafa çevirip dışarı üfledi.

Ona kilitlenip kaldığımı fark edince utançla önüme dönüp yere indirdim bakışlarımı. Çok geçmedi merakıma yenik düşüp tekrar kafamı kaldırıp ona bakmam. İyice geriye yaslanmış sigarasını içerken dalmış karşıya bakıyordu. Ne düşünüyor acaba?

"Bundan sonra ne olacak? Beni tekrar aileme mi göndereceksin?" dedim en korktuğum şeyi sorarak.

Sesimle irkilip bana baktı, "İstersen gönderilirim." dedi bakarak, konuşurken her zaman bana bakması çok garip. Şimdiye kadar kimse böyle yapmadı ki bana o yüzden çok geriliyorum.

"İstemem ama sana daha fazla bela olmakta istemiyorum. Sanırım gitmem en doğrusu." Dedim yine gözlerim dolarak. Bile bile ölüme giden herkesin olacağı gibi sanırım. Yine de iyi yanından bakarsak artık ölüp kurtulacağım sevinmeliyim.

"Neden istemezsin ailen sonuçta."

 

2013

"Anne ben gidince siz de gelecek misiniz? Ben siz olmadan ne yapacağım ki? Ne olur siz de gelin ya da ben de gitmeyim!" dedim.

"Olmaz biz gelemeyiz, sen artık büyüdün. Kocanla gideceksin, ona bakacaksın. Yemeğini yapacak, çocuğunu doğuracaksın." Gözleri dolarak benimle konuştu.

"Anne ama ben senin gibi yemek yapamıyorum ki. Hem evlenmekte istemiyorum. Ne olur gönderme beni seninle kalayım. Hem Asuman abla 25 yaşında o yeni evleniyor ben daha küçüğüm ki anne 15 yaşındayım ben evlenemem ki. Öyle olsaydı Asuman ablada o zaman evlenirdi." Dedim ağlayarak. Gitmek istemiyorum ben!

"Sen bakma ona. O, evde kalmış senin tam zamanın. Hadi sus artık baban kızacak sonra." Dedi ve kalkıp beni odada yalnız başıma bırakıp çıktı. Titreyen dudağımı ısırarak merakla kapıya yaklaştım. Kulpun altındaki küçük delikten merakla oturma odamızda olanlara baktım, ölüm fermanıma bakıyormuşum bilmeden.

İçeride mahallemizin camisinin hocası Musa imam vardı, karşısında abim yaşlarında birisi yanında ise babam vardı. İmam, "Kız nerede nikâh için çağırın, onun da rızasını alalım." Dedi.

Babam sinirle ona bakıp kızarak, "Vekili benim kıy artık şu nikâhı!" dedi.

Daha fazla durmadım orada, birden birisi odaya gelirse bana kızar diye. Aradan geçen biraz zamanla odama annem girdi. Başıma kırmızı bir tül örtüp benimle hiç konuşmadan kolumdan tutup içeriye, koltukta oturan babamın yanına götürdü.

"Öp babanın elini." Demesiyle eğildim, babamın bana uzanan elini korkuya yavaşça öpüp alnıma götürdüm. İlk defa bayram haricinde babam bana elini öptürdü...

Doğrulmamla birden ayağa kalktı, korkup geriye bir adım attım. Anneme çarpınca beni hafifçe öne itti. Babam iki elini kollarıma uzatıp kalan hayatımın kâbusu olacak o sözleri söyledi.

"Sen şimdi bu evden gelinliğinle çıkıyorsun, bir daha ancak kefeninle dönersin! Sakın kaçıp gelmeye falan kalkma! Kocan ne derse o! Sakın onun sözünden çıkma!"

Başımla onaylayabildim sadece çünkü babaya cevap verilmez, ayıp! Onaylamamla memnunca gülüp kolumdan tutup evin kapısına çekti beni. Kapının önünde bekleyen kalabalığa şöyle bir bakıp öndeki adama doğru itti beni.

 

Günümüz

Ağlayarak anlattıklarımla elleri yumruk olmuş bana bakıyordu, "Tamam, merak etme senin istemediğin hiçbir şey olmayacak artık. Ben sana yardım edeceğim. Önce okula gideceksin mesleğin olacak, sonra da kendi hayatını kendin kuracaksın." Dedi. İçim umutla dolsa da bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum.

"Nasıl olacak ki? Okumak için çok para gerekir, babam abimi okutmak için beni okuldan almıştı ona yetsin diye."

Başını sağa sola çevirip boynunu kütletti, elini sakallarına atıp hafifçe kaşıyıp derin bir nefes alarak bana baktı. Sanki kızdırdım onu da sakinleşmeye çalışıyor gibi, "Sen merak etme. Artık zaman değişti, okul için paraya gerek yok. İstersen okursun." Umutla ona baktım. "Gerçekten mi?" diye sordum heyecanla.

"Gerçekten. Şimdi seni benim evlerden birisine yerleştireceğim, artık orada kalırsın okulun bitene kadar. Ben sana burs da ayarlarım öyle idare edersin okulun bitene kadar. Sonra da ne istersen yaparsın tamam mı?"

