@birbulutkalemi
|
14 Ocak Kurt'tan Ben Kurt, bu vatan için canını hiçe sayan binlerce insandan yalnızca biriyim. Canını hiçe sayan dedim diye hemen yalnızca polis asker mi vatanını seviyor, canını önemsemiyor biz bu vatanın evladı değil miyiz diyenler olabilir belki. Kızmayın bana... Bu topraklar üzerinde yaşayan her türkün, gözünü kırpmadan canını vereceğini biliyorum ben elbette. Hem unutmayın ki "Her Türk asker doğar." Ben yalnızca biraz kendimden bahsetmek istedim. Bugün ailemden, nişanlımdan, evimden ayrılalı tam iki yıl oldu. O yüzden bu duygusallığım. Ben bu görevi kabul ederken her şeyi arkamda bıraktım buna ismim de dahil. Tam iki yıldır bu bok çukurunda bir fare gibi yaşayan bu mahlûklar bana "Avcı" derken, şanlı Türk ordusu mensupları ise "Kurt" diyor. Ben iki yıldır isimsizim ama ismimi kaybetmem bana öyle şeyler kazandırdı ki değil iki yıl yirmi iki yıl da olsa isimsiz kalmaya değer. O yüzden siz de dostumsanız, şerefli bir Türk'seniz beni Kurt olarak bilin. Ha eğer Türk düşmanı iseniz Avcı olarak bilin. Bilin ki kendi ağzınızla taktığınız bu lakap sizin sonunuz olsun. Tıpkı birazdan karşımda bana sırıtarak bakan adamın sonu olacağım gibi... "Merhaba Birkan, görüşmeyeli nasılsın?" "Oo Avcı, sen buralara gelir miydin ya?" "Ne kadar gelmek istemesem de zorla indiriyorsunuz beni dağlardan." "O ne demek hele?" "Birkan, Birkan, Birkan asla akıllanmıyorsun değil mi?" "Kafan mı güzel heval? De hele ne içtin de geldin buraya sen, seni bile böyle yaptıysa bize neler yapar, biz de nasiplenek." "İşte şimdi özüne döndün ha Birkan, neyse çok vaktim yok oyalanamam." Dedim ve önünde durduğumuz arabanın bagajını açtım. "Kendin mi girersin içine, ben mi paket yapıp koyayım seni?" Midemi bulandıran bir kahkaha attı, espri yaptığımı sandı herhalde. Oysaki çok ciddiyim. Bu karşımda duran şerefsiz ne zamandır merceğimde olsa da mecburen yaşamasına izin veriyordum ta ki bugün Maho ile buluşup işleri büyütmek istediğini gösterene kadar. Bugünden önce alsam çok dikkat çekerdi çünkü bağlantısını üst kurul haricinde bilen kimse yok ama bugün Maho'nun iletişim kurduğu herkes alınacağı için bu şerefsiz de dikkat çekmez. İşte benim işimin en kötü yanı da bu, aralarına sızdığımız için bir pislik ne kadar kötü de olsa bazen müdahale edemiyoruz. Çünkü çok daha kötü şeylere engel olabilmem için bir basamak oluyor bunlar. "Anlaşıldı, kendin girmeyeceksin zorla halledeceğiz bu işi." Cümlemin bitmesi ile omuzlarından tutup karnına dizimi geçirmem ve ensesine dirseğimle vurmam bayılmasına yetti. Arabanın bagajına hareketsiz bedenini atıp, ellerini ve ayaklarını sıkıca bağladım. Kaçamaz ama bir Türk askeri olarak hiçbir şeyi riske atamam. Bagajın kenarında duran suyu aldım ve kafasına döküp ayılmasını sağladım. "Ne oldu?" diye anlamayarak etrafına bakarken gözleri benimkilerle buluştu. İdrak etmiş olsa gerek ki, "Seni hain!" diye bağırdı. "Kapa çeneni! Şimdi burada uslu uslu bekleyeceksin. Daha uzun bir yol var önümüzde." "Yaşatmazlar seni, bırak beni! Söz öldürmeyeceğim seni." "Sen benim kim olduğumu hala anlamadın galiba?" "Kimsin sen?" "Beni genelde Kurt diye bilirler!" dememle rengi sarardı, korkudan bacakları titremeye başladı sessizce onu izlediğim her an alnında boncuk boncuk terler oluştu. Çünkü bilirler ki kim Kurt’un yüzünü gördüyse son gördüğü şey o dur. İşte böyle iki yılda öyle şeyler yaptım ki ismim bile bunlarda korkuya sebep oluyor. Böyle karşımda tir tir titriyorlar. "Hayır! Olamaz! Sen Avcı'sın şimdiye kadar kaç tane askeri öldürdün ben gözümle gördüm. Kurt yapmaz, aramıza ajan olarak girse bile yapmaz." "Ben Kurt'um! Ölümün gölgesiyim. Kimi öldürüp kimi öldürmeyeceğimi kimse bilemez, ben nasıl istersem siz beni öyle görürsünüz. Şimdi kapa çeneni ve bekle. Şu an yaşama şansın az