Yeni Üyelik
18.
Bölüm

Bölüm 18

@birbulutkalemi

11 Ocak Çarşamba

 

"Timin adını soracaktım neden Artemis yani tanrı olan mı yoksa ölüm çiçeği anlamında mı?"

İfadesi bu sefer buz gibi oldu. Onu ilk defa bu şekilde gördüm. Sonra ise dudaklarından zor duyulan bir fısıltı çıktı.

"ÖLÜM ÇİÇEĞİ"

Ağzından çıkanlar tüylerimi ürpertti. Sanırım olay çok farklı yerlere dayanıyor. Sormakla hata mı ettim acaba? O, şu an olduğumuz ortamdan çok başka bir yerde gibi sanki. Bedeni burada ama ruhu yok. Elimi omuzuna koyup hafifçe sıktım yanındayım der gibi.

"Timur, konuşmak ister misin?" dedim.

Sesimi duyunca irkilip kendine geldi, gülümsemeye çalıştı ama onu şu kadarcık tanımamla bile yalan bir tebessüm olduğunu anladım.

"Ben, bu olayı öyle çok yok yok hatta hiç dile getirmedim neredeyse. Bilen sayılı kişi var."

Öyle bir tonda konuştu ki, sesinin o yorgunluğu ve isteksizliği beni geri çekilmeye itti. Buna rağmen yine de bu sefer tüm bedenini bana döndürüp ellerimi tuttu ve gözlerime baktı.

"Konuşalım Asya, sanırım buna çok ihtiyacım var, artık bu yükü taşımak bana çok ağır geliyor. Bana destek olup taşımamda yardım etmek istersen konuşalım..."

Ben onu hep güçlü görmeye alışık olduğum için böyle görmek beni hem çok üzdü hem de çok şaşırttı. O sanki yıkılmaz bir dağ gibiydi benim için.

"Tabi ki isterim ama ben istediğim, sorduğum için kendini zorunlu hissediyorsan gerek yok gerçekten ben sadece merak ettiğim için sormuştum."

"Zorunlu hissetmiyorum ama burada olmaz. Akşam müsaitsen buranın dışında konuşalım mı? Taburdakilerin duymasını istemiyorum." demesini kafamı onaylar gibi sallayıp cevapladım. "Olur, sen nerede ve ne zaman istersen konuşuruz." dedim.

"Tamam ben gideyim şimdi, çıkış saatinde otoparkta beklerim seni." dedi ve konuşmama izin vermeden hızlı adımlarla uzaklaştı.

 


Timur'un Anlatımından

Çevremdeki erkeklerin aksine ben duygulara önem veren biriyim. Duyguların kişilerin içindeki insanlığı diri tuttuğunu düşünürüm. Bir insan duygularını özgürce yaşayamayıp yok sayıyorsa, içindeki insanlıkta yavaşça ölüyor bana göre.

O yüzden mesleğimle ilgili konular dışında duygularımı saklamayı sevmem genelde. Mutluysam gülerim, sinirliysem sebebine kızarım, üzgünsem gerektiğinde ağlarım da. Erkekler ağlamaz lafı tamamen safsatadan ibaret.

İnsan olan ağlar da güler de her duyguyu yaşar. Toplum zaten duygularını ifade etmeyi bilmeyen insanlar yüzünden bu şekilde. Karşındaki insan kâhin olmadığı sürece senin ne hissettiğini anlamaz, anlayamaz.

Ben de şimdi kendime çok sinirlenip, kızdığım için daha fazla Asya'nın yanında kalıp o konuları düşünmek istemedim. Artemis benim lanetim...

Fakat yaşananlar artık bana ağır geliyor. Bunu o sorunca anladım. Sanırım birisiyle paylaşmaya ya da birisi değil Asya ile paylaşmaya ihtiyacım var. Onun beni rahatlatmasına, anlamasına ihtiyacım var.

Biraz hüzünlü biraz da gergin adımlarla otoparka doğru yürüdüm. Yaklaştığım zaman Asya'nın orada beni beklediğini gördüm. Sanırım o da benim gibi gergin olsa gerek ki olduğu yerde sol ayağının ucunu zemine vurup duruyor.

Daha fazla bekletmemek için yanına giderken bir yandan da anahtarı arabaya doğru tutup kilidini açtım. "Gel hadi hava soğuk, gidelim ben bırakırım seni tekrar." dedim fazla konuşmak içimden gelmediği için. O da anlamış olsa gerek ki zorlamadan, beni başıyla onaylayıp bindi ve eli hemen radyoya gitti.

Konuşmak istemediğimi düşündüğü için bana, ben söylemeden alan açması şu durumda hissettiklerime rağmen beni biraz olsun iyi hissettirdi. İlk defa duyduğum bir şarkı çalıyor ama sunan spikere göre "Makber Band - Sonu Yokmuş Gibi" tam da şu an ki duruma göre denk gelmesi hayatın bir jesti sanırım.

Arabayı buradaki mabedime doğru sürdüm, tüm Urfa'ya yüksekten bakan bir tepe. Orası bana dünyanın ne kadar büyük olduğunu ve insanların ne kadar küçük bir yer kapladığını gösteriyor.

Gelince dursak da arabayı çalışır halde tutup ısıtıcıları açık bıraktım. Merakla dışarı baktı. Gördüğü görüntü hoşuna gitmiş olacak ki gözlerinin içi parlayarak bakıyor dışarı. Sanırım sonra aklına konuşmak için geldiğimiz gelmiş olsa gerek ki bana dönüp o küçük elleri ile elimi tutup kendince bana destek olmaya çalıştı.

