@birbulutkalemi
|
Herkese merhaba, ne yazık ki ufak bir sağlık problemi yaşıyorum ama doktoruma göre bir haftaya kadar ağrılarım geçermiş o yüzden bu hafta bölümlerde biraz aksama olabilir. Ben yine de kendimi iyi hissettiğim her an düzenleyip paylaşmaya çalışacağım, bu süreçte sadece sizden birazcık anlayış istiyorum...
Arabayı çalıştırıp usta bir manevra ile park yerinden çıktım ve yola düştük. Biraz keyiflensin diye güzel de bir şarkı açmıştım. Yolu yarılayınca aniden önümüz bir araba tarafından kesildi, korkuyla Timur'a bakınca silahını torpidodan çıkardığını gördüm... Timur bir eli karnındaki yarasında, diğer eli silahı kavramışken arabanın kapısını açtı. "Timur! Dur, yaralısın geri geri çıkarız inme!" dedim ama beni dinlemedi. Arabada da hareket yok, önümüzü kestiler madem neden inmiyorlar? "Sen kapıları kilitle, arabada bekle. Ters bir hareket görürsen hemen buradan uzaklaşıyorsun ve Yarbay'ı arıyorsun." Dedi ama benim şoktan pek de onu dinlediğim yoktu. "Anladın mı beni Asya?" diye daha yüksek sesle konuşunca korkuyla onayladım. Saçmalamayın tabi ki de onu burada bırakıp gitmeyeceğim. Sadece içi rahat etsin diye dedim. Elim telefonda Yarbay'ın numarası açık bekliyorum. Timur'un arabaya yaklaşmasıyla birlikte açılan cama rağmen tepki vermeyince bir sorun olmadığını umdum. Yani bir şey yapacak olsalar bu kadar beklemezler herhalde. Bir süre arabadakilerle konuşan Timur'un, arabaya gelmesine kadar her ihtimale karşı telefonu açık tuttum ben yine de. Arabaya gelince "Asya, öndeki arabayı takip et. Küçük bir işimiz var." dese de ben hareket etmedim. "Neler oluyor Timur? Kim onlar, niye kesmişler önümüzü?" "Anlatacağım Asya, kaçırmamamız lazım! Hadi sen takip et arabayı, güven bana." Dedi. İçim rahat etmese de ona güvenip dediğini yaptım. Önümüzdeki arabayı takip ettim. "Söyle artık, kim onlar?" dedim önümdeki arabayı takip ederken. "İçinde Yarbay Harun vardı, güvenlik için telefon edememiş. Konuşmamız gereken önemli bir konu var. Senin de dahil olman lazım." "İyi de ben niye dahil oluyorum ki? Askeri konularla pek alakam yok, hii yoksa birisi mi yaralandı Timur?" "Hayır, kurduğunuz mükemmel plan üzerine konuşacağız, malum ana karakter sensin ya!" dedi biraz kinayeyle. Hala kendimi tehlikeye attığım için kızgın. Bir şey demeden önüme dönüp arabayı sürmeye devam ettim. O ise hala kendi içinde homurdanıp, plana beni kattıkları için söylense de planı Yarbay hazırladığı için sesini çıkaramıyordu. Anca böyle kendi kendine söyleniyor. Hastanede kaldığımız zaman içinde anladığım bir şey varsa, o da çevresindekileri, daha doğrusu değer verdiği insanları kırmamak için sinirini bu şekilde ifade ettiği. Neyse en azından içinde tutmuyor böyle söylenip boşaltıyor sinirini. Arabayla girdiğimiz sokaklar tenhalaşmaya başladığı zaman, önümüzdeki arabanın hızını düşürmesiyle bende aynısını yaptım. Ara ara Timur'a bakıp "Bu kadar söylendiğin yeter bence Timur, olan oldu artık. Plan uygulamaya geçti bile, sen şimdi ne kadar konuşsan da boş. Hem merak etme, kendimi savunma konusunda da iyiyimdir. İçin rahatlayacaksa çocukluktan beri savunma sporlarına ilgim vardı ve babam da bunu desteleyip dersler almamı sağladı. Buraya gelene kadar da düzenli olarak devam ediyordum. Kendimi koruyabilirim yani. "Asya, kendini öyle korusan bile sana sıkılacak mermiye yumruk mu atacaksın!" dedi sinirle. "Hayır, onu sen yaparsın diye düşündüm, malum tedavi eden kısım benim. O yüzden benim yara almamam daha önemli." İstediğime ulaşıp gülmesini sağladım. "Komik değil Asya!" dedi ona baktığımı fark edince, "Ama güldün, demek ki komik. Hem yeter artık sen yanımdasın bana bir şey olmaz." Derin bir nefes bıraktı, "Asya, güzelim canımın içi bak beni anlamıyorsun. Gerçek hayat izlediğin filmler veya okuduğun kitaplar gibi değil! Ben seni her an