Yeni Üyelik
19.
Bölüm

Bölüm 19

@birbulutkalemi

İçeri girince yatağa uzandığını gördüm. Yattığı tarafa gidip komodinin üzerine bıraktım suyu ve diğer tarafa geçip uzandım yatağa. Asya bana doğru yaklaşıp kafamı kaldırmamı ister gibi işret yaptı, dediğine uyup kafamı kaldırınca beni kendine çekip kafamı göğsüne yasladı ve saçlarımı okşamaya başladı. Ne zaman uykuya daldım bilmiyorum ama bu uzun zamandır uyuduğum en rahat uykuydu onu biliyorum.

 

12 Ocak 2023

Asya'nın Anlatımından,

Kollarımın arasında uyuyan küçücük kalmış bu adamın acısı öyle fazla ki ilk defa korktum. Ya ona yetemezsem? Ya ruhundaki yaraları saramazsam diye. Her karşı karşıya gelişimizde bir dağ gibi dimdik duran bu adamın, bugün benim merhametime, yardımıma en önemlisi ise sevgime ihtiyacı var.

Bazı şeylerin ille de bir adı olması gerekmez bazen. Biz şu an onunla ne dostuz ne de iki aşık... Bana göre bir yola çıkmadan önce birbirini tanımaya çalışan iki kişiyiz. Yürüdüğümüz bu yol gösterecek ileride bizim ne olacağımızı.

Ben şimdi biliyorum ki o benim hayatımda hangi sıfatla kalmak isterse, ben her zaman o sıfatla kalıp ona sığınak olmaya devam edeceğim. Benim ondan hoşlanmam onun da benden hoşlanacağı anlamına gelmiyor. Her ne kadar ben öyle olmasını istesem de. O yüzden ben o beni hayatında hangi sıfatta isterse o şekilde yanında olacağım.

İçindeki yaralı olan o adamı şu saatten sonra asla yalnız bırakmayacağım. Şimdi yapmam gereken tek şey dünden dolayı, onun yanında olurken ona acıdığımı düşündürtecek her şeyden uzak olmak. Bu tarz durumlarda insanlar biraz duygularının esiri olurlar. Birisi eğer size kendini açıyorsa ve bu onun en büyük yarası ise en çok korktuğu şey bir daha ona eskisi gibi bakmayacak olmanız ve de acımanızdır.

Kollarımın arasında hareketlenen bedeni ile rahat olması için gevşettim biraz kollarımı. Tamam daha önce de erkek arkadaşlarım oldu, bazıları ile birlikte de uyuduk şimdi kaç yaşına gelmiş sağlıklı bir insanım elbette yaptık bu tarz şeyler ama Timur'la uyanmak bana farklı geldi.

Heyecanla kendisine gelmesini beklerken yüzünde küçük yaramaz bir erkek çocuğunun ifadesi vardı. Sanırım beni ona çeken şey de o bir asker olarak kendini çok iyi gizleyebilecekken bana bu şekilde açık olması.

"Günaydın." dememle irkilip bir anda öyle hızlı çekildi ki ne yapacağımı şaşırdım. "Sakin ol, benim." demekten başka bir şey yapamadım.

"Affedersin, ben bir an algılayamadım." dedi biraz mahcup bir tavırla. İşte tam şu an hislerimi biliyor olsaydı tutup yanaklarını ısırmadan bırakmazdım. Ben biraz ısırarak severim arkadaşlar. Sevdiğim insanları yemek istemem gayet normal bence.

"Fark ettim onu, nasılsın?"

"iy..." kelimelerini tamamlamasına fırsat olmadan telefonu çaldı. Eliyle bir dakika işareti yapıp komodinin üzerine bıraktığını fark etmediğim telefonunu aldı. Arayanı görünce dikleşip bekletmeden açtı telefonu. Bana ise sessizce beklemek düştü. Yine söylemiş gibi olmasın ama şimdi aramızda bir sıfat olsaydı kulağımı mutlaka dayardım o telefona, ben meraklı bir insanım dostlarım.

+ Buyurun komutanım!

- Beklediğimiz haber geldi yarım saatte burada ol, timine de haber ver.

Karşı tarafı dinledikçe yüzünde sıkıntılı bir ifade oluştu.

+Emredersiniz komutanım!

Kısa süren konuşmasından sonra bana dönüp yüzüme özür diler gibi baktı. "Gitmem gerek, görev emri geldi."