Yüzüne bakarken anlatabilir miyim bilemediğim için kafamı çevirdim tam karşıya, o da bana uydu. Nereden başlayacağımı bilemedim. O günleri düşünmek tarifi imkânsız bir acı olsa da yine o günlere gitti aklım.

 

 

10 Nisan 2018

Türkiye-Irak Sınırı Dağlık Alanlar

Bugün bu leş kargalarının aralarına sızalı tam kırk beş gün oldu. Mezun olduktan sonra girdiğim tüm operasyonlarda başarılı olmamın ardından, çok istediğim istihbarat birimine geçmek için yaptığım başvuruların sonucunda bildiğim dillerin içinde Kürtçe' de olması sebebi ile onaylanan isteğimin ardından, başarı ile bitirdiğim eğitimler bugün burada olma sebebim. Bu istihbaratta ilk görevim.

Kendisini "Kasap" olarak tanıtan Radgo Miladiç için buradayım. Asıl adı bu olmamasına rağmen sırf Bosna Kasabına özenip adını bu şekilde değiştiren bir hasta kendisi. Adamın ismini almakla kalmayıp bir de lakabını almış.

Kim bu derseniz yanlış hatırlamıyorsam yılı 1942 olması lazım. Bosnalı Sırp General. Bosna Savaşı sırasında Bosna-Sırp Ordusu'nun Başkomutanıydı.

Srebrenitsa katliamı öncesinde bir kameraya konuşarak söylediği, "İşte 11 Temmuz 1995'te Sırp şehri Srebrenitsa'dayız. Büyük bir Sırp bayramı arifesinde iken bu şehri Sırp milletine armağan ediyoruz. Nihayet, yeniçerilere karşı ayaklanmasından sonra bu toprakta Türkler' den intikam almamızın vakti geldi." diyen ve büyük bir katliam yapan ki bu az bir sayı da değil sekiz binin üzerindeki insanı kurşuna dizen ve çeşitli başka yöntemlerle öldüren bunun için de kasap lakabını alan adam kendisi. Kendine örnek aldığı adam bu deyim siz neler yaptığını sadece hayal edin.

Ben de bu adama ulaşmak için onun irtibat halinde olduğu bir grup teröristin arasına sızdım. Normalde uzun soluklu bir operasyon olmasına rağmen Kasap'ın eylemlerini artırması dolayısı ile benden bir ay sonra gelmesi gereken diğer iki arkadaşım birer hafta ara ile dahil oldu operasyona, yanıma dağa geldiler.

İşlerin, onlar geldikten sonra bozulmaya başlaması dikkat çekti biraz ama bu salaklar zaten adam az diyerek tam emin olmadan bir şey yapmıyor. Bunları bana bu grubun başındaki adam olan Maho kod adı ile bilinen Mahmut anlattı.

Aralarına sızmam kolay olsun diye buraya gelirken bir teröristi yakalayıp askeri üniformamı ona giydirip saç sakalı da kesip insana benzettim. Kendi kampım patlatılınca kaçıp yanımda da asker yakaladım, en yakın siz varsınız diye size getirdim diyerek girdim içeri. Üstlerle birlikte anlaşmalı birkaç operasyonda da asker yaralamış gibi yapıp iyice gözlerine girdiğim için benden şüphelenmiyorlar.

Asker kılığındaki terörist ise ben asker değilim dese bile korkup öyle konuştuğunu düşünmelerini sağladım. Ona işkence edilip bildiklerini öğrenelim deyip bir güzel de işkence görmesini sağladım. Tabi hiçbir şey bilmediği için konuşmadığından da asker bu kesin, yoksa konuşurdu diye de akıllarına girdim.

En son konuşmuyor bu öldürelim deyip ben yakaladım ama Maho bu sana layıktır sen öldür gibi konuşmalarım da onu psikolojik olarak üstün gördüğümü hissettirince bana güvenmesi kolay oldu. O yüzden benden hiç şüphelenmeyip güvendiği adamların arasına kattı beni. Bütün planlarını bu adamlarla yapıp her şeyi onlarla paylaştığı için ben de bu gruba dahil olduğumdan bu da bizi bir adım daha hedefe yaklaştırdı.

Bugün ise bana bir görev verdi. Askerlerin geçeceği bir güzergâh olduğunu ve onları halletmemi söyledi. Bilgiyi ise içimize soktukları bana göre hain onlara göre ajan olan Kerem isimli bir askerden almışlar. Güvenli olup olmadığını anlamak için sorduğumu düşündürtüp bilgilerini alıp üstlerime iletip kendimce bir plan kurdum, gönderdiği yere gitmem lazım. Yoksa güvenleri kırılır amacıma ulaşamam.

Plan kafamda hazır gibi. Önce kimseye belli etmeden silahların ve patlayıcıların bulunduğu mağaraya gidip bombaların patlaması için olan içlerindeki kimyasalları boşalttım. Böylece bomba görüntüsünde ama içi boş oldukları için patlamayacak olan düzenekler elde ettim. Tek bir tanesi kalacak şekilde.

Sözde baskın, akşam saatleri yapılacağı için ben işimi gündüz halletmeliyim. Her şey normal de sanki nöbetçi kontrollerini yapıyormuş gibi ilk önce kendilerini sözde özgürlük savaşçıları olarak gören kamp çevresindeki nöbetçileri teftiş ettim. Salaklar yanlarına gittiğimi bile anca diplerine girip ben söyleyince anlıyorlar, Türk askeri öyle mi oysa, sen yaklaşmadan beş metre önce fark ederiz.