koruyamam. İnan bunu yapmayı en çok ben isterim ama benim de bir sınırım var. Bu kadar korkusuz olma, canının kıymeti olsun. Olsun ki bana güvenip tedbirsiz olma. Benim kızdığım kısım bu işte." Dedi. "Haklısın biliyorum, bunların farkındayım ve ölesiye de korkuyorum ama varlığın bana güven veriyor. Korkmana rağmen niye yaptın dersen de seninle aynı sebepten. Bende ülkemi seviyorum, bu vatan için canımı veririm. Elimden gelen bir şey varsa yaparım ki elimden de ancak bu geliyor. Söz veriyorum ne derseniz harfiyen uyacağım. Kafama göre hareket etmeyeceğim." Gözlerinde gururla bana baksa da gurun arkasında gizli bir korku da var. Kendisi canını korkmadan bu vatan için siper ederken, konu sevdiği birisi olunca onun yaptığını yapması geriyor, korkutuyor. Önümdeki arabanın üç katlı müstakil bir evde durmasıyla bende park ettim Timur'un arabasını. Ona dönünce bana güven vermek ister gibi bakıp kapısını açtı, onun hareketlerini takip edip bende indim araçtan. Binaya yürüyen Yarbay ve yanında takım elbiseli iki adamla birlikte bizde onları takip ettik. Dışarıdan normal bir apartman gibi görünen bina içeri girince küçük çaplı bir ofis gibiydi. Etrafta resmi giyimli insanların bazıları başka odalara koşar adımlarla giderken bazıları da sakinlikle ellerinde dosyalarla bilmediğim yerlere gidiyordu. Biz Yarbay'ın ardından üst kata çıkıp üzerindeki yazıdan anladığım kadarıyla toplantı odasına girdik. Yarbay, "Oturun çocuklar, birazdan bize eşlik edecek birkaç kişi daha gelecek o zaman başlarız. Sen nasılsın Timur, yaran ne durumda?" dedi bir yandan da onu incelerken. Gerilmiştim, ilk defa böyle bir ortamdayım. Elimi ayağımı nereye koyacağımı bilmiyorum resmen ve böyle bir ortama eşofman takımı ile gelmek de biraz kötü oldu tabi. "iyiyim komutanım, bir sıkıntı yok yakında başlarım pentatlon eğitimlerine." Dedi. Kısaca parkur içi çalışmalar; koşu, şınav, mekik, tırmanma ve atlama gibi şeylerin yapıldığı eğitime denir. Ve sandığının aksine bunlara başlaması için en az iki üç hafta daha beklemesi lazım. Yaraların tamamen iyileşmesi altı ayı bulsa da rahat hareket edebileceği dönem bünyesine bağlı olarak en az o kadar. "Sen öyle diyorsun ama Asya pek öyle düşünmüyor olsa gerek bakışlarından anladığım kadarıyla." Dedi Yarbay gülüp bana bakarak. "Aynen öyle Yarbay'ım en az iki hafta durumuna göre üç hafta daha antrenman yasak kendisine, siz ona bakmayın. Normalde daha taburcu bile olamazdı ama benimle birlikte revirde kalma şartı ile verdim çıkışını." Dedim. Yarbay'ın yanında söyleyeyim ki daha sonra yapacağım diye ısrar edemesin. Timur tam araya girip itiraz edecekti ki kapı açıldı ve içeri orta yaşlarda iki adam ve bir de bizim yaşlarımızda daha genç birisi girdi. Giydikleri takım elbiselerden burada çalışan birilerini olduğunu düşündüm ama her şey olabilir. Yaşlı adamlardan biri konuştu, "Hoş geldiniz, öncelikle sizi biraz korkuttuğum için üzgünüm ama telefonların dinlenme ihtimaline karşı mecburen bu şekilde çağırmak zorunda kaldık sizi. Özellikle sizi korkuttuğum için üzgünüm Asya Hanım önlem almak zorundayız." "Sorun değil, bir terslik yok ya önemli olan bu. Sizin yerinize kötü niyetli insanlarda olabilirdi." Dedim diyecek başka bir şey olmadığı için şimdi tutup da daha kim olduğunu bilmediğim ama devlete çalıştığına emin olduğum bir adama laf edemem ya!" Herkes sessizlikle beklerken ben de onlara uyup susup bekledim. Benimle konuşan adam birkaç dosya karıştırıp aradığını bulmuş olacak ki içindeki kâğıdı ayırıp kenara koyduktan sonra kafasını kaldırıp hepimizi tek tek süzdü. "Öncelikle burada toplanma amacımızdan bahsetmek isterim, maalesef ki içimize sızan bir hain var. Kendi içimizde yaptığımız araştırmalarla sadece Harun Bey ve Timur'dan emin olabildik ve sen Asya senden de emin olma sebebimiz sen gelmeden çok önce başladı