da olsa varken belanı arama! Anlaştık mı?" Sakince konuşmam onu iyice korkuttu bunu görünce yüzüme daha da korkması için en soğuk gülümsememi takındım. "Ta- tamam." Demesiyle yüzümde sadece düşmanlarıma gösterdiğim kendini beğenmiş gülümsememle bakıp bagaj kapısını kapattım. Direksiyona geçip gerekli yerlere adamı aldığıma dair mesaj atınca hızla yola koyuldum. Her ne kadar bu adamı almış olsam da operasyon henüz bitmedi. Son aşamanın da başarıyla tamamlandığını görüp, bu adamı da onlara teslim etmem gerek. Sonra geri dönmeliyim dağlara... Ceylanpınar'a varmama çok kalmamıştı ki sınırlı sayıda üretilen, ben ve benim gibiler için devlet tarafından özel olarak yaptırılan, izinin sürülmesinin ise imkânsıza yakın olan haberleşme için kullandığım telefonum çaldı. Bekletmeden açım hemen, "Evet?" "Ben Kıdemli Üsteğmen Timur Karadağ, verdiğin konumdayız ama plana göre gelmesi gereken kişi hala konuma gelmedi, bir terslik mi var?" Ne demek ulaşmadı, çoktan orada olmuş olması lazım buradan çıkalı baya oluyor. "Hayır, çoktan orada olmuş olması lazım. Bir terslik var plan tıkır tıkır işledi. Ben adamı aldım yoldayım, oraya varmam yarım saati bulur. Sizin çoktan almış olmanız gerekirdi onu. Bu işte bir terslik var." "O zaman Yarbay haklı, içimizde bir hain var ve bilgi verdi. Ben şimdi köye inip çevreyi kontrol edeceğim." Sinirle soludum. Şerefsizler! Buna nasıl cesaret edip askeriyenin içine kadar sızabiliyorlar! Aklım almıyor ama ben de Kurt'sam seni bulup doğduğuna pişman etmeden bırakmam. "Tamam dikkatli olun. Ben de birkaç yere telefon açacağım, bilgi alırsam haber veririm." Dedim ve telefonu kapadım. Hemen kampta benden üstte olan tek adamın sağ kolunu aradım. "Heval ben şimdi şehre indim, gerekli mühimmatı almak için yola çıkacam bir terslik var mı?" "Ne tersliği Avcı şenlik var şenlik! Bu sefer sen kaçırdın ama Maho yaptı." "Ne şenliği de hele sen?" "Bizim Maho eskeriyeye adam sokmuş, o da yolda aramış bunu sana tuzak kurdular gitme diye. Gerçi bu da amma korkak çıktı hemen kaçtı amma gideceği yere yığdı adamları, eskerin içinden geçecek." Şerefsiz, görürsün sen kim kimin içinden geçiyor. "Eyi yapmış, kimmiş içerdeki bizim işimize yarar mı?" "Yok, söylemiyor kim olduğunu." "Tamam heval, sen yine de ağzını ara fırsat bulursan, bakarsın işimize yarar. Ben çok göze batmadan halledecem işi, uzun sürer ondan sen bir durum olursa haber et bana." "Tamamdır heval, senin gelmene eğlence yapacam kutlayak bunu." "O kolay ben alıp geleyim de, hadi kapat gidiyom ben." Telefonu kapatıp beni arayan askeri arayacaktım ki o beni aradı, "Kurt, içimizdeki hain kesinleşti az önce teyit ettim. Maho yok, buluşma gününü erteleyip Suriye'ye geçmiş." "Evet, ben de yeni haberini aldım. Yeri belli, siz orayı temizleyin ben de yardıma geliyorum. Bu arada başlarında Haşim adına birisi var bana lazım o, onu canlı bırakın." "Tamamdır." Dedi ve telefonu kapattım. Biz, uzun konuşmalar yapmayız bu riskli. O yüzden alışmışız kısa ve öz konuşup kapatmaya, nezaket kurallarını uygulayıp vedalaşmaya gerek yok. Haşim, operasyonu öne çekme sebeplerimizden birisi, bir bakanın çocuğunu kaçırdı ve bundan Maho'nun haberi yok. Adamın tek derdi para, çocuk için yüklü bir miktarda para istiyor. Maho'nun haberi olsa eminim çocuğu farklı şeyler için kullanır. Haberi olmaması daha iyi ama çocuk yanında mı değil mi bilmediğim için mecburen canlı kalması lazım. Arabanın gazına daha da yüklendim, bir an önce orada olmam lazım. Tuzak ne bilmiyorum ama zor durumdularsa yardım lazım olur. Gizli bir operasyon olduğu için herkesi gönderemezler de. Konuma yaklaşmamla duyulan silah sesleri işe başladıklarının göstergesi. Arabayı olanları en iyi görebileceğim yere çekip arka koltuktan Bora12'mi aldım. Türk yapımı keskin nişancı silahı