Ben bu şekilde sessiz olup hızlıca hareket ettiğim için arkadaşlarım bana "Yıldırım" lakabını taktılar. İlk geldiğim zamanlar senin lakabın var mı diye sorduklarında bunu söylemekten çekinmedim ki, bilsinler. Onlar için geri geldiğim zaman kim olduğumu bilsinler.

Bir de ülkemize göz dikecekler farkında bile değiller, biz bir ölürsek yerine yeni bir tanemiz geçer tıpkı bana hızlı ve sessiz hareket etmemden dolayı yıldırım denmesi gibi. Ha bu arada asla kıyas yapamam ama Yıldırım Bayezid' in lakabıyla, aynı sebepten ötürü anılmak çok gurur verici. Sonuçta o da bu lakabı savaştaki performansı ile aldı. Bundan ancak gurur duyarım.

Düşüncelerimle boğuşurken son bombanın da düzeneğini değiştirip kolay erişilebilir bir yere koyup kalanları ise boylarının yetemeyeceği yükseklere sakladım ki almaya gönderdiğim salak başka bombayı almasın. Zaten üşengeçler çıkıp oraya almazlar. Şimdi ikinci adım Maho ile konuşup sözde plan yapmak. O yüzden onun kaldığı mağaraya doğru ilerledim. Önüne gelince içeri seslendim.

"Başgan, gelem mi?"

"Gel yıldırım gel sormana bile hacet yok." dedi. Şimdi biraz yağlama yapalım ki dediğim şeyleri onaylasın.

"Olur mu heç başgan, sen sıradan birisin sanki, sen bizim yeni kuracağımız devletin başganı olacaksın, heç senin yanına destursuz girmek olur mu?" dememle ağıma düştüğünü belli eden gülüşü çıktı ortaya.

Tam bir tabirle gerim gerim gerildi, omuzlarını dikleştirip oturuşunu düzeltti. Dediklerimden memnun olsa da çaktırmamaya çalışarak eliyle yanına çağırdı. Onun konuşmasını hiç çekemem şimdi. O yüzden ben konuştum direkt.

"Benim aklıma bir plan geldi başgan, onaylarsan sen de hemen hazırlıklara başlayak."

" Gel otur, hele anlat neymiş planın?"

"Şimdi başgan, bizim adamlar maalesef ki biraz salaklar. Çatışmayla olmaz bu iş, ben alıp gideyim birkaç tanesini yolu kazıp, içine de bomba döşeyek bir güzel. Sonra onlar tam oradan geçerken patlatırık, kalanı da silahla hallederik."

Planımın hoşuna gittiği gülüşünden belli eşekler gibi 32 diş sırıtıyor anlattığımdan beri.

"Olar çok güzel olar. Hayde git sen, bekleme. Gelmelerine şurda bişey kalmadı kur tuzağını." dedi.

"Tamam başgan, emrin olur hemen çıkıyom ben şimdi. Akşama dönerik." dedim ve çıktım oradan.

Maho'nun şüphelenmeyeceği adamlardan on kişi ayarladım. "Malzemeleri alın geliyom ben." dedim ve burada birlikte görev yaptığımız ama deşifre olma ihtimaline karşı birbirimizle hiç konuşmadığımız askerlere buluşma noktamıza gelmelerini işaret ettim.

"Beyler, ben sabahki planı uygulamak için çıkacağım. Emir geldi iyi bir plan kurduk, sorunsuz hallolacak inşallah. Siz de fazla göze batmayın hala şüpheleniyorlar sizden dikkat edin ben çıkacağım birazdan bir durum olursa koruyamam sizi. Ne olur ne olmaz Hakkınızı helal edin."

"Helal olsun, sen de helal et. Dikkatli ol dönünce görüşürüz kardeşim." dedi Mert. Fırat'ta onayladı ikisiyle de sarılıp çıktım. Hepimiz farklı yerlere dağıldık.

Ben hazırlık yapsınlar diye gönderdiklerimin yanına gittim. Tam zamanında gelmişim, bombaları koyuyorlardı. Hazırlık tamamen bitince çıktık yola. Baya bir yürüsek de saatler sonunda geçiş güzergahına geldik. Bombaları, yeri biraz kazıp yerleştirdik ve geriye çekilip saklanıp gelmelerini beklemeye başladık.

Aradan geçen bir saatin sonunda geldiler ama konuşup uyardığım için beklediklerinden daha kalabalıktı askerlerimiz. İşte benim gurur kaynağım. Kalabalık olduklarını görünce adamlardan biri yanıma gelip konuşmaya başladı. Tabi korku sarınca normal.

"Ne yapacaz heval? Bunlar başganın dediğinden fazlalar."

"Dur bi düşünecem, kesin sattı bizi içerdeki şunlara bak. Bunlar resmen bizi öldürmeye gelmiş. İyi ki o içerdekinin planı yerine kendim yeni plan kurdum. Biz bunlarla savaşamayız, çok fazlalar ondan ne kadarını öldürsek kâr ilk araba geçerken bombayı patlatıp geri çekileceğiz."

"Haklısın heval iyi düşündün. Kumanda bende sen komut ver ben basarım hemen."

"Bana bak dediğim an basman lazım. Yoksa fark ediliriz onlar da anında yere serer bizi duydun mu? Patlatıp hemen çekileceğiz ki onlar orayla uğraşırken biz kaçmış olalım."