bunlar, bunu da göz önüne alıp detaylı bir araştırmayla senide akladık." Dedi. Sanki söyleyeceklerini planlar gibi biraz bekleyip konuşmaya devam etti. "Yarbay'a ulaşıp haini ortaya çıkarmak için konuştuğumuz zaman seni tanıdık Asya. Bizim bile yüzünü ya da kim olduğunu bilmediğimiz Kurt'u bilmen aklımıza bu plana seni de dahil etmeyi getirdi. Önce Korgeneral'e çalıştığını bildiğimiz Kurt için ona ulaştık ve durumdan bahsedince onun ismini kullanmak için onay aldık." Sindirmemizi ister gibi olayları ağır ağır anlatırken gözlerini bizde gezdirip, tepkilerimizi incelemeyi de ihmal etmiyordu. "Plandan haberdar olan Kurt bize ulaşıp senin rızan olmazsa onay vermediğini iletince durumu sana açtık. Senin de onayınla ilk aşama tamamlandı." Dedi ve konuşmayı bitirdi. Kısa bir sessizliğin ardından diğer adam söze girdi bu sefer, "Baya kalabalık bir yer olduğu için bu bilgiyi yaymamız lazım bu konuda iş size düşüyor." Dedi. Konuşmasına devam etmesine Timur engel oldu. "Burada araya girmek isterim izninizle yeni gelişmeler var." Dediğinde ikimiz dışında kimse bilmediği için Yarbay da dahil olmak üzere hepsi şaşırdı. "Tabi, anlat bakalım neymiş gelişmeler?" diye sordu onunla birlikte Yarbay da büyük bir merakla bize bakıyordu. "Herkese yayıp Asya'yı daha fazla tehlikeye atmamıza gerek yok. Elimizde 15 kapıda bekleyen askerleri de sayarsak 17 kişilik bir şüpheli listesi var." Dedi. İlk konuşan adam ki hala ismini söylemediği için bu şekilde sesleniyorum kulağa her ne adar kötü gelse de, "Neye dayanarak hazırladınız bu listeyi?" diye sordu. Timur önce bana bakıp, tekrar onlara dönerek cevapladı, "Son yaptığımız operasyon gizli bir bilgiydi. Bilen sayılı kişi vardı. Ben ve Yarbay'la birlikte timim, Yüzbaşı Fatih ve toplantı odasında bulunan bilişim uzmanları dışında kapıdan dinleyip duyabilecek iki asker dışında bilen kimse yoktu. Bizim de görevde yakalayıp konuşturduğumuz adamdan, içeriden haber veren muhbir olduğu bilgisini aldık ki daha sonra Kurt'ta aynı bilgiyi doğruladı. Böylece haberin bu görevi bilenlerden birisi tarafından iletildiğine emin olduk. Yani hain ancak bunlardan birisi olabilir." Konuşması bitince anlattıkları odadakilerin de aklına yatmış olacak ki bir süre kendi aralarında bakışıp kafa sallamalarıyla onayladıklarını düşündüm. Yarbay yüzünde gururlu bir ifade ile Timur'a bakıyordu. Bakışlarıyla birbirlerini onayladıktan sonra Timur bana döndü, "Listeyi verebilir misin?" dedi. Bende çantama koyduğum kâğıdı içinden çıkarıp ona uzattım. Timur benden aldığı listeyi Yarbay'a verince, o da içinde yazan isimleri inceleyip kâğıdı odadaki adamlara verdi. "İyi iş çıkarmışsın Timur, bunlara öncelik verelim ama yine de diğerlerinin de olabilme ihtimalini göz ardı edemeyiz. O yüzden bu olay için size yardımcı olması amacıyla geçici görevle Yüzbaşı İlkay Kaya'yı göndereceğiz yanınıza. Sizin dışınızda görevi bilen birisi olmayacağı için destek şart. Merak etmeyin çok güvenilir bir askerdir kendisi. Normalde görevde ama şu saatlerde görevinin sonuna gelip dönüş yoluna geçmiş olmalı. Yarın ya da diğer gün aranıza katılır." İzleyeceğimiz adımlar üzerine ve düşündüğümüz planlarla ilgili de konuştuktan sonra oradan ayrılıp karargâha geçtik. Sakin geçen üç günün ardından bugün Timur'a pansumanını yapmış, başımda durup her şeye karışmasının ve işime engel olmasının ardından fazla ve ani hareket etmeme şartı ile askeriye içinde dolaşma izni vermiştim. O kendi odasına çıkıp biriken dosya işlerine bakarken, bende Mehtap ile eksik listesi çıkarıyordum. "Mehtap, negatoskopun ışığı yeterli değil, bir problem var sanırım onu da bildirelim ya yenisi gelsin ya da tamir etsinler." "Haklısın, çok lazım olmuyor şimdi ama bakma sen bunlara, yeni gelen erler eğitime başladıkları zaman lazım oluyor." "Otomatik turnikelerde eskimiş gibi, sen