iyidir. Güzel bir yere kurulup önce duruma baktım dürbününden, sayıları fazla olsa da gayet güzel hallediyor aslanlarım. Hemen telsiz sistemlerine bağlandım, zor durumda kalmadıkları sürece müdahale edemem, ortaya çıkmamam lazım. Biraz izleyip sadece gerekli anlarda fark edilmeyecek şekilde ateş etsem de telefonda konuştuğum asker olan Timur'un vurulma haberi ile ortaya çıkma pahasına da olsa bu sefer esaslı bir yardıma başladım. Gördüğümü indiriyordum ama omzuma isabet eden kurşunla, Maho'nun bir de keskin nişancı koyduğunu anlamam uzun sürmedi. Hayret bunu akıl edebilmiş çok şaşırdım. Onları uyarmam lazım. O yüzden onların kulaklılarına bağladığım kendi kulaklığımdan konuştum, "Ben Kurt, keskin nişancı var ben halledene kadar burnunun ucunu bile çıkartan olursa ben vururum! Anlaşıldı mı?" Bir süre şaşırdıklarından olsa gerek ki sesleri çıkmadı. En sonunda birisi kendine gelip cevap verdi. "Emredersiniz komutanım!" Aldığım onayla birlikte kendimi daha da iyi muhafaza ederek keskin nişancıyı aramaya başladım. Bana sıkılan kurşunun geldiği yönde gözlerimi gezdiriyordum. Bulamadığım her saniye daha da sinirlenirken aynı oranda daha dikkatli şekilde tarıyordum çevreyi. Bu arada hala kulağımda olan kulaklıktan yaralı askerin durumunu da dinliyorum. Ve evet bana altmış derecelik bir açı ile karşıdaki binanın camından uzatılan bir silah ucu gördüm. Üzerine koyduğu kumaş silahı iyi kamufle etmiş olsa da bir anlık dikkatsizlikle fazla uzattığı silahı yakalanmasına sebep oldu. Hemen nişan alıp esen rüzgâr ve eğimi de dikkate alarak ateş ettim. Tam isabet, cam parçalanıp dağılırken geriye düşen bedenini gördüm. "Hedef vuruldu, tekrar ediyorum hedef vuruldu devam edebilirsiniz. Bir an önce temizleyelim şunları hadi. Keskin nişancı sen de o ağacın tepesinden inip arkadaşlarına katıl ben destek vereceğim buradan." Dedim ve sustum. "Oha Kurt komutanım Tansu'yu buldu bu bir ilk, daha önce kimse onu bulamamıştı." Dese de birisi, cevap verme gereği görmedim. "Gevezeliği kesin de eliniz çalışsın beyler, komutanınız yaralı!" Sözlerimle akılları başlarına gelen askerler bu sefer daha dikkatli ve ciddi şekilde çatışmaya başladı. Bende tepeden gördüğümü indirmeye devam ettim. Omzumdan akan kanın miktarı arttıkça biraz zorlansam da işime devam ettim, zaten bu salaklar öyle bir durmuş ki boşa sıksam bile birine illaki denk gelir. Dakikaların ardından temizlenen ortalıkla birlikte silahımı toplarken tekrar konuştum, "Helikopter gelmek üzere yarınız komutanınıza giderken kalan yarınız çevreye dağılın. Ters bir durumda müdahale edin, benden bu kadar yine görüşeceğiz." Dedim ve bu sefer sistemden çıktım. Arabadan omzum için bir sargı bezi aldım kurşun içeride şu an çıkaramam o yüzden kanaması dursun diye sardım. Arabayı çalıştırmadan önce yaralandığıma dair bilgi verip Urfa'daki güvenli eve gitmek üzere yola çıktım. Asya'dan Karşımda sedyede yatan Timur'la donup kaldım. Daha sabah birlikteydik beni öptü, sarıldı... Şimdi burada böyle yatıyor. O an kim olduğum, mesleğim hiçbir şey kalmadı aklımda sadece ona doğru koştum. Belki beni görür ve kalkar diye. Ben ona bakarken o yatmaz ki hep uyanır. "Timur!" "Timur, kalk hadi korkuyorum..." Korktuğumu duyarsa kalkar o, dayanamaz bana. Tam ona sarılacaktım ki biri tarafından çekildim ve yanağımda bir sızı hissettim. "Asya kendine gel! Yaralı o, yardım etmen lazım. Doktorsun sen!" Doğru, doktorum ben. Evet evet doktorum. Onu iyileştirebilirim. Bir adım geri çekildim, önce gözyaşlarımı sildim sonra ise derin bir nefes alıp Yiğit'e baktım, "Durum ne?" dedim bir yandan yaralarına bakmaya çalışırken. Bu sırada askeriyenin bahçesini uğursuz bir siren sesi doldurdu. Ses uğursuz olsa da bu onun şansı. Ambulans geldi, bir an önce hastaneye gidip daha iyi bakabilirim