İçim yine o bilinmezliğin verdiği acıyla doldu. "Hemen mi?" dedim biraz daha kalmasını dilediğimi fark ettirmediğimi umduğum bir sesle.

"Hemen ama yolda bir şeyler yiyebiliriz." dedi umutla gülümseyerek. Şimdi bu umudunu kırmak beni üzecek.

"Çok isterdim ama bugün hastaneye gitmem lazım."

"Niye, hasta mısın Asya? Ben de geleyim bekle az, izin alırım hemen."

Yüzüne ciddi mi diye bakarken gerçekten de ciddi olduğunu anladım. Bu adam gerçek mi ya çok tatlı dostlarım. Yememek için zor tutuyorum kendimi.

Dediklerinde ciddi olduğunu anlayınca öyle bir kahkaha attım ki eminim komşuları sesimi duymuştur o derece şiddetli. Hala da devam ediyorum gülmeme karnım ağrıdığı için artık ellerimi karnıma bastırıp öyle gülmeye devam ediyorum.

O ise yüzüme, masum masum niye güldüğümü anlamadan bakmaya devam ediyor. Arkadaşlar bu adam yeni uyandığı zaman kimse görmemeli.

"Timur, doktorum ya ben." dememle o da yaptığını fark etmiş olacak ki elini saçlarına atıp dağıttı, başını hafif eğip utanmış bir edayla kafasını hafifçe sallayıp yine o ölüp bittiğim gülüşünü sergiledi bana.

"Şey ben ayılamadım daha sanırım." arkadaşlar daha fazla dayanmıyorum. Ellerimi yanaklarına atıp sıkıp sağa sola salladım.

"Ya seni yerim ki ben, ahh gülme şöyle kaç defa diyeceğim çok güzel gülüyorsun âşık olacağım sana. Sonra uğraşıp duracaksın benimle. Bak ben yapışkan bir insanım bırakmam seni sonra."

"Asya, sen nasıl bir insansın?"

"Niye öyle dedin ki şimdi, patavatsız gibi oldum değil mi? İşte her aklıma geleni düşünmeden söyleyince böyle oluyor ya."

"Hayır, iyi anlamda söyledim. Dünden sonra ben daha toparlanamam diye düşünürken sen bugün beni böyle güldürüyorsun."

"Yeterince üzülmüşsün zaten sırada mutlu olmak var Timur Bey ama biraz daha kalkmazsak geç kalacağız."

"Tamam hadi giyinelim de seni hastaneye bırakıp öyle geçiyim."

"Yok göreve gideceksin zaten, giyinelim yol üzerinden tost falan alalım sonra ayrılırız sen tabura ben hastaneye geçerim."

"O zaman şöyle yapalım; giyinelim ben hazırlayım tostları bu saatte açık yer bulamayız."

"Tamam olur." dememle ayaklandı. Dolaba gidip içinden kamuflajlarını alıp odadan çıktı. Ben de giyinip yatağı topladım. Timur'un dağınık olmasını tabi ki beklemiyordum, asker sonuçta uzun yıllar yatılı kalıp eğitim aldı o yüzden toparlamam gereken pek bir şey yok.

Koridora çıkıp nereye gideceğime emin olamayınca, "Timur?" diye seslenmemle ilerideki kapıdan kafasını uzatıp, "Gel, buradayım." dedi. İçeri girince tostları hazırlamış hatta masaya sallama çay bile yapıp koyduğunu gördüm. "Kusura bakma vakit yok diye sallama yaptım ama bir gün söz güzel bir sofra hazırlayacağım sana." dedi.

"Saçmalama Timur, işin bu senin ne kusuru." deyip tostumu yemeye başladım. Biraz muhabbetle biraz da sessizce yerken vakit yaklaştıkça bana da bir stres gelmeye başladı. Ben bu adam her göreve gittiğinde böyle mi olacağım? Bir gün alışır mıyım acaba?

Kahvaltımızın bitmesiyle ayrılık vakti de gelmiş oldu. Kalkıp montlarımızı da giyinip çıktık evden. Kahvaltının sonlarına doğru çağırdığımız taksi gelmişti. "Timur, bak çok dikkat et kendine tamam mı?"

"Ederim Asya, sen de et. Merak etme zaten kısa süreli bir şey en fazla üç gün sürer." dedi. Dayanamayıp sıkıca sarıldım ona. Saçlarımın arasında hissettiğim nefesi ne kadar huzur verse de ayrılacak olmak da aynı orada üzüyor.