"Anladık tamam. Hade ben yerime geçiyom." dedi ve gözükmediğini sanarak uzaklaştı. Salaklar, önden gelen ilk arabanın boş olduğunu bile anlayamazlar. Öyle beyin yok bunlarda. Görevi yapmışım gibi gösterebilmem için zarar vermem şarttı, bu yüzden Yarbayla plan kurduk. Eski araçlardan birisini uzaktan kontrol edilebilir şekle getirecekler, en önde o olacak ve biz de onu patlatınca hem kayıp olmayacak hem de ben bir başarı daha elde edip biraz daha göze gireceğim.

Plan tamam olsa da içimde geçmeyen bir sıkıntı var. Allah' ım sen yardımcımız ol. Alnımızın akıyla bitirelim şu görevi de. İlk araç tam yerine geldiği zaman seslendim. "Bas düğmeye, patlasın!" ve korkudan anında düğmeye basmasıyla küçük çaplı bir patlama oldu sadece biri patladı bombaların ama bu salaklar onu bile anlamadı.

Geri çekilip hızlıca uzaklaştık, gelen askerler durumu bildikleri için peşimize düşmediler zaten. Yine iki saat yürüyüp kampa gelince garip bir sevinç vardı onlarda. Etrafa göz gezdirdim Mert ve Fırat' ı bulmak için ama yoklar. Neyse önce Maho' ya gidip durumu anlatmam lazım sonra bakarım onlara. Hızlıca mağarasına gidip sinirli gibi içeri girdim.

"Başgan içerdeki adam hain." dedim sinirle. "Dur hele gel, ne oldu anlat." dedi o da.

"Biz oraya gidip düzeneği kurduk sonra pusuya yattık bekliyoh, bi de ne görek gelenler onun dediğinin üç katı. Adamlar bizi öldürmeye gelmiş resmen. İyi ki o içerdekine güvenmeyip bomba döşemişih. Hepsi olmasa da ilk arabayı patlatıp geri çekilmek zorunda kaldık." dedim. Söylediklerime rağmen keyfi bozulmadı.

"Bugün öyle keyifliyim ki Yıldırım, heç uğraşamam kamptaki ajanları bulduk sonunda." dedi. Yüzümü ifadesiz tutmaya çalışsam da bu hareketim dikkat çekeceği için gülmeye zorladım kendimi. Benim güldüğümü görünce o da güldü.

"Kimmiş başgan nasıl buldunuz?"

"Siz gidince kasap aradı, bağırdı çağırdı en son kaldıkları yeri arayın herkesin dedi. Tabi zoruma gidince ben de resti çektim. Git kendine başkasını bul! Bura benim bölgem, arama beni daha dedim kapadım. Daha aramaz artık kendi ülkemizi kendimiz kuracaz. Neyse bi yerde haklı dedim kendi kendime. Arattım bende, hani yeni gelenler vardı bunlar kavga edince anlaşsınlar diye aynı mağaraya gönderdiydim ben, meğer onlarmış hain hepsi numaraymış. Mağarada telefonları telsizleri neyim vardı aldık hepsini ama içini açamadık ne yaptılarsa, ben de kırdım attım." Ben onları iyi saklamaları konusunda uyarmıştım! Keşke olmasaydı şimdi onları kurtarmam lazım.

"Nerdeler başgan? Bırak ben halledeyim işlerini."

"Ben hallettim çoktan. O işi bizim kesiciye verdim yolladım da buradan uzağa, halledip gelir birazdan işlerini." Sinirden vücudum kasılsa da profesyonel olmalıyım hiçbir şeyi belli etmemeliyim. Sakin olmalıyım, bu görev bir sürü insanı etkiliyor. Hem onlar eğitimli askerler kurtarırlar kendilerini.

"Nereye gönderdin ki yardıma gidem ben de."

"Bilmiyom, git iti köpeği buraya çekmeyecek bir yere ser leşlerini dedim. Neysem hadi git dinlen sen, o işi sonra hallederik aferin sana yine eyi iş çıkardın." dedi ve omzuma vurdu ben de konuşmadan çıktım hemen dışarı bir şeyler yapmam lazım.

O sırada biri başgan başgan diye bağırarak gelince Maho dışarı çıktı.

"Ne var lan ne bağırıp duruyon!" diye kızdı.

"Başganım, biz ajanlara bir güzel işkence edip gömdük ki, leşlerini bile bulamasınlar diye. Geri gönderken başka bir grup askere rastlaştık, çatışmaya girdik. Diğerleri kesici de dahil öldü ben zor kaçtım canımı kurtardım." dedi.

Kulaklarımda aynı cümle çınlayıp durdu.

Biz ajanlara bir güzel işkence edip gömdük ki, leşlerini bile bulamasınlar.

Biz ajanlara bir güzel işkence edip gömdük ki, leşlerini bile bulamasınlar.

Biz ajanlara bir güzel işkence edip gömdük ki, leşlerini bile bulamasınlar.

Biz ajanlara bir güzel işkence edip gömdük ki, leşlerini bile bulamasınlar

Dondum kaldım. Silah arkadaşlarım, can dostlarım öldü mü şimdi? Üstelik bir mezarları bile yok mu? Öğrenmem lazım hemen öğrenmem lazım ki en azından evlerine naaşları gitsin, bir mezarları olsun al bayrağın gölgesinde. Benim hamle yapmama vakit olmadan Maho silahını çıkarıp kafasına sıktı. Şokla kalakaldım öylece. Bağırmaya başlayınca geldim.

"Onlar orada ölüyo da sen niye burdasın lan, kalıp ölecektin sen de. Ne kadar öldürsem kâr diyecektin savaşacaktın sonuna kadar." dedi ve söylenerek içeri girdi.