ne diyorsun bir süre daha idare eder mi yoksa isteyelim mi?" dedim bir yandan da elimde lastiklerini inceliyordum. "Ya onlardan yedek olması lazım Asya, az bekle sen ben bir bakayım." "Tamam, sen bak ben de ilaç eksiklerini listeliyim." O dinlenme odasına yerleştirilen dolaplarla bir kısmını depo olarak kullandığımız odaya gidince bende muayene odamdaki ilaç dolabına bakmaya ve eksikleri not almaya başladım. Bunları bugün bitirip listeyi sisteme geçmem lazım, daha fazla erteleyemem. Hem evrak işlerinde aksamaya hem de sağlık açısından hazırlıksız olmamıza sebep olur. Bir süre bütün reviri düzenleyip tüm eksikleri tespit ettikten sonra Mehtap bugün modunun düşük olduğunu çalışmanın iyi geleceğini söyleyerek listeleri sisteme kendi geçirmek isteyince onayladım onu. Bende Mehtap yemekhaneye gelmeyeceği için ikimize de yemek getirmek üzere revirden çıktım. Birkaç ayrı binadan oluşan bu yerleşkede reviri askeriyeden uzağa, ziyaretçiler için ayrılan bölgeye yakın yere koymalarının iyi mi yoksa kötü mü olduğunu düşünürken, ziyaret günleri dışında askerlerin dinlenmek için kullandığı çardaklara gelmiştim. Şöyle bir çevreye baksam da tanıdık kimseyi göremeyince yoluma devam ettim. Çok erken konuşmuş olmalıyım ki ana binanın girişinde gözlerini bana dikmiş bakan Selvi'yi gördüm. Hiç bulaşmak istemeyerek ana binanın arkasında olan yemekhaneye ilerleyecekken birinin bana seslenmesiyle durdum. "Asya!" ses çok tanıdık gelse de çıkaramadığım için arkamı dönüp bakınca anladım kim olduğunu. Yanıma geldiğinde baya büyük bir şaşkınlıkla konuştum, "Senin burada ne işin var?" "Geçici görevle geldim, Yüzbaşı İlkay Kaya, bilgi verilmiş olmalıydı sana haberin yok mu?" dedi. "Verildi verilmesine de İlkay'ın sen olduğunu bilmiyordum, kusura bakma. Çok şaşırdım ben, ondan bu halim. Hoş geldin, yaran nasıl oldu? İyi misin?" dedim merakla. Rengi yerine gelmiş olsa da hafif bir yara değildi ve o, bir gün bile dinlenmeden kalkıp tekrar göreve gitmişti. Onun Kurt olması Wolverine gibi kendi kendini onardığı anlamına gelmiyor. "Gayet iyiyim, tekrar çok teşekkür ederim. Sen olmasan ne yapardım bilmiyorum. Seni burada gördüğüme sevindim." "Bende sevindim, kimliğin hala gizli olacak sanırım, Yüzbaşı sıfatı ile geldiğine göre?" diye sordum. Önceden biliyim ki sonra sıkıntı çıkmasın. "Aynen öyle Asya, bundan sonraki operasyonlar için gizli kalması lazım." "Şey sen tekrar göreve dönmüştün, istihbarattakiler bitirip gelecek hatta bugün döner diyorlardı ama o günün üzerinden üç gün geçti, sen yeni geldin bir sıkıntı mı var? Tekrar mı yaralandın yoksa?" "Sakin ol Asya, yara falan yok. Gayet iyiyim ben sadece iki yıldır görmediğim ailemi görmek için izin kullandım. Buraya da iznimi yarıda kesip geldim zaten. Konuşuruz bunları daha sonra detaylı." Dedi ama bir terslik olduğu belli. Çok iyi bir asker olduğunu duyduğum Kurt şimdi karşımda duygularını gizlemeye çalışsa bile başaramıyor. Sebebini çok merak etsem de sormadım, soramadım. Ellerimi teslim olur gibi havaya kaldırdım, "Tamam, yara yoksa sıkıntı da yok. Kalan her şey halledilir bir şekilde. Sen ne zaman geldin Yarbay'la görüştün mü?" hareketime gülüp cevapladı beni. "Yeni geldim aslında ama Yarbay'la görüştük, işi varmış çıkmadan beni otoparkta gördü. Ben de şimdi şöyle bir etrafı gezip sonra odama yerleşmek için bakacağım." "Tamam o zaman, ben şimdi yemekhaneye geçiyorum ama yemekleri alıp revire döneceğim geri. Gelirsen bir çay içeriz." "Olur, vaktim kalırsa gelirim." "Kalmazsa da sıkıntı değil, bir süre daha burada olacaksın ne de olsa. Elbet bir gün içeriz. Görüşürüz o zaman." "Görüşürüz Asya." Dedi. İkimiz de farklı yönlere dağıldık. Ben yemekhaneye gidip yemekleri alırken İlkay'da eğitimlerin yapıldığı alana doğru yürümeye başladı. Yemekleri alıp geri döndüğüm zaman İlkay'la konuştuğumuz