Daha fazla zorlaştırmadan ayrılıp ona gülümseyip arkamı dönüp adım atmıştım ki kolumdan tutup durdurdu beni. Elindeki anahtarları elime bıraktı. "Bu sende kalsın. Olmaz gerçi ama bir ihtimal bir problem olursa gidecek bir yerin hep var, unutma olur mu? İstediğin zaman gelebilirsin benim olmama gerek yok." dedi.

İçime öyle bir sıcaklık geldi ki nasıl tarif edilir bilmem. Bana resmen gidecek bir yerin olmasa bile ben hep sen için buradayım. Ben de hep yerin var demek bu arkadaşlar.

Yüzümde kocaman bir gülümseme ile tekrar sarıldım ona. Kulağına ise, "Teşekkür ederim." diye fısıldadım. Ben her ne kadar teşekkür ederim desem de o altındaki anlamı; bana sığınak olduğu için, sevgimi kendince bir yöntemle karşılıksız bırakmadığı için söylediğini bildiğimi anladı. İşte ondan sonra daha da sıkı sarılıp derince bir soluk alıp kokumu içine çekti. Tıpkı benim ona yaptığım gibi.

Sonra beni taksiye bindirip kendi ise arabasıyla son kez korna çalıp hareket etti. Ben hastaneye hayat kurtarmaya o ise kim bilir nereye benimle aynı görevi yapmaya, hayat kurtarmaya gitti. Biz ikimiz de aynı amaca farklı şekilde hizmet eden insanlar olarak şu an ayrılmış olsak da buluşma vaktimiz bu sefer kısaydı... Bu ise bildiğim tek şeydi...

****

Yoğun, hem de baya yoğun geçen bir günün sonunda tabura gelebilmek bana mucize gibi geliyor şu an. Uzun zamandır benim alanımda doktor olmadığı için insanlar benim de hemen gideceğimi düşünüp kontrol olabilmek adına hastanede olduğum günler dolu dolu geliyorlar. Onları da anlıyorum bir yerde ama derdimi anlatamıyorum. Ben buradayım, benimle beraber bir doktor daha gelecek hiçbir yere gitmiyoruz istediğiniz zaman gelin diye ama uzun süre doktorsuz kalınca insanların gözünde beklemek büyüyor. Bir şey diyemiyorum tabi sağlık önemli.

Şimdi derseniz ki bunları bize niye anlatıyorsun. Bilmiyorum dostlarım sadece yoruldum ve geldiğim gibi kendimi yatağıma attıktan sonra aklıma bunlar geldi, sizinle de paylaşayım dedim. Hem sizi sıkmak istemediğim için tıbbi terimleri falan da kullanmıyorum hastalıklar olsun, tedavi yöntemleri olsun bahsetmiyorum ee ben de akşama kadar hastanedeyim hayatımda bir gelişme olmadı için bana da anlatacak sadece bunlar kaldı.

Tam daha fazla konuşacaktım ki annemin aradığını görünce bekletmeden açtım telefonu. Bu sefer görüntülü aramıştı. "Annecim, müsait misin? Ben aradım ama bitti mi işin?"

"Müsatim anne, bugün hastanedeydim, şimdi tabura geldim öyle dosya işleri falan uğraşıyorum."

"Oh iyi bari yavrum, zamansız arayıp işinden etmeyim diye çok arayamıyorum sen niye oldukça aramıyorsun bakiyim beni!"

"Anne inan hiç fırsatım olmadı. Daha düzeni yeni kurdum bugün boş kaldım, onda da sen aradın."

"Daha ne kadar kalacaksın annem orada. İstersen baban gelsin, sen işteyken falan ev baksın ha annem. Benim hiç içime sinmiyor böyle yalnız bir başına oradasın."

"Merak etme yalnız değilim anne. Burada bir arkadaşımla karşılaştım o yardımcı oluyor."

"Kim kızım hastanede mi o da ben tanıyor muyum?"

"Yok asker bu. Tanımazsın sen?"

"Sen nereden tanıyorsun?"

"Anne uzun hikâye biraz. Tesadüfen tanışmıştık burada görev yaptığını bile bilmiyordum karşılaşınca öğrendim. Sağ olsun çok yardımcı oldu."

"Annem başka şeyler de var sanki ha. Sadece arkadaş değil gibi?"