Kamptakilerin yarısı zafer sarhoşu, yarısı da bu olayın etkisinde iken hemen ortadan kaybolup kampın az dışına iletişim için telefonu sakladığım yere gittim. Yarbayı arayıp durumu anlattım. Artık kasapla ilgisinin kalmadığını elindeki bilgilerin yerini bildiğimi söyleyince görevi bitirmek için onay aldım.

Geri kampa dönünce kutlama ayağına sınırdan geçirmek için saklanan şaraplardan verdim hepsine. İçip içip sızdılar. Her ihtimale karşı en sessiz halimle onların bizi öldürmek için yaptıkları bombalarını yine onları patlatmak için kampın dört bir yanına döşedim. Maho' nun baskın ihtimaline karşı elindeki gizli bilgileri sakladığı, kampın az dışındaki sığınağa da gidip hepsini kopyaladım ve çantaya koydum. Bakmayın sığınak dememe içeride bilgisayardan yazıcıya kadar her şey var. Kasap öyle istiyor, bunun için kampta bilgisayardan anlayan birileri hep olur. Jeneratörle çalışıyor, ben zaten buna hazırlık yaptığım için hepsini yedeklemiştim ki biz bunları alınca değiştirmesinler diye.

Şimdi kendini zeki sanan salaklar burayı bulamadığımı sanıp bütün planlara ve bilgisayardaki kayıtlı ajanlarla iletişimlere aynı şekil devam edecek yoksa bizim elimize geçmesin diye hepsini öldürürler. Onların doğasında önlem almak yok. Bütün belgeleri koyduğum çantayı sırtıma astım ve geldiğim gibi kimseye görünmeden çıktım.

Kampın patladığını görebileceğim ama çok da etkilenmeyeceğim bir yere gidebilmek için arkamı döndüm ki bir silah sesi duydum, ardından ise omzumda bir acı. Hemen arkamı dönüp beni vuranı hedef alıp öldürdüm ama içmeyip yatan Maho dışarı çıktı. Dişlerimi sıkıp biraz uzaklaştım ve kampı havaya uçurdum. Gözlerim zor açık kalsa da Maho' nun araçlardan birine binip gittiğini gördüm. Peşine şu an düşemem bu belgeleri korumam lazım ama elbet bulacağım seni.

Kurşun içerde sanırım tüm vücudum titremeye, sırtımdan aşağı ter boşalmaya başladı. Titreyen bacaklarımla sarsak adımlarla kararlaştırdığımız yere ulaştım. Yaram arkada olduğu için bir şey yapamam, eşyalarımı sakladığım yerden bir bez alıp kıyafetin içine koyup bez baskı yapsın diye de sırtımı taşa yasladım. Çok geçmeden helikopter sesi duyuldu. Ardından ise Yarbayla birlikte birkaç asker indi yerimi belli etmek için seslendim.

"Komutanım buradayım, yaralandım sağlık ekibi var mı?" dememle Yarbay hiç konuşmadan eliyle birilerini çağırdı. Gelenler omzuma bakarken komutana döndüm.

"Belgeleri aldım ama Maho son anda kaçtı. İzin verin hem onu arayım hem de şehitlerimizin mezarlarını." dedim.

"Yaralısın asker, saçmalama."

"Şimdi çıkarsınlar kurşunu komutanım, gerisi benim sorumluluğumda." dememle istemeyerek de olsa izin verdi. Sağlık ekibi yaramı sardı ve helikoptere binip uzaklaştılar yavaşça. Ben de kendi keşfettiğim bir akarsu içindeki yeraltı mağarasına gittim. Önce biraz dinlenmem lazım.

 

 

1 Mayıs 2018

 

Bugün tam 20 gün oldu. Benim gitmediğim dağ taş kalmadı ama hala bir iz bulamadım. Ne Maho' dan ne de dostlarımın bedenlerinin nerede olduğuna dair en ufak bir iz bile yok. Tüm olasılıkları hesapladım, ben olsam nereye giderdim dedim ama hiçbir iz yok. En iyisi patlattığım kampa geri dönmek. Belki bir iz bulurum diye geri geldim. Her şey yandığı için kimse gelmemiş buraya çürük cesetlerin kokusundan hayvanlar bile yaklaşmamış.

Kesicinin mağarasına gittim. Girişi patlamayla yıkılsa da sağlam gibi duruyor. Önündeki taşları kaldırmaya başladım. Son umudum burası kaldı. Şans yüzüme burada gülmüş olacak ki taşlar çok büyük parçalar değil. Yaklaşık yarım saatin sonunda içeri girebileceğim kadar alan açtım kendime.

El feneri ile girip içeri göz gezdirdim. Yıkıntıların arasında yattığı yerin altında gözüken haritalara doğru ilerledim, onları alıp içeriyi biraz daha karıştırıp çöpten başka bir şey bulamayınca dışarı çıktım. Harita bulunduğumuz bölgeye ait ve üzerinde yakın aralıklarla bazı yerler işaretli. Umarım buradan bir şey çıkar. Biraz inceleyip kendimce bir plan oluşturdum ve en yakın konuma yürümeye başladım.

Kesici Maho' nun pis işlerini yaptırdığı adamı. Her ne kadar bana güvenip benle bir şeyler paylaşsa da ben gelmeden önce en yakını oymuş o yüzden benle pek anlaşamaz. Haritalardan bir şey çıkma ihtimali çok yüksek. İlk noktaya geldiğimde kurak topraklar ve birkaç çalı dışında bir şey gözükmese de boşa işaretlemeyeceğini bilecek kadar tanıdım. Çevreyi biraz dolaşınca çalılıkların dibinde bir kapı gördüm. Elim silahımda yavaşça açıp içeri taş fırlattım ki birisi varsa dışarı çıksın diye ama tek bir ses bile gelmedi.