ona. "Yiğit sana diyorum bilgi ver!" "İ-iki kurşun isabet etmiş, birisi karın boşluğu diye tahmin ediyorum kurşun içeride değil çıkış yarası var, diğeri sağ göğsüne gelmiş kurşun içeride." Kafamı sallayıp onayladım, pek ne yaptığımın farkında değilim tek odak noktam vücudundaki yaralar. Şu an yatan kişinin Timur olması kalbimi zorlasa da soğukkanlı olmaya çalışıp işime odaklandım. "Hadi, dikkatlice ambulansa alıyoruz." Ambulansa bindikten sonra yola çıktık, bu sırada yanımdakinin kim olduğunu bilmiyorum gözümü bir dakika ondan ayırsam gidecekmiş gibi geldiği için bakmadan konuştum. "Makas." Elime verilen makasla yaralarına daha iyi bakabilmek için üzerindeki kamuflajın kalan kısmını da kestim. Açtıkça gözüken vücudundaki kanlarla içim çekilse de yok sayıp işimi yapmaya geri göndüm. Acısı azalsın diye vurduğum iğne biraz işe yarasa da sürekli yükselen ateşi beni zorluyordu. Neyse ki geldik hastaneye. "Hemen beş ünite AB Rh+ kan hazırlayın, ameliyathaneye gidiyoruz. Birisi kalp ve damar cerrahisine de haber versin ne durumda bilmiyorum, açınca göreceğiz. Daha fazla bekleyemez, en az iki saattir bu halde. Hadi hadi hadi hızlanın!" Ben hazırlanmak için girdiğim odada üzerimi değiştirirken, Timur'u da ameliyata hazırlayan hemşireler diğer odadaydı. İçimde hala bir korku olsa da hastanede bu alanda benden başka doktor olmadığı için mecburen benim girmem lazım. Yoksa onu tehlikeye atacak bir hamle yapıp ameliyatına asla girmezdim. Bizler insanız süper kahraman değil. O, o masada o şekilde yatarken bir anlık dikkat dağınıklığı ile her şey mümkün. İşte bu yüzden diğer cerrah arkadaşı ameliyat için yardıma çağırdım, her ihtimale karşı önlem. Onun hayatını tehlikeye atamam. "Hocam, Arslan bey ameliyathaneye girdi sizi bekliyor." Dedi hemşirelerden birisi, şuan kimsenin ismi aklımda yok çoğuyla tanışmış olsam bile. Ellerimi cerrahi biçimde yıkayıp, tam 12 saat sürecek olan ameliyata girmek için kapıların arasından geçtim. Lütfen Timur güçlü ol ki ben de güçlü olup seni iyileştirebileyim. İçeri geçip eldivenlerimi takmamla konuştum "Başlıyoruz." Ve bu konuşma son konuşmam oldu. 15 Ocak Asya'dan Timur'un sorunsuz geçen ameliyatından sonra, bir dakika bile ayrılmadığım yoğun bakım ünitesinin camının önündeyim yine. İçeri girip yanında durmak istesem de onun sağlığı için burada durmam daha iyi, sadece medikal muayeneler için giriyorum içeri. Şükürler olsun ki durumu iyi, ağır bir ameliyat geçirdiği için biz uyutuyoruz. Bu yine de onun için endişelenmeme engel olmuyor tabi. Her hastamda korksam da içeride yatan sevdiğim adam olunca işler değişiyor. Onu izleyip bir yandan da azıcık olan anılarımızı düşünmemi bölen şey çalan telefonum oldu. Arayan Yarbay Harun'du, sanırım Timur için aradı. "Buyurun Yarbayım?" "Asya, şu an önemli bir işin var mı?" "Timur'un yanındayım Yarbayım başka bir işim yok." "Asya, hemen Timur'u birisine emanet edip sana göndereceğim askerle gelmen lazım. Yaralı bir askerimiz var, yardımın lazım." "Yarbayım ben arkadaşımı yönlendirsem. Timur'u bırakmak istemiyorum." "Önemli Asya, Timur şu an hayattaysa onun sayesinde. Şimdi yaralı ve kurşun uzun zamandır içinde, güvenlik dolayısı ile kimseyle iletişime geçememiş ve bir ara bayılmış da. Kendine gelince bana ulaştı." Timur'un hayatını ona borçluysam tabi ki giderim. Beni yargılamayın normalde de giderim ama şu durumda sevdiğim adamı bırakıp gidebilmem için tek sebep onun hayatını borçlu olmam olabilir. Herkes biraz bencildir... "Tamam Yarbayım, gerekli malzemeler var mı? Hastaneden mi temin edeyim?" "Her şey var orada, sen gelsen yeterli. Asker birazdan orada olur." "Tamam Yarbayım, hemen çıkıyorum." "Asya..." "Buyurun Yarbayım?" "Bu aramızda kalacak, sen time acil bir vaka olduğunu başka bir hastaneden arandığını söyle." "Anladım