"Bilmiyorum anne var mı yok mu duruma göre bakacağız gibi şimdilik arkadaşız. Yalan söylemeyim hoş birisi ama o bana karşı ne hissediyor bilmiyorum."

"Asya' m bir şey olmasa da üzülme olur mu annem daha gençsiniz olur böyle şeyler." Annem ya üzülmeyim diye şimdiden teselli ediyor beni.

"Üzülmem anne sen merak etme. Sadece saklamak istemedim. Bil yani olabilir böyle bir şey diye."

"Tabi olacak evladım geldin kaç yaşına! Kur artık sen de yuvanı yani." demesiyle koca bir kahkaha attım.

"E anne hani gençtim daha. Şimdi de yaşım gelmiş mi oldu çok ayıp."

"Sus bakiyim sen! Anneler der öyle arada anlat bakalım nasıl birisi."

"Adı Timur, Kıdemli Üsteğmen buradan bir timin komutanı."

"Ay Asya dur kızım bunu sonra konuşalım baban bağırıyor aşağıdan." dedi ve konuşturmadan kapadı telefonu. Eminim ki daha sonra arayıp uzun bir sorguya çekecek beni.

Sizi daha fazla bu muhabbetlerle sıkmamak için ben günlük doldurmam gereken evrakları halledip yatayım dostlarım. Zaten Timur'dan da haber yok. Neyse ki bu görev kısa sürecekmiş. Sanırım bu bekleme işine git gide alışıyorum ben, ya da askeriye içinde olduğum için alıştım bilmiyorum. Tam masa başına oturmuştum ki içeri bir asker girdi.

"Komutanım, Yüzbaşı Fatih Çolak sizi beklediğini iletmemi istedi. Acilmiş konu harekât merkezindeler." dedi. Acil deyince hızla kalkıp telefonumu burada kullandığım önlüğümün cebine koyup askere döndüm, "Daha gezme fırsatım olmadı, sen yolu göster vakit kaybetmeyelim." dedim ve unutmadan reviri kilitleyip çıktım. Bugün Mehtap yoktu.

Önümden yürüyen askeri takip ederek hızlıca harekât merkezine geldik. Asker selam verip yanımdan ayrıldı. Bende kapıda bekleyen Yüzbaşının postasının kapıyı açmasıyla içeri girdim.

"Hah gel Asya. Seni de korkuttuk sanırım ama durum biraz acil." dedi ve konuşmamı beklemeden hemen yanda bilgisayarla uğraşan bir askere dönüp konuştu. " Asker tekrar iletişim kur." baya gergin gözüküyor. "Sorun nedir Yüzbaşım?" dedim ki bana cevap veremeden asker araya girip "Bağlantı sağlandı komutanım." dedi ve Yüzbaşı hemen telefonun tuşuna basıp sesi dışarı verdi.

"Komutanım, durum acil ulaşabildiniz mi?" dedi ses çok tanıdık ama tam çıkaramadım.

"Kendisi burada Yiğit, Asya hanıma anlat sıkıntıyı."

"Asya, şu an önümde on beş yaşında bir kız var, nabız düzensiz tek böbreği alınmış yarası dikilmiş ama kanaması var yoğun şekilde." dedi.

"Yaranın etrafı nasıl anlatabilir misin?" dedim ve Yüzbaşı Fatih'e dönerek, "Hareket ettirilmesi riskli, doktor olmadan olmaz. Ben giderim yakın mı?" dememle başını evet der gibi salladı.

"Morarmaya başlamış, enfeksiyon kapmış olma ihtimali yüksek."

"Tamam sen kalp atışı yavaşlarsa çok değil 0,5 kadar adrenalin ver ve elinden geldiğince kanmayı durdurmaya çalış yardım gelecek." dedim ben Yüzbaşı Fatih'e döndüm, "Ben eşyaları hazırlıyorum yola çıkmak için, kalan prosedürleri siz halledersiniz."

"Helikopter için talimat verdim on beş dakikaya hazır. Mesafe kısa zaten maksimum bir saate orada olursun." dedi.

"Biz şunu kırk dakika yapalım, ben hazır kitleri alırım hemen piste geçiyorum." dedim ve hızla çıktım. Revire geçip göreve gideceğim için kamuflajlarımı giydim ve hazırda bekleyen çantaya birkaç takviye daha yapıp hızlıca piste geçtim.