Hemen içeri girdim. Burada da yine bazı dosyalar vardı. Sanırım bunlar Maho' dan gizli yoksa çoktan gelip alırdı. Hemen konumunu mesaj atıp bulduğum şekilde tekrar saklayarak ikinci noktaya doğru yola çıktım. Mesafe kısa olduğu için ilk noktaya göre daha çabuk geldim.

Bu sefer ki konum daha büyük bir yer kapıda iki kişi nöbet tutuyor bir yanda da bir şeyler pişiriyor ateşte. Biraz ses yaptım ki teki buraya bakmaya gelsin bende sayılarını öğreneyim. Ki beklediğim gibi de oldu biri buraya geliyor. Hemen iyice geriye çekildim, önümden geçer geçmez bir elimle ağzını kapatıp bir elimle de bıçağı boğazına dayadım ki ses çıkarıp diğerini çağırmasın.

"Şimdi elimi ağzından çekeceğim eğer sesin çıkarsa acımam gırtlağını keserim yok sessiz olursan bırakırım seni." dedim. Tabi ki de bırakmayacağım ama konuşması lazım. Kafasını salladı ve elimi çektim. "Kaç kişisiniz?" dedim. Korkudan titreyerek cevap verdi. "iki."

"Kime çalışıyorsun?" dedim bıçağı biraz daha bastırıp korkutarak.

"Ke- kesici." dedi. "Nerede kesici?" dedim bu sefer öldüğünden emin olmak için.

"Bilmiyom bir aydır gelmedi heç nerdeyse. Bize burayı koruyun dedi biz de koruyoz." dedi

"Buradan kimlerin haberi var?"

"Sadece kesici ve onun adamlarının, başgan bile bilmez biz sadece onla çalışırız birbirimizi bile tanımayız." dedi ve artık işim bittiği için boğazını kestim. Bir ay dediğine göre en son ölmeden on gün önce falan gelmiş buraya sorsam bile cevap alamam.

Ben şimdi burayı patlatsam mesafe kısa diğer bölgelerde başka adamları varsa duruma uyanırlar. O yüzden buranın da konum bilgileriyle birlikte silah deposu olduğunu ve diğer bölgeye doğru yola çıktığımı ilettim. Ek olarak Birkaç konum daha olduğunu ona göre hazırlıklı olmalarını fazladan birkaç grupla gelmelerini söyledim.

Hızlıca geçtiğim birkaç bilgi saklı alan ve bu şekil deponun sonunda son iki konum var elimde. Şimdi bina gibi bir alana geldim burası daha kalabalık. İyi ki son silah deposundan bir çanta KMG 556 (Otomatik silah) almışım. Bölgenin etrafına ayarladım hepsini, yirmi tane silah var, dörder tane olmak üzere ateşleme mekanizmasını ise misina ile bağladım ki çektiğim anda kendiliğinden ateş etsin kalabalık bir grup var sansınlar. Böylece korkuyla hepsi dışarı çıkıp çatışacak bende bu arada yüksekten silahım ile hepsini tek tek avlayacağım.

İlk grubu ateşleyip hemen diğerine koştum ve onları da ateşledim. Bu şekilde hepsini tek tek ateşledim ki farklı aralılarla olsun da rahat olmasılar diye. Bazıları o silahlardan çıkan kurşunlarla ölürken kalanları da ben hallettim. Dikkatli bir şekilde ağır adımlarla içeriye girdim, bir yandan da leşlerin yanından silahları uzaklaştırıyorum ki ölmeyen varsa uzanmasın.

Ağır adımlarla içeri girince buranın hapishane tarzı bir yer olduğunu anladım. İçeride elbet birileri var ki bu kadar adam yığmışlar buraya. Hemen buraya en yakın askerileri yardım için göndersinler diye Yarbaya mesaj attım. Dışardan tek katlı gözükse de yer altına doğru inen bir merdiven var. Üst kat kendileri için alt kat ise kafeslerle dolu olduğunu gördüm. İçeri girince temkinli adımlarla yürürken bir yandan da kafesleri kontrol ediyordum. Sadece en son kafes dolu içeride dört kişi vardı. Yırtılmış ve tozlanmış olsa da kıyafetlerinden Türk askeri olduğunu anladım.

Üzerimdeki kıyafetlerden olsa gerek beni de terörist sanmış olacaklar ki içlerinden birisi bağırdı. "Gel gel lan şerefsiz, bugün geç kaldınız." dedi. Diğeri ise araya girdi hemen "Yok yok bizimkiler geldi sanırım, duymadın mı seslerin güzelliğini." dedi. Hallerinden kendilerini daha fazla yormalarını istemediğim için konuştum.

"Özel görevdeyim Üsteğmen Timur ben." dememle hepsi yaralıda olsa ayağa kalmaya çalışmıştı ki elimle durdurdum. "Yarbaya haber verdim birazdan burada olurlar. Siz ne kadardır buradasınız." dedim. "Valla komutanım ben altıncı aydan sonra saymayı bıraktım." dedi. Acıyla gözlerimi yumdum. Dişlerimi sıkıp kafesin kapısının kilidine ateş ettim.

"Hadi çıkın aslanlar, gelin yukarda dışarda bekleyin. Birazdan gelirler az daha dayanın."