yerden geçerken yerde bir fular gördüm. Bu İlkay'ın bileğinde bağlıydı yanlış hatırlamıyorsam eğer, düştü sanırım. Şöyle bir çevreye baktım onun yerine iki askeri görünce onlara seslendim. "Asker, gel buraya!" "Nazım Daştan, Bingöl emredin komutanım!" diye bağırdı. Üzerimde normal kıyafet yerine askeriyede olduğum için kamuflaj var, o yüzden bu şekilde selam verdi. Ellerimdeki tepsileri ona verdim, "Sen bunları revire götür, Mehtap'a da söyle küçük bir işim var hemen geleceğim o başlasın." Dedim. "Emredersiniz komutanım!" deyip revire doğru yürüdü. Bende eğitim alanına doğru yürüdüğünü gördüğüm İlkay'ın yanına gitmek için o tarafa geçtim. Çok geçmedi ki gördüğüm şeyle şok oldum. İlkay ve Selvi tartışıyorlardı. Tam gidecektim ki kolumdan tutulmamla arkama döndüm Timur tutup durdurmuş. "Ne oluyor Asya?" dedi o da merakla. "Selvi, Yüzbaşı'na dedi bilmiyorum ama ilk günden onunla tartışıyor baksana." Dedim. "Yüzbaşı?" dedi soru sorar gibi. "Selvi'nin tartıştığı kişi Yüzbaşı İlkay Kaya hani yeni gelecek olan, sonra anlatırım sana, şimdi gidip kötü şeyler olmadan engel olalım." Demem kalmadan Selvi ortalığı ayağa kaldırır bir biçimde bağırmaya başladı. "Asker! Ne zamandır sivilleri görüş günü dışında içeri almaya başladık biz, hemen çıkarın şu kadını dışarı!" diye. Sanırım üniformasız olması onu sivil sanmasına sebep oldu. "Söyleyin Asya Hanım'a da misafirlerini dışarıda ağırlasın buraya giremez kimse!" işte şimdi anlaşıldı. Bana kininden, benimle konuştuğunu gördüğü için bu tavrı. Yalnız yakalayınca da benden alamadığı hırsını ondan almaya çalıştı. Timur tam harekete geçecekti ki bu sefer ben onu tutup durdurdum, "Bırak, hak etti olacakları. Sırf bana gıcık olup İlkay'ı da benim yanımda gördü diye kimseye bu şeklide davranamaz." Dedim. Ne yapacağını bilemez gibi bana baksa da en sonunda durup o da olacakları izlemeye başladı. Selvi'nin çağırdığı iki asker İlkay'ı kolundan tutmak için hareket etmişti ki İlkay arkasından yaklaşan askeri kolundan tutup kendi bedeni üzerinden yere serdi. Daha sonra hiçbir şey demeden cebinden bir kart çıkarıp önce arkasındaki askere gösterdi. Asker esas duruşa geçerken, Selvi olanı şaşkınlıkla izliyordu. İlkay baya sinirli bir halde bu sefer askeri kimliği olduğunu düşündüğüm kartı, Selvi'ye gösterdi ve ardından bağırdı, "Pentatlon eğitimi, otuz tekrar başla asker!" dedi. Hiç konuşmasına bile izin vermeden. Yanına yürümeye başlayınca beni Timur'da takip etti. Karşı karşıya gelince Timur, "Kıdemli Üsteğmen Timur Karadağ emredin komutanım!" diye hem kendini tanıttı hem de selam verdi. "Rahat ol Timur, henüz resmi olarak başlamadım daha, bazıları saygısızlık ettiği içindi az önceki tutumum." "Aslında Selvi iyi bir askerdir komutanım, ben tutumu için özür dilerim sizden, kendisiyle iyi bir konuşma yapma zamanımız gelmiş. Bu ara bazı hareketleri beni de rahatsız ediyor." Dedi Timur mahcupça. Sonuçta onun timinde, onun sorumluluğunda olan bir askerdi Selvi ve bu tutumu Timur'u da etkiliyor. Elimdeki fuları görünce ne için geldiğim aklıma geldi. Elimdekini ona uzatıp "Aslında bunu getirmek için geliyordum yanına, konuşurken düşmüş sanırım İlkay." Dedim. "Teşekkür ederim Asya, fark etmemiştim ben. Çay teklifin hale geçerliyse gelebilirim." Dedi. Timur samimiyetimizi görünce şaşırdı, "Siz tanışıyor musunuz?" diye sordu. Bu soruyu İlkay cevapladı, "Evet, ben bir görevde yaralanınca Asya bakmıştı bana. Burada karşılaşmak tesadüf oldu." "Gelin size çay vereyim ben, o ara daha iyi tanışırsınız çünkü bir süre birlikte olacağız." Dedim onlar da onaylayıp takip ettiler beni. Revirde ettiğimiz sohbetin ardından İlkay yerleşmek için askeri yatakhaneye geçerken, Timur'da revirdeki yatağına gidip biraz uzandı. Ben de bu arada Mehtap'a yardım edip revirin bugünkü işini bitirdim. Akşam olunca evine giden