"Sen çok iyi bir adamsın Ferzan. Sana ne yapsam borcumu ödeyemem!" dedim.

"Bana borcunu ancak okuyup mesleğini eline alarak, kendi kendine bakarak ödeyebilirsin!" dedi.

"Söz veriyorum yapacağım." Dedim.

Konuşmamızı çalan telefonu böldü, eline alıp arayana bakınca bana bakıp oturduğu yerden kalkıp az uzaklaştı. Hararetle konuşması bana bazı şeylerin yolunda olmadığını hissettirse de işlerine karışmamak için bir şey yapmadım.

Gelip karşıma oturunca, "Az önce, Mustafa'nın avukatı ile görüştüm. Doğrulamış, o söylediğimiz adammış." Dedi.

"Peki, bu ne demek?" dedim karşımda rahatlıkla oturan adama.

"Hani az önce benim hiç param yok diyordun ya." Dedi bana bakıp gülerek.

"Evet, yok." Dedim.

"Hayır, senin artık paran var. Hem de Türkiye'deki çoğu insanın hayatı boyunca çalışsa bile asla sahip olmayacağı kadar çok." Dedi.

"Nasıl yani?"

"Kocan Mustafa Kurt, Türkiye'nin sayılı iş insanlarından birisi sen dışında hiçbir akrabası kalmadığı için de tüm mal varlığı sana kaldı. Artık çok rahat kendine bakabilirsin. Ömrün boyunca çalışmasan bile yeter sana." Dedi.

Ne diyeceğimi bilemiyorum. Bana hayatı dar eden adam, şimdi bana büyük bir miktar para mı bıraktı?

"Ben ondan gelecek hiçbir şeyi istemiyorum ama sana daha fazla yük olmamak için de okuyup çalışmaya başlayana kadar kabul edeceğim onun parasını. Sonra da kalanı aynı benim gibi olan, okuyamayan kızlar için kullanacağım."

Gözlerinde gururla bana baktı, "Sen çok başka bir kadınsın Sedef. Yerinde başkası olsa neler yapar bilmiyorum. Şirketleri ne yapacaksın?" diye sordu.

"Şirkette mi var?" dedim şaşırarak. "Ne oluyor ki şirkette?" diye de merak ettiğim şeyi sordum. Ferzan çok bilgili benim tüm sorularımı cevaplayabilir, onun gibi bir adam hiç tanımadım ben. O olmasa ne yapardım kim bilir?

"Sana çok şey öğretmemiz lazım. Şöyle ki şirket onun işi, orada bu bölge için çeşitli projeler yürütüyor. En son bu bölgelerin kalkınması için tarım alanlarını destekleyen sulama kanalları için ortak olarak yürüttüğü bir proje var. Bende duyup desteklemek istemiştim ama ihale kapanmıştı çoktan. Artık hepsini senin devam ettirmen lazım, yoksa bir sürü insan işsiz kalır ve proje yarım kalırsa tarımda eski haliyle kalır gelişemez." Dedi ciddiyetle, her ne kadar söylediklerinden bir şey anlamasam da sanırım Mustafa'nın yaptığı şeyler önemli şeyler olsa gerek ki övgüyle anlattı.

"Ben yapmam ki ama dediğin gibi olmasını da istemiyorum. Sen yapsana, olmaz mı hem istiyormuşsun da." Dedim umutla ona bakarak.

"Benim yönetmem gereken kendi işim var ama sana yardım edebilirim. Önce avukata gidip işleri devraldığına dair belgeleri hallederiz. Sonra da sen okulunu okuyup işleri anlayacağın bir hale gelene kadar İstanbul'dan bir arkadaşımı senin için işleri yönetsin diye çağırırım ve bende ay ay kontrol ederim. Böylece sen hem şirkete sahip olup hem de okulunu okursun. Daha sonra ister kendi işini yapar istersen de şirketine bakarsın. Şimdi bir şey bilemediğin için onun parasını kullanmak istemiyorsun ama ileride fikrin değişir ne kadar iyi işler yaptığını görürsen sen çok daha iyisini yapmak için geliştirebilirsin."

"Tamam, sen en doğrusunu bilirsin. Sen ne dersen onu yapalım."

"Hadi gel yoruldun artık, önce avukata gidelim sonra da seni güzel bir eve yerleştirelim. Kalan şeyleri düşünme ben hallederim." Dedi ayağa kalkıp bana bakarak.

Kalktım yerimden ve bana bakan adama sıkıca sarıldım. Ben en son anneme sarıldım böyle. Bedeni gerildi ama biraz durduktan sonra elini belime atıp bana karşılık verdi.

Yavaşça geri çekilip ona baktım, "Teşekkür ederim. Sen olmasan ne yapardım bilmiyorum ben." Dedim.

"Teşekkür etmene gerek yok. Bensiz de gayet güzel idare edebilirsin. Zamanla sen de göreceksin bunu ama bu demek değil ki ben seni yalnız bırakacağım! Sana söz veriyorum beni yanında istediğin sürece hep yanında olup sana elimden gelen her yardımı yapacağım, destek olacağım."