İlk defa bu tarz bir şey yaşadığım için çevremde ne oluyor pek anlamadım. Ne ara bindim ne ara indim inanın bilmiyorum. Helikopter beni bırakınca askerlerin çevresini sardığı bir bina gördüm ve beni bekleyen askerlerin yanına gittim. Ben sadece Timur'un timi var sanırken tanımadığım bir sürü asker görmek beni şaşırttı.

"Hasta nerede?" edim konuyu uzatmadan gelen askere.

"Buyurun ben götüreceğim sizi. Güvenlik sağlanmış olsa da her an birileri gelebilir. Yanınızda birileri olmadan dışarı çıkmayın." dedi bir taraftan yürürken. İleride gördüğüm Furkan ile yanımdaki askere dönüp, "Furkan'ı tanıyorum onunla devam ederim yola, siz işinize bakabilirsiniz." dedim ve ona doğru yürüdüm.

"Furkan, hasta nerede?" dedim. Beni görünce şaşkınlıktan ağzı açılan Furkan kulaklığa konuştu. "Komutanım, Asya Teğmenim gelmiş yardım için. Yanınıza geliyoruz." dedi ve ne duyduysa "Emredersiniz komutanım." diye onay verdi.

"Gel Asya bu taraftan. Başka kimse yok muydu niye sen geldin ki? Çok tehlikeli her an saldırıya uğrayabiliriz." demesiyle ters bir bakış attım. "Farkında mısın bilmiyorum ama ben teğmen doktorum, kim gelecekti ben gelmeyecektim de?"

"Orası öyle de biraz karışık bu mesele." dedi. "Furkan sus ve hastaya götür beni sinirleniyorum." dememle baş sallayıp bir kapıyı açtı. İçeri girince film sahnelerinde gördüğüm şeylerin bir benzeri vardı. İçeride duvarlarda kanlar, duvar kenarlarına çöküp oturan insanlar ki çoğu çocuktu. Aman Allah'ım bu ne böyle. İçerinin durumunu görünce daha da hızlandırdım adımlarımı. Yiğit'in sesi duyuldu, "Nerede kaldılar daha fazla dayanamaz!"

Köşeyi dönmemle kapısı açıp bir odanın içinde onu ve bekleyen diğer tim üyelerini gördüm Timur yoktu. Hızla onun yanına koştum. Çantayı açıp içinden eldivenleri buldum. Daha fazla mikrop kapmaması için eldivenlerimi takıp, "Yiğit hariç herkes dışarı. Daha fazla enfeksiyon kapmasın." dedim odadakilerin yüzlerine bakmadan. Yiğit'e dönüp "Çantadaki steril bezi masaya serip içine aletleri düzgüce yerleştir burada müdahale etmem lazım. Tecrüben var mı?" dedim bir yandan yaraya bakarken.

"Sağlık lisesi çıkışlıyım stajda gördüklerim." cevabını alınca içim az da olsa rahatladı. "Güzel, başlıyoruz öyleyse önce dikişi açıp içini kontrol etmem lazım ne durumda diye." ve bu şekilde zorlu bir operasyon bizi bekliyordu. Allah'tan bulunduğumuz kısım girişe göre daha temiz bir de onu düşünmek zorunda kalmayacağım.

Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama yarayı dikmeye geçtiğim zaman dışarıdan silah sesleri duyulmaya başladı. Yiğit bana dönüp "Kalanı sen halledersin ama önce camdan uzaklaşmalıyız deyip kızın üzerinde yattığı yatağı camdan gözükmeyecek şekilde uzaklaştırdı ve beni de üzerime kapanarak aynı yere geçirdi. "Sen devam et dışarıyı tutuyorlar ben de her ihtimale karşı çevreyi kontrol edeceğim." dedi.

Hızlı hareketlerle yarayı dikip üzerini gazlı bezle kapattım ve seslerin kesilmesini beklemeye başladım. Bu sırada yanımda getirip kıza taktığım serumun bittiğini fark ettim. Yiğit'in yaptığı gibi aynı şekilde eğilerek çantaya ulaştım ve yenisini alıp tekrar yatağa yaklaştım. Biteni çıkarıp yenisini takmıştım ki bir cam kırılma sesi duyuldu. Arkamı dönmemle karşılaştığım takım elbiseli adam üzerime atlarken bağırdım. "İmdat!!" ama bir işe yaramadı adam çoktan beni tutup ağzımı kapattı. Böyle kolay teslim olamam düşün Asya eğitimi hatırla.