Mehtap'la ben de son kontrolleri yapıp, mutfağı da toparlayınca reviri içeriden kilitleyip Timur'u kontrol emek için yanına gittim. Odanın kapısından bakınca elinde telefonla uğraşıyordu. "Timur, uyumadın mı sen daha?" dedim saat her ne kadar henüz dokuz olsa da, bugün yorulduğu için uyuyacağını düşünmüştüm. "Hayır, uyuyamadım. Gelsene sohbet ederiz az." İçeri girip Timur'un karşısına oturdum. Ne kadar belli etmemeye çalışsa da yorgunluktan çöken gözleri ve moraran gözaltları, sürekli gergin olup çatmaktan artık tik olarak kalan kaşları, en belirgini ise dışarıya karşı dimdik olsa da yalnız kalınca çöken omuzları kendini ne kadar zorladığının göstergesiydi. Bana bakıp konuşacakmış gibi ağzını açıp vazgeçip geri sustu birkaç kez. Anlaşılan konuşmakla konuşmamak arasında kaldı. Daha fazla kıvranmasına gönlüm razı olmadı, "Söyle hadi ne söyleyeceksen." Dedim. Aradığı fırsatı sözlerimden bulmuş olacak ki, "Asya, bu İlkay denen kadın gerçekten güvenilir mi? Hani tanıyormuşsun ya." dedi. İşte şimdi anlaşıldı derdi. Ah bir bilse canını kurtaran, hayranı olduğu, idol olarak gördüğü Kurt'un İlkay olduğunu ama söyleyemem, Timur'a güvenmediğim için değil kesinlikle. Ne kadar doktor da olsam ben de bir askerim, tamamen askeri disiplinle hareket etmemem sadece buradakilerin bana karşı olan iyi tutumundan, yoksa elbette benimde onlardan bir farkım yok. İşte bu yüzden askeri bir sırrı ne kadar erkek arkadaşım olsa da ona çok fazla güvensem de söyleyemem. "Merak etme, güvenebileceğin en doğru insan o olabilir. Söylemem ne kadar doğru bilmiyorum ama iki yıldır görevdeydi sırf bu durum için görevi erken bitirmesini isteyip buraya çağırmışlar, öyle bir asker yani. Vatanı için karşısında babası dursa gözünü kırpmaz, yok sayar." "Sen baya tanıyorsun yani, onu böyle anlattığına göre." Dedi hala emin olmak ister gibi. Üzgünüm başka şansım kalmadı. Konuşmaya başlamadan önce ona biraz daha yaklaştım ve sağ elimi sol yanağına koydum, "Ben onu masum birini kurtarmak için vurulduğunda tedavi ederken tanıdım Timur, daha işlerin bu kadar içinde bile değildim anlayamazdım ama iyi birisi olduğunu anlamama tek bir cümlesi yetti. Onun için vurulmaktan onur duydum dedi. Bana bunu söyleyen birisi vatanına, bayrağına ihanet etmez hele hele iki yıl boyunca tüm ailesini geride bırakıp bana ne olur diye düşünmeden dağa çıkan bir kadın hiç etmez. Lütfen bana güvendiğin gibi ona da güven, o bu yolda bizim kurtuluş biletimiz." Yanağındaki elimi elleri arasına alıp avuç içime bir öpücük kondurdu. Hastanede kaldığımız süre boyunca da aynı hareketi birçok defa yapmıştı, sanırım bu onun sevgisini ifade ediş biçimi. "Tamam, öyle olsun ama kimseye sana güvendiğim kadar güvenemem ben, öyle bir ihtimal yok bilesin." Yaklaşıp dudağından öptüm, yataktan kalkıp önünde duran telefonu da alıp yatağın yanındaki komodinin üzerine bıraktım. "Hadi bakalım Timur Bey bu kadar lak lak yeter, yatma vakti, artık dinlenmen lazım. Dinlen ki bir an önce iyileş daha seninle çok işimiz var." Dedim. "Ne işimiz varmış Asya Hanım?" dedi bu sefer de o oyunbaz sesiyle beni taklit ederek. "Bugün haber geldi. Lojmandaki ev boşalmış, içinde eşyalar var ama yine de ben onların depoya taşınmasını istedim. En az üç yıl buradayım daha kendim döşemek istiyorum, sen de bana yardım edeceksin tabi ki kutsal sevgililik kitabında bu da yazar." "Öyle bir kitap mı varmış?" "Bilmemen senin hatan, neyse ki çok bilgili bir sevgilin var da bu açığını kapatıyorum. Merak etme hayatım bunun için elimden gelenin en iyisini yapacağıma emin olabilirsin." "O zaman, yeni eviniz için çalışmaktan onur duyarım sayın sevgilim." "Aferin asker! Hadi bakalım şimdi de sevgilini dinle ve uyu bakalım. İyi geceler." "İyi geceler." Dedi o da ben de böylelikle yanından ayrılıp kendi odama geçtim. Üzerimi değiştirip yarının