Yarbayım, tamam." Telefonu kapatıp koridora çıktığım zaman tüm timin beklediğini gördüm. Geldiklerinden beri bir dakika bile ayrılmadılar buradan. Anladım ki bir timden çok daha fazlası olmuşlar. "Bir gelişme var mı Asya?" dedi Onur. "Durumu iyi, hala uyutuyoruz mecburen. Onur, beni şimdi aradılar acil bir ameliyat için gitmem lazım. Ne kadar sürer bilmiyorum. Ben şimdi arkadaşıma rica edeceğim her saat başı kontrol edecek bana da haber verecek ama ters bir durum olursa beni anında arar mısın telefonumu birisine verip tembih edeceğim tek çalışta açılacak." "Merak etme sen, biz buradayız bir şey olursa da ararız." "Tamam, zaten işim biter bitmez döneceğim, gelince görüşürüz." "Görüşürüz, dikkatli ol. Hatta birimiz bırakalım istersen seni?" "Yok giderim ben, siz buradan ayrılmayın. Hem dönüşte Timur'un evine uğrar kıyafet de getiririm. Uyanınca lazım olacak." "Nasıl getireceksin? Karargahtan anahtar isteyelim mi?" "Gerek yok, ben de var anahtar." "Nasıl sende var anahtarı? Ne hadle alırsın onun anahtarını?" dedi Selvi. Geçekten mi ya şu durumda bile mi? Bu kıza katlanıyorsam tek sebebi Timur'un hatırı. "Kendisi verdi Selvi 'cim, sen niye bu kadar yükseldin anlamadım ama şimdi seninle vakit kaybedemem gitmem lazım." Onur'a dönüp, "Görüşürüz Onur, dediğim gibi telefonum açık." "Tamam git hadi sen. Görüşürüz." Oradan uzaklaşıp odama geçtim ve üzerimi değiştirdim. Ameliyata birlikte girdiğimiz cerraha da durumu anlatıp kapıda bekleyen askerle birlikte yola çıktım. "Timur nasıl Asya hanım?" üzerinde normal kıyafet olduğu için rütbesini anlamasam da sormasından yakın oldukları belli. "İyi hala uyutuyoruz." Dedim istemeden de olsa sesim titremişti. Sanırım hastaneden çıkmak soğukkanlı duruşuma darbe yaptı birden, bütün o kaybetme korkusu gün yüzüne çıktı. "Hey, yapma böyle bak seni ağlattığımı duyarsa vallahi canıma okur benim." "Yakın mısınız siz onunla?" dedim biraz aklım dağılsın diye başka konularda konuşmak iyi gelir. "Hem de nasıl, devrem benim ya. Bak hatta senle konuştuğunu bile ilk bana anlattı. Gerçi biraz mecbur kaldı da diyebilirim." "Nasıl, sen nasıl tanıştığımı biliyor musun?" "Evet, biliyorum seni ben araştırdım hatta. Senle konuşurken seni liseli bir kız sanmıştı." "Nee?" "Evet ya, sonra numarandan kimliğini sorguladım yaşına baktım da öyle ikna oldu." "Nasıl anlattı ya, birisi bana bela oldu diye mi?" "Yok ya seni kırmış bu, ters falan davranmış herhalde, sende basmışsın bizimkine engeli odaya bir girdim kukumav kuşu gibi duruyor bu. Orada sıkıştırdım biraz da öyle anlatmıştı ucundan, fazlası sana saygısızlık olurmuş." "Canım benim ya, nasıl da düşünceli. Ben seni hiç görmemiştim daha önce, başka bir yerde mi görev yapıyorsun?" "Yok, ben izindeydim yeni geldim daha, Yarbay bir adres verdi seni alıp oraya götürmemi söyledi. Timur'u duyunca erken döndüm hatta, daha dururdum da." "Şey Nihat bu gizli bilgi aramızda kalsın olur mu? Beni bırakıp gidince bir şey söyleme, onlar başka hastaneye acil ameliyata gittim diye biliyorlar. Asla oradan ayrılmazdım da gittiğimiz kişi Timur'a yardım ederken yaralanmış." "Merak etme Yarbay anlattı bana, seni bırakacağım kapıda bekleyeceğim işin bitince alacağım geri. Hatta geldik şu karşıdaki bina. Bu anahtarı da al baygınsa açamaz diye verdi Yarbay." "Tamam, fazla bekletmemeye çalışacağım seni, durum ne bilmiyorum ama en hızlı şekilde bakacağım." "Sorun değil işim bu benim." "Tamam görüşürüz." Dedim ve indim arabadan. Hızlı adımlarla kapıya gelince elimdeki anahtarla kapıyı açtım. İçeri girip kapıyı kapatınca bedenimin itilmesiyle birlikte sırtım kapıya yaslandı ve alnımda bir silah. "Kimsin sen? Ne işin var burada?" "Asya ben doktorum, Yarbay Harun gönderdi." Dememle silahını indirip yüzüme mahcup bir ifadeyle baktı. Alnında