Ellerimle ağzımı kapatan ellerini çekmeye çalıştım ama fayda etmedi. Çok güçlü, ayağımla onun ayaklarına hızlı bir şekilde basınca elini ağzımdan çekmeden beni duvara itti. Çarptığım kafamla birlikte gözlerim karardı ama pes edemem kendime gelmeyi beklemeden ellerimi kafasına atıp parmaklarımı gözüne sokmaya çalıştım. Bu sefer tek eli ağzımda diğer eliyle ise ellerimi tutmaya çalıştı ki, başarılı da oldu gidip gelen bilincim sayesinde. Bu böyle olmaz, bu şekilde kurtulamam.

Hemen hızlıca kafamda basit ama etkili olduğunu düşündüğüm bir plan yaptım. Biraz çırpınıp sonra pes etmiş gibi yapıp durdum ki adam artık direnmeyeceğimi düşünüp tutuşunu gevşetince, arkamdan beni tutan adama kafamı biraz öne eğip hızlıca geriye doğru atıp burnunun olduğunu umduğum yere kafamı vurmamla beni bırakıp elini yüzüne götürdü. Bana da hamle yapma şansı doğdu, eğilmesiyle birlikte hızlıca kolumla önce çenesine ardından ise dirseğimle karın boşluğuna vurdum ki nefesi kesilip sendeledi.

O ara hızlıca etrafı kontrol edip masaya hazırladığımız malzemelerin yanına gidip, hemen anesteziyle dolu iğneyi almamla adımın boynuna tam anlamıyla sapladım. Hamlelerimden dolayı sersemleyen adam iğneden sonra dengesini kaybedip yere düşünce, iğne etkisini bir dakika sonra göstereceği için kenardan aldığım bir şişeyi her ihtimale karşı ensesine vurdum.

Bir doktor nereye vuracağını çok iyi bilir. Öyle ki adam anında bayıldı. Aklını kullan Asya, ya başkası da gelirse cebime hemen kalan iğneleri doldurdum. Bu adam buraya geldiyse boş olamaz üzerine yürüyüp ceketini kaldırınca belindeki silahı gördüm. Ve işte bu! Hemen silahı da alıp camın olduğu duvara yapıştım. Birisi gelirse en iyi müdahale edebileceğim yer burası. Arkasından vuracağım mecburen.

İçerideki adama bir şey yapma gereği duymadım. Hemen içinizden bana sövmeyin, ya uyanır da sana bir şey yaparsa diye. Arkadaşlar o adam en az üç saat uyur. İğne bizim ameliyatta bayıltmak için kullandıklarımızdan.

Bir gözüm kapıda bir gözüm ise camda gerginlikle bekliyorum. Yavaştan dönmeye başlayan başımla birlikte, adamla mücadele ederken başımı duvara vurduğum aklıma geldi. Kendimi uyanık tutmam lazım. Bayılmamam gerek yoksa biteriz. Sakin ol Asya! İyice dönmeye başlayan başımı vurmamın yanı sıra stres de tetiklemiş olabilir.

Dışardan duyduğum silah sesleri azalsa da durmamıştı hala. Bu da benim daha da stresle dolmama yetiyor. Tamam eğitimde bunlar öngörüldü ona göre eğitildik ama ilk defa karşı karşıya kaldım. Şu an beni ayakta tutan tek şey korkunun verdiği adrenalin.

Kesilen seslerle birlikte açılan kapıyla hemen elimdeki silahı kapıya çevirdim ki gelenin Yiğit olduğunu gördüm. Önce bana ve elimdeki silaha baktı. Sonra ise kafasını odada gezdirdi ve yerdeki adamı gördü. Daha fazla kendim tutamadım.

Güvende olduğumu bilmenin verdiği rahatlıkla vücudum gevşedi ve o gevşemeyle ilk önce elimdeki silah tok bir ses çıkarıp yere düşerken ardından onu bedenim takip etti. Yerle buluşan bedenimin ikinci kez çarptığım kafamla birlikte bilincim iyice gitmeye başlamıştı ki Yiğit'in konuşma sesini duydum sadece. "Komutanım acil gelin, Asya..." ve bilincim kapanmasa da kulaklarımın uğuldamasıyla sertçe duvara çarpan kapı sesi ardından ise kafamı elleri arasına alan Timur sesi boğukça kulağıma geldi. Neler dediğini anlamasam da hızla havalanan bedenimle birlikte bilincim de tamamen kapandı...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%