bize ne getireceğini merak ederek yatağıma geçip yattım. *** Yine uyanıp hayatı sorguladığım dakikalardayız. Neler yapacağımı yataktan çıkmadan planlamak iyi olduğu için kesinlikle çıkmak istemediğimden değil yani, bugünü planlıyorum kafamda. Mehtap'ın izin günü olduğu için, o yok. Benim de normalde bugün hastanede olmam gerekse de şu durumlar için izin aldım, bu hafta gitmeyeceğim hastaneye o yüzden revirdeyim. Dün bütün işleri hallettiğimiz için bugün kendini sakatlayan ve dün gece hasta olan olmadıysa boşum. Kapımın tıklatılmasıyla düşüncelerime ara verdim, revirin giriş kapısı kilitli olduğuna göre bu gelen Timur olmalı, "Gelebilirsin Timur." Dedim. "Günaydın, ben de uyanamadın sandım." Dedi. "Yok, uyandım da bugün ne yapsam diye düşünüyordum. Dün tüm işleri bitirdik boşum bugün." "O zaman benimle gelebilirsin, arkadaşın hızlı çıkmış mesaj geldi, pentatlon koymuş programa. Şimdi erleri çalıştırıyor, bir saate de bizim tim var. Ben yaralı olduğum için katılamayacağım birlikte izleriz." "Olur, gelirim seninle bende iyi olur. Hem belki bende katılırım bayadır spor yapmadım." "Asya, tim görevlere çıkacağı için program biraz ağır olur. Sen biraz daha bekle, bana izin çıktığı zaman birlikte yaparız. Hem ben de yavaş başlayacağım zorlanmazsın böylece" "Tamam, öyle olsun bakalım. Kalk hadi gidip yemek yiyelim sonra da eğitime geçeriz." Dedim yataktan çıkıp odamdaki banyoya girerken. Hazırlanıp revirden çıkıp yemekhanede hızlıca kahvaltımızı yapıp timin yanına geçmek için çıktık. Onlar da eğitim sahasındaydılar, sanırım Timur eğitim öncesi onlarla konuşmak istedi. Yanlarına vardığımızda İlkay'ın da orada olduğunu gördüm. Tek başına elindeki kâğıda notlar alıyordu. Önce time selam verip, "Merhaba çocuklar, sizin konuşacaklarınız vardır. Sizi komutanınızla baş başa bırakıp gidiyorum. Kolay gelsin bu arada." Deyip İlkay'ın yanına geçtim. "Günaydın Yüzbaşım, nasılsınız?" "Günaydın, gel Asya. İzlemeye geldiniz sanırım." Dedi aslında tahmin cümlesi olan soruyla. "Evet, bugün boştum eğitim yaptığını duydum izlemeye geldim. Aslında bende katılacaktım ama Timur seni biraz zorlar dedi." "Yani şuan ne durumdasın bilmediğim için bir şey diyemem ama istersen bitince seviyene göre birlikte çalışabiliriz. Dosyanda savunma sporlarına ilgin olduğunu okumuştum, antrenman da yapabiliriz hangisi uyarsa artık." "Gerçekten mi?" dedim heyecanla, çok uzun zamandır yapmadığım için paslanmış olmaktan korktum. Kurt gibi birisinin beni çalıştırması çok iyi olur doğrusu. "Tabi, hem malum tehlikedesin şuan kendini ne kadar iyi savunursan o kadar yardımı olur bize ama ortalıkta yapmayalım birisi görmesin eğer farklı bir durum olursa şaşırtman senin yararına olur." "Nerede yapacağız o zaman?" "Dün gezerken gördüm kapalı spor salonu var, ben öğle arasında orayı boşaltırım orada çalışırız bir saat uyarsa." "Uyar, uymaz mı hiç?" Biz konuşmaya dalmışken Yüzbaşı Fatih de gelmişti, "O da mı katılacak eğitime?" diye sordum İlkay'a. Bakışlarından anladığım kadarıyla ondan hiç hoşlanmışa benzemiyor. "Ben teklif ettim ama geleceğini düşünmemiştim hiç." Dedi memnuniyetsizlikle. İstifini bozmadan bana kafasıyla takip etmemi işaret etti, "Hoş geldiniz Yüzbaşım katılacağınızı düşünmemiştim ben siz onaylamayınca." Dedi bana konuştuğunun aksine soğuk ve sert ses tonuyla. "Davete icabet etmemek olmaz diye düşündüm." Dedi Fatih. İlkay cevap vermeden time döndü, "Artemis Timi hizaya geç!" diye emir verdi. "Esas duruşa, geç" demesiyle beden dersindeki hazır ol şekline geçtiler tek fark ellerinde silahları var ve önlerinde tutuyorlar. Biraz bekledi, hepsini tek tek inceledi bu arada. Yeterince gözlem yaptığına kanaat getirmiş olacak ki, "Beni rahatta dinle! Bazılarınız beni hiç tanımıyor o yüzden önce kendimi tanıtayım, ben Kıdemli Yüzbaşı İlkay Kaya. Hakkımda