"Sorun yok komutanım, o kadar durduk bundan bir şey olmaz." dedi yaraları ağır olan askeri sırtıma alıp yavaşça merdivenleri çıktım. Bahçeye ilerleyip güvenli bir yere oturttum. Ellerine ise yerden aldığım silahlardan verdim. "Benim şimdi gitmem lazım, siz bekleyin bizimkiler yolda." dedim.

"Komutanım biz iyiyiz gelelim yardıma." dedi içlerinde en sessiz olanı. İşte Türkiye böyle aslanlar sayesinde ayakta. Kim bilir ne zamandır tutsaklar, işkence gördüler, ayakta duracak halleri yok ama yardıma gelelim diyorlar. Yanına gidip omzuna vurdum hafifçe "Sağ ol aslanım. Bu benim yalnız yapmam gereken bir görev. Siz kalıp dikkatli bir şekilde bekleyin sonra da sağ salim yuvanıza dönün ailenizi sevindirin. Bana çok yardım etmek isterseniz döndüğünüz zaman benim için şehitliğe uğrayın ve yapabildiğiniz kadar her mezarı bir güzel temizleyip su verin şehitlerimize."

Ellerini başlarına koyup selam vererek bağırdılar sesleri çıktığı kadar, "Emredersiniz komutanım." gülümseyip kafamla selam verip alandan uzaklaştım.

Biraz yürüyünce dinlenmek için bir kayalığa yaslanıp oturdum. Bir şeyler yedim, boğazımdan geçen her lokma onları bulmadığım her an bana biraz daha zehir olsa da direncim düşmemeli bulmam lazım onları. Gittiğim yerde de yoksalar ne yapsam diye düşünürken önüme bir kelebek kondu. Çok güzel bir kelebek kanatları öyle canlı bir maviydi ki hayran kaldım. Kanatların kenarları ise sanki kalemle geçilmiş ve çerçeve yapılmış gibi siyah. Sonra uçmaya başladı. Neden bilmiyorum ama içimden onu takip etmek geldi ve vakit kaybetmek umurumda olmadan takip etmeye başladım.

Gittiği yönü fark edince ise aslında son konuma doğru uçtuğunu fark ettim kelebeğinde. O yüzden yönümü şaşmadan takip etmeye devam ettim. Garip şekilde kelebek doğruca işaretli alana doğru uçmaya devam etti. Bir yirmi dakika yürümenin sonunda konuma geldik ki aynı kelebekten onlarcasının bir bölgede durduklarını gördüm. Çevredeki kurak toprakların yanı sıra o bölgenin kazılmış ve değişik bir bitkinin ekilmiş olduğunu gördüm.

Kesici buraya bitki ekecek bir insan değil kesin bir şeyler sakladı buraya. Oraya doğru koşup kelebekleri uzaklaştırıp kazmaya başladım. Çok da kazmama gerek olmadan ortaya bir el çıktı. Kalakaldım, içime öyle bir acı saplandı ki tarifi yok. Gözlerim doldu, burum sızlamaya başladı. Bağırarak ağlamaya başladım. Gücüm yok içindekileri görmeye. Göz yaşlarımdan ekranı ne kadar gördüm, doğru yazdım mı bilmeden durumu anlatan bir mesaj attım.

Aradan geçen zamanı bilemiyorum ama ne kadar daldıysam geldiklerini fark etmemişim. Öylece kilitlenmiş tekrar otların üzerine gelen kelebeklere bakarken Yarbayın omzuma konan eliyle kendime geldim. Kilitlenmiş çenemi zorlukla açıp işaret ettim kelebekleri. "Oradalar, kelebeklerin altında."

İnceleme için gelen ekipten doktor olduğunu düşündüğüm adli tıp hekimi şaşkınlıkla konuştu.

"Aman Allah'ım, ben bu olayı efsane sanıyordum." dedi. Gidip birkaç kelebeği bir kutuya aldı ve başka bir kutuya da köküyle birlikte çıkarıp otlardan ekti. Sonra işaret etti mezarların açılması için. Yarbay yanımıza çağırdı. Biz hale tek kelime konuşmadık o da benimle aynı durumdaydı. Üzgün, yıkık bitik. Ben kardeşlerimi kaybettiysem o da evladı gibi gördüğü askerlerini kaybetmişti.

"Ne oldu, niye öyle dedin?" diye sordu benim de merak ettiğim bir soruydu bu ne efsanesi bu durumda.

"Bu kelebekler Mavi Kelebek olarak geçer ve bu otlara ise Artemis Çiçeği denir. Bunların özelliği ise Mavi Kelebeklerin sadece Artemis Çiçeği ile beslenmeleri." dedi.

"Tamam normal bir şey bu kelebekler ot yer." dedi Yarbay. Kadın ise heyecanla ve biraz da heyecanlandığı için mahcubiyetle kafasını salladı yanlış der gibi.

"Artemis çiçeğinin bir diğer adı da ölüm çiçeğidir, sadece mezarlıklarda toprağın kanla birleşip içindekinin yeni çürümeye başlamasıyla büyür, Mavi Kelebekler de sadece ölüm çiçeği yemek için orada oluşur. Devamlılığı yok en son bundan seneler önce görülmüş bir olay." dedi.

 

 

11 Ocak 2023 Çarşamba Günümüz

 

"O gün oradan çıkan bedenler gerçekten de kardeşim gibi olan Mert ve Fırat’a ait çıktı. Onları geri dönüp hak ettikleri şekilde uğurladık. Sonra ise süresiz izne çıkardılar beni, uzun bir süre tedavi gördüm."