boncuk boncuk terler vardı ve kan kaybından dolayı teni bembeyaz olmuş. "Çok kan kaybetmişsin, biraz daha böyle ayakta durursan bayılacaksın, seni taşıyamam ben yatman lazım." "Aşağı gel, orası operasyon için hazırlanmış." deyip önden yürümeye başladı ve bodrum katı olduğunu düşündüğüm yere indi. Ben de arkasından onu takip ettim. Aşağı indiğimiz zaman ise şok oldum, resmen küçük bir ameliyathane yapmışlar buraya. "Nerenden vuruldun?" dedim sedyede oturan askere. "Omzumdan, kurşun içerde. Çıkarırdım ama biraz derinde sanırım o yüzden dokunamadım." "Tamam sen üzerini çıkar bende seni uyutmak için neler bulabilirim ona bakıyım." "Hayır, uyumamam lazım. Bölgesel uyuştur, arkandaki dolapta var işine yaracak bir şeyler." "Böyle olmaz." "Uyuyamam her an aranabilirim. Sen dediğimi yap işe başla bir an önce kalkmam lazım." "Tamam, öyle olsun o zaman. Uzan sen." Dediğimi yapıp üzerini çıkarıp uzanınca gayet de profesyonelce sarılmış bir yara ile karşılaştım. "İyi sarmışsın, sağlık eğitimin var mı?" "Her asker kadar." Bir yandan yarasıyla ilgilenirken bir yandan da bilinç kaybı olmasın diye konuşuyordum, madem uyanık kalması lazım kestiğimi hissetmesin diye biraz güçlü bir anestezi kullandım. "Timur'u kurtarırken yaralanmışsın, biliyorum sizin için önemi yok ama teşekkür ederim." "Senin için önemli birisi olsa gerek." "Öyle, sevdiğim adam." "Sevmek için doğru adamı seçmişsin. Normalde söylememem gerek ama buraya gönderildiysen ağzın sıkıdır aramızda kalacağını düşünerek söylüyorum, Timur bir çocuğu kurtarmak için vuruldu. Başkası olsa riske atmaz başka yolu denerdi ama o yapmadı. Takdir ettim, öyle bir askere yardım etmek için vurulmak, bana ancak şeref verir." İçim öyle bir gururla doldu ki güzel kalpli Timur'um benim. "Öyle, en doğru adam o olabilir. Senin var mı?" "Ne var mı?" sanırım konuşturma sebebimi anlamış olacak ki ayak uydurup cevap veriyor bana, yoksa bu şekilde özel konuları konuşacağını hiç düşünmüyorum. "Sevdiğin var mı?" "Hala beni bekliyorsa var." "O ne demek?" "İki yıldır özel görevdeyim. Bir nişanlım vardı ama uzun zamandır haber almadım. Bu onların güvenliği için. O yüzden beni hala bekliyorsa sevdiğim var. Beklemiyorsa da kalp yaram var." Yarasını diken ellerim durakladı, aynı durumu ben yaşasam ne yapardım bilmiyorum. "Yaşadığını biliyor mu?" "Göreve gittiğimi, süresinin belli olmadığını söyledim. Ölüm haberim de gitmediğine göre yaşadığımı biliyor evet." "Ben olsam beklerdim. Yani benim Timur'u sevdiğim kadar seni seviyorsa bekliyordur hala merak etme." "Seviyordu, bana bir bakardı ki dersin dünyada bir ben varım." "O zaman bekliyordur. İşte bitti, bekle aradığım ilaç var mı burada, antibiyotik içmen lazım." Dedim ve ilaç rafları arasına gittim. Biraz göz gezdirince şanslı günümde olacağım ki aradığım ilaç vardı. Elime alıp ona uzattım, "Bunu günde üç kez içmen lazım. Biraz uyku yapabilir ama içmezsen enfeksiyon riski var ihmal etme." "Tamam, teşekkür ederim. Seni de yorduk buraya kadar." "Hiç önemli değil. Sayende Timur nefes alıyor ya bana yeter. Sen yardım etmeseymişsin çok daha geç gelirmiş buraya, o zaman dayanamazdı." "Ben işimi yaptım, kim olsa aynısını yapardı." "O zaman ben de işimi yaptım. Teşekküre gerek yok. Şimdi sana kan takacağım daha çabuk toparlanmanı sağlar." "İyi olur, en fazla bir gün daha kalabilirim burada, geri dönmem lazım." "Kan grubun ne? Dolapta vardır umarım." "A Rh+ geldiğimde bakmıştım vardı." Dolaptan kanı alıp açtığım damar yoluna taktım. "İşim bitti benim, sen çıkarırsın bitince diye düşünüyorum ama istersen bekleyebilirim?" "Gerek yok ben alışkınım yalnız olmaya, halledebilirim sen sevdiğin adama git aklın oradadır şimdi." "Sorun değil gerçekten bekleyebilirim, o yalnız değil tüm tim yanında." "Hayır git, halledebilirim. Tekrar