bilmeniz gereken tek şey laubalilikten hiç hoşlanmam. Saygısızlıktan ise nefret ederim. İçinizde bazıları tersimle tanıştı, bir daha olmayacağını umuyorum." Dedi burada biraz bekleyip Selvi'ye bakarken. Ardından ise konuşmasına devam etti; "Bir süre buradayım, sizin tim ve Yüzbaşı Fatih benim sorumluluğuma verildi." Dedi. Biten cümlesi Fatih de dahil herkeste şaşkınlığa sebep oldu. Bu bilgi ben ve Timur dışındakilerde yok doğal olarak. Tim için çok fark etmese de Fatih'in kızaran yüzünden bu durumdan pek hoşlanmadığı belli. O, bu aralar gözüme biraz fazla batmaya başladı. Dikkatimi ona versem iyi olacak. "Madem siz benim sorumluluğumdasınız, o halde en iyisi olmanız gerek. Komutanınızla görüştük, bu ara eğitimler biraz aksamış bazı durumlardan ötürü. O sebeple size çok iyi bir program hazırladık ama önce ben sizin ne durumda olduğunuzu görmeliyim ki ona göre düzenleme yapabileyim." Kafasını yanımda duran Timur'a çevirdi, hafif bir baş sallamasıyla onay aldı. "Pentatlon başlangıcına geç!" diye bir bağırdı ki ben yerimde sıçradım. Boynuna asılı düdüğü çalmasıyla tüm tim harekete geçti. Önce koşuyla başladılar, ardından bir çukura atlayıp diğer taraftan çıktılar. Yerdeki kafeslerin içinden geçip, bu sefer de duvara iple tırmandılar. Önlerinde eğitim içinde silahlı atış alanı var nefeslerini ne kadar düzenli kullanabiliyorlar görmek için, bu sefer hepsi oraya geçip masadaki silahları alıp bir saniye bile beklemeden ateş edip engelli koşu kısmına geçtiler. Şimdi önlerinde beş metre uzunluğunda bir tırmanma kulesi vardı. Oraya tırmanıp kendilerini ipe sarıp aşağı atmaya başladılar. Oradan inen koşup yanımıza bitiş çizgisine geldi. İlk Furkan'ın gelmesiyle yanımda kronometre ile süre tutan Timur'un eline bakınca dört dakika kırk sekiz saniyede bitirdiğini gördüm. Diğerleri de gelince İlkay yine, "Fena değil ama çok daha iyi olabilir. Olacak da bundan sonra her gün sabah altıda burada hazır olacaksınız. Anlaşıldı mı asker?" diye bağırdı. "Emredersiniz komutanım!" diye aldığı karşılıkla "Rahat!" dedi ve dağılmalarına izin verdi. Yine elindeki deftere notlar aldı. Yüzbaşı Fatih, "Performanslarını beğenmediğinize göre siz çok daha iyisini yaparsınız herhalde komutanım." Diye iğneleyici konuştu. "Elbette, kendi yapmadığım hiçbir şey askerime yapması için zorlamam Yüzbaşım." Diye cevap verdi İlkay. "Eh o zaman gelin bir de ikimiz geçelim alana!" diye meydan okuyunca İlkay'ın yüzünde tam anlamıyla pis bir sırıtma oldu. "Arkamda kalırsanız ağlamak yok ama?" diye cevapladı. Bilerek kışkırtıyor gibi sanki. Bu sözlerden sonra sinirden iyice kızaran Fatih, "Yani kusura bakmayın da burada biraz da fizik var. Kadın ve erkek biyolojik olarak bir değil erkekler daha dayanıklı olur sonra siz üzülmeyin." Dedi. İlkay'ın sinirden gözü seğirdi. Bunu buradan görebiliyorum. İşte şimdi bittin sen Fatih, ben en iyisi gidiyim de senin helvanı kavurayım. Timur'a dönüp, "Ben Yüzbaşı'nın helvasını kavurmaya gidiyorum, sen izle." Dedim alayla. Timur da benim anladığım şeyi fark etmiş olacak ki tek elini omzuma atıp beni kendine çekerek güldü. İlkay yanıma gelip elindeki defteri ve boynundaki kronometreyi bana verdi. Başlangıç çizgisine doğru yürürken Fatih'in gelmediğini fark etmiş olacak ki arkasını dönüp kaşını kaldırarak baktı. Fatih cevap alamamanın verdiği bozuntuyla kamuflajının ceketini çıkarıp bıraktı ve yanına gitti. Yan yana durduklarında İlkay, Timur'a dönüp; "Çal düdüğü ve süre tutmayı sakın unutma." Dedi. Bir süre şaşırarak bakan Timur artan seslerle şöyle bir çevresine baktı. Diğer askerlerinde dikkatini çekmiş olmalılar ki az önce nerdeyse boş olan eğitim alanı bir anda dolmaya başladı. Sonra ise önünde ondan komut bekleyen Fatih ve İlkay'a baktı, ne düşündü bilmiyorum ama omuz silkip düdüğü çaldı ve ikisi de hızla çıktılar.
|
0% |