"Haklılardı da Asya ben bitmiş, tükenmiştim. O zamanlar olanları hiç atlatamadım. Kimseyle konuşmuyor sadece ilaçlarla ayakta kalabiliyordum. Sonra o doktor geldi yanıma, elinde ise yine o çiçek ve kelebeğin olduğu bir fanus bana dedi ki -Bak bunlar arkadaşlarından kalan son şeyler. Ölüm çiçekleri ve ölüm çiçeğini yiyen Mavi Kelebekler. Sen şimdi burada bu şekilde kalıyorsun arkadaşların rahat mı orada? Duydum ben, onlara bunu yapan hala dışarıda. Bir yerlerde nefes alıyormuş, belki de arkadaşların gibi nicesini şehit ediyor. Sen burada ne yapıyorsun arkadaşlarına böyle mi vefa gösteriyorsun? - dedi."

"İşte o zaman Asya sağlam bir tokat yedim. "Kendine gelmen lazım Timur." dedim. Önce askeriyenin psikoloğu ile konuştum. Tedavi sürecini bu sefer isteyerek yürüttük. Birkaç ayda kendime geldim. Aynı zamanda ham olmayım diye tedavi sürecinde spora devam ettim, savunma konusunda daha da çok ders aldım. Ben kendime gelip dönmeye hazır olunca ise artık istihbaratta olmak istemediğime karar verdim."

"Ben artık sahada olmalıydım. Onların peşine düşüp bir bir bütün işlerini yok etmek istedim. Yaptım da. O doktoru Yarbay göndermiş yanıma, o ayarlamış her şeyi. O bahsettiğim baştaki adamı yakalamak için yeni bir tim kurulmasını istemiş üstler. Yarbay ise en çok bilginin bende olduğunu ve tecrübeli olduğum için tim komutanı olarak beni önermiş."

"Psikolojik testleri geçersem onay vereceklerini de söyleyince olaya el atmış ve şimdi buradayım. Tam beş senedir o adamı yakalamaya çalışıyorum ama öyle bir korkup saklanmış ki girdiği delikten çıkmadığı için asla bulamıyorum. Pes etmeyeceğim ama doktor haklı kardeşlerime bunu borçluyum. " diye bitirdim cümlelerimi.

Ara ara burun çekme sesini duyup ağladığını fark etsem de kafamı hiç çevirmedim ona. Gözlerim ancak anlatacaklarım bittiği zaman onun gözleriyle temas etti. Ağlamaktan şişmiş gözleri, kıpkırmızı olmuş burnu ve iç çekmesi ona tatlı bir çocuksuluk katsa da onun içindeki o güçlü kadını gördüğüm için anlatmaktan çekinmedim en ufak detayları bile.

Ona baktığımı fark edince birden üzerime atlayıp bana sıkıca sarıldı. Bu sefer de omuzumda ağladı biraz. "Timur, ah benim yüreği kendinden güzel Timur' um ne yapmışlar sana böyle. Üzülme sen ben artık yanındayım, attığın her adımda bir gölge gibi arkanda olacağım. Birlikte atlatacağız, eminim ki sen o adamı da yakalayacaksın."

Böyle demesi bende bir umut oluşturdu. Şu durumda bile o kötü anları hatırladıktan sonra bana böyle hissettiren hiçbir şey olmamıştı. Ta ki o bana sarılıp yaparsın diyene kadar. Bu bana öyle bir güç verdi ki...
Meğer ne çok ihtiyacım varmış ona.

"Hadi." dedi "Hadi sür arabayı bugün sende kalacağım çok geç oldu." halimi görünce yalnız bırakmak istemedi sanırım. Başka zaman olsa kabul etmez bırakırdım ama sanırım bugün ihtiyacım var ona, yanımda olduğunu hissedersem belki her gün gördüğüm kabuslar peşimi bırakır.

Onu ikiletmedim, önüme dönüp arabayı çalıştırıp eve doğru sürmeye başladım. Uzanıp vites üzerindeki elimi tuttu ben yanındayım der gibi, eve kadar da çekmedi elini elimden. Yolların boş olmasıyla kısa sürede eve geldik.

Kapıdan girince ne yapacağımı bilemedim. Elimi kafama atıp saçlarımı karıştırınca konuştu yine.

"Bugün birlikte uyuyalım mı? Yalnız kalmak istemiyorum." dedi ama asıl yalnız kalmak istemeyenin ben olduğumu anladığı için dedi sanırım. Yine itiraz etmedim. Elinden tutup odama götürdüm. Dolaptan ona uyabilecek birkaç parça kıyafet alıp eline verdim.

"Şurası lavabo kullanabilirsin, rahat ol ben de giyinip geleyim." dedim ve kendime de kıyafet alıp çıktım odadan. Biraz da oyalandım ki rahat olsun, sonra belki gece su içmek ister diye küçük bir sürahiye su koyup bardakla birlikte odaya yürüdüm sanırım giyindiğini anlayım diye kapıyı açık bırakmış.

İçeri girince yatağa uzandığını gördüm. Yattığı tarafa gidip komodinin üzerine bıraktım suyu ve diğer tarafa geçip uzandım yatağa. Asya bana doğru yaklaşıp kafamı kaldırmamı ister gibi işret yaptı, dediğine uyup kafamı kaldırınca beni kendine çekip kafamı göğsüne yasladı ve saçlarımı okşamaya başladı. Ne zaman uykuya daldım bilmiyorum ama bu uzun zamandır uyuduğum en rahat uykuydu onu biliyorum.

**
 

Loading...
0%