teşekkür ederim sana borçlandım." "Saçmalama ne borcu." "Öyle, ben bu iyiliğini unutmam, elbet bir gün karşılaşırız. Ya da bir kağıt verebilir misin bana?" arkamı dönüp çekmecede gördüğüm kağıt ve kalemi alıp ona uzattım. Alıp bir numara yazıp bana uzattı. "Bu benim numaram hep yanımdadır zorda kaldığın zaman arayabilirsin. Sadece üstlerim ve şimdi sende var, ben senin numaranı bulurum zaten, ne zaman ararsan mutlaka açacağımı bil. Senden tek bir şey isteyeceğim beni bu kapıdan çıkar çıkmaz unutacaksın. Yüzümü, sesimi, bana yaptığın yardımı ben aslında hiç olmadım. Sadece zorda kalırsan, altından kalkamayacağın bir iş olursa beni arayacaksın, anlaştık mı?" "Anlaştık, teşekkür ederim. O zaman ben gideyim şimdi. Tekrar görüşürüz bir yerde umarım." "Görüşeceğiz Asya." "Şey adını sorabilir miyim? Nasıl hitap edeceğim ben sana." "Bana Kurt diyebilirsin." "Tamam, Kurt." "Hadi git artık, yolu biliyorsun zaten, kalkardım ama malum." "Sorun değil." Son kez başımı hafifçe eğip dışarı çıktım. Evden çıkıp beni bıraktığı yerden bekleyen Nihat'ın yanına gittim. Arabaya binince "Timur'un evine uğrayıp kıyafet de almamız lazım." "Anahtarı karargâhtadır şimdi önce oraya gidelim o zaman." Niye herkes buna taktı anlamadım. "Bende var, gerek yok." "Nasıl yani, bizim takıntılı Timur'un anahtarı sende var mı?" "Niye şaşırdınız ki bu kadar kendi verdi, sende kalsın askeriyede kalmak istemezsen benim evimde kal diye. Normal bir şey ben onun kız arkadaşıyım." Araba birden sarsılarak durdu. Kafasını bana çevirip şaşkın bakışlarla konuştu, "Nasıl yani siz sevgili misiniz?" dedi. "Evet, gerçi ikinci günü vuruldu tam bir şey anlayamadık ama birlikteyiz." "Timur'um be!! Tebrik ederim yenge." dedi coşkulu bir sesle. "Yenge mi?" "Evet yengemsin evelallah. Bundan sonra böyle." "Yenge ha iyiymiş, sevdim bunu. Sür de gidelim hadi yengem, Timur'u uyutmak için verilen ilacı kesmiş olmalılar." Yolda muhabbet edip giderken Timur'un evine uğrayıp bir iki parça kıyafet alıp hastaneye geçtik. Ben önce durumu için doktor arkadaşımla konuşmaya gidip bilgileri aldım. Şimdi ise yoğun bakımdan çıkarmak için Timur'un yanına geldim. Son kontrollerini de yapıp durumun iyi olduğuna karar verince normal odaya geçmesi için olan evrakları imzaladım. Hasta bakıcıları çağırıp diğer kapıdan odaya götürülmesini söyleyip time haber vermek için dışarı çıktım. "Asya, var mı bir değişiklik? Kimse bilgi vermedi." "İyi çok şükür, şimdi normal odaya alınıyor, gelin gidelim. Nihat nerede?" "Onu da mı tanıyorsun sen?" evet gereksiz yine konuştu. Benim cevap vermem gerek kalmadan Nihat cevapladı "Yengem, Timur nasıl? Telefon konuşması yapmam gerekti." "İyi, merak etme şimdi odaya çıkarıyorlar biz de yanına gidecektik." "Tamam onlar çıksın da benim senle bir şey konuşmam lazım. Biraz acil, sessiz bir yere geçebilir miyiz?" "Olur, gel odama geçelim." "Yok odan olmaz, gel dışarı çıkalım iki dakika." Kafamla onaylamamla yürümeye başladı. Ne konuşacak ki benimle acaba Kurt'a mı bir şey oldu? "Gel Asya, biraz önemli bir konu dinlenme ihtimaline karşı burada konuşalım dedim." "Sorun değil, konu nedir?" "Şöyle ki bu nasıl söylenir bilmediğim için direkt konuya gireceğim. Askeriyede bir hain var. İçimize sızmışlar ve biz aylardır bulamıyoruz. Bulmamız için yardımın lazım ama senin için biraz tehlikeli olabilir." "Nasıl yani, ben nasıl yardım edeceğim ki?" "Hainin hangi konumda olduğunu anlamak için Timur'un timini denememiz lazım." "Sen ne diyorsun Nihat! Bu olabilir mi?" "Maalesef, çıktıkları çoğu operasyon bu yüzden başarısız oluyor. Bu durumu çözemezsek tedbir için timi dağıtacaklar bu gidişle." "Timur mahvolur, hepsini kardeşi gibi görüyor." "Öyle ama yapacak tek şey hainin kim olduğunu en kısa zamanda bulmak. Yarbayın aklına bir fikir geldi