 

Aklımda o günkü konuşmamız dönerken Ferzan'ın beni yerleştirdiği evinin camından dışarıyı izliyorum şimdi. O günün üzerinden üç gün geçti. İki gün önce Mustafa, anne ve babasının yanına defnedildi. Ölüm sebebinin ise uyuşturucu olduğu kesinleşti. Hala tam olarak ne olduğunu bilmesem de kötü bir şey olduğunu biliyorum.

Küçük yaşımda beni kapattığı oda yüzünden o kadar çok şeyi kaçırmışım ki yeni doğmuş bir bebekten farkım yok. Öğrenmem gereken çok şey var. Ferzan o günden beri her gün akşam yanıma uğrayıp benimle uzun uzun konuştu, kaçırdığım ne varsa anlatmaya çalıştı. Dün İstanbul'dan arkadaşı da geldi tanıştırdı benimle, bugün benim yerime şirkete gidecek ve ben okulumu bitirene kadar o bakacak.

Evin içinde duyduğum sesle yerimde sıçradım. Sesin kaynağı Mustafa'nın telefonuydu. Ferzan o evden almış bana vermişti. Kaç gündür haberlerde öldüğünü duyan ne kadar kişi varsa aramış kısaca açıp Ferzan'ın dediği şekilde konuşmuştum. İlk onun yanında çalmış o açıp hiçbir şeyin değişmediğini işlerin aynı düzende devam edeceğini söylemişti. Arayanlar genelde iş çevresi olduğu için konu hep oraya gelmişti.

Ağır adımlarla çalan telefona yaklaşıp üzerinde yazan isme bakınca telefonu tekrar masaya bırakmam bir oldu. Cemal Avcı... Arayan yıllardır konuşmadığım abimdi. Ara ara Mustafa'yı aradığını ve Mustafa'nın da ona para gönderdiğini bana kızıp söylemesinden hatırlıyorum. Sana baktığım yetmez gibi bir de ailene bakıyorum derdi.

Çalmayı bırakan telefon çok geçmeden tekrar çalanınca mecburen aldım elime açtım, "Efendim?" dedim. Uzun süre ses gelmedi.

"Sedef, sen misin?" dedi.

"Benim."

"Kocan ölmüş!" dedi. Sesinde en ufak bir duygu kırıntısı bile yoktu.

"Evet, öldü." Dedim.

"Bize niye haber vermiyorsun lan! Televizyondan mı öğrenecektik!" diye kızdı bana.

"Cenaze işleriyle uğraştım vaktim olmadı." Dedim. Ferzan'ı bilmemeleri daha iyi olur, kızabilirler.

"Neredesin evinize geldim yoksun?" ne burada mı? Beni öldürmeye mi geldi.

"Başka evde kalıyorum gelmene gerek yok dönebilirsin!" dedim ve telefonu kapattım. Hayır! Bir daha olmaz, onunla gitmek istemiyorum. Burada beni bulamaz, buraya gelemez!

Sakin olmam lazım. Evin içinde sağa sola yürüyüp ne yapacağımı düşünürken geçen zaman su gibi akmıştı adeta. Beni durduran çalan kapı oldu.

Ferzan geldi! O bana ne yapacağımı söyler. Hızla kapıya koştum ve açtım.

Açınca kapıda en son yıllar önce gördüğüm, hiç değişmeyen abim vardı. Beni nasıl buldu ki?

"Benden kaçabileceğini mi sandın?" dedi ve kolumdan tutup dışarı çekti beni. Kapıya tutunmamsa kapının kapanmasına sebep oldu.

"Yok öyle tek başına mirasa konmak! Gidiyoruz şimdi, ne var ne yoksa bana vereceksin!" dedi merdivenlerden sürükleyerek indirdi beni. Binanın içi boştu, kimseden yardım isteyemedim. Gözüm girişteki güvenlik masasına takılsa da oranın da boş olması tüm ümidimi yitirmeme sebep oldu.

Dışarı çıkıp arabanın yanına gelince durdu, kapıya anahtarı sokup açmaya çalışırken, "Bırak beni gelmek istemiyorum!" dedim.

Arabanın kapısındaki eli durdu, yavaşça bana dönüp, "Kes sesini! Gideceğiz ne var ne yoksa bana devredip sana bulduğum adamla evlenip onun karısı olacaksın artık! Tekrar eve geleceğini sana düşündüren ne?" dedi. Tekrar olmaz, bir kez daha bir eve hapis olamam!

Elinden kurtulup koşmak için arkamı dönmemle saçımdan tutup kendine çevirdi beni, tek elini kaldırması ve yanağımda hissettiğim sızıyla dudağımdan süzülen kana gitti elim. Bana vurmuştu, ben elimi yanağıma atıp ona bakarken, "Sus artık ve bin şu arabaya!" duyduklarımla çırpındım.

"Bırak beni gelmeyeceğim hiçbir yere!"

Beni dinlemedi kucağına alıp zorla arabaya bindirirken koşarak binanın önüne çıkan güvenliği gördüm. Göz göze gelince "Yardım edin!" diye bağırsam da abim elini ağzıma kapatıp hızla arabayı çalıştırdı...

Loading...
0%