ama yardımın lazım. Normalde o konuşmak için gelecekti ama çıkamadı, telefondan da konuşmak istemediği için benden istedi." "Anlat, plan ne?" "Yapacak mısın?" "Önce duymam lazım ne kadar tehlikeli." "Tamam eğer kabul edersen bu yüzüğü her zaman yanında bulundurman lazım, içinde bir GPS var böylelikle her ihtimale karşı önlem alıp konumunu takip etmiş olacağız, asıl plan ise Kurt üzerinden. Yukarıda bir şekilde konu ona gelecek ben de ağzımdan kaçırmış gibi yapıp onun yaralandığını senin tedavi ettiğini söyleyeceğim." "Ama Kurt beni unutacaksın dedi." "Bilgi verilecek ona." "Kabul etsem bile önce ona sormam lazım kusura bakma ama bunu ona borçluyum." "Nasıl soracaksın? Ona ulaşamazsın." "Bana bir yol gösterdi sen merak etme onu. Devamını anlat." "Kurt askeriyede bir efsane, gerçek kimliğini bilen sadece üç beş kişi var. Bilenler kim onu bile bilmiyoruz o kadar yani. Sen de onu gördüğün için hain kimse ona ulaşmak için sana gelecek. Sana çaktırmadan ağzından laf almaya çalışacak ne biliyim neye benzediğini falan soracaktır ya da korktuğumuz tehlikeli kısım olur ve seni kaçırıp öğrenmek isteyebilirler." "Ben şu an askeriyede kalıyorum Timur uyanınca yanımdan ayrılmaz zaten. Onun yanında güvende olurum. Askeriyeden de beni kaçırmaya teşebbüs edemezler sanırım. Tamam kabul size yardım edeceğim ama dediğim gibi önce ona sormam lazım." "Tamam, sor nasıl soracaksan. Şimdi çıkabiliriz Timur'un yanına." "Sen git ben de sorup geleyim. Onaylarsa odaya girince sol dirseğime dokunurum ona göre planı devreye sokarsın." "Oo Asya hanıma bakın siz, bak sen doktorluk yaparak harcanıyorsun. Seni istihbarata alalım biz." "Dalga geçme git hadi." Yüzüğü elime tutuşturup bana da eliyle asker selamı verip içeri girdi. Ben de bu arada Kurt'un bana yazığı numarayı aradım. "Efendim Asya?" diyerek açtı. "Ne çabuk buldun numaramı?" "Çıkar çıkmaz geldi bilgilerin bana, hızlıyımdır. Evet acil olan ne?" "Seni kullanarak bir tuzak hazırlamak istiyorlar ama sana söz verdiğim için onaylamadım ben. Önce sana sormak istedim, ya hain bana planı anlatan kişiyse emin olamadım." "Zeki birisi olduğunu anlamıştım zaten Asya, sorun yok plandan haberim var yüzüğü ben gönderdim zaten sana. Asya yüzüğü fark edip çıkarabilirler ama takip için çipi tenine enjekte edebilir misin?" "Nasıl?" "Hainin kim olduğunu bilmediğim için yüzük dedim ama düşebilir ya da sana ulaşana kadar yanlış ellere geçtiyse üzerinde oynama yapmış olabilirler riskli bu, kabul ettiysen şimdi sana doğru gelen şapkalı adamda bir tane iğne var. Onu bacağının iç kısmına deri altına enjekte et ki adamım seni sürekli takip edebilsin, seni tehlikeye atamam." Gerçekten de yanıma dediği gibi birisi geldi hiç konuşmadan bir kutu verip uzaklaştı. "Tamam yapacağım." "Anlaştığımıza sevindim. Sen enjekte eder etmez aktif hale gelecek, kalanı aynı plan şüpheli gördüğün bir şey olursa Yarbaya anında ilet ama olur mu?" "Tabi, olur. Sen nasılsın yaranda sıkıntı var mı?" "İyiyim, çıktım bile. Şimdi görev yerime döneceğim. Zorda kalırsan yapacağın şeyi biliyorsun kapatıyorum şimdi." "Tamam, ilacı ihmal etme. Bu arada sen de yardıma ihtiyacın olduğu zaman arayabilirsin, aramızda kalır söz veriyorum." "Ararım." Dedi ve telefon kapandı. Elimde kutuyla odama geçtim dediği gibi deri altına enjekte ettim ve yüzüğü de taktım. Şimdi sıra planı uygulamakta. Odamdan çıkıp hızlıca Timur'un kaldığı odaya gittim. İçeri girerken dediğim gibi elimi dirseğime koydum, bana bakan Nihat durumu anlayıp göz kırptı. Bende diğerlerinin yaptığını yapıp sessizce beklemeye başladım. Bir yandan neler olabilir diye düşünürken diğer yandan da Timur'a bakıyordum pür dikkat. Gözlerini kırpıştırmaya başlamasıyla uyanacağını anlayıp hemen yanına gidip elini tuttum. "Timur, beni duyuyor musun?"
|
0% |